Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@byzloey

Gözlerimi sessizliğin ve henüz aydınlanmamış olan odanın için araladım. Etrafta tek duyulan ses yeni aydınlanan havadan gelen uğultulu rüzgardı. İçeri aniden soğuk kaplamaya başlamıştı, derimin her zerresinde soğuğu hissedebiliyordum, üzerimde yorgan olmasına rağmen. Kendime gelmeye çalışarak yatakta doğruldum, pencerem açıktı. Perdem pencerenin dışında fink atıyordu, yataktan kalkıp pencereye adım atacağım sırada pencerenin önünde duran kuzgunla adımlarımı durdurdum.

''Neden sürekli beni izliyorsun?'' diye fısıldadım. Gökyüzü siyahtan maviye dönmek üzereydi, yine de kuzgunun renkli gözleri görünürdü. Yine kafasını eğdi ve arkamda kalan Korel'in hediyesi olan tabloya doğru baktı. Yüzümü tabloya çevirdim ve tekrar kuzguna döndürdüm.

Ama gitmişti.

Derin bir nefes verdim ve hızla pencereyi kapatıp perdeyi çektim. İçeriye giren ufacık ışıkta tamamen kesilmişti. Kenardan düğmeye basarak ışığı yaktım, fazla erken yatıyor erken uyanıyordum.

Bu durumdan şikayetçi de sayılmazdım. Gözlerim az önce kuzgunun baktığı tabloya döndü, nedense o tablo da rahatsız olduğum ve bana oldukça tanıdık gelen bir şeyler vardı. İçimi ürpertiyordu ama bir o kadar da hoşuma gidiyordu.

Saçlarımı karıştırarak saate baktım. Henüz yediye geliyordu, bugün dersim vardı.

Dersimin olmasının en büyük avantajı Korel ile aynı ortamda bulunabilecek olmamdı.

Onu izleyebilecektim, yakınında bahane bulmadan bulunabilecektim. Elim kolyeme gitti, masa da duran dedemin cep boy defterine de.

Arkun'ların deposundan dedemin günlüklerini almam gerekliydi. Son on yılında neler yaşadığını ve gördüğünü benim de öyle olup olamayacağımı öğrenmem gerekliydi.

Belki de daha kötülerini yaşayacaktım, belki de aynılarını.

Ne yaşayacağımı bilmiyordum ama bana rehberlik edebilecek günlüklerin olduğunu biliyordum.

Düşündüm, şimdiye kadar ortak olarak duyduğum tek şey bir köprünün olduğuydu. Hangi köprüden bahsediyorlardı, hangi köprü ateşte yanmazdı?

''Of of!'' mutfaktan kendime su doldurdum ve içerken dün takıldığım yere baktım. Kendi ayağıma durduk yere takılmıştım, hiç de sakar bir insan sayılmazdım aslında.

Suyum bittikten sonra bardağı geri koydum ve üzerimdekileri çıkararak dolabın önüne geldim. Bugün kot bir pantolon beyaz bir gömlek giymek istiyordum, saçlarımın uçlarını da maşa yaparak ciddi ama şık bir öğretmen stili oluşturdum.

Yarım saatten fazla vaktimi almıştı, telefonumu alıp Arkun'u arayarak çalan kapıya ilerledim. Aramam üzerine kahvaltım erken gelmişti, kahvaltıyı çekip teşekkür ederek kapıyı kapattım.

''Efendim.'' Uykulu sesiyle telefonu açan Arkun'a gülümsedim beni görebiliyormuş gibi.

''Günaydın.''

''Günaydın, saat kaç?'' ekrana bakarak ''7.20'' dedim ve hoparlöre alıp telefonu kahvaltımın yanına bıraktım. ''Rüyanda beni mi gördün hayırdır bu saatte?''

''Görmedim senden bir ricam olacaktı.'' Dediğimde uykuyla mırıldandı.

''Bugünlük arabanı ben alabilir miyim? Bir de geldiğimde bodrumdaki dedemin günlüklerini almak istiyordum.'' Dediğimde ortam sessizleşti. Bir cevap bekliyordum ama hala sessizdi.

Ağzıma bir lokma attığımda hattın diğer ucundan bir horlama sesi geldi.

''ARKUN!''

''Ha ne? Haber mi var?'' dediğinde ağzımdaki lokmayla gülmeye başladım. Yatağında sıçradığına adım kadar emindim. ''Arabayla günlükler diyorum.'' Dediğimde rahatlamış şekilde nefes verdi, ben de lokmayı yutarak telefona döndüm.

''Olur olur, beni işe bırakır oradan geçersin.'' Dediğinde gülümseyerek ''Teşekkürler, birazdan çıkıyorum.'' Dedim ve telefonu kapattım.

Umarım geri uyumazdı yoksa eve gittiğimde bir daha yatakta sıçramasına sebep olacak küfür yiyecektim. Üstelik yol boyu çenesini çekmek de istemezdim.

Kahvaltımı hızlıca yaptıktan sonra tekerlekli masayı dışarı sürükledim ve çantamla ceketimi alıp odadan çıktım. Arkun'un evine taksiyle gideceğim için çıkmadan hemen önce taksiyi çağırmıştım.

Asansöre binip giriş kata bastım ve aynaya doğru döndüm ama döner dönmez dudaklarımdan bir çığlık kaçtı. Kolyemin bir tarafı simsiyah görünüyordu, aynı yanmış gibiydi. Madalyonun öbür tarafına baktığımda hala altın sarısı durduğunu fark ettim ama bir tarafı kül gibi simsiyahtı.

