@byzloey
|
''Dedenizin mezarı?'' dedi soru sorar şekilde, yüzünü bana dönmüştü. Gözlerinde kızarıklık vardı, Göz pınarı bile kızarmış duruyordu. Gözlerimi yüzünden çektim ve gözlerinin içine sabitledim. ''Tanıyor muydunuz?'' Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Depremden önce tanırdım, günlüğüne yazı yazıyordu bir bankta. Yanına oturmuştum, öyle tanışmıştık. Benim kim olduğumu anında anlamıştı, hakkımda her şeyi bilen sayılı insanlardandı.'' Söylediği sözler kafamı karıştırmıştı. Dedemle bu kadar yakın olduğuna şaşırmıştım. Daha önce onu gördüğümü düşünmem belki de bu yüzdendi, yüzünün tanıdık gelme sebebi. ''Ama siz beni daha önce dedenizin yanında görmediniz.'' Dedi aklımı okur gibi yine. ''Beni gördüğünüze şaşırmadınız, dedem olduğunu nerden biliyordunuz?'' dudaklarına masum bir gülücük yayıldı. Yüzünün yanı sıra tüm bedeniyle bana döndü, boynundaki kolyesinin zinciri yine göz önündeydi. Bugün üzerinde takım elbise vardı, rahat ressam giyiminden tam bir öğretmen görünümüne dönmüştü. ''Tahmin etmek zor olmadı.'' ''Sergiden sonra yangın çıkmış, ciddi bir hasar...'' Kafasını sağa sola salladı. ''Sadece tablolar mı yandı?'' ''Evet, sizinki hariç.'' Bana neden tabloyu hediye ettiğini merak etsem de sormadım. O da bir şey söylemeden gözlerini gözlerime dikti, ardından boynuma indirdi. Ben de onun gibi bir şey söylemeden gözlerimi ona diktim. Her hareketini incelemek adına, sessiz kalmamın ardından çok geçmeden telefonum titremeye başladı. Arkun arıyordu, Korel'in gözleri telefondaki isme takıldı. Gözlerini kıstı ve yüzünü sola doğru çevirip dudaklarını ısırdı. ''Efnan Hanım zahmet olacak ama işe geç kalmasak mı artık, yoksa artık beni idare edecek arkadaşlarım olmayacak.'' Sesini Korel'in duymaması için yandan kıstım ve bir adım yavaşça geriledim. ''Dedemin mezarı yukarıdaydı, gelmem sürdü biraz.'' Arkun anlayışla acele etmem hakkında konuşurken Korel yüzünü tekrar bana döndü ve elini çenesine koyup sıvazladı. Sessiz bir tonda ''Beraber gidelim, sonuçta aynı yere gidiyoruz.'' Dedi ve benim geri attığım adımı bana doğru attı. Aramızdaki mesafe az önceki kadar olduğunda durdu ve beni izleyen bakışlarını üzerime kilitledi. Arabada belki onu nerden tanıdığım hakkında sorular sorabilirim düşüncesiyle bu fikir mantıklı gelmişti. ''Tamam sen git ben biraz daha buradayım, buradan geçerim.'' Arkun emin olup olmadığımı sordu ve geç kaldığından olsa gerek fazla ısrarcı olmadan telefonu kapattı. ''Siz dua edin, ben de arabayı bu tarafa getireyim, aşağıda başkasına daha uğramıştım orada kaldı.'' ''Ailenizden biri miydi?'' yanımdan geçen adımları durdu bir süre cevap gelmeyince vermeyeceğini düşünmüştüm ama verdi. ''Ailemden hiç kimse toprak altında değil, ama toprak altında saygı duyduğum birkaç insan var.'' Korel hızlı adımlarla yanımdan geçti ve gitti. Ben ise dedemin mezarına döndüm. ''Senin yanında görmediysem ben bu adamı daha önce nerde gördüm?'' diye mırıldandım. Her zaman sanki beni duyar gibi konuşurdum dedemle. Ailem çalıştığı için dedem ve büyük annem bakardı bana, ailem olarak onları daha çok sayardım. Dedemin korkutucu masalları ve dedeme bu yüzden kızan büyük annemin azarlarını dinleyerek büyümüştüm ellerinde. Şimdi düşününce o günlerin ne kadar çabuk geçip gittiğini bir kez daha fark ettim, içimde bir burukluk oluştu. Gidip mezarın tam önüne geçtim ve ellerimi açıp dualar okudum, Korel mezarı temizlemiş, sulamıştı. Aralarındaki bağın neden bu kadar derin olduğunu merak etsem de buna cevap verebilecek tek insan vardı, o da cevap verir miydi bilinmezdi. ''Buraya gelmekle hata mı ettim dede? İçim de geçmeyen bir his var. Dokunduğum çoğu kişi sanki canımı yakıyor. Böyle ölüm kadar soğuk ve karanlık derler ya öyle bir his oluşuyor içimde. Sorun bende galiba, buraya geldiğimden beri bana