Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@byzloey

Sesin sahibi bize doğru yaklaştı ve cesede kısa bir bakış atıp yanıma çömeldi, Yüzünü görür görmez korkuyla boynuna atladım. Bacaklarımın altından ellerini geçirip beni kucağına aldı.

Hemen arkasında Eva korkuyla bize bakıyordu. Gözleri bizden Sencer'e döndüğünde gözleri büyüdü ve korkuyla bir adım geriledi. Sencer'in yüzünü göremiyordum.

Ama hemen arkamızda olduğu belliydi. ''İfadesi gerekiyor.'' Dedi bundan nefret eder gibi. Arkun da kafasını aşağı yukarı salladı. ''Bence yarın da ifadesini alabilirsiniz. Bu halde konuşabileceğini sanmıyorum.''

''Haklısın.'' Diye mırıldandı Sencer ve Arkun'a sanırım gitmemizi işaret etti. Arkun arkasını dönüp arabaya ilerlerken Sencer'in yüzünü ışığın altından görebildim. Gözleri direk Eva'ya bakıyor kaşlarını çatmış şekilde dikkatle onu izliyordu. Arkun'un bakışları bana dönünce ''Nasıl haberin oldu?'' diye mırıldandım.

''Polislerin içinde adamım var, yoksa nasıl bu kadar ünlü bir gazeteci olacaktım?'' dedi ve arabanın kapısını tek eliyle açtı. Sencer'in gözleri beni bulduğunda gözlerinin içinde hüzün gördüm.

Arkun beni kucağından indirip ön koltuğa oturttu, hemen peşimizden Eva da arka koltuğa oturup kapıyı sertçe kapattı. ''yavaş.'' Arkun'un bu tepkisiyle ''pardon.'' Diye mırıldandı ve öne doğru uzanıp elini destek vermek için omuzuma uzattı ama yine o kötü his tüm bedenimi kapladı. Anında temasıyla kendimi öne attım ve derin bir nefes aldım.

Arkun da Eva da şaşkınca bana bakıyordu. ''Özür dilerim...''

Eva'ya bakıp bir şey söylemek istedim ama dudaklarımdan hiçbir kelime çıkmadı, cama yaslandım ve Eva'nın uzattığı montu alıp üzerime serdim. Sessizce arkasına yaslandı ama gözlerinin bende olduğunu hissedebiliyordum. Camdan Sencer'in gözlerinin hala üzerimde olduğunu fark ettim, bende bakışlarımı çekmedim. Arkun arabaya binip klimayı açtı ve arabayı geri geri sürmeye başladı. Görüş açımdan çıkana kadar ne Sencer ne ben gözlerimizi birbirinden ayırmamıştık.

''Bu gece bende kalmak ister misin?'' Eva'nın korkuyla sorduğu soruya karşılık aynadan arkaya ona baktım. ''Hayır, teşekkür ederim.''

''bende de kalabilirsin.'' Arkun'a da aynı cevabı verdim. ''Otel'e gitmek istiyorum.''

Arkun yağmurdan dolayı olabildiğince hızlı sürmeye çalışsa da çok da hızlanmadan dikkatle sürdü. Otel'in önüne gelene kadar kimseden çıt çıkmadı, bende kafamı cama yaslamış gördüğüm gölgeyi düşünmüştüm. Karanlıkta gördüğüm bir göz yanılması olabilir miydi? İmkansızdı. Peki ya o gözlerindeki Alev? O neydi?

Göz yanılması olamazdı ama gerçekliği de akıl almazdı. O bedenler de oluşan delikler neyin açıklamasıydı peki, onu bir insan ya da hayvan yapmazdı böyle bir şeye imkân yoktu.

Gözlerim Arkun'a döndüğünde kolundaki geçmeyen yanığı gördüm. Belki de aradığım doğa üstü varlık... Azraydı. Sonuçta onda normal olmayan şeyler vardı. Korel de de vardı, Sencer de normal değildi. Gözlerim aynadan Eva'ya gitti. O da normal değildi, etrafımdaki herkes şüpheli konumdaydı.

Kimin iyi kimin kötü olduğunu kestiremiyordum, bunu yapan biri bu kişilerden biriydi. Bunu hissedebiliyordum ama hangisi daha şüpheliydi karar veremiyordum.

''Bir sorun mu var?'' Eva'nın aynadaki bakışını fark edip kafamı olumsuzca salladım ve önüme döndüm. Otelin önüne varmıştık, Korel'in arabası her zamanki yerindeydi.

Yorgun bir halde kapıyı açtım, Arkun'un montunu üzerimden çekip yavaşça indim. ''Yukarı kadar geleyim mi seninle?'' cevabı beklemeden inmeye yeltenen Arkun'un elinden tuttum ve onu durdurdum. ''Hayır, gerek yok.''

''Emin misin?''

''Eminim.'' Eva ile aynadan bakışarak vedalaştım ve arabadan indim. İyi görünmediğimin farkındaydım, ne kadar ölüm görürse görsün hiçbir insan buna alışamazdı ama benim bugün gördüğüm bir ölümden fazlasıydı. Ben bir Azrail görmüştüm.

