@byzloey
|
Arkun gözlerini benden çekip Korel'e döndürdü. Onun yanında konuşmak istemiyormuş gibi görünüyordu. Omuzumun üzerinden Korel'e baktığımda ''Ben müsaadenizi isteyeyim, konuşacak şeyleriniz var anlaşılan.'' Diyerek sandalyedeki paltosunu aldı ve sanki bir işi varmış gibi yanımızdan hızla rüzgâr gibi geçti. Arkunsa o gider gitmez yüzünü benimkine doğru eğdi, ''Gözlerindeki beyazlık yoktu, gözünün tamamı siyaha bulanmış görünüyordu.'' Diye fısıldayıp geri çekildiğinde kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. ''Arkun.'' Endişeli yüzüyle bana döndü. ''Sanırım Korel'i gördüğü için bu kadar korktu.'' Endişeli ifadesi yerini şaşkın ve sorgulayıcı bir ifadeye bırakırken sözüme devam ettim. ''Korel ayağa kalktığında koşmaya başladı.'' ''Saçmalama, neden ondan kaçsın. Altı üstü bir ressam, ayrıca lise de bir resim öğretmeni.'' Derin bir nefes verdim ve kafamı sağa sola salladım. ''Gözlerinin simsiyah olduğunu sen söyledin Arkun, bu nasıl mümkün olabilir peki?'' ''Acaba içine in cin mi girdi, hocaya falan mı okutsak?'' ellerimi yüzüme geçirip boynumu kütlettim. Ne yapabileceğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim, ortada bir şeylerin döndüğü ve bu dönen şey her neyse akıl almaz olduğu. ''Nereye gitmiş olabilir?'' diyerek ellerimi yüzümden çektim. Arkun dudaklarını büzdü. ''Eskiden olsa bilirdim ama Eva'yı tanıyamadığım zamandan beri nereye gidebileceği hakkında bir fikrim yok.'' Cep telefonu çalınca Arkun'un omuzuna elimi koydum. Onun işe dönmesi gerekliydi, benim ise bugün yapacak hiçbir işim yoktu. ''Sen işe dön, ben Eva'yı ararım.'' ''Emin misin?'' Değildim, Elbette ki emin falan değildim. Bu kasaba da çok garip şeyler oluyordu ama Arkun bana inanmadan onun yanımda olması bir yarar sağlamazdı. ''Evet, sen işe dön haber veririm.'' Tereddütte kalmış bir ifadeyle yüzüme bakmaya devam etti, telefonu ikinci kez çaldığında yenilgiyle kafasını salladı ve ''Dikkatli ol.'' Diyerek sarıldı. ''Sende.'' Diye mırıldandım, o arabasına giderken cüzdanımdan bir yüzlük çıkarıp masaya bıraktım. Garson parayı alıp yeterli işareti yapınca derin bir nefes aldım ve Yeşil Limandan çıktım. Buraya döndüğümden beri sadece burada geçtiğim yolları biliyordum, kalanını da sanırım bugün öğrenecektim. İlk işim Eva'nın evine gitmek olacaktı. Bir şeyden kaçmıştı, kaçması için bir şey görmesi gerekliydi. Bir şeyden korkması gerekliydi, birinden korkması gerekliydi. En merak ettiğim şey ise korkma sebebiydi. Kasaba'nın büyük olmamasının tek avantajı bir yerden bir yere yürüyerek gidebilmekti. Tabi ben dün geceden sonra yürüyerek gitmekten korkar hale gelmiştim ama taksi bekleyecek zamanım yoktu. İlk sokaktan döndüm ve hastanenin olduğu araya girdim. Hava da yürümeme pek yardımcı olmuyordu, bunaltıcıydı. Ayrıca gözümün önünde hala dün ki adamın cesedi vardı. Saçlarımı arkaya attım ve derin bir nefes verdim. O görüntüler gerçek miydi, gördüğüm gerçek miydi? Ya Sencer? Bir şey gördüğümü nerden biliyordu? Belki de oydu? Yok artık! Buna inanmak içimden gelmiyordu. İçimden bir ses gördüğüm ölümün, Azrail'in o olmadığını fısıldıyordu. Öyleyse kimdi? Şüpheli listemde sadece dört kişi vardı ve bunlardan biri olduğu aşikardı. Azra, Eva, Sencer ve Korel. Eva olamazdı, olmamalıydı. Sencer'in olduğunu da düşünmüyordum. Geriye sadece iki isim kalıyordu. Korel ve Azra. İkisinde de garip bir şeyler olduğu belliydi, vücutlarında yakan bir ateşin olduğu belliydi. Peki hangisiydi? Eva kimden kaçtı... ''Of... Eva neye karıştın sen?'' diye seslice söylendim. İfadeye gitmemişti, etrafta değildi ve birinden kaçıyordu. Neden kaçıyordu? Kimden kaçıyordu? Evin