@byzloey
|
Bölüm geç geldiği için hemen sizden ufak bir özür dilemek istiyorum, mental olarak sonu yazacak hale bir türlü giremedim ve yazdığım hiç bir yazıyı da bir türlü beğenemedim ama yine de emin olamasam da paylaşıyorum. Ayrıyeten Bu bölümü tek bölüme sığdırmaya çalıştım ama çok uzun olup kopuk kopuk olsun istemediğim için ikiye böldüm. Bu bölümü bugün atıyorum yarın da son bölümü atmış olacağım ve Leza evrenine artık veda edeceğiz. Umarım bu kitabın ve Efnan ile Korel'in sizde hep ayrı bir yeri olur, çünkü onların bu aşk savaşı benim için hep ayrı bir yerde olacak. Vedayı sonraki bölüme saklayarak sizleri okumaya uğurluyorum... Yarın finalde görüşmek üzere, bölüme oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar. ^^ 40. Bölüm | Bir Göz Yaşı Follow the rules | Laurin Hunter Savaş ve kader öyle bir iki kelimeydi ki, sonu belirsiz olan her şeyi içinde barındırıyordu. Çünkü kader sizin kiminle dost kiminle düşman olacağınızı belirlerdi, savaş ise kiminle dost kiminle düşman olmak zorunda olduğunuzu... Bu iki kelime ben bu kasabaya ayak bastığımdan bu yana en fazla yaşadığım ve duyduğum şey olmuştu. Varlığım kaderimi, aşkım savaşımı başlatmıştı. Ve şimdi tam da ayaklarım yer yüzüne değerken yaşadığımı hissediyordum. Çünkü ruhum bedenimin içindeydi ve sevdiğim herkes yanımdaydı. Âşık olduğum adam hariç. Ona rağmen onun bir parçası içimdeydi, onun yokluğunu bana hissettirmek istemez gibi sarıyordu vücudumu ama hala gizleniyordu bir yandan da. Belki psikolojik olarak hissediyordum Korel'in yerini doldurduğunu ama nasıl olursa olsun hissediyordum ve bu bana şimdilik yetiyordu. Çünkü Korel'in ne zaman geleceğini hala bilmiyordum. Yarın gelmeliydi, yarından sonra Perşembe olacağı için yarın gelmeliydi ama garip bir şekilde içimde bir şeylerin yolunda gitmediğine dair bir his vardı. Belki de bu his bir düşmanımla daha yan yana olmak zorunda kalacağım içindi, kim bilir? Belki de kader bir düşmanı daha dost belleyecektir bana, ne kadar istemesem de. Evet Grim'in dostluğundan şikayetçi değildim belki, artık bizim tarafımızda olduğunu da kabullenmiştim belki ama bu aynı şeyi Azra'ya da yapacağım anlamına gelmezdi. Çünkü bu kasaba da kötü bir anım varsa bunun neredeyse hepsinin içinde Azra vardı, içinde olmadığı her durumun ise sebebi olmuştu. Yani kötü anılar eşittir Azra. Ama o kadar kötü anıların içinde öyle bir iyi anın da içinde bulundu ki, o iyi an bir anda en iyi anıma dönüştü ve beni onunla görüşme kararı alabilecek kadar güçlü kıldı. Çünkü bu anı karnımdaki küçük çocuğun kaderini başlatan bir anıydı, her ne kadar bunu anlamasak da onun varlığının ilk dile geldiği zamandı. Bir çocuk, benim çocuğum. İnan artık buna Efnan... ''Efnan.'' Bu duyduğum ses, tam olarak az önce bahsettiğim gibi bir düşmanıma aitti ama başka bir düşmanıma, artık dostum olan bir düşmanıma. Hatta en az hizmetkarımız kadar güven veren bir düşmanıma. İsteğim üzerine yanıma gelmişti, isteğim üzerine Azra'yı yer yüzüne çağırmıştı. Bundan Lilith'in haberi olacaktı, bunu biliyordum. Ama elimden bir şey gelmezdi, çünkü bu çocuğun tam olarak ne olduğunu ve kaderinin ne olacağını sadece o biliyordu. Bu söyleyeceğim cümleden her ne kadar nefret etsem de doğruydu, ona ihtiyacım vardı. ''Eminsin değil mi? Bak konuşmadan da bir yolunu bulabiliriz.'' ''Bir yolunu bulabilseydik onu çağırmadan önce bulmuş olurduk, lütfen sadece yanımda kal ve sessiz ol olur mu?'' Grim Semum ile bakıştıktan sonra kafasını aşağı yukarı salladığında arkasındaki duvara yaslanıp ellerini cebine yerleştirdi. Şimdi içinde bulunduğu esmer olan insan bedeninin saçları hafif uzamış alnına düşmüştü. Nedense bana tam olarak Grim'i andıran, onu tanıyan insanın gözünde canlanan bir vücutmuş gibi geliyordu. 1.80 boylarında, esmer ve yine yapılı, takım elbise içinde duran kara kaşlı kara gözlü kirpikleri uzun ve kıvrık bakışları keskin bir erkek. Tabi vücudunda buraya indiği zaman oluşan dövmeleri de eklemeyi unutmayalım. Gözlerimi kulaklarıma topuklu sesi dolduğunda ondan çektim. Sokağın başından geliyordu, gözlerim o topukluyu bulduğunda kırmızı renk on santim bir topuktu ilk gördüğüm. Ardından topuklunun üzerine giyilmiş bir siyah tulum karşıladı beni. Göğüs dekolteliydi ve göğsünün boş kısımlarını vücudundaki dövmeler dolduruyordu. Bileğinde gümüş ince bir bileklik vardı, uzun ince kırmızı ojeli parmaklarında da aynı renk birkaç yüzük takılıydı. ''Şaşırdığımı söylemem gerek... çocuğun için bile olsa çağıracağını düşünmezdim.'' Azra kollarını birbirine dolayı tam karşıma geçtiğinde göz ucuyla arkamda kalan Semum ve Grim'e baktım. İkisi de dikkatle Azra'yı izliyordu. ''Ne için çağırdığımı biliyorsan... cevabını ver.'' ''Fazla iddialı değil mi bu cümle?'' derken tek kaşını kaldırmış alayla bana bakmıştı. Bir bacağını doksan derece açıp gözlerini kısarak bana dikkat kesildiğinde derin bir nefes çektim. Yarından sonra düğünüm vardı, henüz mekânı belirlememiştim ve karnımda henüz tam olarak ne olduğunu bilmediğim hatta annesi olmama rağmen onu hissedemediğim bir bebek taşıyordum ve bunların hepsinin stresini Azra'dan çıkarmak şu an fazla cazip geliyordu. ''Cevap vermeyecek misin? Yoksa cevap karşılığında bir şey mi istiyorsun?'' Azra'nın dudaklarından geniş bir tebessüm yayıldı. ''Sana iyi niyetimi göstermek için bir bilgi vereceğim , yer altından bir bilgi. Az önce bizzat şahit olduğum bir görüntü. Abim düğüne gelemeyecek Efnan.'' ''Ne demek gelemeyecek?'' kaşlarımı çatarak ona bir adım attığımda burun buruna gelmemize bir adım kalmıştı. Azra o ikisine dik dik baktıktan sonra dalgayla gülümsedi ve bakışlarını onlardan tekrar bana çevirdi. O sürekli renk