Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@byzloey

Merdivenin tam başındaydı, beni yakalamanın ona verdiği haz yüzünden belliydi.

''Bende bu saatte ne işin olduğunu merak ediyordum. Ne zamandır hırsızlık yapıyorsun?'' kaşlarımı çatsam da yakalandığım kişi başkası olmadığı için derin bir nefes verip rahatladım. Gerçekten bir anda dünyamın karardığını düşünmüştüm.

''Sabaha kadar yapmam gereken bir iş var ve senin peşine gelmekten işimi bile yapamıyorum.'' Diye azarladıktan sonra merdivenlerden çıkıp yanına geldim. ''Yüreğim ağzıma geldi, neden sessiz sessiz geliyorsun?''

''Ha hırsız olan sensin ama suçlu olan ben miyim?'' dedi ve kahkaha attı.

''Bak Korel buraya geldi, bu kitabı almak istemiştim Korel'den sonra girdiğimde ama adam vermedi bana. Bu kitapta değişik şeyler var Arkun. Buradaki çizilen bazı simgeler Korel'in kolyesinde ve Eva'nın odasında da vardı. Adam vermeyince bende...''

''Sende çaldın.'' Diye tamamladı yarım cümlemi. Kafamı sallayarak etrafı kontrol ettim. ''Tamam yürü hadi arabaya gidelim şüphe çekiyoruz.'' Yavaşça onun yanında yürümeye başladım, beni yakalayan o olmasaydı şu an onunla otele değil muhtemelen karakola gidiyor olurdum.

Arabayı açıp şoför koltuğuna bindiğinde ben de yana atladım ve beni sıkıştıran kitabı ceketimin arasından çıkarttım. ''Ver bakayım ne var içinde.'' Arabanın ışığını açtığında kitabı ona uzattım, kitabın rastgele sayfalarını açmaya başladı.

Yazılar farklı bir dildeydi, dudaklarımı ısırarak arkama yaslanıp sıkıntıyla nefes verdim. Harika! Bir de tek tek o kadar sayfayı çevirmekle uğraşmak zorundaydım.

Arkun şaşkınca bana döndüğünde ben de ümitsizce ona döndüm. ''hani?''

''Ne hani?'' kitabı işaret etti. ''Bu kitap boş Efnan.''

''Ne?'' sinirle gülerek sayfaları çevirdim. Neresi boştu? Her sayfa yazı ve resimlerle doluydu.

''Neresi boş görmüyor musun?'' bana delirmişim gibi baktı ve ellerini saçına geçirdi. ''Kızım dalga mı geçiyorsun hiçbir bok yazmıyor burada.'' Dediğinde aklım gündüz kitapçının kurduğu cümleye gitti.

'Boş kitabın nesine bakıyorsunuz?'

İçindekileri görmüyorlardı, onlar kitabın içini boş olarak görüyorlardı. Peki ben nasıl içini dolu görüyordum?

Sertçe yutkunup defteri elinden aldım. ''Arkun, bana güveniyor musun?''

''Ne alakası var şimdi?''

''Güveniyor musun?'' diyerek sorumu tekrarladım. Kafasını salladı ama kaşları hala çatıktı. Aklının karıştığını gözlerinden görebiliyordum.

''Bak bunun içi boş değil, yemin ederim değil. Hangi dilde ne yazıyor bilmiyorum ama içinde yazılar var, sen göremiyorsun ama ben görüyorum.'' Bu söylediğim deliceydi, akıl almazdı.

Bunun farkındaydım ama burada olan şeylerin hangisi akıl alırdı ki? Hangi biri normaldi?

''Yani içinde farklı dilde yazılar yazdığını mı söylüyorsun?'' dedi kafası karışık şekilde.

Kafamı salladım ve ümitle ona baktım. Tek istediğim bu kez bana inanmasıydı. Bir sefer de olsun bana inanmasını istiyordum. Sessizce kitaba baktı, sonra bir küfür savurarak cebinden telefonunu çıkarıp birkaç tuşa basarak telefonu kulağına tuttu.

''Neredesin?'' kimi aradığını ve neden aradığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bir süre karşı tarafı dinledi ve ''Sana birkaç saate çevirmen için birçok yazı atacağım. Çevirebildiğini çevir yolla bana, çok acil.'' Dediğinde sevinçle ona baktım.

