Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@byzloey




Hepinize merhaba bir tanelerim, biliyorum uzun zamandır böyle aralıklı atmamıştım bölümleri ama iki gündür ne halde olduğumu görseniz iyi bile atmışsın derdiniz eminim ki ama merak etmeyin telafi etmek için diğer bölüm yolda, bu bölüm şu kader ne bu kadar değişmiş onu anlattığım biraz inişli çıkışlı biraz komik bir bölüm oldu umarım beğenirsiniz, iyi okumalar dilerim, hepinize bol öpücükler...

Bölüme oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, yorumların hepsini okuyorum. ^^

Instagram : Byzloey

36. Bölüm | İnceldiği Yerden Kopar

Don't Blame me | Taylor Swift

''yarın... ''

''gece yarısı... ''

''plağı aç... ''

''Mumları yak...''

''Ve sana bir yere ait hissettiren adamı bekle.''

Sana bir yere ait hissettiren adamı bekle... Koca şehirler hissettirememiş bana bir yere ait, koca şehirlere sığmamışım ben. Her şey etrafımda olmasına rağmen bulamamışım aradığımı. Sen nasıl başardın bunu? Nasıl başardın ki dünyaların veremediğini vermeyi? Nasıl başardın içine beni sığdırmayı?

Bazen birine varmak da bir yere ait hissettirir...

O yüzden mi şehirler yetmedi bana? Sen yoksun diye miydi bütün bunlar? Bundan mıydı içimdeki tüm boşluk? Bu yüzden mi rüzgâr beni estiği yere savuruyordu savruluyordum öylece...

Kaybolurdunuz bazen, çocukken ya da yetişkinken. Çocukken fiilen kaybolurduk, bizi bulurlardı. En azından çoğumuzu.

Ama yetişkinken kaybolduğumuz yer çok daha derindi ve bizi orada kimse bulamıyordu, öyle bir kayboluştu ki bu kimse fark etmezdi bile. Dışardan hala aynıyım ama içeride neredeyim onu ben bile bilmiyorum.

Kayıbım ama nerede kaybolduğumu bilmiyorum, ayaklarım gidiyor ama nereye bilmiyorum. Nefes alıyorum ama bu mu beni yaşatan bilmiyorum.

Çünkü ben de kaybolup duruyorum, kimsenin bulamayacağı ulaşamayacağı yerlerde. Beni bulabileceklerini de düşünmüyorum çünkü nerede kaybolduğunuzu bilmezseniz eğer kendinizi aramaya nereden başlayacağınızı da bilemezsiniz. Kafanızın içi o kadar büyüktür ki oraya dünyaları sığdırırsınız ama o kadar küçüktür ki kendinizi o dünyaya sığdıramazsınız.

Ben bile nerede kaybolduğumu bilmezken başkası nasıl bilip beni bulabilirdi ki bu kafamın içinde? Nerede arayacaktı ki beni? Hangi geçmişimde ya da hangi anımda?

Belki de kimse bulmaz seni.... Ve sen o sonsuzlukta dışarıdan dimdik ayakta dururken içeride olan enkazların altında kalır çok daha derinlerde kaybolursun. En sonunda da gözlerini yumarsın o zaman ya enkazlar üstünden kalkar ya da çok daha ağırı biner üstüne.

Ama iki türlü de artık kayıp değil ya yerin dibine inersin ya da göğe yükselirsin ve artık nerede olacağını bilirsin.

Bilmek bilmemezlikten çok daha iyidir her zaman ister gece uyumak için ister aklını doldurmaması için istersen de yanlış bir şey yapmamak için ama gereklidir bilmek. Çünkü akıl bilmediği her şeyin yerini ihtimallerle doldurur. Olması muhtemel olmayan bir sürü şey geçer gerçeğin yerine.

Ve bir süre sonra hiçbir şey yapamazsın düşünmekten öylece savrulursun içinde yine, fırtınalar kopar fikirler birbirini çürütür ama olan yine de sana olur.

Aynı şu an dışarıya düşen yıldırım yerleri yararken olanın bana olduğu gibi. Perdede duran ellerim kıpırdanarak daha da araladı görüşümü netleştirmek için. Gündüzdü, ertesi gün olmuştu ama bulutlar hala kara ve hala etrafı sarmış şekilde gök yüzündeydi. Güneşi engelliyordu, hala kara bulutların olduğu şekilde karanlıktı etraf. Ufacık aradan sızan ışıklar vardı sadece varla yok arası. Ben de o aradan görebildiğim kadarını izliyordum saatlerdir.

Plak açıktı, saydığıma göre uyandığımdan beri tam yirmi yedi kez çalmıştı aynı plak. Kaça kadar çalacağını merak ediyordum, onun geleceğini sayılardan anlayabilecek miydim merak ediyordum.

Çünkü karşımda gördüğüm görüntüden hiçbir şey anlayamıyordum. Yıldırım yerlere düşüyordu ama her düşen yıldırımda şeytanın bana gelme süresi kısalıyordu ve bunu bilen ben her yıldırımda daha derin nefesler alıyordum. Sayıyordum yıldırımları. Yüz on bir kere düşmüştü yere.

Tam yüz on bir gececi.

Ürkütücü!

''Kahvaltı yapmadın.'' Dedi kapıda saatlerdir dikilerek sessizliğini koruyan Grim.

''İstemedim.'' Pencerenin yansımasından yüzünü görebildiğim kadarıyla 'Çı' diye bir ses çıkardı yanağını ısırırken. Gamzesi görünmüştü bunu yaparken ve suratındaki ifade yorgundu, insan bedeni yorulmuştu.

''Başın ağrımadı mı?'' diyerek plağı işaret ettiğinde gözlerimi karşımdan ayırmadan aynı onun yaptığı gibi yanağımı içe çektim ve 'çı' diye bir ses çıkardım.

Derin bir nefes verdi az önceki sessizliğine dönerken. Dilinden başka sözler dökülmedi, ben de gözlerimi yüz on dördüncü düşen yıldırıma çevirdim. Uzaktaydı, fazla uzakta. Sesi gelmiyor denebilirdi ama bu kararmaya meyilli havada oldukça belli oluyordu o ışık.

Kasaba da artık ne insan ne de konut kalmıştı, buna emin olmuştum. Her şey yanıp kül olmuştu, kalan yerleri de bu düşen yıldırım hallediyordu. Saatlerdir sağlam kalan ağaçları ve yerleri mahvetmişti.

İnsanları ruhlar, şehri yer altındaki varlıklar mahvetmişti ve yaşadığım yer asıl şimdi yabancı olmuştu bana. Gözümüm önünde her şey yerle bir olmuştu ve ben bir şey yapmak bir yana oturup izliyordum gözümden akan yaşlarla. Bir şey yapamazdım, yapmam değil yapmamam gerekiyordu aksine de. Çünkü yer yüzünü cehennemden kaçan ruhlardan temizliyorlardı.

Dünden beri öğrenebildiğim tek gerçek ve eksiksiz şey buydu Grim'den.

