Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@byzloey

Dışarısı zifiri bir karanlıktı, soğuktu ve ben... sahi ben neredeydim?

''Vaha?'' diye seslendim. Beni duymadı, nerede olduğumu bilmiyordum, buraya beni o mu getirmişti? Bir yandan Merak ediyor bir yandan da korkuyordum. Sertçe yutkundum. Bir ışık süzülüyordu uzaktan. Bu bir araba farı etrafı az da olsa aydınlatıyordu.

Bir bot sesi ilişti kulaklarıma zifiri karanlıkta, ses oldukça yakından geliyordu. Hatta o kadar yakından ki, içimden geçmiş gibi hissetmiş öyle olmuş gibi sarsılmıştım. Birkaç adım sonra sesler kesildi ve araba farı etrafı daha çok aydınlattı, ya da bana öyle geldi.

Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı, rüzgâr metro durağında metronun geldiğini haber verdiği zamanki gibi yoğun şekilde çarptı bedenime. ''N...Ne olur yapma.'' Diye yalvardı bir adam.

Sesi kalın ve oldukça genç geliyordu. Yalvarıyordu, sesinde korkudan başka tek bir ton yoktu.

''O ellerin kaç kadına daha dokundu istenmediği halde?'' diye sordu. Bu ses... Vahaydı. Bu ses benimdi, Vahanındı, bizimdi.

''B..ben ben gerçekten o niyetle yapmadım.'' Dedi bir kez daha korkuyla adam, sesleri duyuyordum ama araba farından başka görebildiğim bir şey yoktu. Bir iki adım attım zorlukla, ayaklarım geri geri gidiyordu ama zihnim görmek istediğimi anlamış gibi ileriye doğru cesur adımlarla beni sese doğru götürüyordu.

Bir insan hem korkup hem korkusuz nasıl olabilirdi?

Bu korkusuzlukta mı sensin Vaha? Bu içim de ki benimle zıtlaşan tarafta mı sensin? Bana ait olan şeylerde mi sensin?

''Ben bir kadın olarak bakışlarından rahatsız oldum, bunu fark ettin ama yapmayı kesmedin. Aslı'nın kafası yerinde değildi, bunu fırsat olarak gördün. Biz olmasaydık hatta ben olmasaydım acaba ne yapacaktın? Üzerini çıkarttıktan sonra 'bu yanlış.' Deyip tekrar giydirip evine mi bırakacaktın? Yoksa şeytanın fısıldamasına 'bence de kimsenin ruhu duymaz.' Diyecek ve kaldığın yerden devam mı edecektin?'' İleride gördüğüm karartıyla adımlarımı durdurdum yüzümü sola doğru eğdim.

Evet ileri de gölge şeklinde görebiliyordum yere çökmüş adamı ve hemen önünde ona doğru eğilmiş, saçları rüzgarla savrulan tehditkâr sesin sahibini.

''Yemin ederim öyle bir şey değildi...'' adamın sesine hıçkırıklar karışmaya başladığında içim de bir korku nidası yükseldi, yutkunmak bile bana zor gelmişti. Bedenimdeki endişe ve sıcaklık git gide artıyordu. Bu bir anı mıydı? Yoksa şu an mıydı? Şu ansa buna engel olabilir miydim? Daha önce duyduğu gibi duyar, hisseder miydi beni?

''Vaha yapma!'' sesim öyle cılız ve öylesine karanlığa karışmış vaziyette çıkmıştı ki, eğer kulaklarım inkâr etse duyduğunu gerçekten içimden söylediğime inanırdım. Görünüşe göre kulaklarım inkâr etmese de söylediğimi duyan sadece bendim.

''Senin kulağına fısıldayan şeytan benken.... Kimi kime yalanlıyorsun sen?'' Kafasını yere eğerek ağlayan adam, kafasını hızlıca kaldırıp inkâr edercesine sağa sola sallamaya başladı. Vaha eğildiği yerde doğruldu ve tek bacağını sağa doğru açıp doksan derecelik bir açıyla tam karşısında dimdik durarak ağlayan adamı izledi. ''Bu bir sınavdı, hayat sınavındı. Kaybettin genç adam.'' Dedi ve eli arkasına, beline doğru gitti. Saniyeler içinde bir gölge daha belirdi karanlığın içindeki ufacık ışıkta. Bu bir bıçaktı, üzerinde 'Vaha' ve 'Kapanmamış kulağın, tek duyacağı kadın çığlıklarıdır.' Yazan cinayet bıçağıydı.

Kanla bulanmış ve her bulandığı kanla daha da parlamış gümüş bıçağıydı. Korkusuzca ilerleyen adımlarım şimdi korkuyla geriliyordu. Bu anı hatırlıyordum, saniyeler sonra tekrar kanla parlayacaktı o bıçak ve bunu görmeye hazır değildim. Bunu görmeyi istemiyordum, buna tekrar şahit olup bulanmış aklımı daha çok bulandırmak istemiyordum. Geri geri adım atacağım sırada ağlayan adamın tekrar sesi yankılandı boş arazide.

''Ne kadar istersen veririm. Ne olur hayatımı bağışla.'' Vaha omuzunun önündeki saçlarını geriye attı ve bıçağı tutan elini bacağına doğru indirdi. ''Allahtan başka kimse affedici, bağışlayıcı değildir. Sen paranla herkesi, her şeyi satın alabileceğini mi düşünüyorsun gerçekten?'' sesinde sonlara doğru alaylı bir ton vurgulamıştı. Şu an onları duyup gördüğümü hissedebiliyor muydu? Ben onun öfkesini bedenimde alev alev hissederken, o da benim korkudan buz tutan parmak uçlarımı hissediyor muydu?

Bir adım daha geriledim, kötü bir şey olacaktı hissediyordum. Korkuyordum ve kaçacak hiçbir yerim olmadığının farkındaydım. Bedenim git gide daha çok yanıyordu.

''Evet her şeyi alabilirim ne istersen.'' Dedi adam ağlamaktan kısılmaya başlayan sesiyle. Vaha bıçağı kaldırıp yüzüne doğrulttu. Yüzünü yan döndürdüğünde ucunu dudağına koyup bıçağı elinde döndürdüğünü fark edip yutkundum. Elim anında dudaklarıma gitti, sıcacıktı. Vahanın tüm ateşi bedenimdeydi.

''Öyleyse bana şu an toprağın altında yatan tüm kadınların hayatını geri alabilir misin?'' dedi ve adama doğru ufacık kalmış mesafeyi de bir adımla kapattı, onunla aynı hizaya gelebilmek için eğildi, bıçağın ucunu adamın çenesine yaslayıp düşen yüzünü kendi yüzüyle aynı hizaya getirdi.

