@byzloey
|
Beğeni atmayı ve yorum yapmayı unutmayın, hepsini okuyorum. ^^ Instagram : Byzloey 37. Bölüm | Payidar Sorrow | shah Sevgi hangi dille ifade edilirdi, nasıl bilirdik ki sevginin dilini biz? Bence bilmezdik öğrenirdik sadece. Çünkü birçok şeyi sevgi zannederdik gerçek sevgiyi bulana kadar. Bazen cinselliği sevgi sanardık bazen güzel sözleri bazen ise çiçekle kapımıza gelinmesini. Belki birilerinin gerçek sevgisi buydu bilemiyordum ama benim değildi, benim gerçek sevdim ne aşırıya kaçan ne de az kalan dokunuşlardı. Omuzuna, boynuna, yüzüne... Sıcak soğuk oynadığımız zamanki gibi onun sevdiği her yere ve damarlarına... Seviyordum çünkü parmak uçlarım her dokunuşumda baştan tanıyordu onu, yanıyordu evet ama yaksındı. İsterse parmak izimi silsin yine de umurumda olmaz. Çünkü o kadar seviyorum onu. Benliğimi değiştirecek kadar. O da seviyor o kadar beni, hissediyorum onun da benliğinin beni severken değiştiğini ama onun da zerre umurunda değil. Çünkü hala önümde duruyor eğilerek oturmuş ellerim boynunda bana bakıyor yutkunarak. Benden bekliyor bir şeyleri, istiyor ona dokunmamı çünkü biliyordu parmaklarım tenine değerse ona dokunmak uğruna yanacağım ama yanmak istemiyorum artık çünkü yeterince yandım onun yokluğunda. Elimin biri onun omuzundan boynuma gitti, kolyeyi söküp yatağın ucuna bıraktım. Gözleri hareketlerimi takip ediyordu, öyle sık nefes alıyordu ki onu tanımasam astımı olan bir insan olduğunu düşünürdüm. Ama o sadece benim çektiğim nefesleri çekiyordu içine, şimdi de benim alamadığım o nefeste boğuluyordu yetmiyordu o nefes ona. Çünkü beni yokluğunda nefessiz bırakmıştı, çünkü çektiğim nefeste onun kokusu yoktu. Ve böyle hissetmeyi sonuna kadar hak etmişti, beni kendine göre bırakmasa da bana göre bırakmıştı ve bunun yüzünden bana kalırsa cayır cayır yanmalıydı. Yanmıştı, senin için... Yine yanmalıydı, yine cayır cayır yanmalıydı ama yanmasındı. Yeterince acı çekmiş daha fazla çekmesin. Derin bir nefes alarak ellerimi boynuna uzatacağım sırada gözümün iliştiği kanlı gömlekle hava da kaldı. ''Bu kan... senin mi?'' ''Kimin olsa daha mutlu olurdun?'' Dudaklarım kıvrıldı ne kadar içimde endişe çanları çalsa da. Bu aralar kendimi gizlemeyi oldukça iyi başarıyordum. ''Seninse bile bununla öfkem dinmez.'' ''İyi ki benim değilmiş o zaman, benimkinden artık kan akmıyor.'' ''Çok mu yaktılar canını?'' ''Çok mu yaktım canını?'' Derin bir nefes alarak yüzümü çevirdiğimde eli çeneme uzandı ve tekrar yüzüne çevirdi. Dudaklarını ısırıyordu ve içindeki endişeyi hissedebiliyordum, alacağı cevaptan korkuyordu. ''Çok mu yalnız bıraktım seni.'' Eli kaşlarıma uzandı ve özenle düzeltti, yine de bununla yumuşatamayacaktı beni. Sözde alabileceğini söylüyordu öfkemi ama böyle alması pek de mümkün görünmüyordu. ''Soruma cevap vermedin.'' Diye mırıldandığımda elimden tutmuş tekrar boynuna yerleştirmişti, eh bana bıraksa geri koymayacağımı biliyor olmalıydı, bu kadarını da akıl edebilsindi zaten. ''Sen de vermedin.'' ''Hala haklı gibi üste çıkıyorsun.'' Dediğimde yüzünü buruşturarak dudaklarını ısırdı. Ben ne olduğunu anlayamamıştım ama o ''Efnan.'' Diye fısıldamıştı bile. ''ne?'' ''Yakıyorsun.'' ''Böyle gönlümü alamazsın Korel, iltifata kanacak hal mi bırak-'' Ben ne olduğunu ancak elimin altından gelen dumanı gördüğümde anlayabilmiş korkuyla elimi çekmiştim ama gömleğinin omuz kısmı yanmış eti de kararmıştı. Sertçe yutkunarak ona korkuyla baktığımda bir kez daha acıyla inledi. ''B...ben ben özür dilerim Korel.... Çok yandı mı canın.... Bilerek yap-'' ''Biliyorum.'' Gözlerini aralayarak bana baktığında derisi yavaşça yenilenmeye başladı. Duman sönmüş koku etrafa yayılmıştı ama hala kokusu bastırıyordu her şeyi. Allah aşkın bu adam hangi parfümü kullanıyordu? ''Gerçekten dengen bozulmuş sanırım...'' avucumu kaldırıp içine baktığımda kendi avucumun da yandığını gördüm ama garip olan bunu hissetmiyor oluşumdu. ''Bu nasıl oldu?'' diye sordum korkuyla. ''Bilmiyorum.'' Elimi alıp tekrar boynuna koyduğunda kaşlarımı bir kez daha çattım ona dönerken. Ben onu yakmıştım ve nedenini bilmediği halde hala boynuna mı dokunmamı istiyordu? Delirmiş olmalıydı. Belki de gerçekten ihtiyacı vardı. ''Üstündekini... çıkarmayacak mısın? Kanlı ve...yanık.'' ''Sen çıkarır mısın?'' gözleri parıltıyla benimkilere baktığında yutkundum. Hep bilerek yapıyordu böyle şeyleri, çünkü beni çok iyi tanıyordu ve bunu kullanmaktan asla çekinmiyordu. ''Korel-'' ''Tamam... ben çıkarırım.'' Elini düğmesine uzattığında yüzünü buruşturup inledi tekrar, yarasına bakıyordu bir yandan da. ''İyileşti Korel numara yapma.'' ''Ben dokunduğumda tenine geçen sıcaklık hemen geçiyor mu?'' Güzel soru, çünkü cevabı senin işine yarayacak. Çünkü geçmiyor. Dudaklarımı ısırarak gözlerimi kaçırdığımda kafasını 'bak.' Der gibi salladı ikinci düğmesini açarken, e sen şimdi ters psikoloji yapmıyorsun da ne yapıyorsun? ''Etim koktu etim.'' Diye söyleniyordu üçüncü düğmeye yeltenirken ama ben elimi uzatıp onun ellerini çektiğimde hevesle hemen çekmişti. Bakışlarım üzerinde kısık şekilde 'seni gidi seni.' Der gibi geziniyordu ama o kadar umurunda değildi ki muzip şekilde gülümseyerek yanımızdaki pencereye bakıyordu. ''Yaran çok mu derin? Nasıl iyileşmedi.'' Şimdi yatağın önünde ayaktaydık ve şimdi düğmeleri açmak daha kolaydı. Korkuyla son düğmeyi açıp gömleği çıkardığım da kasıklarına uzanan kesiği gördüm, mora dönmüştü ve açık yaraydı ama üstü kurumuş gibi sertti. Korkunç görünüyordu! Dehşetle ona baktığımda endişemi hissetmişçesine ellerini yanağıma koydu. ''Acımıyor, acısa hissedersin. Sadece bir kesik. İyileşecek.'' ''Ama kestiklerinde çok acıdı değil mi?'' diye