bir şeyler oluyor.'' Mezarlıkta oluşan sessizlik bir an içimi ürpertti. Elimi cevap veremeyecek olan dedemin mezarına uzattım. Kenara oturmuştum, elimi toprağın içinde gezdirdim. ''Neden kendimi bir yere ait hissedemeden savrulup duruyorum?'' diye mırıldandım içimdeki buruklukla. Arkamdan gelen adım sesleri ve kendinden emin bir ses yankılandı boş mezarlıkta. ''Bir yere ait hissetmek illa bir yere varmak anlamına gelmez, bazen birine varmak da sana bir yere ait hissettirir.'' Korel'in sesiyle mezarın köşesinden kalkmak üzere yeltendim ama elim toprağın içinde bir şeye çarptı, Korel bunu görmedi. ''Arabaya geçelim mi, gerçekten geç kalacağız.'' Dedi ve elinde anahtarla bana baktı. ''Tabi, hemen geliyorum.'' Gülümsememe karşılık gözlerini kıstı, gözleri elime kaysa da mezar taşı elimi görmesini engelliyordu. Kafasını aşağı yukarı salladı ve arabaya doğru ilerledi. Ben de onun arkasını döndüğü anda toprağın içinden elime takılan küçük defteri çıkardım. Gerçekten toprağın arasından cep boyunda bir defter çıkmıştı. İlk sayfasına hızlıca göz attım, bu dedemin el yazısıydı. 'Bugün 21 Nisan. Yer altının hizmetkarı, yer yüzünün Azazil'i olan iblis'in beni bulduğu tarih. İnsan silüetinde çok yakışıklı bir adam, aynı kardeşi gibi. Birbirlerine çok benziyorlar, ben ise ikisinin de bu yüzlerinden çok gerçek yüzlerini merak ediyorum.' İlk sayfada yazılanlardan hiçbir şey anlamadığım için defteri cebime sıkıştırdım ve hızlı adımlarla arabaya doğru ilerledim. Dedemin yıllardır tonla günlüğü vardı, bir raf tamamen dedemin günlükleri ile doluydu. Babam 'Eğer fantastik şeyler okumak istiyorsan dedenin günlüklerini okuyabilirsin. Deli zihninde harika kurgular var.' Derdi hep. Dedem son yıllarında öyle bunamıştı ki onu tımarhaneye yatırmaya karar vermişlerdi ama dedemin ömrü buna yetmemişti. Bu defter de onun zihninde olan şeylerden birini mi anlatıyordu, yoksa ona olan şeyler bana da mı oluyordu? Ardı adına aklıma gelen sorulara bir yanıt bulamadan arabaya bindim, Korel beklemeden arabayı çalıştırdı ve mezarlıktan aşağı çıkışa doğru sürmeye başladı. ''Bir şey mi oldu? Düşünceli duruyorsunuz.'' ''Sadece dedemle sizin hakkınızda merak ettiğim şeyler var aklıma takılan.'' Konuyu kendi lehime çevirmek adına ona döndüm ve cebimdeki defteri sıkıca tuttum, bunu neden yaptığıma dair bir fikrim yoktu. Sadece bir refleksti. ''Sorabilirsiniz.'' ''Nasıl tanıştınız?'' dedim ve yüzüne dikkatlice baktım. Yalan söyleyip söylemeyeceğini kestirmeye çalışıyordum, çünkü öğrenebileceğim tek kaynak oydu. ''Söylediğim gibi, bankta.'' ''Neden onun yanına oturdunuz?'' derin bir nefes verdi. ''Diğer banklar doluydu.'' Gözü bir yolda bir bendeydi, ikimiz arasında gidip gelmesine rağmen yüzünde bir yalan izi görememiştim. ''Peki sonra nasıl bağınız ilerledi?'' dudaklarında yine o gülümseme belirdi, çok sık gülümsüyordu. ''Kendimi sorguda gibi hissediyorum, hiç polisliği düşünmüş müydünüz? Bence öğretmenlikten daha çok uyardı.'' Söylerken gülmesi genişledi, Sencer ile sadece dış görünüşlerinin değil konuşmalarının da benzediğini fark ettim. Oldukça değişik bir tesadüftü. ''Sorabilirsin demiştin ve hala Soruma cevap alamadım.'' Diye mırıldandım. Ellerini direksiyonun üstünden suçsuz gibi kaldırdı. ''Tamam memur hanım, Banktan kalkıp sohbet ede ede yürüdük. Sonra beraber bir kitapçı da tekrar karşılaştık. Sık sık karşılaşmamız bize derin bir bağ kazandırdı.'' ''Bu karşılaşmaların hepsi tesadüf müydü?'' dedim kuşkucu bir şekilde. Bu sefer gülümsemekle kalmamış bir kahkaha atmıştı. Gözlerini yoldan çok bana çevirmesi beni endişelendirse de araba kullanmakta oldukça iyi görünüyordu. Bu yüzden sesimi çıkarmadım ve gülmesinin bitmesini bekledim. ''Dedenizin sapığı olduğumu falan düşünmüyorsunuzdur umarım.'' Bu söylediğiyle tüm ciddiyetimi bozmuş benim de gülümsememe sebep olmuştu. ''Hayır tabi ki.'' Kafasını aşağı yukarı salladı ve gülmeyi kesmeye çalıştı ama söylediğim onu oldukça eğlendirmiş olmalıydı ki hala gülüyordu. '' Ben de soru sorabilir miyim?'' dedi gülmeyi yavaş yavaş kesip ciddileşirken. Bu ani geçişi irkilmeme sebep olmuştu. ''Elbette.'' ''Kulak misafiri oldum, buraya geldiğinizden beri bazı şeyler yaşadığınızı söylediniz. Bazı insanlarla.