@byzloey
|
Dissosiyatif kimlik bozukluğu, Halk içinde bilinen adıyla Çoklu kişilik bozukluğu. Bu durum kişinin içinde bir kişilik veya kişiliğin başka uzantısı olarak bilinir. Fiziksel özellikleri, başka bir ismi, özgeçmişi, cinsiyeti ve yaşı gibi benzeri veya farklı özellikler olabilir. Bu kişilerle iletişim onun sesini duyarak, onun düşüncelerinin içine doğması ya da zihninde direk olarak yankılanması da olabiliyor. Hastanın hissettiği kişilik kendi kendine davranışsal ve psikolojik süreçler başlatabilmekte, kişiyi yönetip yönlendirebilmekle beraber onu etkisine alabilir beden kontrolünü belli bir süre ele geçirebilir. Başka bir isim, başka bir kimlik. Kimliği olmayan bir kimlik, gerçekte var olmayan bir kimlik. Bir kimliksiz. Başka bir isimle, başka bir kişilik. 'Ben senin diğer yarınım Mabel.' Benim beş yaşında sığınıp var ettiğim bir kimliksiz. Yedi yaşımda beni kurtaran, daha önce tanıyıp şimdi hatırlamadığımı söyleyen bir kimliksiz. Şimdiye kadar göz ardı ettiğim gerçek şimdi benim engellememe fırsat bile vermeden gün yüzüne çıkmıştı. Günlüğümün son sayfasını okuduğumda unuttuğum gerçek yine kendini ele verdi. Arınmak, kirlenmek kadar kolay değildi. Arınmak kirlenmekten daha zordu, arınmak kirlendikten sonra daha çok kirlenmenin üstü kapanmış haliydi. Ben bunca zaman arındığımı, arınıyor olduğumu düşünerek sadece daha çok battığım bu hayatın üzerini kapamıştım. Kalbim ağzımda atıyordu, beklemediğim gerçekler, hatırlamadığım gerçekler, bildiğim gerçekler... Hepsi sanki gözüme inen bir perdenin ardında beni bekliyordu. Biz buradayız, sadece görmen ve duyman yeterli. Gözlerini ve kulaklarını aç bize. diyordu bana. Bunun beni korkutması gerekirken neden korkmuyordum, neden öğrenmek için deli oluyordum? Odamda üçüncü turu neden hala öğrenmeliyim düşüncesiyle atıyordum? Neden yardım istemek için İdil hanımı aramıyordum? Çünkü onu tanımak istiyorsun... diye fısıldadı iç sesim. Banyomdaki kanlı kıyafetlerin, ölen erkeklerin, ortada olmayan en yakın arkadaşımın, aklımda duyduğum seslerin hepsinin sebebi ben miydim? Hayır oydu.. diye fısıldadı bir kez daha iç sesim. ''Oydu...'' diye seslice dile getirdim. Saat iki sularıydı, pencereden görünen insanı aldatan bir güneş vardı. Odam sıcak olmasına rağmen ruhen üşüyor gibi hissettim. Ne yaptığımı bilmediğim anlar aslında diğer kişiliğimin bedenimi kullandığı zamanlar mıydı? Neden beni, kendini yaralamıştı? İkimizi aynı cümlede aynı kişi olarak kurmak deli bir rüzgar yemişim gibi titretti. Derin bir nefes aldım. Benden ilaçları kullanmamam için ricada bulunmuştu, sahi neden böyle bir şey söylemişti? Cevapsız milyon soru aklımda fink atıyordu. Üç saate yakın odamda sadece üzerimi giyinmiş şekilde tur atıyordum. Kanlı yatak örtülerimi bile değiştirmemiştim, gözlerim ilaçların olduğu çekmeceme kaydı. Hızlı adımlarla çekmeceyi açmak için elimi kulpa uzattım ama gözüm yandaki ilaçların içinde olduğu çöp kutusuna kayınca kulptan elimi geri çektim. İlaçlarımı çöpe atmıştı, ilaçlarımı kullanmamamı neden bu kadar istiyordu? Elimi sıkıntıyla yine saçlarıma geçirdim. Kıvırcık ve taranmamış saçlarım birbirine girmiş, çekiştirdiğim elim yüzünden başıma ağrı vururken sızlayan ensem yüzünden tekrar buruşturdum yüzümü. Gözlerim ayna ile yatak arasında gidip geldi. Gerçekten onu tanımak istiyor muydum? Onunla mı konuşmalıydım yoksa İdil hanımla mı, Hangisinden yardım istemeliydim? Hangisine güvenmeliydim? Hangisi aklımda ki sorulara cevap verebilirdi? Kendine Vaha diyen kadın, Gerçekten gözlerimin arkasında bir gölge gibi beni mi bekliyordu? Derin bir nefes bırakıp aynanın karşısına doğru ağır adımlarla yürüdüm. İleri yürüyen adımlarım geri atıyordu aynı zamanda, elim tekrar korkunun verdiği tedirginlikle titremeye başladı. Buz kesmiş elimi yumruk yaparak kesik kesik nefeslerle aynanın karşısına geçtim. Bu kadar korktuğumu belli etmemeliydim. Ona ulaşıp aklımdaki cevapsız soruları öğrenmeliydim. Onu nasıl çağıracaktım ki? Ne diye seslenmeliydim? Kimliksiz mi? Diğer kişiliğim mi? Vaha mı? Gözlerimi aynadaki yansımamdan çökmüş yüzüme çıkardım, ardından gözlerime. Siyaha yakın gözlerim kahverengilerini az çok belli