@byzloey
|
Milyonuncu kez çalan zilin sesiyle sendeleyerek yattığım kanepede kalktım. Başımda ki ağrıdan dolayı adam akıllı gözümü açamamıştım, kaşlarım çatık ve oldukça asabi hissediyordum. Sanki alkol almışımda uyanınca başımda ağrıyla bana karşılık veriyor gibi hissediyordum. Şakaklarımı ovuşturarak önüne geldiğim dış kapının koluna elimi attım. ''Çatlama, gel-'' kapıda gerçekliğini sorguladığım kişiyle gözlerimi ovuşturdum. Hala uyuyor muydum? Ovuşturmama rağmen karşımda ki kişi hala dimdik duruyor bana bakıyordu. Gözlerim kısılıp dudaklarım 'O' harfini alırken ''Mabel.'' diyerek boynuma atıldı. İnce sesi kulaklarıma dolarken kirpiklerimi bir kaç kez kırpıştırdım, kapıyı tutan elim kapı kolundan kayıp beline yöneldi. ''R..Rüveyda?'' Gerçekten şu an bana sarılan kişi benim kızıl arkadaşım mıydı? ''Sen... sen nasıl?'' kollarını boynumdan çekip yüzüme baktığında kaşları çatıldı, arkasından içeri giren Setenay da yeni kendini belli etmişti. ''Bu yüzünün hali ne?'' Yüzümün hali mi? Başım da ki ağrı tekrar can yakıcı şekilde ortaya çıkarken şakaklarımı ovalayıp yüzümü buruşturdum. ''Gel bakayım sen bir.'' Rüveyda yaklaşıp yüzümü kokladı, ardından üstümü kokladıktan sonra burnunu kapatarak geri çekildi. ''Alkol mu aldın sen?'' burnunu kapattığı için sesi garip çıkmıştı. ''Ne?'' Rüveyda beni iki adım ötede ki komodinin üzerinde bulunan aynanın önüne getirdiğinde ağzımdan bir çığlık kaçtı. Yüzüm griydi, yanaklarım gözüm ve gözümün etrafı griyle doluydu. Dudaklarımda etrafa bulaşmış bir kırmızılık vardı. ''Korkunç görünüyorsun.'' dedi Rüveyda yüzünü buruşturarak. ''Yüzün gri yerine beyaz olsa jokere benziyorsun derdim.'' Elim yüzüme çıkarken arkama dönüp Rüveyda'ya baktım. ''Sen boşver beni şimdi sen nasıl.....'' Rüveyda Setenay'a kaçamak bir bakış atıp ''Hatırlamıyorum. Beni yüzünü görmediğim biri saldı bende eve geldim.'' Yüzünü görmediğim biri mi? Yoksa ben, yani Vaha mı? Vaha.... ah dün en son Atlas ile beraberdim. Hatırlıyordum, bir anda bayıldığımı Vaha'yı hissettiğimi hatırlıyordum. Atlas.... neler olmuştu ki? Ona bir şey belli etmiş miydi? Gözüm üzerime indiğinde deri kıyafetlere bakıp yüzümü iyice buruşturdum. Bu paçavralar da neydi böyle? ''Ne zaman eve geldin?'' dedim gözlerimi üzerimden Rüveyda'ya çevirirken. ''Dün akşama doğruydu. Annemle vakit geçirmekten haber veremedim. Setenay'ı aradım dün beraberdik. Sana ulaşamadım ben o yüzden şimdi geldik.'' Ulaşamadım dediğine göre ya Vaha yüzünden aramamıştı ya da aramış Vaha reddetmişti. Elim sıkıntıyla saçlarıma gittiğinde saçlarımın kıvırcık değil düz olduğunu fark ettim. Aklım allak bullaktı ve beynim can yakıcı düzeyde zonkluydu. Rüveyda'ya bir kere daha sarıldım. ''Ç...çok sevindim artık aramızda olmana.'' Rüveyda kollarını belime dolarken kulağına eğilip ''Konuşmalıyız.'' diye mırıldandım. ''Setenay sen bize birer kahve yapsana. Biz de Mabel'i Mabel'e benzetip gelelim.'' Yani, Vaha'nın izlerinden kurtulalım... Setenay Rüveyda'yı onaylayıp mutfağa ilerlerken montunu çıkardı. Biz de el ele odama koşar adımlarla çıktık. Nasıl, neler olduğunu öğrenmem gerekliydi. Odamın kapısını hızlıca araladığımda odamın düzenli ve oldukça toplu olmasına şaşırıp etrafta göz gezdirdim. Gerçekten bir seri katil olduğu halde, odamı mı toparlamıştı? Bunu sonraya bırakıp Rüveyda'ya döndüm. ''Rüveyda ben.... ben çok özür dilerim. Bak bende bilmiyordum. Yemin ederim daha yeni öğrendim ben-'' ''Biliyorum. Vaha denen kaçık her şeyi anlattı.'' endişeli yüzüm yerini şaşkınlığa bırakırken Rüveyda ellerini omuzuma koyup dostça sıktı. ''Bak Vaha denen kaçıkla tanıştım. Beni o bıraktı. Bunları yapan sen değilsin o, bunu biliyorum. Lütfen senin olmayan bir suç için özür dileme.'' kafamı belli belirsiz salladım tekrar şakaklarımı ovarken. ''Dün neler oldu hiç birini hatırlamıyorum. En son Atlasla beraberdik sonrası yok bende. Şimdi uyandım.'' Rüveyda gözlerini irileştirdi ve ellerini çekip gözlerini gözlerime dikti. ''Atlasla mı beraberdiniz? Vaha Atlas'ın yanında mı çıktı?'' Tekrar kafamı salladım ilerleyip yatağıma otururken. ''Bak dün ben eve gidip annemle kavuştum, ardından ifade verdim. Geceye doğru biraz araştırdım bu hastalığı, Sende oluşan bir travma sonrası olabileceğini öğrendim