Çatık kaşlarımla kolyeyi çıkarıp elime aldığım sırada asansör açıldı, otelden çıkana kadar kolyeyi inceledim ama ne boya gibi duruyordu ne de başka bir şey. Bu ne zaman olmuştu? Neden olmuştu?

Taksiye bindikten sonra kolyeyi geri taktım ve adresi vererek kemerimi taktım. İşte bu, güne çok kötü bir başlangıçtı. Üzgün şekilde elimle kolyeyi yol boyunca tuttum.

Dedemin mirasına bile sahip çıkamamıştım. Bu beni çok üzmüştü. Yol boyunca sessizce dışarıyı izledim, hava bugün kapalı görünüyordu. Umarım yağmur yağmazdı çünkü en son yağmur yağdığında çok kötü bir gün atlatmıştım hem de üstüm inceydi.

''Geldik.'' Diyen şoföre parayı uzattım ve dalgın şekilde taksiden indim.

Araba hemen kapının yanındaki garajdaydı. Kapının önüne gelip art arda birkaç zile bastım, ikincisinde kapı açılmıştı. Üstsüz ve uykulu şekilde kapıda dikilen Arkun bana kötü kötü baktı.

''Vaaay! Sen baya şişirmişsin.'' Diyerek göğsüne vurdum ve içeri geçtim. ''Gitte üstüne bir şey giy.''

''Boşuna mı şişirdim?'' dediğinde kahkaha atarak ona döndüm. ''Bana mı şişirdin?''

''Yazın çok hoş duruyordu tabi yazdan sonra salınca yarısı gitti ama hala formumdayım.'' Diye mırıldandı. Gözlerimi devirdiğimde söylene söylene merdivene yöneldi ve merdivenin ucundan kafasını eğerek ''Deponun anahtarı yeşilli.'' Diye bağırdı ve merdivenden kucağıma başka bir anahtar daha attı. Arabanın anahtarıydı.

''Tamam!'' anahtarlıktan yeşilli bir anahtarı aldım ve evden çıkıp garaja girdim. Garajdaki kapı, deponundu. Depoda sol taraftaki kolilerin hepsinde benim adım yazıyordu. Bir kutusu sadece günlüklere aitti, bir kutu fotoğraf ve albümler diğer kutu da ise anısı olan eşyalar vardı.

Arabanın kilidini açtıktan sonra bagajı açtım ve eşyaları ileri ittirerek kutuları yan yana bagaja yükledim. Arkun hazırlanmış gelmişti bile.

''Hepsini mi götürüyorsun?''

''Temelli döndüğüme göre, yanımda dursunlar.'' Diye mırıldanıp bagajı kapattım. ''Hadi atla bakalım.'' Dediğimde güldü ve kaşlarını kaldırarak baktı.

''Hadiiii!'' sürücü koltuğuna geçtim ve kemerimi bağlayarak arabayı çalıştırdım.

''Akşam geri bırakırım.''

''Geç çıkacağım işten al ben seni bırakayım.'' Dediğinde kafa sallayarak garajdan çıktım.

''İş yerini tarif et yerini tam bilmiyorum.'' Dediğimde onayladı ve telefonu hoparlöre aldı. Ekran da Sencer yazıyordu. Üçüncü çalışta telefon açıldı.

''Beni şaşırtıyorsun Arkun.'' Diyerek telefonu açtığında, muzip bir dille sesi duyuldu.

''Eva'dan haber var mı komiser?'' dediğinde gözüm telefonla yol arasında gidip geldi, Arkun solu işaret ettiğinde döndüm ve tekrar gözümü telefona çevirdim.

''Hayır, hala kayıp. Arıyorlar ama yer yüzünden silinmiş gibi yok ortada.'' Dediğinde Arkun'la bakıştık. İkimizde aynı şeyden korkuyorduk.

''Bugün aramak için bir ekip daha çıkarttım, arama alanını genişletiyoruz merak etmeyin.'' Dediğinde kaşlarım çatıldı. ''Ben sizin aramanızı bekliyordum öğretmen hanım.'' Dediğinde Arkun'la aynanda birbirimize döndük.

''Benim yanında olduğumu nerden anladınız?'' dediğimde güldü. ''Hissettim.'' Diye mırıldandı.

''Müneccimlik yaptığınızı bilmiyordum.'' Diyen Arkun'la gülüşü kahkahaya döndü.

''Meslek gereği.'' Dediğinde Arkun durmamı işaret etti. Evet iş yerine gelmiştik.

''Haber geldiğinde sizi bilgilendireceğim, işime dönmem gerek.'' Arkun Sencer'e aynı şekilde karşılık verirken arabadan indi ve telefonu kapatıp camdan kafasını içeri uzattı.

''Ben sana mesaj atarım, işin bittiyse gelirsin.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak ''Kolay gelsin.'' Diye mırıldandım. Karşılık vererek el salladı ve içeri doğru yürümeye başladı.

Yoldan geri dönerek yeşil limanın önünden geçtim, Korel yeşil limandan çıkmış arabasına biniyordu. Onu gördüğümde hızımı yavaşlattım ve aynadan arkaya baktım. Otelden çıkarken arabasının olup olmadığına bakmak aklıma hiç gelmemişti.

