@byzloey
|
Kirlenmek.... Pislik, lekelenmek demek. Leke, ömrüm boyunca üzerimde doğum lekesi gibi taşıdığım bir leke, kirlilik. Sahi yağmur suyu hiç kirlenebilir miydi? Bir su kirlenebilir, pislenebilir hatta zararlı bir sıvıya dönüşebilirdi. Peki yağmur suyu kirlenebilir miydi? Bu yüzden belki de yağmur suyunun beni temizleyeceğine inanıyor, bunca süre her yağmurda temizlenmeyi umut ederek ıslanıyordum. Temizdi, berraktı, güzeldi ve toprakla buluştuğunda yayılan doğallık kokusu tüm yer yüzündeki kirleri yok ediyordu. Aslında her suyun kirlenme sebebi ve hikayesi vardı, aynı şu anki bulunduğum suyun kirli olması gibi. Gözlerimi araladım, göz kapaklarım sızlıyordu. Bedenim yorgundu ve belim ağrıyordu. Ağır bir koku tüm lavaboya yayılmıştı, yüzümü ekşittim. Görüşüm netleşmeye başladığında gözlerim fal taşı gibi açıldı. Çığlık atmak istedim, atmamak adına ellerimle ağzımı kapattım. En son hatırladığım Setenay gittikten sonra kendimi küvete atarak düşüncelerle ağlamaya başladığımdı. Sadece gözlerimi dinlendirmek istemiştim ama şimdi gözümü kapattığım temiz su dolu küvette kanlı bir suyla uyanmıştım. Ağır kokunun sebebi şimdi daha anlaşılırdı, küvetin tıpasını elimle bulup çıkardım ve yanımdaki suyu alelacele açtım. Elimde ki kan oraya da bulaştı. Bedenimin belli belirsiz yerlerinde kurumuş kanlar vardı, saçlarımda ağırlık hissetmediğim için elimi bedenime kese niyetine kullanarak kanı çıkarmaya başladım. Gözlerim tekrar doldu, sertçe yutkundum. Kalbim yine ağzımda atıyordu, bu şekilde uyanmak istemiyordum. Bu beni korkutuyordu, bir anda kanlar içinde uyanmak, bir anda sokak ortasında uyanmak, bir anda bir ceset karşısında uyanmak.... Korkutucuydu. ''Bunu bana neden yapıyorsun?'' dedim ağlar bir sesle. Sorum Vahayaydı ama burada olmadığının bilincindeyim. ''ben sana ne yaptım?'' dedim tekrar duyuyor gibi. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Gözüm banyoma çevrildiğinde kirli sepetinin ağzının açık olduğunu fark ettim. Kıyafetler artık taşıyordu, evde kimse yokken onları yıkamam gerekti. Bu benim için fazlasıyla riskliydi, bir anda şüpheli olsam anında yakayı ele verirdim. Üstelik benim olmayan bir suçun cezasını çekecektim. Ölen adamlar, erkekler hepsi benim elimde can vermişti. Ellerimin karıncalandığını hissettim. Avuç içlerimi bacaklarıma sürttüm, nedense sanki elimde ki kan temizlenmiyor gibi hissediyordum. Bu korkunçtu... İnsanın başına gelebilecek en korkunç olaylardan biriydi. Bedenimde ki kan sadece görünüş olarak da olsa temizlendiğinde küvete artık temiz su dolmaya başladı. Tıpaçı takıp titreyen ellerimle şampuanı aldım, nemlenen saçlarıma döktüm. Kaç saat geçmişti? Vaha yine kimin canına kıymıştı? Onunla iletişime geçmiştim, bir kabus sanıyordum ama değildi. Onunla konuşmuştum, bana sadece kabus gibi gelmişti ama değildi. O Vaha ve benim konuşmamdı. Biz konuşmuştuk, ona ulaşmıştım. Onunla konuşmuştum, bu benim için sadece bir kabus , bir rüya gibiydi. Çok garip bir histi, hatırlayıp da 'Çok gerçek gibiydi.' dediğimiz rüyalar olurdu ya, aynı öyleydi. Saçlarımı düzgünce yıkadıktan sonra temizledim. Akan burnumu seslice çektikten sonra küvetin kenarına ellerimi koydum, bedenimi küvetten aşağı kaydırdım. Bir gün bunu yaparak boğulup ölmek istiyordum, bir insanın hayatı ne kadar olabilirdi? Babam terk etmişti, tacize uğramış birinin, canına kıymıştım, annem alkolikti ve ortadan kayboluyordu, hastaydım; başka bir kişiliğim vardı o ise bir seri katildi. Hem de çok korkutucu bir seri katildi, zekası ve hareketleri korkutucuydu. Bu kadar şeyi yaşamıştım, daha yaşım 18 bile olmamıştı. Bu kadarı çok fazla... Gözlerimi yumdum, küvetin kenarını tutan ellerim sıklaştı, hatta öyle ki parmak uçlarımın sızladığını hissettim, önemi yoktu. Kendimi suya, zihnimi karanlığa bıraktım.. Bu kez korkusuzdum, bu hayatı ben yaşıyordum. Unuttuklarımı hatırlamam gerekliydi, bu anılar da bu hayatta benimdi. Vaha hepsini hatırlarken ben unutmuş zayıf bir kız olmayacaktım. Hatırla... Hatırla Mabel... Küçükken seni kurtaran kızı hatırla.. Beremi çekiştirdim, kıvırcık saçlarım her zaman parmaklarıma dolanırdı. Umrumda değildi, henüz bir iki yıl önce koparıyordum saçlarımı. Ellerimi geçirip çığlık çığlığa koparıyordum, annem ve İdil hanım zor durduruyordu. Babam yüzünden ağladığım ve travmamı atlatamadığım günlerden biriydi. Ne kadar 2 yıl önceden sonra babamı görmemi istemediğimi söylesem de her çocuk babasını isterdi. Bende istiyordum, sadece bilmesini istemediğim için kimseye söylemiyordum. Sahilin kenarına geçmek için yola çıkacaktım, sadece karşıda ki köpeği sevmek istemiştim. Hayvanlar her zaman sevgiye karşılık veriyordu, beklediğim kimse vermezken onlar veriyordu. Karşıya geçmek için attığım adım, yüzümü sağa çevirdiğimde havada kaldı. ''B..Baba.'' tüm bedenim sanki bir yetişkin tarafından