Şeytan gitmişti, arkasını dönüp gitmişti. Bana bir yere ait hissettirdiğini söylemiş beni bekle diye ekleyerek gitmişti. Sabırsız ifadesini yumruk yapan ellerinden sezmiştim. Çenesini seğirmişti giderken ve ben bunların bilincine aklımda bilmem kaçıncı kez geceyi tekrarladığımda anımsıyordum sadece.

Çünkü sözleri öyle bir esir almıştı ki tüm zerremi onu izlesem bile dilime dökememiştim nasıl biri olduğunu.

Uzundu, kaslıydı, üzerinde kumaş siyah pantolon ve siyah bir gömlek vardı. Yakaları açıktı ve oradan dövmeler görünüyordu aynı Semum'un olduğu gibi.

O da gece gitmişti, yine baş başa kalmıştık Grim'le.

Pencereden gözlerim ona ikinci kez kaydığında onun da gözlerinin üzerimde olduğunu gördüm. Yeni bedeninde sarı saçları vardı, gözleri bal rengiydi ve kaşları ile dudakları kalındı. Çenesi keskindi, orta yaşlı bir bedendeydi.

Boyu uzundu, üzerinde lacivert bir takım vardı ama ceketsiz şekildeydi.

''Sana yemek getirttim, yemeyecek misin? Soğudu gerçi.'' Sonuna doğru bir kez daha memnuniyetsiz bir ifade takınmıştı.

Yine de yememde ısrarcıydı, bu soruyu ikinci kez tekrarlamıştı ve yüzünden ısrarcı olduğu anlaşılıyordu. Ama bende bu pencerenin önünden ayrılmak istemiyordum. Bunu anlamış gibi kafasını salladı ben bir şey söylemediğim halde. ''Buraya getireyim mi? Elinde ye bari.''

Dudaklarım hafif kıvrılır gibi olduğunda ''Getireyim.'' Diyerek arkasını dönüp içeri gitti. Dış kapı açık olduğundan ötürü içerisi esiyordu. Yine de üşümüyordum garip şekilde, halbuki ben oldukça üşürdüm.

Belki de düşünceler izin vermiyordu üşümeme, dün geceyi o kadar çok tekrar edip düşünmüştüm ki başım otuza yakın kez çalan plaktan ötürü değil düşüncelerimden ötürü ağrımıştı.

Yine de plağı kapatmayı düşünmüyordum, yine de yatıp geri uyumayı da düşünmüyordum. Burada bekleyecektim onu, buradan izleyecektim gittiği yerleri.

Neden beni bu halde bıraktığını soracaktım ilk, neden beni eksik ve günlerdir beni kendi içimde kayıp vaziyette bıraktığını bağıra çağıra soracaktım yüzüne.

Çünkü bu hissi daha önce hiç bu kadar derinden hissetmemiştim, buna sebep olanın o olduğunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Sadece merak ediyordum, neden beni bu hale getirdiğini bunun için karşılığında ne aldığını merak ediyordum ve öğrenecektim de.

Akşam tek sağlam kalan yer olan burası da yıkılacaktı. Çünkü öfkeliydim, sinirliydim. Anılarım benden alındığı için hiçbir şey bilmeden çocuk gibi oradan oraya çekiştirildiğim için öfkeliydim.

Grim'in adım sesleri odaya dolduğunda derin bir nefes alarak düşüncelerimden sıyrıldım ona dönerken. Elime uzattığı döneri alarak pencereye yaslanıp bir ısırık aldım.

Tozlar yine havada uçuşuyordu ama umurumda değildi, acıkmıştım ve karnım gurulduyordu.

Grim döneri verdikten sonra ayranı kenardaki masaya bırakmış pencerenin öbür yanına yaslanmıştı. Ona olan öfkemi bile tam olarak anımsayamıyordum.
Eğer şeytan ona akşam yapmayı düşündüğüm şeyleri bilseydi belki de gelmekten vazgeçerdi. Çünkü gerçekten korkması gerekliydi.

''Hissediyor musun?'' diye mırıldandı benim gibi daha yakınımıza düşen yıldırıma bakarken. Onun da elinde ne ara aldığını görmediğim kahve vardı.

''Neyi?''

''Gececilerin az kaldığını.''

Gececiler az kaldıysa... Şeytanın gelmesine de az kaldı...

İçimi bir kıpırtı kapladığında ağzımdaki lokmayı daha yavaş çiğnemeye başladım. Gözlerim Grim ile pencere arasında gidip geliyordu.

Heyecanımı fark etmesini istemediğimden yemeğimi yemeye sessizce devam ettim ama fıldır fıldır dönen gözlerimi durduramıyordum.

''Onlar içimden geçmiyor ya çıkarken, o yüzden hissedemiyorum sanırım bende gittiklerinde.''

Grim kafasını aşağı yukarı sallarken kahvesinden bir yudum daha alıyordu, gömleğinin yakaları kırışmıştı ve kolları çözülmüş katlanmıştı. Gözleri baygın bakıyordu ama bunun isteğiyle değil yorgunluğundan ötürü olduğunu biliyordum.

En azından görebiliyordum.

''Doğru, kapılar açık şu an ama, bir süre kapanmayacak. En azından yer yüzünde bizden başka yer altı varlığı kalmayana dek.''

Şeytan emir verdi ve Semum cehennemin kapılarını araladı. Aynı kapatmasını istediği zamanki gibi.

''Öyleyse yeni varlıklar kaçamayacak mı yer yüzüne?'' Bu sözüme karşılık buruk bir tebessümle kahvesinden yukarı tüten dumana baktı Grim. ''Suzan aşağı da kimse çıkamayacak kapı tekrar kapanana dek.''

Neden günlerdir ortada olmadığı şimdi anlaşıldı, tabi avladıkları ruhlar geri kaçsaydı avlamalarının manası kalmaz bu av da bir sona varmazdı. Gözlerim bitirdiğim yemeğimden Grim'in üstünde tüten kahveye döndüğünde o duman beni bir anlık bir anıya götürdü.

Gözlerim buğulandı ve her şey bulanık oldu yine, kolumda beni tutan bir el kulağımda adımı söyleyen bir ses duyuyordum ama her şey bir anda bir görüntüden ibaret oldu.

Yerde yatan sarı saçlı bir beden vardı ve bedeninin üstünden duman süzülüyordu. Ben ise göz yaşlarımla birinin kucağındaydım. Kucağında olduğum kişinin arkası dönüktü ama deri ceketinden kim olduğunu tahmin edebiliyordum. Vücudum sarsıldığında görüntü kendiliğinden kayboldu ve yerini Grim'in bal rengi gözleri aldı.

''Ne oldu?''

''hiçbir şey, eksik parça.'' Diye fısıldadıktan sonra boğazımı temizledim. Elimin tersiyle yanağıma dokunduğumda göz yaşımın aktığını hissetmiştim.

''Daha önce çok köprü tanıdım, şeytan yer yüzüne indiğinden bu yana baya hem de...'' diye mırıldandı kolumdaki elini çekip bana endişeli gözlerle bakarken.

''Ama hiçbirinin çığlık atacak gücü yoktu.'' Çığlık, eğer o dudaklarıma yapışsaydı iblisler yer yüzünde kalacaktı ve tüm gücüm ona gidecekti.