Kimi aradığını şimdi anlıyordum, dilbilimci arkadaşını aramıştı.
Bu kez bana inanmıştı, bu kez bana gerçekten güvenmişti. ''Eyvallah.'' Telefonu kapattığında kucağımdaki kitabı unutup sevinçle ona sarıldım.

''Eğer tahminlerim doğruysa içinde Eva'ya ne olduğu hakkında da bir şeyler yazıyor olabilir.'' Diye mırıldandım. ''Madem biz göremiyoruz, senin bunları tek tek kâğıda dökmen gerekli.'' Gözüm kucağımdaki kalın kitaba döndüğünde başımdan kaynar sular döküldü. Bu kitabı tek tek çıkarmak bir yıl sürerdi. ''Şimdilik önemli olabileceğini düşündüğün varsa ne bileyim resimli altı çizili falan, onları yollayalım. Kalana da zamanla bakarız artık.''

Kafamı sallayarak sevinçle yanağına öpücük kondurdum. ''Bir tanesin.''

''Bugünden sonra onların normal olduğu düşüncem tamamen tuzla buz oldu. Kimse bu kadar anormal olamaz.'' Diye mırıldandı arabayı çalıştırırken.

''Sana numarasını yolladım, adı yavuz.'' Telefonumu çıkardığımda mesajda gelen numarayı kaydettim ve arkama yaslandım.

Saat ilerliyordu, etraf yine zifiri karanlığa bürünmüştü. Yollar artık bana karanlıkta daha korkutucu geliyordu, ışık yoktu. Ortalık da korkunç bir varlık vardı.

Ölümler, cesetler kasabanın tüm çevresini sarmıştı.

Çevresinden tek farkı buradaki ölüler kan değil yanık kokuyordu. Belki bu kitapta onu da öğrenebilirdim, nasıl bir varlığın bunu yapabileceğini ve Korel'le alakasını öğrenebilirdim.

Çünkü onun kolyesindeki o simgelerle sarılmış kılıç burada da çiziliydi. İşin garibi o kılıç bana oldukça tanıdık geliyordu. Aynı Korel ve Sencer gibi.

Ama hiçbiri hakkında bir şey hatırlamıyordum.

Arabanın içi sessiz olmasına rağmen etrafta Arkun'un karışık zihninin sesi duyuluyordu. Aklında sorular takla atıyordu, bunu hissedebiliyordum. Elini dudaklarına götürdü ve oynamaya başladı.

İçimden üçe kadar saydım, Arkun'u tanıyorsam üç demeden ağzındaki baklayı çıkaracaktı.

Bir...İki...Ü-

''Sence bu cinayetleri çözebilecek bir bilgi var mıdır içinde?''

Bingo!

''Belki.'' Diye mırıldandım gözümü pencereye çevirirken.

''Peki Eva'nın ne olduğunu çözebilecek bir bilgi var mıdır?'' Ona da aynı şekilde ''Belki.'' Diye yanıt verdim.

''Sadece bir çizim gördüm, bir kılıç ve bu kılıcın aynısı Korel'in boynundaki kolye de vardı.'' Dediğimde kaşları belli belirsiz çatıldı.

''Ne oldu?'' kafasını sağa sola sallasa da aklında bir şey olduğunu biliyordum.

Ağzındaki baklayı çıkaracaktı.

Bir...İki...

''Sadece Sencer isminin anlamı da kılıçla ilgili bir şeydi galiba o geldi aklıma.'' Benim de kaşlarım onun gibi çatılırken telefonumu çıkardım ve internete Sencer'in ne anlama geldiğini yazdım.

''Kılıç Tutan, Kılıç saplayan.'' Evet Arkun doğru hatırlamıştı, isminin anlamında Kılıç geçiyordu.

''Çok garip.'' Diye fısıldadım gözlerimi kısarak. Bu yapboz da parçalar birbiriyle eşleşmiyordu. Bir yer ya eksikti ya da yanlış.

''Korel Kılıçlı kolye takıyor, Sencer'in anlamı kılıca çıkıyor. Azra ve Korel de bir gariplik var ve Sencer'le Azra kardeş.''

''ne demek istiyorsun?'' Arkun'un karışık kafası benim cümlelerimle daha da karışmıştı. Aslında ikimizin de bildiği şeyler aynıydı. Sadece o benim hissettiklerimi hissetmiyor, inandıklarıma inanmıyordu. Ama ona rağmen ikimizde yapbozun parçalarını aynı şekilde yerleştirmiştik.