Aynadan kendime baktım, kolyemin siyah tarafı arkada kalmıştı. Saçımın üst kısmı yukarı kalkmış görünüyordu. Gözüm yol ve ayna arasında gidip gelirken çıkan saçlarımı düzelttim ve dudaklarımı birbirine bastırarak rujumu da toparladım.

Sanat binasının olduğu yerden sola döndüğüm sırada hemen arkama varmış Korel'de döndü ve hızını arttırıp yan tarafıma geçti. Yüzümü çevirmemek için çok zor duruyordum.

Okula geldiğimizde arabaları yan yana park ettik, arabadan inip çantamla ceketimi aldım ve arabayı kilitledim. ''Günaydın.''

''Günaydın.'' Dedim ve mesafeli şekilde önüme dönerek okula doğru yürümeye başladım. Yine kumaş bir pantolon giymişti. Üstünde benim gibi beyaz bir gömlek vardı, bileğine fular bağlamıştı.

Gözlerim belli belirsiz boynuna doğru kaydı. Gömleğinin açık kısmından dövmesi olduğunu düşündüğüm çizgilere bakmaya çalıştım. Ya da kolyesinin ucunda ne olduğuna ama uzun süre bakmam dikkatini çekmişti.

''Öğretmen Hanım... okulda bu bakışlarınız çok yanlış anlaşılıyor.'' Diye mırıldandığında gözlerimi yüzüne çıkardım. Muzip bir ifadeyle bana bakıyordu. ''Affedersiniz... çizgiler...'' diyerek gömleğinin açık kısmını işaret ettim.

''Dövmem.'' Dediğinde kafa salladım. Öğretmenler odasının önüne varmıştık, kapıyı açıp elini geçmem için uzattığında içeri girdim ve çantamdan anahtarı çıkarıp dolabıma yöneldim. Korel de aynı şekilde hemen yanımda dolabını açıyordu. Fısıltıyla ''Arapça bir simge.'' Dediğinde almam gereken kitabı alıp dolabı kapatarak ona döndüm. ''Anlamadım?''

''Dövme.'' Dediğinde dudaklarımı ısırarak bir adım geri gittim, bu kadar yakınlık fazlaydı. En son ki görüşmemizde Eva onu görür görmez korkarak kaçmaya başlamıştı. ''Anladım...'' diye mırıldanarak masaya doğru ilerledim ve oturdum. O da elinde kalın bir klasik kitabıyla tam karşıma oturdu ve kaldığı yeri açıp sandalyesine yaslanarak okumaya devam etti. İki şehrin hikayesini okuyordu, o okumaya kendini odakladığı sırada gözlerim onu baştan aşağı süzdü. Dövmesi Arapça bir simgeydi, peki ya kolyesinin ucunda ne vardı?

Vücudundan yüzüne çıkardığımda gözlerimi önce kirpiklerine baktım. Dakika da ortalama beş ya da on kez kırpıyordu. Bu normal insanınkinden azdı, dudaklarımı yaladım ve yüz hatlarını inceledim. Yüz hatlarının bana çok tanıdık geldiğine emindim, ilk gördüğümden beri emindim ama nerden olduğunu hatırlayamıyordum.

Öne doğru eğildi ve masa da bana doğru yaklaşıp gözlerini kitaptan benim gözlerime çıkardı. ''Bakışların... burada da çok yanlış anlaşılıyor Efnan.'' Diye fısıldadığında gözlerimi utançla çevirdim. Aynı cümleleri bir kez daha duymuştum. Kaşlarım belli belirsiz çatılırken dudaklarımı ısırarak Korel'e döndüm. Nasıl oluyordu da görünüşleri kadar konuşmaları da bu kadar benziyordu?

Zil sesi duyulduğunda kitabı aldım ve alelacele masadan kalkarak sınıfa doğru ilerledim. Merdivenden çıkıp sınıfın kapısının önüne geldiğimde derin bir nefes verip sinirle kapının kulpunu sıktım. ''Yanlış anlaşılıyormuş, ikisi de egoist!'' diyerek kapıyı açacağım sırada elimin üzerinde bir el hissetmemle duraksadım.

''İkisi de?'' arkamdan gelen sesle şaşkına dönmüş gibi önümdeki kapıya baktım. Nasıl bu kadar sessiz ve hızlı gelebilmişti? Elimi kapının kulpundan, elinin altından çektiğimde o da elinden çekti ve kapıya elini yasladı. Ona döndüğüm sırada muzip bir ifadeyle bana baktığını gördüm. Bu beni hem daha fazla öfkelendirmiş hem de şüphelim olduğu için daha da çok kuşku duymama sebep olmuştu.

''Huysuz bir tanıdığıma benziyorsun da...'' dedim yarı alayla. ''Öyle mi?'' kafamı aşağı yukarı salladığımda gözlerim gözlerine çıktı.

Normalde yakın olduğumuz her an geri adım atan adam şu an bir adım daha atarak burunlarımızın birbirine değmesini sağlamıştı. O an bir şey fark ettim, nefes almıyordu.

İçimden saniyeleri saymaya başladım. Gözleri boynuma indiğinde diğer eliyle kolyemi tuttu ve döndürdü. Kaşları belli belirsiz çatıldı.

''Kolyen... yanmış sanırım.'' Diye mırıldandığında kolye birdenbire boynumdan düştü ve ucunu tuttuğu için elinde kaldı. Çekmemişti, aksine ucunu yukarı doğru tutmuştu.

O an sanki onun ellerinde olmak ister gibi boynumdan çıkan kolyeye baktık ikimizde. ''Düzeltmemi ister misin?'' dedi, hala nefes almıyordu.

