Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm

@byzloey


Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın , sizleri çok seviyorum. Unutmayın ki her yorumu tek tek okuyorum ⚜️

İyi okumalar ^^

38. Bölüm | Kül olmuş kelebek

Heim | AYLIVA

İlk aklım ermeye başladığı zamanlar fazla yalnızdım, yalnız da değil aslında sadece fazla içime kapanıktım. Çekinirdim, çünkü çok utangaç bir kızdım küçükken.

Ama sarışın bir kız oturmuştu yanıma yanında bir erkek çocuğuyla. Erkek çocuğu açık kahve saçlıydı, kız ise sarı saçlı prenses gibi bir yüze sahipti. İkisi de iki yanıma oturup bana aynanda elini uzatmıştı isimlerini söyleyerek. Ben cevap vermeyince dilsiz olduğumu zannedip ismimi tahmin etmeye çalışmışlardı ama asla yaklaşamamışlardı. İkisi de bana farklı isim takmıştı ben ismimi söyleyene kadar. Bu uzun süre böyle devam etmişti, hatta neredeyse orta okula geçene kadar. Sonra dedem onlara kızıp onun adı Efnan dediğinde ikisi de azar işittiğinden ismimi artık doğru söylemeye başlamışlardı. Sonra da zaten en yakınlarım onlar olmuştu. Arkun ve Eva, Erkan ve Asya çok daha arka planda kalırdı onlara göre.

Şimdi o dört kişiden geriye bir kişi kalmıştı ve ben buna alışmıştım, atlatmıştım bir şeyleri ve alışmıştım artık bir şeylere. Belki bu konularda araştırma yaptığım ve bu konuları kapsayan ölümler gördüğüm için alışmıştım artık ama sonuç olarak alışmış ve atlatmıştım. Çünkü doğru bildiğim şeylere göre devam etmiştim hayatıma.

Ama bu görüntü bildiğim doğruları sarsmıştı şimdi.

''Efendim sevgilim?'' Korel'in yüzü bana döndüğünde kafamı olumsuzca sallayarak önüme döndüm. ''Bir şey yok.'' Gözlerim az önceki alana kaydı ama orada yoktu. Belki de hayal görmüştüm, çünkü o ölmüştü. Ölü bedenini görmüştüm. Beraber taşlarını yapıştırdığımız ayakkabısını, sarı saçlarını ve boynundaki kül olmuş kelebek kolyesini görmüştüm.

Onun orada dikilmesine imkân yoktu, belki de ona benzeyen başka biriydi.

Kasaba da insan bile kalmazken ona benzeyen insanın denk gelmesi tesadüf olabilir mi gerçekten Efnan?

Olabilir, olmalı.

''Efnan.'' Korel elini emniyet kemerime uzattığında arabanın birkaç dakikadır durgun olduğunu fark etmemiştim bile. Hızlı sürmesinden ötürü bu kadar hızlı gelmiştik ama aklım o kadar dağılmıştı ki sadece bir saniyelik görüntüyle kendimi toparlayamamıştım.

Korel kapısını açıp benim kapıma yöneldiğinde elimi enseme uzatıp sıktım. Bu gece özel olacaktı, özel olmalıydı. Normal bir gece olmalıydı, ne kadar etrafımız hayatımız ve biz normal olmasak da bir gecemiz, bu gecemiz öyle olmalıydı.

Korel kapımı açıp elini güler yüzle uzattığında dudaklarıma gerçek ve geniş bir gülümseme yerleştirdim elini tutarken. Arabadan indiğimde kapı kapandı ve araba kilitlendi. Sanat binasının dışındaki ışıklar yanıyordu ama sadece ilk kata kadar aydınlatmıştı dışını, girişte de mumlar yanıyordu. Korel otomatik kapı çalışmadığından yandaki kapıyı açıp önden beni geçirdiğinde içerinin tamamen mumlarla aydınlandığını gördüm. Gerçekten uğraşmış olmalıydı ve bu çabası şimdiden gözlerimi kamaştırmıştı.

Eli elimden belime geçip beni sola döndürdüğünde kapısı açık resim atölyesinden içeri girmiştik. Tuvallerin hepsi bir tarafa toplanmıştı, şövaleler de tuvallerin hemen sağında dikilmişti. Duvarın kalanları boştu, orta kısım tamamen boşaltılmış oraya bir yemek masası konulmuştu.

Masanın üzerinde işlemeli bir beyaz örtü, şamdanda üç ince uzun kırmızı mum, iki adet tabak kenarında özenle yerleştirilmiş çatal bıçak takımı ve iki uzun ince kadeh duruyordu. Hemen yanında da bir şarap şişesi.

Ortada da ince bir vazonun içinde ise bir adet gül duruyordu. Siyah bir gül.

Korel elini belimden yavaşça çekip sandalyemi geriye çekerken elbisemi düzeltip oturdum, gözüm pencereye kaymıştı. Pencerenin önünde de kalın kısa mumlar yanıyordu, mumların gölgeleri duvarlardaki tablo eksiğini kapatmıştı. Dışarıdan sadece ay ışığı süzülüyordu, şehrin ışıkları hala kesik kesikti.

Korel kendi sandalyesine oturduktan sonra bakışları bana kenetlendiğinde ben de kendi bakışlarımı onunkilere kenetledim. ''Kırmızı bir elbise... aynı tonda mat bir ruj...'' dudakları yana hiç masum olmayacak şekilde kıvrıldığında derin bir nefes çekmişti aynı zamanda. Dirseğini masaya yaslayıp baş ve işaret parmağını dudağına götürdüğünde oturuşunu daha rahat bir pozisyona sokmuş öne doğru eğilmişti.

Dişleri görünecek kadar geniş bir gülümseme vardı dudaklarında. ''İtiraf et bu kadar beklememiştin.''

''En az bu kadar güzel beklemiştim, sadece renk... bu renk aklıma gelmemişti.'' Ben de onunki kadar geniş, dişlerimi göstererek gülümsediğimde dirseklerimi yaslayıp öne doğru eğildim biraz daha.

''Ama... boynun boş kalmış.'' Dedi gözleri boş boynuma inerken.

''Boynumun kolyelerle pek hoş anıları yok.'' İmamı anladığında sesli gülüşü mumların gölgesinin vurduğu duvardan izlenebilecek kadar büyük bir gölgeye döndü. Bünyesinden ötürü duvarın yarısı mum yansımasıyla ona ait olmuştu.