değiştiren gözleri bu kez siyahtı ve korkutucu görünüyordu ama ben korkutucu kelimesini artık hissetmiyor sadece kelime olarak tanımlıyordum. Ve bu kelime tam olarak karşımda dikilen şahsı tanımlıyordu. Kalbim bir korkuyla sıkışmaya başladığında bunu belli etmemek için elimden gelen tüm çabayı gösterdim, başarılı olduğumu biliyordum çünkü gerçekten artık duyguları saklamayı öğrenmiştim ama içimdeki yıkımlara engel olabilmeyi hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Özellikle de Korel'in adını her duyduğumda ve onun hakkında kötü olan her şeyde içimdeki duygulara hakimiyet kurabilmek imkansızdı. Elimi kalbime götürmemek için sıkıca yumruk yaptım, dudaklarım bir anda çöl toprakları gibi kupkuru çatlak olmuştu sanki. İçimde bora esiyor aklımda cehennem görüntüsü canlanıyordu. Bedenim bu görüntü ile sertçe titredi. Dışarıdan ne kadar şiddetli titrediğimi bilmesem de içerideki enkazı ben bile ölçememiştim. ''Neden gelemeyeceğini kendi gözlerinle görebilirsin, istersen tabi. Zaten çocuğun cinsiyetini görsem bile tam olarak ne olduğunu cehenneme inmeden göremem.'' ''Saçmalıyor, Efnan'ı cehenneme falan indirmeyeceksin kendini zeki mi sanıyorsun?'' Semum bir elini belime koyup beni geriye çektiğinde söylediklerinin haklılığını aklımda tarttım. Beni cehenneme götürebilmek için oldukça kolay bir yoldu, oldukça ikna edici ve bana karşı kullanabileceği tek silahtı. O da bunu kullanmaktan çekinmiyordu. Ama asıl soru beni neden tekrar cehenneme indirmek istediğiydi. ''beni düşmanınız sanıyorsunuz ama hala yanılıyorsunuz. Bakın ne yaparsam yapayım, iyi ya da kötü ben sizin yanınızdayım. Hem de en başından beri...'' ''Çocuktan abimin haberi yok değil mi? Hala söylemediniz ona.'' Bakışlarım Grim ve Semum'a kaydığında sertçe yutkundum. Bu ne demekti, o söylemiş miydi? ''Söyleseydiniz her şeyi bırakır gelirdi çünkü ama siz ona söylemediniz... biliyorum söylemek için cehennem pek uygun bir yer değil ama eninde sonunda çocuğun için oraya tekrar ineceksin. Karar senin istemiyorsan gitmeyiz bu kadar basit hatta abimin neden gelemeyeceğini de söyleyeyim... şeytanla anlaşma yapmaya çalışıyor şartlar ağır ve abimin tek başına altından kalkmasının mümkünatı yok.'' ''ne anlaşması, ağır olan şartlar da ne? Düzgün anlatsana!'' Semum'un belimdeki eli onu zorlamamla sıkılaştığında Azra açtığı bacağını kapatıp elini ensesine götürdü. Kızıl su dalgası saçları belinden sarkıyordu ve bir tutamı omuzunun üzerine düşmüştü. ''Anlaşma burada kalabilmek için, şartlar ise... Benim dilime bile süremeyeceğim şeyler.'' Semum'un gözleri bana kaydığında bu olanlardan haberinin olmadığını bakışlarından anlamıştım ve bu benim çok daha fazla korkmama sebep olmuştu, çünkü Grim bile sertçe yutkunmuş korkuyla bana bakmıştı. ''Beni cehenneme onu son kez görebilmem için mi götürmek istiyordun?'' ''Hayır, seni cehenneme abimi çıkarabilmek için götürmek istiyorum çünkü seni görürse seni de alıp yer yüzüne geri çıkacak yapması gereken de bu.'' ''Neden abinin anlaşma yapmasını istemiyorsun?'' diye araya girdi Grim de ilk defa sessizliğini bozarak, sorduğu soru Semum'la benim aklımdan geçen soruydu. İçimizi okumuş gibi tam zamanında cümlesi cümlesine aynı soruyu sormuştu. ''Anlaşma yapmasını istemiyorum demedim, sadece zamanı değil dedim. Bu zor şartlara maruz kalmaması için ona yol açmaya çalışıyorum.'' ''Senin bu gizemli konuşmaların hiç hoşuma gitmiyor.'' Diye mırıldandı Grim gözlerini kısarak. Azra ve Grim birbirleriyle konuşurken Semum'un belimi saran koluna indi ellerim. Belimden uzaklaştırırken ona ne kadar işaret yapsam da beni dinlememiş bana zorluk çıkarmıştı ama en sonunda sertçe elini savurduğumda önümü açmak zorunda kaldı. ''her ne yapıyorsun bilmiyorum sana güvenmiyorum da... ama gitmemiz gerekiyorsa gideceğiz. Korel orada olduğu için bana orada bir şey yapamazsın, kimse yapamaz.'' Semum kafasını olumsuzca sallarken Grim de elini elimin üzerine koymuş Azra'ya karşı attığım adımımı havada bırakmama sebep olmuştu. ''O da gelsin.'' Diyerek Semum'u gösterdiğinde varla yok arası gülümsedim. ''Hayır tek gideceğim, siz... biz dönene kadar mekân seçin. Çünkü oradan Korel ile beraber çıkacağız.'' Yani umarım. Azra gülümseyerek elimden tuttuğunda kendimi bir anda yanında buldum, beni Grim'in yanından ne hızla çektiğini bile anlayamamıştım. Gözüm elimi tutan eline kaydı. Babasını bile yakan, kendine zarar vereceğinden korkarak bana dokunan herkesi yakan karnımdaki o ufak çocuk nasıl olmuştu da Azra'yı yakmamıştı ve Azra neden bu kadar neşeli davranıyordu? Çünkü seni tuzağa çekiyor aptal! Cehenneme gidiyorsun! Korel orada, Korel orada, Korel orada... onun olduğu yerde bana kimse bir şey yapamaz. ''Cehenneme son kez inmeye hazır mısın? Bak yine beraber gidiyoruz... bu kez senin isteğinle.'' Gülerek arkamızda kalan Semum ve Grim'e döndüğünde onlara nispet atar gibi bir bakış attı. İkisinin de endişesi yüzünden okunuyordu ama söylediğimin doğru olduğunu bildiklerinden müdahale etmedikleri belliydi. Sonuç olarak onların asıl hizmet ettiği şeytandı ve o da yer altındaydı. Onu geri getirebilecek biri varsa o da bendim. Bir de karnımda babasına sürpriz yapmak isteyen bir ufaklık. Bu sebeplerden karşımdaki iki çaresiz adamın kurda kuzu emanet etmek zorunda kaldıklarını anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Öte yandan bu kuzu kurda kendini bilerek teslim ediyordu. Çünkü aşk ateşe koşmak ve yanında ya da karşında kimin olduğuna bakmamaktı. Aşk sadece yol çizerdi, senin ayağına ise ya çiviler batardı o yolda ya da cam parçaları. Her şekilde yanardı canın ama sonuna geldiğinde de sarardı aşk her kesiği. Azra'nın söylediği