Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@byzloey

Bir beden, bir ruhu kaldırabilecek düzeyde mi yaratılmıştır? Herkes aynıdır birbiriyle. Duyu organlarımız, vücudumuzdaki organlarımız hepimiz bir yaratılmışızdır. Peki her beden de bir tane mi ruh vardır?

Yoksa herkesin içinde bildiğimiz kendimizden başkaları da var mıdır?

Sonuçta bu yaşıma kadar bende Vaha'dan bir haberdim. Kendimi eksik hissetmem küçüklüğümden beri kapanmayan bir yaramdı. Kapandığında olduğundan daha da büyüyen bir yara haline geldi. Virüs gibi tüm vücuduma, hayatıma yayılan bir yara.

Şimdiye kadar görmediğim görüntüler, bilmediğim kelimeler, duymadığım çığlıklar ve hissetmediğim acılar geldi Vaha ile. Yere düşen bıçağı kesik kesik nefes alarak inceledim.

Bir tarafında harflerin arasında boşluklarla Vaha yazarken diğer tarafında ince bir yazıyla bir söz yazıyordu.

'Kapanmamış kulağın, tek duyacağı kadın çığlıklarıdır.'

Ellerim de tekrar artık psikolojik olduğunu bildiğim akışkanlığı hissettim. Bıçak bile alevdi adeta, Vaha'ya ait ne varsa hepsi birer alev parçasıydı.

Gözlerimin sızladığını hissettim, ne yapacaktım şimdi?

Bir elimde bıçak, diğer elimde çöl tilkisiyleydim. Bıçağı yavaşça kenara bıraktığımda tilkinin altındaki delik dikkatimi çekti. Çöl tilkisini çevirdim, altında ince bir delik vardı. Bıçağı içinde mi saklıyordu?

Gerçekten bir çocukluk anısını saklanmak için mi kullanıyordu?

Artık birinden yardım almalıydım, artık birine olanları anlatmalıydım.

Özellikle de bunu.

Çöl tilkisini de kenara bırakıp ellerimle yüzümü kapattım.

Amacın ne Vaha?

Bu yaptıkların ne?

Ellerimi yüzümden saçlarıma geçirip diz çöktüğüm yerden kalktım. Biriyle konuşmam gerekliydi, birinden yardım istemem gerekliydi. Kaybolmuştum, nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum.

Ayağa kalkıp komodinin üzerine bıraktığım telefonu aldım ve Rüveyda'yı aradım. Tek konuşabileceğim, güvenebileceğim kişi oydu.

Şu an Sadece ona inanabilirdim.

Başka kimseye ne anlatabilir ne de yardım isteyebilirdim ki, Setenay bile olmazdı.

''Alo, Mabel.'' Rüveyda'nın sesi arkasından gelen rüzgar yüzünden zor anlaşılıyordu. Okuldan çıkmış olmalılardı, gözüm cama kaydığında güneşin batmak üzere olduğunu gördüm.

''Rüveyda, Setenay'a bir şey çaktırma. Acil konuşmamız gerekli, bize gelebilir misin?'' Rüveyda'dan cevap beklerken odada tur atmaya başladım. Bir elimle telefonu tutarken diğerinde tırnak etlerimi kemiriyordum.

Belki de Vaha'yı tehdit etmeliydim. Seni bastırırım rahat dur demeliydim.

Tabi bunu dedikten sonra bir kere daha bıçaklanmak istiyorsam...

''Şöyle yapalım mı canım bayadır görüşmüyorduk sen gel akşam bizde oturalım. Bende şimdi eve geçiyorum zaten.'' Setenay yanında olduğu için başka arkadaşıymışım gibi davranıyor olmalıydı. ''Tamam o zaman bende çıkıyorum birazdan.'' Rüveyda onaylayıp kapatırken telefonu yatağın üzerine bırakıp bıçağı ve tilkiyi aldım.

Giderken bıçağı yanımda götürmeli miydim? Götürse miydim?

ya yakalanırsam? Ya yolda aniden bir şey olsa üstümden düşse? Hayır götüremezdim. Buna cesaretim yoktu.

Bıçağı derin derin nefesler alarak tilkinin içine tekrar yerleştirip hiç dokunmamışım gibi tavan arasına tekrar yerleştirdim.

Ne yapacağıma karar vermeden öğrendiklerimi saklı tutmam benim için daha iyiydi. Yataktan inip titreyen ellerimi dizime sürttüm ve dolaba yöneldim. İdil hanıma gitmeme bir iki gün kalmıştı. Bir an önce gitmeli konuşmalı ve neler döndüğünü ondan öğrenmeliydim.

Sana doğruyu anlatacak mı?

Sana olanları anlatacak mı?

Aklımda ki soru işaretlerini yok etmek ister gibi kafamı sağa sola sallayarak çıkardığım kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Tek güvendiğim insan İdil hanımdı, onun da diğerleri gibi olma ihtimalini düşünmek bile istemiyordum.

Ona olan güvenim de sarsılırsa bu hayatta güvenebileceğim insan kalmazdı. En sevdiğim insanda böyle yaparsa yalnız kaldırdım.

İdil hanım böyle bir şeyle güvenimi kaybetmezdi, kaybetmemeliydi.

'Çoktan kaybetmedi mi zaten?' aklımda duyduğum sesle duraksayıp kaşlarımı çattım. Ona ismini benim vermiş olduğumu öğrendiğimi söylemeli miydim? Hayır, Rüveydayla konuşmadan bir şey söylememeliydim.

''Yine mi sen?'' dedim rahatsız olmuş gibi. Olup olmadığımı bende bilmiyordum ama onun rahatsız olduğumu hissetmesini istiyordum.

'Seni tanımasam rahatsız olduğunu sanardım.' dedi alayla, ses tonuna kadar duyup hissedebiliyordum. Bu oldukça tuhaf bir şeydi, sadece artık bana tuhaf gelmiyordu.

''Rahatsızım zaten senden.'' dedim pantolonumu da giyinirken. Hava soğuktu, üşütmemek için sıkı giyinmem gerekiyordu.

Zaten oldukça çok işle uğraşıyordum, hasta olursam gerçekten bu hafta eziyet olacaktı bana. Üzerimi giyindikten sonra telefonu arka cebime koydum ve saçlarımı at kuyruğu yapmak için balkondan aldığım havluyla biraz kurulamaya başladım. 'Öyle deme, yardıma ihtiyacın olduğunda sana tek yardım edecek kişi benim.' bu dediğine hem öfkeyle hem de alayla güldüm.

