Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@byzloey

V A H A

(...10.55...)

Bedenim ateşti, zihnim ise ateş parçaları.

Elimde ki kan belki de bu yüzden akışkandı, bedenim öylesine sıcak... Öfkem öylesine bir ateşti ki. Etrafımda ki her şey buhardan ve sıvıdan ibaretti. Ben istemedikçe hiç bir yer soğuk, hiç bir şey katı olmazdı.

Şimdi de Mabel'in bozmaya çalıştığı şeyleri işler kötüye gitmeden düzeltmek gerekliydi. Etrafımı saran soğuğu, ateşimle cehenneme çevirmeliydim. Tabi önce diğer kişiliğimin gönlünü almam gerekliydi. O benim kurtuluş biletim, Cehennemden Cennete geçmek için ilk ve son biletimdi.

Göz kapaklarımı ağır ağır açıp bedenimde ki ellere yüzümü çevirdim. Biri beni mi taşıyordu? Rüzgarın tatlı esintisini vücudumun bu kadar her yerinde hissetmemin başka bir sebebi olamazdı sanki.

Kaşlarım bu ihtimalle çatıldı, gözlerimi ağrıya rağmen açtım. Birinin boynuna dolanan kollarımı çektim, başımı yasladığım omuzundan kaldırdım. ''Mabel. İyi misin?''

Bu karşımdaki çocuk... Tanıdık geliyordu ama nereden tanıdık geliyordu hatırlayamıyordum. ''Evet. İndir beni.'' duraksadı, belli belirsiz kaşlarını çatsa da dediğimi ikiletmeden beni yere nazikçe bıraktı. Bu mavi gözler, esmer ten ve siyah saçlar.... Bana bir yerden tanıdık geliyordu.

Hatırla Vaha, hatırla.

''İyi olduğuna emin misin? Bir anda öyle yığıldın çok korktum.'' Yüzünü gözlerimi kısıp dikkatle inceledim, şimdi anımsıyordum. Bu çocuk Atlas olmalıydı, Mabel'in günlüğüne ara ara yazdığı ve platonik olduğu çocuktu.

Elini kaldırıp önümde salladığında yalandan güldüm, Mabel'in taklidini yapmak benim için çocuk oyuncağıydı ama onu taklit etmek kendimi öldürme aşamasına gelmemi sağlıyordu.

''Ah! Evet harikayım. Sadece bu aralar yemeden içmeden kesildim malum, arkadaşım kayıp.'' Bana anlayışla kafa sallayıp ''Su falan alalım mı?'' diye sordu büyük bir ilgiyle.

Böyle erkekleri görünce gerçekten kusasım geliyordu, sen fazla mı düşüncelisin yoksa kız tavlayana kadar evlenmelik çocuk pozları mı sergiliyorsun delikanlı?

''Sağol, çok iyisin ama gerek yok.'' Yalandan bir kez daha gülümsedim. Önce senin mayanı bir öğrenelim, eğer göründüğün gibi değilsen, bir sonraki avım sensin yakışıklı.

''Peki, bence diğer yere bakmaya gerek yok. Eve gidelim dinlen sen.'' Mabel'in bileğine taktığı saate göz atıp dudaklarımı ısırdım. ''Bir şey söylersem yanlış anlar mısın beni?''

Sanki anlasa çok umurumda ama.... Ah Mabel, elimi kolumu nasıl güzel bağlıyorsun ama.

''Hayır, söyle.'' kıvırcık saçlarımı arkaya atıp Atlas'a bir adım daha yaklaştım, dirseğimi hafif kırıp omuzuna koydum. ''Ben bu aralar dediğim gibi pek kendimde değilim. Kafa dağıtmak istiyorum, akşam bir yerlere gitsek beraber. Böyle bir gece de olsa tüm dertlerimi unutmak rahatlamak, eğlenmek istiyorum. Erkeksiz de gitmek pek güvenli değil malum.''

Ben ve bir erkeğe ihtiyaç duymak, Mabel.... Gerçekten çok zayıfsın küçüğüm.

''Bara falan mı gidelim diyorsun?'' Gözleri kısıldı, yüzünden afalladığı açık ara belli oluyordu. Bunu Mabel'den beklemediği aşikardı . Ama bilmediği bir şey vardı ki, Ben Mabel değildim.

''P..peki. Benim yeni keşfettiğim mekana gidebiliriz. Zaten pek mekan bilmiyorum, çocukların götürdüğü yeri biliyorum sadece. Bir gece eğlenmek iyi gelir diyorsan....''

Bir süre düşünceli şekilde çenesini sıvazladı, dudaklarımı ısırıp devamını bekledim, kafasını sağa sola salladı. ''Sen bugün dinlen, bir kaç gün sonra gidelim. Bugün pek iyi değildin bence.'' ah canım, pek de düşünceli. Aman ne etkilendim!

''Ben sabahtan beri bir şey yemediğim için öyle gözüm karardı. Şimdi eve gider yerim bir şeyler, akşam da buluşuruz. Hem diğer günler Rüveyda'yı aramaya devam edeceğim.'' söylediklerimin doğruluğunu ölçmek istercesine yüzümü inceledi. Hafif hüzünlü, dudak büzmüş ve istekli Mabel kimliğine bürünüp ona baktım. Hadi ama.... bu halime kime dayanamaz!

''Peki madem, akşam yedi sekiz gibi alırım seni.'' Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. ''O zaman şahane, eve gidelim ama gitmeden benim bir yere uğramam gerekiyor.'' durağa doğru beraber yürümeye başlarken aklıma Mabel'in biten günlüğü gelmişti. Onun gönlünü almam gerekiyordu, yeni tanışmış onu ikinci kez kanlı bir beden içinde bırakmıştım. Onun gibi bir kız için bu oldukça korkutucuydu. Kendimi affettirmem gerekiyordu, yoksa benim yerime İdil manyağına kaçacak beni daha çok bastıracaktı.

Önce biten günlüğünün yerine yenisini alacak, sonra platonik olup bir türlü etkilemeyi beceremediği çocuğu etkileyecektim. Sonrasında ise çözüm bulduğum Rüveyda işini sonuca bağlayacak ona cömertliğimi ve sevgimi gösterecektim. O bana sığınan küçük bir kızdı, eğer bir kabahat işliyorsam misliyle bunu telafi ettiğimi bilmesi, görmesi gerekliydi. Hem bana güvenmesi için, hem de beni sevmesi için bu gerekliydi.

''Nereye uğrayacaksın?'' dedi merakla bana dönerken, ona bakmak yerine önüme bakmaya devam edip sanki aklım başka yerdeymiş gibi ''Günlük almam gerekiyor. Bitti de.'' diye mırıldandım. İlgisizlik ve öz güven her erkeğin dikkatini çekerdi, özellikle de Atlas gibi bir çocuğun dikkatini her şeyden soyutlardı.

''Anladım, nerede inelim o zaman?'' bu çocuğun masumluğuna ve ilgisine yere yatarak gülesim geliyordu. Ah annem, köpek gibi peşimde mi gezeceksin böyle sen?