Adamın korkusunu kendi üzerimde hissediyordum, tüm hava adamın korkusunu sarmalıyor tekrar tekrar gidip gelip yüzüme çarpıyordu.

Adamdan gelen sesler kesildi. Şu an rüzgârın uğuldamasından başka hiçbir ses duyulmuyordu. ''Eğer alabilirim dersen alırsan canını bağışlayacağım. Ne istersem yapacağını söylemiştin ne istediğimi söylüyorum.'' Adamdan yine ses gelmedi, Vaha kafasını aşağı yukarı sallayarak ayağa kalktı ve etrafına şöyle bir bakındı.

''Bende öyle tahmin etmiştim.'' Diye mırıldandı ve keyifle yüksek olmayan bir şekilde güldü, bıçağı elinde döndürüyordu. ''Evet Rüzgâr, böyle havalar tam da cinayet anında olmalı.''

Bıçağı döndürmeyi bırakıp saniyeler kadar süren bir hızda adamın bir eline sapladı. Kulak kanatıcı bir çığlık karanlıkta yankılanırken bir adım daha geriledim. Ben geriledikçe kulaklarıma gelen ses yankıya dönüşüyor, görüşüm daralıyordu. Ben görmek de duymakta istemiyordum ama buradan nasıl çıkabileceğimi de bilmiyordum.

''Bu bir....'' Dedi ve bıçağı adamın elinden çıkarıp havaya kaldırdı, damlacık şeklinde bir gölge bıçaktan yere damladığında bir kez daha korkuyla yutkunup elimi ağzıma götürdüm.

Bıçağı birkaç saniye sonra bu kez diğer eline geçirdi ve aynı tınıda çığlık bir kez daha yankılandı boş arazi de. İçim de bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. İçimde bir şeyler oluyordu, acıma değildi, korku değildi, öfke değildi. Neydi bu?

''Bu iki....'' Dedi ve bıçağı tekrar adamın elinden çıkardı. Doksan derece açıyla duran bacakları şimdi eşit uzaklıkta üçgen gibi duran bir boşluk bıraktı. ''Cinayetlerimde üçten ilerisini saymayı bilmeyen bir çocuğa dönüşüyorum biliyor musun?'' alayla güldü gülüşünden ne yapacağını anladığımda gözlerimi korkuyla kapattım. Gözlerimi kapatmamla kulağıma beklediğim çığlık yerine Rüzgar'ın sessizliği vurdu. Sertçe yutkundum, gözlerimi açmadım, ne olduğunu biliyordum ama görmeyen hiçbir şey kanıtlanmaz, mutlaka içe bir şüphe düşürürdü.

Ben emin olmak istemiyordum. ''Vaha...'' diye fısıldadım titreyen dudaklarımla. Bana bunu neden yapıyordu? Ben ona ne yapmıştım? Bu bir ceza mıydı? Neyin cezasıydı?

Uyuyor muydum? Uyandığımda ne olacaktı? Hatırlayacak mıydım? Umarım hatırlamazdım.

Gözlerimi kapattığım elleri yavaşça indirdim. Vaha bıçaktaki kanları üzerine siliyor, karşısında öylece dikiliyordu adamın. Birkaç dakika öylece dikildi, sonra üzerine doğru eğilip yaslandığı kayanın üzerine kendi baş harfini ve baş harfinin tersini çizerek 'uygulanamayan adalet' sembolünü çizdi.

Onu izlerken nefes bile almıyordum, etraftaki Rüzgar'ın sesini uzaktan gelen başka bir ses böldü. Uzaktan nahoş bir keman sesi geliyordu. Öyle uzaktan geliyordu ki sanki gökyüzünde yankılanıyordu. Gözlerimi Vahadan çektiğimde keman sesi daha duyulur düzeyde, daha net şekilde çalmaya başladı.

Her taraf karanlıktan bir anda aydınlığa döndü. Gözlerim kapalıydı ama karanlığın arkasında sanki bembeyaz bir ışık var gibiydi. Karanlık bile aydınlık gibi görünüyordu, nefese hasret gibi derin bir nefes aldım ve gözlerimi araladım. Telefonum çalıyordu, tüm keman sesi odayı dolduruyordu. Gözlerimi araladığımda odamda yatıyor olduğumu gördüm, perdem açıktı kapım da açıktı. Sadece hava oldukça aydınlıktı. Halbuki ben dün... ben önceki akşam uyumuştum sadece.

Bir ara kendimi kaybetmiştim, buna sebep olan Vahaydı ama gerisini hatırlamıyordum. Sadece en son uyuduğumu hatırlıyordum. Telefondan gelen keman sesi kesildiğinde bu sefer aşağıdan bir ses geldi. Kapı çalıyordu.

Telefona uzanıp gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Henüz ayılmış sayılmazdım, saat sabahın sekiziydi ve bugün pazartesiydi. Dün İdil Hanım ile olan seansımı kaçırmıştım, Vaha yüzünden seansa da gidememiştim. Elimi endişeyle alnıma vurdum ve çalan zilin sesine daha fazla dayanamayarak kendi kendime kıza kıza yataktan çıktım. İdil hanıma şimdi ne diyecektim? Haber bile vermemiş olmalıydım. 'Çok hastaydım İdil Hanım anca toparladım.' Desem inanır mıydı?

İdil hanım otuz sekiz yaşında bir kadın olmasaydı tabi ki de inanırdı Mabel, mesela sekiz yaşında falan olsaydı.

Merdivenlerden hızlı hızlı inip kapıyı açtım. ''Çatladınız.'' Dedim kızgın bir tonda. Karşımda Rüveyda endişeyle bakınıyor ellerini beline koymuş sorgularca kaşını kaldırıyordu. ''Umarım artık çalışmaya ara vermişsindir kaçık, arkadaşımı özledim çünkü.'' Rüveyda'nın bu haline kızgınlığımı kenara bırakıp gülmeye başlayarak elimi kapının kolundan çektim. Rahatlayarak nefes verip ayakkabısıyla içeri girdi ve boynuma sarıldı. ''ya kızım neredesin sen ya valla özlemişim her gün her saat beraber olunca insan ayrı kalamıyormuş gerçekten.'' Rüveyda'nın sarılışına karşılık vererek kapıyı kapattım. Söylediğine göre bir buçuk gündür yoktum demek ki.