köşesine döndüğümde duraksadım. Eva'nın evi hala eski evimizin yakınındaydı. Evleri müstakildi, sokağın başında duraksamış vaziyette gözlerimi yumdum. Yarım yamalak hatırladığım bir anım gözlerimin önünde canlandı. Burada oynardık küçükken, Eva benim korku evi olarak adlandırdığımız eve girmemi burada istemişti. Yüzümü döndüm, o evin olduğu yerde tam olarak yerleştiğim otel dikilmişti. Hemen arka sokaktaydı. Gözlerimi açtım ve hızlı adımlarla evin önüne varıp zile bastım. Ses seda çıkmıyordu, kapıyı sertçe tıklattım. Hala bir kıpırtı görünmüyordu. Neyse ki Arkun da Eva da evlerinin anahtarını her zaman dışarı bırakırdı. Elimi dışarıya astıkları tablonun arkasına götürdüm. Anahtar tam olarak buradaydı. Evet Eva belki evde değildi, ama günlüğünde başına gelen gariplik her ne ise mutlaka yazıyor olmalıydı. Anahtarı çevirip sessizce eve girdim ve kapıyı kapattım. Merdivenlerden çıkarken etrafımı sık sık kontrol ettim, ev boştu ama yine de içimde bir gerginlik vardı. Sonuçta temkinli olmaktan zarar gelmezdi. Eva'nın odasına girdiğimde odasının tamamen değiştiğini gördüm. Eva renkli cıvıl cıvıl şeylere bayılırdı ama odası koyu renklerle donatılmıştı. Baş ucunda bir duvar halısı asılıydı ama bu duvar halısında garip işaretler vardı. Sanki... Sanki büyücü işaretleri gibiydi. Daha önce doğa üstü varlıklar ararken büyücülerle tanışmıştım. Onların da evlerinde bu işaretler ve benzer başka işaretler vardı. ''Yoksa...'' Gözlerim baş ucundaki açık günlüğe kaydığında kaşlarım çatıldı, günlüğünde farklı dilde yazılar yazıyordu. Hatta yazan dil sabah duyduğum Sencer'in konuştuğu dil ile aynıydı. Aynı cümle burada da yazıyordu. Telefonumu çıkarıp çeviriye girdim, sayfanın resmini çekip çeviriye yükledim ve yatağın kenarına oturdum. 'Yer yüzüne çıkmak muhteşem bir şey, soğuğu hissedebiliyorum. Bu kez genç bir kızın vücudundayım, eğer bir kez daha yer altına gidersem bu kez yer yüzüne tekrar çıkamayacağım. Bu bedeni sevdim, ama kalmak istiyorsam bulmam gereken biri var, köprüyü bulursam burada kıyamete kadar kalabilirim. Vaktim bol, gencim güzelim en güzeli de Orcus Morta beni bulmadan ölme imkânım yok.' ''Köprü... Yine mi?'' diye kendi kendime mırıldandım, yüzümü defterin sağına çevirdiğimde bir cümle ile karşılaştım. Onu da çeviriye yükledim. 'Köprüyü buldum, şimdi tek yapmam gereken onu gözümün önünden ayırmamak.'' Sayfayı çevirdim, bir resim çiziliydi. Bu çizim silüetti, yerde yatan bir kız bedeni vardı. Aynı Eva'ya benziyordu, yanına bir cümle yazılmıştı. 'Şeytan kaçının diye fısıldayacak, Masum olan kaçacak, iblisler ise parçalara ayrılacak.' Günlüğü kapattım, aynı şekilde yerine koydum, yer yüzü ve yer altı mı yazıyordu? Neden bahsediyordu? ''Sen Eva değilsin...'' diye fısıldadım. Aklımda Arkun'un 'Eva'yı artık tanıyamıyorum.' Cümleleri yankılanıyordu, Yeşil Limanda oturduğumuz gün Arkun'a alerjisi olmasına rağmen içirdiği çay aklımda canlanıyordu. O Eva değildi, olamazdı. Eva böyle değildi. En son iki sayfası elime aldığım gibi açıldı. 'Eva kazayı atlatalı aylar oluyor ama sanki etkisi hala üzerinde, o benim bu hayattaki tek dayanağım ama bir şeyler ters gidiyor. Bunu bir anne olarak hissediyorum. Geceleri kendi kendine bir şeyler söylenmeye devam ediyor, söylediklerini hala anlamıyorum. Kayda alıp çevirdim ama tek anladığım birini aradığı ve birinden kaçtığı. Bir hocayla görüştüm, okutmak istiyorum. Çünkü bir anne olarak kızımı hissedemiyorum. Bana sarıldığında sıcaklığını hissedemiyorum, gözlerindeki pırıltıyı göremiyorum. Sorun bende mi, onda mı?' ''Sorun sende değil Sema teyze. Burada.'' Diyerek dışarı baktım. Sorun bizde değildi, bu