''Sen eve geç direk, ben evin yakınında ki kitapçıdan güzel bir ajanda bulur alırım. Zahmet olmasın sana.'' Atlas ceketinin önünü soğuktan üşüdüğünü belli edercesine aceleyle kapattı, soğuktan kızarmış ellerini cebine yerleştirirken ''Peki.'' diye mırıldandı.

Onun aksine hiç üşümeyen ben ise ona nispet yapar gibi önümü açtım, ellerimi gayet dışarda bırakarak rahatça yürümeye başladım. Bu çocukla oldukça eğleneceğimi düşünüyordum. Yaşça benden oldukça küçüktü ama bunu kendim için değil Mabel için yapıyordum.

''Sen, üşümüyor musun?'' Kafamı sağa sola salladım, durağa yanaştığımızda ''Gelirken üşüyordun?'' diye sordu. Cevabım onu şaşırtmış olmalıydı, Mabel genelde soğuk olurdu. Bu onun oldu olası değişmeyen ısısıydı, benim aksime o hep üşürdü. ''Bayılıp ayılınca sıcak basmış olmalı. İçim fokur fokur yanıyor.'' bana adlandıramadığım değişik bir bakış atıp önüne döndü. Hafifçe kafasını salladı ardından kafasını yere eğerek çizgilere basmamaya özen gösteren adımlar atmaya başladı. Mabel olsa ne yapardı?

Tabi ki de çocuklaşıp o da çizgiye basmamak için uğraşırdı, hatta muhtemelen kanguru gibi zıplardı. Bunu yapmam gerekir miydi? Bence bakışlarının değişmesi pek de Mabel olamadığımı belli ediyordu. Olamamak değildi, olmak istememekti aslında. Yapmasam bence çok da bir şey olmazdı.

Ah kimi kandırıyorum! Mabel ol Vaha, Mabel gibi davran.

Önümde ki çizgiye basmadan Mabel gibi zıpladım, Atlas yüzünü bana doğru çevirip tebessüm etti. Göz ucuyla onu izliyor bir yandan çizgilere dikkat ediyordum. Durağa gelene kadar takıntılı gibi çizgilere basmadan yürüdük, hatta zıpladık.

Durağa geldiğimizde durağın kenarına yaslandım, gözüm otobüsün geleceği yola doğru odaklanmıştı. ''Oturmuyorsun.'' dedi imalı bir sesle. Ah evet, Mabel hep otururdu.

''Bu kez ayakta kalayım.'' Sonuçta beni tanımayan biri için tamamen Mabel olmama gerek yoktu. Kimse için kendimden taviz falan vermeyecektim. Hatta bu gece kendim olarak Mabel'in yerine geçecektim. Mabel olarak Atlas'ı etkileme imkanım gök yüzünden uzaylıların inip dünyaya yerleşme ihtimali kadar düşüktü çünkü.

Atlas sessizce oturağa oturdu ve derin bir nefesi kocaman bir buhar oluşacak şekilde havaya bıraktı. ''Sen mi sıcakladın, hava mı o kadar soğudu?'' dedim sırıtarak. Atlas yola çevirdiği yüzünü bana döndü, kirpiklerini art arda kırpıştırıp gözlerini kıstı. Ben alayla gülene kadar ciddi yüzü bozulmamıştı ama ben güldüğümde o da gülerek ''Sanırım ikisi de.'' diye mırıldandı.

Uzaktan gelen otobüse kafamı eğerek baktım, sanırım bu otobüs Mabel'in evinin oradan geçiyordu. ''Geldi.'' dedim cebimden kartı çıkarırken. Mabel'in annesine biraz damardan girerek ona araba aldırsam güzel olacaktı.

Mabel'in on sekiz olmasına daha vardı ama araba hazırda dursa fena olmazdı, en azından Mabel'in yerine ben kullanırdım.

Atlas cebinden kartı çıkarırken önden açılan kapıdan binip kartı basarak orta kısma ilerledim. Oturasım yoktu, uyuşuk hissederdim otururken. Ayakta durmak daha iyiydi, bedenimi dinç tutuyordu. Atlas peşimden gelip köşeye yaslandığında içerinin sıcaklığı daha hissedilir oldu. Beni daralttı, montun önünü açmıştım ama ona rağmen üşümek yerine sıcaklıyordum. Bu bedende ki ruh değişikliği oldukça sıkıntılıydı.

Atlas'ın gözleri çekiştirdiğim kazağa kaydı. Gözünden de hiç bir şey kaçmıyordu, gerçekten Mabel bu çocuğa mı bunca yıl platonikti? Ben dakikalar içinde bu dikkatinden ve ilgisinden daralmıştım. Belki de alışkın olmadığım içindi, belki de sevmediğim içindi ya da benlik olmadığı içindi.

Benim daha net bir cevabım var ruhsuz karı, belki de Mabel olmadığın için.

Eh, bu daha mantıklı.

''Sıcakladın mı?'' acaba menopoza giriyorum desem fazla mı garipserdi? Gerçi bu saflıkla ona bunu bile yutturabilirdim. Halbuki menopoza girmeme nereden baksan on beş yılım falan vardı, tabi o da bu vücutta on beş yıl sonra girersem.

''Evet, üşütüyorum sanırım bir fazla üşüyor bir fazla terliyorum.'' Bana anlayışla gülümseyip kafasını aşağı yukarı salladı. ''akşam-''

''Hayır gidiyoruz, lütfen. Ben gayet iyiyim. Kötü olursam söylerim gitmeyiz.'' kesilen sözü yüzünden ağzı açık kaldı, ben de gülümseyerek işaret parmağımı çenesine bastırıp açık ağzını kapattım. ''Sinek kaçmasın.'' diyerek tatlı tatlı gülümsedim.

Atlas'ın kirpikleri art arda kırpıldı. Cebimden Mabel'in telefonunu çıkarıp diğer cebinden kulaklığı çıkardım, kulaklığı oldukça karışıktı. Telefonu cebime koyup kulaklığı çözmeye başladım. Bu kız nasıl bu kadar dağınık ve rahat olabiliyordu hala anlayamıyordum.

Ben onun aksine düzensizliği sevmezdim, sırf beni tanımadığı için kaç kere odasını o şekilde dağınık bırakmıştım aynı onun bıraktığı gibi. Hiç bir şeyi düzeltmeden, değiştirmeden, olduğu gibi, tam bir ruh gibi davranmıştım.

Mabel bir keresinde 'Ölmüş bir ruh tekrar dirilir belki.' demişti belki ölen ruhum bir gün tekrar dirilirdi.

Çözdüğüm kulaklığın tekini kendime takıp tekini Atlas'a uzattım. kafasını sağa sola sallayarak cama yasladı. ''Başım ağrıyor biraz, Köpekler yüzünden olmalı. Ben biraz kestireyim bu kez inmeye yakın sen haber ver.'' Kafamı aşağı yukarı sallayıp kulaklığın diğer tekini de takıp diğer ucunu telefona taktım.