''Setenay nerede?'' dedim Rüveyda ayakkabısını çıkarmak için benden ayrılıp eğilirken. ''Sevgilisiyle hasret gideriyor. Okulu ekeceklermiş bugün.'' Bayadır görüşemiyor oldukları için bunu tahmin etmiştim. Kafamı aşağı yukarı sallayarak mutfağa doğru ilerledim. Rüveyda da peşimden gelirken montunu çıkarıp sandalyeye asıyordu. Yanakları al al olmuştu, saçları her zamanki gibi dalgalıydı. Hava oldukça soğuk olmalıydı ama ben evin sıcaklığından da fazla hala üzerimde Vahanın sıcaklığını taşıyordum. ''Okula yetişemeyiz sanırım kahvaltıyı teneffüste yaparız kahve içip çıkalım.'' Rüveyda kollarını birbirine bağlayıp sandalyeye yaslanarak bana döndü. ''Bir şey merak ettim. Şimdi senin yerine Vaha geçtiğinde sen nerde oluyorsun? Yani bir şey görüyor falan mısın yoksa uyuyor da uyanıyor gibi mi oluyorsun?'' makineye kahveyi koyarak düğmesine basıp kollarımı tezgâha dayadım. ''Ya belli olmuyor, bazen o anı kâbus gibi görüyorum, bazen yaşıyor gibi bazen ise korkuyla uyanıyorum ama maalesef hiçbir şey hatırlamıyorum. Neden korktuğumu, neden etkilendiğimi falan. Mesela geçmişimde Vaha ile konuşmuşum ama onları da pek fazla hatırlamıyorum. Hafıza tetikleyici şeyler yapıyorum ama yaptıklarım da yarım yamalak işe yarıyor.'' Rüveyda kafası karışmış vaziyette beni izlerken dudaklarını kemirmeye başlayıp yaslandığı sandalyeden çekilip sandalyeye oturdu. ''Böyle söylediğine göre İdil hanıma bir şey anlatmayı düşünmüyorsun.'' Cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada Rüveyda'nın çalan telefonuyla geri kapatıp merakla yüzüne baktım.

''Setenay arıyor.'' Diye mırıldandı ve telefonu açıp hoparlöre alarak gözünü direk bana odakladı.

''Naber kızıl şerbet. Vardın mı bizim kızın yanına?'' Rüveyda sırıtarak ''aynen vardım.'' Diye mırıldandı.

Gülerek arkamı dönüp tezgâhtan kuplarımızı çıkardım. ''İyi bari, bugün gezelim biraz diyoruz sizde gelmek ister misiniz?'' Ben bardakları çıkarıp yanına atıştırmalık çıkarmak için soldaki boydan boya uzun olan dolaba ilerlerken Rüveyda benim yerime karar verip cevapladı. ''Yok biz evde takılacağız bugün. Biz de okulu ekiyoruz işimiz var.'' Rüveyda'nın verdiği cevaba kaşlarımı çatarak bakarken aklımdaki soruyu benden önce Setenay dillendirdi. ''Ne işiniz var sabah sabah?''

''Mabel'in hatırlamadığı bazı şeyler var unutmuş çok acil hatırlaması lazım onun için hatırlatıcı şeyler yapacağız.'' Gözlerimi devirmekten kendimi alı koyamadım. Gerçekten ufacık bir şey söylemeye bile gelmiyordu bu kıza. Söylediğini ciddiye almayarak dolaptan atıştırmalık şeyleri çıkardım ve tabaklara dizmeye başladım.

''Ne yapacaksın Hipnoz mu edeceksin kızı?'' Biz Setenay ile kahkaha atarken tabakları masaya koymak için Rüveyda'ya döndüm. Onun da güldüğünü sanıyordum ama yüzünü görünce alayla gülmediğini aksine gözlerinin kocaman açılıp dudaklarında kocaman imalı gülümseme olduğunu fark edip duraksadım. ''Rüveyda?'' diye mırıldandım tabakları masaya koyarken.

''Aferin kız sana. Bozuk saat bile günde iki kez doğru gösterirmiş haydi git sürt sen ararız seni sonra.'' Telefonu Setenay'ın yüzüne kapatıp bana büyük bir mutlulukla dönünce kafamı hafif sola doğru eğilip sağa sola salladım. Umarım düşündüğüm şey değildi. ''Yok artık.'' Kafasını aşağı yukarı sallayıp ''Var artık.'' Deyince tekrar gülmeye başladım ama bu gülüşüm komik bir şey olduğundan değil gerçekten sinir hastası olmaya başladığımdandı. Gerçekten kafayı sıyırdığımı ciddi ciddi görebiliyordum ama bunu tescilleyen Rüveyda olmuştu.

''Kahvaltı yapacak kadar aç değilim şunları yiyelim sonra da senin zihnini bi yoklayalım bakalım senin kaçık ne boklar yemiş.'' Yüzümü ellerime götürüp sessizce sabır diledim. Bir tane Rüveyda'nın tabiriyle 'kaçık' yetmiyor gibi başıma ikinci 'kaçık' çıkmıştı.

''Ya saçma sapan konuşma okulu ekmek tamam ama hipnoz falan yok hem sen nerden bileceksin hipnoz yapmayı.'' Parmaklarımın arasını açıp gözlerimi görmesini sağladım ama ellerim hala yüzümdeydi.

''Kızım biz orta okulda hipnozla arkadaşımın hoşlandığı çocuğa sevgilisini unutturduk sırf ayrılsınlar diye. Hatta sonra sevgilisinin o olduğuna inandırmaya çalıştık da galiba ilkinde yaptığımız yöntemi tutturamadık o olmadı.'' Ellerimi yüzümden çekip bir kahkaha patlattım. Makineden kahvenin olduğuna dair bir ötme sesi duyduğumda gülmeye devam edip bir yandan da makineyi kapatıp kahveleri doldurmaya başladım. Gerçekten Rüveyda'nın her haltta bulunması bir tesadüf müydü yoksa bu kız insan değil miydi? Rüveyda gayet heyecanlı şekilde tabaktakilerden ağzına atarken bende kahveleri koyup yanına oturdum ve birkaç atıştırmalıktan ağzıma attım.

''Bir kere herkes hipnoz olamaz belli bir yatkınlık gereklidir ve bunu sadece bu işin uzmanları yapabilir Rüveyda.'' gerçekten Setenay'ın yaptığı şakayı ciddiye alarak bunu konuştuğumuza inanamıyordum. Bunu cidden düşünüyor olmasına daha da inanamıyordum. ''Elbette herkes yatkın değil ama istek ve gönüllülük oldukça olma ihtimali yüksek. Sen sadece hatırlamak istediğin anıya odaklanacaksın. Mesela Vahayla ilk konuştuğun ana odaklanacaksın hatırlamadıklarını hatırlamaya çalışacaksın. Senin zihnin şu an düğüm olmuş bir ip gibi ve şu an hipnoza oldukça açık. Belli bir nesne kullanacağız mesela anılarınla ilgili olan bir şey olursa daha kolay olur.'' Hatırlamak istediğim şey Vaha ile ilgiliydi. Vaha ile ilgili elimde sadece iki şey vardı, biri Çöl tilkisi biri de bıçağıydı.