bir de birden fazla olabiliyormuş. Sende başka kişilikler de çıktı mı biliyor musun?'' Başka kişilikler mi? Vaha ile daha baş edemezken Vaha'dan başka kişiler.... İmkansızdı. ''Hayır, Vahayla bile yeni tanıştım. Aslında söylediğine göre daha önce tanışmışız konuşuyor muşuz ama unutmuşum. Rüveyda, sence ben deli miyim?'' Rüveyda önüme eğilip elini dizlerime koydu şefkatle. Gayet iyi gözüküyordu, Vaha dediği gibi zarar vermemişti. Neden ve nasıl bırakmıştı merak ediyordum. ''Bu hastalık yapacak bir şey yok Mabel. Bak aile durumların belli, geçmişini bilemiyorum ama ben hep yanındayım. Setenay'a söylersen de söylemezsen de saygı duyarım. O bilmeden olmasa da ben hep yanındayım tamam mı? Evet korkuttu baya bir ama günlerdir her gün yanıma gelip gittiği için yemek getirmektir, kitap getirmektir falan alıştım biraz daha. İlk günler korkudan titriyordum. Sonra ise onun da sen olduğunun bilincine vardım. Gelip anlattı kadın cinayetlerine karşı doğan bir kişilik olduğundan.'' Onu dikkatle ve ilgiyle dinledim. En azından arkadaşıma iyi bakmıştı, yine de bu kaçırdığı gerçeğini değiştirmiyordu. Ona öfkeliydim, hem beni korkutuyor hem de hayatımı zora sokuyordu. ''Seni nasıl bıraktı?'' dedim büyük bir merakla. Başım hala deli gibi zonkluyordu ama umurumda değildi. ''Tehtit etmeden bırakmadı tabi. Konuşursam kardeşime ve babama zarar vereceğini söyledi. Zaten senin için de konuşmazdım Mabel. Ne yalan söyleyeyim masumları öldürmüyor nasılsa, abim ve babamı öldürmemi de bence öylesine söyledi. Senin için konuşmayacağımı biliyordu. Ha gider Setenay'a anlatırdım ama artık ciddiyetin farkındayım. Bu karar senin.'' Kafamı yere eğip düşündüm. Bunu ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi. Bundan hoşnut değildim, beni sürekli bu sebepten kontrol etmelerini ve hep peşimde dolanmalarını da istemezdim. Rüveyda'nın gözleri odamda gezinirken bir yere gözlerini odakladı ve gözlerini kıstı. ''Yeni günlük mü aldın?'' gözlerim baktığı noktaya kaydı. Mavi günlüğümün üzerinde başka bir günlük duruyordu. Kızlar günlük yazdığımı biliyorlardı ama ikisi de yeminliydi bakmayacaklarına. Çünkü bu konu benim için oldukça hassastı. İkisi de bunu bildiği için saygı duymuşlardı ve ben ömrüm boyunca tüm günlüklerimi Mavi kullanmıştım. Asla başka renk almamıştım, sebebi ise evet küçükken Atlas'ın göz rengi diye seçmiştim ve öyle kalmıştı şimdiye kadar. Küçüklükten gelen bir takıntı gibi bir şeydi. Rüveyda ayağa kalkarken bende ayaklanıp günlüğe ilerledim. ''Dün Vaha'nın elinde yanıma gelirken bir poşet vardı. Küçük çok büyük değil içinde kitap gibi bir şey vardı.'' Kaşlarım çatılırken günlüğü elime aldım. Üzerinde 'Maybe one Day.' yazıyordu. 'Belki bir gün.' ''Bakabilir miyim?'' Rüveyda'ya kafa sallayıp günlüğün kapağını açtım. Giriş kısmında M M'nın üstünde ki boşlukta da V harfi çiziliydi. Rüveyda ile kısa bir bakıştık, sayfayı çevirdiğimde sayfa dolusu bir yazı ile karşılaştım. 25.11.2022 Merhaba Mabel, bana küs olman gerçekten hiç hoşuma gitmiyor. Ben daha çok kaynaşacağımızı düşünürken sen benden daha çok uzaklaşıyorsun, bu beni gerçekten üzüyor diğer yarım. Sana üzdüğüm zamanları telafi etmek adına bir kaç özür hediyesi bıraktım. Birincisi bu günlük, günlüğün bitmişti. Yeni hayatının başlangıcını beraber yapmak istedim, ikincisi şu an muhtemelen yanında olan meraklı ve çenesi düşük kızıl arkadaşın. Üçüncü hediye ise, platonik olduğun çocuğun aklını biraz başından aldım. Sana kötü haberim var, seni hatırladı ama maalesef hatırladığı zamanı sen değil ben duydum. Bir de iyi haberim var, buna sevinecek ama kızacaksın. Muhtemelen hatırladığını hatırlamıyor, çünkü dün kafa dağıtmak için bara gittik ve biraz içip dans ettik bana bunu söylediğinde de oldukça sarhoştu. Eh fena değil, şahsen ben sana yakıştırdım. Bu çocukla olur gibi, bence kaçırma. Özellikle erkekten anlayan bir kadın olarak göründüğü gibi biri olduğuna kanaat getirdim, Lakin benim için bir tehdit oluşturursa o zaman çocuk da tehdit altında olur bilgin olsun. Atlas denen çocukla seni biraz daha yakınlaştırdım, senin muhtemelen bir yılda kat edeceğin yolu sana bir geceye mal ettim. Umarım beni artık affetmişsindir. En yakın zamanda irtibatını bekliyor olacağım. Dün gece için de