ediyor, bana yorgun bakıyordu. Bu bakışlar benim bakışlarıma benzemiyordu, hissetmiş de bekliyor gibi Vaha'nın gözleriydi sanki. Dudaklarımdan ufak bir nefes verdim, yumruklarımı güç almak istercesine biraz daha sıktım. ''Mmm.... Vaha?'' Öylece gözlerime baktım , ama hissetmiyor gibiydim. Sanki öylesine kendime seslenmiş gibi başkasına ulaşmak istemiyor gibiydim. Derin bir nefes aldım, bu zor olacak gibiydi. ''Orda mısın?'' Beni şu an biri görse net deli olduğumu düşünürdü ama ben deli değildim. Sadece bedenimi hayır sever olarak paylaşıyordum, en azından görünüşe göre öyleydi. ''Vaha.'' dedim bu kez daha güçlü şekilde. ''Orda mısın?'' gözlerimin içine daha dikkatli baktım, korkuyordum. Korkuma engel olamıyordum, yine aklımda sesi yankılanacaktı. Buna hazır olduğuma bile emin değildim, ama görünüşe göre o da orada değildi. Gözlerimi aynadan çekip arkamı dönmek için ayağımı çevirdiğim sırada aklımda o tanıdık, duymayı beklediğim ses yankılandı. ''Buradayım.'' Çevirdiğim ayağım öylece kaldı, çevirdiğim başım ağır ağır tekrar aynaya, gözlerime döndü. Gözlerimde ki bakışın bile değiştiğini hissettim, gözlerim de kahverengiyi göremiyordum, git gide koyulaşmış kararmıştı sadece zifiri bir karanlık görüyordum. Yutkundum, belki de psikolojikti. Gelmişti, aklımdaydı. Bu kez hissediyordum, onu hissediyordum. Nasıl bilmiyorum, nasıl açıklayacağımı bilmiyorum ama ordaydı. Ona soracağım çok soru vardı, hangisinden başlamalıydım? Onunla konuşmak doğru bir fikir miydi? ''Sana sormak istediklerim var.'' dedim zorlukla konuşurken. Aklımdan saniyesinden ''Dinliyorum.'' cevabı geldi. Sesi.... benim gibiydi ama bir o kadar da değildi. Daha sertti, daha ağır konuşuyordu. ''Bu V harfiyle olan cinayetler... Sana mı ait?'' nefesimi tuttum, alacağım cevaptan bilmeme rağmen korkuyor yumruklarımı sıkıyordum. Başka verecek cevabı yoktu, bunun bilincindeydim ama nasıl ve neden olduğunu öğrenmeliydim. ''Evet. Erkek cinayetlerinin ve işaret olan cinayetlerin hepsi bana, bize ait.'' bize diyerek beni de kattığı için bedenimden bir ürpertinin geçtiğini hissettim, sertçe yutkundum. Stresle dudaklarımı yemeye başlarken gözlerimi yüzümden çok etrafta gezdirdim. Deli gibi kendi kendime konuşuyor gerçekten benimle konuşan bir ses duyuyordum. Bu alışılabilir, anlaşılabilir bir durum değildi. Çoklu kişilik bozukluğunu duymuştum ama sadece o kadardı. Ne olduğu hakkında bir bilgi sahibi değildim. ''Neden... Neden öldürüyorsun? İki tanesi okuldan arkadaşımdı, hatta üç tanesi. Neden V'yi ters bırakıyorsun?'' onun öldürdüğü kişileri.... bende öldürmüş oluyordum. Elimde hissettiğim akışkanlık kan, burnumda duyduğum koku kan, bedenimde hissettiğim katılık kan, içimde hissettiğim ağırlıkta Vahaydı. Şimdiye dek adlandıramadığım, anlayamadığım her şey şimdi daha anlaşılırdı. Taşlar tek tek yerine oturuyor, yapboz parçaları olması gereken yerlerine doğru mıknatıs gibi çekiliyordu. ''Ölmeyi hak etmeyen hiç bir erkeği öldürmüyorum. Cinayetlere V harfi bırakmıyorum, ben bir sembol bırakıyorum, sembol iki V'den oluşuyor. Biri ters, başlarının üzerine bıraktığım. Diğer iki düz V avuçlarına bıraktığım. Bu bir semboldür. Sembolün anlamı, gerçekleşemeyen adalet demektir.'' Kaşlarım belli belirsiz çatıldı, hak etmeyen hiç bir erkeği öldürmüyorum? Biraz daha derinlemesine düşününce öldürdüğü bir kaç kişinin hakkında karısına karşı şiddet ve daha ileri haberler bir bir aklıma düştü. ''Nasıl yani?'' korkum o konuştukça azalmaya başlıyor kendimi sanki karşımda kanlı canlı oturan başka biriyle konuşuyor gibi hissediyordum. Bu söylediği gibi onunla daha önce konuştuğum için miydi? Yoksa beni daha önce kurtardığı için içimde ona karşı tarif edemediğim bir güven mi vardı? ''Şu ana dek öldürdüğüm erkekler genci yaşlısı, hepsi bir kıza ya da kadına zarar vermiş ve vermeye meyilli insanlar. Öyle insanlar ileride cinayete teşebbüs ederler. Başka kadınları kurtarabilmek adına, dünyayı böyle zihne sahip erkeklerden temizliyorum. V harflerinden sembol oluşturmam, onlara sadece V harfi gibi yansıtmamın sebebi ise tamamen bir akıl oyunu. Ben senin içinde yaşıyorum. Bir kimliğe sahip değilim, kimliği olmayan birini