sarsıldı. Adımımı yere basar basmaz koşmaya başladım, sallanarak yürüyordu. ''BABAA! GELDİN GELDİN! BABAAA!'' Ona yetiştiğimde koluna yapıştım sevinçle. Gelmişti, babam gelmişti. Geç gelmişti ama gelmişti. Bana bir panda alırsa onu affederdim. Ya da bir rakun oyuncağı, hatta hiç birine gerek yoktu gelmesi affetmeme yeterdi. ''Çekil şuradan velet.'' Kolunu savurmasıyla geriye doğru düşercesine sendeledim. ''Ama baba...'' ''Hangi bıraktığım kadındansın?'' ağzını yüzünü gevşete gevşete konuştu, önünü bile zor görür gibiydi. ''O ne demek baba?'' ona doğru bir adım daha attım, dudaklarım aşağı kıvrılırken çenem ağlamak üzere olduğum için titremeye başladı. ''Çekil önümden velet. Uğraşamayacağım seninle.'' tekrar kolunu gitmemesi için tutacağım sırada elinin tersiyle yüzüme sert bir tokat attı. Dudağımın kenarından akan kan saniyeler içinde ağzıma girdiğinde bedenimle oluşan sıcaklık, alevlenmeyle gözümün karardığını hissettim. İçimde öfke hortumları terör estirdi. ''Öldür onu.'' dedi aklımdan bir ses. ''Ne?'' dedim seslice, babam sandığım adam yürümeye başladı, ''Arabalar...'' diye fısıldadı aklımdaki ses tekrar. Gözüm çift şeritli yola döndü, Vızır vızır geçen arabalara.. ''Ben... ben yapamam..'' diye fısıldadım gözümden bir yaş düşerken. ''Sen değil, ben yapacağım. Kalk ve adama yaklaş.'' Düştüğüm yerden kalktım, hızlı adımlarla adama yaklaştığımda ''Eeeh! Seninle mi-'' bana döndü, onu karnından sertçe ittirdim. Arabadan aldığı darbeyle öteye fırlayan adama bakarken dudaklarım aralandı, ardından çığlık atarak geri adım atıp ağzımı kapattım. Omuzlarımdan biri beni çekti, ''Kızım iyi misin? Bir şeyin var mı?'' beni kontrol eden yabancı kadına yere kanlar içinde yuvarlanan alkolik adamı işaret ettim. ''Korkma, kazaydı. Sen bakma olur mu?'' Beni yan çevirirken kafamı sallayıp elimi dudaklarımdan çektim. ''Kazaydı...Kaza.'' diye fısıldadım. Bu anı anında yok olurken küvetten nefes nefese çıktım. Elim anında boğazıma gitti, soluk boruma bile su kaçmıştı. Can havliyle öksürürken hatırladığım gerçekle gözlerim irileşti. ''Onu da yapan sendin..'' Onu da yapan sendin Vaha, o da sendin.. Vaha ne zamandır benimle birlikteydi, ne zamandır onu tanıyordum aslında? Bunu hatırlamalıydım, bunu hatırlamalı ve zayıf olan aklımı güçlendirmeliydim. ''Bir kez daha... Bir kez daha Mabel.'' Derin bir nefes aldım, tekrar vücudumu küvette kaydırdım. Gözlerimi yumdum, ellerimi tekrar sıktım. Acımaya başlamıştı, önemi yoktu. Vaha gibi bende her şeyi bilmeliydim. O benim diğer yarımdı, bedenimi onunla paylaşıyordum. Onun beni tanıdığı kadar benimde onu tanımam gerekliydi. Gözlerimde karanlığın yerini başka bir anı alırken tanıdık görüntü küveti tutan ellerimi daha çok sıkılaştırdı. Rüveydayı görüyordum, depo gibi bir yerdeydik, yıkık dökük bir mekandaydı. Benden özür diliyordu, ben ise ona ikimizin de mi kaçırıldığını soruyordum. O bana delisin sen demişti... Bu seferki anı saniyeler içinde kaybolurken küvetten tutamadığım nefes yüzünden çıktım. Tekrar seslice öksürmeye başladım, Rüveyda'nın yanına gitmiştim. Ben Mabel olarak bulunmuştum, Vaha'dan haberi yoktu. Ben Vaha'dan haberdar olmadan önce uyanmış olmalıydım yanında. Yine de onu görmüştüm, canlı kanlı görmüştüm. Formasıylaydı, korkmuş görünüyordu ama iyiydi ve hayattaydı. ''Seni hatırlayacağım Vaha, bugün ya da yarın olmasa da hatırlayacağım.'' küvetten dışarı soğuk mermere adımımı bastım. Bu şekilde yaşamak istemiyordum, Vaha'ya direnmeliydim. Onu ne kadar az ortaya çıkartırsam o kadar iyiydi. Benim içinde, başka insanlar içinde. Bornozumu üzerime geçirdim, uykum yoktu. Odama geçtiğimde telefonumu elime alıp saate göz attım. 03.42. Telefonu yatağa geri bıraktıktan sonra odamdan çıkıp salona ilerledim, horlama sesinden anladığım kadarıyla annem sızmıştı. Masada gördüğüm alkol şişelerini alıp mutfağa çöpe attım. Annem üstü açık şekilde, saten siyah bir atlet altında da siyah bir saten uzun altlıkla uzanmıştı. Kenarıda kendim için her zaman bıraktığım battaniyeyi üzerine örttüm. Saçımdan su damlamaması için saçımı bornozun içine sıkıştırmıştım. Üzerini güzelce örttükten sonra odama ilerleyip banyomdaki kirli sepetini olduğu gibi kucaklayıp aşağıdaki çamaşır makinesine indirdim. Çamaşırları bu saatte atmak iyi bir fikirdi. Yarın Rüveydaların evine de uğramam gerekliydi, Setenay gidiyordu ama ben henüz gitmemiştim. Çamaşırları attıktan ve malzemeleri koyduktan sonra çamaşırları çalıştırıp odama çıktım. Üzerime siyah kazak ve siyah bir pantolon giyeceğim sırada Kirlideki tüm siyah kıyafetler gözümde canlandı. Siyah kombini anında dolaba geri koyarken ''Ben Vaha değilim.'' diye mırıldandım. Dolaptan kot bir pantolon, beyaz bir kazak çıkarıp üzerime geçirdikten sonra saçlarımı kurulamak için lavaboya ilerledim. Saçlarıma dolaptan aldığım kremi sürerek kuruttuktan sonra eziyet