Telefondan yine Mabel'in aksine hareketli ve bana kendimi güçlü hissettiren şarkılardan açtım. Hatta Spotify listesinde Vaha adlı bir liste açıp, beğendiklerimi oraya eklemeye başladım. Böylece müzikleri sürekli aramakla uğraşmazdım.

Listeye aklıma gelen beğendiğim müzikleri ekledikten sonra bende kafamı cama yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım. Belki başka avlarla karşılaşırdım, henüz işini bitirmem gereken çok fazla av vardı. Önce bu şehri temizlemem gerekliydi, ardından yakındakilerle devam edip temizleyebildiğim kadar yeri, tek başıma, elimde aynı bıçakla, kirlenmiş ruhumla temizleyecektim.

Kirlenmiş ruhum ve elimde bir bıçakla...

Ruhum masumun kanıyla yıkandığı için kirli sayılmamalıydı, ama ben bilerek Mabel'in kanını dökmüştüm, ellerine ben kan bulaştırmıştım. Ruhum lanetlenmişti bir kere, bu kirden ne yağmur temizlerdi beni ne de başka bir el.

Ancak başka kirleri, elimde ki bıçak çok güzel temizlerdi. Kirlenmiş diğer ruhları çok güzel temizlerdi, bu dünyayı çok güzel temizlerdi.

Gelecek için güzel bir dünya bırakmak için, kız çocuklarının artık korkup öldüğü günler yerine özgürce yaşayabildiği bir yer oluşturmak için temizlerdi.

Zaten ruhu kirlenmiş biri için temizlenmek mümkün değildi, her hayatını kurtardığım kadın beni temizliyordu. Belki öldürdüğüm bir kaç erkek sayesinde, öldürdüğüm erkek sayısından daha çok kadın kurtulmuştu.

Bu ihtimali bilmek bile bana yeterdi, bana tüm ihtimaller yeterdi. Çünkü ufacık bir ihtimal bile gerekli uğraşla gerçekleşebilirdi. Benim için ise uğraşa bile gerek yoktu, bir şeyi istediğimde tüm engeller önümden kalkardı.

Duy bunu Mabel. Ben bir şeyi istersem, tüm engeller önümden kalkar.

Gözümü pencereden çekip durakları gösteren ekrana çevirdim. Çok uzaklaşmak istemiyordum çünkü geldiğimiz yolu geri dönecektim. Orta mesafeye gelince kulaklığı kulağımdan çıkarıp Atlas'ı dürtükledim.

''Atlas.'' gözlerini aralayınca, kafasını hafifçe 'Ne oldu?' der gibi salladı. ''Ben iniyorum, kitapçım burada.'' kafasını bu kez aşağı yukarı salladı, konuşmadı. ''Görüşürüz.'' diye mırıldanıp dur düğmesine bastım. Yine kafa sallayarak cevap verdi ve uykusuna devam etti. Otobüs ve sıcak insanın uykusunu getiriyordu, en azından bir çok insanda bunu gözlemlemiştim.

Ben uykunun bastırdığını sadece Mabel çıkmak için zorladığında hissediyordum. Açılan kapıdan inip iner inmez montu çıkarıp kolumun arasına sıkıştırarak çıkardığım kulaklıkları geri taktim. İleri de bir kitapçı olduğunu biliyordum, güzel ajandaların yanında güzel kitaplar da satıyordu. Mabel'in önceki ajandasına benzer de bir çok ajandası vardı.

Rüveyda'ya buradan kitaplar alıp götürmüştüm, o yüzden kitapçı beni tanıyordu. Kulağımda ki müziğe ritim tutarak kitapçıya kadar yürüdüm. Herkes bana deliymişim gibi baksa da onlara ters bir bakış atıp yürümeye devam ettim. Acaba haberlerde ki katil olduğumu bilselerdi de böyle bakarlar mıydı, yoksa tabanları yağlarlar mıydı?

Önüne geldiğim kitapçının kapısını açtım, içeride ki sıcaklık anında bedenimi karşılarken müziğin sesini kıstım ve kitapçıya başımla selam vererek ajandaların olduğu yere ilerledim. Mabel'in günlüğü Maviydi, Ne açık ne koyuydu, defterinin içinde kenarlarında işlenmiş süsler vardı. Elimi deri ajandalara atıp Mabelinkine göre bir tık koyu olan defteri aldım, içi çizgisizdi kenarları da düz kareydi. Beğenmemiştim, Mabel'in defterine o kadar da benzemiyordu.

Defteri bırakıp elimi diğerlerinde gezdirdim, bir tanesi araya sıkışmış dikkatimi çekmişti. Onu çıkarıp defterin iki tarafına baktım, deri değildi ama mukavva kadar sert bir dışı vardı. Önü beyaz arka tarafı siyah bir defterdi. ''Tam bizi yansıtmıyor mu?'' diye mırıldandım sırıtırken.

İçini açtığımda tam Mabel'in defteri gibi kenarlarının desenli olduğunu gördüm, tek fark rengi ve çizgisiz olmasıydı ama ben beğeneceğini düşünmüştüm. Defterin önünde 'Maybe One Day.' parlak bir metal gri kalemle yazılmış etrafına desenler çizilmişti.

Fiyatına bakmadan aldım, kasaya doğru ilerledim. Mabel'in kartında annesinin her ay yatırdığı ve birikmiş olan bir para vardı. ''Hoş geldin kızım. Nasılsın?'' Gülümseyerek defteri kitapçıya uzattım. Yaşını almış bir amcaydı, saçları uzun koyu griydi. Gözleri siyaha dönüktü, yanaklarında kocaman gamzeleri vardı. Her zaman boynuna astığı gözlüğü vardı.

Buraya Rüveyda'dan önce de gelmiştim, o zamanlar sohbetimiz yoktu. Rüveyda için geldiğimde ise tanışmış birbirimizle bir kaç kez sohbet etmiştik.

''Hoş buldum. Siz nasılsınız?'' Defterin fiyatını cihaza geçip bana çevirirken telefonun kılıfından kartı çıkarıp cihaza okuttum. ''İş güç nasıl olsun.'' Gülümseyerek kartı tekrar kılıfa koydum. Uzattığı poşeti alıp ''Kolay gelsin.'' diye mırıldandım.

Başıyla bana selam verip diğer müşteriye döndüğünde cam kapıdan çıkıp geldiğimiz yolu dönmek için hızlı adımlarla yola çıkıp önümden geçen taksiciyi durdurdum. Son anda durmuştu, ön koltuğa binip camı anında açtım. Bir de içerinin sıcaklığında durabileceğimi sanmıyordum.

''Emirgan, demir kapı da bırakın.'' Taksici genç kafasını aşağı yukarı sallayıp sürmeye devam ederken ''Hemen ablam.'' diye mırıldandı. Mabel'in arka cebine sıkıştırdığı yüzlüğü çıkardım, Kulaklıktan hala müzik geldiğini duyunca kulaklığı çıkarıp özenle sardım ve arka cebime koydum. Trafik olmadığı için hızlı geldiğimiz yolda inmeden taksiciye fazlasıyla parayı uzatıp ''üstü kalsın.'' diyerek taksiden indim.