kasabadaydı. Buna artık emindim. Günlüğü kapatıp yerine bıraktım ve sessiz adımlarla aşağı inerek kapıyı çektim. Burada gidebileceği başka neresi olabilirdi diye düşünüyordum ama aklıma başka hiçbir yer gelmiyordu. Eğer duruyorsa çocukken kaçıp gittiğimiz bir park vardı, belki orada olabilirdi. Oraya hangi yönden gidildiğini hatırlamaya çalıştığım sırada telefonumun çalmasıyla cebimden çıkardım. Bir numara arıyordu, Eva olması umuduyla heyecanla telefonu açtım. ''A-'' ''Evet benim, numaramı kaydedebilirsiniz. Gelmenizi bekliyordum ama pek geleceğiniz yok gibi duruyor, sizi beklerken oldukça sıkıldım.'' Beni beklerken mi dedi o? ''Anlamadım, nerede beklerken?'' Sencer sıkkınca bir nefes verdi ve bir sürtünme sesi geldi. ''Odanızda, pardon ses kalemden çıktı.'' ''Siz odamda ne yapıyorsunuz?'' kaşlarım kurduğu her cümlede daha çok çatılıyordu, odama nasıl girerdi? Hem de izinsiz. ''Sizi bekliyorum dedim ya, gelirken b12 ilacı da alın isterseniz. İhtiyacınız var gibi görünüyor.'' Elimi alnıma vurdum ve sinirle gözlerimi yumdum. ''Gelemem arkadaşımı arıyorum.'' ''Eva'yı mı? Merak etmeyin ekipler de arıyor, bekliyorum. Daha fazla gecikmeyin lütfen.'' Suratıma kapanan telefonla şaşkınca ekrana baka kaldım. ''Hah! Küstah!'' Gerçekten odama izinsiz girmiş bir de telefonu suratıma mı kapatmıştı? Bu ne cesaretti? Öfkeli şekilde bir adım attığım sırada attığım adımda duraksadım. Çünkü beni bekleme sebebi muhtemelen bugün ki sorguydu, söylediklerime inanmıyordu. Beni sorguya çekecekti, bu yüzden odama girmiş olmalıydı. ''Bir bu eksikti.'' Diye mırıldandım. Şimdi ona ne diyecektim, gerçekleri söylesem beni kesinlikle ciddiye almazdı, zaten hiç almıyordu. Söylenerek arka sokakta kalan otele doğru yürümeye başladım. Akşam buraya geldiğimden beri olan her şeyi bir kâğıda dökecektim. Belki de resme uzaktan bakmam gerekliydi, yakından göremediğim her detayı uzaktayken görebilirdim. Düşünceler içinde boğuşarak otelin önüne geldim, Korel'in arabası burada değildi. Otel'e girdim ve asansöre doğru ilerledim. Telefonum çalıyordu, asansörde çekmeyeceği için aramayı reddettim. Arkun arıyordu, muhtemelen bulabildim mi diye soracaktı. Durumu izah eden bir mesaj attıktan sonra açılan asansöre bindim ve kendi katıma bastım. Gözüm yansımadan yüzüme kayıyordu, göz altım uykusuzluktan çökmeye başlamıştı. Korel'in sabah neden direk bunu sorduğu şimdi belli oluyordu. Gördüklerime rağmen nasıl uyuyabilirdim ki? Bu gece bile uyuyabileceğimi düşünemiyordum. Asansörün kapısı açıldığında cebimden oda kartımı çıkardım ve ekrana okutup içeri girdim. Karşımda yatağa uzanıp bacak bacak üstüne atmış ağzında kalem kapağı olan elinde kalem ve çerçeve ile bana bakan bir Sencer vardı. Ayakkabılarıyla yatağıma mı uzanmış o? ''Sonunda...'' ağzındaki kalem kapağını üfleyerek yatağa düşürdü ve kalemi kenara bırakıp çerçeveyi bana çevirdi. ''Seni beklerken yaptım, lisede oldukça güzelmişsin.'' Gözüm elindeki çerçeveye döndüğünde resmime bıyık, kaşlarımın arasını boyayarak birleştirmiş bir kaş çizdiğini gördüm. ''Çok yakışmış değil mi?'' diyerek yatakta doğruldu ve çerçeveyi kenara koyarak kalemin kapağını kapattı. ''İzinsiz odama nasıl gelebilirsiniz?'' ''B12 almamışsınız anlaşılan. Ben amirim unuttunuz mu?'' Dudaklarımı ısırarak kenardaki sandalyemi çektim ve oturdum. ''Amir olmanız istediğiniz odaya izinsiz girebileceğiniz anlamına gelmez. Burası benim özel alanım.'' Sencer'in keyifli ifadesi yerini ciddiye bırakırken yatakta oturur vaziyete geldi ve bana döndü. ''Haklısınız. Buraya ciddi bir konu hakkında konuşmak için geldim. Keyfime girmediğimi özellikle belirtmek isterim.'' Derin