merak etme hiç bir şey olmadı, pot kırmaman için sana özet geçeyim. Senden sonra eve gittik, akşam da bara gidip içip dans ettik sonrasında da eve döndük. Başka hiç bir şey yok, dediğim gibi irtibatını bekliyor olacağım. V A H A Rüveydayla aynanda kafamızı kaldırdığımızda kaşları çatıldı. ''Ben çenesi düşük değilim bir kere.'' defteri kapatıp baş ucuma bırakırken saçlarımı karıştırdım. Bu da neyin nesiydi böyle? ''Atlas ile bara gitmek mi?'' bara gidip dans etmek ve sarhoş olmak mı? Başımın neden bu kadar ağrıdığı ve üstümün neden bu halde olduğu şimdi belli olmuştu. Ben ve Atlasla dans etmek, Ben ve Atlas ile bra gidip içmek. Ah inanamıyorum! Beni hatırlamış mıydı? Hatırlamışsa nasıl, nerden hatırlamıştı? Hepsini deli gibi merak ediyordum. ''Oha cidden siz şimdi dün Atlasla bara mı gitmişsiniz?'' Rüveyda'ya gözlerimi devirdim. ''Biz değil, Vaha ve o.'' yüzümü yere eğdim. Onun eğlenen ben olmak isterdim, gerçi bende eğlenmek için öyle yerlere gider miydim? İşte bundan pek emin değildim. ''Hey! Atlas seninle gittiğini sanıyor. Hem belki ilk defa bir işe yaramıştık çatlak karı.'' hafif tebessüm ederek yüzümü kaldırdım. Belki de... ama Vaha ve ben çok zıttık. Eğer dünden sonra bir şeyler hissederse bana karşı değil Vaha'ya karşı hissetmiş olurdu. Umarım böyle bir şey olmazdı, defteri açıp ilk sayfasını bir anlık öfkeyle yırttım. Rüveyda bana şaşkınca bakarken ''İlk sayfam onun falan olmayacak.'' Rüveyda ne diyeceğini bilememiş gibi bakarken kapı aralandı. ''Kızlar?'' İçeri giren Setenay ile ikimizde kapıya döndük. Elim de ki defteri baş ucuma geri bıraktım. ''E hani temizlenmemişsin Mabel. Kahveler hazır.'' Rüveyda ile bakışınca kafamı 'Git.' dercesine işaret ettim. ''Biz inelim, o temizlenip gelsin.'' Setenay ile ikisi odamdan çıkarken üzerimdekileri çıkarıp olduğu gibi çöp kovasına fırlattım. Ardından üzerime düzgün şeyler çıkarıp giymeden banyoya ilerledim. Yüzüme sabun sürerek siyahlığı ve kırmızılığı güzelce çıkardım. İşte şimdi elim yüzüm açılmıştı, yüzümün rahatladığını hissediyordum. Yüzümü güzelce yıkadıktan sonra saçımı at kuyruğu yapıp üzerime çıkardığım temiz kıyafetleri geçirdim. Oldukça üşümüştüm, su bile soğuk gelmemişti o yüzden. temiz kıyafetlerimi giydikten sonra merdivenlerden inip önce mutfaktan bir ağrı kesici içtim, sonra salona kızların yanına geldim ama içeri girer girmez göreceğim şeyin kızların sildiği koltuk olacağını düşünmemiştim. ''Ne yapıyorsunuz?'' İkisi de eline ıslak mendilleri almış yattığım kanepeyi çitiliyorlardı. ''Bulaştırdığın ruju ve farları temizliyoruz.'' ikisi de elindeki kirli mendilleri kenara koyarken biraz makyaj kalmış kanepeye gözüm kaydı. ''Neyse boşverin hadi oturalım.'' Setenay'ın kahveyi önüne bıraktığı kanepeye oturup elime kahveyi aldım. Hala tam ayılmış hissetmiyordum, Şuna bak keyfi Vaha sürmüştü, ceremesini ben çekiyordum. Bu haksızlık değil de neydi? ''Önce Mabel sonra sen şimdi de benim peşime düşecek herhalde bu seri katil.'' Setenay'ın yakınmasına Rüveyda ile gülüp kahvelerimizden bir yudum aldık. ''yattı mı kendine aşık etme planların kızıl şerbet.'' dedi Setenay Rüveyda'ya gülerek. ''Yattı maalesef.'' Rüveyda bana bakarak dudak büzünce gülümsedim. Sonuçta ikimizde lezbiyen falan değildik. ''Kız mıydı erkek mi?'' dedi Setenay merakla. Rüveyda kahvesinden yudum aldıktan sonra ''Görmedim ki pek bir şey.'' diye mırıldandı. Vaha'nın sözünü dinliyordu, en mantıklısı da şu anlık buydu. Ona gücümüz yetmezdi, ne yapacağı belli değildi ve daha da önemlisi onu hala tanımıyorduk. Rüveyda bile benden daha iyi tanımış olabilirdi bir kaç günde, keza benimde ondan fazla olan pek de bilgim yoktu çünkü. Beni korkutması bir yana, hayatımda bıraktığı enkazlar yüzünden neye ne zaman alışacağımı bile kestiremiyordum. Önümde ki kahveyi içip tabağa geri bıraktım. Kızlardan sonra Vaha ile konuşmam gerekecekti anlaşılan, ona hem deli gibi bağırıp öfkelenmek hem de dün gece neler olduğunu öğrenmek istiyordum. Dün Atlas'a nasıl davranmıştı? Etkilediğini söylemişti, sabah kalktığımda ise tam bir öcüye benziyordum. Üzerimde beni gram yansıtmayan kıyafetler vardı, yine Vaha'nın bıraktığı şeyleri temizlemiştim. Daha ona alışamadığım halde, onunla ne yapacağıma karar vermediğim halde