son kez kısmı dikkatimi çektiği için bakışlarımı çatık kaşlarımla beraber ona kenetlediğimde bana asla aldırmadığını gösterircesine gülümsedi. Yine konuşmalarından çıkardığım bazı düşünceler zihnimi meşgul ediyordu, esen her rüzgâr bana bu düşünceleri fısıldıyor gibi hissediyordum ama kulağımı kapatmam gerektiğinin de farkındaydım. Çünkü bir şeyleri anladığımda ve ona göre davrandığımda lanet olası kader değişiyordu. Aklımı okumuş gibi ''görüyor musun kader bile bizi ayıramıyor.'' Diye mırıldandığında diğer elimi de tutarak yüzünü bana dönmüştü, ben de aksi şekilde bir ciddiyetle yüzüne bakarak ona karşılık veriyordum. Aklımda engel olamadığım düşünceler çığlık çığlığa yükselmeye başladığında gözlerimi yumdum. Bir şeyler oluyordu, yolunda gitmeyen bir şeyler oluyordu. Azra hala yanmadı ve cehenneme inmek üzere olmama rağmen ortalık durgun, içimde korku duygusu da yok. Bu da mı seninle alakalı ufaklık? Yoksa sen misin bu kez beni koruyan? Ellerimden bedenime geçen sıcaklık dalgaları çığlık attıracak düzeye ulaştığında dişlerimi sıktım, eğer dudağımı ısırsaydım şu an koparmış olma ihtimalim çok yüksekti. Acıyla diz çökerek sonunda dudaklarımdan çığlığı kaçırdığımda çekmeye kalktığım elimi Azra sıkıca tuttu. Bedenim de ki o yanık yavaş yavaş sönmeye başladığında burnuma gelen yanık kokularını duyabiliyordum, tuttuğu yerden özellikle dumanlar çıkıyordu. Avuç içim paramparçaydı ve parmaklarımdan etin arasından kemikler görünüyordu. Gözlerim sulu suluydu. Ardından acı azaldı, azaldı, azaldı. Sonunda bedenimin gücü çekilir gibi olduğunda göz kapaklarım bir anda düştü. Ruhumun bedenimden süzülüşünü hissettim, bu kez gökyüzüne değil yer altına doğru süzülüyordu. Hemen yanımda kadın silüetine benzetebileceğim alevli bir ruhla, el ele. Karanlık bizi sardı ve o düşüş anını saniye saniye hissettim. Yükselmeye başlayan o sıcaklığı ve çığlıkları ise çok daha yakın çok daha acı şekilde hissetmiştim, öyle bir histi ki bu insana keşke duygularım olmasaydı da hiç birini hissedemeseydim dedirtiyordu. Uzaktan gelen çığlıklar saniyeyle eşleşmiş gibi yükselerek daha yakından gelmeye başladı, baktığınızda bir kulağım yoktu ama duyuyordum. Onların da dili, dudakları, ses telleri yoktu ama çığlık çığlığalardı. Karanlığın içinde bir ışık belirmeye başladığında bir ses duyuldu ve yer olarak adlandırabileceğim kısım titredi. Kapılar açılmış mızrak yere vurulmuştu. Onun efendisi Malik yer yüzündeydi ama mızrak onun temsili olarak hala kapıda duruyordu. Kapıyı saran alevler yavaş yavaş etrafa doğru çekilmeye başladığında içeri de bir boşluk oluştu. Bizim geçmemiz için oluşan boşluktu bu. Azra ile hala temas halindeydik, görüntü olarak böyle bir şey görmesem de onun ateşini ve karanlığını kendi ruhumda hissedebiliyordum. Onun yanında başka bir duygu daha bedenimi sarmaya başladığında bu duyguyu sadece bir iki gün geçmesine rağmen ne kadar özlediğimi fark ettim. Korel'in yakınımda olduğunu hissettiğim bu duyguyu... O da hissetmişti, hissetmiş olmalıydı. Yine duyar mıydı içimden geçenleri, duymasındı. Duyarsa sürprizim bozulurdu, umuyordum ki duymazdı. Belki gittiği yere sesim ulaşmazdı, umarım ulaşmazdı. Mızrak bir kez daha yere vurduğunda kapılar kapandı, göklere uzanan ateşler ve etrafı kafesmiş gibi saran çizgiler gözler önündeydi. Bazısı bizim bile altımızda kalıyordu, cehennemin tam olarak dibinde. Bazıları ise yukarıdaydı. Kulağıma Azra'nın sesi geldiğinde buradaki anılarımın canlanmaması ve ruhumun o travmayla tekrar çatlamaması için çaba gösteriyordum. Azra'nın sesi ise şu an buna gerçekten yardımcı olan tek şeydi. ''cezaları azaldıkça gök yüzüne doğru çıkmaya başlarlar, bittiğinde gök yüzüne ulaşmış Cennetin kapısına cezasız varmış olabilmek için...'' 'Ben daha derindeydim, Sencer de daha derindeydi.' Konuşmadım ama Azra beni duydu, anlatmak istediğimi fark etmeden anlattım. ''Evet siz daha derindeydiniz, tam olarak cehennemin dibinde... şeytanın olduğu yerin bir üstündeydiniz. Neyse ki geride kaldı o günler. Gel benimle, önce çocuğun tam olarak ne olduğuna bakalım.'' Karşıda dikildiklerini yeni fark ettiğim zebanilerin o parlak kırmızı gözleri ruhuma baktığında bir anda korktuğumu hissettim, gözleri aşağı doğru kaydığında kırmızı parlak gözleri bir anda çok daha fazla parlamıştı. Bu nedensizce korkuma korku katsa da Azra'nın yanında kendimi bir kez daha bulduğumda ilk kez bu yaptığına sevinmiştim. Korkumun sebebi ben değildim ya da başıma gelecekler değildi, çocuğumun başına geleceklerdi. Belki buraya gelmek iyi fikir değildi ama garip bir şekilde Azra'nın bana verdiği güvenle inmeye karar vermiştim. Eğer içimde bir yerde güven hissetmeseydim ya da Korel'in burada olduğunu bilmeseydim riske girmezdim ama bir yanım hala inmekle doğru yaptığımı söylüyordu. Kesinlikle Azra normal değildi, ben de değildim. Ama karışmamalıydım, bu kez düşünmeden hareket etmeliydim. Bu kez kaderin bana açtığı yoldan ilerlemeliydim. Tek bir yol, çıkışımız için tek bir yol. 'Korel... nerede?' ''Senin anlayacağın şekilde söylemem gerekirse babamızın yanında, asıl şeytanın yani. Biz de baba diye bir tabir yok elbette ama sen öyle adlandırabilirsin...'' Azra cehennem ateşiyle sarmalanmış siyah ve yaprakları alev şeklinde görünen ateşle yanan bir ağacın önüne geldiğinde duraksadı. Tam olarak cennet bahçelerinin cehennem versiyonunu gibi bir görüntüydü karşımdaki. Dallar tamamen kül rengindeydi ama ona rağmen canlı duruyordu. Aşağıdan onu saran sarmaşığa benzer ateş parçaları vardı ve üstündeki yaprak alevin şeklini almış yanarcasına sarkıyordu. Azra elini ağacın gövdesine yasladıktan sonra o parlak gözlerini bana çevirdi. Gözlerinin parlaklığı zebanilerin az önce bana baktığı anda ki gibi git gide yükselmeye başlıyordu. Bu beni korkutmalı mıydı? Ya da korkutuyor muydu? Zebaniler bile korkuturken karşımdaki alacakaranlığın kızı neden korkutmuyordu? 