@byzloey
|
Vaha Pazar 14.02 İnsanı en çok kandıran insandır, hatta kendisidir. Kendimiz bile kendimizi kandırırken, başkasının kandırmasına kızmamız ne kadar ironik bir olay. Ben bile zorunda kaldığım için Mabel'i kandırıyorum. Ona kendimi alıştırmaya, ona kendimi anlatmaya çalışıyorum. Aslında hepsi bir kandırmaca ve yalandan ibaret, çünkü ben Mabel'i bu bedenin hakimiyetini ele alabilmek için kullanıyorum. Ben Mabel gibi yalan söylemeyi beceremeyen bir insan değildim, hiçbir zamanda olmadım. Her zaman kafamda bir planlar tilkiler gezerdi. O yüzden zaten Çöl tilkisinde kendimi görmüş Mabel'in tabiriyle Mabel'e Vaha olmuştum. Yalanda ustaydım, kandırmada ustaydım, öldürmede ustaydım. Öldürmeye olan arzum hiç bilmediğim bir hisle başladı. Elimin kana bulanmasıyla aslında kana susamış biri olduğumu fark ettim. Ben kana susamış biriydim, kendi kanıma susamış biriydim. Benim işim Dünyada da Ölümde de birdi. Gömleğim ve gömleğimin hemen üzerine giyindiğim süveterimin yakasını düzelttim ve önümdeki tahta kapıyı nazikçe birkaç kere tıklattım. Saniyeler içinde kapıyı açarak gayet rahat bir tavır ile içeri girip çantamı kenara bıraktım ve yapmacık bir şekilde gülümsedim., ''Merhaba Mabel. Hoş geldin.'' İdil hanımın deftere bakan kafası saniyeler içinde defterden kalkarken burnuna kayan gözlüğünü düzeltti ve karşısındaki deri koltuğa oturuşumu dikkatle izledi. 'Belki de Vaha demeliydim.'' Dedi hoşnutsuz bir sesle. Şaşırılacak bir durum olmadığı için oldukça rahat şekilde tek kaşımı kaldırıp dudaklarımı sola doğru kıvırdım. ''Merhaba Doktor.'' Bacak bacak üzerine atarak ellerimi dizlerimin üzerinde birbirine kenetledim. ''Uzun zaman oldu görüşmeyeli.'' ''Seni beklemiyordum.'' Dedi gayet dürüst bir şekilde. Bende beni beklemediğinin farkındaydım lakin bana bir konuda cevap vermesi gerekliydi. Bugün buraya gelmemin ve Mabel rolü kesmeden kendim gibi davranmamın sebebi de buydu. ''Geçelim bu fasılları doktor.'' Geriye doğru yaslanıp elini defterinden çekti ve derin bir nefes bırakarak tüm dikkatini bana verdi. Her zaman kahverengi döşenmiş ve naif kokular barındıran odası bugün diğer günlerin aksine sıcaktı. Boğazımda hissettiğim yanma yüzünden gömleğimin en üst düğmesini açtım ve gözlerimi alaycı bir bakışla kıstım. ''Rüveyda'yı bırakmışsın.'' Dedi ciddiyet ve merak içeren sesiyle. Elbette ki benim ondan istediğim cevaplar olduğu gibi onun da benden istediği cevaplar vardı. Tek fark ben ondan istediğimi öğrenecekken o benden benim istediğim kadarını öğrenecekti. ''Elbette. Öyle güzel bir kızı ziyan edecek değilim. Hiçbir kızı etmeyeceğim gibi, zaten benim görevimde bu değil mi?'' Bu konuları alaya almam İdil hanımı geriyordu. Bundan oldukça hoşnutsuzdu, bende bunu bildiğim için yapıyordum zaten. Yıllar önce benimle tanıştığında düşünmeden beni karşısına almıştı. Beni Mabel'e tehdit olarak görüp beni bastırmaya yok etmeye çalışıyordu. Çünkü Doktorun bende ilk günden gördüğü tehdit, Mabel'in yerine geçeceğimdi. Bunu istediğimdi. Haklıydı, bunu istiyordum ve bir gün yapacaktım. Bu bedeni ben ele geçirecektim. Yine de beni karşısına alarak hata etmişti, kadınlara dokunmadığım onlara düşman olamayacağım anlamına gelmiyordu çünkü. ''Üstelik sizin de ona bıraktığınız ufak bir ip ucunu gördüm ama geç kaldınız çünkü ben Dedektif kıza zaten kendimi tanıttım. Aslında tam küçük İdil Hanım olabilecek zekaya sahip. Hatta bence sizden daha zeki.'' Dedim ve alayla odada gür bir kahkaha attım. İdil hanım dudaklarını yalayıp ısırırken topuzu bozulmuş saçını açtı ve sıkı bir at kuyruğu yaptı. Zaman kazanmaya çalışıyordu, her hareketini dikkatle izliyor onun aklından geçenleri analiz ediyordum. İdil hanım mesleği gereği kendini çok güzel gizliyordu ama yüz okuma konusunda olan eksiğimi insanı korkutan cesaretimle tamamlıyordum. Şu an gerilmesi benim yüzümdendi. Eğer bu koltukta oturan ben değil, Mabel olsaydım bu kadar gerilmeyecekti çünkü korkmayacaktı. Gerildiği için ne kadar istese de kendini tamamen gizleyemiyordu, verdiği açığı yakalayarak ip uçlarını birleştiriyor kafasından geçenleri analiz edebiliyordum. Zaten başka türlü ona karşı hayatta kalamazdım. İdil hanım gibi zeki ve özellikle bu konuda acı da olsa tecrübe edinmiş bir kadının karşısında hayatta kalabilmek için ondan daha zeki olmak zorundaydım. İdil hanım ile ilk tanışmam Mabel'in ikinci cinayetinde yani babası sandığı adamı öldürmesiyle olmuştu. O beni daha öncesinden tanıyordu, Mabel anlattığı için ama resmen tanışmamız ikinci cinayetten sonra olmuştu. Bu tanışmada asla bir kin beslemiyor kötü şeyler