''Bir tilki olur mu mesela?'' sesimde yarı alay vardı. Buna inanmıyordum ama merak etmiştim. Rüveyda sesimdeki alayı fark edince yemeyi bırakıp kaşlarını çattı ve bana kötü kötü bakışlarla izledi. ''Ne?''

''Sen geçmişini hatırlamak istiyor musun, istemiyor musun?'' İstiyordum, her şeyden çok istiyordum. Keza elimde ondan başka bir şey yoktu.

Derin bir nefes verip ''istiyorum.'' Diye mırıldandım. Memnuniyetle gülümseyip ellerini birleştirdi ve bana doğru eğildi. ''Öyleyse geçmişine ait bir şey getir bana, bir kolye bir saat ya da ne bileyim herhangi odaklanabileceğin seni geçmişe götürebilecek bir şey ama o şeyle anın olmalı. Hatırladığın bir anı olmalı.'' Ellerimi masaya yaslayıp çenemi avuçlarımın arasına aldım ve düşündüm. Geçmişimden kalan bir kolyem yoktu, bilezik saatimde yoktu ama....

''pusula.'' Dedim annemin bana verdiği pusulayı hatırlarken. ''Pusula mı?'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Babam bana çöl tilkisini hediye ettiği zaman annem de bana bir pusula hediye etmişti çünkü kuzey, doğu batı ve güneyi hiçbir zaman öğrenememiştim. Annem de bana en iyi öğrenme yolunun bu olduğunu kendisinin de bu şekilde öğrendiğini söylemiş ananemin ona hediye ettiği pusulayı bana hediye etmişti çünkü yönlere oldukça meraklıydım ve ezberleyemediğim için o yaşta ikisinin de başının etini yiyordum. Çöl tilkisiyle aynı zamana denk geldiyse eğer Vahayı da hatırlayabilirdim.

''Pusula olur mu?'' bir süre düşündü ve ellerini çözüp kahvesinden büyük bir yudum aldı. ''olur.'' Ne kadar buna inanmıyor olsam da içimi bir heyecan kaplamıştı. İlk defa hipnoz edilecektim, ya da edilmeye çalışacaktım. İnsan ister istemez heyecanlanıyordu ama aklıma gelen bir soruyla duraksadım. Zorlukla yutkundum, dudaklarımdaki gülümseme anında tuzla buz oldu.

''Peki şey.. İstemediğim bir şeyi de söylüyor muyum hipnozda. Yani mesela geçmişimde hatırlamak istemediğim, söylemek istemediğim bir şey olsa bunu da öğrenebiliyor musun benden?'' Rüveyda kafasını olumsuz şekilde sağa sola salladı ve büyük bir yudum alıp bitirdiği kahve bardağını masaya bıraktı. ''Sen istemediğin hiçbir şeyi benim söylememle hatırlayıp söylemiyorsun Mabel. Ben sadece senin odaklanmanı sağlayıp seni yönlendiriyorum. İradeni kaybetmiyorsun, şöyle düşün bir bebek emekleyip yürürken onun elinden tutarlar ya. Çocuk kendi yürür ama ebeveynleri onu tutar yardım eder ve yönlendirir. Onun gibi düşün.'' İçime su serpilmişti adeta. Yedi yaşımdaki anılarımı hatırlamak veya bunları Rüveyda'ya anlatmayı kesinlikle istemiyordum. Eğer cevabı evet olsaydı anında bundan vazgeçecek ve bir daha konusunu açmayacaktım.

Tüm merakım ve hatırlama ihtimalim de bu konuyla beraber kapanacaktı. Kahvelerin yanında tabaktaki atıştırmalıkta bitince bardakları tabağın üzerine koydum ve tezgâha bırakıp Rüveyda'ya döndüm. ''Öyleyse ben pusulayı alıp geliyorum, içeri geç sende.'' Rüveyda montunu alıp askılığa asmış oradan salona geçmişti. Bende içimde büyük bir heyecanla odama çıktım ve çekmecemde sakladığım gümüş renginde kenarlarında desenler olan pusulayı alıp tekrar aşağı salona, Rüveyda'nın yanına indim. Rüveyda camı kapatmış perdeleri çekerken bana döndü. ''Tüm sesleri ışıkları azaltalım ki dikkatin dağılmasın.'' Güneşliğin bize vuran kısmını çekmiş yerine geçerken elimdeki pusulayı ona uzattım. Açıp pusulayı iyice bir süzdü bana arkamdaki koltuğu işaret edince oturup derin bir nefes aldım. Setenay bu halimizi görse muhtemelen direk İdil hanımı arar 'İkisinin de tımarhanede yatmaya ihtiyacı var.' Derdi muhtemelen.

Bunu düşününce dudaklarıma bir tebessüm yerleşti. Rüveyda da karşıma oturmuş pusulayı açarak inceliyordu. ''Ay ne kadar güzelmiş versene bunu bana hipnozdan sonra.'' Gözlerimi devirip ona 'asla öyle bir şey olmaz.' Bakışı attığımda dudaklarını büzüp koltukta öne doğru bana yaklaşmak için kaydı. ''Bari Twitter'a vermişsin gibi paylaşayım da hava atayım antika eşyaya çöktüm falan diye.'' Gülerek kafamı salladığımda o da sırıttı ve pusulayı zincirinden tutarak önüme doğru sarkıttı, kolunu yukarı kaydırdı ve derin bir nefes alıp bir uzman edasıyla yüzüme ciddiyetle baktı.

O Böyleyken ciddi kalmak biraz zor oluyordu çünkü hep gülen bir arkadaşım karşımda ciddi otursa da bana ciddi gelmiyordu.

''Şimdi, gözlerini pusuladan ayırma. Kabusların, anıların, yarım yamalak hatırladığın anılar neyle başlıyorsa önce o başlangıca odaklan. Karanlıksa karanlığa, ışıksa ışığa, bir ses ise bir sese.'' Gözlerimi pusulaya indirip derin bir nefes aldım ve hatırladığım her anın başında olan şeyi ona itiraf ettim. ''Karanlıkta canlanıyor her şey.'' Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla kafasını salladı.