bir nefes verip kafamı salladım. ''Evet?'' ne diyeceğini biliyordum benim ne diyeceğim hakkında ise en ufak bir bilgim yoktu. ''Sorgudaki söylemediğiniz kısım için geldim. Muhtemelen bunu tahmin ediyordunuz.'' Tekrar kafamı salladım. ''Haklısınız size bazı konularda inanmıyordum ama fikrinizi öğrenmek istiyorum. Gördüğünüz şey her ne ise sizde bir fikir edindirmiş olmalı.'' ''Ne gibi bir fikir?'' ''Sabahki söylediğiniz gibi Azrail mesela?'' Bu söylediğine yarı ciddi yarı alaylı şekilde güldüm. Bu tepkimi beklemediği şaşkına dönen yüz ifadesinden belliydi. Ama kendimi tutamamıştım. Aşırı sinirim bozulmuştu, uykum geliyordu ve hala beni ürküten şeyler vardı. ''Gerçekten aradığınız kişinin Azrail olduğunu düşünmüyorsunuz herhalde?'' Bu halime karşın sadece kaşlarını çatmış kötü bakışlarla bana bakıyordu. ''Ben dalga geçiyorum diye kızarsın bir de.'' Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmeyi kesmeye çalıştım. Bir Azrail'i görmediğim kalmıştı. Hem Azrail'in boynuzları olur muydu? Bence olmazdı, boynuz dendiğinde akla tek gelen şey şeytandı. Şeytanın da yer yüzünde olduğunu, hele ki burada olduğunu hiç sanmıyordum. Şeytan dediğin kırmızı olmalıydı, Ateş olmalıydı. Benim gördüğüm ise gölgeden ibaretti. Gördüğüm ateş ise... Korel'di. İkisinin ortak noktası ise içinde ateş kıvılcımları geçen gözleriydi. Sencer bana hala ciddiyetle bakıyordu, hatta gözlerini devirdiği bile söylenebilirdi. ''Evet, tahmininizi oldukça merak ediyorum. Belki de bir insandı.'' Dediğinde bir an bile beklemeden ''değildi.'' Demem ona istediği cevabı vermişti. Ellerini pantolonun cebine koydu ve bana kaşlarını kaldırarak baktı. Bense ağzımdan kaçırmanın verdiği kayıpla gözlerimi yumdum ve derin bir nefes bıraktım. ''Tamam gördüm, ama insan değildi. Hayvan da değildi o...o... hiçbir şekli yoktu. Sanki rüzgârın tozlardan oluşturduğu bir silüet gibi bir şeydi. Ne olduğunu bilmiyorum hiçbir şeye benzemiyor, hiçbir bildiğim bilgiyle de örtüşmüyor.'' Panikleyerek sıraladığım bu cümlelere karşı ellerini omuzuma yeltendirdi ama geri adım attığımda kaşları gözle görülür şekilde çatıldı. ''Neden temasımdan kaçıyorsunuz?'' ne diyeceğimi bilemediğim ve benim deli olduğumu düşünmesini istemediğim için söyleyebilecek en inandırıcı yalanı arıyordum ama aklım devre dışı kalmaya karar vererek beni yarı yolda bırakmıştı. ''Kendimi pek iyi hissetmiyorum.'' Dediğimde anında ''Dokunduğumda mı?'' diye sordu. ''Genel olarak.'' Diye verdiğim kaçamak cevapla bir adım geri attı. ''Bence artık böyle doğa üstü şeylerle ilgilenmeyin, sizi bende pek iyi görmüyorum.'' Dedi ve tebessüm ederek sözlerine devam etti. ''Hem... kim inanır böyle şeylere. Altı üstü talihsiz bir kasaba burası.'' Onun da Arkun gibi inancı buraya kadardı. Sessiz kaldığımda derin bir nefes verip kapıya doğru bir adım atacağı sırada durdu ve tekrar arkasını döndü. ''Bu arada, bir şey sorabilir miyim?'' yüzümü ona döndüm ve sorabileceğini işaret ettim. ''Tablo dikkatimi çekti, sergilerdeki tablolar gibi görünüyor.'' Gözlerindeki bakışta garip şeyler hissettim, sanki sormak için değil ağzımı aramak için soruyor gibiydi. Öğrenmek istediği bir şey var gibiydi. Ya da çok daha kötüsü, cevabını bildiği halde benim ne cevap vereceğimi merak ediyordu. ''Bir arkadaşımdan ev hediyesi.'' Diyerek sorabileceği soruların önünü kapattım. Kaşlarını kaldırdı, ardından gülümseyerek kafasını salladı. ''Arkadaşınız bulunduğunda size haber vereceğim. İyi akşamlar.'' Diyerek kapıyı açtığında ''Sencer.'' Diye seslenmemle duraksadı. Omuzunun üzerinden bana döndü ve derin bir nefes verdi. ''Eva'yı... tanıyor muydun?'' Dediğimde