''hah! Yardıma ihtiyacımın olma sebebinin de sen olduğunu hatırlatmama gerek yok herhalde değil mi?'' saçımı nemli olacak şekilde kuruladıktan sonra düzgünce toplayıp aşağı indim. 'Bir gün beni anlayacaksın, bunu bildiğim için sana karşı fevri olamıyorum.' bir gün onu mu anlayacaktım? Ben mi?

''Nasıl olacakmış o?'' montumu askılıktan alıp üzerime geçirdim, komodinin çekmecesinden anahtarı ve parayı cebime koyarken gözüm komodinin üstünde ki aynaya kaydı. Bundan nefret ediyordum, kendimi ona bakmaktan, duymaktan alıkoyamıyor, bu yüzden daha çok nefret ediyordum.

'Beni yaratma sebebinle aynı sebepten, bir gün senin gibi yardıma muhtaç birine denk geleceksin. Yardım etme cesaretin olmayacak, korkacaksın. O kızı yedi yaşın sanacaksın, ellerin titreyecek. Kaçmak isteyeceksin ama yardım etmen gerektiği için ayakların geri geri gitmeyecek. O zaman anlayacak ve beni bir daha çağıracaksın.'

Kalbimin teklediğini hissettim. Sertçe yutkundum, çekmecede olan ellerim öylece kaldı. Başka bir insanı, o halde. Yedi yaşımdaki gibi zayıf ve yardıma muhtaç ölümle burun buruna görsem ne yapardım? Daha doğrusu bir şey yapabilir miydim?

Gözlerimi zorlukla aynadan çektim ve çekmeceyi bir kaç dakika sonunda sertçe kapatarak evden çıktım. Vaha gitmişti, zaten hep böyle yapıyordu.

Söyleyeceğini söyleyip kayboluyordu.

Bahçe kapısını çektikten sonra ellerimi bir kez daha avuç içlerimi kaşıyarak pantolonuma sürttüm. Dolmuş durağına doğru yürürken aklımda sadece Vaha'nın bıçağında ki sözler yankılanıyordu.

'Kapanmayan kulağın, tek duyduğu kadın çığlıklarıdır.'

Öyle miydi gerçekten? Eğer insanlar kulaklarını, gözlerini kapatmasalardı duyarlar mıydı çığlıklarını. Vücudumdan bir titreme geçti, durağa doğru yol alan adımlarım hızlandı.

Düşünme bunları Mabel, onu düşünmekten kendi hayatından eser kalmadı.

Düşünmemeliydim ama nasıl düşünmezdim ki? Bir anda aklımda beliriyordu, aynada beliriyordu, bedenimde beliriyordu.

Doğmadan önce ne kim olacağımızı seçebilirdik ne de ailemizi. Hayatımızın nasıl olduğunu bile seçemezdik ama benim hayatımda seçemediğim şeyler çok daha kötüydü. Hastalığımı seçememiştim mesela, geçmişimi seçememiştim.

Geçmişimi unutamıyordum çünkü her şey onun yüzünden olmuştu. Vaha bile geçmişimi unutmama büyük bir engeldi. O yokken bu kadar hastalıklı hissetmiyordum, o yokken daha mutluydum.

Belki de kendimi kandırıyor, mutlu hayat oyunu oynuyordum.

Gelen dolmuşun ışıkları gözlerimi alınca dalan gözlerimi yoldan çekip elimi yola doğru uzattım. Rüveyda'nın bana yardım edebilmesini umuyordum, elimden başka bir şey gelmiyordu. İdil hanımın tekrar bana bunları unutturmasından korkuyordum, tekrar aynı şeyleri kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum.

Dolmuş şöförüne parayı uzatıp boş yere oturdum. Kendi hayatıma yetişemiyordum, elalem başkalarının hayatına bile yetişirken ben kendi hayatıma bile yetişemiyordum. Bu oldukça komikti, Rüveyda mesela hepimize yetişebiliyordu. Kaçırılmış, esir tutulmuştu günlerdir ama şu an bile bana yardım edeceğini anlamış olmalıydı.

Sanırım hayatın bana tek verdiği iyi şey dostlarımdı. Başka da hayatımda iyi diyebileceğim bir şey bulamıyordum zaten.

Atlas'ı da söylemek isterdim, tabi bana bakış açısının Vahayla geçirdiği geceden sonra ne olduğunu bilseydim. Onu da öğrenecektim, önce kendi çıkmazımdan çıkacak sonra Atlas çıkmazına girecektim.

Derin bir nefes verip ensemi ovuşturdum. Ensemde ki sızı ben onla ilgilenmeye vakit bulamadan azalmıştı, neredeyse yok gibiydi hatta. Oraya da ne olduğunu henüz tam çözmüş değildim ama muhtemelen Vaha'nın yaptığı bir şeydi.

Artık şaşırmıyordum, günler içinde zor da olsa alışmıştım buna.

''Müsait bir yerde.'' diye mırıldanıp oturduğum yerden ayaklandım, dolmuş kalabalık değildi zaten. Yavaşlayan dolmuştan inip yüzüme çarpan soğukla yüzümü buruşturdum. Kış kesinlikle benim mevsimim değildi, soğuk benlik hiç değildi.

Gerçi sıcakta benlik değildi, sıcak havalar ve sıcaklıkla alakalı her şey Vaha'ya aitti.

Ben ise tamamen kayıptım, araftaydım.

Rüveydaların evinin yolunu tutarken annesinin sevincini düşünüp gülümsedim. Günler sonra düzgün yemek yemiş ve uyumuş olmalıydı. Apartmanın önüne gelince zile basıp montumun önünü açtım. ''Mabel.''

Diyafondan gelen sese ''benim.'' diye mırıldanıp açtığı kapıdan içeri girdim.

Beni beklediğine emindim, muhtemelen meraktan evde dört dönmüştü. Bıçakta yazan sözü unutmamak için aklımda tekrar ettim, zaten unutmak ne mümkündü ki?

Rüveyda kapıyı açmış yaslanarak merakla bana bakıyordu. ''Neler oldu? Çatladım meraktan.'' Buruk şekilde gülümseyerek ayakkabılarımı çıkarıp montumu askılığa astım. ''Annen nerede?'' gözüm etrafa kaydı ama ses soluk yoktu.

''Uyuyor.'' dedi salonu işaret ederken. Kafamı sallayarak Rüveyda'nın odasına ilerledim. Rüveyda önden hızlıca gidip kapıyı açmış yatağına bağdaş kurmuştu bile. ''Ne oldu? Kaçıkla mı konuştun?''