Bir an bunu hatırladığım da kaşlarım çatıldı ve ona kötü bakış atmaktan alamadım kendimi. O anı hatırladığımı anladığında bakışlarıma karşı güldü. ''Merak etme isteğimden öpmezdim seni, emir kuluyum ben.''

''hep de aynı bahane.''

Bana kaşlarını kaldırarak baktığında bu şaşkın haline gülmek istedim ama ifademi bozmadan bakmaya devam etmeyi başarmıştım.

''Öyle bir şeyi isteğimle düşünmek bile, şeytanın karşısına geçmek demek olurdu. Sen hiç şeytanın gerçek şeytan yönünü gördün mü? Şeytan kim biliyor musun sen? Kim cesaret edebilir karşısında durmaya?''

''Ya bu kaçan, saldıran iblisler? Onlar nasıl sözünden çıkabiliyorlar?''

''Lilith sayesinde.'' Kahvesinden bir yudum daha alırken gözlerimi kısarak ona baktım.

Beni öpmeyi düşünmesi bile şeytanı karşısına almak demekti ha?

Kahveyi dudaklarından çekerken köpük olan dudaklarını yaladı, tam o sırada bir yıldırım daha düşmüştü. Çok yakına.

Geliyordu, her yıldırımla daha çok yaklaşıyordu ve gelmesine az kalmıştı. Dudağımı sabırsızlıkla ısırmaktan alı koyamadım kendimi, acımıştı sert ısırdığım için ama umurumda değildi. İçimdeki birçok organın elleri olmuştu da içeri de parti veriyorlardı resmen.

''Lilith ne zaman bırakacak şeytana ceza vermeyi?'' diye mırıldandım hatırladığım kadarıyla cümleyi toparlamaya çalışırken. Bu sırada gözlerimi camdan tekrar ona çevirdim. Grim de kahvesinin son yudumunu almış bardağı kenara bırakmıştı.

''Cezası çoktan bitecekti şeytanın, kendisi istedi tüm bunlara göğüs germeyi.''

''neden?'' gözleri bir an üzerimde gezindi bu sorumla. Dudaklarını ısırıp tekrar pencereye döndü.

''Gelince kendisine sor, o zaten sana anlatacaktır her şeyi.''

İblisler sizden, siz benden kaçıyorsunuz. Kaçın bakalım.

''Evet, geldiğinde aramızda uzun bir konuşma geçecek gibi duruyor.'' Sesim fark etmediğim kadar sert çıktığında Grim'in kaşları bir kez daha havalandı. ''Niye adamı dövecek gibi söyledin bunu?'' bakışlarım sertçe ona döndüğünde cevabını almış gibi dudaklarını birbirine bastırdı.

Bir yıldırım daha düşmüştü o dudaklarını birbirine bastırırken. Belki de döverdim, çünkü izinsiz benden anılarımı almıştı.

Dün söylediği sözler beni yumuşatacak değildi, beni bilinmezliğin ortasında bırakmıştı. Hem de en nefret ettiğim şeyin ortasında!

''Meraklı bir insan olduğum için, kendimi bir yere ait hissedemediğim için geldim buraya ben ve ne oldu sonucunda? Bir adam geldi, geçmişimi bildiklerimi güçlü bir baş ağrısı bırakarak aldı benden. Neden? Şeytan diye.''

Kaşlarımı her cümlemde daha çok çatarken elimde tuttum perdeyi yaktığımın farkında bile değildim. Perdenin bir ucu yana doğru düştüğünde fark etmiştim bunu.

Grim'in bakışları perdeye döndükten sonra yutkundu. ''Tamam, sen yine de sakin ol. O gelmeden hıncını benden falan çıkarırsın maazallah.''

Ona ters bir bakış attığımda sakinleşmeyeceğimi anlamış gibi ''ben seni yalnız bırakayım en iyisi.'' Diyerek kapıya yürümeye başladığında ben de önüme dönüp perdeyi diğer ucundan tutmaya devam ettim.

Hava biraz daha açılmış sonra biraz daha kararmıştı garip şekilde. Muhtemelen hava gececiler bitmek üzere olduğu için açılmış şimdi de saat akşamı vurduğundan kararmaya başlamıştı.

Plak elli beşinci kez çalmaya başladığında başıma bir ağrı girdi, gözlerimin önünde iki görüntü belirdi.

Odamın beş numaralı kapısı ve okuldaki dolabımın beş numaralı kapısı.

Pencerenin tam önünde düşen yıldırımla yerimde sıçrarken gözümün önündeki görüntüde aniden uçup gitmişti. Gözlerimi açtığımda odanın içinin karanlıkta kaldığını fark ettim. Dışarı da çıkmaya başlayan ay ve yıldırım olduğu için içerisi kadar karanlık görünmüyordu ama içeriye ışık süzülmediğinden karanlık olmuştu. Pencerenin önünde uzaklaşıp mumun ipini ellerimle tuttum.

İki saniye sonra çektiğimde mum yanmıştı, gülümseyerek plağın yanındakinden baş ucumda durana doğru ilerleyip onu da parmaklarım arasına alarak yaktığımda etrafa bakındım.

''plağı aç... '' açtım.

''Mumları yak...'' Yaktım.

''Ve sana bir yere ait hissettiren adamı bekle.'' Bekliyorum.

Kollarımı birbirine dolayarak pencerenin önüne ilerlediğimde pencereye vuran arkamdaki mum ışıklarını fark ettim. İçeriyi tamamen aydınlatmasa da karanlıkta da bırakmamıştı. Yeterliydi.

Bileğimdeki saate baktığımda saatin oldukça ilerlemeye başladığını fark ettim. Yıldırım düşmeyi bırakmıştı, hava kararıyordu.

Bir anda gözlerim karanlık arazinin arasında dolandığında ay ışığında görünen ruhları gördü gözlerim. Bunlar gececi değildi, bunlar silüetlerdi.

Gececiler bitmişti, artık silüetleri avlıyorlardı.

Onları hissedebiliyor ve görebiliyordum, bir anda toz oluyorlardı ay ışığının altında.

Yarım saat geçti geçmedi, hava tamamen kararmıştı. Etraf sessizleşmiş ve gök yüzü artık siyaha dönük mavide takılı kalmıştı. İçimde bir şeyler alevlenmeye başladı.

Geliyordu, hissedebiliyordum.

Sertçe yutkunarak perdeyi daha sıkı tutup dışarı bakmaya devam ettim. Görmeyi bekliyordum, önce gözlerim görür sanıyordum onu ama öyle olmamıştı.

Önce kulaklarım işitmişti eve basan adım seslerini. İki adım sesi vardı, Semum ve onun.

Kapı aralık olduğu için dudaklarımı ısırarak perdeyi daha sıkı tuttum. Geliyordu ve hesap soracağım için öfkemi taze tutmam gerekliydi ama içimden başka bir duygu bağırıyordu içeride.

Hasret.

Kapı birinci kez tıklandığında gözlerimi yumdum.

Aklımda bir ses yankılanmıştı sanki daha önce duyduğum cümlelermiş gibi tanıdık gelen.