Otuz saniyeyi geçmişti.

''Nasıl düzelteceksin?'' dediğim de gülümsedi. ''Böyle şeyler de becerim vardır.'' Dediğinde kurumuş dudaklarımı tekrar ıslattım.

Bir dakika olmuştu, hala nefes almıyordu.

''Eğer bana güvenmiyorsan kalabilir. Ama söz yarına eski halinde geri getiririm.'' Dediğinde kararsız bir ifadeyle baktım. ''Akşam getiririm.'' Diyerek gülümsediğinde ben de gülümsedim. ''Peki o zaman...'' kolyeyi avucuna aldı ve cebine koydu.

Ona karşı bu kadar şüphe doluyken ve kızgınken nasıl bir o kadar da yakın hissedebiliyordum. Elimi tenine değdirmediğim halde, kalbinin üstüne koymadığım halde kalbini hissedebiliyordum.

Üstelik iki dakika olmak üzereydi ve hala almıyordu.

''Sen.... Neden gelmiştin?'' diyerek yüzümü yana doğru çevirdim. İki dakikayı aşkındır burun burunaydık ve bu hiç de rahat bir yakınlık değildi.

''Özür dilemek için.'' Verdiği cevapla çevirdiğim yüzümü geri ona çevirdim. ''Seni kızdırdım, gülümsemen için söylemiştim aslında.'' Dediğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.

''Seni tavlamaya falan çalışmıyorum.'' Dediğimde kaşları gözle görülür çatıldı. ''Ne?''

''İlk tanıştığımızda, tavlama cümlesi olarak söylememiştim. Şimdi de etkilendiğim için değildi merak ettiğim içindi bakışlarım.'' Dediğimde gözlerinde garip bir bakış belirdi. Elini kapıdan çekti ve dudaklarını yalayarak yutkundu.

Derin bir nefes verdiğinde gülümsemeye çalışmıştı ama gülümseyemedi, alnını baş parmağıyla kaşıdı. ''Peki... affedersin. Haddimi aşmışım.'' Dediğinde benim de kaşlarım çatılmıştı.

Acaba fazla mı tepki vermiştim? Sadece egoist olmaları hoşuma gitmemişti. Bu ikinci olduğu için sanırım patladığım kişi Korel olmuştu. Bende onun gibi özür dilemek için dudaklarımı araladığım sırada ''İyi dersler.'' Diyerek arkasını döndü. Aralık dudaklarım gidişiyle kapandı.

''Geri zekâlı Efnan!'' diye kendimi azarlayarak onun sınıfa girişini izledim.

Neyse ki akşam tekrar görüşecektik, o zaman kendimi affettirebilirdim. Kendimi buna inandırarak elimi tekrar kapının kulpuna tuttum. Fazlasıyla sıcaktı, tüm bedeni fazla sıcaktı.

Özellikle de elleri...

Kapıyı açıp sınıfa girdiğimde öğrenciler yine sessizliğe büründü. Aklım az önceki dakikalarda kalmıştı, tüm ders hakkındaki fikirlerim uçup gitmişti.

Üstelik az önceki dakikalar bana bugünün ikinci ip ucunu vermişti, Korel hiç nefes almamıştı. Daha önce aldığına şahit olmuştum, tenime çarpmıştı. Nefesi bile sıcaktı ama bu kez nefes bile almıyordu.

Sınıfa bugün ki konunun sayfasını açmalarını söyleyerek masama oturdum. Aklımda Korel'in gönlünü nasıl alabilirim sorusu dolanıyordu.

Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum, eğer sevdiği bir şeyi bilseydim alabilir ya da yapabilirdim. Bunu akşam düşünürüm diyerek derse kendimi odakladım.

Bu ders boyu tek işlediğim konu düşüncelerdi. Hangi filozofun hangi sözü ne için ve ne zaman söylediği hakkında detaylı bir anlatım sağladım. Öğrencilerin çoğu felsefeyi seviyordu, tek sıkıntı isimleri akıllarında tutamıyorlardı. Yine de bu da güzel bir başlangıçtı.

Ders bittiğinde zil sesiyle sınıftan çıktım ve Korel'in sınıfına döndüm, çoktan çıkmıştı. Kapı sonuna kadar açıktı ve öğrenciler şakalaşarak çıkıyordu. Öğretmenler odasına doğru indim ve masaya oturdum, dolabının önündeydi.

Sessizce kitabını aldı ve tekrar karşıma geçti.

Benim dersim bugün Korel'den bir ders önce bitiyordu, onu bekleyecek çıkışta onu takip edecektim.

Arabayı asıl alma sebebim buydu, Korel'i izlemek istiyordum. Evde olmadığı günler neredeydi, kimleydi, ne yapıyordu? Mutlaka elime üçüncü ip ucunu verecekti.

Kitabını sessiz sedasız okurken gözlerimi ondan çektim. Yine yanlış anlaşılmak istemiyordum ama gözümü de sebepsizce ondan alamıyordum.

''Efnan Hanım, geldiğinizden beri sohbet edemedik. Evli misiniz?'' sesin geldiği yöne döndüğümde solumda yaşı ilerlemiş erkek öğretmene yapay şekilde gülümsedim. ''Şey ben...'' Diye mırıldanarak kalktığım sırada Korel de ayaklandı ve yarım cümlemi hissetmiş gibi tamamladı. ''Lavaboya gideyim.'' Dedikten hemen sonra bakışlarımız kesişti. Gözlerini gözlerimden çekerek kapıya yöneldiğinde ''Bende.'' Diye ekleyerek peşinden çıktım.