Önüne oturarak elimi bacaklarıma sürttüm. ''Ben bir kaç şey hatırladım Rüveyda. Vaha'ya ismini ben vermişim. Ben onunla küçükken konuşuyormuşum.'' Kaşlarını çattı ve kendini öne doğru süründürdü. Bana iyice yaklaştığında gözleri irileşmiş merakla bana bakıyordu. ''Eee? Nasıl ismini sen vermişsin nasıl yani?''

arka cebimden beni rahatsız eden telefonumu çıkarıp kenara bıraktım. ''Babamın bana aldığı bir oyuncak vardı. Çöl tilkisiydi, bende ona Vaha ismini vermişim. Ona verdiğim ismi kendine uygun bulmuş olmalı.'' diye mırıldandım bir elimi yatağa yaslayarak otururken. Asıl sorun verdiğim isim değildi. Bulduğum bıçaktı, üstünde olan yazıydı, İdil hanıma anlatıp anlatmayacağımdı.

''Oha, ciddi misin sen?'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Daha da önemli bir şey oldu, ben Vaha'nın cinayet silahını buldum.'' Rüveyda iki elini ağzına götürürken gözlerini mümkün olduğu kadar açtı. Ciddi ciddi şok geçiriyordu, anlatacağım o kadar şey varken şimdiden şok geçirmişti. Ellerimi ağzına uzatıp elini indirdim. ''Bıçağının üzerinde hem kendi adı yazıyor hem de bir söz.''

''Ne yazıyor?'' dedi hala şoktan çıkamamış bir sesle. Gözlerini bile hala kırpmamıştı, öyle pür dikkatle dinliyordu ki gerilmeden edememiştim.

''Kapanmamış kulağın, tek duyacağı kadın çığlıklarıdır.'' tek kaşı hafif kalktı, dudakları 'O' şeklini aldı. ''O..oha.'' kirpiklerini art arda kırpıştırdı. ''Ben bunu tweet atabilir miyim? Çok iyiymiş.'' Gözlerimi devirip sinirle nefes verdim. Burada ben önemli bir şey anlatıyordum aklı fikri dışardaydı. ''Tamam tamam kızma. Peki İdil hanıma anlattın mı?'' Kafamı sağa sola salladım. Ben de tam bunun için gelmiş bulunuyordum zaten.

''Anlatıp anlatmayacağımdan emin değilim. Neyim olduğunu benden hep saklıyor, üstelik Vaha'yı bana unutturan da oymuş. Vaha ilaçları kullanmazsam daha çabuk hatırlayacağımı söylemişti, haklı çıktı.'' Yatağa yasladığım kolumu saçlarıma geçirip kırdığım dizlerime dirseklerimi yasladım ve öne doğru eğildim. ''Off. Aklım çok karışık Rüveyda ne yapacağım ben?'' Bir elini omuzuma uzattı, destek olmak ister gibi sıktıktan sonra yatakta kayıp bana arkamdan sarıldı. ''Haklısın, İdil hanım biraz... Tuhaf bir kadın.'' gözlerim karşımda ki tabloya kayınca hafif doğruldum ve aklıma gelen notla ayağa kalkıp tabloya ilerledim. Rüveyda kaşlarını çatmış yalpalamıştı. Tabloyu indirip direk gözümü hedeflediğim notu elime aldım ve Rüveyda'ya çevirdim.

''Üstelik senin haritana da not bırakmış.'' Rüveyda kaşlarını çatarak notu okuduktan sonra bakışlarını arkamda ki haritaya çevirdi. ''ne zaman bırakmış?'' Gözleri haritayı tararken kaşları daha çok çatıldı. ''Bilmiyorum.''

Yavaş yavaş ayağa kalkıp gözünü bir yere kenetleyerek yanıma ilerledi. Bende onun bu haline kaşlarımı çatmıştım, gözlerini takipe dip haritada nereye baktığını gördüğümde Rüveyda notu çekip görebileceğim şekilde eline aldı.

'Umarım yatağının altında ki özür hediyemi kabul edersin dedektif kız. Evine hoş geldin. -V'

İkimizde bakışlarımızı birbirimize kaldırıp ardından yatağa çevirdik. ''Sen buraya hiç geldin mi?'' diye sordu notu tutan elini yere doğru indirirken. ''Evet ama bendim. Vaha ortaya çıkmadı.'' Rüveyda tepkisizce yatağa ilerleyip diz çöktü ve yatağın altında yakaladığı kutuyu halıya kadar çekti. ''Demek ki baştan beri Vaha olarak evime gelmiş.'' diye mırıldandı ve bir saniye bile beklemeden kutuyu açtı.

Yanına gidip çökerek kutunun içinde bir keman vardı. Kaşlarım belli belirsiz çatılırken Rüveyda'nın çok küçük yaşta kırılmış ve kenarıda hatıra olarak sakladığı kemanına kaydı. Rüveyda lise bir zamanlarında keman çalardı, annesiyle kavga ettiğinde annesi kırmış yenisini de almamıştı. Rüveyda kemana gözleri neredeyse dolmuş vaziyette eline alıp incelerken gözüm kutunun alt kısmında ki nota kaydı. Notu elime alıp boğazımı temizleyerek okumaya başladım.

''Merhaba dedektif kız. Beni Mabel sandığın zaman ettiğimiz sohbette daha önce keman çalmayı çok özlediğini söylemiştin. Tabi ben çaktırmamak için Mabel rolü kesiyordum çünkü beni hiç biriniz o zamanlar tanımıyordunuz. Bunu tutsak olarak geçirdiğin günlerin telafisi olarak kabul etmeni rica ediyorum. Üzgünüm, elimden gelenin en iyisi buydu. Daha fazla zaman ayırsaydım kendi işimi yapamazdım ve biliyorsun ki benim işim oldukça muhim. Umarım bir daha yollarımız bu şekilde kesişmez ve umarım bir daha kesiştiğinde kemanı gerçekten çalabiliyor musun görme fırsatım olur. Kendine iyi bak dedektif kız, her seri katil benim kadar iyi davranmaz :)''

Rüveyda Kemanı kucağına doğru indirmiş beni dikkatle dinlerken okumayı bitirdiğim kağıdı kutuya bıraktım. ''Çok..Çok anormal senin şu kişiliğin.'' dedi şaşkınlıktan zor bela konuşurken. Bu da neydi gerçekten? Biz biraz afallamış vaziyette birbirimize bakarken çalan zil ile kaşlarımız aynı anda çatıldı. ''Birini mi bekliyordun?'' dedim ayağa kalkarken. Rüveyda da kemanı kutuya bırakıp özenle yatağın üzerine bırakırken kafasını sağa sola salladı. ''Valla Vaha'nın sen olduğunu bilmesem kaçık mı geldi derdim.'' kapıya yönelirken duraksayıp daha çok çattığım kaşlarımla ona döndüm. Bana dudak büzüp omuz silkti ve önüme geçip kapıyı açtı. ''Bakma bana öyle. Yalan mı?'' Sinirle gülüp arkasından ilerledim, Gelen Setenay mıydı? Eğer gelen oysa bu kötü olurdu çünkü bir sürü soru soracak ve bizi bunaltacaktı.