tanıyamaz, bulamazsın. Onlar V harfiyle veya ters yaptığımı sandıkları A harfiyle oyalanmaya devam edecekler, bu sebeple olabilecek diğer ihtimallerden tamamen uzaklaşacaklar.'' Kaşlarım asla aklıma gelemeyecek oyunlarla kalkarken, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Bu... bu....bu kadarı fazla zekiceydi. ''O yüzden mi kurbanının botlarıyla olay yerinden uzaklaşıyorsun, kendi ayakkabılarını nerede bırakıyorsun?'' daha doğrusu benim ayakkabılarımı.... ''Kurbanın ayakkabılarını kullanmamın bir izle veya delil gizlemekle alakası yok. Tamamen senin dikkatini çekmemek ve seni korkutmamak için yaptığım başka bir oyun. Ayakkabılarını kanlı görmek istemezdin değil mi? Ayrıca fazla masraflı olurdu.'' sımsıkı yumruk yaptığım elim yavaşça gevşerken derin bir nefes aldım ve korkmuyor gibi gözlerimin içine onu görebilir gibi baktım. Gözlerimde daha önce gördüğüm bir kabus canlandı, bıçağa baktığında bana tanışacağımızı söylediği an. Bıçakta gördüğüm bakış, aynadaki yansımamda olan bakışın aynısıydı. O bir Kabus değildi, o Vahaydı, Vaha'nın anılarıydı. Ölen insanlar ve haberde çıkan şeyler, hatırlamadığım her şey Vaha'nın anılarıydı. Gördüklerim Vahaydı. ''Peki... Peki beni neden yaraladın?'' en merak ettiğim sorulardan biriydi bu, sessiz odada öylece odama vuran güneşin aynada yansımasıyla gözlerimin içine bakmış cevap bekliyordum. Ses gelmedi, gitmiş miydi? Bu kadar mıydı? ''Vaha?'' hayır bu kadar olamazdı, ona soracağım çok şey vardı. Daha en önemlisini sormamıştım bile. Ben gittiğinden endişeleneceğim sırada aklımda ilk defa yankılanmasını istediğim ses duyuldu. ''Cinayetimin ortasında, ortaya çıkmak için direniyordun. Vaktim yoktu, sen ve etraftakilerin şüphelenmemesi için seni, kendimi bıçaklamak zorunda kaldım. En zararsız bölgeden bıçakladım hemen iyileşebilmen adına. Aksi taktirde bende yaralı şekilde iş görmezdim.'' Yani ben fark etmeden ona baskı mı uygulamıştım? Bunu nasıl yapmıştım ki? Hiç bir şey bilmiyordum, bu konu hakkında hiç bir şey bilmiyordum. İdil hanım... o biliyor muydu? O Vahayı biliyor muydu? Bana neden hiç bir şey söylememişti? ''Peki, dürüst olacağını düşünerek sana en önemli sorumu yönlendiriyorum. Bu benim için çok önemli.'' dudaklarımın titrediğini, gözlerimin yandığını hissettim. Erkek cinayetleri bana ait demişti, erkek cinayetleri demişti. Kadın öldürmemiş olmalıydı, Rüveyda'ya bir şey yapmamış olmalıydı. ''Kızıl arkadaşını öldürmedim, kadınlara dokunmam, dokundurmam. Arkadaşın beni gördüğü için onu misafir etmek zorunda kaldım.'' Beni gördüğü için... Rüveyda... beni birini öldürürken... Vaha'yı cinayet işlerken görmüş müydü? Ben bu düşüncelerle boğulurken cümlesini devam ettirdi, dikkatimi tekrar ona yönlendirdim. ''Asla dikkatimden kaçmazdı, böyle bir olayı öncesinde fark ederim ama yine uyanmak için bana baskı uyguladın. Dikkatsizleştim ve arkadaşını son anda yakaladım, ne olduğundan henüz haberdar değil.'' ben bilmeden nasıl Vaha'ya baskı uygulayabilirdim ki? Bu onu zayıf mı kılıyordu? Benim Düşüp bayılmadan önce hissettiğim ağırlık, damarlarımda gezen alevlenme de Vaha'nın bana uyguladığı baskı mıydı? O baskılayınca mı ben öyle oluyordum? Eğer öyleyse o da benim gibi oluyor olmalıydı, zayıflaması normal olmalıydı. ''Peki... O İyi mi? Nerede?'' Onu görmek istiyordum, ölmediğini ve bir şey yapmamış olduğunu duymak içimi rahatlatmıştı ama görmem lazımdı , yine de rahatlamıştım, sevinçten ağlayabilirdim. ''İyi, dediğim gibi gayet iyi bakıyorum ama nerede olduğunu sana söyleyemem. Beni gördü, onu öylece bırakamam Mabel, sadece benim için değil senin içinde tehlikeli bu durum.'' Beni görmüştü... Rüveyda, en yakın arkadaşım beni cinayet işlerken görmüştü. Ne düşünmüştü? Benden nefret etmiş miydi? Korkmuş muydu? Hayal kırıklığına mı uğramıştı? ''Ne yapacaksın peki?'' Ömür boyu onu orda tutacak değildi, o kadarını da yapmazdı, yapmazdı değil mi? ''Bir yolunu bulacağım. Merak etme zarar vermeden bulacağım.'' kadınlara zarar vermediğini söylemişti, ona inanmamam lazımdı. Neden içimde ona inanan bir kız vardı, neden kendimi ona inanmış hissediyordum ki? Şu ana kadar kadınlara dokunmadığı için miydi yoksa öyle söylediği