''Öyleyse bir karanlıkta hayal et kendini karanlığın içinde yavaşça bazı anıların canlansın. Mesela küçüklüğün, kendine bir arkadaş var ettiğin bir anın canlansın. Geçmişe doğru git Mabel, daha çocuk olduğun zamanlara. Yaşadığın hangi an seni bir arkadaş var etmeye itti onu hatırla. O arkadaşınla nasıl tanıştın, onu ne zaman öğrendin hatırla.'' Hatırlıyordum onu var ettiğim anı ve tanıştığım anı ama tanıştığım an yarım kalmıştı.

Hatırla Mabel, çöl tilkisini hatırla, Vahayı hatırla.

Gözlerim hafif kısıldı, pusula sallandıkça sadece ritim tutuyordum. Hatırlamaya çalışsam da tek gördüğüm pusulanın sallanmasıydı, kaşlarım çatıldı. Rüveyda bunu anlamış olmalı ki oturuşunu düzeltti ve boğazını temizledi. ''Bir daha dene, odaklan.''

Gözümü pusulaya diktim, aklımda Vahayı anımsıyordum ama hatırlayamıyordum. Gözlerimi tamamen pusulaya odakladım, odaklanamıyor muydum yoksa odaklandığım halde hatırlayamıyor muydum? Vahayı düşündükçe aklıma tek gelen gördüğüm kâbus olmuştu. Evet Rüveyda gelmeden önce bir kâbus görmüştüm. Vaha yine cinayet işlemişti ama bu yeni miydi yoksa önceki cinayetlerinden biri miydi? Kulaklarımda bir ses yankılandı, uzaktan geliyordu ve arkasında sanki fon müziği olmak ister gibi rüzgâr uğulduyordu.

'Öyleyse bana şu an toprağın altında yatan tüm kadınların hayatını geri alabilir misin?'

Paranın her şeyi satın alamadığına pek inanmazdım. Belki çok ama çok karakterli insanları ve gitmiş bir şeyi satın alamazdı diye düşünürdüm hep. Şu an ise bu cümleden sonra paranın her şeyi satın alamadığını daha iyi anlıyordum. Para birçok şeyi satın alabilirdi hatta gelecek zamanı da birinin zamanını parayla alabilirdi. Mesela ona hizmet eden adamın zamanını alabilirdi, yoldan geçen birinin zamanını da parasız bile alabilirdi ama geçmiş zamanı tüm parasını verse de satın alamazdı.

Aklım tamamen gördüğüm kabusa döndüğü sırada Rüveyda Pusulayı ipinden çekti ve pusula gözümün önünden kayboldu. ''Odaklanmıyorsun, aklın başka yerlerde. Aklını şu an meşgul eden şey neyse onu çözmeliyiz ki öyle zihninde geçmişi canlandır.'' Rüveyda kaşlarının başı havaya kalkmış şekilde şefkatle ve hüzünle bana bakarken elimi saçlarıma geçirdim. ''haklısın, bugün de bir kâbus gördüm ondan sanırım.'' Bir elini omuzuma uzatıp dostane şekilde sıktı.

''İdil hanıma bunu söylemelisin Mabel. Bu bizim çözebileceğimiz bir sorun değil.'' Elbette ki değildi ama ya her şey tekrar başa sararsa diye düşünmeden edemiyordum. Boğazımı daraldığımı hissettiğim için kaşıdım ve sehpadaki sürahiyi alıp bardağa döktüm.

Dilim damağım kurumuştu, rüzgârın sesi hala kulağımda uğulduyordu. ''İdil hanımı arayacağım Müsait olduğu bir boşlukta görüşebilirsek Pazar gününden önce konuşurum.'' Rüveyda kafasını aşağı yukarı salladı. ''Biraz daha rahatladın mı?'' Ensemi terleten saçlarımı bileğimdeki tokayla gelişi güzel toplayıp kafamı aşağı yukarı salladım. Uyandığımda da biraz terlemiştim ama belli olmuyordu. Alnıma yapışmaya başlayan saçlarımı geri ittirdikten sonra kendimi hipnoza adapte ederek oturuşumu düzelttim.

''Hazırım ben.'' Rüveyda ayağa kalktı ve elinde tuttuğu pusulayı havaya tam göz hizama gelecek şekilde zincirinden tutarak bıraktı. ''Öyleyse başlıyoruz. Şimdi senden etrafındaki olan her şeye duyularını kapatmanı istiyorum. Kulağın sadece beni duysun, gözlerin de sadece pusulayı görsün. Başka hiçbir şeyi hissetme. Sıcağı hissetme, soğuğu hissetme ve başka hiçbir şey duyma görme.'' Gözlerimi pusulaya sabitledim, kulağımda hala rüzgârın uğultusunu hissediyordum ama duymamayı seçtim ve kulağımı bir köpek gibi dikip Rüveyda'ya dikkat kesildim.

''güzel.'' Diye mırıldandı ve Pusulayı bir ritim tutar gibi sallamaya başladı. ''Şimdi, bana söyler misin Mabel. Ne hatırlamak istiyorsun?'' ince sesi kulaklarımdaki tüm rüzgâr uğultusunu kesmişti. Gözlerimi kırpma hızım azalırken etrafın yavaş yavaş buğulandığını hissediyordum. ''Geçmişimi, Vahayı.'' Dedim kısaca. Çöl tilkisini hatırlamak istiyordum, onun benimle konuştuğu anların sadece tanıştığımız anla sınırlı kalmadığını anlamıştım ve konuştuğumuz her anı hatırlamak istiyordum.

Bende artık onun geçmişini bilip onu tanımak istiyordum. İçim de ki ona olan güven hissinin sebebini öğrenmek istiyordum. Neden ona karşı ne kadar korksam da bir sevgi besliyordum öğrenmek istiyordum.

Gözlerimin yavaş yavaş kaydığını hissettim. Sanki etraf sallanıyordu ve hava kararmaya başlıyordu. ''Şimdi karanlığa odaklan, karanlığın içinde bir çocuk var. Kıvırcık saçlı ve koyu tenli.'' Dedi Rüveyda gayet otoriter ne yaptığından emin olduğu bir sesle. ''Orada oturuyor. Elinde de bir oyuncak var. O oyuncak ne Mabel? Görebiliyor musun?'' etrafın sallantısı azalırken pusulanın içinde bir karanlık, karanlığın içinde de bir oda belirdi. Bu benim odamdı, çocukken pembeyle döşenmiş odamdı. Yatakta oturuyordum, yüzüm elimde tuttuğum çöl tilkisine doğru eğilmişti. Ağlıyordum sanırım, yüzümden yaşlar süzülüyordu.

''Çöl tilkisi.'' Dedim sessizce. Sanki sesli konuşsam çocukluğum beni duyacak ve benden korkacaktı.