Rüveyda deliğe bakıp bana döndü, ''Kim?'' diye merakla sorduğumda ''Açayım da kendin gör.'' diye fısıldadı ve kapıyı açıp güler yüzle önüme geçti.

''Hoş geldiniz İdil hanım.'' İdil hanım mı dedi o?

Rüveyda güler yüzle önümde dururken yan tarafa geçip İdil hanımı görmemle gözlerim irileşti. İdil hanımın burada ne işi vardı?

''Hoş buldum Rüveydacım, seni görmeye geldim. A-a Mabel sen de mi buradaydın?'' İdil hanım ayakkabılarını çıkarıp eve girerken bir iki adım geri çekilip Rüveyda ile bakıştık. İdil hanım burayı nereden biliyordu? Aklıma bıraktığı not gelince daha önce geldiği gerçeğini hatırladım. Daha önce de geldiği aşikardı ama neden ve ne zaman gelmişti? Adresi nereden bulmuştu?

''Nasılsın Rüveydacım, gerçekten sapa sağlam bulunmana çok sevindim.'' kollarını Rüveydaya sıkı sıkı sararken gözü tam karşısında dikilen bana kaydı. Gözlerinde anlamadığım bir ifade vardı. Beni baştan sona süzdü ardından rahatlayarak gülümsedi ve kollarını Rüveyda'nın boynundan çekti.

''İyiyim İdil hanım çok teşekkür ederim de siz nereden....'' İdil hanım güler yüzle montunu çıkarıp asarken gayet rahat bir şekilde bize döndü. ''Annen haber verdi, ben kaybolduğunu öğrenince evine gelmiştim ziyarete anneni görmeye. Mabel ve Setenay seni arıyordu evde yoklardı ben geldiğimde zaten bende çok kalmamıştım. Bir ihtiyacı olursa diye annene numaramı bırakmıştım.'' Rüveyda güler yüzle mutfağı işaret etti. ''Anlıyorum, salonda annem uyuyor da mutfakta otursak sorun olur mu?'' İdil hanım kafasını sağa sola sallayarak mutfağa ilerlerken Rüveyda'yı kolundan yakaladım. ''Bu işin içinde başka bir şey var.'' diye fısıldadım kulağına doğru. Rüveyda kafasını aşağı yukarı sallarken kulağıma eğildi. ''Çıkar kokusu, sen sakın bir şey bildiğini belli etme. Ne yapacağına karar vermeden açık vermeyelim.''

Mutfağa girdiğimizde Rüveyda kahve yapmak için dolap tarafına yöneldi bende İdil hanımla selamlaşıp çaprazında ki sandalyeye oturdum. Çekiniyordum, İdil hanımdan daha önce hiç bir şey saklamamıştım. O zaten dikkatli bir kadındı, ben yalan söylesem de onu anlardı. Bende daha önce hiç yalan söylememenin acemiliği vardı, onda da yılların tecrübesi.

''Ee Rüveydacım anlat bakalım neler geçti başından, nasıl kaçırıldın? Bir zarar verdiler mi sana?'' Rüveyda neredeyse gerçek olacak şekilde güldü, bakışları kaçamak şekilde bana kaydı. ''Bana psikolojik işkence ettiler.'' Bu dediğine bende gülümsedim, psikolojik işkence eden sanırım burada Vaha ve ben oluyorduk.

Görüyor musun Vaha, düştük diline kızıl şerbetin.

''Korkuttun bizi, gerçekten merak etmiştik seni. Mabel de öyle çok üzgündü seanslarda.'' Rüveyda bana öpücük gönderip makinenin tuşuna bastı ve elini mermere dayayarak bize doğru döndü. ''İyiyim şükür. Zaten hiç bir şey görmedim, pek ayık tutmadılar beni. Sürekli kafam gidip geliyordu, hayatta kalacak kadar yemek verdiler sadece başka da bir şey yoktu. Yani bir şey gördüysem de hatırlamıyorum.'' İdil hanımın tek kaşı hafif kalktı ama sanki bunu istemsiz yapmış gibi anında ifadesini düzeltti. ''Anlıyorum Rüveydacım. Yani pek bir şey bilmiyorsun özellikle de kim olduğu hakkında.'' Rüveyda onu onaylar şekilde kafasını salladıktan sonra kaçamak bir bakış attı bana. Ardından kahve makinesinden gelen sesle tekrar bize arkasını döndü. ''Sen peki Mabelcim, çok sevinmişsindir arkadaşının bulunmasına.'' Gülümseyip ellerimi masanın altından dizlerime sürttüm.

Hayır hemen her şeyi ona anlatmak istemiyorsun Mabel, tut kendini.

''Evet elbette çok sevindim hayatta olmasına, aynı sizin dediğiniz gibi oldu.'' dedim imalı bir şekilde, yüz ifadesini dikkatle incelediğim yaptığım imadan sonra ama gram değişiklik olmamıştı yüzünde. ''Yani, şayet aranan seri katil ise Rüveyda'yı kaçıran öldürmemesi zaten tahmin edilebilir bir şey.'' Rüveyda kahveleri önümüze koyarken yarı ciddi yarı alaylı şekilde güldü. ''lütfen benim ölmemiş olmam hakkında böyle konuşmayın hala atlatabilmiş değilim.'' İdil hanım ile gülerek onu onayladık. Haklıydı, bu olay onun için hala travma sayılırdı, aradan saatler geçmişti. Rüveyda umarım bu travmayı atlatabilirdi gerçekten yoksa bunun pişmanlığını çekerdim. Ne kadar buna sebep olan ben olmasam da...

''Siz nasılsınız İdil hanım?'' dedi nezaketle Rüveyda, ardından kendi kahvesini alıp tam karşıma İdil hanımın diğer çaprazına oturdu.

''iyiyim Rüveydacım çok teşekkür ederim.'' Rüveyda karşıma oturduktan sonra bana döndü, kaşlarıyla İdil hanımı işaret etti. İdil hanımı sıkıştırmamı istiyordu. Avuç içlerimin terlediğini hissedince ellerimi yumruk yapıp pantolonuma sürttüm. İdil hanımla ilk defa bu vaziyette olmak beni fazlasıyla geriyordu.

''Şey.. İdil hanım siz buranın adresini nereden buldunuz?'' Rüveyda eline kahvesini alıp merakla cevabını beklediğini belli eder vaziyette kahvesinden bir yudum aldı.