için miydi? Ona neden inanmam gerektiğini sormak için dudaklarımı araladığım sırada açılan kapıya tüm dikkatim dağıldı, bakışlarımı aynadan çekip kapıda bana bakan anneme döndürdüm. ''Mabel. Setenay geldi.'' Gözlerimi annemden çekip aynaya döndürdüm, bakışlarım şimdi kahverengiydi, şimdi bana aitti bu bakışlar. Vaha gitmişti, gittiğini hissetmiştim. ''Tamam anne. Geliyorum.'' annem kapıyı kapatırken aynaya yüzümü döndürüp elimi yanağıma uzattım. ''Demek şimdiye dek içimde kaybolan sendin.'' VAHA Çarşamba 23.07 Dünyada zıtlıklar hep var oldu, dünyanın içinden insanın içine kadar. Eskiden uyum içinde olduğunu sandıkları her şey zıtlığın birleşmesinden oluşan bir yok olmaydı. Hiç bir zaman bir uyum olmadı, ne dünya da ne de insanda. Zıt kutuplar birbirini çeker derler, peki neden kimse birbirine çekildiğinde yok olduklarından bahsetmez? Zıt olanlar her zaman birbirine çekili. Çünkü her zaman bir son vardır , onlar birbirinin sonunu getirir. Ancak insan oğlu mutsuz sonları sevmez, sadece mutlu olmayı ister. Zıtlıklar ise bu mutluluğu yok etmek için yine ve yine bir gölge gibi bu mutluluğun arkasında zamanını bekler. Sıcak ve soğuk, su ve ateş. Bu hayatta zıtlığın başlangıcı olan, buluştuklarında yok olan iki ana element. Aynı insanın içinde ki korku ve cesaret, masum ve katil gibi iki zıtlık. Evet bu hikayenin kanlı, öfkeli ve gözü kara katili benim. Bu korkunun cesareti, masumluğun katili benim. Ben Mabel'e zıt olarak var oldum, o suyken ben ateş oldum. O soğukken ben ateş kadar sıcak oldum, o korkakken cesur, yalnızken ona arkadaş oldum. Ben onun zıttıydım, diğer yarısıydım. Benden korkuyordu, her şeyden korktuğu gibi. Umrumda değildi, korkması gerekirdi. Lakin ona zarar vereceğimden değil, aksine başkalarına vereceğim zarardan korkmalıydı. Çünkü ben hafife alabilecekleri zararlar değil, altında kalacakları bir enkaz bırakıyordum. Var oluşum masumluğun kana bulanmasıyla oldu, şimdiye dek beni korkutabilecek hiç bir şey yoktu, olmadı. Çünkü korkması gereken ben değildim, onlardı. Benim geçmişim bir yıkımdan ve korkudan ibaretti. Korku zamanla korkusuzluğu getirdi, çünkü ölümle burun buruna gelen bir insan yaşamak için canı pahasına mücadele verir. Bende verdim, kazandıktan sonra ise asla aynı kişi olmadım. Henüz 13-14 yaşlarında ilk cinayetimi işledim. Bir kızı kurtarmak için, bir çocuğu kurtarmak için. Bu benim ilk savaşım oldu. Kana susamış bir insan değildim, elim kana bulandığında, asla fark etmediğim duygular gün yüzüne çıktı. En baskını ise kana susamaya başlamamdı. Ben bir seri katildim, ben kana susamış gözü kara bir katildim. Bu zamana dek kimden korkmam gerektiyse, ortadan kaldırdım. Tecavüzcüler, sapıklar, aklından kadınlara zarar verme düşüncesi geçenler, kadına el kaldıranlar, kız çocuğunu diri diri öldürenler, kız çocuğuna ve karısına şiddet uygulayanlar, sırf kendisini boşadığı için ya da çocuklarını almak için uğraşan kadınları sakat bırakan, onları yaralayan erkekler. Hepsini bir bir aklıma kazıdım, hepsini kadınlara yaşattıklarını onlara yaşatarak öldürdüm. Bıçaksa bıçak, kasap bıçağıysa kasap bıçağı, dayaksa dayak. Hiç bir zaman Mabel gibi üşümedim, Mabel gibi korkmadım ve Mabel gibi asla yalnızlıktan delirdiğimi sanmadım. Yalnızlık, korkusuzluk ve ateş olmak benim doğamda vardı. Bu hayatta tek yapmayacağım şey bir kadına zarar vermekti, her şeyi yapardım. Her şeyi, Ama asla bir kadına zarar vermezdim, bir kadının saçının teline kıydırmazdım. Kendim hariç. Şimdi de gözüm gibi baktığım diğer kızın yanına gelmiştim, aramızda ki kapıyı saymazsak sadece üç adım ötede bir mesafede duruyordum. Burası soğuktu, başka yer olmadığı için bulabileceğim en iyi yıkık dökük bir mekanı bulmuştum. Etraf temizdi, kimse buraya gelmez uğramazdı. Soğuk gri renkli ağır kapıyı çevik bir hareketle açtım. Karşımda ki kızıl saçlı çenesi düşük kız dizlerini kendine çekmiş titriyordu. Elimde ki üçüncü battaniyeyi daha çok sıktım. Böyle aciz görmek, dokunuyordu. Yine de buna zorundaydım, Mabel'in sabırsızlığı olmasaydı başımıza bunlar gelmeyecekti. Açılan kapı sesi boş duvarlara çarpa çarpa kulak kanatıcı bir sesle yankılandı. Kızıl saçlı kız kafasını