''Bilerek yakmamıştım boynunu o gün.'' Sergi günü, ilk gelişimde boynumu yakarak kolyeme verdiği zararı bir kez daha hatırladığımda o şaşkın ve aptal halime güldüm.

Azra'ya ters bakışlarım ve onun bana yanaşmaya çalışmaları, Korel'in o ürkütücü ama üzerimden ayrılmayan bakışları...

O günler aslında çok da fazla uzak değildi ama bana bir önceki yaşamdan gelmişçesine eskiydi artık.

''Sadece seni bu kadar yakından gördüğüm ilk zamanlardı, kontrol edememiştim kendimi bir an. Yıllarca bekleyip bir anda yanımda görünce, buna hazırlıksız yakalandım.''

''Asansörü bilerek tuttun. Ben olduğumu biliyordun.''

''O asansörde seni bekledim, yirmi dakika boyunca.''

Gözlerim irileştiğinde bir an dirseğimin masadan kaydığını hissettim. Şaşkınlık bir anda kontrolümü kaybettirmişti ama neyse ki kendimi kaybetmeden toparlayabilmiştim.

''Yirmi dakika mı?''

Kafasını aşağı yukarı sallarken şişenin kapağını açtı ve kadehlere doldurmaya başladı. Bu mum ışığı ve karanlık bana küçük evde kaldığımız günleri anımsatmıştı. Ne kadar küçük tozlu ve berbat bir ev olsa da güzel anılarım olduğu için o ev de benim evimmiş gibi hissetmekten alı koyamamıştım kendimi.

''Bir türlü gelmedin, araba otelin önünde durduğunda gözlerimi yummuştum. İçimden saymaya başladım kaçta geleceksin diye.''

''Kaçta geldim?''

''666''

Doldurduğu kadehi önüme bırakıp benim kadehimi kendine aldığında yutkundu ve kurumuş dudaklarını yalayıp şişenin kapağını kapattı. ''O zaman almıştım ilk gelecek haberini. Senin beni seçmesen de Sencer ile aramda kalacağını anlamıştım o gün. Bu senin bana bilmeden verdiğin ilk mesajdı.''

Senin beni seçmesen de Sencer ile aramda kalacağını anlamıştım o gün...

''Ama ben hiç aranızda kalmadım.''

''İşte asıl sürpriz olan buydu zaten.'' Kadehinden bir yudum alırken gözlerini kısmış yüzümde gezdiriyordu. ''Bir diğer sürprizin tablolarıma duyduğun ilgi ve başına gelen onca şeye rağmen yanımda kalmandı. Birçok ölülerin kanları vardı elimde, birçok ruhu avladı bu ruhum... her şeyden önce bir şeytandım. Her insan benden korkar kaçardı ama sen köprü yanın baskınken, insanken bile kaçmadın. Aksine her yolun benim izimin geçtiği yollardı.''

''Tüm insanlar kaçsın, sen yine bana kal.'' Elinde tuttuğu kadehi masaya bırakırken ben de kendi kadehimi almış dudaklarımın arasına koymuştum. Gözlerimiz bir saniye olsun birbirinden ayrılmıyordu, az önce düşündüğüm ve aklımı bulandıran ne varsa yine uçup gitmişti yanında.

Kadehi dudaklarımdan ayırıp şarabın dudaklarımda kalan kısmını dilimle temizlediğimde o da boğazını temizleyip kafasını çevirdi. Kaç kaç.

''Yemeğe başlayalım mı?'' elini çatalına uzattığında ben de dudak büzerek kafamı salladım kendi çatalımı elime alırken. ''Başlayalım.''

''yerken dikkat et, rujun bozulmasın.''

Gülerek çatalı tabağımdaki tavuğa bandırdığımda ''neden?'' diye sordum.

O ise benden önce batırdığı çatalındaki tavuğu dişleri arasında almış sinsice gülümsemişti.

Soruma bilerek cevap vermiyordu çünkü aslında sessizliği verdiği asıl cevaptı.

Sessizliği bozmadan yemeğime devam ettiğimde gözlerim onunla yemek arasında gidip gelmeye devam etti, aç ayı oynamaz demişti bir keresinde. O aklıma geldiğinde tekrar yemeğimin boğazımda kalmaması ve kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum.

Ama o içimden geçeni bildiğinden çoktan gülmeye başlamıştı bile, fazla ses çıkarmadan.

Yine de kelimeler çıkmadı yemek bitene kadar dudaklarımızdan. Sadece şarabımızdan içerden aralanmıştı sonra da kaçamak gülüşlerimizle bu aralık devam etmiş yemek sonunda tekrar kapanmıştı.

Korel peçeteyle dudaklarını silerek peçeteyi tabağın kenarına bıraktığında bakışları bana döndü, ben ise gayet dikkatli yediğim için sadece dilimle temizleme işlemini yapmıştım bile.

''Bilerek yapıyorsun, yapma.''

''Neyi?''

Kıkırtısı kulağıma geldiğinde bende kıkırdamadan edemedim. Evet bilerek yapıyordum, çünkü bu oyunu o başlatmıştı ve ben o süre içinde hiçbir karşılık vermemiştim. Şimdi ise faiziyle karşılık veriyordum ve bu oldukça hoşuma gidiyordu.

''hem sen özel bir gece olacak demedin mi?''

''Özel geceye yaramazlık eklersen o bir geceyi aşar.''

''Aşsın.''

Kaşları hayretle kalkarken aralanan dudaklarını gördüğümde bende benimkileri ısırdım. Bozma ağırlığını bozma, git üstüne.

''Daha önce de aşmadı mı?''

''Henüz şehir yeniden yapılmadığı için bu rahatlığın, eğer binalar sağlam olsaydı yine böyle konuşabilir miydin acaba?''

Omuz silkerek arkama yaslandığımda kadehimden kalan son yudumu içip bu kez ıslaklığı silmeden rujumun üzerinde bıraktım. Ondan intikam almadan affedeceğimi sanıyorsa oldukça yanılıyordu çünkü bu gece onu affedecektim ama affetmeden önce bunu hak ettiğine oldukça emin olacaktım.

''Bilmem, konuşabilir miydim?''