''Setenay'dan rica ettim canım. Sen zaten pek iyi görünmüyordun. Sen nasılsın? Son seansta ki şikayetlerin hala devam ediyor mu?'' Aklımdaki sesler ve kabuslardan bahsediyordu, Vaha'dan bahsediyordu.

Rüveyda'ya bir daha baktım, ne diyeceğimi bilemiyordum. Yalan söyleyemezdim ama evet dersem de yalnız kalıp şimdi konuşmak isteyebilirdi. Ben Rüveyda'ya yardım eder şekilde bakmaya devam ederken ayağımda hissettiğim acıyla inledim. ''Ah!''

Rüveyda gözlerini irileştirerek beni uyarınca benim kendime gelmem için yaptığını anlayıp ona öfkeli bakışlarımı yolladım. ''Ne oldu? Dizini masaya mı vurdun?'' kafamı aşağı yukarı sallayarak bacaklarımı sandalyeye kaldırdım ve masayla kendim arasına aldım. Masanın altı pek güvenli durmuyordu.

''Şey... yani azaldı. Bu aralar ilaçları kullandıkça azaldığını fark ettim.'' İdil hanım söylediğime emin olmak istemiş gibi yüzümü dikkatle incelerken bir şey belli etmemek için yumruklarımı sıktım. Hayır tuhaf bir davranış göstermeyecek yakayı ele verecek bir şey söylemeyecektim, hayır söylememeliydim.

İdil hanım memnun olmuş şekilde gülümseyip kahvesinden büyük bir yudum aldı. Ardından kahveyi tabağına bırakıp ''Setenay nerde?'' diye sordu. Ben de kahvemden yudumlarken benim yalan düşünmeme gerek kalmadan Rüveyda cevap verdi. ''Sevgilisiyle birlikte.'' İdil hanım gülümseyerek kafasını aşağı yukarı salladı.

''Sana geçmiş olsun'a çiçek sipariş etmiştim ama henüz gelmemiş anlaşılan.'' Rüveyda kocaman gülümseyerek ''Öyle mi?'' diye sorunca İdil hanım kahkaha attı. ''Evet, kendim getirmek isterdim ama işlerim bu ara aksamak zorunda kalıyor o da aksasın istemedim.'' Rüveyda kocaman gülümseyerek ayağa kalktı ve İdil hanıma sarıldı. ''Teşekkür ederim İdil hanım.'' İdil hanım da ona sarılıp ''Önemli değil.'' diye mırıldandı.

İdil hanım oldu olası ince ve düşünceli bir kadındı onun bu hallerini biliyordum ama İdil hanımın şimdiye dek hiç bilmediğim yüzünü yeni tanıyordum, Bir şeyler bilen ve saklayan yüzünü.

''Kahveni de içtiğime göre ben yavaştan kalkayım. Malum sağlık beklemez.'' Rüveyda ile gülümseyerek ayağa kalktık. İdil hanımın bir yerde uzun süre oturduğunu hiç görmemiş duymamıştım zaten, genelde iş çıkışları evde oturmayı severdi.

Hiç bir evde rahat edemez kendi kendine vakit geçirirdi. O da benim gibi oldukça yalnızdı ama benim aksime bundan şikayetçi değildi, buna zorunlu değildi. Bu onun kendi tercihiydi, benim ise zorunda olduğum bir yaşam biçimiydi.

''Geldiğiniz için teşekkür ederim İdil hanım.'' Rüveyda İdil hanımın montunu askılıktan alıp kollarını geçirmesi için açarken İdil hanım gülümseyerek montunu giydi ve Rüveyda'ya sarıldı. ''Kendine dikkat et Rüveydacım, sende öyle Mabelcim. Pazar günü görüşürüz.'' İdil hanım ile Rüveyda'dan sonra görüşüp onu yolcu ettikten sonra Rüveydayla birbirimize baktık.

''Bence güzel atlattık.'' diye mırıldandı.

''Bence de. Pazar gününe kadar atlattık en azından.'' dedim umutsuzca, daha düzene sokmam gereken çok şey vardı. Derslerim vardı mesela, Atlas ile konuşmam gerekliydi mesela, ne yapacağıma da karar vermem gerekliydi mesela...

''Onu da düşünürüz. Sen Atlas ile konuştun mu?'' Kafamı sağa sola salladım. Rüveyda mutfağa ilerlerken ben de arkasından ilerledim. Bardakları tezgaha koymasına yardım ettikten sonra az önce oturduğum sandalyeye dizimi ovuşturarak oturdum. ''Bir de Setenay'a yabani dersin.'' Bana güldü ve az önceki sandalyesinin yaslanma yerinden tutup öne doğru eğildi. ''Setenay'dan bulaşıyor.''

''Atlas'ı arasana. Bakalım sana karşı tavrı değişmiş mi?'' Elim arka cebime gittiği sırada aklıma Rüveyda'nın odasında cebimden çıkardığım geldi Rüveyda'nın da gelmiş olmalı ki bana bakış atıp mutfaktan çıktı. Ben de ayağımı Setenay gibi Rüveyda'nın az önceki sandalyesine uzatarak rahatça oturdum.

''Umarım hala aynı Mabelimdir senin için Atlas...''

Saniyeler içinde mutfağa elinde telefon ile Rüveyda geldi. Derin bir nefes verip Atlas'ı rehberden buldum. Henüz arama kısmına basmamıştım. ''Ne diyeceğim ki?'' Rüveyda gözlerini devirdi ve sandalyeyi çekeceği sırada ayaklarımı görüp kaşlarını kaldırdı.

''Bir de Setenay'a rahat dersin.'' Dudak büzüp onu taklit ederek ''Setenay'dan bulaşıyor.'' diye mırıldandım. Kafasını sağa sola sallayarak yanda ki sandalyeyi çekti ve oturdu. ''Ne yapıyorsun falan de, pek hatırlamıyorum gece nasıldı falan umarım utanç verici bir şey yapmadım falan de ağzını ara.'' Rüveyda'nın söylediklerini gayet akıllıca bulup arama kısmına dokundum ve ardından aramayı Hoparlöre aldım.

Birinci kez çaldı, ikinci çaldı, üçüncü kez çaldı ve saniyeler içinde Atlas'ın güzel sesi mutfağa yayıldı.

''Efendim.'' Rüveyda ellerini çenesinin altına koyup sırıtarak bana bakınca ona uyarıcı bir bakış gönderip telefona doğru eğildim. ''Merhaba Atlas, ne yapıyorsun?''

''İyiyim arkadaşlarla maç atıyoruz öyle sen ne yapıyorsun?'' Rüveyda kenarıda ki not kağıdını çekip üstünde olan kalemi alıp kağıda bir şeyler yazınca onu bekleyip bir kaç saniye sessiz kaldım. Rüveyda hızlı hızlı yazıp kağıdı kaldırınca yazdıklarını kaşlarımı çatarak okuyup ona öfkeli bir bakış yolladım. 'Sana düşüyorum, yaz.'