Otele doğru hızlı adımlarla ilerledim ve asansörü beklerken ceketimin önünü açtım, her yerim sırılsıklam olmuştu, üşüyordum. Asansör beni bekletmeden gelince katımı tuşlayarak cebimdeki defteri çıkardım, neyse ki ceketimin cebi kapalıydı, defter fazla ıslanmamıştı.

Bugün ki gördüklerimden sonra anormal olanın ben olmadığıma karar vermiştim, normal olmayan burasıydı, buradaki insanlardı.

Asansör açıldığında oda kartını bulup içimde fazla ıslanmayan kıyafetime kartı sildim ve okuttum. Neyse ki ikinci okuyuşunda odamı açmıştı. Ceketimi ve üzerimdekileri tamamen kirliye atarak sıcak bir suyun altına girdim, başka türlü asla ısınamazdım. Her yerim titriyordu, burnum da akmaya başlamıştı.

Gözlerim acımıştı ve burnumda hala yanık ceset kokusu vardı. Midemin çalkalandığını hissettim, öğürdüm. Kusacak gibi olsam da kusamadım, akşam yemeği bile yememiştim zaten hiçbir şey yemek istemiyordum.

Sıcak suyun altında kendime geldikten sonra bornozumu giyip yatağımın köşesine oturdum ve defteri açıp sağlam yerleri okumaya başladım. En başından başladım, sabaha kadar da sürse bunları okuyacaktım.

Sayfa 3

Bir Lanet hem yer yüzünde hem yer altında. Öyle bir lanet ki hem bir soyu hem de şeytanı bağlıyor hem yer yüzünü hem de yer altını

Bu cümleden hiçbir şey anlamayarak sayfayı çevirdim.

Sayfa 4

Bir köprüyüm, silüet ve insanlar arasında. Herkes benden geçiyor, her şeyi hissetmek ve görmek cehennem azabına benziyor. En kötüsü de bundan kurtuluş yok.

Yine hiçbir şey anlamadan sayfayı çevirdim, bir resim vardı. Hayalet gibi resimler, hepsi çığlık atar gibi ağzı açıktı ve kuru kafalar vardı.

Hemen yan sayfasında ise yine el yazısıyla yazı yazılmıştı.

Sayfa 5

Ruh olmayan hiçbir beden, hiçbir duyguyu hissedemez. Silüetler sadece ölümdür ve ölümü hisseder ben de silüetlerde onu hissediyorum. Ruhum onların ölümünü hissediyor ve bu bana acı veriyor.

Hiçbir şey anlamıyordum. Silüetler, köprüler hiçbir şey anlayamıyordum.

Bir daha sayfayı çevirdim. Defterin bir sayfasında bile olsa anlayacağım şey olmalıydı. Gördüğüm bir resmin yanında diğer yazıya geçtim.

Sayfa 7

Şeytan ateşi, Şeytanın tüm bedeninde ve gözlerindedir. Bu ateş bir beden hariç her yeri yakabilecek kadar güçlüdür.

Şeytan ateşi bir beden hariç her şeyi yakabilecek güçtedir ve şeytan ateşi tüm bedeninde ve gözlerindedir...

''Gözler...'' diye fısıldadım. Aklımda sadece Korel'in içi ateşle dolu gözleri ve gölgenin içindeki ateş dolu gözler canlandı.

Gözlerim karşımda duran Korel'in tablosuna kaydı, sergide gördüğüm bir görüntü aklıma düştü.

''Bir gölgeydi, gözlerinde ateş olan bir gölge. Tek gördüğüm gölge bu değildi...'' Diye fısıldadım.

''Lilith ve gölgelerde de bir gölge görmüştüm...''

Derin bir nefes verdim, sayfayı bir daha çevirdim.

Sayfa 8

Bir beden yanmaz sadece Ateşte. Çünkü Ateş onun hizmetkarıdır. O yüzden Ateşten korkmuyorum çünkü bana zarar veremez ama gördüklerimden çok korkuyorum.

Sayfa 9

Ateşi tek parçalayacak şey bir kılıç ve bir çığlıktır ama Kılıç ateşi parçalayabildiği gibi Ateş de kılıcı parçalayabilir. Tek bir çığlık ise ikisini parçalayabilecek güçtedir ama ben çığlık atabilecek kadar güçlü değilim.

''Bir çığlık mı?'' Defteri kenara bıraktım ve ellerimi saçıma geçirdim. Ağladım ağlayacaktım, bunlar ne anlama geliyordu hiçbirini bilmiyordum ve anlayamıyordum da. Bildiğim hiçbir bilgiyle bağ kuramıyordum, hiçbir şey ile benzerlik sağlamıyordu.

Masamın üzerindeki telefon çalana kadar o şekilde yere eğik ellerim saçımda kaldım, telefon çaldığı zaman kendime gelmiştim ama telefona bakmadım, çaldı ve kapandı.

Tekrar defteri aldım. Arka sayfaya geçtim.