'Hasret dedikleri şeyi hissetmek için ne kadar zaman geçmeli? Saatler... Günler... Aylar ... yıllar?'

Boynumu yana yatırıp kaşlarımı çattıktan sonra kuruyan dudaklarımı yaladım. Kapı üçüncü kez çalmıştı bu kez.

'Ya dakikalar bunların hepsine tekabül ediyorsa?'

Aklımda canlanan o ses geçmiştendi. Elim boynuma giderken başıma giren ağrıya küfrettim. Kapı beşinci kez çaldı.

Plak 66. Kez çalarken kapı bir kez daha tıklandı. Tam altıncı kez.

66. kez şarkı, 6. Kez kapı çaldı ve aralık kapının açılırken çıkardığı cızırtılı ses odayı doldurdu. Ardından da sesi.

''Saniyelerin ve dakikaların bu kadar uzun ve değerli olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim.''

Derince içine çektiği nefesi odaya bırakırken ben hala pencerenin önünde dikiliyordum. Pencereden onu görebildiğim kadarıyla izliyor sesimi çıkarmıyordum.

Mum ışığından ötürü yansıyordu pencereye yüzü. Üstü kanlıydı ve yüzünde kan izleri vardı çene hizasında da öyle. Ellerinde de kurumuş kanlar vardı, gömleğiyle kolunun düğmeleri açıktı. Gergince nefes alıp veriyor göğsü aldığı nefesle inip kalkıyordu.

''Geldim...'' diye mırıldandı sanki görmemişim gibi.

''Geldin.'' Sessizliğimi bozarak ona döndüğümde ''Sana her zaman geleceğimi söylemiştim.'' Dedi.

Dudaklarını ısırıyordu sanki bu cümleyi eksik söylemiş gibi.

''Başka neler söyledin bana? Hatırlamıyorum çünkü anılarımı benden alıp gittiğin için. Hem de izin bile almadan.''

Kaşlarım çatık, kollarım birbirine bağlı sert bir ifadeyle bakıyordum soru sorarken.

O da bana doğru bir adım daha atmıştı ama gözleri üzerimde birçok kez tur atıyor sürekli yutkunuyordu.

''Bana sarılır mısın? Çok yoruldum.'' Bir anda söylediği bu cümleyle afallayarak ona bakarken sıkı sıkıya bağladığım kollarımı gevşettiğimi bile çok sonradan fark etmiştim.

Gözleri resmen kıpkırmızı olmuştu ve yüzü solgundu. Kollarını açar gibi olduğunda üstüne baktı. Sonra bir kez daha yutkunarak indirdi kollarını.

''Ama üstüm başım kan.'' Dedi burukça gülümseyerek. ''Elimde birçok ruha ceza vermiş şeytanın elleri. Sarılmazsın belki de.''

Bu cümle bir an boğazımı düğümledi, neden diye sormak istedim ama sormama gerek kalmadan o beni o kadar iyi tanıdığını belli etmişti ki kafasını geriye yaslayıp yutkunmuştu bir kez daha, âdem elması oynamış dikkatimi çekmişti bu sırada ve dudaklarından beni tanıyan o cümle döküldü.

''Köprü sarılır ama Efnan sarılmaz böyle bir vücuda, tutmaz bu elleri. Değil mi?''

Tutar mıydı? Efnan da bilmiyordu ki tutar mıydı?

Ben de onun gibi sertçe yutkunduğumda bir adım geri çekilmiştim. Bu hareketimle gülümsemişti yüzünü yere eğerken.

''Neden köprü sarılırdı ama Efnan sarılmazdı?''

''Çünkü aşk insanı değiştirir.''

''Ben değiştim mi?'' diye sorduğumda benim de ellerim onunki gibi yana düşmüştü. Nefes alışverişim sıklaşmıştı. Kafasını aşağı yukarı salladı. ''İkimizde değiştik.''

İkimizde değiştik.

''Ne kadar seversem seveyim benden izinsiz anılarımı alamazdın, beni bu boşluğa itemezdin. Ben buraya merakımdan gelmiştim en başında da ve sen bildiğim her şeyi sildin. Benim merakım boşluklardan ötürüydü ve sen beni boşluğa bıraktın.'' İşaret parmağımı ona doğrulttuğumda kafasını kaldırmıştı artık.

Kafasını bir kez daha aşağı yukarı salladığında bana doğru bir adım daha geldi.

''Evet. Hem de ayrılmayacağımızı söylemiştim kaç kere ama kader sözlerimi çiğnetti.''

''Yeter kader de kader kader de kader!'' diye bağırdığımda bir adım daha atmıştı bana.

Sonra idrak ettim söylediklerini ve kaşlarım daha çok çatıldı idrak ettiklerimle. ''Yani bana yalan söyledin, gerçi bir şeytandan doğruyu söylemesini beklemek aptallık olurdu zaten.''

Dudaklarında bir tebessümle beni izlemesi sinirlerimi çok daha yükseltirken gözlerimi onunkilere çevirdim öfkeyle. Benim aksime daha yumuşaktı ve eğer kızardığını görmesem dolduğunu düşünürdüm. Yorgunluktan bazen kapanıyordu göz kapakları ama geri toparlıyordu hemen. Bakışlarını üzerimden asla ayırmıyordu.

Ve plak hala çalıyordu.

Aramızda bir karış mesafe vardı, perde yandığından ötürü sola doğru eğriydi. Grim'in bardağı hala kenarda duruyordu, yediğim yemeğin poşeti de öyle. Sertçe yutkunarak ona baktığımda bana nasıl bu kadar tanıdık geldiğini düşündüm.

''Henüz anılarım gelmediği halde bile nasıl bu kadar tanıdık gelebiliyorsun ki bana?'' kendi kendime mırıldanarak yüzümü yere eğdiğimde öfkeme hâkim olmaya çalışıyordum. Çünkü tam karşıma geçtiğinde fark edemediğim o öfkem öyle bir ortaya çıkmıştı ki, bu kadar öfkemin abartı olduğunu bile düşünüyordum ama değildi.

Bana doğru bir adım daha attığında geri adım atmak istedim ama atmadım, arkam örümcek ağlarıyla sarılı bir duvardı ve saçıma ağlar yapışsın istemiyordum.

Şimdi ayakkabılarımızın ucu birbirine değiyordu ve üstündeki kanın kokusu burnuma doluyordu ama ona rağmen onu bastırabilecek kadar güzel olan kokusu da burnumdaydı.

Bir anda içimdeki kötü hisler yavaş yavaş silinmeye başladı. Boşluklar dolmaya, kalbimin ağrısı dinmeye başladı.

Ve bunlar sadece bana attığı bir adımda olmuştu.

''Ben Korel... İnsan bedeninde bir Ressamım ama gerçekte boynuzları alevlerle sarılı, ruhu karanlık olan bir şeytanım. Köprüye âşık olarak tarihte bir ilki başarmış şeytanım.'' Elini saçlarımın arasında hissettiğimde kafamı hafifçe çevirdim.

Rahatsız olmuş gibi değil de hazırlıksız yakalanmış gibi daha çok.