''Bende iyiyim Rüveyda ile beraberdik de biraz kötüydüm sanırım gece çok içmişiz hiç bir şey hatırlamıyorum umarım utanç verici bir şey yapmamışımdır.'' diye mırıldandım. İçimden Bir şey yapmamışımdır yerine umarım yapmamıştır diye geçirsem de bunu dışardan söylemek pek mümkün değildi Maalesef.

''Açıkcası bende pek bir şey hatırlamıyorum. Baya hızlı başladık, çabuk dağıldım ben de. Bak ne diyeceğim bana bir sözün vardı ya. Şimdi kullanmak ister misin?'' Söz mü? Rüveyda bana 'ne sözü?' der gibi el kol yapınca 'Bilmiyorum.' dercesine dudak büzdüm. Ne sözü olduğunu hatırlamıyordum.

''Nasıl yani?''

''Bizimkilerin kız arkadaşları hep burada, sap kaldım. Masa falan hazırlamışlar ileri de çardakta sen de gelsene. Hem dün geceyi konuşuruz hem de benimle dalga geçmeyi de keserler yanında. Ben seni eve bırakırım.'' Rüveyda otuz iki diş sırıtarak kabul etmemi işaret ederken bana uzattığı ellerini ittirip ''Olur tabi neden olmasın.'' diye mırıldandım. Bir yandan Rüveyda'yı itekleyip bir yandan telefona yakın konuşmaya çalışıyordum. Hoparlörde konuştuğumu anlamasını istemiyordum.

''Tamamdır o zaman yeri mesaj atıyorum.''

''Tamamdır görüşürüz.'' Telefon kapandıktan sonra derin bir nefes verip masanın altından bu kez Rüveyda'ya ben tekme savurdum. ''Ya kızım kurt mu var içinde niye rahat durmuyorsun?'' Rüveyda kaşlarını kaldırıp indirerek sırıtmaya devam etti. Hatta hızlı hızlı kaşlarını kaldırıp indirmesine göz kırparak kafa salladım. ''Hayırdır?''

''Böyle bir bahanelerle seni arkadaşlarının yanına çağırmalar bir şeyler... Asıl size Hayırdır?'' Gözlerimi devirerek sandalyeden kalkıp kapıya doğru ilerledim. Hemen gitmek için can atıyordum ama tabi ki bunu Rüveyda'nın yanında falan göstermeyecektim.

''Senin kaçık valla tavlamış çocuğu.'' Askıda ki montumu alıp üzerime geçinirken ''Rüveyda.'' uyarı dolu ses tonumla Rüveyda'ya ters bir bakış attım.

''Üf tamam be. Sen git bende şu kemana bakayım. Gerçekten güzele benziyordu.''

Belli belirsiz kafamı sallayıp ayakkabılarımı giydim. Cebimde ki telefonumun titrediğini hissettim, Atlas yeri atmış olmalıydı.

Rüveyda'ya döndüm ve kollarımı boynuna doladım. ''Haber ver çatlarım yoksa.'' Gülerek geri çekilirken ''Olur.'' diye mırıldandım.

zaten ben haber vermezsem yüzü aşkın arama dolardı telefonuma. Rüveyda kapıyı kapatırken merdivenlerden hızlıca indim. Atlas'ın yanına gideceğim için heyecanlıydım. Telefonda aynı samimiyetle konuşuyordu. Demek ki pek de bir şey değişmiş sayılmazdı. Sevinçle dolmuş durağına doğru yürüdüm. Gerçekten içimi bir heyecan kaplamıştı, onun yanına gittiğimde genelde böyle oluyordu zaten. Bu heyecanım onu gördüğüm ilk günden beri geçmiyordu.

Çok tuhaf bir bağımlılıktı ama vazgeçmeyi hiç istemediğim bir bağımlılıktı.

Durağa geldiğimde oturmak yerine durağa yaslanarak cebimden telefonumu çıkardım. Atlas'ın attığı konum okulun arka tarafında bir parkı gösteriyordu. Demek ki okulun yakınlarında takılıyordu. Telefonu kapatıp gelen dolmuşu görüp elimi yola doğru uzattım.

Diğer elimi cebime atıp kağıt parayı avuçladım ve dolmuşa biner binmez şöföre uzatıp boş yere oturdum. Hava buz gibiydi, beklemediğime sevinerek kafamı cama yasladım.

Aklım bulduğum oyuncakta ve bıçakta kalmıştı. Evimde hatta odamda olması çok büyük bir risk değil miydi? Vaha bunu göze aldıysa orda bulamayacaklarını bildiğinden almış olmalıydı. Orayı ben yaptığım için akıllarına gelmeyecektir diye düşünmüştüm ama yine de aynı evde bulundurmak riskti.

Diğer aklıma takılan konulardan biri İdil hanımdı. Rüveyda ile bu konu hakkında bile konuşamamıştım. Konu Atlas olunca tüm ilgim dikkatim dağılıyordu. Şurada günler kalmıştı ve ben hala ne yapacağıma karar verememiştim. Bana yine yalan söylerse ona olan tüm güvenim sarsılırdı çünkü bu üstü örtülebilecek bir olay değildi. Bunun derecesi yüksekti, ailem olmadığı için benim ne vaziyette olduğumu öğrenmem ve iyileşmek için çabalamam gerekliydi.

Bilmeden nasıl kendimi tedavi edebilir nasıl iyileşebilirdim ki?

Vahaile tanışmam, cinayete tanıklık etmem bunların benim kaldırabileceğim şeyler değildi. Bunu bu şekilde öğrenmek istemezdim, bu şekilde güvenimin sarsılmasını, bu şekilde korkmayı ve ağlamayı istemezdim.

Korkudan öyle çok titriyor ve huzursuz oluyordum ki duygularım içime akıyordu. Dışımdan ağlamaya bile yeltenemiyordum. Ağlamaya bile vakit yoktu, Sürekli Vaha'nın yaptıklarını düzeltmeye çalışıyor hayatımı düzene koymaya çalışıyordum.

Bazen kendi kendime konuşurken bile artık cevabı Vaha verir diye bekliyordum. Onu da artık var sayıyordum, ondan eskisi kadar korkmuyordum. Ona alışıyordum ama bu korkutucu olduğu ve gözü kara olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Vaha benim için bile bir tehditti. Hayatım için, aklım için bir tehditti.

Belki de başka bir doktora gitmeliydim, başka bir doktor bana neyim olduğunu anlatabilirdi. Ya da en azından hastalığımın ne düzeyde olduğu hakkında bilgi verebilirdi.