''Şimdi yavaşça ne konuştuğunuzu dinle, çöl tilkisi sana ne diyor.''

Görüntü gözümde git gide büyüdüğünde aslında ağlamadığımı alnımdan ter aktığını fark ettim. Yaz ayıydı, pencereler açıktı. Elimde bir iğne ve iplik vardı. Oyuncağın altı kenarları parçalanmıştı. Bir elimde parçaları bir tutuyor diğer elimle iğneyi geçiriyordum.

Alnımı elimin tersiyle sildim ve işime devam ettim. Burada beş ya da yedi yaşımda değildim, on yaş civarında olmalıydım. ''Üzülme Mabel, ben senin parçalarını toplarım. Sadece önce kendi parçalarımı toplamam gerekiyor. Seninle göz göze gelebilmek için.'' Oyuncağın çıkmış tek gözünü içe doğru bastırdım ve aşağıyı diktikten sonra gözü olduğu yere sabitledim. Gözüm aşağı kaydığında yatağımın yanında durduğunu yeni fark ettiğim bıçağı alt kısımdaki boşluğa koydum. ''Hm.. bence cuk oturdu.'' Diye mırıldandım ama fark etmiştim ki Bu ben değildim, Bu Vahaydı.

''ne görüyorsun Mabel?'' dedi Rüveyda sessiz bir tonda. Sanırım odağımı bozmak istemiyordu. ''Vahanın oyuncağımı diktiğini görüyorum.'' Dedim ve görüntüyü izlemeye devam ettim. Vaha oyuncağı dikmiş bıçağı için açık kalan kısımdan yararlanmak istemiş, bıçağını orda saklamaya şu an gördüğüm zamanda karar vermişti.

Kendi kendine konuşması bittikten sonra diktiği oyuncağı kenara bıraktı. Kalkıp aynanın karşısına geçti ve gözlerini aynadaki gözlerime dikti. ''Dışarı çıkmak ister misin Mabel?'' sesi öylesine nazik ve inceydi ki bir an bunun Vaha mı yoksa benim mi olduğumu düşündüm ama aklım 'ikisi de sensin geri zekâlı.' Diyerek bana ters bir tepki vermişti. Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. ''Peki öyleyse, dışarıyı özlediğinde çıkarsın. O zamana kadar yapmamı istediğin bir şey var mı?'' diye sordu yine nazikçe. Sesi şefkatliydi ve bir abla, bir anne gibi sarılası geliyordu. Sanırım kendi kendine konuşmuyordu. Benimle konuşuyordu, Yine bir cevap vermiş olmalıydım ki kafasını aşağı yukarı salladı. ''Peki madem. Ben de işimin başına döneyim.'' Dedi ve gülümsedi ayna da kendine. Bir dakika boyunca aynanın önünden çekilmedi, bir dakikanın sonunda yutkundu ve dudaklarını yaladı. ''Benim yaptığım iş seni aşar benim küçük sabırsız kızım. Sadece uygulanamayan adaleti uyguladığımı bil.'' Dedi ve yine gülümsedi. Kaşları belli belirsiz çatılırken bir kahkaha attı aynanın karşısında. ''Hayır ben hâkim ya da savcı falan değilim. Ben bir kuruma bağlı çalışmıyorum. Ben sadece kararmaya yüz tutmuş vicdanıma bağlı çalışıyorum.''

''Mabel?'' duyduğum sesle gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Şimdi tek gördüğüm pusulanın dönen ibresinden ibaretti. Tüm karanlık, karanlığın içindeki anılarım yine buhar olup uçmuştu.

''Hey.... İstediğin şeyi görebildin mi? Hatırlayabildin mi?'' Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırmaya devam edip derin bir nefes aldım. Vaha... benim yakıp yıktığım her şeyi toparladığı için mi ona güveniyordum? En zor zamanlarımda yanımda olduğu için, beni yalnız bırakmayıp yanımda olduğunu hissettirdiği için miydi bu güven duygusu?

''Sayılır... Ben küçükken tilkiyi parçalamıştım. Diken oymuş hem onda kendini gördüğü için hem de o oyuncağımı sevdiğim için. Bunu söylemedi ama bazen rüyalarda söylenmese de öyleymiş gibi hissedersin ya. Aynen öyle oldu.'' Pusulayı zincirinden çekip karşıma oturdu.

Gözlerinde endişe ve merak vardı. Ellerimi tutup zorlukla gülümsedi. ''Yani Vaha aslında iyi miymiş? Buna inanmak çok zor geldi şu an.'' Dedi ve rahatlamak ister gibi güldü. Bende bu söylediğine tebessüm ettim ama aklım gördüklerimdeydi.

''hiçbir fikrim yok.'' Rüveyda bileğindeki saate bakıp tekrar bana döndü. ''Henüz öğlen olmadı istersen İdil hanımı ara bir. Bence en kısa sürede onunla konuşmalısın bunu. Çünkü böyle hatırlamak yıllarını alır. Üstelik bu süreçte Vahanın sana zararı olabilir.'' Haklıydı, böyle günde birer birer hatırlasam bile çok uzun sürerdi. Nereden baksanız on yıldan bahsediyorduk. Artık birine güvenmek zorundaydım ve ne olursa olsun Vahadan daha güvenilir olan biri varsa bu kesinlikle İdil hanımdı.

''Peki madem. Odamdan telefonumu alıp geleyim.'' Rüveyda gülümseyerek bana pusulayı uzatınca elinden kapıp odama çıktım. Sanırım en acilinden mesela bugün konuşmalı ve içimi İdil hanıma boşaltmalıydım. Birinin artık bana gerçekleri anlatması gerekliydi.

Odama çıktığımda pusulayı tekrar çekmeceme koydum ve telefonumu alıp İdil hanımın numarasını tuşlayarak salona, Rüveyda'nın yanına indim.

Üzgünüm Vaha ama artık sana değil. İdil hanıma güvenmeyi seçiyorum.

Rüveyda'nın yanına gelip tam oturduğumda telefondan İdil hanımın enerjik sesi geldi. ''Alo, Mabel.'' Rüveyda eliyle hoparlöre almamı işaret ederken onu görmezden gelerek dudaklarımı ısırdım. Ararken dün için ne bahane uyduracağımı düşünmemiştim.