Sadece saniyeler sürmüştü ama kapıdan çıktığımda Korel'den hiçbir iz yoktu. Bu kadar hızlı nasıl ortadan kaybolmuştu?

Dudaklarımı yalayarak koridora baktığımda zil sesi koridorda yankılandı. ''Buhar oldun sanki...'' diye mırıldanarak lavaboya gidip enseme su vurdum ve öğretmenler odasından kitabımı alarak sınıfa doğru ilerledim. Hala ortalıkta görünmüyordu.

Derse girdikten sonra aynı konuyu başka sınıfta da keyifle işledim. Ne kadar aklım dolu olsa da en azından dersler hızlı ilerlemişti.

Kırk dakika düşündüğümden çok daha hızla geçerken zil sesi duyulduğunda sınıftan yakınmalar duyuldu. ''Hocam bir soru sorabilir miyim?'' genç bir kız elinde kitapla geldiğinde gülümseyerek ona döndüm. Sınıfın en sessiziydi ve ismini hatırlayamamıştım.

''Ben Ebru, size şeyi soracaktım...'' Koridordaki gürültüden dolayı onu merdivene doğru çektim ama bir anda gözleri irileşti ve geriye doğru bir adım attı. ''Evet canım ne soracaktın?'' dediğimde cevap vermeden iri gözleriyle merdivenin ucuna baktı. Gözlerimi merdivenin ucuna çevirdiğimde gözlerindeki korkunç bakışla bize bakan Korel'i gördüm. Bana bakmıyordu, yanımdaki öğrenciye bakıyordu.

Yüzümü yanımdaki öğrenciye çevirdiğimde ''Sonra sorarım.'' Der demez koşarcasına uzaklaştı. Neydi benim göremeyip onların gördüğü ve bu kadar korktuğu şey?

Korel gözlerini gözlerimden aldı ve aynı sert ifadesiyle merdivenlerden inmeye başladı.

''Neden korkuyorlar senden?'' diye fısıldadım ve Ebru'nun gittiği yöne ilerlemeye başladım. Elimde üçüncü ip ucu duruyordu.

Belki onun kaçma sebebini öğrenebilirsem Eva'nınkini de öğrenebilirdim.

Hızlı adımlarla peşinden gittiğim ama sınıfların iki yanında da merdivenler vardı, sınıflarda yoktu tuvalette de görünmüyordu.

Dudaklarımı ısırıp sinirle ayağımı yere vurdum. Elimdeki en önemli ip ucuydu.

Kaçırmanın verdiği öfkeyle elimi saçlarıma geçirip merdivenden inmeye başladım.

Bu benim için çok önemliydi ama ulaşamadan elimden kayıp gitmişti. Öğretmenler odasına girdiğimde Korel etrafta görünmedi, eşyalarımı dolaba koydum ve okuldan çıkıp arabaya bindim. Arabayı park alanından çıkarıp izleyebileceğim bir mesafeye çekmeliydim.

Park alanından çıkarken sınıfın camlarına baktım, okuldan çıkmadan önce kayıp olan Korel şimdi öğretmenler odasının camındaydı. Gözlerimi ondan aldım ve okulun çıkışında uzak bir yere çektim. Korel artık camın önünde değildi.

Arabayı çektikten sonra geriye doğru yaslandım ve camı açıp derin bir nefes verdim.

Çözemediğim, göremediğim ne vardı onda?

Nazikti, çekiciydi, kendine bakıyordu, işinde iyiydi, bilgiliydi.

Ama bu aydınlığın bir de karanlığı vardı, göremediğim tam olarak oydu.

Bir insan karanlığı nasıl görebilirdi?

Elim boynuma gittiğinde kolyemi verdiğimi hatırlayıp dudaklarımı ısırdım. Nasıl düzeltebilirdi ki?

Hem de akşama kadar.

Kolyemi getirdiğinde ondan nasıl özür dilemeliydim, kuru bir özürle mi? Yoksa kahve yapıp düzgün bir özürle mi? Hangisini hak ediyordu?

Araba da otururken sıkılmaktan müzik açtım ve mırıldana mırıldana okulu izledim.

Kahverengi renkte bir devlet okuluydu, bina gayet yeni duruyordu. İçi de oldukça yapılıydı, sadece kimse kimseyle samimiyet kurmamıştı. Ya da tek samimiyet kurmayan ben ve Korel'dik.

İkimiz de sadece işimizi yapıyor kimseyle muhatap olmuyorduk.

Garipti, tek muhatap olduğu kişi bendim.

Benim de tek muhatap olduğum kişi oydu.

Nedensizce dudaklarımda bir tebessüm oldu. Müzik dinleyerek geçen yarım saatin ardından okuldan çıkan Korel'in arabası göründü.

Hızlıca doğrularak kemerimi taktım ve arabayı çalıştırıp fazla yaklaşmamaya çalışarak peşine takıldım.

Aradaki mesafeyi tutabildiğim kadar uzun tutuyordum, sanat binasının olduğu aradan döndü.

Ardından otele giden yönün aksi yönünde yola devam etti. Neredeyse on dakika kadar düz gittiği yolun ardından tekrar sola döndü ve bir on dakika daha düz gidip arabayı bulduğu ilk sağa çekti. Çok daha gerisinde olduğum için arabayı boş bulduğum yere park ettim ve arabadan inip ona baktım. Karşıya geçiyordu, karşısında eski bir bina vardı. Binanın önündeki merdivenlerden indiğinde ben de yolu kontrol ederek karşıya geçtim ve hızlı adımlarla girdiği eski binaya doğru ilerledim.