İlaçları kullanmayı bırakalı günler olmuştu, günlerdir kabus görmüyordum. Belki de ilaçlar Vaha'yı bastırdığı için onu kabusum olarak görüyordum. Belki de İdil hanım bu yüzden bir çözüm bulamıyordu.

Başım ağrımaya başlayınca şakaklarımı ovaladım ve gözümü daldığı kapıdan çekip dışarıya baktım. Okulu yeni geçmiştik, bir kaç dakikalık yolum kalmıştı.

Bunları eve gittiğimde düşünmeliydim belki de, karar verip seans günü de ona göre İdil hanım yine güvenerek her şeyi anlatmalıydım. Ya da ona olan güvenimi askıya alarak ona aynı devam ediyorum gibi rol kesip kendi içimde Vaha'yı tanımalıydım.

''Müsait bir yerde.'' diye mırıldandım ayağa kalkarken.

Dolmuş kenarıya çeker çekmez tam durmadan kapıdan atladım. Aklımda ki beni hapseden düşünceleri askıya alarak hızlı adımlarla telefonumdan yeni açtığım konumun gösterdiği yolu yürümeye başladım. Umarım Atlas'ın davranışları bir gram bile değişmemiştir, sadece telefonda olduğu için bana öyle gelmemiştir.

''Umarım bunun da içine etmemişsindir Vaha.''

Düm düz ilerlerken konumun gösterdiği yere geldiğim için telefondan yüksek bir ses çıktı ama ben burada kimseyi göremiyordum. ''Mabel!'' Arkamdan gelen tanıdık sesle dönüp çaprazımda ağaçların arkasında kalan Atlas'a doğru yürüdüm.

Kalbimin küt küt attığını hissedebiliyordum. Sanki bir anda hava sıcaklamaya karar vermişti. ''Selam.'' dedim gülümseyerek. Atlas da benim gibi gülümsedi ve kafasıyla hemen arkasında kalan masayı işaret etti.

Masa da beş çift oturuyordu. Kızlardan dört tanesi esmer bir tanesi sarışındı. Erkeklerin de hepsi esmerdi ve birini hatırlıyordum, Atlas'a ödev konusunda yardım edemeyen onun yerine benim geçtiğim arkadaşıydı.

''Selam.'' dedim gülümseyerek Atlas'ın işaret ettiği yere otururken. ''Selam hoş geldin.'' Esmer olan kızdan uzun saçlı olana dönüp daha geniş gülümsedim. Hepsi neredeyse güler yüzle karşılamıştı. ''Hoş geldin Mabel. Sen şu arkadaşı kayıp olan kızsın değil mi?'' Atlas bu sorudan benden önce rahatsız olmuş boğazını temizlemişti. ''Arkadaşı bulundu Cansu, böyle hassas konuları konuşmayalım bu masada.'' Cansu uyarıyı almış gibi dudaklarını birbirine bastırdı ve yemeğini yemeye döndü. ''Sizinkiler geç gelmeni sorun eder mi?'' diye fısıldadı Atlas kulağıma doğru. Yüzüm bu sorusundan dolayı kısa bir süre düşse de buna alışık olduğum için buruk bir gülümsemeyle kafamı sağa sola salladım.

''Güzel. Tabağını sen gelmeden doldurmuştum ama yemeyeceğin varsa içlerinde boşaltayım.'' Tabağa göz atıp bunu düşünmüş olmasından dolayı memnuniyetle gülümsedim.

Umarım bunlar sadece arkadaş manasına gelmiyordur Atlas, aksi taktirde bir de canım senden yana yanar, ve benim artık yanacak bir canım daha yok.

''Yok, her şey fevkalade. Teşekkür ederim.'' diye mırıldandım onunla aynı anda çatalımı alırken.

Çiftler kendi aralarında sohbet ederken anlamadığım bir kaç kişinin sohbeti döndüğü için sessiz kalmayı tercih ederek yemeğimi yedim. Atlas da ara sıra onlara katılmış kalanın da tamamen yemeğine odaklanmıştı.

Yemek bittiğinde diğerleri toplamaya başlarken yardım etmeye yöneleceğim sırada Atlas kolumdan tuttu. ''Gel biz seninle biraz konuşalım. Onlar halleder.ÇALIŞIN LAN KÖLELER.'' Gülerek onlara doğru bağırınca bende gülerek peşinden maç yaptıkları sahaya doğru yanında ilerledim.

Arkadaşları sadece gülmüştü, bir cevap veren olmamıştı.

Sahanın kenarlarından gelen güçlü ışıklar sayesinde burası daha aydınlıktı, yan yana yürümeye başladığımızda ellerini cebine koydu. Benim mi konuyu açmam gerekiyordu acaba?

Bir kaç dakika sessizliğimi koruyarak bu fırsatı ona verdim ama cevap vermeyince benden beklediğini anlayarak boğazımı temizledim ve yüzümü hafif döndüm.

''Şey.. neler olduğunu hatırladığın kadar anlatır mısın? Ben hiç birini hatırlamıyorum da.'' diye mırıldandım, dudaklarında geniş bir gülümseme belirdi. Sanki hatırlamıştı ve bu hoşuna gitmişti.

''Yarısından sonrası bende de yok. Eve nasıl gittim onu bile hatırlamıyorum, sadece çok eğlenmiştik baya güzel kaldı aklımda.'' Dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

Demek Vaha gerçekten etkilemiş seni..

''Ama açık konuşmak gerekirse hiç beklemiyordum. Yani şu an ki sen ve o gece ki sen. Çok zıtsınız.'' Çünkü Vaha bir seri katil ben ise sadece Mabel'im.

''Peki sen... şey... hangi halimi sevmiştin? Yani bir elmanın iki yarısı gibi düşün. Hangisini arkadaşın olarak isterdin?'' Arkadaş kısmını söylerken zorlanmıştım, arkadaş diyerek kendimi olabilecek konumdan arkadaş konumuna çekmek istemiyordum ama elden de bir şey gelmiyordu.

''Açıkçası ben senin ilk tanıdığım halini seviyorum. Arkadaş olarak zaten bir çok insan bulunuyor, eğlenmek için olsun dertleşmek için olsun bulunur. Sen ise... sanki teksin.'' dudaklarından kısık bir sesle gülüş döküldü. Gözü yerdeydi, adımları yavaşlamıştı. ''Küçükken çok değer verdiğim bir çocuk vardı, saçları senin gibi kıvırcıktı. Bana gözlerimden dolayı 'Sen dünyada teksin, bir tanesin.' falan diyordu. Sen de bana bu devirde bu masumluğunla öyle geliyorsun.'' adımlarım yere çivilenmiş gibi ilerlemeyi keserken, nefes alamadığımı bedenimde ki kasılmadan hissettim. Gözlerim neden yanıyordu?