bu tavırları hoşuma gitmiyordu. ''Peki her hangi bir zararı ya da yemek vermediği falan oldu mu?'' diye sordu Setenay merakla. Dün muhtemelen bunları konuşamamışlardı, annesi ve polisler derken pek vakit geçirememiş olmalılardı. Onlar bu olaylarla uğraşırken Vaha allah bilir benim bedenimle, benim adımla neler yapıyordu. Tırnaklarımı bacaklarıma sürttüm, tekrar öfke bedenimi ele geçirirken ona soracağım sorular aklımda tutuşmaya başladı. ''Hayır, bazen iki günde bir geliyordu ama hep fazla fazla yemek getirdiği için aç kalmadım. Yani en azından ben öyle hatırlıyorum.'' Detayları Setenay'ın bilmediği aklına gelince son cümlede toparlamış bana da kaçamak bir bakış atmıştı. Setenay kahvesinde ki son yudumu içip yüzünü buruşturdu. ''Kadınsa da erkekse de gördüğüm yerde çökeceğim gırtlağına şerefsizin. Ne derdi var arkadaşlarımla anlamıyorum. Hayır biz bilmeden birine falan mı bulaştık diye düşündüm dünden beri ama yok yani.'' Setenay'ın yakınmasından sonra Rüveyda ile bakışlarımız kesişti. Setenay'ı böyle dışlamak benim de hoşuma gitmiyordu ama bu durumu ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi, üstelik nasıl açıklayacaktık ki? Bu açıklanabilecek bir konu değildi, ben kimsenin bilmesini istemezken en yakın arkadaşlarımdan biri zorunda kalarak öğrenmişti. Öğrendiğinde başına gelenler ortadayken diğerini de aynı riske atmayacaktım. Henüz o kadar aklımı kaçırmamıştım. Gerçi aklımı kaçıran bence ben bile değildim, Vahaydı. ''Ben bu konuları konuşmak istemiyorum artık, kapatalım bence.'' Setenay Rüveyda'nın söylediğinden sonra dudaklarını fermuarla kapatır gibi yaptı ve ayağa kalkıp biten bardakları toplamaya başladı. Rüveyda Setenay gider gitmez yanıma oturdu, elini elimin üzerine koydu ve neredeyse fısıldarcasına ''Doktorunun haberi var mı bundan?'' diye sordu. Kafamı sağa sola salladım, Vaha onu bana unutturduğunu söylemişti. Vaha'yı unutmak istiyor muydum? İlaçları kullanmak ve eski hayatıma devam etmek mi istiyordum yoksa kaçamayacağım bu gerçeği kabullenerek gelecekte olacak şeyleri bir an önce yaşayıp görmek mi istiyordum. Hangisiydi? ''Açıkçası henüz söyleyip söylememekte kararsızım. Kullandığım ilaçlar Vaha'yı bastırıyormuş ama ya ileri de daha baskın olursa? Ya ilaçlar işe yaramamaya başlarsa? Vaha'nın söylediğine göre İdil hanım onu bastırmaya çalışıyor, onu bana unutturduğunu söylüyor. Siz gittikten sonra onunla konuşmalıyım.'' Rüveyda kaşlarını çatarak elini çekerken yüzünden ne düşündüğünü anlamak istedim ama afallamış görünüyordu. Ne diyeceğini bilemiyor gibi yüzüme dikkatle bakarken mutfaktan Setenay'ın sesi duyuldu. ''MÜDÜR BEY RÜVEYDA'YI GÖRMEK İSTİYOR. OKULA GİDECEĞİZ HAZIRLANIN İSTERSENİZ.'' Rüveyda önüne gelen saçını kulağının arkasına sıkıştırırken ayağa kalktı ve önümde tur atmaya başladı. ''Yani öyleyse, sen Vaha'yı tanıyor olmalısın. Yani yarattığın zamandan belki hatırlıyor olabilirsin. Unutturduğunu söylüyorsa sen onu tanıyor olmalısın. Unuttuğun zaman diimlerinden birinde Vaha'yı biliyor olmalısın. Hiç hatırladığın anılar, zamanlar oluyor mu? Mesela ilaçları bıraktıktan sonra falan?'' Aklıma on yaşımda ki babam sanıp arabaların önüne attığım adam gelince bedenimden ufak bir irkilme geçti. ''Aha Azrail yokladı, kesin hatırlıyorsun. Siz gittikten sonra konuşacağım dedin, onunla istediğinde konuşabiliyor musun? '' Kafamı belli belirsiz sallarken Rüveyda tur atmayı bırakıp heyecanla önüme geldi ama gelir gelmez araladığı dudakları Setenay'ın sesiyle geri kapandı. ''Eee hadi?'' Rüveyda dudaklarını büzerek montunu almaya ayakkabılığa ilerlerken onları yolculamak için ayağa kalktım ve yukarı sıyrılan kazağımı uçlarından çekiştirdim. ''Kızlar ben pek iyi hissetmiyorum, siz gidin.'' Setenay montunu alırken Rüveyda kapıyı açtı ve bana dönüp elini telefon imasıyla kulağına doğru salladı. Bana haber ver mesajı verdikten sonra ona belli belirsiz kafamı sallayıp Setenay'a döndüm. Bana alayla bakıp montunun önünü ilikliyordu. ''Geceden kalma olursan, hissetmezsin tabi.'' Tebessüm ederek ikisine de sarılıp vedalaştım, ben dış kapıya yaslanırken ikisi de ayakkabılarını giyiyordu. ''Dikkat edin, haber verin muhakkak.'' diye mırıldandım, ikisi de kafa sallayıp bahçe kapısına ilerlerken dış kapıyı