Kolumun arasından kayan montu tekrar düzgünce tutup karşıya geçtim. Rüveyda evine kavuşacağı için oldukça mutlu olacaktı. Köpek sesleri şimdiden gelmeye başlıyordu, araziye yaklaşırken etrafımı milyon kere inceledim. Gündüz Atlas ile Mabel buraya geldiği için her hangi bir görüntüde ya da şüphe de arkadaşımı arıyordum diyebileceğim için rahattım.

Hızlı adımlarla araziye girdim, üzerime gelen köpeği istemeden de olsa biraz severek ona istediği ilgiyi verdim. Başka türlü saldırganlaşıyorlardı, gündüz Atlas'a saldırmadıklarına göre o da onlara istediği ilgiyi vermiş olmalıydı. ''Tamam yeter bu kadar.'' ellerimi köpeğin üzerinden çekip üzerimde silkeledim ve gri kapıya ilerledim.

Henüz daha öğlen saatleriydi, Rüveyda işini çözüp eve gitmem hazırlanmam gerekiyordu. Akşam için oldukça çekici görünmeliydim.

önüne vardığım gri kapıyı aralayıp aradan girdim ve hızlı adımlarla alt katın merdivenlerine ilerledim. Demirlerin arkasında ki kapıda Rüveyda vardı.

Elimde ki ajandayı sıkı tutup hızlıca merdivenlerden inip demirlerin arasından eğilip zıplayarak geçtim. Karanlık kısma geldiğimde kilit parladı, demirin içine sıkıştırdığım küçük anahtarı alıp kilidi açarak içeri girdim. Kapıyı beraber çıkacağımız için aralık bırakıp Rüveyda'nın bir kaç adım ötede kalan kapısının önüne geldim ve kapıyı gürültülü bir şekilde açtım. Kapıdan çıkan gürültüyle bakışları bana döndü, yerde oturmuş battaniyelere sarılmış ve ısıtıcıyı açmış şekilde kitap okuyordu. Üzerini de değiştirmiş görünüyordu. Biraz olsun rahatlamış olduğuna sevinerek kapıya yaslandım ve kollarımı birbirine doladım.

''Artık tahliye olmak ister misin?'' Kitabı yere bırakıp kaşlarını çattı. ''Bir yol mu buldun?''

''Eh, biraz kötü bir yol ama diğer yolları uygulayamam Mabel'e zarar vermeden onu çıkaracağım dedim çünkü.'' Rüveyda üzerinde ki battaniyeleri kenara itekleyip yavaşça ayaklanırken ''Ne şartın var?'' diye mırıldandı.

Akıllı kızdı, açık söylemek gerekirse tek sevdiğim huyu da buydu. ''Seni çıkaracağım. Söz verdiğin gibi hiç kimseye bir şey söylemeyeceksin. Tabi diyorsan ki ben annemi babamı, kardeşimi sevmiyorum onları öldürebilirsin. O zaman başka tabi.'' Rüveyda'nın kaşları git gide çatılırken ''Sen kadınları öldürmezsin. Buna kalıbımı basarım.'' diye tısladı. Beni yakalamış olmasına hiç bozulmadan daha geniş bir gülümseme yaydım dudaklarıma. ''Peki yakaladın beni, annene dokunmam ama hala bir baban ve kardeşin var.'' bu sözlerim onu sinirlendirmişti, çenesi kasıldı. Dişlerini sıkmış, ellerini yumruk yapmıştı.

''Sen...''

''Hadi ama! kızma bana. Benimde Kendimi garantiye almam gerek. Sustuğun sürece ikisine de bir şey olmayacak. Hem arkadaşını da korumuş olacaksın. Arkadaşın, kardeşin ve baban. Bak bir taşla üç kuş. Bereketli taşmış.'' Alayla kurduğum cümle karşısında kendini sakinleştirmek istiyor olmalı ki gözlerini yumdu ve yumruklarını gevşetti. ''Mabel'e bana zarar vermeyeceğini söylemişsin. Bu da bir zarar.''

''Çıkana kadar vermeyeceğimi söyledim. Çıktıktan sonrası için demedim.'' derin bir nefes alıp kenara katladığı formalarını tek avucuna sıkıştırdı ve ısıtıcının fişini çekip önüme hızlı adımlarla geldi. ''Adi bir sürtüksün.''

''Ah lütfen, bu kadar nazik olma.'' bana omuz atarak aralık kapıdan geçti. Dudaklarım yana doğru kıvrılırken her şeyi olduğu gibi bırakarak arkasından yürümeye başladım.

''Polisler seni ifadeye alacak, ne diyeceksin?'' Demirlerden eğilerek geçip merdivende ona yetiştim, hala ellerini yumruk yapmış yürüyordu. ''Adi bir sürtüğün beni tehtit ettiğini.'' kıkırdadım, karşısında bir katilin olduğunu bilerek bu kadar rahat konuşabiliyordu, ama ufacık bir hareketimde korkudan titreyeceğine emindim.

''Polislere seni ayık tutmadığını söyle, yüzünü göremedim bilincim yerinde değildi. Bana hayatta kalacağım kadar yemek verdi ve sürekli uyuttu de. Eğer yüzünü görmedin mi ya da başka bir şey dikkatini çekmedi mi diye sorarlarsa o kadar ilaç aldım ki gördüysem de hatırlamıyorum diye cevap ver.'' Rüveyda duraksayıp bana döndü ve kaşlarını kaldırdı. ''İstersen ben direk cinayetlerini üstleneyim.'' bunu beklemediğim için boş malikanede gür bir kahkaha attım. ''Aslında çok mantıklı, ama yakalanırsam yaparsın şimdi gerek yok.''

Adımlarımı hızlandırıp demir kapıyı açacağım sırada Rüveyda durdu, gözleri irileşti ve fıldır fıldır etrafta dolaştı. Dışarıdan gelen köpek sesleri benim sırıtmama sebep olurken, Rüveyda'nın titremesine sebep olmuştu. ''B..başka çıkış yok mu?''

''Yok valla, yolun sonuna geldin.'' kapıdan önden çıkacağım sırada atlarcasına koluma yapıştı. Ben ona kaşlarımı kaldırıp bakarken, o bana bakmadan korkuyla etrafa bakıyordu. ''Ne oldu? Adi bir sürtüğün kolu köpeklerden daha mı cazip geldi?''

"Denize düşen yılana sarılır ." Mırıldanarak yürüyünce önüme dönüp arazinin çıkışına doğru ilerledim. Rüveyda sırtımdan ayrı, kolumdan ayrı çekiştiriyordu. Bu artık sinir bozucu olmuştu.

''Sırtıma alayım istersen?'' dedim sırtımdaki elini çekmeye çalışırken. Fark etmese de tırnaklarını geçiriyordu. ''O elini iki saniyede çekmezsen atarım seni köpeklerin önüne.'' diye tısladım kanattığı sırtıma karşılık, o kanatsa da Mabel bunu benden bilecekti.

Bu risk düzeyi yüksek planım içimi huzursuz etse de başka bir çözüm bulamamıştım. Diğer her şey zararlıydı ve zarar vermeyeceğimi başta söylemiştim.