Sayfa 10

Köprü sallanırsa, her şey düzelmeye başlar. Köprü yıkıldığında ise her şey sona erer ve Lanet kalkar. Eğer benden sonra biri gelmezse acım son bulacak ve bu acıya bir daha kimse maruz kalmayacak. Ateşte olması gerektiği gibi yer altında kalacak.

''Of! Ne köprüsü ne laneti.'' Çığlık atmamak için zor duruyordum, bir daha sayfayı çevirdim.

İçimden belki de gerçekten de deliydi demeden edemiyordum ama gördüklerimde pek öyle olmadığını hissettiriyordu.

Sayfayı çevirdiğimde bu kez sözler yerine artık anılarını anlatmaya başlamıştı. Bu kez yazdıkları daha uzundu, gece boyu yazdıklarını okudum. İki saat gibi bir süre sonunda bitmişti, resimleri inceledim ve cümleleri tekrar tekrar okudum.

Tek anladığım ortada bir ceza olan lanetin yer yüzünü ve yer altını birbirine bağladığıydı. Ayrı olması gereken dünyalar birdi, silüetler ve insanlar da birdi. Bu ne demekti tam anlayamasam da zamanla anlayabileceğimi düşündüm ama gecenin sonunda elimde yine sıfır kaldı. Resimlerdeki boynuz benim gördüğümün aynısıydı, tamamen siyahtı ve gölgeydi.

''Ya ben de dedem gibi deliriyorum. Ya da biz deli değiliz ve her şeyi görüyoruz.'' Biten defteri kenara koyarken dedemin kendi günlüklerinin Arkun'da olduğunu hatırladım. Ben burada yokken onları almasını rica etmiştim, yıkılmadan hemen önce almış depoya kaldırmıştı. Belki günlüklerinde daha anlaşılır şekilde anlatmış olabilir diye düşündüm.

İçimi biraz daha rahatlatmaya çalışarak saçlarımı kuruladım ve yatağıma geçtim. Gördüklerim gözümün önünden gitmiyordu, bu gece uyuyamayacağımı biliyordum. Sadece gördüğüm ip uçlarını birleştirmeye çalışıyordum. Yapbozun kenarlarından içeri doğru parçaları yerleştirmeye çalışıyordum. Sadece çok fazla parça vardı, uzun sürecekti.

Şeytanın gözleri ve vücudu ateşti, bunu herkes bilirdi. Defter de yazan buydu, bedeni ateş olan iki kişiyi tanıyordum. Biri Azra'ydı, diğeri ise Korel'di ama Azra'nın gözlerinde ateş görmemiştim, Korel'in gözlerinde ise bunu capcanlı görmüştüm.

Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da edilemez bir gerçekti. Dokunduğumda bedenimde acı hissettiğim de bir gerçekti, canım yanıyordu. Sadece onlara da değil. Sencer tenime dokunduğunda çürümüş gibi hissediyordum. Ölüm gibi soğuktu ve acı veriyordu. Eva da öyle, Eva tamamen boşluktu ama nefesimi kesen soğuk bir boşluktu.

Bunun nedenini hala öğrenmemiştim.

Kafamın altına ellerimi koyarak tavana bomboş baktım, dışarıdan gelen ışık tavanı hafif aydınlatıyordu.

Gözlerimi tavana diktim ve düşünmeye başladım. Saat ilerledikçe hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyordu, ben hala tavana bakarken gölgenin arasından bir boynuz görür gibi oldum. Oturduğum yerde sıçrayarak kalktım ve bulduğum şeyi elime aldım. Korkudan nefesim kesilmişti, acıdan kapanmaya meyilli gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

Bir daha etrafa ve tavana baktığımda hiçbir şeyin olmadığını gördüm.

Korkak adımlarla pencereye yanaştım, perdeyi ağır hareketlerle araladığımda küçük siyah bir karartının gittiğini gördüm. Derin bir nefes verdim, elime aldığım saçma uzun ince vazoyu tekrar baş ucumun olduğu yere bırakıp tüm ışıkları açtım.

Az daha korkudan altıma yapacaktım, lavaboya gidip elime yüzüme su vurdum ve bilgisayarımın başına geçtim. Yarın dersim yoktu, yine de yarın uyuyamazdım. Emniyete gitmem gerekliydi.

Sencer'in nasıl buna izin verdiğini düşündüm bir an. İfade almadan göndermesine şaşırmıştım, Arkun'dan dolayı mı izin vermişti yoksa gerçekten konuşamayacağımı düşündüğü için mi bilmiyordum ama beni zorlamadığı için ona minnettardım.

Saatler geçti, hava aydınlandı. Vereceğim ifadede neler söylemeliydim, gördüğümü anlatmalı mıydım? Yoksa beni aptal durumuna düşürecek şeyleri hiç görmemiş gibi mi davranmalıydım. Kararsızlıkla üzerimi giyindim ve saçımı başımı düzelttim. Çıkmaya hazırdım, çantamı ve ihtiyacım olanları aldıktan sonra oda kartını da cebime koydum ve asansöre doğru ilerledim.