düşünmüyordum. Ona karşı değildim, yaşam savaşı vermiyordum. Ama o beni öldürmek zayıflatmak için elinden geleni yapmıştı. Geç de olsa anlamıştım yapmaya çalıştığını. Zamanla Mabel'e beni unutturdu ve zayıf düşürdü beni. Daha doğrusu o öyle sanıyordu çünkü ben bunu fark ettiğimde hayalet kimliğine bürünmüştüm. Mabel kendinde gariplik sezmedikçe İdil hanıma anlatmıyordu. İdil hanım da bilmediği için beni baskıladığını sanıyordu ama tamamen aptaldı çünkü ben beni bastırabilecek ilaçları ağrı kesicilerle değiştiriyordum ve gizliden gizliye güçlenerek risk azalana kadar kendimi saklıyordum. Şimdi ipler benim elimdeydi, Mabel de benim tarafıma geçtiğinde bu savaşın kaybedeni İdil hanım olacaktı. İdil hanım kaybettiğinde benim yüzümden Mabel'e verdiği isyan anlamına gelen çiçeği güzel bir not ile onun iş yerine geri gönderecek ve bu çiçeği her gördüğünde ona yenilgisini hatırlatacaktım. ''Notu bırakma sebebimi soruyorsun.'' Dedi sakinliğini koruyarak. Gözlüğünü tekrar yukarı çekti ve ayağa kalkıp pencereyi araladı. ''Fazla sıcaklamışsındır.'' Bu dediğine karşın dudaklarım kıvrıldı ve tek kaşım havalandı. ''Sebebini zaten biliyorum doktor. Sadece böyle bir şeyi yapmakta ki amacını anlayamıyorum. Küçük bir kızı bana karşı kullanmaya çalışacak kadar aptal değilsin. Yoksa o kadar çaresizleştin mi?'' Karşıma oturup derin bir nefes verdi ve ellerini kucağına birbirine kenetleyip benim gibi sol bacağını sağ bacağının üzerine attı ve otoriter yüz ifadesini takındı. Bir şeyler saklıyorsun doktor, eğer bu yüz ifadesini takındıysan bana karşı emin olduğun bir plan var. ''Damlaya damlaya göl olur derler. Gerçi sen kan gölü yarattığın için bunu benden daha iyi bilirsin.'' Dedi bana kafa tutar bir ifadeyle. Yarı alaylı yarı ciddi bir ifadeyle doğruldum ve öne doğru, Yüzümü İdil hanıma doğru yaklaştırdım. '' Kafandaki her neyse, fazla güvenme doktor. İnsan kendini bile yarı yolda bırakır çünkü.'' Sessizliğin hükmettiği odada sadece ara sıra 'ben buradayım' diye bağıran rüzgar bile İdil hanımın yutkunuşuyla kesilmişti. Hissettiği rahatsızlıktan ve benim emin ifademden dolayı ellerini kaşıyıp kendini biraz daha geriye kaydırdı. ''Rüveyda'ya not bıraktın çünkü benden haberdar olan herkesin sana yardım etmesini istiyorsun. Rüveyda özellikle işine yarayacak çünkü kafalayabileceğin bir çocuk, onu bana karşı dolduracaksın ki o da Mabel'i bana karşı doldursun. Çünkü Mabel'in güvenini sarstığının farkındasın.'' İdil hanım dikkatle izlediği yüzümü biten sözlerimin ardından incelemeyi bırakıp bakışlarını kaçırdı. Şimdi gözleri yüzümde ve mimiklerimde değil, ahşap masasındaydı. İçeriye giren soğuk beni rahatlatmıştı, doktor geçişleri ve yaşadıklarımızı küçük yaşta anlattığımız için çok iyi biliyordu. Uzun zamandır tecrübe edindiğim sabırla doktorun bana dönmesini ve bir şeyler söylemesini bekledim. Gergindi çünkü söylediğim sözlerin kelimesi kelimesine doğruydu. Bunu zaten anlamak benim için kolaydı, Mabel'in zayıflığından faydalanıyor ve onu bana karşı kışkırtıyordu. Eğri oturup düzgün konuşmak gerekirse öyle de olmalıydı lakin Mabel beni anlamadan tanımadan değil, tanıyıp anladıktan sonra olmalıydı. ''Değişmeyecek son için neden bu düşmanlık Vaha?'' dedi gücü kalmamış şekilde. Gözlüğünü çıkardı ve eliyle şakaklarını ovmaya başladı. ''benim tek bir cins düşmanım var doktor. Sen benim düşmanım değil, ders vermem gereken bir öğrencimsin sadece.'' Bakışları yerden ağır ağır kalktı ve gözlerini gözlerime kilitledi. Korkuyordu, aklı olmayan bile korkardı ki İdil hanım oldukça akıllı bir kadındı. Gayet samimi şekilde gülümsedim ve ayağa kalkıp gömleğimi uçlarından çekerek üzerimi düzelttim. Her şeyin bir dozu vardı, bugün için İdil hanıma gerekli dozu verdiğimi düşünmüş çıkmak için kapıya doğru yönelmiştim. ''Mabel'in benden başkası yok doktor. Ben onu öldürmek istemiyorum, sadece bedenin gücünü ele geçirmek istiyorum. Hayatını ele geçirmek istiyorum. Eğer bu yaptığımın birçok insanın hayatını kurtaracağını kavrayabilse emin ol bu da onu isterdi.'' Kapı koluna elimi uzatıp omuzumun üzerinden son kez ona döndüm ve beni dikkatli izleyen yüzüne göz ucuyla baktım. ''Böyle karşılaşmaya son vermeliyiz artık doktor.'' Kulpu tutan elimi aşağı doğru çektim. İçeriye esen rüzgâr ile kafası karışmış doktoru aynı odada bırakarak samimiyetsiz asistana ters bir bakış attım ve açılan otomatik kapıdan soğuk havaya karıştım. Dakikalar içinde sıcakta kalmak bile beni terletmeye yetmişti. Hayatta tek şikayetçi olmadığım şeydi belki de, ne rüzgardan ne de güneşten hiçbir zaman şikayetçi olmamıştım. Sıcakta