olan tarama işlemini uzunca oyalanarak gerçekleştirdim. Sonunda saçımı açabildikten sonra odama tekrar geçtim. Neredeyse bir saat oyalanmıştım, aşağı in çık, krem sür tara oldukça oyalamıştı beni. Çamaşırlar yıkanmış olmalıydı, aşağı inip sepete çamaşırları boşalttım. Burnuma dolan güzel kokuyla hafifçe tebessüm ettim. Bahçeye ilerleyip pimapen kapıyı sessizce sürükledim. Annem yan odada uyumuştu ama yine de ses etmek istemiyordum. Soğuk beni anında kendime getirirken sepeti kenara bırakıp hızlıca çamaşırlığı aldım. ''Nasılsınız güllerim.'' dedim çiçeklerime doğru gülümseyerek. ''Gerçi hepiniz gül değilsiniz ama alınmayın lütfen sizin adınızı bilmediğimden öyle demedim.'' açtığım çamaşırlığa çoğu yeni olan kıyafetleri asarken derin bir nefes çektim. Soğuktu, gece ve sabah olmaya yaklaştığı için sabah soğuğu vardı. Artık güneş doğmak üzereydi, o da bize özenmiş gibi sık sık yalancıydı ısıtmıyordu. ''Size su vereyim gene başıma bir işler gelmeden değil mi?'' diye mırıldandım. Asma işlemim bitince kenarda ki suluğu alıp çiçekleri sulamaya başladım. ''Keşke konuşabilseydiniz. Neyse bende sizi dilsiz bir arkadaşmış gibi görürüm. Size Lal mi desem acaba? Lallerim. Çok mu komik oldu?'' kendi söylediğime hafifçe gülümsedim. Çiçeklerin yarısını suladıktan sonra zihnimde Vaha'nın sesi yankılandı. ''Benden hariç arkadaşlar mı edindin? Hem de çiçeklerle? Sen cidden kafayı yemişsin.'' derin bir nefes alıp sorusunu cevapsız bıraktım. Onu duymamışım gibi , o kendi kendine konuşuyormuş gibi sulamaya devam ettim. O şekilde uyanmak bana çok kötü hissettirmişti, bir daha o şekilde uyanmak falan istemiyordum. Artık normal bir hayat istiyordum, herkes gibi yaşamak ne kadar zor olabilirdi ki? Benim için fazlasıyla zordu. ''Küstün mü sen?'' artık sesini duymaya alışmıştım, artık garipsemiyor artık kesinlikle bundan korkmuyordum. Olması gereken de buydu zaten, başka türlü her şey daha kötüye gidecekti. Çiçekleri sulamam bitince pimapene doğru ilerledim, gözüm yansımama döndüğünde ''bana bak.'' dedi. ''Sana istemedikçe bakmayacağım Vaha.'' Pimapen kapıyı açıp sessiz olmaya dikkat ederek kapattım. Işığı söndürüp odama ilerledim. Önce Rüveydalara uğrayacaktım, oradan okula gidecektim. Gitmeden gözüm baş ucumda sayfasının bittiği günlüğüme kaydı. Yeni bir günlük alsam iyi olacaktı. Gözümü baş ucumdan çekip askılıktaki montuma çevirdim. Üzerime montumu giydikten sonra çantamda ki gereksiz ders kitaplarını çıkarıp bugünün derslerini kafamdan hatırlayıp koyarak çantayı omuzuma attım. Telefonumu yatağın üstünden alıp cebime tıkıştırırken bu halde okula gitmek istemediğim için makyaj masama ilerledim. Yüzüm sivilcelenmişti ve çirkin duruyordu. Kapatıcıyı çekmecemden çıkarıp sivilcelerimin üzerine sürdüm, rimeli çıkarıp gözüme abartmadan sürdükten sonra yanağıma hafif bir allık sürerek montumun önünü kapattım. Evden çıkmak için merdivenlerden inerken evi bir yandan kontrol ettim. Annem hala uyuyordu, eve gelmesi bile şaşırtmıştı. Belki de İdil hanımla konuşmuştu. Girişteki komodinden evin anahtarını aldıktan sonra kapıyı sessizce kapattım, annem onun için bıraktığım saksıdaki anahtarı almış olmalıydı. Anahtar taşımazdı, ne zaman geldiği de belli olmadığı için ona hep anahtar bırakırdım. Evden çıktıktan sonra ellerimi ceplerime koyarak durağa doğru ilerledim, Rüveyda'nın annesine o iyi demek istiyordum ama bunu nasıl diyebilirdim ki? Ona iyi yaşıyor demek istesem de polise söyleyecek bir şeyim yoktu. Ne diyecektim, ben kaçırdım ama yerini diğer kişiliğim biliyor isterseniz bir de onunla konuşun mu? Polis ayrı Vaha ayrı keserdi beni. Derin bir nefes verdim soğuk havaya, durağa gelene kadar bir işaret bırakabilmeyi düşündüm ama aklıma tek bir şey bile gelmedi. Belki de zarfa 'ben iyiyim merak etmeyin.' yazıp zile basıp kaçsam diye düşündüm ama birinin onunla dalga geçtiğini sana bilirdi. Ayrıca bu yöntemimle Vaha oldukça gülüp dalga geçerdi. 'Ne o hala çocuk oyunlarından eğlenceli bir şey bulamadın mı?' derdi muhtemelen. Onda o kafayı görüyordum. Geldiğim durağa oturup ayaklarımı havaya doğru kaldırdım. Keşke Vaha kadar zeki olsaydım, eminim ki onun buna da bir zekice çözümü olurdu. Keşke o benden merhamet ben ondan zeka alsaydım. Dudaklarımı büzüp boş yola baktım. Güneş doğalı fazla olmamıştı, Rüveyda'nın annesi zaten her gün oldukça erken uyanıyordu. Rüveyda'yı da sürekli erkenden kaldırırdı, hatta Rüveyda kendini bildi bileli annesinin bu huyuna sövdüğünü söylerdi. Gelen dolmuşla oturduğum yeni ısıttığım durak oturaklarından kalktım, dolmuşun yaktığı ışığa karşı elimi savurdum. Şoföre parayı uzatıp kapının önündeki demirden tutundum. Rüveyda'yı dün iyi gördüğümden beri daha iyiydim, en azından canlı gördüğümden beri denebilirdi. En azından iyiydi, Vaha kılına dokunmayacaktı. Evet ona güven olmamalıydı normalde, ama ben