İkimizde sadece çerçevenin çevresini doldurabilmiş devamını getirememiştik. Benim demek istediğim aralarında bir bağın olduğuydu. Bu kadarı tesadüf olamazdı, hele ki bu kasaba da asla olamazdı.

''Bir bakalım bu kitapta neler yazıyor, bence sorularımızın cevabını bize bu kitap verecek.'' Diye mırıldandım. Arkun arabayı kenara çekip bana döndüğünde otelin önüne geldiğimizi fark edip ona sarıldım. ''Umarım Eva'yı başına bir şey gelmeden buluruz.''

''Umarım.'' Ondan ayrılırken yüzüne normalden daha uzun baktım. ''Çok dikkat et kendine olur mu?'' Eva ile bağımız eskisi kadar kuvvetli olmasa da Arkun'la öyleydi. Biz Arkun'la hiç kopmamıştık. Eva ile eskisi kadar sıkı sıkıya bağlı kalamadığımızı kazadan sonra hissetmiştim, eskisi gibi yanımda olmuyordu ve eski huyları yoktu. Onu o yapan her şey kaybolmuştu.

Arkun ne demek istediğimi anlamış gibi ellerini saçlarıma götürdü ve bir abi şefkatiyle okşadı. ''Ederim, merak etme.'' Derin bir nefes alarak yanağına öpücük kondurdum ve arabadan indim.

Ailem öldükten sonra yer yüzünde yanımda kalanlar Arkun ve Eva'ydı. Şimdi ise Eva da yoktu, o benim ihtiyacım varken yanımdaydı bense onun olmamıştım. Hala da olamıyordum, şu an ona yardım edebilmemin tek yolunun burada yazılanlar olduğunu düşünüyordum.

Çünkü Eva tanıdığımız Eva değildi, buna annesi dahil hepimiz emin olmuştuk. Ama ben içine basit bir şeyin girdiğini düşünmüyordum, neden bilmiyorum ama dokunduğumda hissettiğim bir üç harfliden fazlasıydı. Evet hislerime kulak vermeye karar vermiştim, çünkü hislerim beni yanıltmamıştı.

Sencer konusunda da Azra konusunda da Korel konusunda da. Sadece biraz daha zaman gerekiyordu, her şeyi öğrenebilmem ve bu yapbozu tamamlayabilmem için zaman gerekiyordu.

Ama benim zamanım olsa da Eva'nın o kadar zamanı var mıydı bunu bilmiyordum. Otele girip asansörün önüne geldiğimde tuşa bastım ve kafamı eğerek asansörü bekledim.

Kitabı tekrar ceketimin arasına sokuşturmuştum, kimsenin ne olur ne olmaz diye görmemesini istiyordum.

Gözlerim ayak uçlarıma bakarken hemen yanımda bir çift ayakkabı belirdi. Siyah ve klasik bir ayakkabıydı. Gözüm pantolonuna doğru kaydığında gelen kişinin kim olduğunu anlamıştım. Sessizliğimi korudum ve açılan asansörden içeri girdim, gözlerim hala yerdeydi.

Kendi katıma basmak için elimi uzattığımda Korel ikimizinkine de benim yerime bastı ve sessizce doğruldu. Gerginliğim biraz daha artmıştı, meraktan deliye döndüğüm sorular cevapsız kalmış beklemediğim görüntüler aklımda daha fazla sorular oluşmasına yol açmıştı.

Benim katım açıldığında asansörden indim ve odama doğru yürümeye başladım.

Bu akşam ve Gece ilk defa bambaşka bir insan gibi davranmıştı. Saatler önce dudak dudağa durduğum adam çıtını bile çıkarmıyordu. Garipti ve ürkütücüydü.

İçimden bir his bana bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu fısıldıyordu.

Kartımı çıkarıp odama girdim. Kutular masanın üzerinde duruyordu, ceketimi çıkarıp kitabı masanın kenarına bıraktım ve çekmeceden kalemi alarak defterin başına oturdum.

Yazıların üzerinden kalemle geçecek direk sayfaların fotoğrafını atacaktım, resmi ise sanırım internette bulabilirdim. En azından bu elimden gelmeliydi.

Bu gece sadece Arkun' a değil bana da uyumak haram olacak gibi görünüyordu.