örttüm ve derin bir nefes verdim. ''Evet Vaha, hesap vakti.'' Avuç içlerimi kaşıyarak merdivenlere yöneldim. Odamı uzun zaman sonra ilk defa bu kadar toplu görmek bile farklı gelmişti. Vaha varlığını tüm hayatıma dokunarak belli ediyordu. Bir hastalık gibiydi, tüm bedenime, tüm zihnime, tüm hayatıma hücum ediyor benim kadar etki bırakıyordu. Odama girdiğimde gözüm baş ucumda ki günlüğe kaydı. İlk sayfasını yırtmıştım, yerde büzülmüş şekilde duruyordu, daha doğrusu yatağın altında. Setenay gelince ayağımda ötelemiştim. Aynanın karşısına geçip derin bir nefes aldım. Baş ağrım git gide azalmıştı, en azından şu an çekilebilir bir vaziyetteydi. Hala üzerimde ağır kokular olduğu için yüzümü buruşturmadan edememiştim, yumruk vaziyetinde ki ellerimi gevşettim. ''Sence de bana hesap verme vaktin gelmedi mi artık?'' aynadan direk onu görebilmek adına gözlerime bakıyordum, görmek ve hissedebilmek adına. Git gide bu işi çözüyordum, ne kadar hoşuma gitmese de. İdil hanımla olan seansıma günler kalmıştı,o zamana kadar bir karara varmalıydım. Bir karara varmalı ona göre davranmalıydım. Ona göre İdil hanımdan yardım istemeli, ona göre ona güvenmeli ya da güvenmemeliydim. ''Beni duyduğunu biliyorum, korkak gibi susacak mısın Vaha?'' bedenimle oluşan öfke dalgalarını hissedebiliyordum, ellerim sıkılaştı lakin bu öfkeden oluşan lavlar, bu dalgalanma gerçekten benim öfkemden miydi? Yoksa Vaha'dan mıydı? ''Korkak olsaydım benden korkmazdın diye düşünüyorum.'' aklımda istediğim sesi duyduğumda biraz daha sakinleşmiştim, çünkü söylediğinde haklıydı. Ne kadar öfkelensem de, sinirlensem de ondana korktuğum gerçeği hiç bir zaman değişmeyecekti. Ben ne kadar böyle hissetsem de bunu onun bilmesi sadece beni daha zayıf kılar, onu da güçlendirirdi. Bence ben yeterince zayıf, o da yeterince güçlüydü. ''Dün neler oldu, Atlas ile yazdıkların da neyin nesiydi?'' dedim kendimi deli hissetmemeye çalışarak, kendi kendime konuşuyor gibi göründüğümün farkındaydım ama kimse benim gözlerimin içinde gördüğüm karanlığı göremezdi. Ben o karanlığı, o karanlık kadını görüyordum. Vaha'yı görüyordum, ordaydı. Karanlıkta parlıyordu sanki, aksi taktirde zifiri karanlıkta onu görmek nasıl mümkün olurdu? ''Sana bıraktığım ilk sayfayı yırtman beni çok üzdü, halbuki bu benim sana hediyemdi. Böyle düşüncesiz davranman kırıcı olmadı mı sence de?'' Gözlerimi devirirken sıkıntılı bir nefes verdim. Bu kadınla anlaşmak neden bu kadar zordu? O bir seri katil olduğu için olabilir mi Mabel? ''Hala seni hatırlamadığımın ve hayatımın içine ettiğinin farkındasın değil mi Vaha?'' bu kez sesim benim bile beklemediğim şekilde sert ve öfkeli çıkmıştı, kıkırtı sesi duydum. Yemin ederim aklımda bir kıkırtı yankılandı. Şaşkınlıkla kirpiklerimi ardı ardına kırpıştırdım. Bu da neyin nesiydi? ''Ne bu şiddet bu celal Mabel. Elbette ki farkındayım peki sen telafi etmemi görmezden geldiğinin farkında mısın?'' avuçlarımın içinin tekrar kaşındığını hissettim. Sanırım öyle yapıyordum, insanı çok güzel manipüle ediyordu. Çünkü ben şu an haklı olabileceğini düşünmeye başlamıştım. Ona bunu fark etmesi için süre verdiğimi fark edip boğazımı temizledim. ''Dün neler oldu, Atlas ile ne oldu da bana öyle bir yazı bıraktın?'' bu sorunun cevabını gerçekten deli gibi merak ediyordum. Atlas ile benim hayalini kurduğum bir şey yaşamamış olmasını dilerken bir yandan Atlas'ın beni başka bir kız gibiymişim görmesini istemediğim için dualar ediyordum. ''İçtik, dans ettik zaten sonra gitmek zorunda kaldık, seninki çabuk sarhoş oldu. Seni tanımadığıma emin misin falan diye sordu. Ben de madem tanıdık geliyorum nerden olduğunu da hatırla dedim ama anlamadı hatırlamayacağına eminim çünkü beni gece sonu gördüğünü bile hatırlamıyordur muhtemelen.'' Dans etmişlerdi, bir gece klübünde? Elim enseme gitti, kurumuş dudaklarımı yaladım. Atlas yakın bir gece yaşadığımızı sanıyor olmalıydı, bunu benimle yapmadığına içten içe öfkelensem de bana karşı dünden sonra bakışının değişip değişmediğini daha çok merak etmiştim. Beni kendine daha yakın görmeye başlamış olabilir miydi? Yoksa bu kız barlarda dans ediyor göründüğünden çok daha farklı diyerek benden uzaklaşmayı mı düşünüyordu? Sanırım bunu onunla yüz yüze geldiğimde ancak