fısıldadığımda elimi yaranın üstünde ürkekçe gezdirdim. ''Acıdı... biraz.'' Gülümseyerek derin bir nefes aldığında omuzları da kalkıp inmişti çektiği nefesle. ''Öpersen iyileşir belki? Bak uf oldu.'' ''Korel!'' ''Hiç empati yapmıyorsun.'' Kafasını sağa sola salladığını görünce kaşlarım hayretle kalktı yüzümle beraber. ''İstersen o konuya hiç girme.'' Gözleri etrafta dolandıktan sonra tekrar bana döndü ve kollarını açtı iki yana. ''Fırlatabileceğin bir şey yok?'' ''Abajur var.'' Yatağın öbür ucunda kablosu kopuk abajuru gösterdiğimde bana 'Yok artık' dercesine bakıyordu, ben ise ona tek kaşımı kaldırıp 'sıkıysa gir o konuya.' Der gibi bakıyordum. ''Sen beni geçtin gerçekten, Semum'un bu ileri görüşlülüğü batırdı beni.'' Bir anda dudağımdan bir gülüş kaçtığında gözleri bir kez daha parladı, hem de uzun zamandır görmediğim kadar fazla parlamıştı. Elini çeneme koyarak yüzünü yüzüme yaklaştırdığında gülüşüm yavaşça tebessüme dönüştü. ''Bunu da özlemişim, ağlamaya gelince şakır şakırsın, kaş çatmaya gelince de tek kaşa dönüyorsun ama gülünce iki saniye sonra gülüşünü söndürüyorsun. Gerçekten hep bilerek yapıyorsun!'' isyankâr söylediği cümleyle eline vurarak bende ona doğru eğildim. ''Ben mi bilerek yapıyorum, elimi koyuyorsun tenine dokun bana diyorsun beni tanıdığın için sevdiğim şeyleri kullanıyorsun suçunu bununla örtmeye çalışıyorsun ama ben mi bilerek yapıyorum. Peh!'' ''böyle yakın durarak sen de benim sevdiğim şeyi bana karşı kullanıyorsun.'' Gözleri dudaklarıma kenetlendiğinde ellerimi havaya kaldırıp ona doğru uzattım. ''Yakarım bak.'' O ise gülerek omuz silkmişti, çıplak omuzunu. ''Yakarsan ben de seni yanlışlıkla yatağa düşürürüm.'' ''Yanlışlıkla.'' Dudaklarını dişlerinin arasına aldığında omuzuna sertçe bir tane vurdum. Vurduğum yer de tam olarak yaktığım omuzunun olduğu yerdi. Gözlerim orada bir kez daha dolandığında kafasını sağa doğru eğdi ve yüzünü omuzuyla arama soktu. ''Şşş. Yok bir şey, oraya değil buraya bak. Özlemişsindir.'' ''Kimin yüzünden acaba?'' ''ha özlediğini kabul ediyorsun, ben bundan sonra senden laf alamadığımda Semum'a gideyim. O daha iyi görüyor dışarıdan bir göz olarak. Hatta çağırsam mı?'' eliyle arkasındaki kapıyı işaret ettiğinde onu omuzlarından ittirerek geriye savurdum. Daha yeni gelmesine ve suçlu yorgun olmasına rağmen bu enerjisi nereden geliyordu böyle? ''Çağır çağır da ben de kapıda kırdığım vazo yerine bu kez abajuru kırayım ama hedef şaşmadan, kafasında.'' Dudaklarından bir kahkaha döküldü, mumlar sadece yüzümüzü gösterecek kadar aydınlatıyordu şimdi çünkü aramızda mesafe vardı ve Korel şimdi gölge olan tarafta duruyordu. Gözlerim yine açılmış büyük mora dönen yarasına kaydığında bunu yapan iblislere öfkelenmeden edemedim. Ben dokunurken bile korkuyordum onlar nasıl bıçakla kesebilmişlerdi ki onun bu güzel tenini? Umarım şu an cehennemin dibinde çürüyorlardı! ''Çürüyorlar merak etme.'' Aramızdaki adımı kapatmak için bana doğru bir adım attığında kolları beni yine yakalayamadım o hızda belimden sarmalamış kendine çekmişti. ''Gerçekten... özür dilerim. Seni giderken öpmediğim için...'' baş parmağı dudağımın üzerine konduğunda gergince nefes aldım. ''Sana unutturmak zorunda olduğum için... gitmeden önce bir şeyleri anlatacak vaktim bile olmadığı için.'' Diğer eli belimden sıkı sıkı tutuyordu ve bu yakınlık hiç ama hiç iyi değildi. ''Beni hemen affetme... ama bu gecelik öfkeni kenara bırak. Bırak da biraz hasret giderelim.'' Elimin birini göğsüne doğru uzatıp dokunduğumda gözlerini yumdu. Kirpiklerinin gölgesi yanağına düşmüştü, boynundan göğsüne akan kanlar damlacık şeklinde kurumuştu ve yarasının etrafı da kanlıydı. Elleri de öyleydi hala ama ona rağmen rahatsız olmuyordum dokunurken. Parmaklarım kanın etrafında dolandığında sertçe yutkundu. Vücudum onunkiyle bir sayılırdı, sadece göğüslerimizin arasında elimin sığabileceği kadar bir boşluk vardı. Alnını benimkine yasladığında aldığı düzensiz ve ritimsiz nefesleri duyabiliyordum. Heyecanlanıyordu ve onun da benim gibi terler oluşmuştu ensesinden boynuna akan. Şeytan, dokunuşumla heyecanlanıyor... heyecandan terliyordu. Hem de sadece dakikalar olmasına rağmen. ''Saniye de olsa, bir şey fark etmez.'' Diye fısıldadı dudağıma doğru. Benim dudaklarım kıvrılmıştı ama onunkiler dişlerinin arasındaydı. ''Önce temizleyelim şu kanları.'' Diye fısıldadım ben de karşılık olarak. ''Senin de üstün kan oldu.'' Elleri kıyafetimin ucunu kavradığında ben de onun az önceki haline dönmeye başlamıştım. Sıcaklığıyla terlemiş, özlemle kavrulmuş ve heyecanla yanmıştım. Uzun kollu kıyafetimi üzerimden çıkardığında kalan yarım atletimle kaldım önünde. Alnımı onunkinden ayırarak belimdeki eline uzattım elini. ''ben temizlenecek bir şey bulup geleyim...'' ''Gitme.'' Beni kendine daha çok çektiğinde kafam omuzuna düştü. ''Korel... kanlar.'' ''Öldürdüğüme pişman ediyorsun silüetleri.'' Söylediğine gülerek belimdeki elini çektiğimde huysuz suratını görmüştüm ama bu sadece gülmemi daha çok arttırmıştı. ''Ne o? Günlerdir durabildin de şimdi mi duramıyorsun ayrı?'' ''Günlerdir hayalini kuruyordum şimdi yaşıyorum.'' Söylediğine göz devirerek odanın kapısına ilerlediğimde gözüm kapağı kapanan plağa döndü. Ne ara kapanmıştı ki? Neyse, fark edememem gayet normaldi zaten. Odanın kapısını açarak Grim ve Semum'un olduğu odaya girdiğimde ikisinin de bakışları bana döndü. İkisi de benden sonra birbirine bakmış tekrar korkuyla bana dönmüştü ama Semum endişeli ifadesini yüzünden silip Grim'in aksine neşeli bir ifadeyle baktı yüzüme. Odanın ortasına gelip duvara yaslı çekmeceleri açmaya başladığımda ''Bu kadar emin olma, bu evde sadece sana zarar