'Ya Lilith?' ''şşşt, kötüyü çağırma.'' Elini ağacın gövdesinden çekerek bana uzattığında ne olduğunu bile anlayamadan ruhumun içinde bir yangın hissettim. Cayır cayır ve derinlerime işleyen bir ateşin yükselip etrafımı sardığı bir yangın. Azra'nın gözleri bir anda bembeyaz kesildiğinde ben ne olduğunu bile anlayamadan beyaz gözleri kararmaya başladı, her şey anlatabileceğim en yakın zaman dilimi olan saniyeler içinde olmuştu. Ya da her şey o kadar hızlıydı ki ben buraya ait olmayan bir varlık olarak bu hıza yetişememiştim. Azra'nın eli ile ruhumun karanlığı arasında bir ışık cehennemin ortasında parlamaya başlayarak etrafımıza zebanileri topladığında yanan canımın acısıyla çaresizce iki büklüm oldum, ruhumdan yine bir şeyler eksiliyor gibi hissediyordum ama eksildiğine de emin olamıyordum. Alevler çok daha yükseğe ulaştığında geldiğimden beri etrafı saran çığlıklar da onunla aynı orantıda yükseldi, bu yükseliş içimi titretmişti. Bu titreşim yüzünden oluşan ufak dalgalanma belirtilerini hissedebiliyordum, aynı zamanda etrafımı saran zebanilerin bana nasıl baktığını ve nasıl hissettiğini de. Bana zarar vermek istiyorlardı, bunu gözlerinden okuyabiliyor köprü yanımla hissedebiliyordum. Cehennemin ortasındaki ışık azalmaya başladığında iki büklüm olan ruhum doğruldu, zebanilerin de gözlerindeki o ışık kısılmış siyaha dönük kırmızıya varmıştı. Hatta yanılmıyorsam bize az önceki kadar yakın bile değillerdi, ya da ben yakın görmüyordum. ''İsim... düşündün mü hiç? Gerçi bebeğin olduğunu yeni öğrendin...'' Azra'nın eli ruhumun arasından çekildiğinde gözlerimin varlığını bir anda hissetmekle beraber vücudumun kalanını gözlerimle görmeye başladım. Önce ayaklarım ardından bileğimden bedenimi saran siyah elbise ve kollarımı tamamen görebilmiştim. Gözlerim tenimden tekrar elbiseye kaydığında başımı hızla kaldırdım, Azra bakışlarımdan ne demek istediğimi çok net anlamış gibi gülümsedi. Tabi ki de anlamıştı, kaderi gördüğüne göre benim gördüğüm rüyayı da görmüş olmalıydı. Çünkü üzerimdeki o siyahla sarılı elbise, rüyamda köprünün cehennem kısmına yürüdüğümde siyaha boyanan o elbiseydi. Günahın rengiyle boyanmış ve masumluktan sıyrılmış bir elbiseydi. 'Korel... nerde?' diye sordum bir kez daha, burada olduğunu hissedebiliyordum. Onun sıcaklığını ve varlığını içimde hissediyordum ama nerede olduğunu hissedemiyordum. Şeytan tam olarak neredeydi? Yerin çok daha altında mı yoksa gök yüzüne doğru cennete yakın mı? Nerede olursa Korel yanıma daha hızlı gelirdi, nerede olursa ona daha çabuk kavuşabilirdim? ''Bizi bekliyor...'' 'Nerede?' ''Aşağıda.'' Aşağıda, yani cehennemin dibinde. Düğün günümden önce olmak istediğin en son yerde. 'Ya... ya çocuğumuz?' Azra'nın gözleri karnıma indiğinde gözlerindeki o ışık tekrar yükseldi. ''İçinde hem şeytan ateşi hem de senin gibi insani yanı var. Yani melez diyebiliriz... oiblisi nasıl öldürebildiğini şimdi anlayabiliyorum. Zaten bir iblis ancak şeytan ateşiyle öldürülebilirdi.'' 'Son iblisi... o öldürdü değil mi?' ismi dudaklarımdan çıkmadı o son iblisin. Çünkü söylemek bir yana anımsamak bile canımı yakıyordu. Azra'nın bir tepki vermese bile onayladığını hissettim içimde. ''Cinsiyeti erkek...'' dedi elini bu kez acı vermeden karnıma yerleştirirken. Cinsiyeti Erkek... 'Semum isimli hiç insan gördün mü sen?' 'Bizimki ilk olacak desene.' Korel bu anları görmüş müydü? Görmüş olabilir miydi? Bunu da biliyor muydu? Bunun da mı olacağı önceden belliydi? Umuyordum ki bunu gördüğünden değil öyle olmasını umduğundan söylemiş olsun. ''Merak etme o sadece seni hissedebiliyor hala.'' Azra'nın içimi rahatlamasıyla beraber komik bir düşünce aklımda yankılandı. Ben bile hissedemezken onun hissetmesi zaten yeterince anormal olan dünyamız da daha da anormal olurdu. Çünkü içimdeki o ufaklık bir şeyden ya da birinden saklanıyordu. ''Şimdi...'' diyerek kollarıma sardı gölgesini Azra ve birden ayaklarımın altındaki yer çekildi. Zaten yer olan bir şey yoktu, sadece benzetebileceğim ve adlandırabileceğim kelime buydu. O da ayaklarımdan çekildiğinde olduğum yerden daha da derine batmaya başladığımı hissettim. Artık çığlıklar daha fazla yükseliyordu, ateş daha kırmızıydı, alevler çok daha uzun ve genişti. Aynı zamanda ışığın bu kadar yüksek olmasına rağmen aşağı da her yer çok daha karanlıktı. ''Gözlerini kapat...'' diye mırıldandı. Aslında kapatmasam da görebileceğim farklı bir şey yoktu çünkü burası öyle bir etkiydi ki bu görüntü aklınızdan silinmiyor karanlıkta bile bu ateş yanmaya devam ediyordu. Çığlıklar zaten hala etraftaydı. Ve bu cehennemde duyulmamasına imkân olmayan tek şeydi. Gözlerimi yumduğumda aynı görüntü karanlıkta tekrar canlandı, artan sıcağı hissedebiliyordum ama canım yanmıyordu. Çığlıklar daha da şiddetleniyordu ama kulaklarım kanamıyordu. Karanlıkta çok daha dibe batıyordum ama boğulmuyordum. ''Açabilirsin.'' Azra'nın gözleri etrafı aydınlatmaya başladığında yavaş kırpışan kirpiklerim hızlandı. Etrafta yanan ateşler uzundu ama siyaha dönük bir kırmızıydı ve bunun karanlığı aydınlatıyor denmesi çok zordu. İleri de bu kafeslerin ardında karanlığın alevlerle sarıldığı bir ruhun altında diz çöken bir gölge gördüğümde nefesimin kesildiğini hissettim. Hem özlemle hem de endişeyle kesilmişti bu nefesim. O boynuzlarındaki ateş sönmüştü ama hala uzun ve kusursuz görünüyordu. Ruhu aynı önündeki asıl şeytan gibi alevlerle sarılmıştı. Boynuzlarının hareket ettiğini gördüğümde Azra öne doğru bir adım attı, Korel diz çöktüğü yerde doğrularak karşısında dikildiğinde ben de Azra gibi öne doğru bir adım attım. İçimdeki endişeye engel olamıyor, bu korkuyu ve onu koruma isteğini durduramıyordum. Bir yanım öne atılıp buradan gitmek için yalvarmak istiyordu, diğer tarafım ise şeytanın köprüsü olduğumu ve bunun için güçlü durmam gerektiğini sabretmemi söylüyordu. Karnımdaki ufaklık ise buna sessiz kalıyor hala saklanıyordu. Bak oğlum, kim duruyor orada... kim bizim için dikiliyor şeytanın karşısında. 