kaldırdı, şişmiş gözlerini bana kaldırdı. Gözlerinde belli belirsiz geçen endişe duygusu anında kayboldu. ''Mabel.'' sesi çatallaşmış ağlamaktan olsa gerek kısılmıştı. Boğazımı temizledim, ağır adımlarla yanına yaklaştım. Rahatsızca yerinde kıpırdandı, derin bir nefes verip battaniyeyi üzerine örttüm ve köşede bıraktığım sandalyeyi tiz bir sesle karşısında olacak kadar sürükledim. Sanırım Mabel için bir şeyler yapmam gerekiyordu, en azından bana alışıp beni tanıyana ve hatırlayana dek. ''Mabel değil. Vaha.'' dedim keskin bakışlarımı kızın üzerine kenetlerken. Örttüğüm battaniyeyi kendine daha çok çekti. ''Neden ısıtıcıyı açmıyorsun?'' Ona küçük de olsa bir ısıtıcı getirmiştim, o ise açmamış sözde bana direniyordu. Körü körüne çocukluk, aptallık yapıyordu. Ben izin vermedikçe buradan kaçmayı bırak, adım bile atamazdı çünkü. ''Vaha mı? Ne diyorsun?'' Kaşları anlamamanın verdiği tepkiyle çatıldı, gözleri acıyla kısıldı. Sandalyenin yaslanma kısmını göğüsüme yaslayacak şekilde çevirip oturdum, kollarımı sandalyenin üstünde üst üste koyup onu dikkatlice izledim. Neredeyse iki hafta olacaktı, hala üzerinde aynı kıyafetler vardı. Getirdiğim kıyafetleri giymemiş, yemeği bile açlığına dayanamadığı için yemişti sadece. ''Ben Mabel değilim Kızıl. Ben Mabel'in diğer kişiliği Vaha'yım. Hani senin şu kendine aşık etme fantezileri kurduğun erkek olmasını umut edip hayal kırıklığına uğradığın seri katil.'' Sertçe yutkundu, söylediklerimi idrak edebilmesi için ona zaman tanıdım. Burası soğuktu ama onun aksine ben üşümüyordum, içimde bir atlet dışımda ise şapkalı bir hırka üstünde de deri ceketim vardı. Altımda ise vücut hatlarımı belli eden bir pantolon, göz alıcı büyüklükte bir kemer altımda ise son kurbanımın botları vardı. ''E...Elin..'' korku dolu bakışlarını kenetlediği elimi kaldırıp baktım. ''Affedersin, tam temizlenememişim.'' Bilek kısmında kalan kanı pantolonumun arkasına silip tekrar sandalyeden sarkıttım. ''Sen şimdi.... Mabel değil misin?'' ''Değilim.'' kimliğim ifşa etmek zorunda kaldığım ilk kişiye sabırla baktım, Mabel yüzünden düştüğüm bu durumdan nefret etsem de elden bir şey gelmiyordu. Bir elmanın iki yarısı olmak böyleydi, elimi kolumu bağlıyordu. ''Peki sen... Kimsin? Neden öldürüyorsun? Ne zamandır öldürüyorsun? Mabel seni biliyor mu?'' art arda sıraladığı bir kaçını üçüncü kez sorduğu sorularla sesli bir nefes verip kafamı hafifçe eğdim. Bu kız hayatta gördüğüm en konuşkan en çenesi düşük insandı. Zaten gördüğüm insanları genelde öldürdüğüm için pek kadın görmezdim, gördüklerimden de uzaklaşırdım. Bu kız ise... Bana yapışmış bir baş belasından başka bir şey değildi. ''Söylediğim gibi, adım Vaha. On Üç yaşında işledim ilk cinayetimi. Zaten erkekleri öldürdüğümü biliyorsunuz. Sebebini tahmin etmek çok zor olmasa gerek.'' Dizlerinin üstünde birbirine bağladığı kollarını gevşetti. Kafasını tamamen kaldırdı, bu kez sanırım inandırmış ilgisini çekmiş olmalıydım ki bakışları bile değişmişti. Neyse ki düşündüğümden zeki bir kızdı, özellikle yaşıtlarına göre. Bir çok ip ucunu birleştirmişti, ip ucu olarak bıraktığım hiç bir şey yoktu ama olsaydı bu kız beni çok daha önce yakalardı. Polislerle aynı düzeyde ilerlediğini itiraf etmek hoşuma gidiyordu. Bu yaşta bu zeka takdire şayandı, bizim iki kişi Mabel ile yaşadığımız zıtlığı Rüveyda tek başına yaşıyordu. Hem cesur hem korkaktı. ''Biliyordum... Peki bana ne yapacaksın?'' diye mırıldandı korkuyla, korkuyordu. Korkusunun yanı sıra bana saldıracak kadar da cesurdu. İki üç gün önce ona getirdiğim cam şişedeki içeceği enseme vurmuş keskin tarafıyla ensemi kesmiş beni zayıf düşürmüştü. Bunun yanında çıkmak için baskılayan Mabel kontrolü ele geçirip kısa süreli ortaya çıkmıştı. Neyse ki Rüveyda bunu kullanıp buradan kaçamadan gücü ele geçirmiştim. Mabel ise bunu hatırlamıyor gibi görünüyordu, diğer bir çok şeyi hatırlamadığı gibi. Yıllarca Kaçık doktoru ona beni unutturmuştu. Verdiği ilaçlar beni zayıf düşürüyor Mabel'e ulaşmamı imkansızlaştırıyordu. Mabel de ise unutkanlık yapmış, beyni travma sebebiyle diğer anılarla beraber benimle konuştuğu anları da silmişti. ''Kısa süreli hafıza kaybını