güveniyordum. Madem benim hatırlamamı istiyordu, madem onca süre beraber büyümüştük. Aramızda bir bağ da oluşmuş olmalıydı, ona güveniyordum. Asıl garip olan o bağı bilmeden hissetmemdi, nedense güveniyordum. Sözlerine ve ona güveniyordum. Rüveydaların sokağına yaklaşınca ''Müsait bir yerde'' diye mırıldandım. Açılan kapıdan inip hızlıca ilerlemeye başladım. Annesine iyi olduğuna dair söyleyebileceğim bir şey yoktu ama en azından ona umut vererek destek olabilirdim. Aynı İdil hanımın bana 'öldüğünü düşünmüyorum.' demesi gibi. Aklıma o gün geldiğinde adımlarım durdu, gözlerim kısıldı. İdil hanım... O...O... bildiği için mi öyle söylemişti? Vahayla hiç konuşmuş muydu? Yoksa tanıdığı için mi öyle söylemişti? Kafam allak bullaktı, kime neye inanacağımı bilmiyordum. Zamana ihtiyacım vardı. Ama ihtiyacım olduğu kadar zamanım var mıydı, işte onu bende bilmiyordum. Binanın merdivenlerinden çıktıktan sonra yumruğumu kaldırıp kapıya iki kez vurdum. Dakikalar içinde gülen yüzüyle Rüveyda'nın annesi kapıdaydı, bana umutla bakıyordu. ''Hayırdır kızım bir haber mi var?'' Kafamı yere doğru eğerek olumsuzca salladım, annesinin hevesle kalkan omuzları hayal kırıklığıyla düştü. ''Size bakmaya gelmiştim.'' ''Geç içeri kızım, kahvaltı hazırlayayım sana.'' İçeri girerken kafamı kaldırdım, gözleri şiş ve kızarıktı. Kadın harap olmuştu, artık kızına kavuşması gerekiyordu. Rüveydayı bulup eve getirmem gerekiyordu, bu kadın benim yüzümden bu haldeydi. Bu durumu telafi etmem gerekliydi, bir şekilde Rüveydayı bulmalıydım. Vaha'nın söylediği riskler umurumda değildi, o benim en yakın arkadaşımdı. Derin bir nefes verdim, belki de Vaha'yı bildikten sonra Rüveyda'nın haritasından bir şeyler çözebilirdim. ''ben Rüveyda'nın odasında beklesem sorun olur mu acaba?'' Mutfağın kapısından bakarken tatlı kadın bana 'olmaz' dercesine kafa salladı. ''Kahvaltı hazır olunca seslenirim kızım.'' ''Teşekkürler.'' diye mırıldanarak Rüveyda'nın odasına ilerledim. Aklıma gelmemişti Vaha'dan sonra bakmak ama şu an gelmesi iyi olmuştu. Belki de bir ip ucu bulabilirdim. Odaya girdikten sonra annesinin gelme durumuna karşın, kapıyı sessi olmaya özen göstererek kapattım. İlerleyip yerine astığım tabloyu yere indirdim ve haritayı görebilmek için bir adım uzaklaştım. İşte tüm liste tekrar karşımdaydı, bu kez katili bilerek bakıyordum. Hatta katilin bedeni olarak karşısındaydım, sadece katil ruhu şu an devre dışıydı. ''Bakalım ne bulabileceğiz. Sen nerede yakalanmış olabilirsin kızılım.'' haritaya yaklaştım, Rüveyda'nın önceki olay yerlerini çizdiği bölgelere baktım. Gözüm daha önce olmayan bir nota kaydığında kaşlarım çatıldı. Bu yazı... Bu yazı Rüveyda'nın değildi... Yapışkanlı notu yerinden çıkardım ve doğru olduğunu doğrulamak istercesine daha yakından baktım. 'Rüveyda bir kurban değil, bir esir.' Bu yazı... İdil hanıma aitti. Notu tutan elim bacaklarıma doğru düşerken dudaklarım aralandı. İdil hanım çok şey biliyordu, Vaha'yı da tanıdığına artık emindim ama asıl soru buraya gelmiş miydi? Nerden öğrenmişti evi? Bu soruları ona sorsam yanıt alabilir miydim? Bir kaç gün ki seansta bunların cevabını almalıydım, bir kaç gün sonra bir çok sorunun cevabını almalıydım. Notu yerine tekrar yapıştırdım. Düşündüm, en son Rüveyda yakalanmadan önce Vaha kimi öldürmüştü? Eğer öldürdüğü kişiyi bulursam olduğu bölgeyi, bölgeyi bulursam da Rüveyda'nın olabileceği yeri bulmuş olurdum. Bu planla gülümseyerek dudaklarımı ısırdım. ''Korkmaya başlasan iyi olur Vaha, sanırım biraz zekanı almışım. Belki sende merhametimi almışsındır.'' Tabloyu geri yerine asarken yüzümde ki keyifli gülümsemeyi yok etmeye çalıştım. Annesinin yanına bu şekilde gidemezdim, şimdi değildi. Rüveyda ile gülümseyerek gidecektim yanına. Derin bir nefes alıp yüzümdeki gülümsemeyi sildim, dudaklarım düz bir çizgi haline geldiğinde odada uzaktan gelen bir ses duyuldu. ''Kızım Hazır kahvaltı.'' ''Geliyorum!'' odanın kapısına uzanıp mutfağa geçtim. Gerçekten masa gayet doluydu ama masada gördüğüm tek tabak kaşlarımı çatmama sebep oldu. ''Siz yemeyecek misiniz?'' ''Nasıl yiyeyim kızım. Evladım ortalıkta yok, aç mı açıkta mı bilmeden boğazımdan nasıl lokma geçer?'' Bu kurduğu cümleden sonra söylediğimde utanarak başımı eğdim. Ben iyi olduğunu bildiğim için onlarda hayatta ve sadece kayıpmış diye biliyorlar gibi düşünüyordum. ''Affedersiniz. Haklısınız.'' ''Sen otur ye karnını doyur, eksik bir şey olursa çekinme kalk al ye tamam mı?'