anlayabilirdim. ''Dün.... birini öldürdün mü?'' Buna ne kadar ihtimal vermesem de duymadan emin olamazdım. Sonuçta o Vahaydı, bara gitmeden önce ya da sonra yine cinayet işlemiş olabilirdi. ''Hayır, kimliğinden emin olamadım henüz aradığım adamın. Peşindeyim, bulana kadar yavşaklara denk gelmezsem cinayet mevzu bahis değil.'' bu dediğine göz devirip saçımı kaşıdım. ''O dediğinde pek mümkün ya..'' En azından dün gece elime yeni bir kan bulaşmamıştı, artık rahatlama yöntemim bu olacaktı neredeyse. Onca şeye rağmen en azından kabuslarıma girmiyorlardı. Benim tek kabusum Vaha'dan ibaretti. ''Rüveyda'yı nasıl bıraktın, neden dün daha önce değil?'' bu soru en merak ettiğim sorulardan biriydi. Aklıma net bir cevap gelemiyordu, Vaha konu olunca gerçi hiç bir şey net olmuyordu ama az çok yürütebildiğim tahminler de bu konuda tükenmişti. ''Söylediğin gibi onu sonsuza dek tutamazdım, lakin direk salmak akıllıca olmazdı. Beni tanıyor, kendimi ona bilerek tanıttım. Konuşmayacağına ancak böyle emin olabilirdim. Bir yarısı benden korktuğu için, diğer yarısı da seni korumak istediği için susacak. Zararsız başka hiç bir yolu yok.'' Bir yarısı benden korktuğu için, diğer yarısı da seni korumak istediği için susacak... Boğazımı temizleyip sertçe yutkundum. Ben bu durumla yaşayamazken, arkadaşıma da bunu yüklemiştim. Bunun için içten içe vicdan azabı çekerken gözüm yatağına altına attığım büzülmüş kağıda kaydı aynadan. Gözlerim tekrar aynaya döndüğünde gözlerimde karanlıktan eser kalmamıştı, içeri tatlı bir rüzgar esti. Odamın camı açıktı, ne zaman açtığımı hatırlamıyordum. Belki de geceden beri açıktı, artık başımdan o kadar çok şey geçiyordu ki dış etmenler hayatımın dışında kalıyordu. Vücudumun üşüdüğünü hissettim, aynada gözlerime dikkatle baktım. ''Gerçekte kimsin sen?'' diye fısıldadım, gözlerimde karanlık yoktu. Mabel'in kahverengileri ve acıları vardı. Çaresizliği, çıkmazlığı ve yalnızlığı vardı. Kalbim acıyla sıkıştı, derin bir nefes almak istedim. Hayat bunu bile bana çok görüyordu, almadım ihtiyacım olan o nefesi. Çünkü biliyordum ki benim ihtiyacım olan her şey Vaha'yı da besliyordu. Bir seri katili, bir manyağı besliyordu. ''Kaç kimliğin var Mabel?'' diye fısıldadım, gözlerimin yandığını hissediyordum. İçerinin aksine, içimin aksine yine sıcacıktı. ''Bu sıcaklıkta mı senden geliyor Vaha?'' diye fısıldadım göz yaşlarımı silerken. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ağlamamak için yüzümü sildim. Bu haksızlıktı, aklımda bedenimde ve hayatımda olan kişiyi tanımamam. Ondan korkmam ve onun beni tamamen tanıması bana yapılmış bir çok haksızlıktan biriydi. Bazı sorunlar öyle bir dağ oluşturur ki, o dağa tırmanmaya dünyanın var oluşundan kıyamete olan süresi bile yetmez. O dağ oluşuyordu, o dağ ömrümün yetemeyeceği kadar yükseliyordu. Ve ben hala dağa tırmanmayı bilmiyordum. Vaha bu dağın zirvesindeydi, buna emindim. Zirvede beni bekliyordu, geçmişimle ve onunla yüzleşmemi bekliyordu. ''İlk defa aynı düşüncedeyiz Vaha.'' diye mırıldandım banyoma ilerlerken. Küvetin tıpaçını takıp soğuk tarafı açtım, küvet buz gibi suyla dolmaya başlarken koşar adımlarla mutfağa ilerledim. Bu riskliydi, bu çok riskliydi. Ama değecekti, her türlü riske değecekti. Dondurucuyu açıp buz küplerini plastik kaseye boşalttım ve tekrar koşar adımlarla odamda ki banyoma çıktım. Dolmak üzere olan küvete elimde ki kaseyi boşaltıp elimi suya soktum. Soğuktu, fazla soğuktu. Genelde üşüyen biri içinse resmen kutupta hissetmekti. Bu suya vücudumun ufacık parçası dayanamazken tüm risklere rağmen tüm bedenim dayanacaktı, dayanmak zorundaydı. Artık zamanım yoktu, zamanım her geçen gün azalıyordu. Benim azalan zamanım Vaha'ya zaman kazandırıyordu. Küvet dolduğunda suyu kapattım, sadece iç çamaşırlarım kalacak şekilde üzerimdekileri çıkardım. Saçımı omuzlarımdan geriye atarak gergin bir nefes verdim. Buz gibi bir suya girecek beynime şok etkisi yaratacaktım. En azından böyle bir şeyi umut ediyordum, evet yeterli buzum yoktu belki de ama su oldukça soğuktu. Üstelik fazlası kalıcı bir zarara sebep olabilirdi. Omuzlarımı ovuşturup ayağımı küvete sokmak için kaldırdım. Gözlerimi kapatarak ellerimi yumruklaştırdım ve ilk ayağımı suya soktum. Bu bile beni