vermedim.'' Diye mırıldandım ona bakmadan. Grim'in kafasına sonuçta mum gelmişti, Korel'in de omuzunu yaktığımı varsayarsak şu an tek elimden sağ çıkan Semum olmuştu ve buna güvenerek mi bu kadar kaşınıyordu hala merak ediyordum. ''Çünkü en çok beni seviyorsun.'' Omuzumun üzerinden kafamı ona çevirdiğimde hemen solumda oturan Grim'den bir ses gelmesiyle yerimde sıçradım. Dizlerimin üstüne çökmüş çekmecelerini karıştırıyordum ve yanımda Grim elinde telefonla ayaklarını sehpaya uzatmış oyun oynuyordu. ''Cidden mi? Oyun mu yani?'' kafamı oynadığı oyuna uzattığımda hayalet avladığını görüp şaşkınca ona baktım. ''Gerçeği yetmiyor mu?'' ''Burada pratik yapıyorum.'' Semum gülerek Grim'e yanındaki yastığı fırlattığında ''Aptal!'' diye söylenmişti ama attığı yastık bana geldiğinde o yastığı havada yakalayarak kenara çekip yüzüne bakmıştım. O da gülen o ifadesini hemen silmiş yutkunarak ayaklarını kendine daha çok çekmişti. ''Vallahi bilerek olmadı.'' Elimdeki yastığı ona sertçe fırlattığımda kafasını duvara vurup acıyla inledi. ''Ah!'' ''Sadece bir yastıkla mı kurtuldu, ayıp gerçekten.'' Oyununa ara verip bana dönen Grim'e döndüğümde dudak büzerek kafa salladım. ''Değil mi? Bence de.'' ''Seni cehenneme gönderdiği zamanı hatırlatabilir miyim? Hani benle efendim gelmiştik seni almaya, galiba o kısım gelmedi sana.'' ''Kıskanç.'' Grim'in gözlerini kısarak Semum'a baktığını görünce dudaklarımı ısırıp önüme döndüm. İkisiyle de şimdi uğraşamayacaktım çünkü beni içeri de bekleyen bir adam vardı, hem de üstü çıplak şekilde. Ve onu daha fazla bekletmek istemiyordum. 'Bekletmezsen daha güzel olur tabi.' Sesini içimde duyduğumda açtığım üçüncü çekmecede temiz bir bez bulmamla beraber sevinçle ayağa kalktım ve banyoya yöneldim. 'Dua et senin gibi günlerce bekletmiyorum.' Banyo da aradığım gibi bir kova bulamasam da geniş bir leğen bulabilmiştim, ona suyu doldurarak bezi ıslattıktan sonra içine attım ve odaya doğru yürümeye başladım. Grim ve Semum'un kapısı açıktı, biri hala oyun oynuyor diğeri de kafasını kanepenin üst kısmına yaslamış tavana bakıyordu. Muhtemelen gelecek hakkında ya da kendi hakkında düşüncelerde boğuluyordu, umarım o düşünceler çok da kötü düşünceler değildi. Kapının önüne geldiğimde ayağımla kapıya iki kez vurdum. Elim dolu olduğu için kapıyı kapatamazdım ve kapı açık kalsın istemiyordum. ''Kapatın kapıyı.'' ''Kapı kırık.'' Semum'un bana dönen yüzüne karşı sırıtarak ''az önce kapatmıştın, suratıma.'' Dediğimde söylenerek ayağa kalktı ve tam önümde durup kapı kulpuna elini koydu, bu sırada yüzünü yüzüme eğerek gülümsedi. ''Mümkünse kırılan tek kapı bu olsun.'' Onun aksine benim gülümseyen suratım anında düşmüştü, ayağımı kaldırıp onunkine geçirdiğimde ''Mümkünse kırılan tek bacağın bu olsun.'' Diye fısıldayarak yüzümü onunkinin önünden çektiğimde ''Kapat kapıyı.'' Diye tısladım ve Korel'in beklediği odaya yöneldim. Semum arkamdan acıyla bir ayağını kaldırmış elini ayağına koymuşken diğer eliyle de kapıyı kapatmıştı. Ben de elimdeki leğenle bizim odamıza girip leğeni yere bırakmış ardından kapıyı kapatmıştım, içeri gelip Korel'in önüne oturur oturmaz yüzüne baktığımda güldüğünü görmüş yine de aldırmadan leğendeki bezi alıp sıkmıştım. Bir süre sonra gülüşü dışardan duyulduğunda bezi yarasının üstüne bastırdım. ''Gülme!'' ''ama komik, ayrıca yara sertleşti yani böyle acımaz.'' ''Aradaki bezi kaldırırsam acır bence.'' Tek kaşımı kaldırarak onu tehdit ettiğimde bu kez kahkahası odada yankılandı. ''Öfkelenince çok tehlikeli oluyorsun.'' ''Biraz geç kaldın sanki fark etmek için, tabi insan başına gelmeyince anlamıyor.'' Bezi kasıklarının oradan kaldırıp boynuna koydum ve yavaşça silmeye başladım kurumuş kanı, su boynunda akıp gidiyordu. Eğer üstü siyah olmasa da kesinlikle şu an rengi siyaha dönmüştü. Çünkü su fazla fazla akıyordu ve kasığının etrafındaki kan suyla çoktan dağılmıştı. ''Anlamıyor muyum sence bunu? Yoksa sevdiğimden mi sesimi çıkarmıyorum?'' ''İnsan canı yandığında neden ses çıkarmaz ki?'' diye mırıldandım boynunun öbür tarafını temizlerken. Elleri yine çok sevdiği belime dokunduğunda bir an sıcaklıkla irkilmiştim çünkü üstümde yarım atlet vardı. Yazın böyle giyinmeyi severdim ama şu an kış olduğundan üşümem gerekiyordu, Korel olmasa üşürdüm elbette. ''Canını yakanı sevdiğindendir belki .'' Dedi harelerini benimkilerine dikerken. Bir an elim duraksamıştı teninde, gözlerim de onunkinde hareketsiz kalmıştı. ''Devam et.'' Diye fısıldadı elini benimkinin üstüne koyup temizlemeye devam etmeme teşvik ederken. Gergince nefes alarak dediğini yaptım, boynunu temizledim tamamen. Ardından bezi suya sokup güzelce temizledim ve sıktım tekrar. Bir kat daha temizlemekten zarar gelmezdi sonuçta. Aramızda oluşan sessizlikte bir anda plak tekrar çalmaya başladığında ikimizin de bakışları plağa döndü. ''kaç kez dinledin?'' Bununla beraber 67. Kez. En azından saydığım bu kadar... ''Sen gelene kadar altmış altı, gerisini saymadım.'' Dudakları yana kıvrılırken son kez boynunu sildiğim bezi ellerine uzattım ve özenle silmeye başladım parmaklarını. ''Ben de elli beş saydım, gerisini sayamadım.'' Diye mırıldandı gözlerini hala üzerimden ayırmazken. Bir elini bitirip diğerine geçtiğimde sesimi çıkarmamıştım. O da sessiz kalmıştı benim sessizliğime katılarak. Sonunda diğer elini de temizledikten sonra kanlı bezi kovaya atarak geri çekildim. Kendi ellerimi zaten temizlemiştim o yüzden bakmama bile gerek yoktu. Arkamda kalan baş ucumuzdaki mum söndüğünde bir an benim tarafım karanlıkta kaldı yine. Şimdi tek yanan mum plağın yanında durandı ve sadece Korel'in arkasını aydınlatıyordu. Kapıya Korel'in geniş omuzlarının