Uyumamama rağmen uykusuz değildim, ama asansörden gördüğüm kadarıyla gözlerim uykusuzluktan sulu sulu duruyordu. Otelden çıktıktan sonra çağırdığım taksiye ilerleyip karakolun adresini verdim ve arkama yaslandım.

Belki de burası bana iyi gelmiyordu, belki de bende dedem gibi hastaydım ve buraya geldiğimde bu tetiklenmişti.

Mantıklı kıyaslamalar yapamıyordum, uyuyamıyordum, yemek bile yiyemiyordum. Önceden kendimi kötü bir vaziyette sanırdım. Çünkü tabiri caizse bir silüet gibi yaşıyordum. Hissizdim, aşk yoktu, aile yoktu, arkadaş yoktu herkes maske takmış kirli ruhlardan ibaretti.

Ben de bu hayatın benim hayatım olmadığını hissediyordum. Buraya geldiğimden beri ise, aile arkadaş hepsi vardı ama bu kez de ben yoktum. Ben, ben değildim ama kendimi de buraya ait hissediyordum.

Buraya geldiğimden beri sanki bedenim ikiye ayrılmıştı. Biri buraya aitti diğeri ise buraya ait olmadığını bağırıyordu.

Zamana bırakmayı düşünsem de bu sanki her şeyin daha da kötü olacağını fısıldıyordu bana, çünkü bu zamanla geçebilecek bir yara bir durum değildi.

''Geldik Hanım Efendi.'' Taksicinin bana aynadan dönen bakışlarından sonra cüzdanımdan parayı çıkarıp uzattım ve arabadan indim. Yolun nasıl geçtiğini burada anlamıyordum, her yer birbirine yakındı. Şehre göre çok daha hızlı gidip gelinebiliyordu.

Özellikle zihnimde çözülmeyen şeyleri düşünerek geçen yol bana ışınlanmışım hissi veriyordu.

Karakolun önüne vardığımda merdivenin ucunda durmuş sigara içen Sencer'i görmemle durdum ve ona baktım. Çapraz oturduğu için beni göremiyordu, gözleri gök yüzündeydi.

Üzerinde yine siyah deri ceketi altında da siyah bir gömleği vardı, gömleğin ilk düğmeleri açıktı, uzaktan ne olduğunu göremesem de omuz kısmında bir yara var gibi görünüyordu.

Koyu renkte olması dikkatimi çekti, ben onu incelerken etraftan gelip geçen memurlar gözlerini bana diktiler. Muhtemelen neden karakolun önünde dikilmiş amirlerini izlediğimi düşünüyorlardı. Ben ise sadece şüphelimi izliyordum.

Adımlarımı ona doğru atmaya başladım. Bir an önce sorguyu halledip uyuyabilmek istediğimden buna oldukça hevesliydim.

Hem belki sorgu sırasında zanlı hakkında birkaç bilgi de edinebilirdim. Sencer'in yanına yaklaştığımda bir mırıltı duydum, gözleri hala gök yüzündeydi. Sanki biriyle bakışıyor gibi görünüyordu, farklı dilde bir cümle mırıldandı ama cümlenin başını kaçırmıştım.

''diabolus susurrat ad vitandum. Effugiet innocens, et daemones scindentur.''

(Şeytan kaçının diye fısıldayacak. Masum olan kaçacak, iblisler ise parçalara ayrılacak.)

Ne demek istediğini anlamadığım için biraz daha bekledim ama o sadece gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. Daha fazla konuşmaya niyeti olmadığını anlayınca yalandan boğazımı temizleyerek ona üç adım daha yaklaştım.

''İfade verebilecek misiniz?'' dedi gözlerini açmadan.

''Ben olduğumu nerden anladınız?'' dedim ve tam karşısına geçebileceğim son adımı attım.

''Hissettim.'' Dedi ve tebessüm yaydı dudaklarına. Bu söylediğini duymamazlıktan gelerek ''Verebilirim.'' Dedim ve gözlerini yavaşça aralamasını izledim.

Bu süreçte gözlerim gömleğinin açık kısmına indi, bir yaradan daha farklı görünüyordu. Sanki, yanmış ya da çürümüş gibiydi. Rengi fazla koyuydu ve ne olduğu ayırt edilemiyordu.

Gözlerimin oraya kenetlendiğini fark ettiği için mi yoksa gerçekten yapısı gereği alaya aldığı için mi bilinmez gülerek ayağa kalktı ve bana dün gecenin ardından hiçbir şey olmamış gibi keyifli bir cümle kurdu.

''Öğretmen Hanım, açık alanda bu bakışlarınız çok yanlış anlaşılıyor.''

Dudaklarına yaydığı alaycı gülüşü görmezden gelerek çatık kaşlarımla arkasından karakola doğru ilerledim. Bir cevap vermedim, o da bunu beklememişti. Alay edebilecek ya da keyiflenebilecek bir halim de yoktu zaten.