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Soracağı soruyu duymadan içimde kasılmalar oluştu. ''O insanlar arasında bende var mıydım? Sizin canınızı yakan insanlar arasında.'' Sorduğu sorunun verdiği afallamayla oturuşumu düzelttim ve önüme döndüm. Ne desem emin değildim, boynumun ve belimin onun bakışlarıyla acıdığını ona söylesem bana yine gülerdi. Dudaklarımı ısırıp ne diyeceğimi düşünürken fazla düşünmüş olmalıyım ki benim cevap vermemi beklemedi. ''Vermişim anlaşılan. Sergiden kaçar gibi gittiğinizde mi oldu?'' sesi kısılmıştı. Kafamı belli belirsiz salladım. ''Size özel bir şey değil.'' ''Duydum. Başka kimle böyle bir sorun yaşadınız?'' Sencer, Azra, Eva... liste git gide uzuyor. ''Tanıyacağınızı düşünmüyorum.'' Diyerek yalan söyledim. Anlayışla kafasını salladı ve gelmiş olduğumuz okulun önüne arabayı çekti. ''İlk gününüz için heyecanlı mısınız?'' arabadan indikten sonra gülümsedim. ''Eh işte.'' O da gülümseyerek karşılık verdi. ''Müdürün odası...'' dediğim sırada ceketini çıkardı ve eline alıp önümden ışık hızında ilerledi. ''Beni takip et.'' Ben de bir şey demeden dediğini yaptım. Etrafta gençler gruplaşmış şekilde dolaşıyordu, çok fazla dağınık sesler vardı. Okulun içine girdiğimizde bu gürültü arttı, okulu okumak içinde çalışmak için de özlemediğimi fark ettim ve yüzümü hafif ekşittim. Ders vermeyi seviyordum, ama teneffüs toplantı falan beni fazlasıyla sıkıyordu. Müdürün odası okulun girişinde soldan 4. Odaydı. Korel kapıyı çalmadan içeri girdi, Müdür Bey koltukta oturmuş elindeki kağıtlarla ilgileniyordu. Kapı açıldığında Korel'i gördü ve gülümsedi. ''Hoş geldiniz Korel Bey.'' Korel sadece kafa sallamakla yetindi. Müdür bey yüzünü bana döndüğünde gülümsemesi hafif bir tebessüme dönüştü. ''Siz...'' ''Ah siz Arkun'un arkadaşısınız evet. Biraz geç olmadı mı Efnan hanım.'' Yüzünde bu durumdan memnun olmadığı belli olan bir ifade görünce ister istemez çekindim. Tam cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada Korel benden önce davrandı ve lafı ağzıma tıktı. ''Benimle birlikteydi, bunu mazur göreceğinizi varsayıyorum.'' Müdür Korel'e döndü. Bir dakika boyunca sessizce gözlerinin içine baktı. Garip bir şekilde Korel gözlerini çeker çekmez o da gülümseyerek bana döndü. ''tabi tabi, hiç sorun değil. Buyurun lütfen öğretmenler odanızda dinlenin biraz.'' Ben neler olduğunu anlamadan çatık kaşlarla bir Korel'e bir Müdür'e bakarken Müdür işine geri dönmeye yeltendi. ''Dosyaları ben hallederim, siz size verdiğimiz programa göre derslerinize girebilirsiniz.'' Dedi ve ilgisini tamamen bizden çekti. Korel bedeniyle tamamen bana döndüğünde çatık kaşlarımla karşılaştı. ''Dersin yok muydu?'' diye fısıldadı. ''O da neydi?'' diye fısıldadım bende onun gibi. ''Nazım geçiyor.'' Diyerek masumca gülümsedi. Bu garipliği de görmezden geldim ve memnun olmamış şekilde odadan çıktım. ''Öğretmenler odası da şurada.'' Çaprazında kalan odanın kapısını Korel açtı ve geçmem için bekledi. Bu kadar gariplik normal gelmiyordu ama normal gelmeyen şeylere baktığımda elde avuçta tutulur bir şey de görünmüyordu. Cebimde kalan defteri hatırlayınca duraksadım ve Korel'e döndüm. ''ben lavaboya gideyim, sen geç.'' Korel bir şey demeden içeri geçti, ben de koridorun sonundaki lavaboya girdim ve cam kenarına yaslanıp cebimdeki defteri çıkardım. Bu defteri daha önce hiç görmemiştim, bu bizde olan bir defter değildi. Bu defteri oraya biri koymuştu, tek şüphelim bu konuda Korel olsa da içimden bir ses bu defteri oraya koyanın Korel olmadığını söylüyordu. Defterin ilk sayfası mezarlıkta okuduklarımdan ibaretti. İkinci sayfasında bir cümle vardı, 'Gerçekleri görmek, tüm bildiklerini sorgulatır.' Altında da çizilmiş iki boynuz vardı. Üçüncü sayfa da dedemin el yazı çirkinleşmişti, sanki biraz aceleyle yazılmıştı. 