Üzerimi bile değiştirmeden kitabı açtım ve sayfaları hızlı hızlı çevirdim. Arkun'un söylediği gibi altı çizili cümleler yoktu ama kırmızıyla yazılmış cümleler vardı. Sayfanın kenarını kıvırdım ve resimli renkli yazılar olan sayfaları tek tek diğerlerinden ayırmaya başladım.

İki yüz sayfalık kitapta sadece yirmi sayfası önemli görünüyordu. Önce kırmızıyla yazılmış sayfalardan başlayarak yazıların üzerinden kalemle geçtim, on iki sayfası kırmızıyla yazılmıştı.

Gece yarısını geçene kadar on iki sayfayı ara bile vermeden yazdım. Kırmızıyla yazılan yazıların üzerinden geçtikten sonra resimlerin ve resimlerin altında geçen yazıların üzerinden geçmeye başladım.
Değişik şekiller, Arapça harfler görünüyordu.

Tek tek onların da üzerinden geçtikten sonra kalemi bıraktım ve parmaklarımı kıtlatıp sandalyede arkama yaslanarak esnedim. Kenarda duran telefon şarjımın bitmek üzere olduğu bildirimini verirken gözüm saate kaydı. Sabah'a yakındı. Hava hala zifiri karanlıktı, telefondan sayfaları Arkun'un attığı numaraya gönderdim ve ayağa kalkıp üzerimi değiştirdim. Sanırım masamın üzerindeki kolileri boşaltsam içerideki dağınıklık biraz daha toparlanırdı. Koliler büyük ve yer kapladığından ruhumu daraltmıştı.

Önce resimlerin, anısı olan eşyaların olduğu kutuyu açtım ve etrafta boş olan her yere yerleştirmeye başladım. Müzik kutum, babamın askerlik fotoğrafı, düğün fotoğrafları...

Daha birçok eşyaları tek tek çıkarırken elime gelen çerçeveyle yatağın kenarına oturarak elimi resmin üzerinde gezdirdim. Resimde annem ben ve babam birbirimize bakarak gülüyorduk.

''Sizi çok özledim... Ne kadar yıl geçerse geçsin yokluğunuz da varlığınız da kalbimde.'' Diye fısıldarken gözümden düşen bir damla göz yaşını sildim.

''Bir kişiyi daha kaybetmek istemiyorum.'' Diye mırıldandım resmi kucağıma indirirken.

İçimdeki bu kötü his geçmiyordu, her geçen dakika daha hissedilir oluyordu. Kendimi ne kadar güçlü tutmaya çalışsam da gücümü sömürdüğünü de hissedebiliyordum.

Elimdeki resmi baş ucuma koydum ve boşaltmayı bitirdiğim kutuyu kenarı bırakıp diğerini boşalttım. Son kutunun dibinde kalan defteri de çıkardığımda kutu ayak uçlarıma düştü.

Bu defter mezarında bulduğum defterin aynısıydı. Küçüktü ve dışı deriydi.

Merakla defteri açtım ve içinde sadece isimler yazıyordu, isimleri okunması inanılmaz zor derecede yazmıştı. Aynı yazmayı yeni öğrenen birinin yazması gibiydi, harfler birbirine girmişti ve italik duruyordu. Masama ilerleyip defteri ışığın hemen altına koydum.

İlk sayfa da kendi ismi yazıyordu, arka sayfa da nenemin, arka sayfasında annem ve babamın bir arka sayfasında ise kırmızıyla benim ismim yazıyordu.

İsmimin hemen yanındaki yazıyı okumak için deftere yaklaştım.

''K...korel?'' benim ve onun ismi yan yana kırmızıyla yazılmıştı, derin derin nefesler aldım gözlerimi ovuştururken. Uykusuzluktan hayal görüyor olabilir miydim?

Defteri açık bıraktım ve banyoya gidip yüzüme su vurdum, su vurana kadar bu kadar gözlerimin gitmeye başladığını bile fark etmemiştim.

Havluyla yüzümü düzgünce kuruladıktan sonra odaya geri döndüm ve sandalyeye oturdum. Gördüğüm doğruydu, Efnan ve Korel yan yana kırmızıyla yazılmıştı.

Sayfayı bir kez daha çevirdim.

Burada yazı tamamen okunmaz sayılırdı, tek okuyabildiğim baş harfleriydi.