İçeri girene kadar kimsenin yüzüne bakmadım, tek yaptığım kapanmaya çalışan gözlerime hâkim olmaktı. Sencer durunca bende durdum, kapıyı açtı ve kenara geçti. Elini geçmem için uzatırken gözleri uykulu sersemlemiş yüzümü inceledi ama bu konu hakkında bir şey söylemedi.

''Siz geçin hemen geliyorum.'' İçeri girip günler önce oturduğum sandalyeye tekrar oturdum ve ışığın beni uykuya teslim etmemesi için ellerimi alnıma koyup ışığın direk gözüme temasını kestim.

Karşımdaki siyah cama dikkatle baktım. Aklıma yine gece karanlığın içinde bile görünebilen gölge ve boynuzlar geldi, bedenim korkudan bir titreme geçirdi.

Birçok varlığın gerçekte olduğuna inanırdım, kendi gözümle de görmüştüm ama bu bambaşka bir şeydi. Bu diğer varlıklardan çok farklıydı.

Karanlıktı ama karanlık olmasına rağmen Ateşin de ta kendisiydi. Bu nasıl oluyordu bilmiyordum ama öyleydi. Bunu hem görmüş hem de hissetmiştim.

Daha önce bir büyücü ile tanışmıştım, onlar kendine cadı diyordu orası ayrıydı ama gözlerimle büyü yaptığını görmüştüm. İstediği şeyler hareket ettirebiliyor kendine gelmesini sağlayabiliyordu. İllüzyon olup olmadığını anlamak için kullandığı her şeyi bizzat kontrol etmiştim ve değildi. Bunun gerçek olduğuna inanıyordum.

Ama burada gördüklerime inanamıyordum. Bu gördüğüm, bildiğim ve inandığım her şeyden çok daha fazlasıydı.

Ben siyah ekrana kenetlenmiş bunları düşünürken kapı sertçe açıldı, dalgınlığıma vererek korkuyla ufak bir sıçradım.

''Affedersin.'' Sencer elinde bir dosya ile kapıyı girişinin aksine sakince örttü ve karşıma oturup sandalyesini öne daha çok çekip dosyayı masaya bıraktı ve ellerini birbirine kenetledi. Parmak uçları benimkine değiyordu. Soğukluğu ve hissettirdiği korkutucu histen ötürü parmaklarımı kendime doğru çektim. Bu hareketimle gözleri parmaklarıma indi. Dudaklarını içten ısırdı ve gözlerini boş duvara çevirdi.

'' Şu an sorgumuz izleniyor, lütfen tüm soruları en detayına kadar hatırlamaya çalışarak eksiksiz cevap verin. Bu cinayetler hakkında dosya tutuluyor ve sanığa en çok yaklaştığımız cinayet bu cinayet.''

Kafamı aşağı yukarı salladım ve keyifsiz suratını inceledim. Canı sıkkındı, bu belliydi.

Gözüm tekrar gömleğinin açık kısmına indi ama bir düğmeyi iliklediğini gördüm. Kaşlarım belli belirsiz çatıldı, onun ise dudaklarında yine alaycı bir cümle yerleşmişti. Bana doğru hafifçe eğildi ve gözlerime bakıp fısıltıyla ''Burada da bakışlarınız çok yanlış anlaşılıyor öğretmen hanım.'' Diyerek geri çekildi.

Sıkıntıyla nefes verdim ve alaya almasına sinirlenmemeye çalışarak siyah cama tekrar baktım.

Bizi izleyen ve dinleyenler kimlerdi?

''Cinayet mahaline ilk varan sizdiniz, bana orda neler gördüğünüzü ve saat kaçta orda olduğunuzdan bahseder misiniz?'' Kenarı bıraktığı dosyayı açtı ve fotoğrafları çıkarmak üzereyken bakışlarını bana çevirip fotoğrafları tekrar dosyanın içine yerleştirdi.

''Saati net hatırlamıyorum. Arkadaşım Eva ile beraberdim, sonrasında ise taksi durağına gidiyordum. Bir ses duydum, bir şey düşmüştü. Sokağa dönünce düşen kişinin bir insan olduğunu gördüm.''

''Cesetten başka kimse var mıydı?''

Boynuzları olan bir gölge haricinde...

''Yoktu.'' Kafasını aşağı yukarı salladı ama bana bakışları inanmadığını gösteriyordu. Gözlerinden bunu okuyabiliyordum, yalan söylediğimi anlamıştı.

''Peki sonra ne yaptınız?''

''Ne olduğunu anlayabilmek için adama ilerledim ama öldüğünü anlar anlamaz yaklaşamadan sizi aradım. Sonrasını biliyorsunuz zaten.'' Kafasını tekrar anlayışla salladı ve dosyadan birkaç kâğıt çıkarıp gözünü kağıtlardan almadan sorularına devam etti.

''Etrafta herhangi bir araba gördünüz mü? Ya da bir ses, koku falan?'' Kafamı sağa sola salladım. Hiçbir şey görmemiştim, olsaydı da görmem imkansızdı. Tek gördüğüm bir ceset ve cesedin başında dikilen Azrail'iydi.