'Bunların hepsi bir illüzyon mu, yoksa gerçekleri kaldıramıyor deliriyor muyum? Kimseye güvenemiyorum, gördüğüm herkes iblislerden ibaret.' Neden bahsettiğini anlayamıyordum, bir sonraki sayfaya geçtiğimde bir çizim daha gördüm. Bir kılıç vardı, kılıcın altında da boynuzlu bir vücut. Altında bir cümle yazıyordu, 'Avcı İblis'in hizmetkarıydı, vakti dolana kadar.' Hemen yan sayfasında ise kendi cümleleri vardı. 'Her şeyi öğrendim, her şeyi bilmek sonsuz bir azap. Ne olur bitsin artık, dayanamıyorum.' Okuduklarımdan hiçbir şey anlayamadım, sıkıntıyla alnımı ovuşturduğum sırada zil sesi tüm okulda yankılandı. Defteri cebime koydum ve lavabodan çıktım. İlk gireceğim sınıf 11-A idi. Lavabodan çıkıp sınıfa ilerlerken öğretmenler odasından Korel çıktı. Hızlı adımlarla yanıma geldi ve merdivende bana yetişti. Ceketi hala elindeydi, yanıma geldiğinde gözleri tüm bedenimi baştan aşağı süzdü. ''Bir sorun mu var?'' ''Hayır.'' Merdivenleri çıktığımızda ben sola o da sağa yöneldi. Yönelmeden hemen önce de yüzüme dikkatle baktı. ''İyi dersler.'' Bende gülümseyerek ''İyi dersler.'' Dedim ve arkama dönüp tam karşımdaki sınıfa yöneldim. Kapının önüne vardığımda fısıltılar ve konuşmalar yankılanmaya başladı. Gözlerim Korel'in gittiği yöne çevrildi, o da benim gibi sınıfın kapısının önünde bakışlarını bana döndürmüştü. Onu izlediğimi düşünmesini istemediğimden sınıfa hızlıca giriş yaptım. Öğrenciler girdiğimde şaşılacak bir disiplinle sessizleşti ve oturuşlarını düzelttiler. Kısa bir tanışma faslı geçti aramızda, ardından ilk konumuzla ilgili biraz sohbet edip müfredata göre anlatılması zorunlu olan kısımları büyük bir keyifle işledik. Gördüğüm en ders odaklı sınıftı. Ders bitiminde herkes konumuz üzerinde aralarında konuşmaya devam ediyordu. Ben de astığım ceketimi aldım ve öğretmenler odasına indim. Bugün dört saatlik bir dersim vardı, sonrasında da Eva ile buluşacaktım. Cebimden telefonumu çıkardım, buluşma yeri olarak yine yeşil limanı önermişti. Saati de bana uyuyordu, ona programın bana uyacağına dair bir cevap verip öğretmenler odasının kapısını açtım. Odada 2 kadın 3 erkek öğretmen oturuyor sohbet ediyorlardı, ben kapıda yavaşlayarak içeriyi incelerken arkamda bir beden belirdi ve kapıdaki elimin üzerine elini koyup kapıyı kapattı. Arkamdan gelen baharata benzer bir koku gelen kişinin Korel olduğunu söylüyordu. Boğazını yalandan temizledi, içeri de ki öğretmenler sohbeti keserek bize döndüler. Korel kulağıma doğru eğilip ''Neden ilerlemeye korkuyorsun?'' diye fısıldadı. Niye olduğum yerde mıhlandığımı bende bilmiyordum, sadece içeriyi incelemeye dalmıştım. Ben de boğazımı temizleyerek ilerledim ve ayağa kalkan öğretmenlerle görüşüp tanıştım. ''Bu dolap boş Efnancım, kilidi çekmecededir numarana göre alabilirsin.'' Adının serap olduğunu öğrendiğim matematik öğretmenine teşekkür ederek çekmeceden 5.dolabın anahtarını aldım. Tam eşyalarımı koymak için açıyordum ki Korel yine tam arkamdan nefesini kulağıma üflercesine geçti ve 6.dolabın kapağını açıp elindeki kağıtları dolaba koydu. Gözlerimiz kesiştiğinde dolabı kapattım ve kilitleyip kilidi cebime attım, o sırada elim çarpmış olacak ki defter yere düştü. Korel ile aynanda düşen deftere bakıp eğildik ama o benden önce davrandı ve açılan defteri kapatmadan açık haliyle eline aldı. Boynuzları olan bir gölgenin çizimiydi, önünde kafa tasları ve kemikler