herkesin verdiği klasik cevabı verdi. ''Bu kasabada herkes herkesi tanır. Hele ki polisler.'' Dediğinde istediğim cevabın bu olmadığını belli eder gibi sıkıntıyla nefes verdim. Bunu anlamış gibi sözüne kaldığı yerden devam etti. ''ama kişisel olarak tanımıyordum.'' Korel de Sencer de Eva'yı tanımadığını söylüyordu ama onlar Eva'yı tanımıyorken Eva nasıl onları tanıyor ve neden onlardan kaçıyordu? Ya onlar yalan söylüyordu ya da bu işte başka bir iş vardı. Şu an dan itibaren Sencer ve Korel'in sözlerine de inanmıyordum. Çünkü kimse kimseden durduk yere kaçmazdı, içimden bir ses ikisinin de göründüğünden başka yüzleri olduğunu söylüyordu. Artık delirdiğimi değil gerçekleri gördüğümü düşünmeye başlamıştım. Kapı kapandığında dolabı açtım ve birkaç a4 çıkardım, çekmeceyi çektiğimde aradığım bantta tam gözlerimin önündeydi. Sevinçle bandı çıkardım ve A4'lerin arkasına yapıştırmaya başlayıp A4'leri birleştirerek duvara yapıştırmaya başladım. Evet resmi uzaktan inceleyecektim ama incelemem için ortaya resmi çıkarmam gerekliydi. İlk kısma Korel'in ismini yazdım. Çünkü artık baş şüphelim oydu, Eva'nın ilk kaçışını gördüğümde ondan kaçtığını anlamıştım. Arkun inanmasa da ben biliyordum, Korel'den kaçmıştı. Bunu gözlerinden hissetmiştim, nasıl olduğunu bilmiyordum ama hissetmiştim. Korel'in altına, gözlerindeki ateşi ve dedemle olan bağını yazdım. Yanına da Azra yazarak ondaki ateş hakkında kısa bir şey yazdım. Ayrıca bu kadar mitoloji hakkında bilgili olmaları da şüphe uyandırıcıydı. Daha önce hiç duymadığım bu hikâyeyi uyduruyorlar mıydı yoksa gerçek miydi? Gerçekse ben neden bunu daha önce duymamıştım, birini bile. Sıra Sencer'e gelmişti, onda hissettiğim ölüm hissi ve söylediği farklı dildeki sözlerini yazdım. Ayrıca ceset başındaki tavrı, bana karşı olan tavrı, Eva hakkında söylediği yalan dahil hepsini not aldım. Eva hakkındaki yalanı Korel'e de ekledim ve Sencer'e devam ettim. Sencer'de şüphe çeken şeyler daha fazlaydı ama Korel'e baktığımda Korel'inki daha elde tutulurdu. Derin bir nefes aldım ve son şüphelim olan Eva'nın ismini yazdım. Onun da bu çıkmazın için de olduğuna inanmak istemiyordum. O benim çocukluk arkadaşımdı, nasıl ona toz kondurabilirdim ki? Evet çok garipti, evet başka biri gibi davranıyor günlüğünde bile başka biri gibi konuşuyordu. Saçmalıyordu, kesinlikle Arkun'a katılıyordum. Ya içine in cin bir şey girmişti ya da o da artık büyücüydü. Ama benim yıllar önce karşılaştığım büyücüler bunun doğuştan geldiğini sonradan olunamayacağından bahsetmişti. Sıkıntıyla nefes verdim. Eva'nın garipliğini anlatacak elimde neler vardı? Odası baştan sona değişmişti ve garip işaretlerle doluydu. Annesi bile onun Eva olmadığını düşünüyordu. Kazadan sonra asla aynı kişi olmamıştı. Sencer ve Korel'i gördüğünde kaçmış ve korkmuştu. Arkun gözlerinin simsiyah olduğunu söylemişti. En sonuncusu da ifade vermekten kaçıyordu. Boynumu kütlettim. Evet ne kadar toz konduramasam da belki de aradığım kişi çocukluk arkadaşım olma ihtimaline asla inanmadığım Eva'ydı. İçine belki de bir şey girmişti ve cinayetleri işleyen oydu. Öyleyse olay yerine beni almaya nasıl o kadar kısa sürede Arkun'la beraber gelmişti. Belki de Arkun'dan bu konuda bir şeyler öğrenebilirdim. Mesela Eva'nın ne zamandır onla beraber olduğunu? Şu an tek merak ettiğim şey eğer bu cinayetleri işleyen Eva'ysa ve Eva gerçekten üç harflilerden biriyse, Korel ve Sencer'den neden korkmuştu? Hiçbir sebep bunu açıklamıyordu. Belki de uzaktan izlediğim için hiçbir şey hakkında bilgi edinemiyordum. Yakından izleyerek bir ip ucu ya da bir açıklarını yakalayabilirdim. Tek sorun çalıştıktan sonra