''Hayır zaten dar bir sokaktı araba olsaydı mutlaka fark ederdim, ses duymadım duyduysam da hatırlamıyorum. Koku da... Sadece yanık kokusu vardı etrafta.''

Sencer kağıtları dosyaya tekrar yerleştirdi. ''Bu söylediklerini ceset yerine gidene kadar ki bahanelerinizi onaylayabilecek biri var mı?''

''Bahsettiğim arkadaşım Eva.'' Sencer'in bakışları siyah cama ardından tekrar bana döndü. ''Arkadaşınıza dün sizle gittikten sonra ulaşamadık. İfade için aradım ama hiçbir yerde yoktu.''
Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. Nasıl aramalarına rağmen bulamazlardı ve Eva neden ifade vermekten kaçmıştı?

''Siz hiç iletişim kurdunuz mu?''

''Dünden beri hayır.'' Dedim dürüstçe ve gözlerim tekrar siyah cama kaydı. ''Tamam, başka bir şey hatırlarsanız mutlaka tekrar ifade vermeye gelin.'' Ayağa kalkıp dosyayı elinde kıvırdı ve açtığı kapının kenarına geçerek beni bekledi.

Önümü kapatarak kapıdan çıkarken başımı teşekkür etme edasıyla salladım.

Sencer de aynı şekilde salladı ve arkamdan karakolun çıkış kısmına kadar bana eşlik etti. ''Anlaşılan gece uyuyamadınız. İçiniz rahat edecekse otelin önüne ekip dikeyim.''

Otomatik kapının dışına çıktıktan sonra tebessüm ederek ona döndüm. ''teşekkür ederim ama ekiple olacak bir şey değil. Sadece hala etkisinden tam kurtulamadım.''

Anlayışla bana baktı ve bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. ''Laf aramızda, gerçekten cesedin başında kimseyi görmediniz mi?''

Biliyordum, beni yakaladığını biliyordum!

''Neden bunu bir daha sorma gereği duydun?'' gözlerimdeki korkuyu ve tereddütü görmemesini istedim ama onu da görmüştü.

''Biz geldiğimizde dumanlar yeni sönüyordu, siz oraya gideli dakikalar olmuştu. Görmüş olma ihtimaliniz kıl payı katili kaçırma ihtimalinizden daha yüksek.''

Onun gibi alaya alarak rahatmış gibi görünmek için gülümsedim. Onun yoluyla ona karşı koruma sağlamaya çalışıyordum. Eğer rahat bir izlenim verebilirsem doğru söylediğime inanırdı.

''Katili görmedim. Azrail'i de görebilecek değilim ya.'' Benim alayla gülmeme karşılık o da tebessüm etti ve bir adım geri çekildi.

''Ben cevabımı aldım, iyi günler dilerim öğretmen hanım.'' Gitmek için yeltendiği sırada kolundan tutmak için elimi uzattım ama sonra canım yanacak korkusuyla onun yerine seslenerek durdurmaya çalıştım. ''Bir dakika, Ne demek istiyorsunuz?''

Adımlarını durdurdu ve bana döndü, ardından Bir elini kaldırdı ve parmaklarıyla iki yaptı. ''Bu kaç?''

''Anlamadım?''

''Bu kaç?'' dedi bir kez daha.

''İki?''

Bu kez da dört yaptı. ''Bu?''

''Dört?'' elini aşağı indirdi ve diğer elindeki kıvırarak tuttuğu dosyayı daha çok sıkarak yüzünü yüzüme doğru eğdi. ''Eeee yani?'' diye mırıldandım.

''Yani, gözlerinizin bozuk olduğunu hiç düşünmüyorum öğretmen hanım.'' Ben ne dediğini anlamaya çalışırken arkasını döndü ve otomatik kapının sıcak havasını yüzüme vurdurarak içeri girdi.

''Gözlerimin bozuk olduğunu mu?'' yalan söylediğimi anlamıştı ama bunu söyleme sebebi gördüğüm şeyi tahmin ettiğinden dolayı olabilir miydi?

''Yok artık...''

Buraya gelmeden gördüğün ve hissettiğin şeylere de yok artık derdin Efnan.

Derdim... Böyle düşününce ona daha çok sormak istediğim şeyler içime doğdu. Hızlıca içeri girip Sencer'in döndüğü odaya döndüm ve kapıyı açmak için kulpuna abandım ama duyduğum konuşmalardan dolayı içeri girmemiş aksine kapının kenarına geçerek konuşmayı dinlemeye başladım.

''Bugün iki oldu Sencer. Göze batıyorsun. Fotoğrafları kıza göstermeliydin.''

Güçlü bir nefes verme sesi duydum. Muhtemelen Sencer'e aitti.

''Sende gördün kızın halini, uyku uyumamış gözleri dolu dolu kızarmış. Onu bulduğumuzdaki halini hatırlıyor musun tir tir titriyordu.'' Sesinde biraz mahcup biraz da öfke vardı.