ne çok sıcak diye söylenmiştim, soğukta ne çok soğuk diye söylenmiştim. Eh benim tercihim kıştı tabi, çünkü ateş kadar yakıcı bir beden de daha fazla sıcak ister istemez bunaltıyordu ama bunu bile seviyordum. Kendimi uzun zamandır hapishanede gibi hissetmiştim, öyle yalnız ve karanlıktaydım ki güneşi de gün yüzünü de görmeye hasret kalmıştım. Bu özgürlüğü ele geçirdikten sonra bırakacağımı düşünüyorlarsa da gerçekten aptal olmalılardı. Cebimdeki titreyen telefona yönelip durağa doğru yürümeye başladım. Soğuktu, yağmur yağacak gibi görünüyordu. Herkes sıkı sıkı sarılmış montuna gezerken ben üzerimde ince bir bluz altımda ise deri bir tayt ile geziniyordum. Herkesin bana attığı bakışlara sadece masum olmayacak şekilde gülümsüyor hatta yakışıklı erkeklere göz kırpıyordum. Eh sonuçta bir sonraki avım olabilirlerdi, kendimi kamufle etmek oldukça kolaydı. Masum yüzüme kanıyor Mabel'in melek kanatlarıyla uçuyor sonra ise yere, yani benim ateşime çakılıyorlardı. Bu benim en kolay yöntemimdi, benim avım genellikle öldürülen kadınların katilleriydi ama bu av peşinde koşarken radarıma takılanları da aradan çıkarmakta asla geri durmuyordum. Titreyen telefona göz devirip telefonu açtım. Mabel son yaptığımdan pek memnun görünmemişti ama eğer açmazsam muhtemelen aramaya devam edecekti. ''Efendim.'' Dedim masum ve tatlı bir ses ile. Gerçekten Mabel olmak çok basit ve sıkıcıydı ve buna katlanmak zorunda olmak beni canımdan bezdiriyordu. ''N'aber Kıvırcık?'' Kıvırcık mı? Sensin kıvırcık. ''benim bir adım var Atlas bilmem hatırlıyor musun?'' Bunu söyler söylemez pişman olmuştum çünkü söyleyeceği ad bana ait olmayacaktı ve bunu her seferinde unutuyordum. Yine de Mabel ismi Kıvırcıktan kat kat daha iyiydi. ''Pardon, bir daha söylemem. Bugün işin yoksa bana yardım edebilir misin diyecektim.'' Yardım etmek mi? Bugün ki planım yeni avımın peşine düşmekti ama Mabel olsa Atlas'ı kesinlikle ekmezdi. Bundan tabi ki de Mabel olmadığımı anlayacak falan değildi ama eğer Mabel'i üzersem deli doktorunun bana karşı doldurması daha kolay olacaktı. Böyle bir şeyi düşünmek bile aptallık Vaha. Git ve büyük balığı yakala! ''Ah tabi ki ederim. Ne konuda?'' Arkasından birkaç hışırtı sesleri geldi, ardından bir şeyler boğuştuğunu hissettim çünkü sesler boğuklaşmış ve uzaklaşmıştı. ''Alo?'' dedim sorgular vaziyette. Muhtemelen şu an canıyla cebelleşse bile umurumda olmazdı ama umurunda olan çok önemli biri vardı. ''Affedersin süslerle uğraşıyorum. Şöyle ki bizim çocuklardan birinin doğum günü ona sürpriz hazırlıyoruz. Sevgilisi baya büyük bir bağ evini ayarlamış ama yetişmez gibi o yüzden yardım edebilir misin diye sormak istedim. Üç kişi daha geliyor.'' Bir erkeğe üstelik tanımadığın bir erkeğe sürpriz doğum günü hazırlamak tam da benlik hareket. Bu düşünceyi gözümde canlandırdığımda dudaklarımdan gür bir kahkaha çıktı. Gerçekten hem erkek öldürüp hem de bir erkeğe sürpriz mi hazırlayacaktım? Bunun neresi akıl alırdı? ''Bir erkek için mi bu kadar hazırlık ve kalabalık.'' Dedim şaşkınlığıma mâni olamadan. Gerçekten bir kişi için bu kadar hazırlık yapacak kadar aptallar mıydı? Hadi tanıyanları geçtim ama tanımayanlar? Mesela Mabel, alınma güzelim ama gerçekten benden öğrenmen gereken çok şey var. ''Ya çocuğun doğum günü aynı zamanda sevgilisiyle yıl dönümüne denk geliyor o yüzden Banu bizi esir aldı bırakmıyor ama kalabalık olursak iş erken biter, sonra da bir şeyler yer içer eğleniriz olmaz mı?'' Gelip gelmeyeceğime tek bir soru cevap verecek çocuk adam. ''İçkili mi?'' uzaktan gelen taksiyi durdurup ön koltuğa bindim. Atlas bir süre düşündüğüne dair mırıldandı. ''Normalde yok ama ben sana getirtirim.'' İşte bu güzel haberdi, dudaklarım yana kıvrıldı. ''Adres?'' dedim bir yandan taksiciye dönerken. Telefonu hoparlöre alıp taksiciye kaşlarımla telefonu işaret ettim, adresi dinlediğine dair kafasını aşağı yukarı salladı ve arabayı çalıştırdı. ''Ulu bağ yolunun tepesinde zaten tek bir bağ evi var burada. Ulu bağa geldikten sonra yukarı yola sapın tepede kalan ev.'' Telefonu hoparlörden aldıktan sonra ''Max yarım saate ordayım.'' Diye mırıldanıp taksiciye döndüm. Kafasını tekrar aşağı yukarı salladı, bu demek oluyor ki yarım saate oraya beni yetiştirecekti. ''Tamamdır, içkiler benden.'' Memnun şekilde gülümsedikten sonra telefonu kapattım ve dizlerimin arasına bıraktım. ''Oraya gitmek biraz tuzlu olur bacım haberin olsun da.'' Gözümün ucuyla adamı süzüp tekrar yüzümü pencereye döndüm. ''Merak etme tuzlu olunca bahşişinden kesmeyeceğim.'' Taksicinin bakışları ara ara bana kayıp süzdü