her an vazgeçirmeye yeterdi, yumruklarımı sıkarak diğer ayağımı da küvete soktum ve vazgeçme kararını bile düşünmemek için tüm bedenimi suya bıraktım. ''AAH! B...BUZ GİBİ.'' su tahmin ettiğimden de soğuktu. Elimi soktuğumda bu kadar soğuk gelmemişti. Derin derin nefesler alarak vücudumu uzattım. Ellerim küvetin kenarlarına tutunurken kendimi rahatlatmaya çalışarak vücudumu küvete uzattım. Üşüyordum, çok üşüyordum. Soğuktu hatta buz gibiydi. Sanki karlı bir akşam çırılçıplak kara yatmışım gibi hissediyordum. Kara çırılçıplak uzanmışım ve üzerime hala kar yağıyor gibi... Derin derin nefesler alırken içimden geriye saymaya başladım. Seni hatırlamaya üç, seni hatırlamaya iki, geçmişimi hatırlamaya bir... Tüm bedenimi yüzümle beraber küvetin içine soktum, şu an soğuğu daha az hissediyor gibiydim. Gözlerimi yumdum, küveti tutan ellerim sıkılaştı. Karanlık tüm etrafımı sararken tuttuğum nefesim için bilincimi sadece geçmişime yönelttim. Gerçekte kimsin sen? Kaç kimliğin var Mabel? İlk kimliğim Vaha, seni nasıl var ettim? Oyuncaklarımı yan yana dizdim. Hepsi hediye gelen barbie bebeklerden ibaretti, tek biri hariç. Babamın bana aldığı çöl tilkisi hariç. O kadar tatlı ve hoştu ki, gözleri kahverengiydi benim gibi ama ben siyaha boyamıştım kalemle. ''Bu benim gözlerim, seninki başka olmalı çünkü sen başkasın.''diyerek siyaha boyamıştım. Onunla uyuyor onunla kalkıyordum. Bir arkadaş istemiştim sadece, barbie bebekler bana arkadaşlık edemiyordu. Çöl tilkisiydi, tüyleri oldukça açık kulakları dikti. ''Senin adın artık Vaha. İsminin sana uygun olduğunu düşünüyorum. Her yalnızlığımda yanımda olduğun için seni dostum ilan ediyorum, beni tüm kötülüklerden koruyacağına inanıyorum. Ne olursa olsun hep yanıma kal olur mu?''Oyuncağım öylece bana bakıyordu. Ben sanki konuşmuşta 'Olur.' demiş gibi kocaman gülümseyip sarılmıştım. Bu benim en sevdiğim oyuncağımdı çünkü benim yalnızlığımdan sonraki ilk ve tek dostluğumdu. Her yeri karanlık sararken gözlerimi ani bir etkiyle açtım. Nefes nefese kalmıştım, bu oyuncak... Bu çöl tilkisi hala odamdaydı benim. Bu tilkiyi parçalamıştım babam gittikten sonra lakin sonra ne hikmetse dikişli şekilde sapa sağlamdı. Bu anı da bir gerçek vardı, Vaha çöl tilkisine verdiğim isimdi, tek arkadaşım olarak ilan ettiğim tilkiye, ve tilki kadar kurnaz olan diğer kişiliğim kendine Vaha diyordu. Vaha'ya bu ismi ben mi vermiştim? Yoksa bu lakabı kendine uygun gördüğü için kendine bunu mu uygun görmüştü. Bu kadar değil Mabel, daha hatırlaman gereken çok şey var. Dayanabildiğin kadar dayan ve bugün daha çok şey hatırla. Ellerimi yüzüme geçirip nefeslendikten sonra ağır ağır gözlerimi yumdum ve bedenimi yavaşça suya bıraktım. Soğuktan dudaklarım titriyordu, tüm bedenim adeta küpleşiyordu ama bu riske girmeliydim. Yüzüm tüm bedenim suyun altına girdiğinde kapanmış gözlerimin ardında geçmişim oluşabilsin diye tüm zihnimi küçük, çocuk Mabel'e yönlendirdim. Bir ışık, ışığın ardında ise geçmiş görüntüleri ortaya çıkmaya başlıyordu. Yatağımın yanına çökmüştüm, gözlerim ağlamaktan şişmişti. Sesim bağırmaktan kısılmıştı, tüm bedenim acıyordu. Her zerremden işkence görmüşçesine bir acı ve bir çığlık beynimi işgal ediyordu. Aynanın karşısında öylece küçücük bedenime bakıyordum. Baba diye bağırarak öyle ağlamıştım ki ses tellerim kısılmıştı. Gözlerimden tekrar tükenmeyen göz yaşları akmaya başladı. Saldırmışlardı bana, küçücük bedenimin canı yanmıştı, ruhumun canı yanmıştı. Ben ölecek miydim? Ben ölmemiş miydim? O adam ölmüştü ama, duymuştu bunu minik kulaklarım. Annem ne yapacağını bilememişti, beni götürdükleri psikolog kadın şaşkındı. Ben duymuştum, bana saldıran adam ölmüştü. Katil miydim ben? Katil mi olmuştum? Ben mi öldürmüştüm onu? 'Hayır. ben öldürdüm.' duyduğum sesle göz yaşlarından buğulanmış gözlerimi sildim ve etrafa bakındım. Odada oyuncağımdan başka kimse yoktu. ''Sen.. Sende kimsin?'' dedim zorlukla konuşurken. Boğazım öylesine acıyor ve ağrıyordu ki konuşmakta zorlanıyordum. 'Ben, karşındayım. ayağa kalk.'etrafıma dikkatle bakınarak kalktım. Ellerimle yerden destek alıp dikeldim ve dümdüz karşıma baktım. Karşımda sadece babamın hediye edip gittiği çöl tilkisi vardı. ''V..Vaha?'' dedim endişeyle. Oyuncağım konuşuyor muydu? 