gerçekleştirebilecek şeyler arıyorum bulduğumda salacağım seni.'' dedim gülerek, dudaklarım alayla yana kıvrılırken o umutsuzlukla başını eğdi. Kimseye söylemem dese de ikimizde söyleyeceğini biliyorduk, böyle bir kız asla bir saniye bile beklemezdi. Derin bir nefes aldım, ceketimin cebinde ki abur cuburları yere koyup ayağımla ona doğru ittirdim. ''Canın çekmiş olabilir diye düşündüm.'' ''Çok düşüncelisin.'' diye mırıldandı. Sadece daha çok güldüm, oturduğum sandalyeden kalkıp ısıtıcıyı prize taktım. ''Uyumadan kapatırsın, akşam yemeğini yemeden abur cuburları yeme.'' Kenarı da dokunmadığı yemeğe göz atıp üzerimi düzelttim ve kapıya doğru ilerledim. Bugün bu kadarı yeterliydi, Gündüz saatinden beri ortalıkta dolanıyordum. Mabel okulundan fazla geri kalıyordu, gündüzleri değil akşamları özellikle geceleri çıkmak için uğraşıyordum ama ilaçlar yüzünden belirsiz zamanlarda ortaya çıkıyordum. Neyse ki Mabel'e sakinleştirici yaptığı seans günü İdil hanımın evinden kaçmadan ona güzel bir mektup bırakmıştım. Hayatımda gördüğüm en sinir bozucu kadındı, her işe burnunu sokuyordu. Mabel'i koruyacağını sanırken ona zarar veriyordu. Kulak kanatıcı sesle kapıyı araladım, omuzumun üzerinden Rüveyda'ya baktım. ''Sözümü dinlersen daha çabuk kurtulursun.'' kapıdan çıkıp sertçe kapıyı kapattım. Korkmaması adına ona pilli bir lamba, sıkılmaması için kitaplar getirmiştim. Bir katilin yapmayacağı şeylerdi, komikti. ''Vaha.'' Boş arazide tek duyulan çamur sesli adımlarım kesildi. Yüzümde keyifli bir gülümseme yer alırken sıcak havayı aksine buz tutmaya meyilli havaya bıraktım. Sabahtandır beklediğim kişi yine geç ama sonunda gelmişti. ''Efendim Mabel.'' duraksayan adımlarımın ardından belime kemerimle sıkıştırdığım bıçağımı çıkardım ve gözlerime doğrulttum. Karanlıktı, uzaktaki ışıkların hafif ışığı ancak aydınlatıyordu ama ışığa bile gerek yoktu. Ben karanlıkta bile görürdüm. ''Rüveyda iyi mi?'' bıçakta gözlerimin içine baktım, kahverengiler ordaydı. Zifiri karanlığa çekilmemiş, kana bulanmamış masumluk bıçağın yansımasındaydı. ''İyi. Merak etme. Sana söz verdim ona zarar gelmeyecek.'' etraftan gelen köpek seslerine kısa bir bakış atıp tekrar bıçağa baktım. ''Seni nasıl bulamıyorlar, nasıl bu kadar kusursuz cinayet işleyebiliyorsun?'' bu soruyu soracağını bildiğim için istifimi bozmadan yürümeye devam ettim hatta daha önce sormasını bekliyordum geç bile kalmıştı, bakışlarım hala bıçağın yansımasındaydı, etraf karanlıktı. Uzaktan gelen havlama sesleri boş arazide yankılanıyordu. Mabel ise benden merakla bir cevap bekliyordu. Bu benimle ilk konuşmasıydı, aklımda uzun zaman sonra ilk defa onun sesini duyuyordum. Bu gerçekten.... değişik ama hoş bir duyguydu. Bunu uzun zamandır bekliyordum. ''Kusursuz cinayet yoktur, kusurlu polisler vardır Mabel.'' derin bir nefes verdim. '' Ben kusursuz değilim, sadece fazla dikkatli ve fazla zekiyim.'' arazinin çıkışına yaklaştığımda köşedeki taşa ilerleyip oturdum. Taşın ters tarafına bıraktığım ayakkabıları giydikten sonra kurbanımın botlarını hırkanın ucunu elime geçirerek tutup ileride ki yüksek tepenin aşağısına attım. İleriden taşıta binmem gerekecekti, lakin ışığa çıktığımda Mabel kaybolacaktı. Eğer aklımı ondan alırsam, ben yalnız kalana dek ya da ben onu isteyene dek ortaya çıkamayacaktı. ''Yine cinayet işledin değil mi?'' bıçağın kenarında kalan kana gözüm kaydı, önemi yoktu. Bu bıçağı ilk cinayetimden sonra yaptırmıştım. Yıllar önceydi, bunu yapan adam ölmüştü. Hatta mezarına gül götürdüğüm ilk ve tek adamdı çünkü adam gerçekten iyiydi. Bu bıçak benim simgemdi, ucuna düz diğer ucuna ters bıraktığım V harfi sembolü ortaya çıkarıyordu. Bunu ise sadece Mabel ve ben biliyorduk. Bu bizim sırrımızdı. ''Evet.'' keskin cevabımla bir süre ses gelmedi, derin bir nefes verdim. Sabırlı bir insandım, Mabel'i yıllardır beklemiştim. Şimdi de sabaha kadar bekleyebilirdim, beklemek zorundaydım. Onun bedeninde kalıcı hakimiyet kurabilmek için zorundaydım. Onun bedenini ele geçirebilmem için onun zayıflaması gerekiyordu, tamamen bedende onun kadar kalabilmek hatta ondan daha çok kalabilmek için onun aklını bulandırmam ve onu içine kapandırmam