gölgesi düşmüştü. Gözleri bir anda alevle sarıldığında benim tarafımda biraz olsun aydınlandı, ardından muma doğru ilerleyerek elini ipin üstüne koyup sönen mumu tekrar yaktı. Bana döndüğünde gözleri düzelmiş tekrar yerini mavilere bırakmıştı. Ardından pencereye doğru ilerledi. ''Tam kapanmıyor sanırım.'' Pencereyi kulpundan tuttuğunda ittirmek için tam güç uygulayacaktı ki kulp elinde kaldı. Üstelik henüz güç bile uygulamamıştı. Penceredeki yansımasından kulpa garip bir bakış attığını görmüştüm. ''Neyse.'' Kulpu pencerenin önüne bırakıp perdeleri çektiğinde şimdi içerideki tek ışık yanan iki mumun ışığı olmuştu. Bana doğru gelip üstüne şöyle bir baktı, sanırım kan kalan bir yer var mı diye kontrol ediyordu. Gözlerini kendi bedeninden benimkilere çevirdiğinde gözleri üstümden yüzüme çıktı ve dudaklarımda takılı kaldı. Bana doğru attığı bir adımda aramızdaki mesafe yine kapanmıştı. ''O kadar vücuduna dokundum...'' diye fısıldadı gülümseyerek. ''Ama sadece dudaklarına bulaşmış, bu dudaklarını öpmek için açılan bir yol değil de ne?'' dudaklarını bir anda dudaklarıma bastırdığında yatağın önünde durduğumdan ötürü dengemi kuramayıp yatağa devrildiğimde o da ellerini yatağın iki yanına yaslamıştı. Çok geçmeden yüzünü yüzümden çekti ve gözlerime baktı. Şimdi iki taraftan da mum ışığı vuruyordu yüzüne, gölgesi duvara düşmüştü. Yine terlemeye başlayan vücuduna dokunduğumda kasları gerildi. Sertçe yutkunmuştu bana bakarken ve o hoşuma giden âdem elması yine oynamıştı dikkat dağıtıcı şekilde. ''Uyuyalım...'' diye fısıldadım. ''Uyuyalım sevgilim...'' bir elini altımda kalan yorgana uzatıp çektiğinde kenara bıraktı ve eliyle beni yatağın öbür ucuna doğru ittirip kendini yanıma bıraktı. Ben de kenarda kalan yorganı alıp üstümüze örtmüştüm. Pencereden içeri ufak ufak rüzgâr sızıyor bazen mumu savuruyordu. Ve dışarı da yine yağmur yağmaya başladı ben elimi Korel'in göğsüne koyduğumda. ''Bu...'' ''Silüetler de öyle... sadece bir tane kaldı. Onu bulduğumuzda artık korkacak bir şeyimiz kalmayacak.'' ''Bir tane mi kaldı? Burada mı?'' ''hayır. Nerede olduğunu bilmiyoruz ama bulacağız.'' Kolunu kaldırıp beni tam olarak göğsüne çektiğinde saçlarım onun koluna yayıldı. Saniyeler sonra yağmurun hızlanan sesi kulaklarımıza doluyordu. Yanımızda yanan mumun gölgesi pencerenin yanındaki duvara vururken bu anın ölümsüz olmasını diledim. Bu anda takılı kalmayı ve bu kokudan bir daha ayrılmamayı diledim ama bunun sonsuza dek süremeyeceğinin ölümsüz olmayacağının da farkındaydım. Elimi tekrar göğsüne uzattığımda parmak uçlarım gezindi üstünde. Özlemiştim ona dokunmayı ve kokusunu duymayı. Öfkem bir yana, özlemim ağır basmıştı şimdi. Elimi göğsünden yavaşça yarasına doğru indirdiğimde gerildi yine kasları. Sertçe yutkundu yine ve kol kası sıkılaştı birden. ''Uyuyalım demiştik.'' Diye fısıldadığında elimi çektim tekrar yukarı doğru. ''Affedersin.'' ''Bir daha olsun, başka zaman.'' Söylediğine gülerek yüzümü ona gömdüğümde gözlerim çoktan ağırlıkla kapanmaya başlamıştı. Bedenlerimiz yorgundu, ruhlarımız ise aç. Çünkü hasret hemen giderilmiyordu, günler süren hasret günler geçtikçe giderilecekti. Tabi o günlerimiz de yan yana geçmeye devam ederse, çünkü yer yüzünde kalan o son iblis her kimse öldüğünde tek başına gitmeyecekti yanında sevdiğim adamı ve ruhumu da götürecekti. Bu ihtimali hiç konuşmamıştık, Korel gittikten sonra ne olacaktı? Gitmek zorundaydı ama ben ne olacaktım? Beni yine bırakacak mıydı? Gözlerim bu ihtimalle dolup burnum sızladığında Korel'in belimi saran eli sıkılaştı ve derin bir nefes aldı. Göğsüyle beraber benim de vücudumun üst kısmı inip kalkmıştı. ''Sana geldiğimde de söyledim. Seni hiçbir zaman bırakmadım, sadece senin haberin yoktu yanında olduğumdan.'' ''Yaşayıp göreceğiz... Düşünme, uyu hadi.'' Saçlarımın arasında sıcak dudaklarını hissettiğimde kafamı aşağı yukarı sallayarak gözlerimi yumdum. Normalde uykumu kaçırmalıydı gideceği korkusu ama öpücüğü her şeyi silmişti içimden yine. Sadece uyumak geliyordu içimden, tam da onun söylediği gibi. Yaşayıp görecektik ve şimdi uyumalıydım. ⚜️ Hoş güzel bir koku ve hoş güzel bir parmak izi hissediyorum. Tenimde ve burnumda ama karanlığın da çok uzağında. Şayet bedenimi hareket ettirebilsem kıvrılır dudaklarım ama kıvrılmıyor çünkü hareket edemiyorum. Uyku hala çekmiyor ellerini üzerimden. Ama aklım da onu beklemek istemiyor açılmış ve hissediyorum her şeyi. Omuzumdan köprücüğüme kayan parmak uçlarını ve perdenin aralık yerinden sızan ışığın gözüme girmesini. Sonra bir el geliyor gözlerimin üzerine omuzumdan çekilip ve ışık yok oluyor. Kokusu burnumun hemen dibinde ve sıcak yatak, ben de sıcağım. Eh henüz alev almadığına göre ortalık tutabiliyorum içimdeki sıcaklığı. ''Hep unutuyorsun yanında olmadığımda bile yanında olduğumu... ama bu kez unutma olur mu? Çünkü son bir sınavımız kaldı. Savaş bitti ama sınav hala devam ediyor, son soruya geldik artık. Cevabı biliyorsun ama cevaplayabilmen için bunu unutmaman gerekiyor...'' Derin bir nefes aldığını inip kalkan göğsünden ve bedenimin üst kısmından anlamıştım. Kapı dışarıdan tıklandığında yatakta bir hareketlilik oldu. Muhtemelen kafasını uzatmıştı. ''efendim, biz aramaya devam ediyoruz.'' Kapı aralanmamıştı, ses ardından geliyordu. Korel boğazını temizleyerek tekrar önüne döndüğünde yatak bir kez daha hareketlendi ve cevabı dışarıdan değil içinden verdi. Belki de beni uyandırmak istemiyordu. 'Acele etme...' 