''Sen Efnan... İnsan bedeninde bir öğretmen ama gerçekte yer yüzü ve yer altı arasında bir köprüsün. Şeytanın köprüsüsün. Tarihte birden de fazla ilki başarmış bir köprü hem de.'' Dudaklarından nefeslenircesine bir gülüş çıktı. Gözleri hala yorgunca her zerremde geziniyordu. Sanki söylediğine kendi bile inanamıyor gibi görünüyordu, ya da yaptığım şeyler hatırlamadığım halde birçok şeyin ilki olduğundan hoşuna gitmişti.

Yutkunduktan sonra oynayan âdem elması kanlı olsa da ilgimi çekti yine.

''Çığlık atabilen, cenneti aşkı için bırakıp koşarak cehenneme gelen bir köprüsün.'' Bir eli saçlarımdan boynuma geçtiğinde baş parmağı yanağımı tuttu. Eli boynumdaydı ve parmak uçları enseme uzanıyordu. Elleri çok sıcaktı ve tenimi yakıyordu. Yine de sesimi çıkarmadan o harelere bakmaya devam ettim.

''Ayrılmayacağız derken doğruyu söyledim. Ben hiç ayrılmadım senden, her daim etrafındaydım. Sadece sen bilmiyordun o kadar.'' Sona doğru sesi kısılıyordu. Bir eli belimi sardığında bir kez daha ''Sarılabilir miyim?'' diye sordu güçsüzce.

Ama cevabını beklemeden beni kendine çekmişti bile. ''Siktir et, sormadım say.'' Boynu yüzüme denk geldiğinde kokusu ve kan kokusu birbirine karışık geldi burnuma. Ellerim hava da kalmıştı, saçları nemliydi.

Bedeni yine de ona rağmen sıcacıktı ve dokunduğu her yer bedenimdeki ateşi yükseltiyordu. Yani her yerimi.

İçine derin bir nefes çektiğinde siyah kanlı gömleğindeki o koyu renk benim üzerime geçmişti ve o bunu önemsemeden belim de ki ellerini oldukça sıkı tutuyordu. Önce sormuş sonra sorusundan vazgeçerek cevabı kendi almıştı.

Ben ise attığı bir adımla onu tanımadığım halde öfkemi silmişken şimdi sarılmasıyla onu tanır gibi hissetmiştim derinlerimde.

Hayır Efnan! İndirme gardını, öfkeli olmalısın. Öfkeli olmalısın!

Aptal, öfkeli bir insan ellerini kızgın olduğu adamın boynuna dolar mı?

Doluyormuş.

''Gün Perşembe olmadan geldim, bu cümleyi hatırlıyor musun?'' diye mırıldandığında gözlerim duvarda asılı olduğunu yeni fark ettiğim ve çalışmasına karşın oldukça şaşırdığım saate kaydı. Gece yarısına geliyordu ve zamanın nasıl bu kadar hızlı geçtiğini hiç fark etmemiştim.

Beklemek oldukça uzun gelmişti çünkü bana.

''Ne özelliği var bugünün?'' diye mırıldandım doladığım kollarımı çözerken ama o hala ellerini üzerimden çekmemişti ve sıcaklığımı her saniye yükseltiyordu. Saçlarım kandan mı terden mi bilinmez çoktan yanaklarına bulaşmıştı ve kokusu üzerime sinmişti, kan kokusuyla beraber.

''Sen hangi gün doğdun, biliyor musun Efnan?'' diye mırıldandı uykulu gibi.

''Perşembe...'' kafasını aşağı yukarı salladı. Ardından yüzünü gömdüğü yerden hafifçe kaldırdı. Pencereden bedeninin arkasını çok daha net görebiliyordum.

O koca adam bana sarılmak için devrilmişti.

''Ben yer yüzüne... perşembe günü geldim. Sen perşembe günü geldin ve cehenneme indiğin günde çıktığın gün de perşembeydi.''

''Bunlar ne anlama geliyor? Neden hepsi Perşembe?'' biraz daha kendimi geri çektiğimde o da anlamış gibi doğruldu, boyu şimdi çok daha uzundu ve gözleri çok daha açık görünüyordu. Sanki bir sarılmak ona ihtiyacı olan her şeyi vermişti sadece saniyeler içinde.

''Kader... ilk sen doğduğunda değişmişti... Ondan sonra her Perşembe kader değişti, ben yer yüzüne geldiğimde sen cehenneme indiğinde ve ben peşinden geldiğimde...'' derin bir nefes alarak gözlerini üzerimde gezdirdi.

Kan olmuş üstümde.

''Şimdi geldin. Her şeyi anlatmaya, neden şimdi geldin bundan önce değil de? Ya da hatırlatacaksan neden unutturdun?''

''Çünkü böyle olması gerekiyordu, her şeyi hatırlamak mı istiyorsun?'' kafamı aşağı yukarı salladığımda yüzünü yüzüme eğmişti.

''Unuttururken bunu yapamamıştım, çünkü sana son öpücüğü bile vermeyi çok görmüşlerdi bana...'' Fısıltısı yüzüme çarparken yutkundum.

''ama artık istediğim gibi hatırlatmak için yeterince vaktim var, tüm vaktim senin...'' Eli tekrar belime sarıldığı gibi tenim tenine çekildiğinde dudaklarım bir anda yanmaya başladı.

Beni öpüyordu ve dudaklarından geçen o sıcaklığın farkında bile olmamalıydı çünkü beni cayır cayır yakıyordu ama buna rağmen bir mırıltı bile çıkarmıyordum.

Neden çıkarmıyordum? Neden yanmama rağmen alışkın gibi tepkisiz kalıyordum?

Gözlerim karanlığa çekildiğinde ilk cevabını aldığım soru bu oldu. Önce gördüm nasıl tanıştığımızı asansörde ve unuttuğum o sesler konuşmalar tekrar etti zihnimde. Sonra resimlerin yandığını gördüm, arkadaşımın öldüğünü ve Şeytanın gerçek ruhunu gördüm. Kaçmıştım, sonra bulmuştu beni ve kapımı kırmıştı. Her şey hızla dudaklarından zihnime akmaya başladığında bu sarsıntıya dayanamadım, ellerimi göğsüne koydum, beni pencereye yaslamıştı ve iki eli sımsıkı belimi kavramıştı.

Ve görüntüler devam etti, cehenneme inip çıktığım andan bu ana kadar hepsi bir bir döküldü zihnime. Sanki bir kilit vurmuşlardı ve şimdi şeytan o kilide kendi anahtarını sokmuş ve kapıyı ardına kadar aralamıştı. Birbirimize dokunduğumuz her an, birbirimize karıştığımız her an gözümün önündeydi artık.

İçimdeki eksik her parça, saniye saniye doldu. Bedenim sanki beyaz bir elbiseyle sarılıydı ve anılar her yüklendiğinde o elbise siyaha dönüyordu. Aşağıdan yukarı sarıyordu beni, aynı rüyamda gördüğüm gibi.

Sonunda köprüden düştüğümüz o rüyadaki gibi.