''İntikam alıyorsun değil mi?'' dedi gözlerini kısarak.
Siktir! Bu kadar çabuk anlamamalıydı, fazla hızlı oldu.

''Bilmem, belki.'' Dudağımı büzdüğümde derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı, bugün ne kadar da sık gülüyordu öyle?

Güzel, tüm gece gülsün böyle.

Korel gözlerini üzerimden çekip ayağa kalktığında nereye gittiğine bakmak için gözlerimi ona çevirdim boş sandalyeden. Kalktı ve gölgede kalan kısma doğru ilerledi. Birkaç ses gelmişti ama neyden geldiğini müziğin sesini duyana kadar anlayamamıştım.

Pikapta yine bir şarkı çalıyordu, sadece fon müzik olan romantik ve ağır bir müzik.

Baş ucuma gelip reverans yaptığında elini tutarak elbiseme dikkat ettim kalkarken. Bir eli belimde diğeri belimde beni masadan uzaklaştırıp boş alana çektiğinde mumların arasına gelmiştik.
Şimdi İkimizin de yüzü aydınlıktaydı. Korel'in gözleri dudaklarıma kaydı ve ''ıslak kalmış. Daha öpmedim halbuki.'' Diye mırıldandı.

Cevap vermeden harelerine baktım, o da başka bir şey söylemeden beni kendine daha çok çekti. Bir eli sırtımın açık kalan kısmında geziniyordu ve tenimi okşaması beni mayıştırmıştı.

Eli belimden yavaş yavaş yukarı çıkıp toplu saçıma ulaştığında dudağını boynumda hissettim ve dakikalar sonra toka saçımdan çıktı, saçım dağınıkça omuzlarıma düştü. Korel dudaklarını boynumdan çekip eliyle saçlarımı düzeltirken yüzünü geri çekmiş yüzüme dönmüştü.

Ben ise sanırım az önce nefes almayı bıraktığımı yeni hissetmiştim, Korel bunu fark ettiğinde sadece kısık gözleriyle bir saniye baktı gözlerime, ardından tekrar elini belime yerleştirdi. Parmağını ipin arasına geçirmişti ve sıkı sıkı tutuyordu.

Diğer eli elimi sıkıca kavramıştı ve müzikle gayet uyumlu adımlar atıyor elbiseme basmamaya dikkat ediyordu.

''Cesedi... bilerek mi yolun ortasında bıraktın? O otobüste benim olduğumu biliyor muydun?''

''Hayır, bilmiyordum.''

Öyleyse bu da...

''Sende ilk izlenimimin bu olmasını ister miydim sence?''

''İlk izlenimin Azra'dan ötürü pek de iyi değildi.''

Sözlerim onu güldürmüştü. Haklı olduğumu biliyordu çünkü o gün oradan koşarak kaçtığımı ikimizde gayet net hatırlıyorduk.

''Ne geldiyse başımıza ondan geldi zaten.'' Diye mırıldandığımda yüzümü pencereye çevirmiştim. İnsanın görümcesi ne kadar kötü olabilirdi? Muhtemelen öyle bir yarışma olsa biz herkese tek atardık çünkü kimsenin görümce ve kaynanası gelinini muhtemelen cehenneme götürmemiştir.

Tamam gelin kaynana ya da görümce genellikle anlaşamazdı bunu bilirdik ama sonuçta ben bir gelin adayıydım ve adayıyken bile bunları yaşamam muhtemelen hayattaki şansımı gayet net ortaya koyuyordu.

''Bir daha öyle bir şey olmayacak, ayrıca...'' kafasını arkaya yaslayarak güldüğünde bir an içimdeki düşünceleri duyabildiğini unutmuştum.

''Ayrıca... buradaki erkeklerin aksine ben sadece senin yanındayım. Karşımda kimin olduğu önemli değil, yanımda sen olduktan sonra.''

Son cümlesine doğru sesi kısıldığında ipimin arasına geçirdiği parmağını çekti ve arkamdaki ip açılıp bacaklarıma doğru sarkmıştı.

''Korel...''

''efendim sevgilim.''

Penceredeki mumlardan biri söndüğünde boynuma doğru eğdiği yüzü duraksadı. Ben de yüzümü onunla aynı anda pencereye çevirdiğimde ikinci mumda sönmüştü. Korel belimdeki elini çekip elimden beni sıkıca tuttuğunda duvara yaslanmış şövaleler de bir bir devrilmeye başladı.

Korel beni elimden arkasına çekmişti ama ikimizde birdenbire ne olduğunu anlayamamıştık. ''Burada kal, bizden biri gelene kadar da ayrılma bir yere tamam mı?''

''Korel gitme.'' Gitmeye yeltendiğinde kolundan onu çekmemle adımları duraksadı. Ben ne zaman gitme desem hep kötü bir şey oluyordu, o da bunu bildiği için durup bir süre düşündü ama kararı değişmişe benzemiyordu çünkü tam o anda pencerenin camı birden patladı ve Korel beni duvara yaslayıp üstüme kapanmasa şu an üzerimdeki bordo elbiseye kan da karışıyor olurdu.

''İyi misin?'' elimi omuzuna uzattığımda ''İyiyim.'' Diye fısıldadı ama elime sırtına girmiş bir cam parçası gelmişti bile.

''Korel.''

''bekle burada, sakın... bir yere kımıldama. Tamam mı?''

Dudaklarını alnıma yasladığında kafamı aşağı yukarı sallayarak üstümden çekilişini izledim. Korel'in ne düşündüğünü hissedebiliyordum. Son silüet gelmişti ve canına susamış gibi şeytanı çağırıyordu.

Neden bir silüet cehennemden kaçmasına rağmen şeytanın karşısına çıkardı ki?

Korel'in adım sesleri benden uzaklaştığında yavaşça üstüme çeki düzen verip gergince nefes aldım. Pencereye ilerleyip dışarıya bakmak istiyordum ama bu çok riskliydi.

Korel'in canı o camlardan ne kadar yanmıştı? Kaç cam parçası girmişti?

Pencereden uzakta kalan duvara geçtiğimde, Korel'in gölgesini uzaktan gördüm. İnsan bedeninin gölgesini değil, şeytan gölgesini.