vardı. Bu kısma gelmediğim için bu çizimi ilk defa görüyordum. Korel deftere öyle bir dikkat kesilmişti ki iki kere ona seslenmeme rağmen beni duymamıştı. En sonunda diğer öğretmenlerin dikkati de bize dönmüştü. ''Korel Bey.'' Dedim üçüncü kez ve beni duymamasına sinirlenerek defteri elinden çektim. Gözleri öfkeyle bana çevrildiğinde o gördüğüm ateşin bir kez daha gözlerinde yandığını gördüm. Gözlerinde ki Alev korkmama sebep oldu ve ayaklarım bir adım geri attı. Gözlerini yumdu ve bir saniye bile sürmeden kırpar gibi açtı, ben hala şaşkın büyümüş gözlerimle ona bakmayı sürdürüyordum. Ellerini kollarıma doğru uzattığında canımın yanacağı korkusuyla daha da geriledim. Bunu yapmam onu sersemletmişti, kaşları çatıldı. ''şey ben...'' ''Lavaboya mı?'' dedi garip bir hüzünle. ''Hı hı.'' Elimdeki defteri sıkarak odadan çıktım. ''Ben delirmedim, ben delirmedim. Oradaydı işte, gözlerinin içindeydi.'' Diye mırıldandım. Artık kendi kendime bile konuşuyordum, eskiden içimden tartışırdım her şeyi. Şimdi ise içime sığdıramıyor sanki düşündüklerimden emin olmak için duymaya ihtiyacım var gibi dışımdan tartışıyordum. ''Sen delirmedin, kanıtların var. Belinin acısı hala orda, boynunda kıza...'' lavaboya girip aynanın karşısına geçtim kolyeyi çektiğimde kızarıklığın orda olmadığını fark ettim. ''N...nasıl bu kadar çabuk...'' Bu kadar çabuk geçmesi mümkün değildi, kabarmıştı kızarmıştı ve... Arkun da görmüştü. Elimi boynuma attım ve yana doğru eğip gözlerimi sıkıntıyla yumdum. ''Neler oluyor bana...'' Diğer elimde duran defteri açtım, sayfalardaki yazıyı sonraya bırakarak resimleri incelemek için sayfaları hızlıca geçtim. En arka da bir resim vardı, bu resim o kadar tanıdıktı ki kanım dondu. Evde odamda asılı olan, Korel'in hediyesi olan tabloydu bu. ''Bu defter kime ait... Ya da o resimler... Dedeme mi? Korel'e mi?'' En arkadaki görüntüden daha geride bir tablo daha vardı, Lilith ve gölgeler tablosu olduğu gibi buraya çizilmişti. Öncesinde de kara kalem ile bir görüntü vardı, bu Sencer'in yüzüydü. ''Bana bu yüzden mi tanıdık geliyordun?'' diye mırıldandım yine. Sonra aklıma bu defteri daha önce görmediğim aklıma geldi. Bu defteri oraya Korel koymadıysa Sencer koymuş olabilir miydi? Sayfaları bir daha çevirdim, bir sürü silüet çiziliydi, paçalarında yanan alevler vardı, hepsinin vücudunda delikler deliklerin etrafı ateşti. ''Aynı cesetler gibi...'' Zilin sesiyle aniden irkildim. Böyle şeyler okuyup izlerken ani olan şeyler her şeyi daha da korkutucu hale getiriyordu. Elimi alnıma götürüp derin bir nefes verdim, aklıma o an bir gerçek dank etti. Eğer bu defter dedemin ise dedem deli değildi. Olacakları görmüş olabilir miydi? Belki de o zamandan beri oluyordu. Defteri kapattım ve gözlerimi yumdum. Bir yapboz vardı önümde, her bir parçası bir köşeye aitti. Ben ise sadece köşeler ile resmin ne olduğunu göremiyordum, nasıl görebilirdim ki? Belki de Korel'i takıntılı gibi takip etmeliydim. Kendi kendime güldüm, bu fikir oldukça komikti. Öğretmenler zili de çaldı, defteri arka cebime koydum ve öğretmenler odasına girdim. Korel içeri de yoktu, içeri de ki öğretmenler kısa bir bakış attı ve işlerine geri döndüler. Ben de defteri dolaba koyarak kitledim ve sınıfa çıktım. Merdivenlerden çıkarken Korel'i sınıfın kapısının önünde kapının kulpunu tutarken gördüm. Tam açıyordu ki durdu, omuzunun üzerinden benim olduğum yöne doğru döndü. Benim geldiğimi anlayamazdı herhalde, bu kalabalık gürültü de de sadece beni duyması olanaksızdı. Ben adımlarımı durdurmuş onu izlerken önüne döndü ve sınıfa giriş yaptı, rahat bir nefes verdim ve arkasından çıkmaya başladım. Yine aynı keyifle süren bir ders daha işledim, ders sonunda özellikle geç çıkarak merdivenleri izledim ve Korel'in inmesini bekledim ama inmemişti. Ben de ders zili çalınca