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''ben polisleri arayacağım bir şey var mı diye? Her gün arıyorum diye kızıyorlar ama ana yüreği işte dayanmıyor.'' Onu anladığımı belli edercesine gülümsedim. Ne anneler var... Derin bir nefes alıp masaya oturdum, bu kadına artık kızını getirmeliydim. Sofraya oturup tam çatalı elime alacağım sırada cebimde titreyen telefonla duraksayıp diğer elimi cebime uzattım. Gönderen kişinin Setenay olduğunu düşünmüştüm ama ekranda gördüğüm isim beni hem şaşırtmış hem de gülümsetmişti. Mesaj Atlastandı. Bayadır konuşamıyoruz, merak ettim seni. Eğer müsaitsen okulu ekelim, dışarı çıkalım. Yüzümde oluşan gülümsemeyle çatalı bırakıp cevap yazdım. Olur Atlas ile dışarı çıkarsam, Atlas'ı bahane ederek Vaha'nın son cinayet mahaline gidebilir hem Atlasla vakit geçirip hem de Rüveyda'yı arayabilirim. Telefonu kapatmadan okulun önünde buluşacağımızı söyleyerek ekranı kapatıp telefonu cebime attım ve hızlıca güzel sofrada karnımı doyurmaya başladım. Bugün oldukça yorucu ve uzun olacak gibiydi. (...10.34...) ''Müsait bir yerde.'' açılan dolmuş kapısından yüzümü buruşturarak indim. Dolmuş oldukça ağır kokuyordu, inmemek için çok zor durmuştum yol boyunca. İndiğim gibi karşımda elleri cebinde üzerine kot pantolon ve içi yünlü kot olan Atlas göründü. Mavi ona çok yakışıyordu, gerçekten sırf onun için en sevdiğim renk şu an mavi olmuştu. ''Selam.'' dedi güler bir yüzle, bende hafifçe tebessüm ettim yanına yaklaşırken. ''Selam.'' ''Nasılsın?'' tek kaşını kaldırmış anlamak ister gibi dikkatle yüzüme bakıyordu. Kurumuş dudaklarımı yaladım. ''İyi olmaya çalışıyorum.'' Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Peki, nereye gitmek istersin?'' Vaha'nın iki cinayeti Emirgan da olmuştu. İki cinayetinden biri Rüveyda'nın kaybolduğu geceydi. ''Emirgan'a gitsek?'' elini bana önden ilerle demek istercesine uzattı. ''Karşıya geçelim o zaman, ordan binmeliyiz.'' Beraber karşıya doğru sessizce yürüdük. ''Hala bir ses soluk yok değil mi?'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Maalesef.'' Dudaklarını ısırdı, yanağında ki gamze biraz daha belirginleşmişti. Gözlerimi ondan çektim, durağın oturağına oturup ellerimi cebime koydum. Soğuktu, üşümeme rağmen umursamıyorum. Şu an aklımdan geçen tek şey Rüveyda'yı bulmaktı. ''Emirgan da şu seri katil cinayet işlemiş diye duymuştum. Korkarsan başka yere gidebiliriz.'' Ah bir bilsen zaten o yüzden gittiğimi, Rüveyda gibi iz süreceğimi. Üstelik kendi izimi süreceğimi.. Bunu söylesem ne tepki verirdi acaba? Şey.. Seri katil benim, kendi izimi sürüp en yakın arkadaşımı bulacağım.. Tepkisi gözümde az çok canlanınca atmak istediğim kahkahayı zor bastırdım. ''Ne oldu? Neden güldün?'' Dudaklarımı ısırıp ne diyeceğimi düşündüğüm sırada aklıma gelen ilk yalanı savurdum. ''Ben değil de, sen korkuyorsan başka yere gidebiliriz.'' Bana bakıp güldü, kafasını botlarına indirip ayağında yine taşla oynadı. ''Tabi sen rahatsın, erkek olsaydın görürdüm seni.'' bu dediğine hafifçe güldüm, uzaktan gelen otobüse döndüğümde bizim otobüsümüz olduğu için ayağa kalktım. Atlas bunu anlamış gibi otobüse doğru döndü, cebinden kartını çıkardı. Otobüse bindiğimizde burnumu çekip sıcağa kavuşmanın sevinciyle Atlas'ı ittirdim. Bir an önce geçip oturmak ellerimi bacaklarımın arasına alarak ısıtmak istiyordum. Bana sadece güldü ve bana cam kenarını eliyle gösterip geçmemi bekledi. Otobüsün cam kenarına bindikten sonra ellerimi dizlerimin arasına aldım, burnumu bir kez daha çektim. ''Ceketi ister misin?'' Kafamı hafifçe sağa sola salladım. ''Ver desen de vermezdim, buz gibi.'' Bu dediğine gülümsedim. O da gülümsedi, sessizce bir süre birbirimize baktıktan sonra bakışlarını duraklara doğru çevirdi. ''Evet 12 duraklık bir yolculuğa hoş geldiniz.'' dudak büzüp ''Hiç hoş bulmadık.'' diye mırıldandım. ''biz kim?'' dedi sırıtarak. Vaha ve ben... ''Siz kim?'' dedim bende ilk sorduğu sorudaki kişiyi sorarak. Bana göz kırptı, ''Senden de hiç bir şey kaçmıyor.'' Bu aralar kaçmaması gerekliydi zaten, en azından arkadaşımı bulana kadar. ''Sana bir şey söyleyeceğim, istemezsen duraktan iner ordan evine ya da okula gidersin.'' Kaşları belli belirsiz çatıldı. ''Nedir?'' ''Ben oraya gezmek için gitmiyorum.'' bu söyleyeceğim için pişman olacağımı düşünsem de gezme bahanesiyle orada Rüveyda'yı arayamazdım. Kabusumda, daha doğrusu Vaha'nın anılarında eski bir malikane veya depo gibi bir yer görmüştüm. Yakınlarda böyle olan her yere bakmam gerekliydi. ''Ne için gidiyorsun?'' ellerimi dizlerimin arasından çekip oturduğum koltuğa diklemesine yasladım ve Atlas'a döndüm. ''Rüveyda'nın o yakınlarda tutulduğunu düşünüyorum. Rüveyda'yı aramak için gidiyorum.'' Bunu beklemediği için afalladı. Bir kaç saniye bana sadece kirpiklerini kırpıştırarak ve dudaklarını aralamış şekilde baktı. Evet beklemesi anormal olurdu ama arkadaşım kaçırılmışken benim gezeceğimi düşünmesi de anormaldi. ''P..peki de. Ya katille denk gelirsek?'' Bu tepkisine gülerek ''Sen kaçarsın'' diye yanıt verdim. ''Mabel, ciddiyim ben. Bir taşla iki kuş vurduracağız katile.'' Atlas'ın bu dediğine kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırdım. Katil benim ben, kimse yok