Duvara yaslanıp yavaşça yere eğildiğimde parmağımı bacağıma yaslayıp kendimce ritim tutmaya başladım. Buradan çıkmamam şu an tek yapabileceğim şeydi, Korel'i dinleyecektim çünkü ne zaman birbirimizi dinlemesek başımıza bir şey geliyordu.

Artık ders alacak kadar çok şey atlatmıştık, aptallığa yer yoktu.

''Efnan.'' Yaslandığım duvarın arkasından Semum'un sesi geldiğinde yaslandığım duvarda doğrulup yüzümü koridor kısmına doğru uzattım. Semum görünmüyordu.

''Semum, neredesin?''

''Vakit yok, yukarı gel.''

Gözlerim karanlık koridorda gezindiğinde bir şey göremediğim için ayağa kalkıp yemek masasına dikkatle yürüdüm ve şamdanı alıp koridora çıktım. Stresten dudaklarımı ısırıyor gergin nefesler alıyordum, Semum'un etrafta görünmemesi beni çok daha fazla huzursuz etmişti.

''Neden yukarı gidiyoruz, yukarısı henüz yapılmadı.''

''Önemi yok, yanıma gel Efnan.''

Semum bana ne sıklıkla Efnan derdi? Adımlarım durduğunda Semum'un sesi kesildi. Kaşlarım çatıldı, elimdeki şamdanla arkama döndüğümde bomboş kapısı açık bir koridor vardı önümde. Merdivenin başında dikiliyordum, etraf karanlıktı ve tek ışık elimdeki mumdan geliyor gölgemi duvara yansıtıyordu.

Üstelik duvara yansıyan görüntüm yukarıdan görünebilir haldeydi. Gözlerimi yumup sakinlikle muma üflediğimde gölgem de ışıkla beraber yok oldu. Adımlarımı arkama yönelteceğim sırada bir ses daha doldu kulaklarıma.

''Efnan, aşağısı güvenli değil. Yanımıza gel.''

''Grim?''

''Evet benim, gel hadi.''

'Arkadaşını ben eve bırakırım.' Grim gerçekten Arkun'u bırakır bırakmaz buraya gelmiş olabilir miydi? Paranoyaklık mı yapıyordum? Tanıdığım iki insanın sesini duymuştum neden hala dikiliyordum ki burada?
Üstelik söylediği gibi aşağısı güvenli değildi ve Korel de bizden biri gelene kadar bekle demişti.

Hem bizden hem de Birden fazla olduklarına göre yanlarına gitmem anormal bir şey değildi.

Merdivene bir adım atarak çıkmaya başladığımda elimdeki mum kendiliğinden tekrar yandı, içeri vuran rüzgâr bile mumun üstünde yanan ateşi oynatmamıştı yerinden.

Garip bir şeyler oluyor.

Gözlerimi kendiliğinden yanan mumdan tekrar merdivenlere çevirdiğimde tekrar Semum'un sesi duyuldu koridorda. ''Piyano odasına.''

Yüzümü sağa çevirdiğimde piyano odası gözümün önündeydi. Adımımı oraya çevirdim ve odanın içine girdim. İçerisi boştu, kimse yoktu ve tek ışık bendim.

Elimdeki mum etrafı aydınlatmıştı. ''Semum, Grim?'' elimdeki şamdanı duvar piyanosunun üst kısmına bıraktığımda yüzümü etrafa çevirdim.

Çevirmez olaydım!

Onu gördüğümü biliyordum!

Keşke gördüğümü Korel'e söyleseydim!

Keşke gözlerime inansaydım!

''Eva?''

Duyduğum Semum değildi Grim de değildi. Gelirken tereddüt ettiğimde anlamalıydım, köprü kendisine zarar verileceğini hisseder.

Eva gülümseyerek kapının ağzında dikiliyordu. Boynunda kül rengine dönmüş kelebek kolyesi ve ayağında bizim beraber tasarladığımız ayakkabısı onu yerde ölü gördüğüm gün ki kıyafetleriyle duruyordu karşımda.

Bir an içimin burkulduğunu hissettim, karnıma bir ağrı saplanmıştı onu karşımda canlı görünce. Koşup sarılmak istedim, sen nasıl öldün arafta acı çektin mi demek istedim ama onun Eva olmadığının bilincindeydim. Bu bir kez daha yakmıştı canımı.

''Özledin mi beni, gerçi mezarıma bir kere bile gelmedin. Nasıl özleyebilirsin ki?''

Mezarıma bir kez bile gelmedin. Gitmedim, haklıydı.

Yüzümü yere eğdiğimde dudaklarımı ısırmaktan ve dolan göz yaşlarımın gözlerimden akmasına engel olamadım.

O Eva değil kendine gel!

Ama söyledikleri doğru.

''Daha önce içine girilmiş bir bedene nasıl tekrar girebiliyorsun?'' diye mırıldandım yüzümü yerden ağır ağır kaldırırken. Eğer son iblis burada karşımdaysa, Korel'i çağıran kimdi?

''Ben basit bir iblis değilim ki köprü... beni unuttun mu? Halbuki aramızda bir bağ kurmuştuk seninle.'' Bana doğru üç adımda geldiğinde gözlerini gözlerime kenetledi.

İçine baktığımda anında tanımıştım kim olduğumu ve elim refleksle nedensizce karnıma gitmişti. Sancı giriyordu ve kendimi iyi hissetmiyordum. Bir elimi duvara uzattığımda akan yaşları diğer elimi karnımdan çekerek sildim.

Bu içine baktığım o gececiydi.

''Ama gececiler bitmişti.'' Diye fısıldadığımda güldü. Eva'nın gülüşünü bile özlemiştim.

''Ben gececi olarak öldüm ama silüet olarak geri çıktım.''

''Seni...'' diye başladığımda bir adım daha attı. ''Evet. Beni Sevgili kayın validen yolladı, gerçekten de adının hakkını veriyor. Tam bir dişi şeytan.''

Yanıma vardığında yüzünü arkamda kalan piyanonun üstündeki şamdana uzatıp üfledi ve etraf yine karanlık olmuştu. Şimdi aynı gececiyken olduğu gibi gözleri parlıyordu.

Gözlerimi bilerek gözlerinden kaçırdığımda bir anda beni duvara yapıştırdı, eli boğazımdaydı.

''Ne seni bu kadar değerli kılan hiç düşünmedin mi köprü?''