Bende söz senetti. Söz verip yapmadığım hiç bir şey yoktu, olmamıştı da.

Araziden çıktığımızda Rüveyda tırnaklarını üzerimden tamamen çekti, yoldan geçen taksi var mı diye bakındım ama yoktu. Rüveyda ile her hangi bir konuşma yapmadan durağa doğru ilerlerken ''Mabel peki, ona ne söyleyeceğim?'' diye sordu aramızda ki sessizliği bölerek.

''Olanı.''

Kafasını aşağı yukarı sallayıp geldiğimiz durağa yaslandı ve boynunu ovaladı. Kaç gündür perişan olmuştu, şimdi gideceği evin rahatlığı ona cennet gibi gelecekti. Bu duyguyu çok iyi biliyor, her gece tadıyordum.

''Kadın cinayetlerine karşı seri katilliğin ne zaman başladı?'' etrafta kimsenin olmadığını bildiğim için rahatlıkla oturaklara oturup bacak bacak üstüne attım. ''Mabel'i kurtardığımda. Mabel beni var ettiğinde başladı. Bunu anlatırsa o anlatır. Çünkü onun olan her şey benim olduğu gibi, benim olan her şey de onun. '' kafasını belli belirsiz sallayıp yüzünü yere eğdi ve yağlanmış saçını yırtarcasına kaşıdı. Şu an içinden 'Bitlenmesem bari.' dediğine emindim.

Sırıttım, Rüveyda yüzünü kaldırıp yola göz attıktan sonra elini saçından çekip yola doğru sevinçle savurdu. ''Evini o kadar çok mu özledin?'' dedim ayağa kalkıp cebimden parayı çıkarırken. ''Hayır, bir an önce senden kurtulmak istiyorum. En azından toprak altını boylamadan.'' dolmuşa binerken arkasından gülerek binip parayı şoföre uzattım.

Günlerdir gördüğü muameleden sonra çıkmasına güvenerek hıncını çıkarıyordu, umurumda değildi. Benim için bir değeri yoktu, hassas noktamı içermiyordu.

Rüveyda benden uzağa en arkaya otururken önde kalarak demirden tutundum.

Bu gece işime ara verip diğer yarımın hayatında bir kaç dokunuş yapmam gerekliydi. Neyse ki kendi tarzımda bir çok kıyafet ve ayakkabı daha önce almıştım. Mabel gibi giyinmek fazla... fazla kötüydü.

En azından benim için, yirmilerinde olan bir genç ile henüz ergenliğini yaşayan bir çocuğun tarzı ne kadar zıtsa bizim tarzımız da o kadar zıttı.

Bileğimden tekrar saati kontrol edip Rüveyda'ya bir göz attım. Hala saçını ve vücudunu kaşıyordu, günlerdir yıkanmamanın sıkıntısını şimdi daha görülür çekiyor gibiydi.

Dolmuştan dışarıya nerede olduğumuzu görmek için bir göz attım, hava fazla soğuk görünüyordu. Herkes sıkı sıkı montuna sarılmış hızlı adımlarla yürüyorlardı. İnsanların bu haline sırıttım, ineceğim yere yaklaşıyorduk. Kulağıma adım sesleri geldiğinde yüzümü hafif çevirdim, Rüveyda yanıma gelmişti. ''Şey... Mabel'i ne zaman görebilirim? Ne zaman yanına gelirsem o olur?'' elimi demirden çekip tamamen Rüveyda'ya döndüm ve sırtımı tutunduğum demire yasladım. Fısıltıyla konuşuyordu ama sesli konuşsa da kimsenin bir şey anlamayacağından adım kadar emindim.

''Dur hemen arayıp sorayım. Mmm Mabel, ne zaman ortaya çıkarsın acaba?'' sanki ondan cevap bekliyor gibi etrafa bakınıp Rüveyda'ya çevirdim bakışlarımı ve alayla güldüm. ''Ben ne zaman izin verirsem o zaman çıkarmış.''

Rüveyda'nın yüzü gözle görülür şekilde düşmüş ve gerilmişti. Sanırım cesareti şu an mola vermiş yerini korkuya bırakmıştı.

''Yarın gelirsen görürsün, bu gece bu beden bana lazım. MÜSAİT BİR YERDE!'' Rüveyda'ya yandan bir gülüş bırakıp elimde ki montu onun eline tıkıştırdım ve açılan dolmuş kapısından indim. Montu yeterince elimde taşımıştım, ayrıca ben üşümüyordum. O ise dolmuşa binene kadar titremişti, dolmuşta ise çok bir sıcaklık hissettiğini sanmıyordum.

İndiğim yoldan sola eve doğru döndüm. Bileğime tekrar göz atıp saati kontrol ettim, oldukça rahat hazırlanabileceğim bir sürem vardı. O süre içinde Mabel'in dağınıklıklarını bile toplayabilirdim. Eve yaklaştığımda annesine bıraktığı anahtarı saksılıktan çıkarıp bahçeye giriş yaptım. Bu bile oldukça saf bir davranıştı, öyle anneye bir de anahtar bırakıyordu. Üstelik başkasının bulacağı bir yerde, bir gün eve hırsız falan girerse asla şaşırmazdım.

''Dua et benim gibi bir yarın var.'' diye mırıldandım kapıyı açarken, içeriden takır takır sesler geliyordu. Muhtemelen alkolik annesi ayaklanmıştı.

''Mabel!'' diye bağırdı tahminimce mutfaktan. Ses tonu bile değişik bir kadındı. ''Buyur.'' dedim memnuniyetsiz şekilde. Mabel'in davranamadığı hak ettiği davranışı benden görecekti. Sonuçta işleri düzeltmek için şu an Vaha yerine Mabel olmuştum.

''Ağrı kesiciler nerede? Başım çatlıyor.'' mutfağın kapısına yaslanıp tek kaşımı kaldırdım. ''Tüh bitmiş, sen yine alkol al istersen yarına kadar ağrı falan hatırlamazsın. Ben sana yarın gelirken alırım.'' bana ciddi miyim diye duraksayıp döndü ve yüzümü ciddiyetle süzdü. Böyle bir cevap beklemiyordu, çünkü Mabel asla böyle bir şey söylemez muhtemelen hemen alıp gelirdi. ''Komik miydi bu Mabel? Başım zonkluyor, evde yoksa eczaneye uğra al.'' alkolden kaynaklı oluşan asabiliğini gram umursamadan yaslandığım kapıdan çekildim ve arkamı dönüp derin bir nefes bıraktım.

''Alamam, akşama randevum var. Hazırlanmam gerek.'' merdivenlerden çıkıp bana bağırmasını duymazdan gelerek kapıyı sertçe kapattım. ''Az iç de kendine uşak tut, paçoz.''

Yine oda dağınıktı ve havasızlıktan ağır bir koku sarmıştı tüm odayı. Pencereyi sonuna kadar açıp elimde ki defteri baş ucundaki defterinin hemen üzerine bıraktım, bu gece sonunda ona da güzel bir yazı, Mabel'e güzel bir not bırakacaktım.