ama bu yan gözle değil şaşkınlıktandı. Böyle bir kızın böyle konuşmasını beklemiyor olmalıydı, yadırgamıyordum. Görmediği bir şey için şaşırması normaldi, onu görmezden gelerek pencereden dışarıyı izledim. Küçücük çocuklar kız erkek ailesiyle yolda yürüyordu. Bazısı çocuğa bakmıyor derince sohbet ediyor bazısı ise çocuklarını yürütmüyor kucağında taşıyordu. ''Sende böyle bir çocukluk isterdin değil mi Mabel?'' diye mırıldandım kendimin bile zor duyduğu bir tınıda. Camlar kapalıydı, bir elimi düğmeye uzattım ve soğuğun bedenimi rahatlatmasına izin verdim. Tek iyi gelen şeydi soğuk, içimde bana bile fazla gelen ateşleri düşürüyordu, buharlaştırıyor beni rahatlatıyordu. ''Bende böyle bir çocukluk isterdim.'' Diye ekledim yolda yürüyen henüz küçücük olan çocukları ve ailelerini izlerken. İleri de büyük bir park vardı, ordan dönüyor veya yeni oraya gidiyor olmalılardı. Dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştu. ''Bizim ruhumuz bir yazılmış, kaderimizin ayrı olmasını mı bekleyecektik?'' dedim onunla dertleşir gibi. Burada değildi biliyordum, o geldiğinde bunu hissedebiliyordum. Onu hissetmeyi seviyordum, beni tek yalnız hissettirmeyen beni sevmese de oydu. Seveceğine inandığım için her gün onu da canımdan sayıyordum. Onun bana olacak sevgisini bir ömür beklerdim, hayatımda aşk yoktu. Aile bağı ve arkadaşlık da yoktu ama Mabel vardı. Onu gerektiğinde kızım gerektiğinde de küçük bir kardeşim olarak görüyordum. Korunmaya muhtaçlığıyla, kapanmayan yaralarıyla, atlatamadığı travmalarıyla, hissettiği korkularıyla. Et tırnaktan ayrılmaz derlerdi, lakin ayrılacaktı. Ben bu bedene hükmettiğimde, Mabel'in yerine geçtiğimde bana oluşacak ufacık sevgisi de yok olacaktı. Et tırnaktan ayrılacaktı, ayrılmak zorundaydı. Benim için dünyadaki kadınlar hariç herkesi bir tutsalar da Mabel'in yerini tutamazdı ama birçok kadın için kendi hapishaneme Mabel'i kapatıp özgürlüğe benim kavuşmam gerekliydi. Sadece hayatı kısıtlanacaktı, birçok kötü şeyleri kâbus gibi görecek ve hissedecekti. Belki de her gün içten içe ölecekti, ya da hissizleşecek ve benim gibi olacaktı. Sadece benim kadar cesur olamadığı ve olamayacağı için gördüğü duyduğu her şeyi görmezden, duymazdan gelecekti. Nasıl ben yıllardır Mabel'in çığlıklarına, haykırışlarına ve kendini paralamasına sessiz kalıyor görmezden gelmeye çalışıyorsam o da öyle yapacaktı. Bazen başka bir çare yoktu, bazen içten içe ölsek de çıkış yolu arasak da çıkış yolu olmazdı ve elimizde tek kalan ömrü çok daha az kalmış bir hayat olurdu. ''Geldik bacım.'' Dedi taksici çocuk, yüzümü pencereden çekip camı kapattım ve küçük cebimden çıkardığım iki yüz kâğıdı ona uzattım. Gerçekten bağ evi oldukça tepede görünüyordu, üstelik daha ileriye taksi çıkmadığı için yürümek zorunda olduğum bir yokuş vardı. Bu eziyete cidden değer miydi? ''Kesinlikle değmez akılsız kız.'' Taksici geri geri yoldan inerken dar yokuştan yukarı doğru çıkmaya başladım. Ev Atlas'ın dediği kadar büyüktü ve muhtemelen çocuğun sevgilisine aitti. Hatta büyük ihtimalle bu planı da kendisi yapmış diğer herkesi katılması için zorlamıştı. ''Siz ergenleri... cidden anlamak çok zor.'' Boynumu kütletip elimdeki telefonu arka cebime sıkıştırdım. Her yürümek zorunda kaldığımda aklıma Mabel'in annesinden para yürütüp araba alma fikri baskın oluyordu ama tabi ki de bunu Mabel'den habersiz şu an yapamazdım. Şu an uslu kızı oynuyor ve onu yakınıma çekmeye çalışıyordum. Sabretmek benim şu ana dek yaptığım en iyi şeydi, katillikten bile. Çünkü bunun için bile sabretmiştim. Geleceğim içinde hala sabrediyordum. Bu hayat benim olduğunda araba en kolay iş olacaktı, isim en kolay iş olacaktı, hayat en kolay iş olacaktı. Tek bir zorluk vardı, o da kaybetmeyi göze aldığım Mabeldi. Zekamı tek etkisiz kılan, elimi kolumu bağlayan tek şey ufak tefek ürkek bir kızdı. ''Mabel.'' Atlas'ın yorgun ve nefes nefese kalmış sesini duyduğumda kafamı yerden kaldırıp alnını silen yüzüne çevirdim. ''Uh! Valla bilsem gelmezdim. Bu ne böyle sanki cumhur başkanına karşılama hazırlıyoruz.'' dudaklarım hafif kıvrıldı. Beni süzerken kaşları belli belirsiz çatıldı. ''Yine içindeki asiyi mi çıkardın? Ayrıca sen o yokuşu çıkıp nasıl nefes nefese bile kalmadın. Şahsen biz çıkarken üçümüz birbirimize yaslanarak destek aldık.'' Bu kez gülüşüm dudaklarımın kıvrılmasıyla kalmamış kahkahaya dönüşmüştü. Siz erkekler.... Zayıflığınızı yeterince belli etmiyor gibi bir de dillendiriyorsunuz. ''O da sizin mızmızlığınız.'' Bana öylece idrak etmeye çalışır gibi bakarken elinde tuttuğu süsü elinden kaptım ve yüzümü