orada. ''Gündüz ortalarda dolanmaz rahat ol.'' bana kaşlarını kaldırıp hayretle baktı. ''Bana hayret ediyorsan Setenayla tanışmalıydın, o benden daha rahattır.'' bana 'yok artık.' der gibi baktı. Ama vardı, vallahi Setenay öyleydi. Rüveyda zaten peşine gittiğinden yakalanmıştı... Allah'ım arkadaş çevremde ne kadar da mükemmel arkadaşlara sahiptim böyle. Derin bir nefes verip arkama yaslandım. ''İnebilirsin istersen alınmam. Söz veriyorum.'' Atlas hala bana bakıyordu, ben ise cama doğru dönmüş yansımasından yüzüne bakıyordum. ''Olmaz öyle, tek bırakamam seni. Gidelim bakalım, en kötü sen kaçırılırsın bende toprağa girerim. Bir şey soracağım şimdi ben seni korumak için geliyorum, öldürse beni şehit olur muyum?'' Bu söylediğine kendimi tutamadan gülmeye başladım. ''Keşke okulun önündeyken dinciye sorsaydın.'' ''Keşke bunu okulun önünde deseydin.'' gülmeyi kesmek için akan burnumu çekip dudaklarımın içini ısırdım. Gerçekten bu aralar uzun zaman sonra sürekli gülüyordum, belki de psikolojim daha çok bozulmuştu. Zaten hiç normal olmamış ki.. Derin bir nefes verdim, gözlerimi hafifçe kapattım. ''Ne kadar sürer ki varmamız?'' Atlas ''Bakayım internetten.'' diye mırıldandı, ben ise ağrıyan gözlerimi kapatmıştım, cama yaslandım. Ellerimi ceplerime koydum, nedense uykum vardı. Belki de Vaha uzun süre uyanık kalmıştı, o yüzden yetersiz uyumuştum. ''Yarım saat falan var görünüyor.'' ''Gelince beni kaldırır mısın?'' diye mırıldandım, uyku beni git gide içine çekiyordu. ''Olur, olur da cam titriyor nasıl uyuyacaksın.'' çok da rahatsız olmamıştım ama bunu fırsat bilerek ''Omzunda uyuyabilir miyim?'' diye mırıldandım. Eh, umut fakirin ekmeğiydi. ''Olur yasla bakalım kıvırcık saçlarını omuzuma.'' gülümseyerek gözlerimi açmadan Atlasa doğru biraz kayıp kafamı omuzuna yasladım. Keşke bunu her zaman yapabilseydim, her zaman Atlas'ın yanında olabilseydim. Ellerimi ceplerimden çıkarıp dizlerimin arasına aldım, uykum git gide ağırlaşırken beynimi tekrar bir şeyler hatırlamaya zorladım. Hadi, bu kez hazırım... Bana her gece gösterdiğin kabuslardan birini göster, ama bu kez unutturma. Hava Zifiri karanlık, her yerde sadece rüzgarın uğultusu var. Bom boş bir sokak sandım başta, lakin ileride bir gölge var. Dizleri üzerine çökmüş bir adam var, biraz kilolu ve saçı kısa. ''Ne olur yapma, yalvarırım.'' ardından bir topuk sesi duyuluyor, Rüzgarın sesini bastıran ve geceye meydan okuyan bir karanlık kadar korkutucu bir kadın. Saçları düz, beline doğru uzanıyor. Saçlarının üzerinde modern bir şapka var, şapkadan öne sarkan bir tül görünüyor, kadının altında etek ve siyah bir kilotlu çorap var. ''Kız çocuklarını....Diri diri... Toprağa gömmek?'' sesi tok, keskin. Sokakta Rüzgarın sesini kesebilecek kadar da korkutucu. ''Biz.... Biz de bir gelenekti bu.'' adamın türkçesi biraz kayık, sesinde endişe ve korkudan başka hiç bir duygu yok. ''Cahiliye devrinde evet.'' diyor kadın. ''Cahiliye devrinden bu yana hayatta kaldıysan ayrı, ha cahiliye devrinde değil de bu devirden kaldıysan ayrı cezalandıracağım seni.'' Adam ellerini kaldırıyor sanki bağışlanmak ister gibi, ardından bir gölge daha görünüyor. Ucu keskin V harfini andıran bir bıçak. ''Tüm sülalemizde kız çocukları öld..'' ''Tamam kes! Duyarsam seni de sülalenin soyunu da kurutacağım çünkü.'' Adamın sesi anında kesiliyor, nefes nefese yalvarmak için tekrar kadına kaldırıyor kafasını. ''Çocuğunun mezarını sen mi kazdın?'' diye soruyor. Sesi o kadar ürkütücü ki ben bile bana söylüyor gibi ürkmüştüm. Adam kafasını sallıyor. ''Şimdi, kızını öldürdüğün o ellerinle. Başla kendi mezarını kazmaya, ama nereye kazacaksın biliyor musun?'' Bıçağı kaldırıyor, adam ona kaldırdı sanıp kafasını çevirdiği sırada bıçağın ucu ileride ki ormanlık bölgeyi gösteriyor. ''Az önce köpeğin işediği yeri.'' Omuzumda hissettiğim baskıyla sıçrayarak uyandım, uyanırken derin ve seslice nefes aldım. ''Hey iyi misin?'' Kafamı belli belirsiz salladım. ''Evet... Evet sadece bir kabustu.'' unutmamıştım, bu kez unutmamıştım. Vaha diri diri kız çocuğunu öldürenler derken bunu demek istiyordu. Arap kökenli, cahiliye devrinde oluşan o saçma geleneği devam ettiren bir adamı öldürmüştü. Neden buna kızamıyordum? Neden buna karşı koyamıyordum? Adamı nerede, nasıl yakalamıştı? Nasıl gömmüştü adamı? Nasıl yakalanmıyordu? Ben düşünceler içinde kaybolurken Atlas beni bir kez daha dürtükledi, dur düğmesine basmış ayağa kalkmıştı. ''Fazla etkilendin herhalde?'' ''Şey evet, biraz.'' diye mırıldandım orta kapıdan inerken. Atlas indiği yerde durup bana döndü, ''Şimdi nereden başlıyoruz dedektif hanım?'' Cebimden telefonu çıkarıp haberlere tekrar girdim. Yer belirtmemişlerdi ama semt oldukça büyüktü. ''Depo ya da eski malikane gibi yerleri kontrol edeceğiz.'' telefondan buraya yakın öyle yerleri aradım, pek bir sonuç verecek