Yeni hayatının ilk sayfasını benimle yapması bence gayet mükemmel bir başlangıç olacaktı.

Boydan aynanın karşısına geçip kendimi süzdüm, Mabel gerçekten güzel ve etkileyici bir vücuda sahipti.

''Bu kadar güzel bir yüze ve bedene sahip olup bunu kullanmayı bilmemek. Gerçekten kendini harcıyorsun, bende kurunun yanında yanan yaş oluyorum.'' Üzerimdekileri çıkarıp kapıya doğru fırlattım. Bunlar kirliye gidecekti, dolabı açıp Mabel'in giymekten vazgeçerek fırlattığı siyah kıyafetleri katlayarak dolapta ki bozulan yerleri toparladım. Dolabın en arka kısmına bıraktığım kendi kıyafetlerimi alıp içlerinden hangisinin bu geceye uygun olduğunu tartarak içlerinden en ateşlilerini çıkardım.

Siyah deri dar bir pantolon, üstüne deri bir göbeği omuzu açık dar bluz ve altına giyilen fileli hafif uzun bir bluz daha. Altına da siyah bir bot görünümlü, ucu sivri topuklu giyersem bu iş tamamdı. Ayırdığım kıyafetleri kenara masanın üzerine bırakıp her tarafa dağılmış kitapları yerden topladım. Ders için olanları üst üste masasının üzerine dizip diğerlerini rastgele üst üste dizerek çaprazlama kenara yerleştirdim. Şimdi sadece dağılmış bir yatak ve kirli olan kıyafetler, çoraplar vardı.

Yerdekileri kapının önüne fırlatıp yatağı toparladım, bu kız gerçekten fazla dağınıktı. Makyaj masasına ilerlediğimde çekmeceden düzleştiricisini çıkarıp prize taktım, düzleştirici ısınırken makyaj masasını toplayıp sadece kullanacağım malzemeleri organizerden çıkarıp önüme bırakarak banyoya ilerleyip saç kremi ve tarağı alıp döndüm. Saçın yarısını arkadan toplayıp ön kısımları taradıktan sonra ısınan düzleştiriciyi alıp ön kısımları düzleştirmeye başladım. Önce saçı düzleştirip hazırlanacak ardından saçımın üzerinden bir kat daha geçecektim.

Bu gece abartı olmayan koyu bir makyaj yapacaktım. Gri dumanlı bir göz makyajı, uzun bir eyeliner ve dudaklara mat bordo bir ruj gayet yeterliydi. Saçımın ön tarafını bitirdikten sonra arka tarafı açıp düzleştirmeye başladım. Gözüm tekrar bileğimde ki saate kaydı, zamanın çoğu odayı toplarken geçmişti bile, Mabel'in annesinden ses gelmediğine göre ilaç almaya kendi gitmiş olmalıydı. Sözde kızını seviyordu, hastanede yanındaydı ama ufacık sözde yine kaçmıştı, korkak.

Saçımı düzleştirmem bittikten sonra prizden çıkarıp tarakla bir kat üzerinden geçtim. Saçlarım belime kadar gelmişti, kıvırcıktan kat kat daha çok yakışıyordu. Saçımı arkadan genişçe bağlayıp yüzüme önce baz sonra fondöten sürdüm. Ardından kapatıcı bronzer ve allık sürüp pudrayla üzerinden geçtim. Yüz hatlarım bitince göz makyajıma başlayıp abartmadan ama gözü çekici kılarak dumanlı makyaj yapıp uzun bir eyeliner çektim. Ardından kirpiklerimi uzunca kaldırıp güzel bir göz makyajı elde edince malzemeleri yere bırakarak bordo ruju dudaklarıma güzelce sürdüm ve dudaklarımı birbirine sürttüm.

Evet oldukça muazzam görünüyordum. Mabel'in aksi olan bu halimi gören herkes Mabel olmadığımı anlardı. 'Kızım ne olmuş sana.'

'içine ne girmiş senin.' duyabileceği kadar fark etmişti. Üzerime deri kıyafetlerimi geçirip gizlediğim topuklulardan birini aldım ve ayaklarıma geçirdim.

Saat yediyi biraz geçmişti, telefonu Atlas'ı aramak için elime alacağım sırada on beş dakika önce bir kaç kere aradığını görüp gülümsedim. Demek ki beklemeyecektim, zaten beklemeyi pek sevmezdim. Mabel yüzünden bekleme konusunda tam bir usta olsam da, beklemekten nefret ettirmişti.

Atlas'ı arayıp telefonu kulağıma götürürken çekmeceden üzerime uygun yüzük ve küpe bakındım. Gümüş ince eklem yüzükleri, halka büyük bir gümüş küpe oldukça yeterliydi.

''Mabel, hazır mısın?'' Telefonu hoparlöre alıp küpelerimi takarken ''Evet hazırım, sen?'' diye sordum. Ardından yüzükleri parmağıma geçirip telefonu hoparlörden çıkardım. ''çoktan hazırlandım. Aşağıda bekliyorum, seni aradığımda gelmiştim aslında da bakmayınca bekledim.'' Demek dakikalardır aşağıda bekliyorsun, aferin sana çocuk adam.

''Hemen iniyorum.'' telefonu kapatıp Mabel'e ait siyah küçük kadife, askısı zincirli çantaya attım, içine para cüzdan ve anahtarı koyduktan sonra çantayı omuzuma takıp hızlı adımlarla aşağı indim. Ev karanlıktı, ses falan da gelmiyordu.

Demek ki Mabel'in annesi yine onu yalnız bırakmıştı. Mabel ne kadar yalnız kalırsa benim için o kadar iyiydi ama bu ona üzülmediğim anlamına gelmiyordu. Böyle bir hayatı hiç hak etmemişti. Yalnız kalması daha çok bana sığınması ve bana taviz vermesi anlamına geliyordu. Bu başka kadınlar için iyi olsa da başka erkekler ve Mabel için oldukça kötüydü.

Kapıyı sertçe kapatıp bahçe kapısından da hızlı adımlarla çıktım. Atlas siyah bir Skoda Octavia'nın önünde yaslanmış öylece telefona bakıyordu. Bahçe kapısının örtüldüğü için çıkardığı sesle bana döndü. Dudakları önce aralandı, gözleri üzerimde gezindi.

Eh biliyordum, dilini yutacağını. Muhtemelen bu gece için babasının arabasını yürütmüş özellikle hazırlanmıştı. Giydiği siyah kazak ve deri ceketi, öyle gösteriyordu. Saçını özenle yapmış, kaşlarını düzeltmişti. Sabah göründüğünde liseli bir görüntüsü vardı, şu an ise kesinlikle bir üniversite öğrencisi gibi duruyordu. Yanına vardığımda sertçe yutkundu, kafasını süzdüğü bedenimden kaldırdı ve yüzüme özellikle gözlerimle dudaklarıma baktı.

''Böyle üşümeyecek misin?'' üzerime ne bir ceket ne de başka bir şey almıştım. Ben ateşin kendisiyken, nasıl üşüyebilirdim?