etrafı boydan camlarla kaplı girişe çevirdim. ''Bunlar girişin duvar kısmına sanırım.'' Kafasını aşağı yukarı sallarken elini geldiğim yöne aşağı tarafa çevirdi. ''Bak, içeceklerimiz de geldi.'' Aşağıda gösterdiği taksiden inen bir kız bir erkeğe döndüm. İkisinin de eli doluydu ve poşetler vardı. Muhtemelen kendilerine de başka içecekler almışlardı. İkisi de yokuşa şöyle bir bakış atıp birbirlerine döndüler. Dudakları art arda aralanınca yokuşa sövdüklerini tahmin edip onlara bağırmak için elini dudaklarına koymuş Atlas'a döndüm. ''AŞAĞI YUVARLANMADAN GELİN! ADAM LAZIM.'' Kız kafasını kaldırıp bizi görünce kahkaha attı ve durup o da iki elini dudaklarının yanına koydu. ''SAOL YA NE KADAR DA DÜŞÜNCELİSİN!'' Atlas gülerek bana dönünce gözümü aşağıda yanında erkekle gelen esmer kızdan çektim. İkisi de esmer ve uzun boyluydu. ''Sınıftan arkadaşlarım Nisan ve Hakan.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak eliyle yönlendirdiği eve ilerledim. Pimapen sürgülü kapıyı açtım ve önden içeri girdim. İçerisi oldukça kalabalık görünüyordu. Atlas da yanıma geldiğinde gözüyle etraftakilere bakınıp bana döndü. Sanırım hepsiyle nasıl tanıştıracağını düşünmüştü. ''Hiç zahmet etme zaten hepsini aklımda tutmayacağım sadece en gerekli bir iki ismi söyle.'' Tabi ki de tutmayacaktım, bir daha görmeyeceğim insanlarla tanışmaya hiç gerek yoktu. Üstelik Mabel de hatırlamayacaktı yarın bir gün denk gelirlerse onu da zora sokmamış olacaktım. Eğer gözüm kestirdiğim bir kurbanım olursa da zaten öğrenmek çocuk oyuncağı olacaktı. ''Peki öyleyse ben merdivene çıkayım sende merdiveni tut ve bana süsleri uzat olur mu?'' cevabımı beklemeden merdivene yönelince sırıtarak kolunu yakaladım ve onu durdurup bana dönmesini sağladım. ''Bence ben çıkayım sen süsleri uzat, tutmana da gerek yok.'' Onun gibi cevap vermesini beklemeden merdiveni düzgün bir yere çekip yanlardan tutunarak en üst basamağa kadar çıktım. Bu kadar korkak olmaya gerek yoktu, bunu yaşına vererek ona doğru elindeki süs almak için döndüm ama eline süs almak yerine öylece nutku tutulmuş gibi bana bakıyordu. ''Beni işleri erken bitirmek için çağırdın ama sadece süsleri sabaha kadar anca bitirecek gibiyiz.'' Dedim gülerek. Kendini fazla belli ediyorsun Vaha, Atlas'ı bu kadar önemsiz görme o senin diğer yarının aşkı. Atlas kendine gelmiş gibi silkelenip masadaki süsleri bana uzatmaya başladı. Yapışkanlı süsleri tek tek özenle ve simetrik şekilde yapıştırmaya başlarken diğer kişilerle göz göze geldikçe yalandan gülümsemeyi ihmal etmedim. Mabel, dışarı çıkmak ister misin canım? Bak burada kim var.... A-a çocukluk aşkın Atlas. Hadi çık da kurtar beni. ''Bir kere de sözümü dinle.'' Diye mırıldandım beklediğim soğuğu hissedemeyince. Ben onu ihtiyacı olduğu her anda kurtarırken o beni bile duymuyordu. ''Efendim.'' Dedi aşağıda biraz küçülmüş bana kirpiklerini masum masum kırpıştıran Atlas. ''Süsleri diyorum, diğerini uzatır mısın?'' kafasını aşağı yukarı sallayıp kenardaki diğer süsleri uzatırken merdivenin kenarlarından beni kaydırmak için sıkıca tuttu. ''Sıkı tutun.'' Dediğini yapmış gibi görünmek için merdivenin üstünden güçsüz şekilde tutundum. Yavaş şekilde boş Kısımın önüne kadar kaydırdıktan sonra son boş duvarın önüne geldik. ''Biz balonları asıyoruz Atlas sonra da pasta gelecek masayı hazırlayacağız. Uğur bir saate gelecek.'' Atlas sarışın ela gözlü kıza kafa salladıktan sonra bana döndü ve kalan süsleri tek tek uzattı. Uğur doğum günü çocuğu olmalıydı. Bu kadar uğraşıldığına göre seviliyor olmalıydı, görünüşe göre buradan bana av falan çıkmayacaktı. Bu iyi bir şeydi. ''Gördün mü Mabel? Etrafta karakteri bozuklar olmayınca gayette uslu bir kızım.'' Son süsü de taktıktan sonra elimi merdivenin kenarlarına koyup ağır adımlarla indim. Son basamağa yaklaşınca belimde bir el hissetmiştim, Tut tut, yardım ayağına belimden de tut. Dudaklarım yavaş yavaş kıvrılırken ''Teşekkürler.'' Diye mırıldandım. Gülümseyerek az önceki sarışın kıza döndü. ''Biz o zaman mutfaktayız, tabakları hazırlayıp masayı kuruyoruz.'' Kız güler yüzle başını salladığında Atlas'ın peşinden Mabellerin iki katı büyüklüğündeki mutfağa girdim. Masanın üstü tamamen tatlı ve yemeklerle doluydu. ''Gerçekten....'' Diye mırıldanırken aklımdakini dışardan söyleyemeyeceğimi fark edip sustum. Ben söylerdim ama Mabel söylemezdi. Gerçekten... Bu kadarı da bokunu çıkarmak. ''Bence de bu kadarı fazla ama yapan yapıyor görüyorsun.'' Diyerek gülüp omuzuyla omuzuma vurdu ve ağzı kapalı borcama ilerleyip ağzını açtı. ''Şimdi tabaklara ikişer ikişer