Merdivenden iner inmez bir dükkân görünüyordu, eski bir dükkandı. İçeri de raflar ve kitaplar vardı. İçeri girmeden köşeye sindim ve içeriyi izlemeye başladım. Korel içeri girdiğinde adam ayağa kalktı ve önünü ilikleyerek başını eğdi. Sanki saygı duyduğu biri gelmiş gibiydi.

Korel bir kelime etti, dudaklarının kıpırtısını görebiliyordum. Yüz hatları ciddiydi, dudakları düz kaşları uyarırcasına yukarı kalkıktı. Cebinden kolyeyi çıkardı ve yaşlı adamın önüne bıraktı.

Ardından gözünü etrafa çevirdi, anında arkaya çekilerek korkuyla nefes verdim. Umarım beni görmemişti, biraz bekleyip yüzümü hafif çevirdim. Adam kolyeyi avuçlarının eline almış üzerine bir şey sürüyordu. Ne sürdüğünü göremiyordum, Korel de ciddiyetle adamı izliyordu.

Bir süre sonra kolyeyi temizledi ve Korel'e geri uzattı. Korel kolyeyi dikkatle inceledikten sonra memnun bir ifadeyle adamın omuzuna elini koydu.

Adam yüzünü ekşiterek kafasını salladığında elini çekti ve çıkışa doğru ilerledi.

Koşar adımlarla apartmanın merdivenlerine basıp kenarda saklandım. Peşinden otele giremezdim, şu an bu kitapçıyı çok daha merak ediyordum.

Korel merdivenlerden çıkmış arabasına yöneldi, kolye hala elindeydi.

Eli arabanın kapısına gittiğinde durdu ve etrafına bakındı. Kaşları çatıktı.

Korkuyla başımı eğdim ve onu izledim. Dudaklarını yaladı ve arabaya bindi, ben de derin bir nefes vererek başımı hafif kaldırdım. Arabayı park ettiği gibi çıkardı ve hayret edici hızla U çekerek yoldan döndü.

O gittikten sonra biraz daha burada bekledim. Hemen peşine girmem çok şüphe uyandırırdı, tahminimce on on beş dakikalık bir bekleyişin ardından saklandığım yerden çıktım ve merdivenlerden aşağı inmeye başladım.

Tek sorun buranın kitapçı olduğu halde tabelasının olmamasıydı. Yine de etrafta gezerek bir şeyler bulabilmeyi umut ediyordum. Mesela Korel'in burayı nerden bildiğini ve kolyeyi neden bu adama getirdiğini öğrenebilirdim.

İçeri girdiğimde gözlüğü olduğunu yeni fark ettiğim yaşlı adam gözlüğünü gözüne çekti ve biraz çatık biraz da şaşkınca bana baktı. Gelmemden memnun olmamış gibiydi.

''Merhaba.'' Diyerek gülümsedim, karşılık vermeden bana bakıyordu. Yüzümü döndüğümde toz altında kalmış kitaplara döndüm. Çoğu ansiklopedi gibi duruyordu.

Rafların arasına girip elimi gezdirdiğimde parmaklarıma gelen tozu aldırmadım. ''Aradığınız bir kitap mı var?''

Kafamı tozlu raftan kaldırıp hafifçe öksürdüm. ''Sayılır.''

Eğer var deseydim sorduğunda yakayı ele verirdim, kafamı tekrar eğerek ellerimi kitapların üzerinde gezdirdim. Ellerim kitaplardaydı ama gözüm karşımda beni süzen ve benden hoşnut olmayan yaşlı adamdaydı. Sadece üzerinde parmaklarımı gezdirmeme rağmen bir kitap ayaklarımın ucuna düştü ve sayfaları açıldı.

Gözümü yere eğdiğimde gördüğüm çizimle adeta nutkum tutulmuştu. Karşımdaki görsel daha önce görmediğim ama bana oldukça tanıdık gelen bir görseldi.

Bir kılıç vardı, yan yatırılmıştı üzerinde bazı şekiller vardı ama ne olduğunu anlayamıyordum. Bir sembole benziyordu.

Eğilip kitabı aldığım sırada bir anda kitap elimden çekildi ve kapatıldı.

''Boş kitabın nesine bakıyorsunuz?''

Söylediği sözler ve yüz ifadesine karşın şaşkınlıkla elindeki kitabı tekrar almaya yöneldim ama geri adım attı. ''Anlamadım?''

''Sayfaları boş bir kitaba neden bakıyorsunuz dedim.'' Dediğinde kaşlarım çatıldı.

''Boş değildi.'' Kolunun altına aldığı kitaba baktığımda onun da gözleri kitaba doğru kaydı. ''Kitabı almak istiyorum.''

''Satılık değil.'' Satılık değil de ne demekti?

''Sayfaları boş demediniz mi? Satın işte ben almak istiyorum.'' Dedim ısrarcı bir şekilde ama bu onu daha da kızdırmış gibiydi, burnuna düşen gözlüğü ittirdi ve kitabı iki eliyle tuttu. ''Siz de dolu demediniz mi? Satmak istemiyorum kapak özel bir tasarım, bu özel bir parça.''

Sıkıntıyla nefes verip gözlerimi yumdum. ''Aradığım şey oydu?'' dedim tekrar gözlerimi umutla açarken.