Görüş açıma girdiğinde elini alnına koydu ve ovuşturdu.

''Ne zamandır tanıklara özel muamele yapıyoruz? Ayrıca eğer o katil ya da hayvan her neyse bulunmazsa Efnan'dan daha fazla insan korkacak Sencer. Ayrıca bu vakanın başında da sen olmayacaksın. Kendine gel toparlan, dün kızı gönderdin sorgusuz onun üstünü bir şekilde örttük ama bugün izlendiğini bile bile yaptın.''

Yüzünü görmediğim adamın sözleri bitti, ben bu kapıdan çıkacak diye geri adım atacakken başka yerden bir kapı sesi geldi. Odanın içinde başka bir oda daha mı vardı? Yoksa o odadan başka bir çıkış kapısı mıydı? O kısmı kapı kapattığı için göremiyordum. Tek görüş açımda Sencer vardı.

Gözlerini tekrar yukarı kaldırdı, tavanı izliyordu ama aynı gökyüzüne bakar gibiydi.

''Haklısın... haklısın ama ona herkese yaptığım muameleyi yapamam.''

Ellerini yüzüne geçirdi, benim yüzümden azar işitmesi kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu.

Bu kadar ciddi bir sorun çıkacağını düşünmemiştim. Bana bu kadar hassas davranmasını da çözememiştim. Daha fazla durup görülme riskine girmek istemediğim için hızlı adımlarla karakoldan çıktım.

''Anlam veremediğim olaylara bir tane daha eklendi...'' diye mırıldanırken arka cebimden telefonumu çıkardım ve Eva'yı aramaya başladım.

Dün Sencer'i gördüğündeki bakışları da normal değildi, bugün ortadan kaybolması da öyle.

Eva telefonlarımı açmadı, üç kez art arda aradım ama açan yoktu. Buradan otele doğru yürümeye başlamış yürürken bir yandan da Eva'yı arıyordum ama açmıyordu.

Hastaneye bakmayı düşündüm ama polis aradığında hastanede onu bulabilirdi, evinde de bulabilirdi. Bu kız nereye gidebilirdi ki? Ulaşamadığım telefonu bir kez daha arayacağım sırada başka bir arama geldi. Arayan Arkun'du, belki Eva'dan haberi vardır umuduyla açtım ve kenardaki otobüs durağına girip dinlenmek için boş durağın ortasına oturdum.

''Alo, nasıl oldun Efnan?'' ağzının dolu olmasından ve sesinin boğuk olmasından öğle molasında olduğunu anladım. ''Afiyet olsun, biraz daha iyiyim.''

''Sağol, sağol. Karakola gittin mi, geleyim mi seni almaya?''

''Gittim, eve dönüyorum şimdi. Dün geceden sonra Eva'yı gördün mü? İfade vermemiş, sen verdin mi gece?'' Arkun gürültülü şekilde öksürmeye başlayınca telefonu kendimden uzaklaştırıp öksürüğünün geçmesini bekledim. Telefonun sesi sona kadar açık olduğu için ufak çaplı bir kulak kanaması geçirmiştim.

''Ne demek vermemiş? Seni bıraktıktan sonra ifade vermeye dönecektik Eva acil eve gitmesi gerektiğini benden sonra gidip vereceğini söyledi.''

''Ama vermemiş ve ona ulaşamıyorum.''

Arkun'dan bir süre ses gelmedi. Oturduğum bankta ayaklarımı sallandırarak etrafa baktım, anayoldu. İleri de Yeşil Liman vardı, onun arasında da sanat binası.

Yollar hala aynıydı, sadece yapılar yenilenmişti. Çocukluk zamanlarımdan şimdi eser yoktu ne tanıdığım insanlar ne de tanıdığım mekanlar. Zaman her şeyi, herkesi değiştirmişti. Ben de her zerresini bildiğim bir yerde yabancı olmuştum.

Dakikalar sonra tekrar bir öksürük ve Arkun'un sesi geldi.

''Bugün Yeşil Liman'da arkadaşıyla buluşacağından bahsetmişti. Orada buluşalım mı?''

''Benim beş dakikalık bir yolum var ama senin öğle aran yetecek mii?''

Bir hışırtının ardından ''Bir saatim var. Orda buluşalım kapatıyorum.'' Dedi ve suratıma kapattı.

Ben suratıma kapanan telefona şöyle bir baktım ve oturduğum yerden kalkıp Yeşil Liman'a doğru ilerledim. Belki bugün aklımı dağıtabilir gece de uyuyabilirdim.

Üstelik aklımda olan Milyon soruya bir tanesi daha eklenmişti, Eva neden ifade vermekten kaçıyordu?

O olabilir miydi?

Saçmalama Efnan, o senin çocukluk arkadaşın böyle bir şey mümkün değil.

Değildi olamazdı.