'Efnan...' Korel'in kelimeleri içimde yankılandığında kendi içimde konuşmayı tamamen kestim, demek ki artık beni duyabilecekti. 'Seni çok özledim.' Dedi acı çeker gibi, içinde o şeytanın öğrendiği duyguları, benim öğrettiğim duyguları hissedebiliyordum. 'Bende seni özledim.' Diyerek aynı şekilde karşılık verdim onunki kadar kabarmış hasret duygusuyla. 'Gözlerini kapat.' Diye fısıldadı aynı az önce kız kardeşinin söylediği gibi. 'Neden?' diye sordum elimi refleksle karnıma götürürken. Bana arkası dönük olduğu için beni göremiyordu, bunu biliyordum. Belki de bu refleks güç alabilmek içindi. 'Çünkü birazdan olacakları görmeni istemiyorum, birazdan olacak hiçbir şeyi görmemelisin.' 'Neden istemiyorsun... kötü bir şey olacak değil mi?' 'Hayır.' 'Yalan söyleme.' Boynuzlarının hareketinden bana bakar gibi döndüğünü anladım ama bu karanlıkta görülmesi zor olmalıydı. O seni her yerde her karanlıkta görür. 'Bana güveniyor musun Sevgilim?' 'Güveniyorum.' 'Öyleyse söylediklerime de güven, gözlerini kapat.' Bakışlarım Azra'ya döndüğünde onun da abisine hak verdiğini okudum bakışlarından. Karnımdaki el sıkılaştığında Azra elimi karnımdan çekti ve gözlerimi yummak için davrandığım hareketimin yarıda kalmasına sebep oldu. Bu sert hareketiyle elime savurmasına tepkili bir bakışla karşılık vermiştim ama onun ezilip büzülerek yüzünü yer eğdiğini gördüğümde tek ifadem çok daha korku olmuştu. Çünkü arkamdan gelen o ışığın ve ateşin kim olduğunu, Azra'nın karşısında ezildiği kişinin kim olduğunu tahmin etmek hiç zor değildi. Lilith, tam arkamda dikiliyordu. Tozlar halinde bu karanlık alevlerin arasından çıktığında arkamda olan silüeti bir anda önümde belirmişti. 'Bir sözünle getirmişsin gerçekten...' Lilith bana doğru bir adım attığında Azra da bana doğru korumak istercesine bir adım attı, elimi neden karnımdan çektiğini sanırım şimdi anlayabiliyordum. Azra 'Konu abim olduğunda yapamayacağı şey yok demiştim.' Diyerek Lilith'i yanıtladığında bakışlarım Korel'e döndü. Bize hala arkası dönüktü ama hissettiğim bu çıkmazı hissetmiş gibi 'Korkma.' Diye fısıldadı. Korkmam gerektiğini biliyordum elbette ama korktuğum şey bana gelecek zarar değildi. Hayatım da en önemli yer edinen o iki erkeğe gelebilecek zararlardı. 'Hala bilmiyor değil mi?' Lilith'in sorusuyla güçlü durmaya çalışmayı bir kenara bırakıp Azra'ya döndüm. Kafasını hala kaldırmamıştı ama göz ucuyla bana baktığını hissediyordum. Yani tarif edebileceğim en yakın şey göz ucuyla bakmasıydı. 'Bilmiyor.' Bahsettiklerinin ne olduğunu hala bilmemem bir yana istediğim halde konuşamamamın verdiği bu huzursuzluk git gide büyümeye başladı. Buraya beni bir amaç için getirdiğini biliyordum ve bana zarar veremeyeceğini bildiğim için korktuğum şey bu olmamıştı. Ama çocuğa zarar vermemesinin bir nedeni yok. Çocuğu Korel bilmiyor. Bilmediği bir şey için de müdahale edemez, bilmediği çocuğunu koruyamaz. Siktir! Lilith'in sorduğu bilmiyor sorusu buydu... Korel çocuğu olacağını bilmiyordu. İçimde küçük bir yarı şeytan taşıdığımı bilmiyordu. Bana zarar veremeyeceği için bana korkma demişti ama çocuğa zarar verme ihtimallerini bilmiyordu. Elimi refleksle karnıma koruma amaçlı uzatmaya kalktığımda Azra ikinci kez elimi savurdu, bu kez tenimi de yakmıştı ama bebek de koruma amaçlı onu yakmış olmalıydı ki gölgesinde ufak bir titreme meydana gelmişti. Nasıl olurdu da şimdiye tek tehdit olarak algılamazdım onu? Nasıl olurdu da karnımdaki bebek yakmazdı şimdiye dek? 'Güzel, bebeği yok et. Abin de sen de bu iş bittiğinde azat edileceksiniz.' Lilith'in gözleri karnıma indiğinde acıyla çığlık atmak için dudaklarımı araladım, benden bebeğimi alacaklardı. Henüz hissedemediğim bebeğimi benden koparacaklardı. Henüz babasının bile öğrenemediği benim anne olacağıma inanamadığım bu günleri bizden alacaklardı. Almamalıydılar, bana ve çocuğuma dokunmamalıydılar. Artık bizi rahat bırakmalıydılar. İçimden hayır diye dakikalardır çığlık atmaya başlasam da bu çığlık duyulmadı ne Korel tarafından ne de başkası tarafından. Araladığım dudaklarımın önünde bir ateş topu belirdiğinde çığlığımın Lilith'in avucunun içinde kaldığını gördüm. Çığlığımı, hatta tüm sesimi avucunun içine çekmişti. O an ne içeriden ne dışardan sesimin çıkmadığını fark ettim. Sadece çocuğumu değil, beni de sesimi de avucuna almıştı. Gözlerim duymayacağını bile bile Korel'e yardım için yalvarırcasına kayıyordu ama o hala şeytanın karşısındaydı. Bir anda boynuzlarının başka bir gölge tarafından tutulup kırıldığını gördüğümde içimdeki o son nokta kopmaya başlamış karnıma giren Azra'nın ruhunun keskin parçası ise Korel gibi diz çökmeme sebep olmuştu. Ve köprü olarak cehennemin önünde diz çöktüğümde o havada yakaladıkları çığlık dudaklarımdan kimsenin anlamayacağı bir hızda kaçtı ama dışarıdan bir fısıltı bile duyulmadı. Diz çöktüğüm o karanlık cehennem Korel'in bana dönmesiyle aydınlanmaya başlamıştı. Karnımdaki sancı beni iki büklüm hale getirirken Korel'in gözlerindeki o ateş karanlık alevleri aydınlatmış ortaya en az yukarı da ki kadar korkutucu bir görüntü çıkarmıştı. Etraf ne kadar aydınlansa