dağıtıyoruz, kısır falan onları da birer kaşık anca yeter zaten.'' Kafamı aşağı yukarı sallayıp tabaklardan bir tane aldım ve tabakları doldurmaya başladım. O kadar çok çeşit vardı ki tabağa hepsinin sığmayacağından emindim. ''Bunun toplamasını da mı siz yapacaksınız?'' dedim kurabiyelerden birini ağzıma atarken. Yüzünü tatlıdan kaldırıp bana çevirince güldü ve kafasını salladı. ''Ben seni bırakıp gelirim, baya sürer çünkü toparlamak. Bir de bu çifte kumrular muhtemelen yalnız kalmak isterler yani iş başa düştü.'' Atlas yeni gelmesine rağmen bu kadar şeye yardım ediyorsa gerçekten Mabel kadar saf ve iyi niyetli olmalıydı. Tam da kendine göre birini seçmişsin Mabel, aferin sana. Bu kadarını ancak Mabel gibi bir saf yapar diye düşünürdüm ama demek ki Atlas da Mabel kadar masum ve saf kalmıştı. Bu zamana kadar, bu yaşa kadar böyle kalabilmek gerçekten çok güzeldi. Muhtemelen bu dünya da ters düşmeyi istemeyeceğim ya da kurbanım olmasını istemeyeceğim tek erkek Atlas olacaktı. ''Gerek yok, ailem yine evde olmayacak ben de yardım ederim.'' Hem Mabel zahmet edip ortaya çıkarsa seninle vakit geçirmekten oldukça memnun olacaktır Atlascım. ''Emin misin? Gerçekten geç olabilir yarın okul var bir de.'' Mabel'e sorsaydım uykusuz kalmak ve uykusuzca okula gitmek mi yoksa Atlas ile vakit geçirmek mi diye cevabı kesinlikle ortadaydı. ''Sorun değil.'' İlk tabağı olabildiğince doldurduktan sonra arkamdaki U harfini oluşturan boş tezgâha koydum. Ortada da bir tezgâh vardı ve üzeri oldukça doluydu. Arkamda da içecekler vardı ama onun harici oldukça boş sayılırdı. Atlas benim aksime hızlı şekilde neredeyse üçüncü tabağı doldurmuştu. ''Elin yatkın değil sanırım bu tarz işlere.'' Dedi alayla. Ben de ona karşılık gülerek onu onaylayan mırıltılar çıkardım. ''Elimin yatkın olduğu başka işler var.'' Dedim aklımdan cinayetlerimi geçirerek. Yemek tabağı hazırlarken öyle görüntülerin canlanması pek hoş değildi ama ben bunları da çoktan aşmıştım. ''Ne gibi?'' dedi merakla. Beşinci tabağını dolduruyordu, gerçekten hızlı davranıyordu. ''Yani pek hoş şeyler değil ama gayet gerekli şeyler.'' Anlamamış şekilde yüzüme bakarken kendimi gülmekten alı koyamadım. ''Bir gün görmek isterim.'' Bu söylediğine kahkaha atarak elimdeki kaşığı borcamın içine bıraktım. ''Umarım görmezsin.'' Atlas'ın ne tepki vereceğini tahmin bile edemiyordum. Muhtemelen çocuk gibi arkasına bakmadan kaçar ve anında şikâyet ederdi. Tabi Mabel'e âşık olursa, bunu aklından bile geçirmez muhtemelen Mabel için elinden geleni yapmaya çalışırdı. Nasıl bir riske girdiğinin farkındasındır umarım Vaha. Arka cebimdeki telefonun titrediğini hissedince Atlas'ın sorgulamasına izin vermeden telefonu çıkarıp ekrandaki yazıya sırıttım. Gerçekten bu kız başımın belasıydı. ''Buyurun Mabel hanımın telefonu.'' Dedim alayla. Yine sesi beklediğim gibi hararetli ve öfkeliydi. Bir ara cazgırlığından sıkılıp Mabel rolü kessem iyi olurdu. ''A-a tüh ben de aynı bedeni paylaşıyorsunuz bir telefonun lafı mı olur düşüncesiyle kaçığı aramıştım.'' Bir kahkaha daha çıktı dudaklarımdan. Sanırım Mabel'in hayatında tek sevdiğim kişi Rüveyda olacaktı. Ne kadar kafamız diğer arkadaşıyla daha yakın çalışsa da boş laf yapan insanları sevmezdim, herkesin sorunu yapmaktı. Ağzı olan konuşur diye boşa denmediğine de bu yüzden inanıyordum. ''Çok komiksin Rüveydacım yine.'' Atlas'ın gözü ara sıra bana kaydığı için telefonun sesini biraz kıstım. Bu manyağa tabi ki de güven olmazdı, yine onun bozduğu işleri Mabel'e karşı da savunacak değildim. Ensesindeki yarayı hala benim yaptığımı sanıyor olmalıydı, Rüveyda ise toz pembe hayatında bunu tamamen görmezden gelmiş işin ucundan öylece sıyrılmıştı. ''Bana bak kaçık, geldiğin yere git artık ya arkadaşımı özledim ben. Arıyorum arıyorum açmıyorsun, hayır insan 'şu an kapalıyız, aradığınız Mabel offline, bayadır canım cinayet kan çekiyor gözümü doyurup geleceğim' falan der.'' Sözlerinin bitmesini büyük bir sabırla beklerken Atlas'ın kaçamak bakışlarını yakalıyor ve gözlerini kaçırmasını sağlıyordum. Rüveyda'yı Mabel de olsa hoparlöre alıp konuşarak işine devam etmezdi. İkimizde biliyorduk ki Rüveyda saniyesinde Atlas'a bizi rezil ederdi. Başkası arasaydı muhtemelen önemsemez hoparlöre alıp işime devam ederken konuşurdum ama şu an karşımdaki Rüveyda olduğu için bu pek mümkün değildi. ''Ben seni bir posta daha mı misafir etsem ne yapsam? Çünkü pek beni tanıyamamış gibi konuşuyorsun. Kalbim kırıldı.'' Şu an gülmemek için dudaklarını ısırdığını tahmin edebiliyordum. Telefonun ucundan bir süre ses gelmeyince derin bir nefes