'Tamam efendim.' Ve sesler kesildi, sadece iki adım sesi ve kapanan kapının sesi duyulmuştu. Sonunda kirpiklerimi hareket ettirebildiğimde Korel yine kıpırdandı ve muhtemelen yatakta düz şekle gelmişti. Çünkü belimdeki ellerinin çekildiğini hissetmiştim. ''Akşam... baş başa yemek yiyelim mi?'' Diye sordu neşeli bir sesle, düne nazaran yorgunluğu geçmiş gibiydi çünkü sesi oldukça güçlü geliyordu. ''Hm-hm.'' ''Ayılamadın henüz...'' diye mırıldandı. ''Hm-hm.'' ''Kovadaki su temiz olsaydı ayıltırdım.'' Daha önce suyu yüzüme dökerek beni uyandırdığını hatırlayınca bir an için suyun pis olduğuna sevindim. Sonunda kurumuş dudaklarımı aralayabildiğimde kirpiklerimi de birbirinden ayırabilmiş gözlerimi açabilmiştim. İlk gördüğüm şey etrafta uçuşan tozlar ve perdeden sızan ışık haricindeki her yerin karanlığa dönük olduğuydu. ''Daha hatanı düzeltmeden üstüne başka bir hata mı-'' birden yatakta dönüp dudaklarıma yapıştığında yarım kalan sözlerimle gözlerim birden açıldı. Bir elini belime diğerini yatağa yaslamıştı üzerime eğilirken. Ve çok durmadan yine geri çekildi. ''dudakların kurumuştu ya.'' Gözlerimi devirerek onu üzerimden ittiğimde kulağıma gülüşü gelmişti. Ellerimi yatağa yaslayarak doğruldum alnımda biriken terleri silerken. Gerçekten gece boyu fark etmesem de fazla sıcaklamıştım ve uykum öpücükten sonra gayet de soğuk su yemişim gibi açılmıştı. ''Akşam yemeği... yiyelim mi seninle baş başa?'' O da yatakta doğrulup ellerini yatağa yasladığında omuzumun üzerinden baktım öylece. ''Nerede, pek sağlam yer kalmadı ya?'' ''Sanat binasında... alt katı yapıldı.'' Kaşlarım hayretle kalkarken ben de ayaklanmış perdeyi aralamaya ilerlemiştim. Pencerenin önünü tamamen açtığımda nemli yer ve parıl parıl parlayan güneş karşılamıştı beni, içeri hala ufak ufak hava sızıyordu ama bu sıcaklığa etki edemezdi. ''Ama bildiğim kadarıyla orası bir restoran değil.'' Pencereyi sonuna kadar araladığımda elime düşen böceği korkuyla dışarı fırlattım. Korel bu halime gülmüş o da yataktan kalmıştı. Benim aksime oldukça yapılı olduğundan o kalkarken yatak ses yapmıştı. ''Ama ben orayı bu gecelik restorana dönüştüreceğim.'' Sonunda pencerenin önünden uzaklaşıp eriyerek yere damlayan muma bakarak gözümü oradan Korel'e çevirdiğimde şaşkın bakışlarımla keyiflendi. ''Güzel bir özür dilemem gerekiyor farkındayım, en azından affedilmeyi hak ettiğimi görmeni istiyorum.'' Benim de dudaklarım hoşuma giden sözleriyle kıvrıldığında saçlarımı arkama atmıştım kapıya yürürken. ''Kaçta... yemek?'' ''Sen kaçta istersen?'' Gözlerim duvardaki saate kaydığında öğleye kadar uyuduğumuzun farkına yeni varıyordum. Gerçekten o kadar uyumuş muyduk? Neyse ki uykumu alabilmiştim de bu kadar uyumanın önemi kalmamıştı. ''Öyleyse altı olsun.'' Dedim gülümseyerek. ''Ama... Arkun'la görüşmek istiyorum.'' Korel de yanıma gelip kapıyı açtığında bakışlarımız birbirimizden bir an olsun ayrılmıyordu. Dudağını büzerek ''olur sevgilim, geçerken alalım.'' Diye mırıldandı kapıyı açıp asılı gömleği kollarından geçirirken. Ardından bakışlarıyla gömleğinin önünü işaret etti. ''Ben onu arar söylerim tabi... düğmelerimi iliklersen.'' ''Çok pisliksin.'' ''Sende çok güzelsin.'' Söylediğine kendimi tutamadan güldüğümde ellerim düğmelerine uzanmış aşağıdan yukarı iliklemeye başlamıştım. Elimin tersi yarasına değdiğinde tekrar kasıldığını hissettim, sanırım şeytan olarak açılan yara onun hassas noktası olmuştu. Gömleği iliklemem bittikten sonra yakasını düzelttiğimde bana Grim ve Semum'un kaldığı odayı işaret etti kaşlarıyla. ''Sen de oradaki kıyafeti giyebilirsin.'' İşaret ettiği açık kapının ardındaki kanepenin üzerinde siyah bir t-shirt gördüğümde ''O kimin?'' diye mırıldandım. ''benim.'' Beni elimden tutarak içeri çektiğinde köşede duran siyah dokunmatik telefonunu yeni görüyordum. Ben kıyafete yöneldiğimde o da telefonuna yönelmişti elini elimden çekerken. Ardından kalçasını telefonu aldığı komodine yaslayıp arama tuşuna basarak kulağına yasladı. Ben de kıyafeti üstündeki kokuya gülümseyerek kafamdan geçirmiş uçlarından çekiştirmiştim. Ben saçlarımı kıyafetin içinden çıkarırken Korel'in sesi boş evin içinde duyuldu. ''Evet, Efnan seninle görüşmek istiyor.'' Arkun'un 'Tabi ben de görüşmek istiyorum onunla asistan bey.' Dediğini duyduğumda sessizce güldüm. Sürekli görüşme haberini Korel'den aldığından ötürü ona böyle takıldığını biliyordum ve bir nokta da düşününce bu oldukça mantıklı da gelmişti. ''Güzel hazırlan o zaman. Yarım saate geliriz.'' Telefonu kapatıp arka cebine koyarken kıvrılan dudakları ve parlayan gözleriyle bana doğru gelmeye başladı. ''Hoşuna mı gitti?'' ''İyi, öyleyse sevindim.'' Elini belime koyarak beni evin çıkışına doğru yönlendirdiğinde diğer cebinden de anahtar çıkarmıştı. Kapının önünde bordo Chevrolet bize bakıyordu. 666 MLK plakalı aracı gördüğümde kapım açıldı, Korel geçmem için elini uzatmıştı. Arabaya binerek kemerimi taktığımda şoför koltuğu açıldı ve Korel beklemeden arabayı çalıştırıp u dönüşü yaptı. Yollar hala bozuk olduğundan yine sallanıyorduk giderken, o sırada biri düştü aklıma... birden kaybolmasından ötürü merak etmiştim nerede olduğunu, Korel anladığı merakımla bana döndüğünde ben de ona döndüm. Bundan ne kadar hoşnut olmadığını bilsem de merakıma engel olamıyordum. ''Vücudundaki çürüklerin görüntüsünü düzeltmeye gitti.'' ''Çok mu kötüydü?'' Korel kafasını aşağı yukarı salladığında boğazını temizlemişti. Bunu yaptığında hoşnut olmayacağı bir şey söyleyeceğini anlıyordum ve yine söylemişti o kendisini huysuz eden sözleri. ''Karşına o şekilde çıkmak istemiyormuş...'' Dudakları memnuniyetsizce düz hali aldıktan sonra yüzünü pencereye doğru çevirdi. ''Sanki normalde bakıyordun da o halde bakmayacaktın.'' ''Kıskandın mı?'' diye mırıldandım bedenimi ona doğru döndürüp bir bacağımı koltuğa kaldırırken. ''Evet, ben yanına gelemezken onun öyle