da Korel ne kadar bana baksa da hala çektiğim acıyı görmemişti. Gözlerim acıyla dolduğunda elimi yanan karnıma uzattım, bir göz yaşı sessiz çığlığımla yere düştü ve o bir damla göz yaşıyla cehennemin sardığı tüm alevler yavaşça sönmeye başladı. O bir göz yaşı, benim bir göz yaşım cehennemin tüm ateşlerini sadece bir saniyeliğine de olsa söndürmüştü. Etraf kızıl alevlerden şeffaf bir dumana dönmüştü ve Korel'in gözleri bana bakarken titrediğinde gözlerini gözlerimden ayırmadan tuttuğum karnımı fark etti. Kaybettiğimiz çocuğumuzun varlığını kaybettikten sonra fark etti. Ben onu koruyamayan, babası için onu feda eden bir anne, o ise varlığından bile haberdar olmayan bir baba olmuştu. Korel'in ruhundaki boynuzlar kırılmış onun sırtına ağır bir yük koymuşken, üzerine ben çok daha ağırını koymuştum. Ve başka hiçbir damla düşmeyen göz kapaklarım aydınlığın tekrar karanlığa, buharın tekrar ateşe döndüğü bu cehennemin dibinde kapanmış... karnımın sızısıyla bedenim nereye olduğunu bilmeden tüm gücünü kaybederek yığılmıştı. 🐦⬛ ''Efnan...'' Paramparça olmak ne demekti, son zamanlar da en çok bu duyguyu tatmama rağmen bu duygunun ne olduğunu hala hissedemiyor bunu kabullenemiyordum. Ne demekti gerçekten? Cehenneme girmek miydi beni paramparça yapan, yoksa Korel'den ayrılmak mı? Bu muydu paramparça olmak. Değildi. Asıl paramparça olmak, senin ve sevdiğin insanın parçalarından oluşan o küçük varlığı kaybetmekti. Çünkü o varlığı kaybettiğinde ikinizden de bir parça kaybetmiş oluyordunuz. ''Efnan...'' Ne demekti Efnan? Cennetteki güzel gözlü kız mı, Neden öyleyse hep cehennemdeydim, neden sadece âşık olduğum için hem kendimi hem çocuğumu kaybetmiştim? Neden sevdiğim adam çocuğu olduğunu cehennemde, çocuğunu kaybettikten sonra öğrenmişti? Biz neden bunları yaşıyorduk? Hepsi aşk için miydi? Yoksa düşmanlarımızı öldürmediğimiz, öldüremediğimiz için miydi? Onları öldürseydik de bunlar yaşanır mıydı? Onları öldürseydik o saklanan ufaklık hala orada saklanıyor olur muydu? ''neden cevap vermiyor?'' diye sordu tanıdık ses. O da öldürmediğim bir diğer düşmanımdı, onu da öldürseydik keşke. Herkesi öldürebilseydik keşke, aynı insanlar gibi. Böyle, bir bıçağa bir kurşuna baksaydı. Zarar veren herkesi ilerde ne olacağını aldırmadan öldürüp atsaydık kenara, canımızı yakanları kaldırsaydık yolumuzdan da bir daha çelme takamasınlardı bize. ''Cevap veremez...'' düşmanımın sorusunu cevaplayan bu ses, en az benim kadar bir parçasını kaybetmiş adama aitti. Onun için cehenneme indiğim ve nasıl yer yüzüne döndüğümü bilmediğim halde kokusu burnuma dolan adama aitti. ''Çünkü ben henüz onu sarmadım... çünkü kendine gelemedi... çünkü o...'' Cümlenin devamını dışarıdan getiremese de ben cümlenin devamını hissetmiştim. Ne kadar düşüncesini duyamamış olsam da hissetmiştim. Çünkü o bebeğimizi kaybetti. Yer yüzünde buz tutmuş bedenim, kararmış gök yüzünü izleyen dolu gözlerim bir anda bedenime sarılan kollarla ısındı ve görüş açım değişti. Artık gökyüzünü değil Korel'in koyu gri gömleğini görüyordum, ama onun o sıcak kolları bile beni ısıtamıyordu. Benim soğukluğuma göre sıcaktı, sıcak olduğunu hissediyordum ama ısınamıyordum. Ve bir değişiklik vardı çünkü bedeni tenimi yakmıyordu. Gözlerim açık boş boş etrafa bakmaya devam ettiğimde Korel'in bir elini fark etmeden belimden karnıma doğru sardığını hissettim. Fark eder etmez parmaklarını tekrar belime indirmişti ama göz ucuyla bana bakması yaptığı hareketten ötürü ne kadar kötü hissettirdiğini fark ettiriyordu. Derin bir iç geçirerek beni yerden dizinin üzerine çektiğinde kafam gömleğinden boynuna doğru kaydı. Ardından parmakları bir anda buz tuttu, nefes almayı bile kesmişti. Kafasını kaldırıp arkamda kalan göz ucuyla gördüğüm Semum ve Grim'e baktığında ben de kafamı onun bakışlarını görebilmek, bakışlarından düşüncelerini okuyabilmek için kaldırdım. Korel'in parmakları karnıma doğru çıkmıştı. Üstelik yanmıyordu da benim de elim fark etmediğim anda onun elinin üzerine dokunduğunda Korel'in ellerini ilk defa soğuk hissettim. Ben ısınmaya başladığımda Korel çok daha soğumaya başlamıştı. Bu beni cayır cayır yakan eller onu tanıdığımdan bu yana ilk defa bu kadar soğuktu ve bir şeytan için soğuk olmak imkansızdı. Kaşlarım çatık şekilde ona baktığımda gözüm seğirdi. Onun ise parmakları altımda hala soğuktu ve karnıma sarılmıştı. ''Efnan...'' diye fısıldadı nefesini yüzüme çarparak. Hızlı nefeslerle bakışlarımı onun gibi karnıma indirdiğimde bir anlık kaybetme korkusu uçup gitti, yerini karnımı tekmeleyen bir bebeğe bıraktı. Hala karnımdaydı. Yanmamıştı. Azra onu benden almamıştı. Nasıl? Bu nasıl olmuştu? ''Efnan...'' dedi Korel bir kez daha fısıldayarak, elleri titriyordu. Yüzünü eğdiği karnımdan bana kaldırdığında gözlerinin dolduğunu gördüm ve onu net göremediğimde benim gözlerimin de en az onunkiler kadar dolduğunu fark ettim. ''Nasıl... yandığımı hissettim.'' Diye fısıldarken cehennemi söndüren o göz yaşım bu kez yer yüzüne düşmüştü 'pıt' diye bir sesle. Grim ve Semum aynanda sinirle gülmeye başladığında yere yaslanarak kucağında olduğum Korel ile birbirimize bakıp onlara döndük. İkisi de sinirden gülüyordu. Semum dudaklarını ısırıp çömelerek elini karnıma koyduğunda Grim de terlemiş alnını elinin tersiyle silmişti. ''Hepimizi oyuna getirdi.'' Diye başladı söze alnını sildiği elini indirirken. ''Çocuğa zarar vermedi... amacı çocuğu ölü göstermekti. Sizin oradan çıkabilmeniz için.'' Semum Grim'in sözlerini tamamladıktan sonra elini karnıma uzattığında tam dokunduğu yerde bir tekme hissetti. Semum'un eline tekme atmıştı. ''Biliyordum en çok beni seveceğini... Merhaba küçük Semum.'' Korel