verip ''Kapatıyorum işim var, beni çok özlediysen yarına kadar görebilirsin yarından sonra offline olacağım.'' Diye mırıldanıp telefonu cevap beklemeden kapattım. ''Rüveyda mı?'' dedi büyük bir ilgi ve merakla. Bir de kızlara meraklı derler.. ''Evet.'' Dedim solumdaki diğer tabağı alıp doldurmaya başlarken. Ben telefonla konuşana kadar neredeyse yedi tabak bitirmişti. Geriye de zaten pek bir şey kalmamıştı. ''O nasıl? Atlatabildi mi?'' ''Evet, zaten hiçbir şey hatırlamıyor. Gül gibi bakmışlar ona.'' Diye mırıldandım gülerek. O da belli belirsiz gülümsedi. ''Ne kadar iyi bakabilir ki bir seri katil?'' ''Neden öyle diyorsun ki? Sadece erkekleri öldürüyormuş bir kıza neden zarar versin?'' Tezgâhın üzerine bıraktığım telefon birkaç kere titreyince dikkatimi saniyeler kadar kısa telefona kaydı. Muhtemelen Rüveyda bana çok naçizane şeyler yazıyordu. ''Sonuçta seri katil, her öldürdüğü kurbanında duygularını bırakıyor. Muhtemelen ruh gibi, hissiz, kimseye değer vermeyen biridir.'' Söyledikleri karşısında tek kaşım direk Vaha tepkisi olarak havalanınca Atlas'ın bakışları bana döndü. Anında kendimi toparlayarak havalanan kaşımı indirip dudaklarımı yaladım. ''Sen korkuyor musun ondan?'' dedim önümdeki son tabağı doldururken. Bu sorunun cevabı ne kadar belli olsa da ondan duymak istemiştim. ''Korkacağım bir şey olduğunu sanmıyorum. Ben kolay kolay bir kadını kırıp incitmem çünkü. Herkes kadınlara zarar veren erkekleri öldürdüğünü düşünüyor. Ben de seri katil olsam benim de ilk kurbanlarım o erkekler olurdu.'' Bu cevabını beklemediğim için biraz afallamıştım, elimdeki kaşık bir süre havada kaldı. ''Ya kaçığın tekiyse?'' dedim Rüveyda'nın tabirini kullanarak. ''Ha manyağın tekiyse de tabi ki korkardım özel gücüm falan yok benim neden korkmayacağım.'' Tebessüm ederek son tabağın sonuncu kaşığını da koydum ve arkama tabağı bıraktım. ''Şu katil yeterince hayatımızın merkezinde bir de konuşup iyice etkisine girmeyelim.'' Dedi gayet samimi bir gülümsemeyle. İki eline tabakları alıp hemen burnumun ucundan bana oldukça yaklaşarak içeriye geçti. O kadar yol varken dibimden geçmesine sırıtırken bende iki elime tabakları aldım ve içeri doğru götürdüm. Bu gece gerçekten uzun olacak gibi görünüyordu. Saat 00.00 ''Hepinize çok teşekkür ederim bu güzel gün için.'' Dedi Uğur ağzı gözü kayarken. Onun aksine onunla haberi olarak onu buraya getiren abisi oldukça ayık neredeyse üç saattir beni altında pis ima yatan bakışlarla izliyordu. Seni seçtim pikachu. Elimde dibi kalmış alkolü kafama diktim ve Mabel yediği için acıyan dudaklarım yüzünden dudaklarımı daha şiddetli bir acı için sertçe ısırdım. Kanımın fokur fokur kaynadığını hissediyordum. Tam Yüz seksen dakika Otuz yedi saniyedir ilk bakışının değiştiği andan bu ana kadar kanım fokur fokur kaynıyor zihnim 'öldür onu.' Diye bas bas bağırıyordu. Öldüreceğim. Dedim kendi kendime yanıt vererek. Lakin henüz değil, tam on yedi dakika sonra. Uğur'un abisi, bu geceki kurbanım Uraz otuzlu yaşlarındaydı. Uğur'un ailesi oldukça zengin bir aileydi. Atlas içecekleri getirirken internette araştırmıştım, abisine dair kötü yorum veya habere çıkan bir şey yoktu ama bu adamın masum olmadığı gözlerindeki bakıştan bile belliydi. Gece bitmişti, içeridekilerin neredeyse tamamı uyuya kalmıştı çünkü benim isteğim üzerine getirilen alkol hepsini anında uyutmuştu. Hiç biri daha önce alkol içmemişti, içenler de bir bardaktan öteye gitmediği için getirilen alkol onları anında devirmişti. Atlas'ın da hafiften bakışları kayıyordu. Benden önce pes etmiş kalanı bana bırakmıştı, benimle içmeye devam eden tek kişi ise Uğur'un abisi Urazdı. Burası oldukça yukarı da ve ıssız bir arazi de olduğu için etrafta kamera da, bizden başka insan da yoktu. Tek henüz ayık olmadığı halde yere yığılmamış olan esmer kız mutfağa doğru etrafından tutunarak ilerledi. Dakikalar sonra Uraz peşinden mutfağa ilerlediğinde Uğur ve sevgilisi bize veda ederek bağ evinden ayrılmıştı. Abisi ona taksi çağırdığı için para vermiş eve gitmesini söylemişti. Muhtemelen eve gitmeden sevgilisiyle de zaman geçirecekti, Uğur ve kız arkadaşı çıktıktan sonra Uraz mutfağa gitmişti. Yanımda müzik mırıldanan Atlas'a dönüp ''Lavaboya gidip geliyorum.'' Diyerek gülümsedim. ''Dur ben bırakayım şimdi korkarsın karanlık geç saat.'' Kaşlarım hayretle havalanırken kolunu tutarak onu engelledim. ''Eve değil Atlas lavaboya, lavabo.'' Diyerek pekiştirdim. ''Haaaa! Tuvaletin geldi.'' Dedi ve gülmeye başladı. Kafamı sağa sola sallayarak derin bir nefes verdim. ''Aynen hazmedemediklerimi çıkaracağım....bu