gelebilmesini ve seni ben yokken koruyabilmesini kıskandım ama onu değil, seninle geçirdiği zamanı kıskandım.'' Hızını biraz arttırdığında bunu bilinçsiz yaptığını fark etmiştim. ''Anlayacağın zaten uzaktayken bunun cezasını çekiyordum zaten.'' Gözlerini yola kenetlemiş bana bakmıyordu bende sırıtarak onu izliyordum. Belki bu ders olurdu da bir daha böyle bir şeye kalkışmazdı, ki kalkışırsa bu kez onu affetmezdim. Öyle kafasına fırlatılan birkaç şeyle ve birkaç bağırtıyla sıyrılamazdı. Ayrıca dün sarılma isteği yakın davranışları da beni kesinlikle ama kesinlikle yumuşatmamıştı. Tabi efendim. Korel yola kendini odaklamış giderken bende onu izlemiştim hasret gidermek istercesine. O ise dikkatini dağıtmak istemiyormuş gibi bana bakmamak için direnmişti yol boyunca. Bunu kasılan kaslarından ve çıkan boynundaki damarlarından anlamıştım, keza âdem elması da sürekli oynuyordu. Gülümseyerek önüme döndüğümde şehrin bir tık uzağında kalan Arkun'un evinin önüne gelmiştik. Onun da bagaj kısmı yanmıştı, yanmış kapının önünde bizi bekliyordu. Arabayı gördüğünde kaşları çatılsa da bizi gördüğünde yaklaşıp arkaya kendini atmıştı. ''Senin arabaya ne oldu?'' ''Üstüne yıldırım düştü.'' Arkun yüzünü aramızdaki boşluktan öne uzattığında ''Ne oldu dedin?'' diye bağırdı. Ben onun bu çığırtısıyla kulağımı kapatırken Korel sadece yüzünü ekşitmişti. ''Boş ver uzun hikâye.'' Korel elini Arkun'un yüzüne bastırıp geriye ittirdikten sonra arabayı çalıştırırken ben de yüzümü aradaki boşluktan ona çevirmiştim. ''Kasabada adam akıllı insan kalmadı, işe gitmediğimi bile fark etmiyorlar ayrıca marketten birçok şey çalındı. Yapmak için tonla haber konusu var ama okuyacak insan yok. Hep bu iblisler yüzünden değil mi? Kaç gündür hava da normal değil zaten, o yıldırım da normal değildi değil mi?'' ''Önce nefes al.'' Durup derin bir nefes aldıktan sonra oturduğu yerden doğrularak bana yaklaştı, bu sırada gözleri aynadan Korel ile kesişmişti. Yutkunarak bakışlarını ondan bana çevirdiğinde taramalı gibi sormaya başladığı sorularının devamının geleceğini yüzünden okuyabiliyordum. Çünkü biz şehrin uzağında bile öyleysek burada kıyamet kopmuş olmalıydı, yapraklar etrafa savrulmuştu ve yolun ortasına bazı dükkanların sandalyesi uçmuş ters duruyordu. Bu bile ufak bir fragman sayılırdı belki, çünkü kasaba da gerçekten insan kalmamıştı. Sayılı insanlar vardı onlar da şehri tekrar inşa etmeye çalışıyordu, özellikle de bu kasabayı. ''Ne olacak şimdi? O insanların hepsi öldü mü? Bu hava ne zaman düzelecek? Hem dur... boş ver bunları sana bir şey olmadı değil mi? O kadar çok aradım mesaj attım ki hiçbirine yanıt vermedin o yüzden meraktan çatlamıştım.'' ''İyiyim, gördüğün gibi.'' Korel kafasını çevirdiğinde bir an yüzümüz oldukça yakın oldu birbirine, gözleri önce dudaklarıma ardından sert bir yutkunmayla gözlerime çıktı. ''Biliyor, çünkü haber verdim ona.'' Biz birbirimizin bir gözlerine bir dudaklarına bakarken Arkun'un araya girmesiyle dikkatimizi birbirimizden ona çekip ona döndük. İkimizde derin bir nefes almış kurumuş dudaklarımızı yalamıştık, aynı anda. 'Yine öpmemi ister misin?' 'Kes sesini.' Korel'e ters bir bakış attığımda dudaklarındaki kıvrılmayı görmezden geldim, Arkun da o sırada ona bakarak ''teknik olarak sen değil, kuşunuz haber verdi.'' ''Kuş deme alınıyor.'' Korel ile aynanda söylediğimiz cümleye Arkun şaşkınca bakarken biz gülmemek için dudaklarımızı ısırmıştık. ''Her neyse.'' Sonuç olarak Semum gerçekten kuş değildi ve alınmakta da haklıydı. Mesela bana sadece köprü deseler bende alınırdım. Belki de alınmazdın çünkü hoşuna gidiyor, şeytanın köprüsü olmak. Sen de kes sesini! ''Seni altı da alırım.'' Korel otelin önünde arabayı durduğunda kapımı açan Grim'i görmemle dudaklarım aralandı. Arkun çoktan inmiş Grim'e ters bir bakış atmıştı, tanımadığından dolayı yadırgadığını anlayabiliyordum ki kulağıma Grim'e ''Sen Semum musun? Sıkıldıkça beden mi değiştiriyorsun, yoksa öldün mü? Ondan mı geçtin buna?'' diye ardı ardına sıraladığı sorular gelmişti. Ona gülerek baktıktan sonra çeneme dokunan elleri hissettiğimde yüzümü döndüm ellerin sahibine, nefesi boynuma çarpıyordu ve yüzü kulağımın hemen önündeydi. ''Bu akşam normal insanlar gibi, özel bir akşam yemeği olsun istiyorum. Senin harika olduğun benim de sana kör kütük âşık olduğum gecelerden, en özeli olsun bu gece.'' Boynuma bir öpücük kondurup geri çekildiğinde nutkum tutulmuş, hareket edemeyen halimle ona baktım. Tek kımıldayan yer gözlerimdi ve bunu fark ettiğinde keyifle gülümsedi. ''Ney adın ney, gri mi?'' ''Grim.'' Arkun ve Grim'in konuşmasına tekrar odaklanabildiğimde boğazımı temizledim Korel'e son kez bakarken. O ise hala muzip bir ifadeyle bana bakıyordu, gözlerini kısmıştı ve dudaklarını ısırdığından kızaran dudakları dikkatimi dağıtıyordu. ''Ne kadar abuk subuk isimleriniz var öyle, hem bu isimleri size kim koyuyor? Sizde mi doğuyorsunuz yoksa böyle bir anda mı yaratılıyorsunuz?'' Grim kafasını gök yüzüne kaldırıp gözlerini yumduğunda Korel gülerek elimi tuttu ve dudaklarına götürdü. ''Grim arkadaşını öldürme fantezilerini gerçekleştirmeden...'' ''Gitsem iyi olur.'' Diyerek tamamladım cümlesini gülerek arabadan inerken. Grim kapıyı kapattığında şükür çekmiş etrafı bir kez daha kolaçan ederken benimle beraber otelin girişine yürümüştü. Bir eli belimdeydi ve her an tetikte olması son kalan iblisin yakınlarda olabilme ihtimalini kanıtlıyordu. Yine de Arkun'un yanında bunu konuşmak istemediğim için sessizce odama çıktım. Elim asansörde yine altıya gidiyordu ama son anda toparlanıp beşe basabilmiştim. Grim cebinden oda kartımı çıkarıp bana uzattığında elinden alarak açılan