hızlı hızlı indim. O bakışı hiç hoşuma gitmemişti, şu an pek gözüne görünmek de istemiyordum. O da bunu hissetmiş gibiydi, ders bitimine kadar ne teneffüslerde ne de öğretmenler odasında karşılaşmamıştık. Arabası da görünürdeydi, ders sonunda yine görmedim. Taksi çağırdım ve Yeşil Liman'a doğru yol aldım. Fazla gerilmiştim, onda neler olduğunu çözemiyordum. Normal olmadığı belliydi ama ne olduğunu da anlayamıyordum. Vücudunda gözlerinde gördüğüm, hissettiğim o ateşe sebep olan şeyin ne olduğunu anlayamıyordum. Bildiğim hiçbir şey bunu açıklayamıyordu. Yol boyu bunu düşünerek başımı ağrıttım, elim cebimdeki deftere gitmek istiyordu ama gitmiyordu. Bir yanım içindekilerin her şeyi açıklayabileceğini fısıldarken diğer yanım seni daha da delirtecek diye bağırıyordu. İçimdeki çekişme taksinin durmasıyla son buldu, parayı ödeyip başımı ovalayarak bahçede oturan Eva'nın yanına ilerledim. Hava aydınlıktı, Eva telefonundan sosyal medyayla ilgileniyor gibi görünüyordu. Yanına gidip oturana kadar beni fark etmedi. Sandalye çekme sesiyle irkilip bir an boş boş bana baktı, sonra gülümseyerek bana sarıldı. ''Hoş geldin, nasıldı ilk günün. Var mıydı ateşli bir öğretmen?'' Ateş dediği gibi aklıma Korel'in gözleri geldi, kendimi tutamadan gülümsedim ve mecazi bir alayla ''Ya sorma, çok ateşli bir öğretmen vardı. Gözlerinden alevler fışkırıyordu.'' Dedim ve üzerimdekileri çıkarıp yan sandalyeye koydum. ''Yakında seni ziyaret edeyim o zaman.'' Eva'nın söylediğine gülümsedim ve yanımıza gelen garsona siparişimi verdim. ''Sen ne yaptın bakalım?'' ''Ben... Arkun'a çiçek yolladım. Özür dolu bir not ile, akşam da yanımıza çağırdım bir şeyler içmeye hesaplar benden. Gönlünü alacağım bugün.'' Mutlu olmuş şekilde gülümsedim. Olması gereken buydu, eskiden nasılsak şimdide öyle olmalıydık. Ben buraya bu yüzden gelmiştim. ''Eee kasaba çok değişmiş mi? Alışabildin mi yeni haline?'' Kafamı sağa sola belli belirsiz salladım. ''eh işte... Eskiden burada birden fazla kafe vardı şimdi yok, eskiden araziler dar ve fazlaydı meyve ağaçları vardı şimdi ise... Hiçbiri yok. Üstelik her şeyden bir tane var. Marketten, okuldan, kamu binalarından...'' ''Evet, her yeri yeniliyorlar, o yüzden çoğu yer yıkılıp yeniden yapılıyor. Bence böyle daha iyi, Allah'ın unuttuğu yerden yeni bir semte dönüşecek.'' Eva bu durumdan oldukça memnun görünse de ben bu durumdan pek memnun olmamıştım, eskiden burası sıcak ve samimiydi. Çocuklar toplanır yasak yerlere bile girerdi, şimdi ise hiç eğlenilecek bir yer kalmamıştı. Çocukların sokakta oynadığı yollar yıkılmış yeniden yapılmıştı. Eskiden sokaktan eve girmeyen çocuklar şimdi evden sokağa çıkmaz olmuştu. ''Eskiden doğruluk cesaretlik oynarken senin benden istediğin şeyi hatırlıyor musun? Kolumu incitmiştim, sen de benimle oturup ağlamıştın buna sebep olduğun için.'' Diye mırıldandım. Sessiz kaldı, yüzüme bakarak hatırlamaya çalışır bir ifade takındı. ''Bunu da mı hatırlamıyorsun?'' dedim üzüntü içinde. Kafasını sağa sola salladı. Yüzünde mahcup bir ifade vardı, gülümsedim. Gelen siparişler önümüze konduktan sonra fincanın kulpunu tuttum ve hafifçe çevirmeye başladım. ''Küçükken sen ben, Erkan Arkun ve Asya diye bir kız vardı doğruluk cesaretlik oynamıştık. O yaşlarda neyimizeyse, sonra sen beni kışkırttın cesaret demem için bende dedim. O zamanlar evimizin biraz uzağında kalan müstakil etrafı tellerle sarılı bir ev vardı. Orada hatta ölülerin ruhları var korkutucu derdik hep. Sen tek başıma oraya girmemi ve evi gezip size içeride neler olduğunu anlatmamı istemiştin.'' ''öyle mi? Ne kadar kötüymüşüm...'' dedi ve aynanda güldük. ''Eee ne vardı içeride?'' ''Hatırlamıyorum, sadece bir şey beni korkutmuştu içeride, siz girerken beni omuzunuza almıştınız. Omuzunuza basarak çıktığım tellerden kaçarken atlayarak