''Maalesef, dediğim gibi satılık değil.'' Sinirden yumruk yaptığım ellerimi arkamda birleştirdim ve yenilgiyle başımı eğip ''Peki, kolay gelsin.'' Diyerek dükkândan çıktım.

O kitap boş değildi, buna emindim boş falan değildi!

''Ben de çalarım o zaman.'' Diye mırıldanarak merdivenlerden çıktım ve aracıma doğru yöneldim.

O gördüğüm kılıcı daha önce gördüğüme emindim, nerede gördüğümü hatırlamıyordum ama simgeleri dahil görmüş olmalıydım. Bu kadar tanıdık olması normal değildi.

Eğer güzellikle vermiyorsa ben de zorla alacaktım. Bu kadar gizem ve sır canıma tak etmişti.

Arabaya bindiğimde sinirle bir çığlık atıp kemerimi taktım. ''Çıldıracağım!''

Aynadan gözüm kendime gittiğinde dağılan saçlarımı düzelttim ve arabayı çalıştırıp bende Korel gibi hızla U çektim.

Belki akşam kahve için içeri davet edip kolyeyi nerede kime yaptırdığını sorabilir, ağzından birkaç laf alabilirdim. Bu umutla yoldan dönüp otele doğru sürdüm.

İşim düşündüğüm gibi akşama kadar falan sürmemişti, şimdi otele dönecek ve Korel gelene kadar odamda Korel'i bekleyecektim. Kısa ve kendime kızarak geçirdiğim yolculuğun ardından otele giriş yaptım. Korel'in arabası buradaydı, yanına park ederek ceketimi üzerime giyip çantamı omuzuma taktım ve bagajdan günlüklerin olduğu kutuyu alarak arabayı kilitleyip içeri girdim.

Saat öğleyi geçiyordu, artık kışa yaklaştığımız için hava erken kararıyor geç aydınlanıyordu. Asansörü çağırıp kutuyu düzgünce tuttum, asansör tam da altıncı kattaydı. Belki de Korel'de yeni gelmişti.

Ya da Korel'den sonra kimse gelmemişti.

Son kez daha olanaklı bir seçenek, Korel'den sonra gelen de Korel'in katındaydı.

Asansör açıldığında içeri girdim ve beşinci kata basıp aynaya yaslandım. Asansörün içinde değişik bir koku vardı, gözlerimi yumup tekrar kokladım.

Korel'in kokusuydu, hoştu.

Dudaklarımda yine nedendir bilinmez bir tebessüm oluştu.

Asansörün kapısı açıldığında kapımın önüne geldim ve kutuyu yere bırakıp kartımı okutarak kutuyu tekrar kucaklayarak odama girdim.

Ben içeri girer girmez telefonumun sesi odada yankılanmıştı, kutuyu masanın üzerine bıraktım. Arayan sema teyzeydi, büyük bir heyecanla telefonu açtım.

''Alo Sema teyze bir haber mi var?'' ben ne kadar heyecanla açmışsam o da o kadar büyük bir heyecanla beni aramış gözüküyordu ama ikimiz de birbirimizin heyecanını cevaplarımızla söndürmüştük. ''Ben de sana sormak için aramıştım kızım ama...'' derin bir iç çektiğinde sandalyeye oturdum ve alnımı ovuşturdum.

''Gidebileceği her yere baktım ama yok, polislerden de hala ses soluk çıkmadı.''

Sema teyzenin günlüğüne yazdıklarını hatırlayınca onunla bu konuyu konuşsam mı diye düşündüm ama bu hiç doğru bir zaman değildi. ''Polisler gündüz odasını aradılar ama ortadan kaybolmasıyla ilgili hiçbir şey bulamadılar. Sadece günlüğünü alıp gittiler.'' Dediğinde kaşlarım çatıldı.

''Günlüğünü mü? Kim aldı polisler mi?''

''Amirleri mi neyse uzun saçlı bir çocuk, bunu incelemeliyiz diyerek aldı.'' Uzun saçlı, amir...

''Sencer mi?''

''Adını bilmiyorum, Efnan sence.... Başına bir şey...'' Cümlenin devamını getiremediğini gelen ağlama sesiyle anladım. ''Kötü düşünmeyelim Sema teyze, polis her yerde arıyor mutlaka bulacaklardır.'' Ne desem bilemiyordum.

Ona öyle bir şey olamaz diyemiyordum çünkü vücutlarında deliklerde ölen insanlar vardı etrafta.

Nasıl ona umut verebilirdim? Umut bir insana verilebilecek en kötü şeydi ve ben bunu veremezdim.

''Tamam kızım, kapatıyorum şimdi.''

''Kendine iyi bak Sema teyze...'' diyerek telefonu kapattım ve masanın üzerine bıraktım.

Polislerin bulamadığı, bizim bilmediğimiz nereye gidebilirdi?

Yerin yarılıp içine girmiş olma ihtimali yoktu, ama yer yüzünde de yoktu.

Sıkıntıyla nefes verdim. Telefonu bıraktığım masadan alıp Arkun'a otelde olduğuma dair mesaj bıraktım ve üzerimi değiştirip getirdiğim kutudaki günlükleri masanın üzerine çıkarmaya başladım. Hepsi eskimiş ve kenarları yırtılmış günlüklerdi.

Sonunda toplam 12 günlüğü çıkardığımda hepsini masanın üzerinde ikiye ayırarak üst üste dizdim. Sanırım uzun bir süre günlük okumam gerekecekti.