''Hayır, şahsen ben bu gece baya alevliyim.'' Atlas dudaklarını yalayıp gözlerini zorlukla üzerimden çekti. ''Bence de..''

Mırıltısının duyduğumda dişlerimi belli edercesine gülsem de duymamış gibi ''Efendim?'' diye sordum. Kafasını sağa sola sallayıp yaslandığı arabadan çekildi. ''Hiç, hiç.'' Boğazını temizleyip yan koltuğunun kapısına ilerledi. Arkasından ilerleyip açtığı kapıdan arabaya bindim. Arabayı kapayıp koşarcasına ön koltuğa bindi.

''Isıtıcıyı açayım.'' diye mırıldanıp arabayı çalıştırırken ''Gerek yok.'' diyerek gülümsedim. Bana hayretle baksa da aldırmadım hatta yüzümü çevirip camı açtım. ''Seni tanımasan şu an yanımda oturanın başka biri olduğunu düşünürdüm.'' dedi alayla. Güldüm, zaten böyle hissetmeni istediğim için hissettin çocuk adam.

''Ne kadardır tanıyorsun ki beni?''

Bakışları yol ile benim aramda gidip geldi. Verecek cevap bulamamış olmalı ki bir kaç dakika arabanın için de sadece rüzgarın sesi duyuldu. Dakikalar sonra ''Haklısın sanırım.'' diye mırıldandı.

Cevap vermeden dışarıyı izlemeye devam ettim. Arabayı fazla hızlı kullanmıyordu ama yavaşta sayılmazdı. ''Yakalanırsak diye korkmuyor musun? Baban kızmayacak mı?'' dedim gram umurumda olmasa da. Sadece eğlenmek istemiştim, belki bile isteye yakalatırdım bile onu, bu da bana bu gecenin eğlencesini verirdi.

''Neden korkacağım ki, on sekizime girdim ben ehliyetim var. Benim doğum günüm yılın başındaydı. Babamın da arabayı aldığımdan haberi var.'' Kafamı belli belirsiz sallayarak dışarıyı izlemeye devam ettim. Trafik neyse ki yoktu, Atlas bara yaklaştığımızda yavaşlayarak park yeri bakındı. Bardan uzak olmayan hatta oldukça yakınında olan yerden biri çıkarken hemen arkasında bekleyip çıkan adamın yerine park etti. Atlas'a şöyle bir bakınca o kadar da kusma isteği getirmiyordu, Mabel sonunda adam akıllı bir zevke sahipsin.

Park ettiği arabadan anahtarı çıkarıp cebine koydu, iner inmez koşar adımlarla gelip kapımı açınca tutması için elimi uzattım. Gülümseyerek uzattığım elimi tuttu ve kapıyı ardımdan kapattı. ''Bu gece, kutlama yapacağız.'' dedim elimi koluna dolarken. Bana doğru yüzünü çevirdi. Bende ona biraz daha yaklaşıp yüzlerimizi birbirine yakın konuma getirdim. '' Ne için?'' dedi gözleri dudaklarımla gözlerim arasında gidip gelirken. ''Rüveyda bulunmuş, Setenay ile konuştum. Şimdi uyuyormuş, annesiyle hasret giderecek. Yarın onu görmeye gideceğiz.'' Kaşları havalanırken dudakları kıvrıldı. ''Bu harika bir haber.''

Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Evet öyle. Yalnız benim yaşım on sekiz değil beni alacaklar mı?'' benim yaşım çok daha büyükte aslında işte...

''Sıkıntı yok, sadece ben isim vereceğim. Kimlik göstermeden geçeceğiz. Bizim çocuklar halletti o işi.'' Sevinçle gülümseyip koluna daha çok sarıldım. Sonunda uzun zaman sonra eğlenecektim. Bu halime sadece gülümsedi ve kapıdaki iki adamın önünde durup yüzünü benden onlara çekerek ''Atlas Demirel.'' diyerek açılan yoldan kolunda benimle yürümeye başladı.

Uzun lacivert bir koridordan ilerledik, şimdiden alkol, ter ve karışık parfüm kokuları burnuma dolmuştu. İçeriden bağırış sesleri boğuk da olsa duyuluyordu, koridorun sonunda iki kadın durmuş kalabalığın toplandığı alanın kapısını açtı. İçeri de öyle ses ve müzik vardı ki kulağımın zarına kadar acıtmıştı.

''Burası güzele benziyor.'' diye mırıldandım. Beğendiğim nadir mekanlardandı, gerçekten özenle tasarlanmış bir yer olduğu belliydi. Duvarlar renk değişiyordu, yuvarlak masalar etraflarında deri koltuklarla döşenmiş orta alan tamamen dans için bom boş bırakılmıştı.

Boş alanın yukarısında balkonda duran bir Dj vardı ve eğlenerek bir yandan alkol kafasına dizerek kafasıyla ritim tutuyor müziği sürekli hareketlendiriyordu. ''Buraya daha önce hiç kızla gelmedim. O Yüzden rica ediyorum yanımdan uzaklaşma. Mümkünse hiç ayrılma.'' Kafamı aşağı yukarı salladıktan sonra duymayacağını bildiğim için kulağına doğru yaklaştım. Yapacağımı anladığı için kafasını eğdi ve dudaklarımı onu ürpertecek şekilde kulaklarına değdirdim. ''Ben bu gece seninle eğlenmek istiyorum, başkasıyla değil.'' geri çekilip Atlas'ın önüne getirdiği deri koltuklardan birine oturup arkama yaslandım. ''Ne içersin?''

''Sen ne içersen.'' diyerek çantamı kenara bıraktım. ''Ağır gelmesin.'' içimden buna kahkaha atmak istesem de şimdi yapmamak için ''Gelmez.'' diyerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Kafasını 'iyi madem.' der gibi sallayıp barmene doğru ilerledi.

Ortam ciddi manada yıkılıyordu, bu kadar hareketli bir yere getireceğine pek ihtimal vermemiştim ama gerçekten güzel yer seçmişti. Çoğu kızlar neredeyse sadece iç çamaşırlarıyla gelmişti, story çekiyor deli deli bağırıyorlardı. Yüzümü ekşitip piste döndüm. Dans edenler oldukça eğleniyor görünüyorlardı.

Ben etrafı incelerken önüme konan absent ile kafamı kaldırdım. Absent Türkiye!de yasak olan bir içkiydi. Ardından iki bardak cin masaya kondu. Üç alkol mu?

''Yeşil peri Türkiye de yasak değil mi?'' Kafasını aşağı yukarı sallayıp kendini yanıma attı. ''Kaçak getiriyorlar, tadına bakmak için aldım tabi ki de bardağı bitirmeyeceğiz.'' tabi ki de bardağı bitireceğim. Gözüm yeşil peri olarak bilinen Absent'e kaydı.

Gayet çekici duruyordu, ''Tadına baksana.'' dedim kaşlarımla bir yandan işaret ederken. ''Önce ısınmam lazım.'' önünde ki alkolü kafasına dikledi. Yüzünü ekşitip dudaklarından garip bir ses çıkardı. Bu haline gülerek önüme bıraktığı bardağı alıp bende kafama dikledim, boğazımda ki tadı yüzünden yüzümü onun gibi buruşturdum.