En sonunda dudaklarını benimkinden ayırdığında ikimizin de nefesi yüksek bir sesle odayı doldurmuştu, gözlerimi açmamıştım hemen ama neredeyse ciğerimin iflas noktasına geldiğini hissetmiştim.

''Hala bir yabancı mıyım senin için? Hala Efnan mı karşımdaki?''

Gözlerimi yavaş yavaş araladığımda mavi hareleriyle kesişti hemen. Hala nefes almaya çalışıyordum, bir eli belimden yanağıma çıkmıştı bile ve hala sıcaklığı dudaklarımdaydı dudaklarının. Bedenimden ter damlacıkları süzülüyordu, alnımdan ve boynumdan süzülenleri hissedebiliyordum.

Yutkundum, fazla sıcaktı. Gözlerimden de en az tenim kadar sıcak yaşlar dökülmeye başladığında eli göz yaşıma çıktı ve 'cıs' diye bir sesle buhar oldu.

''Ne kadar sık ağlamaya başladın sen yine.''

Beni azarladığında dudaklarımda belli belirsiz gülümseme olmuştu, yüzüm elini koyduğu boynuma doğru eğilmişti biraz aynı kedi gibi.

İlk zamanları düşündüm, ne kadar ağlıyordum gerçekten de. Eva için, dedem için, içimdeki o düğüm hissi için...

Ve daha fazlası göz yaşları olup dökülüyordu, yine de göz yaşı bedenimden çıkıp yok olurken o düşünceler zihnimden yok olmuyordu.

''Şimdi sana en merak ettiğin sorunun cevabını vereceğim, neymiş bu kader diyorsun ya hep... Gel bak neymiş bizim değişip duran bu kaderimiz.'' Eli ensemi daha sert kavrayarak beni bir kez daha dudaklarına çektiğinde gözlerim onunla aynı hızda kapanmıştı, zihnim açıktı ve onun göstereceklerini bekliyordu.

Dudaklarındaki o sıcaklık çığlık attıracak kadar fazla benimkiyle buluştuğunda yüzümü ekşiterek kendimi tuttum. Bakışları yumuşak baksa da elleri ve dudakları hiç öyle değildi. Geçen zamanın acısını çıkarırcasına davranıyordu, sanki suçlu benmişim gibi.

Gözlerim karanlığa alıştıktan bir saniye sonra belirtiler yine karanlığın ortasında yavaşça görünmeye başladığında bedenimdeki her şeyi bir kenara attım ve ilk kaderimizi izledim.

İlk değişen kader benim doğmamla başlamıştı, Şeytan ve Avcı yer altında birbirine bakmıştı. Görevinin bittiklerini düşünüyorlardı ama görevleri aslında yeni başlıyordu. Avcı buna kendi içinde isyan ediyordu, şeytan ise sadece sabırla bekliyordu. Sonra ise ikisinden ilk avcı yer yüzüne inmişti, şeytan ise annesinin ona 'dikkatli ol' uyarısını dinlemiş ondan sonra yer yüzüne çıkmıştı. İlk avcı gitmesine rağmen şeytan ondan önce dünyaya gelip gezinmişti ruh olarak. Önce kasabanın karanlık yerlerindeydi. Sonra avcı bir bedene girdiğinde o da bir bedene yerleşmişti.

İlk kader benim doğup onların tekrar yer yüzüne gelmesiyle değişmişti. Hemen ardından bu görüntü karanlığa döndü ve yenisi açıldı karanlık zihnime.

Ben vardım, karşımda da Sencer. İlgimi çektiği ve beni tersleyerek sinirlendirdiği andı. Ama Korel'i görmüştüm ardından ve o zaman Sencer'e olan duygularım saniyesinde körelmişti. Asıl kader de Korel'i sadece görmüştüm ve Sencer'e yakındım. Sencer'in dokunuşları vardı ve elimden tutarak Korel'in karşısında dikiliyordu. Yanındaydım ve Korel'e tiksintiyle bakıyordum. Ardından gökten bir ışık süzülmüştü yere, o ışık tam bizim olduğumuz yerdeydi ve parlak ruhumuzu daha da aydınlatıyordu. Biz göğe yükselirken şeytan yerde bir başına kendi gibi karanlık gök yüzünün altında kalmıştı.

O görüntü de yok olurken içim sızladı. İkinci kader benim Sencer'i değil Korel'i seçmemle değişmişti.

Ve bir sonraki değişen kaderimiz geldi gözümün önüne.

Korel ve Semum yer altındaydı, kapının hemen önündelerdi ve ben de yanlarındaydım ama onları duymuyor kimseyi görmüyor gibiydim. Cehennemin etkisinden yeni çıkmıştım. Semum üstündeki pelerinle siyahlar içindeydi yine, elinde mızrağı vardı ve kapının hemen solunda dikiliyor karşısındaki şeytanın ruhuna bakıyordu. Benim ise dikkat kesilebildiğim tek yer alevlerle sarılı boynuzlarıydı.

'Bu kapı bir sonraki emre kadar kapalı kalacak Malik.' Diyordu başka bir dille. Nasıl olduğunu bilmesem de anlıyordum söylediğini. Malik sadece bir kez kafasını eğmişti ardından bizimle beraber dışarı çıktı ve mızrak yere sertçe vurdu. Kapılar kapandı, ateşler önce yerden yanmaya başladı ve yerden yükselerek kapıyı birleştirdi.

Kapı kapanırken dışarı kaçmaya çalışan bir ruh ise arada kalmış küle dönmüştü, külleri kapının öteki tarafına düşmüştü belki de, tek duyduğum şey çığlığıydı.

Sonra kapının kapanmamış halini gördüm, biz yer yüzündeydik. Ben sürekli iki büklüm olmak zorunda kalıyordum çünkü çok fazla silüet geçiyordu ve en sonunda acıyla yere kapaklanmıştım.

Gerisi yoktu, acı çekecektim ve Korel bunu engellemişti o yüzden yine kaderimiz değişmişti. Çünkü eğer acı içinde kıvranıyor olsaydım sonunda Korel eninde sonunda beni iyileştirmek için gitmek zorunda kalacaktı ve her şey bizim için tek çıkış yolu olan kaderin yolunda ilerlemeye devam edecekti ama o çektiğim acı ve yalnızlığı ben yaşayacaktım. Korel ise buna izin vermemişti, o yüzden kader burada değişmişti.

Ardından son kez değişen kader geldi gözlerimin önüne.

Ben yerde yatıyordum, yıldırımların yere düştüğü ve yağmurun etrafı sele çevirmek üzere olduğu gecenin bir saatinde bir farın vurduğu aydınlıkta sokakta yatıyordum. Baş ucumda Grim diz çökmüştü ve bağırıyordu. Ben ise gök yüzüne bakıyordum öylece, ardından bedenimden ruhum süzülmüştü gök yüzüne ve hava da bir anda etrafım sarılmıştı karanlıkla. Başka bir ruh sarmalamıştı beni ve izin vermemişti gitmeme. Beni indirmişti yer yüzüne tekrar ve bedenime girmişti ruhum ve kader eğer ruhum süzülseydi o zaman hepimiz cehennemi boylayacaktık.