Ama okumam gereken günlükten daha önemli bir parça vardı, o da kitapçıdaki adamın elimden aldığı kitaptı. O kitap ayaklarımın ucuna kendi kendine düşmüştü ama bu hayatın çıkardığı bir tesadüf değildi, bunun bir sebebi vardı. Bunu hissedebiliyordum, buna emindim. O resmin bana o kadar tanıdık gelmesi normal olamazdı, buna inanmıyordum.

Günlükleri dizdikten sonra gözlerim dağılmış odaya döndü, eğer Korel'i içeri davet edeceksem ortalığı toplamam gerekliydi. Önce etrafa saçtığım kıyafetleri kirliye attım, ardından yatağı toparlayarak ön kısımdaki koltukların yastıklarını düzelttim.

İçerileri toparladıktan sonra banyoya ilerledim ve saç malzemelerimi dolabın içine yerleştirip dökülen saçlarımı toparladım.

Evet, şimdi etraf düzgündü işte, son olarak duvara yapıştırdığım listeyi dikkatlice sökerek katladım ve dolaba koydum. Etrafı kontrol ederek bir şey olmadığına emin olduktan sonra içeri dönüp mutfağa ilerledim. Kahve malzemelerini çıkarmaya başladığım sıra da çalınan kapıyla kahveyi tezgâha bıraktım ve delikten gelenin kim olduğuna baktım.

Korel'di. Düşündüğümden erken gelmişti. Kapıyı açtım ve güler yüzle ona baktım. Saat daha yeni akşam olduğunu gösteriyordu.

Perdeler hala kapalıydı, aradan yansıyan ışık havanın yavaş yavaş kararmaya başlamasıyla daha da azalmıştı. ''Kolyeni getirmiştim.'' Diyerek kolyeyi cebinden çıkardı ve bana doğru uzattı. ''İçeri gelir misin? Eğer işin yoksa tabi.'' Gözleri gözlerime çıktığında dudaklarımı ısırdım. Nasıl bir özür dileyeceğime henüz karar vermemiştim, gözleri gözlerimde bir süre oyalandı. İçeri doğru bir adım attı ve bedenime hafif çarparak içeri geçti.

''Kahve yapıyordum, içer misin?''

''Olur.'' Kapıyı kapattım ve mutfak kısmına ilerledim, o da benimle beraber mutfağa gelmiş hemen çaprazımda duvara yaslanmıştı. Kolye hala parmaklarının arasındaydı.

Kahveleri iki kişilik olacak şekilde ayarlayıp koyduktan sonra ona döndüm. ''Bu kadar çabuk halledebileceğini düşünmemiştim.'' Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu.

''Kime yaptırdın, yani nerede yaptırdın? Bir daha olursa ben de götürebilirim o yüzden soruyorum.'' Gözleri kısıldı ve yüzümü dikkatle inceledi. Bu hali gerilmeme sebep olmuştu, yutkundum ve dudaklarımı ıslattım.

Gerildiğimde ve kızdığımda hep dudaklarım kuruyor hemen de çatlıyordu.

''Bir tanıdık. Bir daha olursa bir daha götürürüm.'' O adamın kim olduğu hakkında bir şey öğrenemeyince çenemi sıktım. İp uçlarını hep elimden kaçırıyordum.

Sırtımı hemen solumdaki duvara yasladım, tam karşısındaydım. Kollarımı onun gibi birbirine bağlayarak onu izledim. ''Tabloyu asmışsın.'' Dedi gözü benim arkamda kalan duvara kayarken.

''Evet, değerli bir parça ve bir hediye.'' Cevabımdan memnun olduğu kıvrılan dudaklarından belliydi. Gözlerim tekrar açık göğsüne indi. ''Kolyen?'' dedim sabahki soramadığımı bu kez cesaret ederek sorarken.

''Efendim?''

''Dövmen bir simge peki ya kolyen?'' kolyemi tutan eliyle değil diğer eliyle zinciri dışarı doğru çekti.

Ucunda bir kılıç vardı, kılıç desenliydi ve bu desen kitapçı da gördüğümün aynısıydı. Buna emindim, gözlerim doğru olup olmadığına inanmak ister gibi büyüdü. Ona doğru adım atarak kolyesini avucuma aldım.

''Daha önce bir yerde mi gördün?''

''H...hayır şey hoşuma gitti.'' Gözleri tekrar gözlerime çıktığında kolyeyi bıraktım. Aslında bırakmamıştım, elimden kaymıştı bende tutmamıştım. Şaşkınlıktan onun ne kadar yakınına geldiğimi fark etmesem de şu an fark etmiştim.

Yine sabahki gibi burun burunaydık. ''Kolyeni takmamı ister misin?'' dediğinde kafamı aşağı yukarı salladım ve saçlarımı elimle topladım.

Boynuma doğru yaklaştı ve kolyeyi boynuma tutarak boynuma yüzünü yerleştirdi. Bedeni her zamanki gibi sıcaktı ve nefesi tenime çarpıyordu.

Bense yine nefes almıyordum. Kolyeyi taktıktan sonra yüzünü hafifçe kaldırdığında ilk defa bu kadar yakın olduğumuzu fark ettim, şimdi neredeyse dudak dudağaydık.

Ve her yakınlıkta birbirimizden bir adım uzaklaşan biz, bu kez geri adım atmaya hiç de hevesli görünmüyorduk...

 

Loading...
0%