''İlk olmam, birçok şeyin...ilkiyim.'' Elimi boğazımı sıkan eline çıkardığımda dizimi kaldırıp yırtmacın daha da açılmasını umursamadan dizine geçirdim ama hiç etkilememişti.

''Evet birçok şeyin ilkisin ama... seni değerli kılan şey sen değilsin.'' Diğer elini sertçe karnıma uzattığını gördüğümde korkuyla ellerimi gözlerine sokarak onun dikkatini dağıtabildim.

İnleyerek geri çekilmişti ben ise panikle onun elinden kurtulup derin nefesler alırken ona sert bir tekme daha indirerek merdivenlere yönelmiştim.

Normalde olsa öfkelenebileceğim hatta karşılık verebileceğim bir durumken şimdi bir şey yapmak için kendimi oldukça yetersiz hissediyordum.

Karşındaki çocukluk arkadaşın olduğu için olabilir mi Efnan?

Merdivenlerden inmek üzere kenardan tutunduğumda saçlarımdan çekilmemle kendimi tekrar koridora savrulmuş buldum, acıyla öyle bir inlemiştim ki sanat binasında tam üç kez yankılanmıştı bu çığlık.

Ben sırtım duvara yaslanmış yerde dururken Eva tam karşımda ayakta dikiliyordu. ''Sadece üç saniye sürecek bir iş için kısıtlı zamanımı harcıyorsun köprü.''

''Zamanının kısıtlı olduğunu bilmen güzel.'' Ellerimi yere yaslayıp ayağa kalkarken derin derin aldığım nefesler göğsümü kaldırıp indiriyordu. Ayağımdaki topuklular düşerken canımı yakmıştı ama şu an çıkartma imkânım yoktu.

Eva üzerime doğru gelip elini bir kez daha boynuma uzattığında dirseğimi yüzüne sertçe geçirdim.

''bilerek onun bedenine geçtin değil mi? Karşılık verirken zorlanacağımı biliyordun.''

Eva'nın boynundan bir ses gelmişti, elini çenesine koyup yüzünü bana çevirdiğinde gelen ikinci sesle sırtım soğuk duvara yaslandı ve bu soğuk iliklerime kadar titretti.

''Bu kadar hızlı toparlanacağını düşünmediğim doğru.'' Elini hızla boynuma geçireceği sırada yüzümü sola kaldırıp arkasına geçtim ve onu duvara iterek bu kez onun boğazına ben ellerimi sardım.

''Nasıl? Acıtıyor değil mi?''

Bu öfkem yine nereden gelmişti bilmiyordum ama bedenimde öfkelenme dalgaları git gelli ve dengesizce geziniyordu.

Yine kabarmış neyse ki bu kez doğru zamana denk gelmişti. Eva benim gibi dizini kaldırdığında diğer elimle onu engelleyerek boğazını çok daha sıktım.

Nefes alamıyor bakışlarını yukarı kaldırıyordu. İki eli de elime değdiği an çığlık attı, yine dumanlar etrafta süzülüyordu.

Elimin altından gelen o dumanı ve burnuma dolan yanık kokusunu duyumsadım ama kendime engel olamıyordum ve göz yaşlarım Eva'nın bedenine zarar verdiğim düşüncesiyle hızla yanaklarımdan akıp gidiyordu.

''Siz beni hep zayıf noktamdan vurmaya kalktınız.'' Kafasını duvardan çekip sertçe vurduğumda bir kez daha acıyla inledi.

''Ama benim şeytanın köprüsü olduğumu hep unuttunuz ve şeytandan neden korkarız biliyor musun?''

Dudakları aralanıp gözlerini yumduğunda içimden gelen bu ateşin ruhunu parçalamaya başladığını gördüm.

''Şeytan, kinci ve intikamcıdır. Şeytan istediğini alana dek insanın yakasına yapışır.'' Eva'nın bedeninden benim gibi göz yaşları akarken çığlık atmaktan ses kısılmıştı ve elime her dokunmaya kalktığında acıyla elini geri çekiyordu. Boğazı elimin altında kaygan hale gelmişti.

Gözlerini açtığında sonunda o parlaklığı yavaşça sönmeye başladı ve zorlukla ''cehennemde çürüyeceksin.'' Diye fısıldadı.

''Ne saçmalıyorsun?''

''Deden senden utanıyor.''

Boştaki elimle önümü görmemi engelleyen yaşlarımı silerken titreyen çeneme hâkim olamamıştım, neyse ki karanlıktaydık. Hıçkırmadığım sürece böylesine şiddetle ağladığımı göremezdi.

''Kes sesini! Yalan söylüyorsun!''

''Öyle mi?... Efnan ismini... sana deden verdi.... Anlamı cennetteki güzel gözlü kız... ama sen şeytana âşık oldun... dedene sırtını döndün ve cehennemi seçtin... sence ... yalan mı söylüyorum?''

''KES SESİNİ!''

''Ben kessem de... artık bu yoldan dönüşün yok... artık çok geç.''

Gözlerinin feri giderken boğazının elimin altında tutulamayacak kadar sıcak olduğunu hissediyordum ama o kadar umurumda değildi ki aklımda yankılanan sözlerinden ötürü her defasında daha sert ve daha sıkı sıkıyordum boğazını.

Gözlerimden çıkan o ateşin ışığını karanlığa vurmasından anlayabiliyordum. Gözlerinin feri gitmeden önce, kalan o harelerinden korkuyu görmüştüm.

''Artık çok geç....çünkü çoktan varlığını hissettirmeye baş-''

Aralık dudaklarından dışarı bir silüet süzülmeye başladığında kaplı dişlerimi sıkan çenem gevşemiş dudaklarım aralanmıştı. Elimi anında çekmiştim boğazından ama çok geçti, ruhu bedeninden ayrılmıştı ve Eva'nın bedeni ayaklarımın ucuna düşmüştü.

Bir elim yanıklar içinde diğeri de aşağı sarkık dururken bir adım geri çekildim şaşkınca.

Öldürmüş müydüm?

Öldürmüştüm.

En yakın arkadaşımın boğazını yakmıştım.

Ben köprü, bir silüeti öldürmüştüm.

Ben Efnan, en yakın arkadaşımın üçüncü kez ölmesine sebep olmuştum.

''EFNAN!''