dünyadan.'' Sondaki kelimeyi fısıldayarak arkamda müzik mırıldanan Atlas'ı bıraktım ve mutfağa ilerledim. ''Yardım ettiğin için teşekkür şey ederim abi. Şey teşekkürü şey ederim.'' Dedi ve gülmeye başladı. Kızın sesi ince ve tatlıydı. Kendinde olmadığı aşikardı. ''Bir şey değil böyle yardıma...'' diye mırıldanırken iç çekti. Yüzümü hafif duvardan eğdiğimde kızın üzerindeki gömleği çıkardığını fark ettim. Gömleğinin içinde atleti vardı ama alkolden olsa gerek sıcaklamış olmalıydı. Kanımın tekrar fokur fokur kaynadığını fark ettim. Avuç içlerim kaşınıyordu adeta, tüm bedenim sıcaktan terlemeye yüz tutmuştu. Düzleştirdiğim saçlarımı omuzumdan arkama savurarak boğazımı temizledim. ''A-a siz burada mıydınız?'' dedim şaşırmış gibi bir ifadeye bürünerek. ''Şey... Aslı fazla sıcaklamış yardımcı oldum edebilecek kimse yok diye. Zaten içinde atleti var.'' Gözü benimle adının aslı olduğunu öğrendiğim kız arasında gidip geldi. ''Olmamasını mı dilerdin?'' dedim tek kaşımı kaldırıp iğneleyici bir sesle. ''Ne münasebet.'' Dedi anında kaşlarını çatarak sesini kalınlaştırırken. ''Ben yardım ederim malum ben varım yardım edebilecek.'' Dedim kelimelere bastıra bastıra. Kaşlarını çatsa da bir şey demedi ve mutfağın çıkışına doğru yöneleceği sırada benimle aynı hizaya geldi. Kolunu tutarak onu beklemediği şekilde durdurdum. ''Beni eve bırakabilir misiniz?'' dedim tatlı tatlı gülümseyerek. Kurumuş dudaklarını yalayıp gözünü önce yüzümde sonra bedenimde gezdirdi. ''Tabi, Arabada bekliyorum. Aşağı kadar kendin inebilecek misin?'' Yere yığılmak üzere olan Aslıyı yakalayıp bir elini yaslanabilmesi için tezgâha koydum ve kendi elimi beliyle koluna doladım. ''İstersen ben seni tutarım inmene yardımcı olmak için. Hava da karanlık.'' Kafamı sağa sola sallayarak iyice sıcakladığımı görmezden gelmeye çalıştım. ''telefonum var kendim gelebilirim.'' Uraz kafasını sallayarak dışarı ilerlerken Aslı'ya döndüm ve çıkarmaya çalıştığı gömleği ona sertçe tekrar giydirip önünü ilikledim. ''Yaaa! Terledim yandım bittim. Zaten Yiğit'e de yanıp bitmiştim ama ne gören var ne duyan.'' Diye çemkirdi ve yakasını tutan elime vurdu. ''Çıkaracağım ben üstümü başımı, yiğidin malı meydandadır.'' Bu söylediğinde kahkaha atmamak için oldukça direndim. ''Evet ama o yiğit sen değilsin aptal kız. Cömertlik için falan kullanılıyor o tabir.'' Gözleri kapalı kaşları çatıktı. Kolunun altına girerek içeri doğru onu taşıdım. İki erkek yerde uzanmış birbirine sarılmıştı, hatta biri kız gibi iki büklüm diğerinin koynuna girmişti. Kızlardan biri koltukta yatıyordu ama kocaman koltukta bedeninin yarısı aşağı sarkıyordu, ağzı da sanki 'ne kadar açılabilirim.' Der gibi oldukça büyük şekilde açılmıştı. Balkonun ucuna oturmuş kafasını kapıya yaslayarak da Atlas uyumuştu. Aslı'yı koltukta yatan kızın yanına bırakarak diğerlerine bakındım ama sadece bir tanesine dayanamamış gülmüştüm. Uzun saçlı gözlüklü bir erkek merdivenin son basamağına oturmuş merdivenin kol kısmına koala gibi sarılmıştı, gözlüğünü tamamen sol tarafına doğru kaymıştı ve dudaklarını büzmüş şekilde bana bakıyordu. Gözlerimi ondan alarak Atlas'a ilerledim ve onu kapıdan çekerek kapıyı kapattım. İçerisi kapı açık olduğu için soğumuştu ama kombiyi yaktıkları için yakın zamanda ısınacak olmalıydı. Işıkları söndürerek kapıyı araladım ve evden çıkmadan erkeklerden birinin botunu giydim. arka cebimden telefonumu çıkarıp yokuştan inmeye başladım. Arabanın farları yanıyordu, herkes alkollü olduğu için kimse bir şey hatırlamayacaktı ben ise cinayetimi işleyip sanki onlar gibi sızıp kalmışım gibi uyanacaktım. Kamera yoktu, kimse yoktu. Herkes beni onlarla sandığı için asla bir şüpheli olmayacaktım. Hızlı adımlarla arabaya indiğimde ön kapıyı açtım ve bindim. ''Evden önce bir şeyler mi içsek? Çok güzel bir mekân biliyorum. Ben tarif edeyim sen sür olur mu?'' Dudakları yana doğru kıvrıldı. Oldukça yakışıklı esmer ve yapılı bir adamdı ama zihni kötüydü. ' böyle yakışıklılar neden bizi bulmuyor.' Diye yakınmıştı Rüveyda daha önce. Bir daha duyarsam ona 'ben hepsini avlıyorum dedektif kız.' Demem gerekliydi. Şu an tek yapmam gereken Uraz'ı buradan uzaklaştırıp bizimle olabilecek bağlantısını kesmemdi, sonrası ise benim olmayan vicdanıma kalmıştı. 15.bölüm burada bitmiştir... Bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir.. Bu bölüm de en sevdiğiniz bölüm neresi oldu oldukça merak ettim biraz durgun bir bölümdü ama diğer bölüm böyle olmayacak diye düşünüyorum. Hepinizi kocaman öpüyor, ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere..
|
0% |