asansörden odama doğru yürüdüm. ''ben bu kattayım.'' Cebinden telefonunu çıkarıp duvara yaslanırken yine oyun oynayacağını anlayıp sırıttım. ''Oturarak da oynayabilirsin.'' ''İyi böyle, rahat konuşun.'' Arkun dudak büzük kaşlarını hayretle kaldırdığında kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırıyordum. Onu yakasından tutup açtığım kapıdan içeri iteklerken ''Sorun olmaz, içeri gelmek istersen tıklat.'' Diye mırıldanıp peşinden odaya girdim. Grim kafasını sallamış ama bunu yaparken bana bakmak yerine yüksek ses çıkan oyunun sesini kısmıştı. Bende kapıyı kapatarak uzun zamandır sadece birkaç kez geldiğim odama bakmıştım. Arkun kendini yatağa atmış gergince pencereye bakıyordu. ''Ne zaman bitecek bu durum?'' Diye mırıldandı hoşnutsuzca bakışlarını pencereden bana çevirirken. ''Yakında.'' Dolaba yönelip kapağı açtığımda kıyafet olan kısmın ortasına elimi koyup askılıkları ittirdim ve elbiseleri alıp yatağa döktüm. Arkun ayaklarını son anda kendine çekmişti. ''Elbise mi giyeceksin?'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak ''Hm-hm.'' Diye mırıldandım. Önce bordo elbiseme baktım, ardından siyah ve laciverte. Arkada kalan zümrüt yeşilini de alttan çıkarıp yanlarına koymuştum. ''Korel bu gece özel olarak normal insanlar gibi yemek yemek istediğini söyledi. Ben de güzel bir gece için... biraz süsleneceğim.'' ''Hm... özel bir gece.'' Bakışlarım elbiseden Arkun'a döndüğünde sırıtan görüntüsüne karşın kenardaki küçük yastığı alıp ona fırlattım. ''Arkun!'' ''Ne? Bir şey demedim.'' ''Gözlerin söyledi.'' Küçük yastığımı da alıp ona fırlattığımda gülerek ''Sen öyle san.'' Dedim. O da gülerek yastıkları alıp arkasına koymuştu. ''Madem güzel bir gece olacak bence bordoyu giy.'' ''neden?'' ''Seninki de şeytan ya, sever bu rengi.'' Bacaklarını kendine çekip bağdaş kurduğunda ona ters bir bakış atarak bordo elbiseyi elime almıştım. Uzun yırtmaçlı sırt ve göğüs dekolteliydi. Aslında bakıldığında böylesine özel bir gece için tam da nokta atışı iddialı bir elbiseydi ama... ben bunu giyebilir miydim bilmiyordum. Çünkü bu elbiseyi dün geceden sonra giyecektim ve karşımdaki adam... Korel'di. Bu elbiseyi giymek yer yüzüne bir kez daha cehennemi indirmeye sebep olabilirdi. Dudaklarımı muzipçe kıvırdığımda Arkun sırıttı. ''Bak dedim sana... Giy gel bakalım nasıl duracak.'' Elimdeki askıyla zıplaya zıplaya banyoya ilerlediğimde Arkun'un kıkırtısını duymuştum. Askıyı kenara bırakıp üzerimdekileri çıkararak kirliye attığımda elbiseyi çıkarıp üzerime giydim. Arkada kalan iplerimi bağlamak zor olsa da biraz bir yerlerimi burkarak başarmıştım. Önümü aynadan bakarak düzelttikten sonra dudaklarımın o şeklini alan halini düzelttim. Bu elbiseyi aldığımdan beri bir kere giymiştim onda da şimdi olduğumdan çok daha zayıftım ama şu an çok daha iyi bir halde olduğumdan göğüs dekoltem fazla öne çıkmıştı. Kapıyı açarak çekingen adımlarımla lavabodan çıktığımda ''Oha.'' Tepkisi almıştım Arkun'dan. ''Vazgeçtim, giyme sen bunu... kızım kasabada insan kalmasa da kıskanır bu ne?'' ''Gerçekten çok güzel olmuş dimi?'' Arkun ''Ateş ediyor ateş...'' dediğini ve elini beğenmiş şekilde salladığını gördüğümde güldüm seslice. Gözüm aynadaki saate kaydı, bir- bir buçuk saatim falan kalmıştı. ''O zaman bu mu, diğerlerini-'' Arkun elbiseleri tepikleyerek yataktan düşürdüğünde ona bir bakış atıp çekmeceden makyaj malzemelerimi çıkardım. ''Çok da yapma istersen nasıl olsa bozu-'' ''Tamam be! Ne kadar da asabisin öyle.'' Arkun dudaklarına fermuar çekme hareketi yaptığında çekmeceden çıkardığım makyaj malzemelerini sertçe masaya bıraktım. ''Sen Semum'la fazla vakit geçirdin galiba. İşiniz gücünüz fesatlık.'' ''Ne alaka be?'' Semum'un dünkü lafları kulağımda çınladığında sandalyeyi sertçe çekip oturdum masadaki aynayı kendime çekerken. Yüzüme aman aman makyaj yapmak istemiyordum ama üstümle uyumlu bir kırmızı ruj sürmek istiyordum. Çok uzun sürmeyen bir yüz makyajı yaparken Arkun da sıkıntıyla ayaklanıp pencerenin önüne geçti. ''Ne zaman düzelecek bu kasaba?'' ''İblislerin hepsi temizlendi, son bir iblisin peşindeler... Yani artık bir daha böyle şeyler yaşanmayacak.'' ''Öyleyse gidecekler mi?'' Bakışlarını pencereden bana çevirdiğinde elime aldığım ruju açmadan tuttum öylece. ''Evet, gidecekler.'' ''Korel de mi?'' yüzüm yere doğru eğildiğinde dudaklarımı ısırdım. Bunun cevabını bende bilmiyordum ama gitmeme gibi bir ihtimal var mıydı ki? Ya gittiğinde, gittiğinde bize ne olacaktı? Düşünme demişti Korel, düşünme. Daha önce düşündüğümde hep başımıza kötüleri gelmiş, kendimce aradığım cevaplar hep kötü sonuç vermişti. Belki de bu kez gerçekten düşünmemem ve ona bırakmam gerekiyordu. ''Sanırım o da... sen de alıştın değil mi ona?'' ''Ondan çok şu yanındaki yakışıklıya alışmıştım, tüh! Çok da kafa dengiydi.'' Rujumu dikkatle sürerken gülmemek için üstün bir çaba gösterdim. Çünkü kırmızı ruj dağıldığında temizlemesi zordu ve kızarmış bir dudak çevresiyle bu geceyi geçirmeye hiç niyetli değildim. Rujumu özenle sürdükten sonra eyelinerımı da çekip son kez aynadan kendime baktım. Keskin bir göz makyajı, bordo bir ruj ve grimsi dumanlı bir göz makyajı oldukça yakışmıştı. Saçımı hızlıca tarayıp sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra ayağa kalkıp boydan aynamın karşısına geçtim. ''Bu... kasabadan giden insanlar. Patronum ya da diğerleri... onlar geri gelecek mi?'' kapı dışarıdan tıklandığında aynadan baktığım Arkun'dan çektim gözlerimi. Kapıyı araladığımda Grim telefonu sallıyordu ve gözleri beni süzdüğünde onun da dudakları bir o harfi almıştı. Eh evet biraz fazla süslenmiş olabilirdim ama bu gece gerçekten güzel olmak istemiştim. ''Ne oldu?'' ''Ş...