gerekiyordu. Bu ise sadece onun kendini bana bırakmasıyla olurdu. Ona kendimi alıştırmam gerekliydi. ''O kadar cinayete rağmen nasıl uyuyabiliyorsun?'' bu soruyu beni gülümsetmişti, Yarı alayla yarı ciddiyetle. Bu gülüşümü korkutucu diye adlandırabilirdik ama Mabel bu görüntüyü göremiyordu. Görmemesi daha iyiydi, daha fazla korkmasını istemiyordum çünkü. ''Ben değil sen uyuyorsun. Sen bu bedenin masum tarafısın Mabel.'' yakından gelen havlama sesiyle bıçakta ki gözlerimi sol tarafıma çevirip hızlıca bıçağı belime ucu bel kısmıma gelecek şekilde taktım. Siyah tam göremediğim köpek bana doğru geliyor rahatsız edici şekilde havlıyordu, yüzümü karanlıktan kaldırdığımda ''Hay senin ben köpek.'' diye mırıldandım, artık Mabel ile iletişimim kopmuştu. Ayağa kalkıp bana yaklaşan köpeğe sırtımı döndüm, ışıkların olduğu tarafa taşıtlara doğru ilerlemeye başladım. Bedenim üşümeye başlamıştı, Mabel çıkmak için tekrar kendini belli ediyordu anlaşılan. Adımlarımı hızlandırıp şapkayı kafama geçirdim, boğazımdaki fuları gevşetip hafifçe kafamı eğdim. Zaten kameraların olmadığı yerlerden ilerlemeye çalışıyordum. Yoldan geçen taksiyi görünce kafamı hafif kaldırıp elimde durdurdum. Sanırım eve ne kadar erken gidersem o kadar iyi olacaktı. Yorgun hissediyordum, tüm gün dışarıdaydım. Gündüz Mabel'e ulaşabilmek için bir çok kez seslenmiştim ama ulaşamamıştım. Şimdi ise kendi istemiş bana ulaşmıştı. Attığım ilaçları çöpten almamıştı. Hatırlamak istiyordu, beni tanımak istiyordu. Bu benim için iyi bir haberdi. Çünkü ülkede benim öldürdüğüm adamlar bitmeyecekti. Taksiye bindikten sonra kapıyı örtüp şoföre kısa bir bakış attım. Yaşlı bir adamdı, saçlarında aklar vardı gözleri ise renkliydi, yüzü kırışmıştı. Oldukça zayıf duruyordu. ''Mecnunlar sokak. No:32.'' Kafasını sallayıp kafasını yola çevirdi. Açık kalan radyodan biten müziğin ardından haber kanalı duyuldu. Genelde takside olağan bir durumdu, lakin uzun süredir haberlerde bahsedilen biri olarak benim hakkımda yaptıkları yanlış ve saçma yorumlar öfkelenmeme sebep oluyordu. Kendi adımı duyduğumda bakışlarım belli belirsiz radyoya döndü. ''Bu gece yine üzücü bir haberle karşınızdayız maalesef sayın seyirciler. Emirgan da Saat yedi sularında bir erkek ceset daha bulundu. 30'lu yaşlarında bir iş adamı binanın çatısından aşağı atılmış lakin düştüğü yerin tam üstünde yine bir V harfi gözler önüne serildi. Avuç içlerinde de düz V harfleri yine mevcut, Bir süredir erkeklerin kabusu olan seri katilin yaptığı düşünülüyor. 30'lu yaşlarının başında ki iş adamının ayrı olduğu ve ondan şiddet gördüğünü iddia eden karısı da olay yerinde göründü. Polis kadını zor sakinleştirirken....'' Evet adamı iş boş bir binanın çatısından atmıştım. Daha önce iş merkezine iş görüşmesi için çağırıp bir kadının aşağı atmıştı sarhoşken. Bu olayın üstü kapanmıştı, içeri bile girmemişti. Onlar için para her şeyi çözüyordu, benim için ise cinayetler. Doğduğum gün, yeryüzünde kirli kan taşıyan erkek bırakmayacağıma, yeryüzüne kadın kanı akıtan erkekleri kanını akıttıkları toprağa gömeceğime ant içtim. Dar alandan geniş alana yayılmak için bunca zaman sabırla bekledim, sabır olmadan hiç bir sonuca varılmazdı. Haberin devamını dinleyeceğim sırada şoför radyoyu kapattı. Bu hareketle ilk kez karşılaştığım için kaşlarımı çattım. ''Neden kapattınız?'' dedim saygımı koruyarak. İyi olan ya da kötü olduğunu belli etmeyen büyüklerime her zaman saygım vardı. Saygım bozulduğunda ise dakikalar içinde nefesleri kesiliyordu. ''Neymiş bir seri katil çıkmışmış harf bırakıyormuş. Bir de kadın olduğunu düşünüyorlar. Kadınlar narindir nasıl mideleri kaldıracak öyle cinayetlere.'' Şimdi bu övmek miydi? Küçük görmek miydi? Anlayamadığım cevapla kaşlarım havalandı. ''Herkesin olay yerinde konuştuğunu duydum katil için, gittiği yerler hakkında fısıldaşıyorlar.'' bunu tahmin etmek oldukça kolaydı. Her yerde fısıldıyorlardı, beni fısıldıyorlardı. Benden hem korkuyor hem de beni istiyorlardı. ''Ya kadınsa gerçekten?'' dedim fikrini merak ederek. Elim belimdeki bıçağa doğru ilerleyeceği sırada ''Öyleyse valla ben bile şaşkın şaşkın bakarım öyle. İnşallah onla ömrüm boyunca