gibi durmuyordu. ''Çıkmıyor mu?'' diye sordu yanıma gelip telefona doğru eğilirken. ''Çı.'' baktığım yerden çıkıp başka yere girdim ama orda da istediğim bir bilgi yoktu. Bakarken bir yandan yürüyüp duraktan biraz uzaklaştık. ''Bir de benim navigasyonumu deneyelim o zaman.'' Atlas'a tam 'benimki bulamıyor seninki nasıl bulacak ki?' diyeceğim sırada yanımızdan geçen amcayı durdu. ''Pardon kusura bakmayın, buralara yakın ıssız terk edilmiş bir depo ya da malikane falan biliyor musunuz?'' adam Atlas'a baktı, ardından bana döndü. Atlas'ın da bakışları bana döndü, kaşları çatıldı. Adam da kaşlarını çattı ve Atlas'a döndü. ''Niye soruyorsun genç?'' evet niye soruyordun Atlas? Atlas bana kaçamak bir bakış attı, ben de bir şey bulamadığım için omuzumu silktim. ''Tövbe tövbe.'' diye mırıldanarak adam geçip gitti. ''Keşke katil arıyoruz deseydim de götünü tutuştursaydım. Tövbe tövbeymiş.'' Atlas'ın tepkisine kıkırdadım ve ''Bence ayrı ayrı soralım.'' diyerek ellerimi kaldırdım. ''Tamam ama birbirimizin gözünün önünden ayrılmıyoruz.'' ''Anlaştık.'' gülümseyerek Atlas'ın ters istikametine biraz ilerleyip gelen insanların önünü kestim. ''Pardon bu semtte bildiğiniz boş terk edilmiş malikane var mı?'' Erkek grubu bilmediğine dair sağa sola kafa sallarken sol taraftan gelen evli çiftlere döndüm, aynı soruyu onlara yönelttim ama onların da bir bilgisi yoktu. ''Pardon bu semtte bildiğiniz eski bir malikane var mı?'' Diğer Önünü kestiğim iki kız birbirine baktı. ''Bir tane var şu ileride ama orada çok köpekler olur, kimse girmeye cesaret edemez. Orada hayaletlerin falan olduğunu söylerler o yüzden lanetli gözüyle bakar herkes.'' kızın dediğiyle parmağını uzattığı kısma doğru bakarken ileriden bir teyze bize doğru yaklaştı. ''Kızım eski bir malikane mi arıyorsun?'' Kızla birbirimize bakıp ''evet teyze.'' diye mırıldandım. ''Bak oranın ters istikametinde de bir yer var, ilerisinde tepe var. Oranın tepeden kendini atan aşıkların olduğu söylenir. Söylediklerine göre malikhaneyi yakıp yıkmışlar sonra da tepeden beraber atlamışlar. İleride ki araya dön hemen ileride görürsün.'' kaşlarım dinlerken hayretle havalandı. Yanımda ki kız hafifçe titredi. ''Bence iki yerde lanetli o zaman.'' bana önümdeki yere gösteren kız arkadaşının söylediğine güldü. Teyze de gülümseyince ''Çok teşekkürler'' diye mırıldanıp Atlas'a doğru ilerledim. O da bir kadına soruyordu, kadın kafasını sağa sola salladı. ''Hey! Ben buldum. İki tane söylediler. Biri ileride diğeri ise gerimizde. Şu aradan gidince bulabileceğimizi söyledi teyze.'' Atlas ensesini kaşıyıp yüzünü ekşitti. ''Bende önümüzdekini öğrenebildim sadece.'' ''Öyleyse ilk ilerimizdeki yere gidelim. Yalnız orada çok köpek olduğunu söyledi kız, girmeye korkuyormuş herkes.'' Atlas ellerini cebine koydu, boynunu kütletip bana döndü. ''Köpek severim sıkıntı yok.'' ben... korkardım ama yapmak zorundaydım. Atlas'ın arkasında saklana saklana gidecektim artık başka çaresi yoktu. Dümdüz ikimizde ellerimiz cebimizde ilerledik. İkimizden de çıt çıkmıyordu, korkuyor olabilirdi. Keşke katil karşımıza çıkamaz diyebilseydim ama.... Maalesef diyemiyordum. Dümdüz ilerledik, evet ilerlediğimiz yolun solunda kalan biraz daha uzak bir malikane görünüyordu. ''Tepe de mi var orda?'' dedi gözlerini kısarak görmeye çalışan Atlas. ''Bilmiyorum uzakta kalıyor.'' kafasını sallayıp hafif dönerek yürümeye başladı. Ben de peşinden ilerlemeye başladım. ''Korkmadığına eminsin değil mi?'' bu sorusuna gülerek ona döndüm. ''Asıl sen eminsin değil mi?'' Dudaklarını ısırdı, ''Valla değilim. Hele şehit olmuyorsam bok yoluna gitmek istemiyorum. Daha çok gencim.'' gülerek önüme döndüm, evet dalga geçiyordu ama içinde korkusunun olduğunu anlayabiliyordum. Şakayla karışık söylüyordu, kim olsa korkmazdı ki? Ben Vaha ile tanışmış olmasam bende deli gibi korkardım. ''Şöyle yapalım, ben de köpeklerden korkuyorum. Sen beni köpeklerin oradan geçir. Ben içeriye bakıp geleyim.'' Kafasını hızlıca sağa sola salladı. ''Asla, seni yalnız bırakmam.'' tekrar ona dönüp gözlerimi devirdim. ''İyi, üstüne bol toprak atar çiçek de dikerim. Ne seversin? Gül? Papatya?'' alayla kurduğum bu cümleye bu kez o gözlerini devirdi. ''Komik mi?'' ''Komik olmasa gülmezdin.'' gülümseyerek önüme döndüm. Araziye girmiş malikaneye gelmiştik. Derin bir nefes aldım, köpek sesleri geliyordu. Arazinin etrafında geziniyorlardı. ''Atlas, gerçekten bak sen beni geçir içeri ben gireyim. Lütfen.'' Kafasını tekrar sağa sola salladığı sırada ellerimi ceplerimden çıkarıp omuzuna koydum. ''Bak lütfen, ya seni almak için bana zarar verirse?'' Tabi ki de Vaha Atlas'a bir şey yapmazdı. O sadece zararlı erkekleri öldürüyordu, Atlas iyiydi ama Atlas bunu tabiki de bilmeyecekti. En azından ben ikna edene kadar. ''Mabel..'' ''Şşş. Bir şey olursa bağıracağım söz veriyorum. Cam