Sencer ve Korel'i aynı anda takip edemeyecek olmamdı. Benim için takip edilmesi en kolay kişi Korel'di. ''Öyleyse kolay lokmadan başlayalım...'' diye mırıldanarak gülümsedim. Korel'i bir süre izleyip bu listeye daha fazla bilgi yazmam gerekliydi. Ondan sonra sıra Sencer'e gelecekti, görünüşe göre bu planımda Azra içinse biçilmiş bir kaftan vardı. Arkun'la konuşmam gereken çok şey birikmeye başlamıştı. Çantamdan telefonumu çıkardım ve Arkun'u arama kısmına basıp hoparlöre aldım. Çok çalmadan açmış nefes nefese sesiyle ''Efendim.'' Diyerek aramayı cevaplamıştı. ''Sana sormam gereken bir soru söylemem gereken de bir şey var canım çok sevgili arkadaşım.'' ''Önce söyleyeceğin neymiş onu söyle.'' Dediğinde güldüm, söylemenin aslında isteyeceğim olduğunu anladığı belliydi. ''Şimdi ben bir karar aldım ama... bir suç ortağına ihtiyacım var.'' Dediğimde muzip sesler çıkardı. ''Suç ortaklığı... çok severim. Devam.'' ''Gönlüm hiç rahat değil ama madem Azra'yla görüşüp konuşuyorsun. Öyleyse bana onun hakkında ip ucu, şüpheli her davranışını iletmeni istiyorum.'' Dediğimde ''Hay hay.'' Diyerek cevapladı. ''Sen ne yapacaksın?'' ''Ben de Korel'i izleyeceğim. Eğer şüpheli bir şey çıkmazsa sıradaki şüphelim olan Sencer'e geçeceğim. Bunlardan birinde bir şeyler çıkacağına eminim.'' Dediğimde derin bir nefes verdi. ''Ya Eva?'' sesinde sorgular bir ses tonu vardı. ''Sencer'in söylediğine göre ekipler arıyor, henüz ses seda yok.'' Diye mırıldanarak yatağa oturdum ve telefonu hoparlörden çıkarıp kulağıma dayadım. ''Eva'nın normal olmadığına eminiz... belki de... bunları yapan...'' Ama bir insan çocukluk arkadaşının böyle şeylerin içinde olduğunu nasıl kabullenebilirdi. ''Evet ihtimali var ama ben inanmıyorum. O olamaz, Korel ya da Azra olmalı. Boynumdaki yanığı peşimdeki Kuzgunu sende gördün Arkun, senin de kolunda hala yanık var. Eva'da gördüğümüz şey ateş değildi.'' Dediğimde bir süre ses gelmedi. Haklı olduğumu biliyordu, Evet Eva Eva değildi ama bizim aradığımız kişi de değildi. Olamazdı! ''Arkun?'' diye mırıldandım. ''Buradayım, haklısın sanırım.'' Dediğinde gülümsedim. Er ya da geç beni haklı bulacağını biliyordum. ''Azra'ya karşı çok temkinli ve dikkatli ol olur mu?'' dedim endişeyle. O kıza hiç güvenmiyordum, beni huzursuz eden her neyse içimdeki huzursuz eden sesi dinleyecek ve önlemimi alacaktım. Bu kasaba da Arkun hariç kimseye güvenmiyordum. Güvenmemem gerektiğini de çok net görüyordum, hem de hepsinde. ''Zaten kolumdaki yanıktan beri öyleyim, hala deliren biz miyiz yoksa onlar mı karar veremiyorum.'' Diye mırıldandı sıkıntıyla. ''Sanırım yakında öğreneceğiz.'' Dediğimde birinin ona seslenmesiyle konuşmamız bölündü. ''Benim işe dönmem gerek, bu gece buradayım. Kapatıyorum, bir şey olursa hemen ara.'' ''Tamam, kolay gelsin.'' Diyerek telefonu kapattım ve kenarı bırakıp gözümü önce çıkardığım listeye ardından tabloya çevirdim. Korel'in bana hediye ettiği ve Sencer'in ağzımı aramak için sorduğu tabloya, ayağa kalkıp tablonun önüne geldim ve Arapça yazılan yazının üzerine parmaklarımı koydum. Parmağımı koyduğumda bir saniyeliğine gözümün önünde tablonun içindeymişim gibi bir görüntü geldi, gelen görüntüyle nefesim kesilmiş zorla geriye bir adım atarak nefes almaya çalıştım. Derin derin aldığım hiçbir nefes bana nefes olmuyordu. ''O da neydi?'' diye fısıldadım yanımdaki masadan destek alarak gözümü tabloya çevirdiğimde. Yerdeki kemikleri, bedenlerin üstünde duran kılıcı ve ateşi hissetmiş görmüştüm. Çok korkutucu bir görüntüydü, elim kolyeme gittiğinde elimi yaktığını hissederek çektim. Boynumda bir acı hissetmiyordum ama elim kolyeme gittiğinde