Hızlı adımlarla Yeşil Liman'a ulaştığımda gözüm etrafa kaydı. Gözlerim tanıdık bir yüz olarak Eva'yı arıyordu ama bulduğum yüz Eva'nınki değil Korel'inki olmuştu. Elinde gazete vardı ve iki sayfayı genişçe açmış önünde hala üstünde buharı tüten kahvesi ile tek başına oturuyordu. Onu izlediğimi anlamış gibi bakışlarını anında gazeteden kaldırdı ve sola çevirip bana baktı.

Gazeteyi katladıktan sonra kahvesinin yanına bıraktı ve ayağa kalkıp hemen yanındaki sandalyenin önüne geçip sandalyenin yaslanma kısmına ellerini koyup geri çekti. Bana da gözleriyle oturmamı işaret ediyordu, gözlerim üst katın camına kaydı. Bir kuş uçup gitmişti ama giden kuş beni takip eden kuzgun muydu yoksa gerçekten normal bir kuş muydu bilmiyordum.

Korel'in benden ayrılmayan gözleri içimde bir şeyleri sızlattı. Aklım gitmemem gerektiğini haykırıyordu ama ayaklarım ona doğru adım atmaya başlamıştı bile. Korel'in her hareketi her bakışı aklımı susturuyordu. Mantık dışı her şeyi onun bir bakışı ile yapabilirdim, bunu hissedebiliyordum.

Bu normal değildi üstelik böyle kuşku dolu bir adama karşı nasıl böyle olabilirdim?

''Geldiğiniz için teşekkür ederim.'' Dedi ve oturduğum sandalyeyi öne doğru itip kendi sandalyesine tekrar oturdu.

''Uykusuz görünüyorsunuz?'' gözlerimi hala dumanı tüten kahvesinden çekmeye çalıştım ama bu duman bana dün gece cesetten çıkan dumanları hatırlatmıştı. ''Efnan.'' Dedi ve elini elimin üzerine koydu.

Elimde hissettiğim sıcaklıkla anında elimi Korel'in elinin altından çektim.

''İyi misin?''

''Evet.'' O elimi tutana kadar sandalyeyi sıktığımı bile fark edememiştim. Gözlerimi kahvesinden tamamen çektim, o da kahvesine bakıp bardağı eline aldı ve kahveyi yeşilliğe doğru döktü.

''İyi görünmüyorsunuz.'' Bir senli bir sizli konuşması garibime gittiği için ona döndüm. Fark etmeden mi yapıyordu?

''Pek uyuyamadım.'' Nedenini sormadan kafasını salladı ve arkasına yaslanıp ellerini birbirine kenetleyerek karnının üzerine koydu.

''Ne içersiniz, papatya çayı?''

Kafamı sağa sola salladım. ''Buraya oturmak için gelmedim. Bir arkadaşımı arıyordum.''

''Adı ne?'' dedi ve yaslandığı yerde doğruldu. ''Arkun mu?''

İsmini Azra'dan duyduğunu düşünerek yadırgamadım. ''Hayır, Eva.'' Burası küçüktü, herkes herkesi tanıyordu. Muhtemelen o yüzden sormuştu.

''Hayır görmedim, sanırım bahsettiğiniz arkadaşınızı tanımıyorum.''

İşte bu hayret edilesi bir şeydi. Korel'in gözleri direk gözümün içine bakmaya başlayınca oturduğum yerde rahatsızca kıpırdanıp gözlerimi onunkinden çektim. İkimizden de ses seda çıkmamış sessizlik içinde dakikalar geçmişti.

Gözüm Yeşil Limanın bahçesinden içine doğru yürüyen Eva'ya çarpınca anında oturduğum yerden kalktım. ''EVA!'' kalktığım gibi yanına doğru ilerledim, o da bana doğru geldi. Yüzünde biraz endişeli bir ifade vardı.

Bana doğru yürürken adımları durdu, gözleri irileşti. Sertçe yutkunduğunu buradan bile duydum bir adım geriledi, ''Eva?'' diyerek ona bir adım attım ama o anında arkasını dönüp koşmaya başladı. Neye öyle tepki verdiğini görmek için arkama baktığımda tek gördüğüm ayağa dikilmiş korkutucu bir ciddiyetle bana bakan Korel'in gözleriydi.

Bir korna sesi geldiğinde gözlerimi önüme çevirdim. Eva yola Arkun'un arabasının önüne atlamıştı. Arkun arabadan inip Eva'ya bağırıyordu ama Eva koşarak uzaklaşmaya devam etti. Ben de Arkun'un yanına koşarak gitmeye başladım.

Neden öyle kaçtığına anlam verememiştim. Neden kaçıyordu, neden ortalıktan kayboluyordu?

Hiçbir şey anlayamıyordum. Sadece ne kadar korktuğunu görmek beni de korkutmuştu. Arkun'un yanına vardığımda elimi arabanın ön kısmına koyup derin derin nefesler aldım.

''Gözlerini gördün mü?'' Arkun'un hayretle bana dönmesine karşın kafamı sağa sola salladım. ''Ne vardı gözlerinde?''

''Gözleri simsiyahtı. Sadece bir saniye gördüm ama gözleri siyaha döndü ve ölecekmiş gibi korkuyordu.''

 

 

 

Loading...
0%