Birininki S ile diğeri de A ile başlıyordu. Sayfayı bir kez daha çevirdim, bu sayfa da tamamen büyük harflerle Lilith yazıyordu. Harfler tek tek birbirinden aralıklı şekilde yazılmıştı.

Defteri kapatıp ellerimi saçlarıma geçirdim ve derin bir nefes aldım. Oda üzerime üzerime mi geliyordu yoksa ben mi öyle zannediyordum?

Masadan kalktım ve pencereyi açtım, ne kadar soğuk hava yüzüme vursa da aradığım nefesi bana verememişti. Elim boğazıma gitti, gözlerim yanıyordu.

İçimdeki kötü his kendini hatırlatıyordu, elim boynumdan kolyeme indiğinde boynumdaki boşlukla kafamı boynuma doğru eğdim.

Yoktu.

Panikle ışıkları yakarak kolyeyi içeri de aramaya başladım, hiçbir yerde yoktu.

Aklıma kütüphane yakınlarında düşürmüş olabileceğim aklıma geldi, hatta belki de içinde.

Gözlerimi korkuyla yumdum, işte şimdi bittiğimin resmiydi.

Üzerime dün gece bıraktığım ceketi geçirir geçirmez şarjı az telefonumu cebime attım ve kartı alıp odadan koşarcasına çıktım.

Yeni gün aymak üzereydi, gün aymadan kimse beni görmeden gidip gelmem gerekliydi.

Hem de koşarak!

Hızlı adımlarla merdivenlerden inmeye başladım. İçimdeki kötü his bununla beraber yıkıma sebep oluyordu.

Kalbim ağzımda atıyor, nefesim koşar gibi merdivenden indiğimden kesiliyordu. Gözlerim uykusuzluktan yansa da göz yaşı dökmemek için dayanıyor gibi görünüyordu.

Sonunda beş katı da indiğimde hızımı dikkat çekmemek için yavaşlattım, etrafta tek görünen kişi güvenlikti. ''Günaydın.'' Diyerek zar zor gülümsedim.

''Günaydın.'' Şaşkınca bana yönelttiği bakışları görmezden gelerek otelden çıktım.

Güvenliğin hala arkamdan baktığına ve bu saatte dışarda ne işim olduğunu düşündüğüne emindim. Otelin çevresinden çıkana kadar hızımı sabit tutmaya çalıştım ve otelden çıkar çıkmaz koşmaya başladım.

Hava yeni yeni aydınlanıyordu, aydınlanmadan yetişmem gerekliydi. O adamın dükkânı ne zaman açtığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sanat binasının olduğu yerden döndüğümde adımlarım durdu, yüzümü etrafa çevirdim.

Kütüphanenin yolu burası değildi, yanlış yola dönmüştüm.

Neden bunu buraya gelene kadar fark etmemiştim?

Kaşlarım çatık etrafa bakarken durduğum yerde yine biri bana çarpmış gibi sendeledim. Hatta sendelemekle kalmadım, birinin bana çarptığına emindim. Canım yanmıştı, omuzumda çarpma acısını hissetmiştim.

Yüzümü sola döndüğümde biri beni çağırıyor gibi adımlarım benden habersiz oraya döndü. Kesinlikle şu an ne yaptığımı bilmiyordum. Adımlarım oraya doğru gidiyordu, kendimi oraya gitmek zorundaymış gibi hissediyordum.

Bir şeyin beni çektiğini hissediyordum, hem de çok kötü bir şeyin.

Çünkü her attığım adımda içimdeki kötü his çığlık çığlığa kaçmamı söylüyordu.

Gözlerim yolun devamına daldı, görüntünün bulanıklaştığını görüyordum. Her şey bulanıklaşmaya başladı, ona rağmen hipnotize olmuş gibi yürümeye devam ediyordum.

Nereye gittiğimi, neden gittiğimi bilmiyor sadece gidiyordum.

Çünkü sesini duymasam da biri beni çağırıyordu.

Yolun ortasından yürüyerek yolu yarıladığımda arkadan bir lastik sesi duyuldu. Etraf hala aydınlanmamıştı ve boş sokakta tek yankılanan şey son hızda gelen aracın tekerleklerinin sesiydi.

Araba çok yaklaştı, korna çaldı ama duramadım.