canım yandı. Sıcaktı, elimi yakmıştı. Mutfağa ilerleyip bardağa titreyen ellerimle su doldurdum. ''Bu da mı normal? Bu gördüğümde mi?'' diyerek kendi kendime söylenip suyu nefes nefese içtim. Ellerim hala titriyordu, bir insan nasıl bir dokunuşla tablonun içinde hissedebilirdi? Mümkün olmayan her şey nasıl mümkün olabiliyordu? Ve bu neden benim başıma geliyordu? Elim korkak ve titrek şekilde tekrar kolyeme gitti. ''neden artık kötü hisleri kovmuyorsun?'' diye mırıldanarak ayağa kalktım ve bardağı bırakıp mutfaktan yatağın olduğu kısma geçtim. Tabloya doğru bir adım atmak için duvarı döndüğümde biri bana çarpmış gibi sendeledim ve yere baktım. Ayağıma bir şey mi takılmıştı, hayır! Yerde hiçbir şey yoktu. İçimde büyük bir kötü his kıvılcımlandığında dudaklarımdan kısık bir bağırtı koptu. Sanki biri sert çarpmış canımı yakmış gibiydi. Elim göğsüme gitti, derin bir nefes alarak içerideki ışıklar dahil tüm ışıkları açtım ve yatağıma uzanıp yorganı üzerime çektim. Korkmadan doğa üstü her şeyin peşinden koşan ben, ölümler dahil her şeye soğuk kanlılık kazanmış ben buraya geldiğimden beri her şeyden korkuyor, her ölümde titriyordum. ''Korkma Efnan, küçüklüğünden beri bunlarla büyüdün. Her şeyi duydun, gördün.'' Diye mırıldandım şehirdeki vakaları ve dedemin anlattıklarını hatırlarken. Kendimi böyle rahatlatmam gerekliydi, yoksa gerçekten dedem gibi kafayı yediğimi düşünecektim. Yorganı kendime daha çok çektim ve gözlerimi kapatmaya çalıştım, uyumam lazımdı. Uyuyup bu korkuyu atlatmam lazımdı. Gördüğümü sindirmem ve yarın için dinlenmem lazımdı. Gözlerimi yumdum, karanlık hiç bu kadar ışıklı gözükmemişti. Gözlerimi yumsam da her yerden yanan ışığı görür gibiydim. Ara ara gözlerimi açarak etrafıma baktım, sonunda gözlerim etrafı kontrol edemeyecek kadar kendinden geçtiğinde derin bir nefes aldım. ''cesaret desen ne olur ki hadi amaaaa!'' Eva beni omuzumdan ittire kaktıra beni kandırmaya çalışıyordu. ''İyi, iyi Eva cesaret oldu mu?'' ''Hadi şu perili eve gir.'' Dedi heyecanla ellerini çırparken. ''Ne! Hayır tabi ki de.'' Eva üzgünce dudaklarını büzdüğünde Arkun ve Erkan da girmemi istediğine dair mırıldandı. Asya ise Eva gibi diğer kolumdan beni cesaretlendirerek kaldırmaya çalıştı. ''Hadi ama! Oraya girebilecek cesareti olan tek kişi sensin, hem sen deden ve nenenden böyle hikayeler çok dinliyorsun belki sende onlara bir hikâye anlatırsın.'' Dediğinde içeride gerçekten bir şey olup olamayacağını düşündüm. Belki de gerçekten dedemden duyduğum bir yaratıkla karşılaşırdım. Ya da bana bu aralar anlattığı neneminse beni korkuttuğu için dedemle kavga ettiği ateş adamla tanışırdım. Dedem ona Orcus Morta diyordu ama bu yabancı kelimeler bana zor geliyordu. Tam olarak okuyamıyordum. Belki eve gidip dedeme ateşten bir adam gördüm diyerek dedemle bunun hakkında sohbet edebilirdim. Bana anlattığı bu hikayeleri çok seviyordum. ''Tamam. Gireceğim.'' Dediğimde hepsi neşeyle çığlık attı. Erkan ve Arkun tellerin önünde ellerini birleştirdiğinde omuzlarından tutunup telin öbür tarafına geçtim. Buradan yürüme mesafesi fazlaydı. Telin arkasında kalan arkadaşlarıma döndüm. ''beni burada bekleyin.'' Eva tellere tutundu ve ''Dikkat et.'' Diyerek uyardı. ''Gelince hepsini en ufak detayına kadar anlat, çatlayacağım!'' diyerek ayaklarını yere vuran Asya'ya ''Olur.'' Diyerek gülümsedim ve arkama dönüp korkak adımlarla gergince yıkık dökük müstakil eve doğru ilerledim. ''Adı üstünde hayaletli perili bir ev, korkacak bir şey yok. Sen bunları dedenden duyuyorsun.'' Diyerek kendimi avuta avuta eve doğru ilerledim. Kapının önüne yaklaştığımda durdum ve arkama baktım, hepsi