Çünkü şeytan benim için görevini aksatmıştı, Grim ve Suzan bize yardım etmek için yer yüzüne inmiş yanımızda savaşmıştı, halbuki beni öldürmeleri lazımdı çünkü bunu Grim daha önce denemişti. Suzan ise bu işi abisine bırakacak arka planda kalmıştı ama onlar yeni kaderde yanımızdaydı. Ben ise... Şeytana âşık olarak içlerindeki en büyük günahkâr olmuştum.

Ve asıl işin kötüsü sadece cehenneme gitmemizden ziyade, ben yer altına insem de şeytan işini bitirmeden yer altına inemeyecekti ve biz yine ayrı kalacaktık. En sonunda ise buluştuğumuz yer cehennem olacaktı, hem de cehennemin dibi olacaktı.

Korel'in beni kurtarması onların her şeyi düzeltmesi için tanınmış ikinci bir şanstı çünkü iblisleri temizlediklerinde her şey son bulacak günahları af olacaktı. Onlar üstlendikleri görevleri iblis kalmadığında tamamlamış olacaktı, hem de hepsi.

Çünkü beni öldürme emrinin verilmesine sebep olan şey, iblislerin yer yüzünde dolaşıp bedenlere girmesi ve düzeni bozmasıydı. Şimdi ise hepsi avlandığına göre onlar da günahlarından arınmıştı.

Şimdi beni korkutan tek şey, son silüette öldüğünde Korel'in sonsuza dek gitmesi gerektiği gerçeğiydi. Dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında gözlerimden ne ara bu kadar yaşlar aktığını anlamamıştım bile.

''Eğer sana her şeyi unutturmasaydım kendime dair, sana bir seçenek sunulacaktı. Ben cehenneme gidecektim ve sana ya yanıma gelmen ya da son kez kendini affettirmen için Sencer'le olman için bir seçenek sunulacaktı. Sen de benim yanıma gelmeyi seçmiştin...''

Onun da gözünden bir yaş aktığında kaşlarım çatıldı, bana neden göstermemişti?

''Göremezsin, bunu göremezsin Efnan. Bu olmaz.''

''Unuttuğumda böyle bir teklif gelmedi ama bana.'' Dediğimde gülümsedi, kanlı eli önce benim ardından kendi göz yaşlarını silmişti.

''Çünkü yan yana değildik, sen beni hatırlamıyordun. Bu işimi aksattığım için olan bir kaderdi ama ben sana her şeyi unutturarak işime döndüğümde buna gerek kalmadı.''

''Bana unutturmadan da işini yapabilirdin''

''Eğer unutmasaydın, beni aramaya çıkacaktın Efnan. Çünkü beni yaraladılar, senden uzaktayken yaraladılar ve sen beni unutmasaydın tüm gece beni bulmak için gelecektin, bana açılan her yarayı hissedecektin. Daha önce nasıl sardılarsa etrafını öyle saracaklardı. Sen geldiğin için zayıf düşecektim, onlar da birleşip öldüreceklerdi beni. Sen de savunmasız kalacaktın çünkü kimse yetişemeyecekti sana, sonunda ise hepimiz cehennemi boylayacaktık.''

''Öyleyse neden unutunca hissetmedim-''

''Çünkü sana bunu taktım.'' Elini boynuma uzattığında boynumda takılı kolyeye baktım, o an her şey çözüldü kafamda.

Korel'den önce kolyem her daim takılıydı bu yüzden o gittiğinde bunu fark etmemiştim bile ama şimdi fark ediyordum ki Korel gittikten sonra benim köprü yanımı baskılamıştı.

''Bu tamamen düzgün çalışmıyordu, o yüzden anımsadın bir şeyleri ama neyse ki çektiğim acıyı hissetmedin. Şükür ki hissetmedin hiçbirini, o kadar çok korku içinde geldim ki seni uzaktan izlemeye... ''

Eli tekrar enseme uzanıp beni çenesinin altına çektiğinde anladım bir şeyleri, benim kaderi bilmem ya da sözlerinden tahminler çıkarmam yaptığım hareketleri değiştirecekti. Değişen her kararım da bizim son kalan ihtimalimizi etkiliyordu.

Bu en doğru karardı ama yine de bana başından anlatıp unutturmak yerine veda bile etmeden terk etmişti. Öfkeyle onu göğsünden ittirdiğimde şaşkınca geriye savruldu.

''Yine de beni boşluğa ittin, açıklama bile yapmadın!'' diye yükselttim sesimi. Elleri boynuna ve çenesine uzandığında dudaklarını yalamış ardından da ısırmıştı.

''Bak biliyorum haklıs-''

''Haklı mı? Haklı mıyım? Ya zaten unutmuşum neden bana açıklamıyorsun!''

''Ya zaten unutacaktın açıklasam ne olacaktı?'' o da refleksle benim gibi sesini yükselttiğini fark ettiğinde boğazını temizleyerek kendine hâkim oldu ama bu hareketinin beni daha da çok kızdırdığının farkına hala varmamıştı.

''Açıklasan şu an sana kızgın olmayacaktım aptal! Bir de haklı gibi bağırıyorsun!'' sinirle havaya kaldırdığım elimi yumruk yaparak sakinleşmek için odadan çıktığımda kapıyı ne kadar sert açtığımı karşı odada sıçrayarak bana bakan Grim'i görünce anlamıştım.

Umursamadan onun odasına girdiğimde ardımdan gelen adım seslerini duymamayı diledim, nasıl bana bir açıklama bile yapmazdı?
Nasıl beni düşman dediğim adamın ellerine bırakırdı?

Nasıl bizi baş başa bırakırdı!

Hadi ben tamamen hatırlamıyordum da tepki gösteremiyordum, o nasıl sanki normalmiş gibi hala yanımızda tutardı onu?

''Efnan bak bir din-''

''Konuşmak istemiyorum Korel!'' Kapıyı suratına örteceğim sırada kapının arasına ayağını koyduğunda ayağımı ayağına vurarak kapıyı kapattım ama anında geri açmış kapıyı geriye doğru savurmuştu.

Doğal olarak beni de!

''Bak şu kapı ardına kaçma işini hiç sevmiyorum hep gecenin bir saati kaçıyorsun arkasına kırdırıyorsun bana kapıları!''

''Ha özür dilerim sevmediğin şeyleri yaptığım için ama pardon! Senin de benim sevmediğim şeyleri yaptığını unutmuşum neden özür diliyorsam!''

Ellerimi belime koyarak ona kocasına hesap soran evli kadınlar gibi baktığımda elini alnına götürüp ovuşturdu. Karşılıklı oturan Grim ve Semum, ki Semum'un da bu odada olduğunu yeni fark ediyordum, öylece bize bakıyorlardı.

''Bak güzelim özür dilerim tamam mı ama vakit yoktu!''

''Hani vakit benden ibaretti, yalancı!'' gözlerimi kısarak ona baktığımda kafasını arkasına eğip gülmeye başladı.

''Kaç gecedir iblis avlıyorum, bu kadar zorlanmadım.''

''Ha öyle mi?'' öfkeden gözüm dönmüş etrafa bakarken kenarda gördüğüm bibloyu alıp öfkeyle ona fırlattım.