karşılaşmam. Evde karım çocuğum var benim.'' bu söylediğine gülmemek için dudaklarımı ısırırken bıçağa uzanan elimi çektim ve arkama yaslanıp yüzümü cama doğru çevirdim ''Bu dilek için oldukça geç kaldın ihtiyar..'' diye mırıldanırken. ''Bir şey mi dedin kızım?'' kafamı olumsuzca sallayıp camı yarıya kadar açtım. ''Üşütürsün kızım kapat istersen. Üstünde incecik.'' kafamı dikiz aynasına doğru çevirdim, bana dönük bakışlarıyla denk gelince gülümsedim ve istemesem de onu kırmamak için pencereyi kapattım. ''Haklısınız.'' Yüzümü yeni kapattığım pencereye döndüm, yağmur yağmaya başlıyordu. Mabel'in yıllarca sırf arınabilirim düşüncesiyle soğuğun altında yürüdüğü günleri hatırladım. Masum kızım yıllarca bir şeyi öğrenememişti. Arınmak, kirlenmek kadar kolay değildi. Mabel'in yağmurlu yolda yürüdüğü bir gündü yine, on yaşındaydı henüz. Sürekli benimle konuşmak istiyordu. Sonrasında ise babası sandığı birinin peşinde koşmuştu, 'baba.' diye bağırarak gitmişti, yedi yaşında bir daha gelmemesini istemesine rağmen görür görmez peşinden koşmuştu. Koştuğu sırada ise adam babası çıkmamış aksine paçasına yapıştığı için ona vurmuştu. Sarhoşun tekiydi, Mabel ağlarken kendime engel olamamıştım, Mabel'in kontrolünde adamı ittirmesini sağlamıştım. Adam yola düşer düşmez araba çarpmıştı, Mabel de bu bir travma daha yaratırken benim baskılanmam başlamıştı. İdil hanım benim o zaman tehlikemin farkına varmış Mabel'e terapi ve ilaçlarla beni unutturmuştu. Seanslarına ben gittiğimde ise geriliyor, korkuyordu. Onu öldüreceğimden korkmuyordu elbette. Mabel'e zarar vereceğimden korkuyordu. Çünkü yaptığı ve yapmaya çalıştığı her şeyin farkındaydım, farkında olduğum için o da benim yapabileceklerimi biliyordu. Asıl korktuğu da buydu, zekamdan korkuyordu. Mabel adamı arabaya kendisinin ittirdiğini bile hatırlamıyordu. İdil hanımın yaptığına Mabel'in tarafından baktığımızda oldukça mutlu edici bir şeydi. Onu kızı görüp bu denli koruması oldukça duygulandırıcıydı. Ama İdil hanımın unuttuğu şey benim Mabel olmadığım ve duygularımı her cinayetimde bu bıçağıma akıtmamdı. Taksinin durmasıyla arka cebimden parayı fazlasıyla uzattım. ''Üstü kalsın. Kolay gelsin.'' Yaşlı adamın cevabını beklemeden taksiden indim, eve doğru ilerledim. Mabel'in can sıkıcı annesi evdeydi. Neyse ki tam bir alkolikti de nerde ne yaptığımdan bir haberdi, İçip içip sızıyordu. Eve girip sessizce odaya doğru ilerledim. Telefonu düzgünce yatağın üzerine bırakıp bıçağı belimden çıkardım. Yatağa çıkıp Bıçağı gizlediğim yere yani Mabel'in çatı katı odasının, çatısıyla tavanı arasına sıkıştırdım. Burası gizli bir kapaktı, çatı ile tavan arası yapışık görünüyordu ama buraya isteselerde bakamazlardı. Çok isterlerse çatıdan bakmaları gerekliydi, eğer çatıyı tek tek sökerlerse muhtemelen anca bulunurdu. Yataktan inip banyoya girdim. Üzerimde ki kanlı kıyafetleri kirli sepetine atarken bir yandan sıcak suyu açtım. Üstümde kanlar vardı, hırkamın içi de tamamen kandı ama ceketim sayesinde kimse bir şey görmemişti. Cebimde ki küçük kalem parfümü banyo dolabına koydum, aksi halde kan kokusu üzerime siner ve dikkat çekerdi. Şu an bile bastıramıyordum ama parfüm en azından insanların dikkatini dağıtıyordu. Üzerimdekileri tamamen kirliye bıraktığımda dolmuş küvete köpük sıktım, git gide halsizleşiyordum. Üşümem git gide artmaya başlarken sendelediğimi hissettim. ''Biraz daha bekle Mabel.'' diye mırıldandım. Sıcak suya girdiğimde üşüyen bedenim anında sıcakla mayıştı ''Oh..'' Küvete tamamen uzandığımda göz kapaklarım ağırlaştı, dudaklarımdan keyifli bir mırıltı çıktı. Kafamı suya çevirdiğimde üzerimdeki kanların suya karıştığını gördüm. Sıcak temiz su şimdi kanın ağırlığıyla buluşuyordu, Ben ise bunun keyfini çıkaramadan bedeni asıl sahibine teslim etmek zorunda kaldım. -Rüveyda- 10.Bölüm burada bitmiştir... Umarım bölümü beğenmişsinizdir, nasıl bulduğunuzu ve ne düşündüğünüzü lütfen buraya bırakın. Sizce bir sonraki bölümde neler olacak? Rüveyda ne zaman ve nasıl özgürlüğüne kavuşacak? Hepsi sonraki bölümde.... Hepinizi öpüyor, ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum.. Sonraki bölümde görüşmek üzere.
|
0% |