''Şey İdil Hanım dün için çok özür dilerim. Acaba seansı bugüne alabilir misiniz? Sizinle önemli bir konu hakkında konuşmam gerekiyor da.'' Rüveyda elini uzatınca uzattığı elini tutup geriye doğru yaslandım. Meraklı Melahat hiç rahat durmuyordu. ''Tabi olur, seans olarak değil de sohbet etmek için gel ben yine durumunu dinleyerek kayıt alacağım. Bugün öğle aram hariç hiçbir boşluğum yok hatta tüm hafta öyle o yüzden öğle aramda konuşalım dairemde.'' Rüveyda elini geri çektiğinde rahat bir nefes verip ''Tabi kaç gibi geleyim.'' Diye sordum gülümseyerek. İdil Hanımın dairesini odasından daha çok seviyordum çünkü evi daha rahat, genişti. Kendimi daha rahat hissediyor daha rahat anlatacaklarımı anlatabiliyordum. ''Bir saate gelebilirsen şahane olur.''

''Tamam öyleyse bir saate ordayım. Teşekkür ederim İdil Hanım.'' Telefonu vedalaştıktan sonra kapatıp bana merakla bakan Rüveyda'ya döndüm. ''bende gelebiliyor muyum?'' Yine göz devirip sinirden gülmeye başladım. ''Ne işin var senin?'' Bana dudak büzüp kollarını küsmüş gibi birbirine bağladı.

''Hani bu yolda beraberdik.'' Tekrar kahkaha atıp oturduğum yerden kalktım. ''Ben öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.'' Rüveyda da kalkıp peşimden odama çıkarken ''yazıklar olsun.'' Diye mırıldandı. ''Koynumda yılan beslemişim.''

Söylediklerine sadece gülerek odama girdim ve dolabımdan kalın bir takım çıkardım. ''Setenayların yanına git onlarla gez eğlen.'' Hala kollarını birbirine bağlamış vaziyette beni izliyordu. Ona dönüp müsaade etmesini bekledim ama durmuş bön bön hala bana bakıyordu.

''müsaade edecek misin?'' Kaşları belli belirsiz çatıldı, gözleri çıkardığım kıyafetlere ardından bana dönünce ağzını beş karış açtı ve bağladığı kollarını çözdü. ''Haaa.. Şey pardon. Ay ne olacak canım sanki sende olan bende de var.'' Söylene söylene banyoya ilerleyince göz devirip derin bir nefes aldım ve sabır diledim. ''Bende makyajımı düzelteyim bari.'' Rüveyda Banyoya girip kapıyı kapatınca üzerimdekileri hızlıca çıkarıp kalın kazaklarımı üzerime geçirdim. Gözüm baş ucumda duran Vahanın yeni aldığı günlüğe kaydı. O günlüğü henüz günlüğüm olarak kabul etmediğim için tek kelime yazmamıştım. İlerleyip Vahanın tekrar bir şey yazıp yazmadığına bakmak için elime alacağım sırada eski günlüğüm ile arasına sıkıştırılmış küçük not ayağımın dibine düştü.

Notu elime aldığımda benim el yazımla ama bana ait olmayan bir yazıyla tekrar karşılaştım.

'Bu günlüğü sana aldım. Benim bu sayfalarda olmamı istemediğini düşünmemiştim, bunun için özür dilerim. Lütfen bu hediyemi kabul et.'

Yazan notu okuduktan sonra dudaklarımı birbirine bastırıp lavabonun kapısına bir göz attım ve kâğıdı yeni günlüğüm en arkasındaki zarf kısmının içine koydum. Önceki yazdığı yırttığım ilk sayfayı da düzeltip buraya koymuştum. Nedeni yoktu sadece koymak istemiştim.

Günlüğün sayfalarını açıp baktığımda tertemiz olduğunu görüp tebessüm ettim. Tam defteri kapatacağım sırada duyduğum çığlıkla günlük elimden düştü. ''Rüveyda!'' Koşarak banyonun kapısını açıp Rüveyda'yı kontrol ettiğimde onda bir şey olmadığını görüp rahatladım. Neden bağırmıştı ki? Nutku tutulmuş şekilde baktığı noktaya soluma doğru döndüğümde kanlı kıyafetleri gördüğünü fark edip dudaklarımı ısırdım. Demek ki Vaha bir cinayet daha işlemişti, bunu kıyafetleri görmediğim için burada bir delil kalmıştı. Artık Vahanın peşinden her gün çamaşır yıkacak gibi görünüyordum. ''Bunlar....'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''onun.''

''Ama çok riskli, ya yakalanırsan.'' Dedi endişeyle. Omuzlarından tutup onu banyodan çıkardım ve yatağıma oturttum. ''Vaha hep beni kurban durumuna sokuyor ve riski ortadan kaldırıyor. Ben onu öğrenmeden önce yeni kıyafetler alıp bazısını direk çöpe atıyor, bazısında sepete dolduruyormuş. Bende görünce şok geçirmiştim. Şimdi ise çocuğunun peşinde gezen anne gibi dolanıp gördükçe yıkıyorum.'' Rüveyda hala şaşkınlığını atlatamamış iri gözleriyle bana bakıyordu.

''Öyleyse şimdi evden çıkmadan at hemen. Ne olur ne olmaz. Bu durumu da İdil hanıma anlatıp çözmelisin Mabel. Bunlar Cinayet. Bir yakalanırsan ömür boyu hapisten çıkamazsın.'' Kafamı aşağı yukarı sallayıp mahcup şekilde başımı yere eğdim.

'Kaldır kafanı.'

Aklımda duyduğum sesle olduğum yerde sıçrarken Rüveyda'nın burada olduğunu unutup istemeden onun da dikkatini çektim. Konuşan Vahaydı, buradaydı.

''Bir şey mi oldu?'' Rüveyda'ya Vahanın burada olduğunu söylemem şimdi başımı daha fazla ağrıtacaktı. Üstelik bir saate yetişmem gereken bir seansım vardı. Dudaklarımı büzüp kafamı sağa sola salladım. Bilmese de olurdu, Vahayı istemedikçe onu duymazdım nasılsa.''Hiç.. Bir titreme geldi.''

Kafasını aşağı yukarı sallayıp tekrar yüzünü eğerken onu güldürmek için ''Azrail yokladı.'' Diye ekledim. Hafif güldü ve elime vurdu.

Bende gülümsedim ve lavaboya gidip kirli sepetini kucakladım. Olduğu gibi aşağı indirmek için kapıya ilerlerken kafamı Rüveyda'ya çevirip kafamla gelmesi için işaret verdim.

''Telefonumu al, çıkalım.''

Rüveyda dediğimi yaparak telefonumu aldı ve yere düşen defteri tekrar yerine koyup peşimden odadan çıktı. Çamaşır makinesine kıyafetleri tiksinircesine koyup çalıştırdım. ''Ben gelene kadar zaten yıkanır.'' Rüveyda kapıya yaslanmış endişeyle bana bakıyordu.