Merdivenden gelen art ardına sesleri kulağım işitmedi bir süre, sadece adım sesi geliyordu alel acele çıkan o kadardı.
Ben hala ayaklarımın ucunda yatan Eva'nın bedenine bakıyordum.

O beni öldürmeye gelmişti ama ben onu öldürmüştüm. Ellerim titremeye başlamıştı ve canım yanıyordu. Geriye adım atmak isterken topuğum kırılıp ayağım burkulduğunda belimden biri beni kavradı. ''Yavaş sakin.''

Kimdi kavrayan bilmiyordum sadece onun ardından bir ''Siktir.'' Lafı duyulmuştu. ''Sana rekora koşuyorsun derken şaka yapmıştım.''

Bir anda bacaklarımın altından ve sırtımdan bir el geçtiğinde merdivenlerden indiğimizi fark ettim. Derin derin nefesler tutuyordum ve yanık olan elimi hala havada tutuyordum.

''Köprü... iyi misin?'' Sesini yeni yeni ayırt etmeye başladığım kişiye sertçe yutkunarak baktığımda dudaklarını ısırdı. ''Değilsin, sormadım say.''

Son merdivenden inip dışarı çıktığında sadece bizim yemek yediğimiz odanın değil diğer camlarında patladığını görmüştüm.

Korel neredeydi? Nasıldı? Canı yanmış mıydı? Benim çok yanıyordu, neredeydi?

''İ...indir beni.'' Diye mırıldandım Grim'e bakarken.

Dudaklarım aralık kalmasından ötürü kurumuştu, güzel ve normal geçmesi gereken gecemiz mahvolmuştu. Bu dudaklarım gece boyu kurumayacaktı ama şimdi bu aralık dudaktan içime nefes bile girmiyordu.

''Olmaz, bu halde yürüyemezsin.''

''Grim indir beni.'' Adımları durduğunda derin bir nefes aldı ve eğilerek yavaşça beni bıraktı. İlk başta yalpaladım gerçekten, sonra Grim'in önümde eğilmesini gördüm. Ayakkabılarımı çıkarıyordu.

''Benimkileri vereyim mi?''

''Hayır.'' Hemen solumuzda kalan banka bir kuzgun konduğunda ona döndüm. Aramızda biraz mesafe vardı.

Yüzünü bize döndüğünde kafasını eğmişti.

'Omuzuma gel Semum.'

Semum banktan uçup omuzuma konduğunda göz yaşlarımı silmeden ona döndüm. Dudaklarım ve kirpiklerim titriyordu.

Yüzümü ona rağmen Semum'a döndüğümde konuşacak gücü kendimde bularak ''Git ve şeytana haber ver... zaman doldu.'' Diye mırıldandığımda Semum kafasını eğdi ve omuzumdan uçup gök yüzüne karışarak kayboldu.

Zaman dolmuştu.

O aşağı kumları akan kum saatini almış elimle durdurmuştum.

En yakın arkadaşımı bir kez daha öldürmüş sevdiğim adamın avuçlarımdan kaymasına sebep olmuştum.

Hangisi daha kötüydü?

''Köprü...''

''Tek kelime etme, yalnız bırak beni.''

Grim belimden tutup banka ilerlettiğinde sesimi çıkarmadım. Berbat hissediyordum, hayatımın en kötü ikinci anıydı.

En az birincisi kadar berbattı, en az cehenneme indiğim gün ki kadar yakıcı ve zarar vericiydi.

Sarmaya başladığım ruhumun kırıkları aynı sanat binasının camları gibi yerlere dağılmıştı şimdi ve ben o camların üzerinde yürüyordum. Her adım da ayağıma daha fazla cam kırıkları batıyordu, en kötüsüyse ayağıma batan bu camlar kırılan kalbimin ve ruhumun camları olmasıydı.

''Yine gidecek değil mi? Gitmek zorunda...'' diye fısıldadım kafamı geriye yaslayıp karanlık gök yüzüne bakarken. Göz yaşlarım yanaklarımdan akıp gidiyordu, Grim de sessizce dikilmeye devam ediyor sorumu cevapsız bırakıyordu. Gerek yoktu, sessizliği onun yerine cevabını vermişti.

''Yalnız bırak beni...Lütfen.''

Nasıl olsa son silüette cehenneme gitti. Nasıl olsa o kapı aralandı ve şeytanın gitmemesi için önünde hiçbir engel yok.

''Nasıl olsa güvendeyim artık... köprü olmamı gerektirecek bir şey yok.''

''Sen benim için her zaman köprü olarak kalacaksın.'' Grim hemen önüme gelip bana baktığında derin bir nefes almıştı, kafası yere eğikti ve elindeki ayakkabıları hemen yanıma bırakmıştı.

''Her göz yaşının ardında bir mutluluk saklıdır, bunu sakın unutma. Her vedanın ardında da bir kavuşma.''

''Her veda kavuşmayla sonuçlanmaz.''

''Çünkü bazen vedalar gerçek bir veda değildir köprü.''

Kafamı geriye yasladığım yerden kaldırıp yüzüne baktığımda gülümsedi. Ardından arkasını dönüp yürümeye başladı. Gerçekten gidiyordu, bu da gerçekten artık her şeyin bittiğini gösteriyordu.

Artık bitmişti, yer yüzü silüetlerden arınmıştı.

Artık bu hikâyede ne bana ne de şeytana gerek kalmamıştı, benim kasabaya gelme nedenim son bulmuştu.

Dudağımın içini sertçe ısırarak tekrar kafamı geriye yasladım. Deli gibi rüzgâr esiyordu ama tenimi görmüyor gibiydi çünkü ben hiç üşümüyordum. Uğultusu kulağımdaydı ama duymuyordum.

Sanırım o bile şimdiden önemsizleştirmişti beni, hem de o kadar şey yaşamama rağmen.

Gözlerimden yaşlar akıp giderken gök yüzünün karanlığı yeterince karanlık gelmediği için göz kapaklarımı yumdum. Şimdi yeterince karanlıktı.

Gittin mi yine?
Bir veda da mı etmedin?

Veda etseydin keşke en azından. Belki Grim'in söylediği gibi gerçek veda değildir diye teselli edebilirdim kendimi ama gittin sen, gittin mi?

Gitsen hissederdim...

Ama kalsan da gelirdin...