Son anda kafasını eğerek bana şaşkın şaşkın baktığında yüzümü eğip ''Git iblis avlamaya devam et istersen!'' diye bağırdım.

''Gelmiş zahmet etmişsin.'' Bu kez de solumda bulduğum peçeteliği atmıştım.

Benden kaçarken Grim'e doğru gittiğinde Grim onu yanından gitmesi için ittiriyordu ama ben o kadar öfkelenmiştim ki elime gelen her şeyi hala fırlatmaya çalışıyor bir yandan da ona bağırmaya devam ediyordum.

''Bir de bağırarak konuşuyorsun benimle haklı gibi!'' Fırlattığım yanmayan bir mum Grim'in kafasına geldiğinde bir an duraksadım.

''Ben biliyordum ona olan acını benden çıkartacağını, ne geliyorsun yanıma sen de!'' Korel'i en sonunda Semum'a doğru ittirdiğinde Semum çoktan kaçmış kapıya doğru ilerlemişti.

Korel ise ortada kalmış bana bakıyor bir yandan da dudağının içini ısırıyordu.

''Bak kızmakta haklısın ama beni de anla hiç empati yapmıyorsun.''

''Sen yaptın mı?''

''Yapmadım.'' Aniden dudaklarından çıkan cümleyle dudaklarımı ısırdım, sakinleşmem gerekiyordu ama ben nedense sakinleşmek yerine çok daha öfkeleniyordum.

''Yani yapacak zaman-''

Neden bu kadar öfkelendiğimi bilmiyordum ama öfkeleniyordum ve bu öfke o karşımda dikildikçe daha da artıyordu. Ben Korel'e fırlatmak için elime kenarda örümcek ağıyla sarılmış vazoyu aldığımda sesi kesildi ve o an içeride birinin düşüncesi yankılandı, sadece içimizde duyduğumuz bir düşünce.

'Çünkü özledin, öfken bu yüzden.'

Korel ile aynanda kapıda dikilen Semum'a döndüğümüzde Grim de Semum'a dönmüştü.

O da duyabiliyor muydu? Sanmıyordum ve söylediği de düşüncemi haklı çıkarmıştı, içimizden geçenleri duyamıyordu. Çünkü bize bağlı değildi.

''Ne dedin bilmiyorum ama keşke dilin kopsaydı da demeseydin.''

''HAYIR ÖZLEMEDİM! BENİ BIRAKIP GİDEN, BÜTÜN YAŞADIKLARIMIZI DUYGULARIMIZI UNUTTURUP HİÇ BİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ GERİ GELEN BİR ADAMI NE DİYE ÖZLEYECEĞİM AÇIKLAMA BİLE YAPMADI HEM DE, İNSAN VEDA EDER GİDERKEN SEMUM KAÇMA GEL BURAYA!''

Elimdeki vazoyu kapıya fırlattığımda Semum son anda kafasına gelmeden kaçmıştı. Grim Oturduğu yere sinmişti Korel ise derin bir nefes alıp boynunu kütletmiş ardından bana doğru adımlar atmaya başlamıştı.

''Ne...ne geliyorsun?''

Hızlı adımlarla bir anda dibimde biterek beni kucakladığında bana dönmüş yine derin bir nefes alarak bu nefesi yüzüme çarpmıştı, kirpiklerim yüzüme çarpan sert nefesle birkaç kere kırpıştı.

''ben senin sinirini alacağım şimdi.''

''Korel, çek ellerini üstümden. Şimdi mi geldi aklına böyle davranmak, öyle birkaç bağırış dinleyip üstünü kapatamazsın gittiğin günlerin.''

Kaşları hayretle havalandığında yanan tek bir mum ışığının gölgesi vurmuştu yüzüne, hala çenesinde ve boynunda kan izleri vardı ve kurumuş şekilde ürkütücü görünüyordu. Yine de boynuna sarılmamı ya da kokusunu içime çekmemi engellememişti bu çünkü odada sarılmıştım ona.

''birkaç bağırış mı? Evi yıktın evi, kapıyı kırdırdın bana neredeyse.'' Koridora çıktığımızda duvara yaslanan Semum görüş açımıza girmiş gözlerini doğrudan bize çevirmişti. ''Kafamda kırmaya kalktığın vazoyu da unutmayalım.''

''Kırılmadığına dua et.'' Diye tısladığımda ellerini suçsuzca kaldırmış yaslandığı yerden doğrulmuştu. Tekrar Grim'in odasına ilerlerken alttan çıkmış kapıya ardından Korel'in omuzunun üzerinden ona bakan bana döndü bakışları.

''Sadece özlemek için de fazla sanki bu öfke... özel dönemin de falan olabilirsin belki.''

''SEMUM!''

''TAMAM! BİR ŞEY DEMEDİM!'' kapıyı suratıma kapattığında kırık olduğunu unutmuş gibi açılmak üzere olduğunu fark edip ikinci kez kapattı.

Tabi yine alt kısmı hava da duruyordu ama en azından görüş açımdan çıkmıştı.

''Ben alacağım öfkeni şimdi merak etme.''

Gözlerimi kapanan kapıdan hemen sağımda duran Korel'in yüzüne çevirdiğimde ''emin misin?'' diye sordum.

Gülüşünün yanında dişlerinin arasına kaçmıştı dudakları. ''Seni hiç bu kadar öfkeli görmemiştim.''

''Çünkü beni hiç bu kadar kızdırmadın.''

''Ben değil ama Sencer kızdırmıştı, yakmıştın onu... Buna rağmen bu kadar yükselmemiştin. Yanıma geldiğinde sakinleşmiştin.'' Kaşları belli belirsiz çatılırken yatağın önüne gelmiştik.

''Dengemi bozduğundandır.'' Beni yatağa bırakırken ne zaman söndüğünü görmediğim mumlara yöneldi ve elleriyle yaktı tek tek. Plak susmuştu, sanırım artık gerçekten bozulmuştu.

Etraf karanlıktı ve perdeler çok az aralıktı, sadece yırtık kısımdan içeri düzgün ışık süzüyordu.

''beni özledin mi?''

''Hatırlamadığın birini özleyemezsin.''

''Yalancı.'' Yataktan ayaklarımı sarkıtıp ellerimi arkama yasladığımda arkası dönük bedenini inceliyordum.

''Üstün hep kan...'' diye mırıldandım mumun aydınlattığı kısımdan siyahı gömleğini nemli görünce.

Vücudunu bana döndüğünde önünün de öyle olduğunu fark etmiştim. Bana doğru gelip önümde eğilerek oturduğunda gülümsüyordu. ''Sen seversin... '' elleri ellerimi bulduğunda ellerimle arkama doğru yaslandığım için doğrulmak zorunda kalmıştım çünkü boynuna çekmişti ellerimi. ''bana dokunmayı...''

Ardından ellerimi bıraktığında gömleğinin yakasına düştü bir anda boşlukta. ''Öfkeni biraz kenara bırakıp...'' diye mırıldandığında nefesimi tuttum, neden tuttuğumu bile bilmiyorken hem de.

''Yine ister misin? Dokunmayı...''

 

Loading...
0%