'Bana öyle mi seslenmek istiyorsun?' dedi. Sesi ne kadar da bana benziyordu öyle. ''Sana uzun zamandır öyle diyorum ya?'' dedim gözlerimi silerken. 'Neden öyle diyorsun?' dedi meraklı bir tonda, neden şimdiye kadar benimle konuşmamıştı? ''Vaha çöllerin içerisinde su ve bitki bulunan bölge demek ya. Sende benim çölümde ki suyum ve bitkimsin. O yüzden sana Vaha demek istemiştim.'' oyuncağı elime alıp siyah gözlerine baktım. Anneme konuşan oyuncak istiyorum dediğimde bana öyle bir oyuncak yok demişti ama babam bana almıştı. Oyuncağın alt kısmı kesik ve paramparçaydı, babam gittikten sonra yırtmıştım bazı yerlerini. Acaba canı yanmış mıydı? ''Özür dilerim.'' dedim akan göz yaşlarımı silerken. 'neden?' dedi şefkatle. ''Birini parçalamak çok acıtıyormuş, bende bugün senin gibi parçalandım.'' göz yaşlarım art arda gözlerimden düşerken dudaklarımdan bir hıçkırık koptu. Odadaki sessizliği sadece konuşmamız bölerken şimdi bir de hıçkırıklarım eklenmişti. 'Ben parçalarımı toplayabilirim Mabel, şimdi tilki olan Vaha'yı yerine bırak ve aynanın karşısına geç.' kaşlarımı çatsam da sesimi çıkarmadım, gözlerimi silip titreyen ellerimle oyuncağı bırakıp aynanın karşısına yürüdüm. Ayna'nın karşısında gözlerime bakarken kıpkırmızı kesildiğini fark ettim. 'Tilki'nin gözleri kahverengiydi aynı senin gibi değil mi?' aynaya bakarak kafamı aşağı yukarı salladım. Beni duyuyorsa görüyor da olmalıydı ama neden kendinden başkası gibi bahsediyordu? 'Ama sen siyaha boyadın.' dedi onay ister gibi. Kafamı bir kez daha salladım. 'Şimdi aynadaki kahverengi gözlü tilkiye bak.' gözlerimin içine dikkatle baktım. 'Şimdi de rengini karanlıktan almış siyah gözlü Vaha'ya bak.' gözlerimde ki kahverengilerin yavaşça siyaha dönüştüğünü gördüm. Gözlerim git gide koyulaşmıştı, doğru görüp görmediğime emin olabilmek için gözlerimde ki yaşları silip ovuşturdum. Hayır gözlerim koyuydu, halbuki benim gözlerim normal bir kahverengiydi. 'Bir ömür seninle olacak bir arkadaş ister misin?' dedi yumuşak bir sesle. Gözlerim oyuncağıma kaydı, ''Nasıl yani?'' parmağımı tilkiye uzatıp ''O yokken bile sen olacak mısın? Mesela ben dışardayım o yanımda yok ama sen olacak mısın?'' diye sordum. 'Evet, ben hep seninle olacağım.' dedi yine anne şefkatiyle. Dudaklarımda belli belirsiz tebessüm olurken günler önceki olay tüm bedenimi titretti. 'Bundan sonra korkmayacaksın Mabel. O gün seni nasıl koruduysam bundan sonra da korurum. Sana benden başkası zarar veremez.' Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. ''Yani sen... ben ölene kadar benimle mi olacaksın?'' dedim büyük bir umutla. Arkadaşım olacaktı, ömür boyu bir daha yalnız olmayacaktım. Bir daha asla yalnız olmayacaktım. Bu muhteşem bir şeydi. Annem de artık beni yalnız bırakmakla korkutamayacaktı, kumdaki çocuklar da yalnızım diye bana sataşamayacaklardı. Artık Vaha var diyecektim. 'Sen istesen de istemesen de, ölene kadar seninle olacağım. Buna şüphen olmasın.' Küvetten nefes nefese öksürüklerle çıktım. Nefes almakta zorlanırken hızlıca küvetten çıkıp koşar adımlarla odama gittim ve yatağıma çıkıp tilkiyi sokuşturduğum çatı arasına elimi uzattım. Burayı ben yapmıştım, tilkiyi görmek istemediğim için araya sıkıştırmıştım. O Tilki benim için Vahaydı, benim arkadaşım sandığım ismini benim koyduğum Vahaydı. Elimi uzattığım yerden tilkiyi çekerken bir şey bedenime çarparak ufacık bir kesik bırakıp yere düştü. Bedenime bıraktığı kesikle inlerken gözüm yere düşen şeye döndü. Dudaklarımdan küçük bir küfür çıkarken yataktan ağır adımlarla indim. Yatağımın önüne diz çöküp elime yere düşen şeyi aldım. Bedenimden ve saçlarımdan sular birer birer yere damlarken içeri çarpan rüzgar bedenimi titretiyordu. Bir elimde parçalandığı halde her tarafi dikilmiş tilki dururken diğer elimde kabuslarımda gördüğüm ucu V harfini gösteren bıçak duruyordu. Bıçağın üzerinde büyük harflerle bir isim yazıyordu. Bıçağın üzerinde yasan isimde, bıçağın sahibi de, bu tilkiyi parçalanmış halden dikerek eski haline getiren de aynı kişiydi. ''Vaha.'' 13. Bölüm burada bitmiştir.. En sevdiğiniz kısmı lütfen buraya bırakın. Hepinizi öpüyor, ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum. Sonraki bölümde görüşmek üzere...
|
0% |