Duramamıştım, görüşüm hala netleşmemişti ve ayaklarım beni gitmeye zorluyordu.

''EFNAN!'' arabadan gelen ses kesildi, kapı sesi ve koşarak gelen adım sesleri duyuldu.

Arkamdan biri belimi kavradığında sendeleyerek durmak zorunda kaldım. O an görüşüm netleşti, karşımda bir gölge vardı. Boynuzlarını gördüğümde nefesim kesildi ve aynı daha önceki gibi saniyeler içinde gözümün önünden kayboldu.

''EFNAN!'' sarsılarak ismimi duyduğumda kendime ancak gelebildim ama sokakta öyle bir ses duyuldu ki kulağımı kapatmak zorunda kaldım.

Sencer beni kendine çekti ve gelen patlama etkisiyle beraber yere düştük. O ise üzerime kapanmış acıyla inlemişti.

Nefes nefese üzerimde kalan yüzüne baktım.

Ben buraya neden gelmiştim? Nasıl gelmiştim? O beni nasıl bulmuştu?

Az önce olanlar neydi?

Sertçe yutkunduğumda yüzüme gelen saçları çekti. ''İyi misin?'' gözümü ondan çektiğimde hemen yanımızda duran klasik arabayı gördüm.

Plakasını okumaya çalışsam da sadece harflerini görebilmiştim.

KS yazıyordu, siyah üzerinde beyaz çizgileri olan arabaydı.

Gözlerimi arabadan Sencer'e çevirdim. ''İ..iyiyim.'' inleyerek üzerimden kalktığında ona baktım. Ben iyiydim, en azından fiziksel olarak.

Ama o iyi görünmüyordu. Önümüzde duran araç alevler içinde yanarken kendime gelmeye çalışarak gözlerimi ateşten Sencer'e çevirdim. Yanıma devrilmiş acıyla inliyordu.

''N...nerenden yaralandın?'' Eli karın bölgesine doğru gittiğinde ceketini çıkardım. Gömlek kan içindeydi.

Gömleğini hızlıca açtığımda dudaklarımdan bir çığlık kaçtı. Karşımdaki görüntü o kadar korkunçtu ki, geriye doğru düşmüştüm.

Sencer'in karnında iki daire şeklinde çürükler vardı. İki tane de omuz bölgesindeydi. ''b..bunlar da ne?'' diye fısıldadım gözlerimi ondan alamazken. ''N..ne yapmam gerekiyor? A...ambulans...''
elimi yere düşen telefona uzattığımda beni durdurdu. ''Ambulans bir şey yapamaz.''

Sesi fısıltı kadar çıkıyordu, konuşmaya bile gücü yoktu ve bunun nedeni tam olarak gözlerimin önündeydi.
Ellerimin titrediğini hissedebiliyordum, sadece ne olduğunu algılamakta çok zorlanıyordum.

Az önceki gördüklerimi ve buraya nasıl geldiğimi bile hala algılayamamıştım. ''Ne demek ambulans bir şey yapamaz?'' zorlukla doğruldu, yüzü çektiği acıdan dolayı buruşmuştu.

Gömleğini ilikledi ve acıyla inleyerek kalkmaya çalıştı. ''Ne yapıyorsun?''

Beni dinlemiyordu, ayağa kalktığında gözlerini gökyüzüne çevirdi ve dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler mırıldandı. Ben de ayaklanarak önünde durdum, titreyen ellerimi birbirine kenetleyerek arkasında kalan arabaya baktım. ''O yaralar... ne yarası?''

''Hastayım ben... bedenimde çürüme oluyor.'' Diye mırıldandı ceketinin önünü kapatırken. ''Nasıl yani... onlar...''

''Çürükler.'' Dediğinde gözleri arkamda yanan arabaya döndü.

Ona dokunduğumda hissettiğim o soğukluk, çürüme hissi... Kaşlarım çatıldı.

Gözlerini sabitlemiş baktığı yere bakmak için yüzümü çevirdim. Arabanın arkasında görünen ayakkabılarla bir adım attığım sırada Sencer kolumdan tuttu. ''Bekle.'' Zar zor nefes alıyor sesi fısıltıyla çıkıyordu.

''C..ceset mi?'' diye fısıldadım.

Soruma cevap vermedi, korkuyla bir adım gerilediğimde sırtına çarpmıştım. Ona çarpmamla bir daha inledi.

''Ne olacak yaraların?''