Semum'un elini ittirerek yerine kendi elini koyduğunda dudaklarında geniş dişlerini gösteren bir gülüş belirdi ve az önce gülen iki aptal adam gibi gülmeye başladı. ''tekme atıyor...'' diye mırıldandı bir yandan gülüp bir yandan dolu gözlerini boşta kalan eliyle silerken. ''Benim çocuğum... karnında ve dokunduğumuzda tekme atıyor...'' Cümleleri toparlayamıyor kurduklarına da inanamıyordu. ''Neden... neden böyle bir şey yaptı hiçbir şey anlamıyorum...'' diye mırıldanarak karnımdaki elleri çektiğimde Grim'in uzattığı elden destek alarak doğruldum. Sadece beş dakika önce dünyam kaybettiğimi sandığım çocukla başıma yıkılmıştı. Ve onu kurtaran bir zamanlar beni cehenneme mahkûm eden kadındı, düşmanımdı. Belki de düşmanlarımızı öldürmemeli ve kaderin onları hayatımızda nereye koyacağını görmeliyiz. Ya da baştan öldürüp bir daha böyle risklere girmemeliyiz. Her neyse. ''Lilith geldiğinde biliyor mu diye sordu... Azra hayır dedi. Senden bahsetmiyor muydu?'' diyerek parmağımı Korel'e uzattığımda sersem bir ifadeyle bana baktı. Hala baba olacağını idrak edememiş görünüyordu, oldukça haklıydı çünkü ben gün geçmesine rağmen idrak ederken bile gerçek mi diye kendime birçok kez soruyordum. ''Hayır, eğer oyun yaptıysa bilmiyor diyerek seni kastetti. Sen öğrenmeden hallettiğini söylemiş olabilir.'' Korel'in hemen ardından Grim kollarını birbirine bağlayarak kafasını aşağı yukarı salladığında birbirine doladığı kollardan ötürü kasları şişmişti, baş parmağı pazısında ritim tutuyordu. ''Lilith ile anlaşma yaptı, karşılığında sizin ve kendinin azat edilmesini istedi...'' Lilith'in söylediği sözler aklımda kesik kesik de olsa canlandığında taşlar birer birer yerine oturmaya başladı. Abin de sen de bu iş bittiğinde azat edileceksiniz. ''Neden bunu neden bizim için yapsın?'' Korel gülümseyerek eğildiği yerden kalktığında toz olmuş gömleğinin açık tonu olan pantolonuna aldırmadan karşıma geçti, elleri yine karnımı sarmıştı. ''Bizim için değil.'' Parmakları karnımda gezindiğinde göz kapakları kapanmıştı, dudaklarında gördüğüm en masum ve en iç açıcı gülümseme vardı. ''Onun için yaptı. Seni cehenneme getirmesi de o yüzdendi.'' Göz kapaklarını yavaşça araladığında Grim ve Semum'a kaydı bakışları, ikisine de kafa işaretiyle gitmesini söylediğinde bir an başımın döndüğünü hissederek kol kaslarına tutundum. Sıkıyordu, kasları şişik ve sıkıydı. Gözlerim gömleğinin açık kısımlarına gittiğinde kaşlarım birleşircesine şiddetle çatıldı, parmaklarımı boynuna ve köprücüğüne uzatıp düğmesini açmaya başladığımda gülerek ''Hayatım... sokaktayız.'' Diyerek beni alaya aldı ama umursamıyordum. Vücudunda dövmeler yoktu! Vücudu tertemiz esmer bir tenden ibaretti ve şeytanı simgeleyen o görseller vücudundan temizlenmişti. ''Dövmelerin... boynuzların.'' Aklıma gelen görüntüyle bakışlarımı kafasına kaldırdığımda yüzümü sağa sola doğru sallamaya başladım. Azat edileceksiniz. ''İmkânsız... yapmış olamazsın.'' Ben ne kadar şiddetli kafamı olumsuzca sallıyorsam o da o kadar şiddetli olumlu şekilde sallıyordu. ''Yaptım... ve bitti. Artık özgürüz.'' ''Olmaz bu mümkün değil.'' ''Sen artık...'' Alnını alnıma yasladığında kararmış havada esen rüzgârı tenime çarparken gözlerimi açtığımdan beri ilk defa hissettim. ''Evet sevgilim... ben de artık insanım... Karıcım mı deseydim yoksa?'' dudaklarımı ısırarak elimi silinen dövmelerinin olduğu yere uzattığımda bir an yüzüm düştü. Aslında en mutlu anımdı, hatta nefes aldığım ilk andı. Ama Korel yüzümü düşüren şeyin ne olduğunu anında anlayarak yüzünü saçlarıma gömdü, dudakları hemen kulak kenarımdaydı. Nefesi enseme çarparken ''Merak etme, o dövmeleri insanlar da yapabilir ve sen yine çok sevdiğin tenimde o dövmelerin üzerinden geçebilirsin.'' Diye fısıldadı. ''Ama... şimdi uyumalıyız. Çünkü yarın düğünümüz var.'' Bir anda belime sarılan el ile bacaklarımın altına geçen eli hissettiğimde tuttuğum gömleğin yakasını refleksle sıktım. ''Bu yüzden hamile karımı düğünden önce yormayayım diyorum. Ne diyorsun, yer yüzüne çok fazlayım değil mi?'' Alaycıl cümlesine gülerek karşılık verdiğimde otelin arka yolunda olduğumuzu ileride yanan ışıkları gördüğümde anlamıştım. Korel beni kucağına almış otele doğru yürüyordu, etraf karanlık olmasına rağmen otelin ışıklarının uzandığı yer, önümüzde kalan kısım hafifte olsa aydınlıktı. Grim ve Semum görünmüyordu. ''Yani... her şey bitti mi artık? Azra ne olacak... ya Sencer?'' Korel adım atarken yüzünü bana çevirdiğinde kurumuş dudaklarını yalamış beni daha yukarı çekmişti. ''Azra azat edildi ama... Sencer için aynısını söyleyemeyeceğim. Çünkü şeytanlıktan azat edilebilmem için yapmam gereken görev... tam olarak onun hakkındaydı.'' ''O da ne demek ne yaptın?'' ''Bize bir yol sunuldu, ilk yol da Sencer'i ele verebilirdim ve yer yüzüne inmemize hiç gerek kalmazdı ama o zaman o da sonsuz bir cehennem azabı çekerdi. Şimdi de bir seçenek sunuldu, ya seninle insan olarak sonsuz bir mutlulukta yaşayacaktım ya da Sencer'in ikinci kez etmeye çalıştığı ihanete göz yumup onu kurtaracaktım...'' ''İkinci kez etmeye çalıştığı ihanet mi?'' ''Gececiler sana saldırmaya geldiğinde... bir gececinin ruhunu görebilmiştin hatırlıyor musun?'' kafamı aşağı yukarı salladığımda otelin ışıkları ile şu an onu çok daha net görebiliyordum. Üzerindeki gri gömlek siyah noktalar barındırıyordu, siyah bir kemer takmıştı ki onu bel kısmımda ucu hafif battığından hissedebiliyordum. Ayakkabılarının sesi de asla ritim şaşmadan kulaklarıma doluyordu. ''Normalde o an gececinin sana bakmasını engellemesi gerekliydi, seni kurtarması gerekliydi çünkü ben yetişmeseydim yaptığı bu şey senin ölümüne sebep