Gözlerimden yaşlar akmaya devam ettiğinde bu kez titreyen çenemi ve dudaklarımı tutmadım. Bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan. Bu kadar günahkâr olduğumdan mı kader gülmüyordu yüzüme?
Arkamdan oldukça gülüyor olmalıydı ama.

Elimi yanaklarıma uzatıp sildikten sonra ağlamaya devam ettim, zaten kimse yoktu. Her yer sessizdi.

''hani... her yer sessiz... ama ben seni duyamıyorum...'' diye fısıldadım kendimce.

Yoktu işte ne adım sesleri ne kendisi ne de kokusu. Hani rüzgâr, onun kokusunu bana getirmiyorsun, niye esiyorsun ki o zaman?

Ne işe yararsın ki o zaman?

Bir kanat sesi duyduğumda burnumu çekip yaslandığım yerden doğruldum gözlerimi aralarken.

Gelen Semum'du.

Yine omuzuma konmuştu, neden insan bedeninde değildi ki?

Yine omuzuma konmuştu, neden insan bedeninde değildi ki?

''Sen... sen ne zaman gidiyorsun?'' gagasını yanağıma uzatıp göz yaşımı sildiğinde varla yok arası gülümsedim.

'Ağlamayın.'

Nasıl ağlamam ki? Kavuşamadan ayrılık yaşıyoruz günlerdir, kavuşmanın ne demek olduğunu unuttum artık. Çünkü ayrılık izin vermedi öğrenmeme.

''Ben artık yalnız mı kalacağım, veda bile etmeyecek misiniz giderken? Yoksa veda etmeye mi geldin?''

'Hayır, sizi evde bekleyen biri var. Onu haber vermeye geldim.'

Aniden yerimden kalkmamla Semum havalandığında onu korkuttuğumu anladım ama bunu anlamam biraz geç olmuştu.

''G...gitmedi mi?''

Semum uçarak arkamdaki yolda duran aracın arkasına konduğunda kaşlarım çatıldı. Çıplak ayaklarım üşümeye başlamıştı. Beton soğuktu ve hala minik çukurlar vardı. Yürürken sağa sola savrulmamak mümkün değildi, hele ki çıplak ayaklarla.

''Bu araç ne zaman geldi?'' Semum'un arabasına ilerleyip kapıyı açtığımda anahtarının üzerinde takılı olduğunu gördüm. Bunu getiren Grim olmalıydı, arabayı bilerek mi bana bırakmıştı?

Kurumuş dudaklarımı yalayarak anahtarı çevirip çıplak ayaklarımı pedala yerleştirdiğimde ellerimi gözlerime getirip dikkatle sildim.

Arabanın farları anında yanarken gözlerim aynadan arkamda duran kuzguna döndü.

''Eva'nın bedeni ne olacak?''

Gözlerimin dolmaması için üstün bir çaba gösteriyordum yine, onun bir silüet olduğunu kendime birçok kez hatırlatsam da bedeninin geldiği, benim getirdiğim, o hali gözümün önünden gitmiyordu ama Korel'in yanına ne zaman gitsem ve ona ne zaman sarılsam her şey geçiyordu.

Yine geçer miydi?

'Onu biz hallettik.'

Derin bir nefes alarak gaza bastığımda Semum arkamdan yine uçup gitti. Ben ise otelin yolunu en az Korel'in gelirken sürdüğü kadar hızlı sürüyordum.

Eve gitmek için o kadar sabırsız ve üzgündüm ki, bir an o gelmediği için ona kızdım.

Keşke o gelseydi, beklemek zorunda bile kalmasaydım.

Çünkü her zamankinden çok ihtiyacım vardı ona.

Yine de hepsinden önemli bir şey varsa bu da gitmemiş olmasıydı, bu gitmeyeceği anlamına gelmese de en azından ben onu son kez onu görmeden gitmeyecekti.

Otelin olduğu yola sapıp arabayı rastgele ortaya bıraktığımda arkamdan seslenen kimseye aldırmadım. Elbisemi topladım ve çıplak ayaklarımla asansörün önüne koştum.

Asansör tam da şansıma altıncı kattaydı. ''bari asansörü bana bıraksaydın.''

Asansörü bilmem kaç kez taciz ettikten sonra açılmasıyla sevinerek içine binip tekrar altıncı kata bastığımda kapanan kapıyla yüzümün yansımasını gördüm. Gözlerimden varla yok arası siyahlık yanaklarımdaydı ama çoğu yan olarak akmıştı. Yüzümü eğdiğimden ötürü yanaklarım fazla siyah değildi. Eyelinerım bozulmuştu. Avucumun alt kısmıyla gözlerimin kenarlarını kapı açılana kadar sildikten sonra kapı açılma sesini duymamla asansörden fırladım.

Elbisemi bir yandan tutuyor bir yandan da altmış altıncı odanın önüne varıyordum. Kapı her zamanki gibi aralıktı. Nefes nefese kapıyı açıp içeri girdiğimde arkası dönük elleri cebinde Korel'in sırtı karşılamıştı beni.

Kapının açılma sesiyle yüzünü bana döndüğünde ''Gitmedin...'' diye fısıldadım. Adımlarım yavaşlamıştı ona doğru yürürken.

Kafasını olumsuzca salladı. ''Gitmedim, bu kez veda etmeden gitmem.''

Ellerini belime sardığı gibi bende benimkileri boynuna sardığımda çenem yine titremişti, ayağıma batan birkaç cam parçasının verdiği acıyı bile yeni hissediyordum.

''Öldürdüm... en yakın arkadaşımı bir kez daha öldürdüm.... Bu yüzden gitmek zorundasın.''

''Hayır, hayır sen bir silüeti öldürdün. Arkadaşının bedenini kurtardın...''

Kafamı olumsuzca sallayarak kollarımı geri çektiğimde yüzümüz birbirimizin hizasına geldi. ''Ona ne yaptığımı görmedin.''

''Biliyorum... biliyorum güzelim.'' Bir elini belimden yanağıma çıkardığında kaşlarım çatıldı, sonra Semum'dan ötürü olabileceğini hatırlayıp gevşettim kaşlarımı.

''benim merak ettiğim... şeytandan başka kimse bir ruhu cehenneme gönderemezken senin bunu nasıl yaptığın.''

Diğer elini de belimden çekip diğer yanağıma koyarak iki baş parmağıyla silerken gözlerimi yumup sakinleşmeyi bekledim.