çıkmaya çalışmıştım. Beni o kadar korkutan şey neydi hiç hatırlamıyorum ama kolumu sakatlamama sebep olmuştu. Sen ve Arkun başta çok üzülseniz de sonra buna sevinmiş gibiydiniz. Her gün gelip alçıma resimler çiziyordunuz.'' O günleri hayal meyal hatırlayınca kahkahama engel olamadım. Eva da içtenlikle gülümsüyordu. ''Ne kadar güzel anılarmış...'' dedi sanki kendine ait değil gibi. Derin bir iç çekti ve önündeki kahveden büyük bir yudum aldı. ''Öyleydi...'' dedim bende ve onun gibi kahvemden bir yudum aldım. Hava da birden bir kararma oldu, hava bozacak gibiydi. Eva ile aynanda gök yüzüne baktık. '' Bu sıcakta yağmur yağacak değildir herhalde?'' dedi ve yüzüne bir yağmur damlası düştü. İkimizde buna güldük, yağmur çiselemeye başlamıştı. Belki de hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı biz sohbete dalmaktan fark edememiştik. Çalışan çocuk dışarı çıktı ve üst kısmı kapatmaya başladı. Hava zaten kararmaya başlamıştı, saat ilerliyordu. Havanın kararmasıyla iyice akşam olmuş izlenimi veriyordu. Gözlerimi etraftan Eva'ya çevirdiğimde oldukça üzgün olduğunu fark ettim. ''Bir şey mi oldu?'' Onu böyle üzgün ya da buruk görmeye hiç alışkın değildim ama geldiğimden beri ondaki farklılıkları görmemek mümkün değildi. ''Sadece keşke küçükken eğlendiğimiz zamanları hatırlasaydım diye düşünüyordum.'' ''Sen küçük yaştan beri günlük tutarsın, annen sana her defter aldığında tüm defterleri günlük gibi kullanırdın. Günlüklerini atmadıysan okumayı dene bir de belki hafızanı tetikler.'' ''H..ha onlar şey ya onları annem atmış yok hiç biri.'' ''Sema teyze mi? İmkânı yok, onlara senden daha çok gözü gibi bakar.'' Dedim emin şekilde. Sema teyze Eva'ya ve bize hep küçüklükten beri günlük tutarsak ilerde bu anılara bakabileceğimizi gülüp mutlu olabileceğimizi söylerdi ama tabi Eva hariç hiçbirimiz bunu yapmazdı. Sema teyze evden eşyaları atardı yine de günlükleri atmazdı. Buna emindim. ''Bilmiyorum...'' diye mırıldandı sadece. Bu konuşmadan sonra garip bir sessizlik oldu, tek duyduğum diğer müşteriler ve yağan yağmurun sesiydi. Aradan bir süre geçti, yağmur şiddetlendi. İçeceklerimiz bitti, hava da oldukça karardı. Normalde Eva nefes bile almadan konuşabilecek bir kızdı ama şu an durgunlaşmıştı. Zaman onu durgunlaştırmış olmalıydı. Bileğimdeki saate göz atıp sandalyemi hafifçe geriye ittirdim. ''Arkun kaç gibi gelecek?'' ''9 gibi.'' Arkunun gelmesine daha bir, bir buçuk saat vardı. Onları baş başa bırakıp, evde defteri inceleme fikri çok daha cazip geldi. Ani kararla onlarla geceyi geçirmekten vazgeçtim ve ayaklandım. ''Ben yavaştan eve gideyim o zaman, biraz işlerim var onları halledeyim. Siz de aranızdaki buzları eritin güzelce.'' Eva bir an itiraz edecek gibi oldu, sonra bundan vazgeçti. Sarılıp vedalaştık, bende biraz mesafesi olan taksi durağına doğru yürümeye başladım, yağmur şiddetli yağmıyordu ama az uz yağıyor da diyemezdik. Ceketimi üzerime giydim, saçımın ıslanması pek umurumda değildi, üşümemek daha önemliydi. Önümü kapattım ve hızlı adımlarla taksi durağına doğru yürümeye başladım. Çok fazla aralardan geçmem gerekecekti ama başka yolu yoktu, keşke otururken arasaydım diye düşündüm ama artık çok geçti. Son bir aradan dönmek için hareket ettiğim sırada bir ses duydum. Sert bir sesti, sokakta yankılandı, aniden duraksadım, duvarın kenarından kafamı uzatıp baktığımda karanlıkta zor seçilen bir beden gördüm. Yerde yatıyordu, göğüs kafesinin üzerinden duman çıktığını görünce aklıma gelen ilk şeyle elim ağzıma gitti. Gözlerim korkuyla açıldı, ses çıkarmamak için hiç hareket etmedim. O an bir hareketlenme dikkatimi çekti, cesedin başında Azrail gibi duran bir gölge vardı. Hiçbir şekli, hattı yoktu. Sadece bir gölgeydi, kafasının üzerinde iki boynuz görünüyordu, gördüğümün gerçek olup olmadığını ayırt