Ağlayacak mıydım? Hayır hayır, ağlamamalıydım. Şimdi olmazdı, şimdi yeri ve zamanı değildi.

Atlas'ın adımları durup bana döndüğünde yüzü garip bir ifadeye büründü. Kaşlarını çatmış yüzümü görebilmek için kafasını hafifçe eğmişti. Zoraki şekilde gülümseyerek ''Anladım.'' diye mırıldandım ve yürümeye devam ettim.

''Şey eve gidebilir miyiz? Biraz yorgun hissediyorum da.'' Kafasını aşağı yukarı salladı. Adımlarını yavaşlatarak ona yetişmemi bekledi. ''Arkadaşını yeni buldun, günlerin yorgunluğu da üzerinde bir de geceden kalmıştık. Normal hala toparlanamaman ben de bugün yenildim mesela kafam pek yerinde değildi.'' Belli belirsiz gülümseyip kafamı aşağı yukarı salladım.

Konuşasım falan kalmamıştı, benim küçüklüğümü hatırlıyordu ama beni hatırlamayacaktı. Günlerdir hatırlamasını umut ederek ona yaklaşıyordum, belki söylesem aramızda ki bağ kuvvetlenirdi ama ben hissetmesini istemiştim.

Atlas ile eve kadar şaşırtıcı bir sessizlikle yürüdük. Beni getirtmesi biraz boşuna olmuş gibiydi çünkü o da çoğu şeyi hatırlamıyordu. Söyledikleri Vaha ile aynı şeydi, ama beni mutlu eden cümlesi Vaha'yı değil Mabel'i sevdiğiydi.

Benim onun için eşsiz olmamdı.

Hatırlattığı eski anıyı düşündüğüm zaman o zaman ki hayatımın ne kadar temiz ve güzel olduğunu hatırlamıştım. Tüm olabilecek mutluluklar elimden çekip alınmıştı sanki, mutlu geçmişi ne zaman hatırlasam hemen peşine tek hatırladığım kan ve ölüm oluyordu.

Evin önüne geldiğimiz de adımlarımı durdurdum ve Atlas'a döndüm. ''Burası mı?''

''Evet, eşlik ettiğin için çok teşekkür ederim.'' Gözü eve kaydı, dikkatlice inceledikten sonra ellerini ceplerine tekrar koydu. ''Sizinkiler evde yok gibi görünüyor.''

Her zaman ki gibi... içimden bunu söylemek istesem de dışımdan sadece gülümsedim ve yanmaya başlayan gözlerimin dolmaması için dua ettim.

''Evet bu aralar yalnızım.''

''Korkmazsın değil mi? Bizde falan da kalabilirsin tabi rahatsız olmazsan. Annem misafir perverdir.'' Ah tabiki de bilmez miyim,Küçükken az mı kalmıştım sizde..

''Yok korkmam, teşekkür ederim tekrar.'' Cümlemin yarısında bedenimde hissettiğim sıcaklık ve avuç içlerimde ki kaşıntıyla montumun önünü açtım ve avuç içlerimi tırnaklarımla kaşımaya başladım.

''Peki madem. Gir sen, görüşürüz.'' sarılıp yanaklarından öperek gülümsedim ''Görüşürüz.''

Atlas elleri ceplerinde arkamdan bakarken gözlerimde bir ağırlık hissettim. Elim zorlukla cebime gitti ve Atlas'a bir şey belli etmemeye çabalayarak kapıyı açmaya çalıştım. Elim titriyordu, bedenimde hissettiğim sıcaklık yüzünden bahçe kapısını açar açmaz kapıyı kapattım ve montumu çıkardım.

Bedenimin yandığını hissediyordum. İçim daralıyordu, başımda tekrar beliren ağrıyla yüzümü buruşturup evin kapısına yöneldim.

''Hayır Vaha, çıkmanı istemiyorum. Artık uyumak ve dinlenmek istiyorum... Lütfen..'' diye fısıldadım dış kapıyı açarken.

Sesini duyamıyordum ama bu ateş ancak Vaha'ya ait olabilirdi.

''Hayır Vaha, lütfen... Lütfen...'' Gözlerimden tüm akşam tutmaya uğraştığım yaşlar düşerken sessizce küfür savurdum.

Göz yaşlarımın sıcaklığı bile ona aitti belki de. ''Bırak beni artık Vaha..'' diye fısıldadım önümü görmemi engelleyen göz yaşlarımı silerken.

Zorlukla açtığım kapıdan girip anahtarı elimden düşürdüm. Ellerim titriyordu, diğer elimi zorlukla kaldırıp ışıkları yaktım ve dış kapıyı kapattım.

Komodinin yanına gidip destek almak için ellerimi yanlarına koydum.

''Vaha!'' Gözlerim aynada ki yansımamdaydı. Onu görmek istiyordum, onunla konuşmak istiyordum. Onun şu an çıkmasını istemiyordum.

''Vaha!'' dedim bir kez daha, orda olduğunu hissedebiliyordum. İstediğim olmuştu. Beni duyuyordu, gözlerimde ki bakış bile farklılaşmıştı. Bedenim de artan sıcaklık yüzünden kazağımın uçlarından tutup hızlıca çıkardım ve yere savurdum. ''VAHA!'' diye bağırdım boş girişte. Artık dayanamıyordum, artık bunu kaldıramıyordum.

'Efendim Mabel.' dedi benim aksime sakin bir tonda. Burada olduğunu biliyordum Vaha.

''Neden bana özgürlüğümü vermiyorsun?'' diye fısıldadım aynadan direk gözlerimin içine bakarken, gözlerimden hala yaşlar süzülüyordu. Harap bir haldeydim.

'Senin özgürlüğün Benim.' diye fısıldadı. beynimin içine işleyecek şekilde. Gözlerim git gide kararıyordu, elimin altında tuttuğum komodini bile hissetmemeye başlamıştım.

''Sadece... Sadece artık dinlenmek ve özgür olmak istiyorum.'' diye fısıldadım yere olduğum gibi düşerken, gözlerim kapanmadan önce tek gördüğüm gözümün içine Vaha kadar rahatsız edici bir ışık girmesiydi.

14. Bölüm burada bitmiştir...
Bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir. Size biraz spoi, artık Vaha ve İdil hanım mı karşılaştırmayalım mı?

Bölümde en sevdiğiniz yeri lütfen buraya bırakın.

Hepinizi öpüyor, ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum. Sonraki bölümde görüşmek üzere...

 

Loading...
0%