falan kırarım ya da bir şekilde mesaj veririm sana.'' Memnuniyetsizce nefes verip elini saçlarına geçirdi. ''Söz dedim. Hem buraya benim için geldin, sana bir şey olursa kendimi asla affetmem.'' dudaklarını ısırdı, kafasını aşağı yukarı salladı. ''Ufacık bir şeyde sesleneceksin ama. Ben de bu sırada dışarıyı kontrol edeceğim.'' Kafamı hızlıca aşağı yukarı salladım. Elini bana uzattı, ben öylece uzattığı ele bakarken elini 'hadi.' dercesine salladı. ''Köpeklerin yanından nasıl geçeceksin?'' belli etmemeye çalışarak gülümsedim, uzattığı eli tutup arkasından ilerlemeye başladım. Sıcak teni benim soğuk tenimle buluştuğunda dudaklarımı ısırdım. O tövbe tövbe diyen amca işte şimdi bizi görmeliydi, anında bizi terbiyesiz ilan ederdi. Havlayan köpekler bize doğru gelince Atlas'ın elini sıkıp diğer elimde ceketini tuttum. Arkasına korkudan öyle sinmiştim ki kalbimin atışını her şeyden daha net duyuyordum. Köpek bana doğru eğilince Atlas bedenini sola doğru hafif döndü. Yavaş yavaş geri adım atınca bende kapıya doğru geri geri adımlar atmaya başladım. Bir siyah köpek daha geldi, ses kanatıcı şekilde havlıyordu. Atlas istifini bozmadan geri geri adımlara devam etti. Köpekler boş olan taraftan bana yönelince Atlas anında beni diğer tarafa çekiyor öne atılıyordu. Kapıya geldiğimizde Atlas omuzunun üzerinden bana döndü. ''Git.'' Kafamı aşağı yukarı sallayıp elimi elinden sıyırdım ve kapıyı zorla da olsa aralayıp ufacık araladığım yerden içeri girdim. İçerisi ağır kötü bir şey kokuyordu. Elimle bunumu tutup yüzümü ekşiterek ilerlemeye devam ettim. ''RÜVEYDA!'' Burnumu tuttuğum için sesim başka yerimden çıkıyor gibi yankılanmıştı. Burnumdan elimi çekip ''RÜVEYDA!'' diye bir kez daha bağırdım. Etrafta temkinli şekilde ilerlerken merdivenleri gördüm. İlerleyip ilk önce yukarı çıktım, yukarısı yıkık döküktü, öyle yıkıktı ki yürüyebilecek bir boşluk yoktu. Her yer tahtayla kaplıydı. Burada olamayacağını düşünüp aşağı indim. ''RÜVEYDA!'' aşağı indiğimde de her yerin borularla kaplı olduğunu gördüm, ağır koku buradan geliyordu. Sanki lağım kokusu gibi, kusturacak bir kokuydu. Elimle burnumu ve ağzımı kapattım. İlerledim, burada da her yer demirlerle kaplıydı, hiç bir şey de karanlıktan görünmüyordu. İleri de parlayan bir demir vardı sadece az çok belli oluyordu ama ne olduğu görünmüyordu. Elimi saniye kadar ağzımdan çektim ''RÜVEYDA!'' Hiç bir ses yoktu. Yukarı çıkıp kontrol etmediğim bir yer var mı diye bakındım, kimse yok gibi görünüyordu. Ufacık bir ses bile yoktu. Havlama sesleri hariç.... Kapıya doğru ilerlerken bir ses duydum gibi oldu, duraksadım. Sanki biri duvara ya da o tarz bir şeye vurmuştu. Önümden gelen diğer sesle yerimde sıçradım, Atlas kapıya sırtını vurmuş olmalıydı. Sanırım az önce duyduğum seste oydu. Koşar adımlarla ilerleyip kapıyı araladım. ''Atlas!'' ''İyiyim, gel. Eşek üstüme atladı.'' Arkasına bakmadan uzattığı eli tuttum. Köpekler Atlastan çekilip ileri doğru giderken rahat bir nefes bıraktım. ''Aha kedi gördüler.'' Kafamı Atlas'ın omuzundan uzattığımda kaçan kediyi görmemle gülümsedim. En azından biz yem olmayacaktık, kediye dudaklarımı büzerek baktım. ''Burada yok mu?'' Kafamı olumsuzca sallayıp ileri de taş parçasına yöneldim. Taş parçası neden bana tanıdık gelmişti? İlerleyip taş parçasına oturdum, etrafı dikkatlice izledim. Belki tanıdık bir görüntü veya başka bir şey hatırlardım. Atlas önümde dikelirken siyah köpek tekrar bize doğru ilerledi. ''Bu ne böyle ya peşimizden ayrılmıyor, ben bu köpeği sevmedim.'' diye yakındım. ''Ben de hiç sevmemiştim.'' Aklımda yankılanan sese hazırlıksız olduğum için aflalarken, Atlas köpeğin önüne ilerleyip onunla ilgilenmek için yanımdan ayrıldı. Vaha'nın şu an beni duyduğunu unutmuş gibi kafamı yere eğdim. ''B...bu ayak izleri...'' kayanın hemen ucunda bir çift bot izi vardı. Ayakkabı izlerini gördüğümde midemin kasıldığını hissettim. Başıma can yakıcı bir ağrı saplandı. Acıyla inlerken ayağa kalkmak için yöneldim ama öyle şiddetli bir ağrı saplanmıştı ki iki büklüm olmuştum. ''Mabel?'' Atlas köpeği bırakıp bana doğru ilerlerken etrafı görüş alanım küçülmeye başladı. Git gide bedenim zayıf düşerken hissettiğim sıcaklıkla montumun önünü açmak için elimi uzattım. ''Ş..şimdi değil.'' Hayır, Vaha diretmemeliydi. Şimdi değildi, Atlas'ın yanında olmazdı. ''Hey! İyi misin?'' Atlas bana yaklaşırken gözümün karardığını, ayağımın altındaki toprağın kaydığını hissettim. Yere yığılmadan önce tek hissettiğim Atlas'ın belime dolanan kolları, tek duyduğumda aklımda Vaha'nın sesiydi. '' Sen daha da bozmadan işleri yoluna koysam iyi olacak.'' 11.Bölüm burada bitmiştir.. Umarım beğenmişsinizdir. En sevdiğiniz yer neresi oldu? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere sizleri öpüyor, ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum...
|
0% |