''Bilmiyorum... bir anda oldu çok öfkelendim... Bana neler oluyor Korel?''

''Bilmiyorum güzelim... bilmiyorum ama öğreneceğim.'' Beni kendine çekip kollarını sıkıca bedenime sardığında derin bir nefes aldım.

Alamadığım o nefes daha yeni ciğerlerime giriyor gibi hissediyordum. Burnumu bir kez daha çektiğimde Korel'in dudaklarını saçlarımın arasında hissettim.

''Bu gece böyle bitmemeliydi.''
''Bu gece elbiseni yırtan ben olmalıydım.'' Dediğinde nefeslenircesine güldüm.

''Gittikten sonra ne olacak? Bir daha gelmeyecek misin? Ben ne olacağım?''

''Şşşş. Bu gece değil, bu gece yeterince berbat oldu.''

Eli belimdeki ikinci düğüme gidip çözdüğünde elbisenin önü hafifçe düşmeye başladı.

Korel elbiseyi üzerimden çektiğinde içimde kısa varla yok arası straplez bir atlet ve mini bir elbise içliği ile kalmıştım. Belimdeki elini çekmeden yatağın kenarındaki kıyafeti başımdan aşağı geçirdiğinde saçlarımı kıyafetin içinden çıkardım. Kafamı göğsüne yaslamıştım. Ağlamam azalmıştı ama göz yaşlarım hala sessizce yanağımdan akmaya devam ediyordu.

''Yarın... uyandığımda yanımda olacak mısın?''

''Uyandığında görürsün.'' Diğer elini bacaklarımdan geçirip beni yatağa götürdüğünde yüzüne baktım. Bu yüzü şimdi milyonuncu kez ezberlemek zorundaydım, çünkü olur da bir daha göremezsem bu gözlere tutunmalıydım.

Gözlerimi her kapattığımda görebilmeliydim. O yıkılan evde on yaşımda gördüklerimi unuttuğum gibi unutmaktan korkuyordum onu. Belki yaşlanınca unuturdum, belki bunardım.

Kim olduğunu hatırlamasam da yüzünü hatırlamalıydım. Sadece gözlerini ve vücudunu da hatırlasam yeterdi. Göz yaşlarım hızla akmaya başladığında beni yatağa bırakmış ''Şşş. Ağlamak yok.'' Diye fısıldayarak kollarını bana dolamıştı.

Ama ben kendimi tutamadan yüzümü göğsüne gömüp hıçkırarak ağlamaya başlamıştım bile.

''Keşke o beni öldürseydi de ben onu öldürmeseydim.''

''Efnan... böyle şeyler söyleme... duymak istemiyorum. Hem de hiçbir zaman.''

''Zaten gittikten sonra duyamayacaksın, duyamayacaksın değil mi?''

Yüzümü onunkine uzattığımda alnıma bir öpücük kondurdu. ''Bana güveniyor musun sevgilim?''

Kafamı aşağı yukarı salladığımda gülümseyerek yüzüme yapışan saçları kulağımın arkasına ittirdi.

''ben seni hiç bırakır mıyım?''

''Hayır ama-''

''Bu gece ağlamak da, bu sözün aması da yok.'' Beni üstüne çekip kafasını yastığa koyduğunda bir anlık sersemlikle ellerimi göğsümüz arasına koyup hava da kaldım.

''Ee... gömlekle mi uyuyacağım?''

''Korel.''

''Bu gece çok zor geçti farkındayım, yanına gelmem gerekliydi onun da farkındayım.'' Gömleğinin düğmelerini açarken gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

''ama dikkatimi dağıtanın ne olduğunu öğrenmiştim.''

''Neymiş?''

''Bir köpek.''

''Ne?'' Çatılan kaşlarıma karşı gülerek kafasını aşağı yukarı salladı. Gömleğinin önünü tamamen açmıştı ve ellerim artık bir kumaş parçasına değil tenine değiyordu.

Ağlamam azalmış göz yaşlarım dinmişti, şimdi benden gelen tek ses çektiğim burnumun sesiydi.

''Evet... Semum nasıl kuzguna giriyorsa, biri de köpeğin içine girmiş.''

Elimi saçıma geçirip omuzumdan arkama savurduğumda eli açıkta kalan boynuma uzandı. ''Boynun acıdı mı?''

''Onunki kadar acımamıştır.'' Yüzümü eğerek söylediğim bu sözün hemen ardından çeneme değdi parmakları ve kaldırdı yüzünün hizasına yüzümü.

''Sen öldürmesen de o ölecekti.''

''Bu kadar acıyla değil.''
''O acıyı Eva çekmedi.... Ayrıca... ben de en az seninki kadar acıtırdım. Çünkü sana zarar vermek için gelmişti.''

Gözleri titreyen dudağıma düştüğünde gülümseyerek baktı. ''Rujunu bozmamışsın.''

''Bozulmamış mı?''

Kafasını sağa sola sallayarak ''Bozulmamış. Bozalım mı?'' diye mırıldandığında gülerek göğsüne vurdum.

''Korel!''

''İyi tamam.''

''Veda öpücüğü mü olacaktı bu, olmasın. Öpme.''

Bir anda tekrar ağlama isteği uyandı içimde. Öfke bitti sıra duygusallığa geçti sanırsam. Harika!

''Hayır, sadece gecenin sonunu en azından güzel hatırlayalım istemiştim.''

''öyle mi?''

Kaşlarını kaldırıp kafasını aşağı yukarı sallarken gözleri yine dudaklarımdaydı. Sertçe yutkunuşunu duymak bir yana âdem elmasının oynadığını bir kez daha gördüğümde dudaklarımı yaladım ve ona doğru eğildim.

Ne yapacağımı anladığı gibi beni belimden tutup ters çevirdiğinde saniyeyle artık sırtı yatağa değen o değil bendim.

Elleri yüzüme düşen saçlarımı çekip göz yaşlarımı yanağımdan temizledi. Ardından dudaklarımın üstünden geçip nemini aldı.

''Uyandığımda yanımda ol...'' diye fısıldadım. Üzerime eğilip boynuma bir öpücük kondurduktan sonra kulağıma doğru eğildi.

''Eğer yanında olmazsam... bil ki seni çok daha mutlu edecek bir yerdeyim.''

 

Loading...
0%