Derin derin aldığı nefesler tenime çarparken ateş gözümüzün önünde harlanarak yanmaya devam ediyordu. Yüzümü ona çevirmek için döndürdüğümde Chevrolet'in üstünde duran kuzgunu gördüm.

Yine buradaydı.

Ben Arkun'layken çıkıyordu, Eva'ylayken, Sencer'leyken çıkıyordu. Beni neden takip ediyordu?

''Azra ilacımı getirecek.'' Diye fısıldadığında gözümü kuzgundan çektim. Sencer tam yanımda duruyordu çünkü ayakta durmak için benden destek alıyordu. Bunu yeni hissediyordum.

Bedenimdeki acıyı bile hissediyordum ama neden canımı acıtmıyordu artık?

Sencer'e baktığımda derin bir nefes aldı ve benden destek almayı bırakarak ileri bir adım attı. ''Sen burada bekle olur mu?''

Gözleri gözlerime kenetlendiğinde dudaklarım aralandı. ''Lütfen.'' Dediğinde aralanan dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafamı salladım. Eli belini sardı ve yavaş adımlarla ateşin yanından geçerek cesede baktı.

Cesede bakması ve yüzünü bana çevirmesi tam tamına bir saniye sürmüştü. Gözlerim ayak uçlarına gitti, cesedin ayak uçlarıydı.

Ayakkabısının ucundaki çiçeği gördüğümde kaşlarım çatıldı, nefesimin sıkılaştığını hissedebiliyordum. Kalbim duracakmış gibiydi, cesede doğru bir adım daha attım.

Sertçe yutkunduğumda çiçek daha görünürdü. Taşlıydı ve bu renk taşların olduğu ayakkabıdan bir tane vardı. Cesede doğru bir adım daha attığımda ateş tam önümdeydi ama beni yakmıyordu. Bedenime sıcaklığının çarptığını hissedebiliyordum.

Gözlerimden yaşlar firar etmeye başlarken adımlarım hızlandı ve Cesedin önüne iki adımda vardım.

Hayır, gördüğüm doğru olamazdı. Sencer ben geldiğimde bir küfür savurdu ve bana doğru gelmeye başladı. ''Efnan...'' onu duymuyordum bile, duyduğum tüm sesler uğultudan ibaretti.

Cesede bir adım daha yaklaştım, az önce Sencer'in tam olarak yarasının olduğu yerde iki koca delik vardı. Sertçe bir kez daha yutkunmak istediğimde başaramadım, dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı.

Bir anda yerin altımdan kaydığını hissettim, Sencer'in eli belimdeydi. ''Sakin ol...'' diye fısıldadığını işittim.

Nefes alamıyor muydum? Alamıyordum.

Elim boğazıma doğru gittiğinde dudağımdan gür bir hıçkırık daha kaçtı. Göz yaşlarım gözlerimden şarıl şarıl akmaya başlamıştı bile. ''Sakin ol lütfen sakin ol...Efnan.'' Sencer'in söylediklerini algılayamıyordum.

Ayaklarım artık beni ayakta tutamadığında bacağımın altından elini geçirdi ve beni düşmeden yakaladı.

Bense cesetten gözümü ayıramıyor o sarı saçlarına bakarak ağlamaya devam ediyor bir yandan da nefes almaya çalışıyordum.

Etraf yine yanık kokusuyla sarılmıştı, Sencer beni kucağına aldığında acıyla bir kez daha inledi.

Bense cesede bakarak kafamı sağa sola sallamaya başladım. ''B...bırak beni. O olamaz bırak beni yüzünü görmem lazım.''

Sencer beni bırakmadı, cesede arkasını dönerek arabaya doğru ilerlediğinde beni bırakması için omuzunu sıktım ama orada yarası olduğunu tamamen unutmuştum. Acıyla bir bacağı diz çöktüğünde yalpaladım.

Yine de elleri biraz bile gevşememişti, zorla ayağa kalktı ve ''Bırakamam.'' Diye fısıldadı.

Bense cesede doğru yüzümü döndüm ve ellerimi uzatarak ağlamaya başladım.

Çünkü yerde yatıp gözleri gökyüzüne bakan sarı saçlı kız, ayakkabısındaki çiçekli taşları bizim beraber yapıştırdığımız çocukluk arkadaşım Eva'ydı.

 

Loading...
0%