''Bunun ardına bir tekila içmeyelim mi?'' dedim gülerek bardağı masaya bırakırken. ''Hızlısın, senden böyle bir performans hiç beklemezdim açıkçası.'' dişlerimi göstererek güldüm ve gözümü tekrar yeşil periye diktim. ''Tekilayı daha çok seviyorum.'' omuz silkip onun kalkışına göz ucuyla baktım. ''Deseydin baştan onu alırdım.'' Ceketini çıkarıp yanıma bıraktı. Tekrar barmene doğru ilerlerken dudaklarımla kalan alkolü yalayarak temizledim.

Ara sıra Mabel'in annesinin evde ki alkollerini yürütürdüm, bir kere bile şüphelenmez anlamazdı. Atlas gittikten sonra yeşil periyi elime alıp belli olmayacak kadar küçük bir yudum aldım. Şekerimsi bir tadı vardı ama oldukça kendine bağlayıcı bir tada sahipti. Atlas'ın geldiğini görünce bardağı yerine bırakıp tekrar arkama yaslandım.

Elinde küçük bir tepsiyle gelmişti, tepsi de tuz ve dilimlenmiş limonlar vardı. ''Al bakalım.'' Koyduğu tepsiden tekilayı önüme alırken tuzu da elime aldım, Atlas otururken tekilasını almadan yüzünü bana döndü ve tekrar beni baştan aşağı süzdü. ''Gündüz ve gece gibi farklısın. Gündüz, güneş kadar aydınlık. Gece, gökyüzü kadar karanlık oluyorsun.''

Bu dediğine elime döktüğüm tuzu yaladıktan sonra döndüm, tekila bardağımı onun duran bardağına çarpıp kafama diktim. ''Keşke saçlarını düzleştirmeseydin, kıvırcık daha güzeldi.''

Zaten düz görebileceğin sayılı zamandan biri bu sadece.

''Doğrudur.'' dilimlenen limonu alıp emdim. Gerçekten Tekila'yı seviyordum.

Atlas bakışlarını üzerimden çekip tuzu yaladı ve tekilayı kafasına dikledi. Gözlerini hızlı hızlı kırpıştırırken kafasını sağa sola salladı. ''Ben senin kadar hızlı değilim galiba.'' Gülerek yeşil periyi onun önüne doğru kaydırdım. ''Bence gayet ısındın. Bir tadına bak.''

Bana bir bakış atıp derin bir nefes verdi ve yeşil periyi eline alıp büyük olmayan bir yudum aldıktan sonra dudaklarını yaladı. ''Has... bu insanı bağımlı yapar.''

Memnun yüz ifadesinin ardından Tekila sonrası emdiği limonu alıp emdikten sonra kendime ait olan kötü bir gülüş atıp bardağı kafama dikledim. ''M..mabel!'' Şaşkınca aralanmış dudaklarına gülüp elimi tekrar çenesine koydum ve açık kalan ağzını kapattım.

''Sen demedin mi gökyüzü kadar karanlık oluyorsun diye.'' kirpiklerini art arda kırpıştırdı. Onun bu halini tüm gün sık sık gördüğüm için ayağa kalkıp kolundan tuttum. ''Hadi dans edelim. Oturmaya mı geldik?'' bana doğru dürüst cevap veremeden çekiştirmemle kalktı. Elinden tutup onu dans pistine doğru sürükledim.

Kalabalığın arasına girdiğimizde Atlas'ın boşta kalan eli insanları itmeye ve bqana yer açmaya başladı. Ben de öbür taraftan insanları ittirerek ortadaki biraz daha boş alanda durdum. ''BURASI İYİ GİBİ NE DİYORSUN?'' müzik kulak kanatıcı kadar yüksek olduğu için bağırmak zorunda kalmıştım. ''BENCE DE'' onun da uygun bulmasına gülümseyip saçlarımı savurarak dansa başladım.

Daha geceye çok vardı ama eminim ki şimdiden gece kadar eğlenecektik. Arkamı ona dönmüş sık sık ona çarparak dans ediyordum.

Bana ayak uydurmaya çalışarak ellerini kollarıma sarıyor havaya kaldırıyordu, omuzlarımla müziği aynı ritimde hissediyor kendimi tamamen Atlas'ın kollarıyla müziğe bırakıyordum. Dilimde ki şekerimsi güzel tat sık sık yutkunmama sebep oluyor yüzümü gülümsetiyordu.

Atlas'a önümü dönüp ellerimi boynuna doladım ve kafamı sağa sola sallayarak saçlarımı etrafa savurdum. Atlas'ın elleri kollarımdan narin dokunuşlarla belime indi ve sarıldı. Müzik git gide hareketleniyordu. Ortadan keyifli bir çığlık ve kahkaha duyulunca kafamızı çevirdik. Bir tane çocuk kızı omuzuna almıştı, ikisinin de elinde alkol vardı. ''İster misin?'' diye fısıldadı Atlas kulağıma doğru. Dudaklarımı ısırarak kafamı aşağı yukarı salladım. Arkasını dönüp eğildi, bacaklarımı omuzuna uzatıp ellerinden destek alarak bende çığlık atıp kahkaha patlattım. Başım hafif dönmüştü ama inanılmaz eğleniyor keyif alıyordum.

Ellerimi nereye olduğuna dikkat etmeden savurdum. Öylesine bağırıyor hafif sallanarak dansa hala ayak uyduruyordum.

Atlas'ı göremiyor duyamıyordum ama dakikalar sonra eğildiğinde onun da iyi olmadığını fark edip omuzundan indim. Ellerim boynuna kalırken belimden beni tuttu, gözlerini sık sık kırpmaya başladı, muhtemelen görüşü bulanıklaşıyordu. Çok hızlı başlamış çok hızlı düşmüştü.

Belimde ki ellerinden birini yanağıma çıkardı, nefesini yüzüme üflüyordu. Bunu fark etmeden yaptığını anlayabiliyordum, gözleri yavaş yavaş kapanırken ''Sen... neden bu kadar tanıdıksın.'' diye mırıldandı.

Çünkü tanıyorsun gerizekalı. Atlas'ın kötüleşeceğini fark edince yanağımda ki elini tutup indirdim. Belimde ki eli çekilmemle kayarken ''Bence bu gecelik yeter gidelim artık.'' diyerek arkamı dönüp çıkışa doğru ilerliyordum ki arkamdan bağırarak söylediği sözlerle duraksadım.

''Daha önce tanışmadığımıza emin misin?''

-!Atlas-

12.bölüm burada bitmiştir....

Bölümü nasıl buldunuz? Herkes uzun yazarsa şaşırmam, biraz öyle oldu.

Bölüm şaka maka sizce nasıldı? En sevdiğiniz yer neresi oldu?

Sizce bir sonraki bölüm neler olacak?

Hepinizi öpüyorum, bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum...

 

Loading...
0%