şey'' ''Ney?'' Arkun kapıyı tamamı ile açıp sırıtarak Grim'e baktığında ''Nutku tutuldu.'' Diye mırıldandı. ''Şarjı bitti.'' Elinde salladığı telefonu alıp ucuna baktığımda ''Gel.'' Diye mırıldanmıştım. Ucu neyse ki benimkiyle uyuyordu. Bana saldıran o soğuk adamın bir telefon oyununa bu kadar bağlı olduğuna inanmak güçtü doğrusu, hem de gerçek hayatta yaptığı şeyin oyununu oynamak fazlasıyla inanılması güç bir olaydı. Telefonu şarja taktığımda Arkun'un sorusunu hatırlayıp Grim'i işaret ettim. Çünkü bu soruya cevap verebilecek birisi varsa o da kendisiydi. ''Sor ona, eminim cevabı biliyordur.'' ''Bu ortadan kaybolan kasabanın yarısı... onlar geri gelecek mi ne olacak onlara?'' Grim az önce kalktığım sandalyeme oturup bize döndüğünde bende aynanın karşısına geçmiş son kez kendimi süzüyor aynadan da arkamda kalan Grim ve Arkun'a arada göz atıyordum. ''Onlar ölmüş kişiler değil, bedenlerine zorla girilmiş kişiler o yüzden kendilerine geleceklerdir ama bazılarının bedenleri de öldüğü için onlar geri dönemez.'' ''yani bedeni sağlam kalanlar...'' Saçımın üst kısmını düzelttikten sonra onlara tamamen döndüm. Saatte gelmiş sayılırdı ve tam saatinde ben de hazırdım. ''Öyleyse kasabanın tamamı gitmedi.'' Grim kafasını olumsuzca salladı. ''Gitmedi.'' Bu Arkun'la benim içimi rahatlatmıştı, aynı anda birbirimize baktığımızda bunu ikimizde anlamıştık. Çünkü bu kasaba bizim çocukluğumuzu geçirdiğimiz yerdi, her ne kadar bundan pek eser kalmasa da en azından tanıdığımız sayılı insanları görebilecektik. ''Umarım Sema teyze de gitmemiştir.'' Diye mırıldandım Eva'nın annesini anımsayarak. ''Erkan...'' Ben de Tez için dönüştüm, belki Erkan da tez için gittiği yerde aşkı bulurdu. Grim ikimiz arasında bakışırken sessizliğini koruyordu. Erkan'ı tanımadığından böyle durması normaldi tabi. ''Hazırsan... inelim.'' Grim ayaklanıp bana kapıyı açarken kafamı sallayarak peşinden ilerlemeye başlamıştım. ''Arkadaşını ben eve bırakırım.'' ''Teşekkürler.'' Arkun hemen peşimden gelirken Grim de kapıyı örterek bizimle asansöre doğru ilerledi, tuşa basıp doğrulduğunda gözleri üzerimdeydi. ''İnşallah gece gece bize iş çıkarmazsın.'' ''Ne gibi?'' asansör açıldığında sırıtarak içeri girip giriş kata bastı. ''Malum siz yakıp yıkıyorsunuz biz toparlıyoruz arkanızı.'' ''neden bunu Korel'e söylemiyorsun?'' Arkun'un gülüşü kulağıma geldiğinde Grim ona omuzunun üstünden ters bir bakış atmıştı. ''Sana söylüyorum işte.'' ''Sen ona götüm yemiyor desene.'' Açılan kapıdan çıkarken ona ters bir bakış atmıştım ama bakışlarımın aksine dudaklarımda bir zafer gülüşü vardı. Kapının önüne geldiğimde bekleyen Bordo klasik arabayı görmüştü gözlerim hemen. Otomatik kapı açıldı ve dışarının soğu bedenime çarptı. Ama bu soğuk bedenime sadece Korel'i görene kadar işlemişti. Çünkü ne ara giydiğini bilmediğim yeni takım elbisesiyle arabadan indiğinde benim de dudaklarım en az onunki kadar aralık kalmıştı. Her yer yıkık döküktü, alevler içinde kalmış kül olmuştu ama biz... biz bu yıkık dökük kül şehrin ortasında hayatımızın en güzel anını yaşayacaktık. Ölenleri ve kalanları umursamadan tek bir gece, normal olarak geçireceğimiz tek bir gece yaşayacaktık. Bana doğru adımlar atmaya başladığında Arkun ve Grim'in ne dediğini duymamıştım bile. Sadece adım seslerini duymuştum, Korel bana attığı her adımda yutkunurken ben attığı her adımda çığlık atan iç sesimi susturuyordum. Çünkü tıraş olmuştu ve üstü jilet gibiydi. Uzun zamandır onu bu kadar çekici görmemiştim, her zamankinden çok daha yakıcıydı bakışları. Senin harika olduğun benim de sana kör kütük âşık olduğum gecelerden, en özeli olsun bu gece. Kesilen nefesime aldırmadan Korel'i izlemeye devam ettiğimde onun da nefes almadığını fark ettim, bedeni asla hareket etmiyor nefes alışıyla kalkıp inmiyordu. Elimi tutup dudaklarına götürdüğünde gözlerinin bir alevle sarılıp bir normale döndüğünü fark ettim. Kendine hâkim olamıyordu! ''Bu kadar beklemiyor muydun?'' diye mırıldandığımda kafasını olumsuzca salladı dediğimi onaylamazcasına. ''ben seni hep en güzel halinle bekliyordum. Beni asla şaşırtamazsın.'' ''Asla mı?'' Kafasını bir kez daha olumsuzca salladı dudaklarını kulağıma yaklaştırırken. ''Asla, çünkü sen benim gözümde hep en güzelsin. İnsan kendini geçemez.'' Dudaklarım kıvrılırken bir elini elimden belime götürdü, diğer eliyle de arabanın kapısını açmıştı. Arabaya binerken elbiseme dikkat ettim. Korel de beni sabırla beklemiş kapıyı kapatarak kendini hızla Şoför koltuğuna atmıştı. Yüzünü bana çevirdiğinde dudakları kıvrıldı. Sanat binası buraya çok uzak değildi, hava da henüz tam kararmamıştı. Araba çalışıp otelden çıktığında hızdan rüzgâr tenimi tokatlarcasına çarptı, Korel daha önce hiç kullanmadığı kadar hızlı kullanıyordu. Gözlerimi ondan çevirip yola baktığımda her binanın yarısının yıkık olduğunu gördüm bir kez daha. Ardından eskiden Eva'yla oynadığımız binada takıldı gözüm, otelin hemen arkasında kaldığı için buradan birçok kez geçmiştik daha önce. O binada kimse yaşamazdı ve hayaletli diyerek korkuturlardı bizi. Biz de inadına girerdik, Eva ne kadar korksa da benim elimi sıkıca tutarak girerdi benimle içeri. Onun en çok korktuğu arka odaya gözüm kaydığında olduğum yerden sıçramamak için arabanın kapısındaki tutunma kısmına tutundum sıkıca. Gözlerimi kırpıştırıp birkaç kez daha baktım pencereye gördüğümün doğruluğunu tartmak istercesine. Ama ne kadar kırpıştırırsam kırpıştırayım görüntü değişmemişti, gördüğüm doğruydu. Biri pencereden bize bakıyordu ve bakan kişinin saçları ışıktan apaçık ortadaydı, Sarı tutamları buradan bile görünüyordu. ''E...Eva?'' ~ Efnan'ın Elbisesi
|
0% |