olacaktı. Ya seni benden ayırarak kendine aşık edecekti ya da seni öldürecekti. Ancak böyle cennete gidebilirdi ama o benim onun yanında olduğum gibi yanımda olmayı seçmedi. Karşımda olmayı seçti, senin hayatını riske attı, herkesi cehennemden kurtarmak için seni cehenneme mahkûm edecekti. Eğer ben gelmeseydim... '' Korel'in yakasını tutan parmaklarım öfkeden çok da can yakıcı şekilde tırnaklarımla beraber derisine battığında yüzünü buruşturdu. Otele girdiğimizde lobide olan sayılı insanlar bize dönmüştü ama ikimizin de umurunda değildi. Korel asansörün önüne geldiğinde eğilerek asansörü çağırdı ve yüzünü tekrar bu aydınlıkta bana döndü. O masmavi hareleri, uzun kıvrık kirpikleri, kurumuş ama soğuktan da kızarmış dudakları her zerremi cezbetti. Ona olan aşkımı milyonuncu kez cezbetti. ''Ama geldim, karşılığında da seni öldürmek isteyerek kaderi değiştirmeye kalktığını ilettim.'' ''Onu cehenneme mi mahkûm ettin?'' diyerek korkuyla hareketlendiğimde Korel'in bedenimdeki elleri sıkılaştı. ''Hayır, sadece cezalandırılmasına izin verdim ama karşılığında da sonsuza dek istediği yerde kalması için anlaşma yaptım. Onun cennete gitme karşılığında...insan olduğumda tüm işlediğim günahların bedelini üstleneceğim. Yani yer yüzünde yaşadığım her bir yılın acısını çekeceğim, muhtemelen sonsuzluğa yakın bir cehennem beni bekliyor ama seninle geçireceğim o sayılı günlerin hepsine bedel.'' Asansörün kapısı açıldığında kenarlardan yanan loş ışığın aydınlattığı koridordan kapının önüne geldik. Korel eğilerek beni dizine yasladığında cebinden bir kart çıkarıp bana uzatmıştı. ''Ya...'' kartı okutup içeri girdiğimizde Korel dirseğiyle ışığı yaktı. Bakışları benim baktığım yere karnıma düştüğünde ''Ya çocuğumuz?'' diyerek devam etti soruma. Dudaklarımı ısırdım, beni yatağa bıraktığında o da yatağın ucuna oturmuştu. ''O ise...'' derin bir nefes alıp elini ensesine attığında aldığı nefesi şiddetle geri verdi. ''Azra sadece çıkarken onun ne olduğuna aldırmamamızı söyledi. Sadece insan olun ve yer altından uzak durun dedi.'' Yatağın karşısındaki aynadan karnıma baktım, tam olarak ne kadarlık olduğunu bile bilmiyordum. Kendini ne zamandır gizliyordu bilmiyordum. Tek öğrenebildiğim kendini Lilith'ten gizlediği olmuştu. ''Yani her şey bitti... artık iblisler de peşimizde bizi öldürmek isteyenler de olmayacak?'' sevinçle kaşlarım havalandığında dudaklarından sesli bir gülüş çıktı. ''Evet bir tanem artık bizi öldürmek isteyen kimse olmayacak... artık insanız ve... sana gitmeden dediğim gibi bu sondu. Artık ayrılmamız da gerekmiyor.'' Beni omuzlarımdan ittirerek yatağa yasladığında o da oturduğu yatağın ucundan kalkıp düğmelerini açarak gömleğini ve kemerini çıkardı. Ardından çıkardığını yatağın ayak ucuna atarak yorganın içine girdi ve ellerini karnıma sardı. ''Tüm hayatım... tüm benliğim senden ibaretti. Seni korumak için içimde yanan bambaşka bir ateş vardı... şimdi o ateş öyle yüksek , benliğim o kadar anlamlı ...hayatım öyle güzel ki... tüm duyguları baştan öğrenmiş kadar mutlu hissediyorum.'' Fısıltısı saçlarımın arasından enseme çarptığında hoşuma gitmiş gibi mırıldandım. Beni kolları arasına çekmiş, yorganı üzerimize örtmüştü. ''Ben... hala inanamıyorum...'' diye fısıldadım. Evimin bu rahatlığını, Korel ile huzur içinde uyuduğum geceleri özlemiştim. Onunla bir şeylere yetişmeden sadece baş başa kaldığımız anları, gerçekten nefes alarak göğsüne yaslanıp uyduğum zamanları... her birini çok özlemiştim ve bu özleme doymak için öylesine yorgun hissediyordum ki günlerce burada bu şekilde kalabilirdim. ''Anne olacağına mı?'' kafamı aşağı yukarı salladığımda saçlarıma konan bir öpücük tenime işledi. Korel de en az benim kadar inanmakta güçlük çekiyordu ama o benden çok daha çabuk kabullenmiş çok daha çabuk duygularına yenik düşmüştü. Heyecanını kolumun üstünde durduğu hızlanan kalp atışından anlayabiliyordum. ''İnan, çünkü benim bu saatten sonra inandığım tek bir şey var...'' ''Nedir?'' Derin bir nefes alarak saçlarımı dağıttığında ve yüzümü göğsüne gömdüğünde burnuma dolan kokusuyla göğsüne narin bir öpücük kondurdum. ''Eğer yer yüzünde çocuğu için yapabileceklerinin sınırı olmayan bir aile varsa... o da biziz.'' Dudaklarımı söylediği cümlenin karşısında araladığımda parmağını dudağıma bastırdı. ''Şşşt. Şimdi uyku vakti, yarın düğünümüz var. Düğünden sonra tüm zamanımız zaten çocuğumuzla geçecek.'' Dediğini yaparak dudaklarımı kapattığımda ''İşte böyle, üzmeden ve üzülmeden... hayatımız hep böyle devam etsin... birbirimizi dinleyelim. Üzmeden ve üzülmeden.'' diye fısıldadı tekrar. Şeytan olmaktan tamamen vazgeçen biri için fazla tamamdı, hiç bir eksiklik hissetmiyordu. Belki de buna yıllarca kendini hazırladığı içindi. Yıllarca seni bekleyen adam, yıllarca kendini insanlığa da hazırlamıştır. Gülümseyerek ona daha çok sokulduğumda bedenimi saran uyku ve çöken yorgunluk uykuya kapılmama oldukça yardımcı oldu. İkimizin de eli yine karnımda buluşmuştu. Ben şimdi kayıp bir insandan yolunu bulmuş bir insana, uyandığımda günüm nasıl geçecek endişesiyle uyanmaktan korkan bir insandan uyandığımda günüm çok güzel geçecek diyen bir insana dönüşmüştüm. Çünkü benim için hayatı oluşturan iki insan da yanımdaydı. Biri hemen burnumun dibinde, kollarımın arasında. Diğeri ise karnımın içinde. ''Biliyor musun?'' diye fısıldadığında sesindeki uyku benim de uykuyla gözlerimi kapatmama sebep oldu. Gözlerim çoktan gitmişti ama kulaklarım yine onu duymaya çalıştığı için uykuya direniyordu. ''Seninle ilk birlikte olduğumuz gecenin sabahında fark ettim ki... sana duyduğum aşktan sonra en merak ettiğim duygu baba olma duygusuydu.''
|
0% |