''Bak bana her-''

''Her şeyi çıkar çıkmaz arayıp anlatayım tamam.'' Bu halime gülerek kafasını aşağı yukarı salladı. Beraber girişe ilerleyip montlarımızı aldık ve botlarımızı çıkarıp kapıya bıraktık.

Uzattığı telefonu cebime atarak çekmeceden parayla anahtarımı aldım ve öteki cebime atıp botlarımı giyerek Rüveyda'nın arkasından evden çıktım.

Rüveyda arka cebinden telefonu çıkarıp Setenay'ı ararken ona sarılıp onunla vedalaştım. ''ben direk taksiyle gideceğim baya oyalandım.'' Rüveyda da sarılıp vedalaşınca ikimizde elimizi telefon gibi yapıp kulağımıza götürdük. Bu bizim 'haberleşelim.' Deme şeklimizdi.

Rüveyda telefonla konuşurken koşar adımlarla öbür taraftan yola çıktım. Bu tarafa yakın taksi durağı olduğu için oldukça taksi geçiyordu. Telefonu çıkarıp saate bakınca yirmi dakikam kaldığını görüp gözümü yola diktim.

Dakikalar sonra yoldan geçen taksiye elimi uzatmıştım ama doluydu, onun peşine diğer gelen taksi önümde durdu. Sanırım arka arkaya gelmişlerdi. Taksiye binip ''Karanlar merkezinde indirir misiniz?'' Dedim güler yüzle. Yaşlı adam renkli gözleriyle bana dönüp gülümseyince yüzündeki simanın sebebini anlayamasam da bir şey söylemedim. ''Götürürüm kızım götürürüm de Tanımadın mı beni?'' kafamı sağa sola sallarken hatırlamak adına hafızamı yokladım ama bu ponçik adam bana tanıdık gelmemişti.

''Geçenlerde geç saatte seni almıştım ya hatta şu katilin haberini kapattığım için onun hakkında ne düşündüğümü falan sormuştun biraz sohbet etmiştik.'' Geç saatte...

''Çok mu uzun süre oldu acaba?'' adam dudak büzüp kafasını sağa sola sallayınca neden hatırlayamadığımı tahmin ettim. Doğru beden yanlış zihin amca, sen Vahayı aldın beni değil.

''Peki ne düşünüyordunuz katil hakkında pek hatırlayamadım da.'' İnsanların benim daha doğrusu diğer kişiliğim hakkında ne düşündüğünü oldukça merak ediyordum. Bunu sorma, öğrenme fırsatım hiç olmamıştı. Amca belli belirsiz gülümsedi.

''herkes kadın olduğunu söylüyor ama bence değil falan demiştim kızım. Kadınlar narinlerdir çünkü. Öyleyse de bana denk gelmese bari evde çocuğum var falan demiştim.'' Bunun için geç kaldın ihtiyar... diye geçirdim içimden pencereye doğru dönerken.

Amca biraz hızlı sürdüğünden evime de biraz yakın olduğundan geleceğim yere yaklaşmıştık. Taksinin içindeki sıcaklık beni mayıştırırken on dakikalık yoldan sonra varacağım yere gelmiş amcaya parayı uzatarak arabadan inmiştim. Oldukça mayıştığım ve ısındığım için hiç inesim gelmemişti ama şuan öyle bir rahatlığa zamanım yoktu.

Merkezi arka tarafıma alarak daireye girdim ve kliniğe giriş yaptım. İdil hanım tam kapıda anahtarını çıkarıyorken merdivenlerden çıkmaya başlamıştı ki beni görünce duraksadı. ''ah Mabel hoş geldin. Bende tam eve çıkıyordum.'' Gülümseyerek ona sarılıp ''Hoş buldum.'' Diye mırıldandım.

''Hadi geçelim daireme sıcak bir şeyler hazırlayayım. Aç mısın?'' Sabahki atıştırmalıklarla durduğumu hatırlayınca gülümseyerek ''evet.'' Dedim. Rüveyda da muhtemelen acıkmıştı ve yemeği Setenay'a kitleyecekti. Setenay'a içten içe sabır dilerken İdil Hanım açtığı kapıdan sevdiğim salonuna giriş yaptım. ''Sen otur ben bir lavaboya gideyim hemen geliyorum.'' İdil hanım koşarcasına lavaboya giderken arkasından gülerek salona ilerledim ve montumu çıkarıp kanepenin kenarına bıraktım. İdil hanımın salonu ortadaki duvarla ikiye bölünüyordu. Bir tarafı çalışma alanıydı, çalışma masası ve masanın arkası boydan boya kitaplıkta kitaplarla doluydu. Diğer tarafı ise normal bir salondu. Çalışma masasında masasının üstündeki ışığın açık olduğunu fark edip kapatmak için masaya ilerledim. Çalışırken uyuya kalmış sabahta unutmuş olmalıydı.

Lambadan uzanan ince ipi çekip lambayı kapatırken belimin kenarıyla masanın kenarında duran bir defteri düşürdüm. ''Hay senin...'' düşen deftere ve dağılan birkaç kâğıda yüzümü buruşturarak bakarken İdil Hanım gelmeden toplamak için eğilip aceleyle toplamaya başladım.

Küçük ve büyük olan tüm kağıtları içine geri koyarken bir kâğıda gözüm çarptı, kendi yazımı gördüğüm için duraksayıp defteri ağır ağır kucağıma bıraktım ve şaşkınlıkla kâğıdı yüzüme yaklaştırdım. Ben İdil hanıma hiç mektup tarzı bir şey yazmamıştım.

Kâğıdı okumaya başladığımda bu yazan kelimelerin bana ait olmadığını anlayıp sertçe yutkundum.

'Merhaba Doktor. Yine beni avını kovalayan avcı gibi kovalıyorsun gördüğüm kadarıyla. Keza, Mabel'in burada uyuyup uyanmasının özellikle verdiğin sakinleştiricinin başka bir sebepten olmadığını ikimizde biliyoruz. Kusura bakma sana hala ev hediyesi alamadım, bir türlü denk getiremiyorum eminim buna çok üzülmüşsündür. Sadece senden şu an kaçan kişinin Mabel olmadığını haber vermek istedim. Keza o daha senin gerçek yüzünü henüz görmedi, gördükten sonra senden kaçanın ben olmadığımı ben söylemeden anlayacaksın.' – Çok sevdiğin öğretmenin Vaha.

16.bölüm burada bitmiştir...

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Bölüm hakkında yorumlarınızı özellikle en sevdiğiniz kısmın neresi olduğunu buraya bırakın.

Hepinizi kocaman öpüyor ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum... Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

 

Loading...
0%