ellerini tellere yaslamış merakla bana bakıyor gibi görünüyordu. Sertçe yutkundum ve besmele çekerek kapıyı itekledim. Kulpu bile yoktu, kapı açıldı. Açılırken arkaya çarptı ve beni olduğum yerde sıçrattı. İçerisi sessizdi, duvarda bir sürü kağıtlar asılıydı. Masanın kenarlarında sadece lambalar ve defterler vardı. İçerisi berbat ve ağır kokuyordu. Kusasım gelmişti, öğürerek burnumu kapattım ve ilerledim. İlk gördüğüm çizim büyük bir kâğıtta olan erkek yüzüydü. Çenesine gelen saçları, keskin çene hatları ve mavi renk gözleri vardı. Kaşları çatıktı ve sert bakıyordu, altında da yan çevrilmiş bir kılıç resmi duruyordu. Yüzü hayallerimi süsleyebilecek bir erkeğin yüzüne benziyordu. ''Ne kadar da yakışıklı.'' Diye mırıldanarak arkamı döndüm, dönerken kenarda duran lambaya çarpıp düşürmüştüm. ''Hi!'' diyerek dudaklarımı ısırdım. Neyse ki etrafta kimse yoktu, bildiğimiz gibi hayaletli falan da değildi. Erkeğin karşısında duran çizime döndüğümde korkudan bir adım geri attım ve sırtımı duvara yasladım. Resmin ortasında bir ateşten adam kucağında ise simsiyah gölgeden ibaret olan bir kız bedeni vardı, ayaklarının altında bir sürü kemik ve cesetler cesedin üstünde ateşlerin arasında bir kılıç görünüyordu. Resim küçük dilimi yutmama sebep olacak kadar korkunçtu. Gökyüzüne çizilmiş bulutların arasından inen bir ışık görünüyordu. Hemen arkalarındaydı. Bu kâğıdın altında da Arapça bir yazı yazıyordu ama ne yazdığını bilmiyordum. Sertçe yutkunduğumda kapıdan cızırtılı bir ses geldi. Kapıda beliren adamla korku dolu gözlerimi tablodan kapıya çevirdim ve bir adım daha geriledim. Kollarını birbirine bağlamış çatık kaşlarla bana bakıyordu, tipi aynı tam arkamda kalan resimdeki adama benziyordu. Mavi gözlüydü, o da keskin çene hattına sahipti. Sadece saçları daha kısaydı ve ellerinde siyah izler vardı. Kaleme benziyordu çünkü benim ellerimde de renkli kalem izleri vardı. ''Burası özel mülk ufaklık.'' Dediğinde dudağımı ısırdım ve çekingen adımlarla ona doğru adım attım. ''Affedersiniz.'' Kapının yanına doğru ağır adımlarla gelene kadar gözlerini gözlerimden ayırmadı, gözlerim bir anda kapıdan seslice düşerek beni korkutan kapı numarasına kaydı. Kapı numarası 666'dı. Almaya yeltendiğim sırada ''Kalsın.'' Dedi ve bir adım geri çekildi. O sıra da kafamı yerden kaldırdım ve ''Özür dilerim.'' Diyerek oluşturduğu boşluktan korkak şekilde geçtim. ''Kaç yaşındasın?'' diye sorduğunda ''on.'' Diyerek yüzümü ona dönüp geri geri adım atmaya başladım. Çünkü bu adam hiç iyi birine benzemiyordu. Bunu hissedebiliyordum, garip şekilde onu tanıyor hatta onunla bağım var gibi hissediyordum ama hislerim bana 'Hemen kaç!' diye bağırıyordu. Adam eve girdi ve yere düşen sayıyı eğilip aldı, derin bir nefes vererek doğrulduğunda gözlerimi ondan çekecektim ki kapıya bir anlık güneşten gölgesi düştü. Kapı da gördüğüm boynuzlarla ellerimi dudaklarıma götürdüm ve koşarak tellere doğru kaçmaya başladım. Eğer bağırırsam dikkat çekerdim dikkat çekmemek için bağırmadan koşmaya başladım. İçimi kaplayan koca kötü his ve korkuyla her zamankinden hızlı koştum ve arkadaşlarımın olduğu yere değil başka bir yere koştuğumu fark ettim. Arkama korkudan dönememiştim, tellere vardığımda hızlıca tırmanarak öbür tarafına geçtim ama tırmanarak inememiş yüksekten yere sertçe düşmüştüm. Dudaklarımdan acıyla bir çığlık kaçtığında kolumdan gelen acıyla ağlamaya başladım. Gözümü ağlarken korkuyla eve çevirdiğimde numara kapıya takılmış ve kapatılmış şekilde gördüm ve korkuyla derin derin nefesler aldım. Boynuzlar çok büyük ve uzundu, korkunçtu! ''Ş...şeytan.... Şeytan...'' diye fısıldadım.
|
0% |