edemedim. Sonra gölge yine hareketlendi, omuzu olduğunu düşündüğüm yerden bana hafifçe döndü, simsiyah gölgenin içinde bir ateş parçası gördüm. Ufacıktı, karanlıkta parıl parıl parlıyordu. Gözlerinde Alev vardı. Görüyordum korkudan gözlerim dolmuştu, hareket etmeden durmaya devam ettim. Gözümü ayırmadığım halde gölge önümden kayboldu. Bir anda yok olmuştu, gözümü bile kırpmadığım halde. Elimi dudaklarımdan çekip etrafıma bakındım. Paranoyak gibiydim, hiçbir ses hiçbir görüntü yoktu. Buna emin olduktan sonra koşarak yerde yatan bedenin yanına vardım. Yağmur yağmasına rağmen göğüs kafeslerinden duman çıkıyordu, vücudunda yine iki koca delik açılmıştı. Korkuyla yutkunup titreyen ellerimle telefonumu aradım. Arka ceplerimde bulamayınca ''kahretsin.'' Diye mırıldandım. Tüm saç uçlarımdan, yüzümden bedenimden yağmur suları akarken göz yaşlarım da arasına karıştı, burnumu çektim ve titreyen ellerimle telefonumu çıkardım. Kimi arayacağıma karar bile veremiyordum, hemen polisi tuşladım ve cesede bakmamaya özen göstererek telefonun açılmasını bekledim. ''Al...'' ''Acil karanfil sokağa bir ekip.... Bir bir ekip yollar mısınız burada bir ceset var deliklerinden duman çıkıyor ben... ben ne yapacağımı bilmiyorum.'' Telaşla nefes nefese konuşmamın ardından hatta ki kadın benim aksime sakince konuştu. ''Lütfen yavaş konuşun, nerede bir ceset buldunuz?'' ''Karanfil sokak. Liman caddesinde.'' Gözüm cesedin üzerine tekrar gitti, hala duman çıkıyordu, deliklerin etrafında küllerin arasında kalan ateş gibi çizgiler vardı. Yutkundum ve gözlerimi hemen cesetten çektim. ''Siz iyi misiniz...'' ''Evet evet burada cesedin başında tek başımayım...'' Kadının konuşması birden kesildi, bir süre telefondan cızırtı geldi, sonra tanıdık bir ses bana ulaştı. ''Efnan, tam yerini söyleyebilir misin? Tehlike altında mısın? Cinayet anına tanık oldun mu?'' ''Hayır hayır, ben sadece taksi durağına gidiyordum köşeden döneceğim sırada yolun ortasında yatan ölü... ölü bir beden...'' devamını getiremeden Sencer konuştu. ''Geliyorum, sakın bir yere kıpırdama eğer tehlikeli herhangi bir şey olursa oradan hemen uzaklaş ve en yakın bulduğun kalabalığın içine karış duydun mu beni?'' Kafamı o an ki akılla aşağı yukarı salladım ve cesetten gelen kokuyla yaşaran gözlerimi silip cesetten biraz daha uzaklaştım. ''Efnan beni duydun mu?'' Sencer sorusunu yenileyince beni göremediğini hatırlayıp ''EVET!'' diye bağırdım. ''Buradayım bekliyorum.'' Diye ekledikten sonra telefonu kapattım ve köşeye diz çöküp üşümenin verdiği etkiyle dirseklerimi dizlerime sardım. Geldiğimde gördüğüm cesedin aynısıydı, sadece deliğin yerleri farklıydı ve bu cesedin üzerinden süzen bir duman vardı. Ateş çizgileri sönmüş gibi görünüyordu. Hem soğuktan hem de gördüğümün etkisinden dişlerim titremeye ve takırdamaya başlamıştı. Tahminimce on beş dakika süren bir sürenin ardından hızla yaklaşan bir siren sesi kulaklarıma ilişti, kafamı tekrar cesedin olduğu tarafa çevirdiğimde dumanın artık olmadığını fark ettim. Bir süre sonra karanlık sokak polis ışıklarıyla doldu, farlar gözümü alacak şekilde bana doğru vurdu. Öndeki araba drift çekercesine arabayı ani frenle durdurdu ve koşarak yanıma geldi. Uzun saçlarından ve deri ceketinin omuzlarından yağmur suları akan Sencer endişeyle önüme çöktü ve ellerini titreyen dizlerime koydu. ''Efnan, iyi misin? Beni duyuyor musun?'' sanki şoka girip girmediğimi kontrol eder gibiydi, kafamı aşağı yukarı sallayıp yüzümü cesede doğru döndüm, benimle kafasını çevirdi. Ekip arkadaşlarına dönüp kafasıyla cesedi işaret etti. ''Seni eve bırakmamı ister misin?'' Ben gözlerimi cesetten zar zor alıp Sencer'e döndüğüm sırada arkada beliren bir karartı gün yüzüne çıktı. Sencer'in hemen arkasında duruyordu. ''Ben bırakırım amir bey, siz işinize bakın.''
|
0% |