Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@byzloey

Vaha, kadın cinayetlerine karşı doğmuş bir kişilik. Benim diğer kişiliğim, kimliksizim.

Vahayı tanıdığımdan beri bu hayatta sürekli karşıma çıkan şeyler zıtlıklar oldu.

Karanlıkta aydınlık olmazdı ama Vahanın karanlığını cehennem ateşi aydınlatıyordu. Karanlık soğuk olurdu ama Vahanın Cehennem ateşi karanlığı yakıyordu.

Karanlık soğuk olurdu, Karanlık her zaman soğuk olurdu. Benim içinse Karanlık sıcaktı, benim karanlığım sıcaktı, Hem de cehennem kadar.

İnsan ölmeden cehennemde yanabilir miydi?

Ben Mabel olarak yağan yağmurun altında incecik bir vaziyette saatlerce yatmıştım ama üşümeme rağmen hastalanmamıştım. Ben Mabel olarak ısınamazdım ama ona rağmen artık üşümüyordum. Bir bedeni paylaşmak nasıl bir duyguydu bilmiyordum. Bunu belki bilenler olabilirdi ama kimsenin bilmediği bir şey vardı. Bir ruh nasıl paylaşılabilirdi?

Vaha bana bir gün onu anlayacağımdan bahsetmişti. Nasıl olacağına kadar her şeyi söylemiş sadece bir zaman vermemişti. Söylemek istediğini anlıyordum. Her saniye onu anlayabileceğim cinayetler gerçekleşiyordu. O zaman vermemişti çünkü hangi saniye de hangi kadına denk geleceğimi kimse bilemezdi. Bir gün geldiğimde eğer Vahayı anlarsam o zaman ruhumuzu da paylaşıyor olacaktık. Belki bir bedeni paylaşmak beni Vaha yapmazdı ama ruhunu paylaştığımda ya da ruhumu paylaştığımda o zaman Vaha bana karışacaktı. Artık sadece zihnim ve bedenime değil, Kalbimden vicdanıma kadar karışacaktı.

Benim her zerreme karışmasını istediğim Atlas iken Vaha bu gücü ondan önce ele almıştı. İkisi de beni yakıyordu ama biri uzaktan görünen ve sizi ısıtmayan bir ateşken diğeri sizi cayır cayır yakan bir ateşti.

Şimdi o ateş sadece beni değil birçok kişiye de yakabilecek kadar büyümüştü. Bu bir oyundu, bu bir tilkinin insana oynadığı oyundu. Bu oyuna girip bu oyunu bozmak isteyen kişi ise İdil hanımdı. İdil hanımın Vahadan hoşlanmadığı kadar Vaha da ondan hoşlanmıyordu. Biri bendim, diğeri ise beni ben yapan kişiydi. Şimdi neyi ateşe atarsam bende yanacaktım.

Bu nasıl bir çıkmazdı böyle?

İdil hanıma güvenmeyi seçmiştim, bu doğru bir karar mıydı? İdil hanım bırakmadığı için mi Vaha da onun üzerine oynuyordu. İkisine de güvenmek neden bu kadar zordu? Kime güveneceğimi ne yapacağımı bilmeden nasıl hareket edecektim.

''Yemekler hazır.'' İçeriden gelen neşeli ses ile eğildiğim yerden kalktım ve notu elimden bırakmadım, saklama ihtiyacı bile duymadım. Belki de kartları açık oynamak gerekiyordu, yalan bile olsa bir şeyler duymam gerekiyordu. İdil hanım elinde tepsi, içinde dumanı tüten yemeklerle içeri girip bana göz değdirmeden orta sehpanın üzerine bıraktı ve tekrar eğildiği yerde doğrulup bana döndü. Gözleri önce yüz ifademe ardından elimde tuttuğum nota kaydı. ''Okumuşsun.'' Kafamı belli belirsiz sallayarak sorgular bakışlarla bakmaya devam ettim. Gerginlikle derin bir nefes verdi ve koltuğa oturup yanına oturmamı işaret etti. Elimdeki notla beraber ağır adımlarla yanına ilerledim. Kendime bu fikirden vazgeçmek için zaman tanıyordum ama ayaklarım asla geri geri gitmiyordu. Şu an vazgeçersem belki yalanla dolanla başka bir hastasından geldiğini sanmış gibi davranıp kaçabilirdim. Tabi bu beni sadece bugünlük idare ederdi. ''Onunla tanıştın değil mi?'' Bu kez belirgin şekilde salladım kafamı. ''Hiç hoş bir tanışma olmadı.'' Dedim burukça gülümseyerek. Kanlar içinde uyandığım günü hatırlamıştım. Bana yazdığı hoş sözleri de öyle.

''Neden bana söylemedin?'' yüzüne tamamen döndüğümde oldukça ciddi ve endişeli olduğunu gördüm. Gerilmişti, eli yine ensesine gitmiş cevabımı dudaklarını dişleyerek bekliyordu. ''Rüveyda'ya bıraktığınız notu gördüm. Siz neden bana söylemediniz? Bu şekilde mi öğrenmem gerekiyordu?'' Kirpikleri kırpışından ettiği hareketlere aldığı nefese kadar her şey yavaşladı. Sanki biri zamanı yavaşlatmıştı. Ya da ben her şeyi yavaş algılıyor stresten bu yavaşlamış zamana ayak uyduruyordum. ''Söyleyemeyeceğimi biliyorsun Mabel. Seni korumaya çalışıyordum ama gördüğüm kadarıyla pek başarılı olamamışım.'' Notun elimde olduğunu unutarak yumruğumu sıktım, kâğıttan gelen buruşma sesiyle notu koltuğa bıraktım ve ellerimi bacaklarıma sürtmeye başladım. ''Öyleyse annemle konuşmalıydınız ya da ne bileyim...'' Başka kimsem yoktu. Ya da babama söyleseydiniz mi deseydim? Bizim bulamadığımız adamı bulabilir miydi? Ya da bulunmak istemeyen bir adamı.

İç sesim Bulabilecek birini tanıyorum. Dedi ve alayla güldü.

Aman ne komik!

''Mabel...'' elini elimin üzerine koydu ve buruşmuş notu görmezden gelerek bana biraz daha yaklaştı. ''Annen de baban da senin yanında değil bunu biliyordum. Benim çocuğum hiç olmadı, eşim öldükten sonra da hiç evlenmedim ama sen benim ellerimde büyüdün sen benim çocuğum gibi oldun. Senin için elimden gelen her yolu denedim. Sana söyleyemeyeceğim o kadar şey var ki.... Seninle aynı düzeyde aynı şeyleri yaşayan birinin sonuna şahit oldum. Hem de çok yakından. Çok yakından olması beni de çok yakından etkiledi. Sen ve diğer kişiliğin ikinizi de çocukluktan beri tanıyorum.'' Kaşlarım belli belirsiz çatılırken elimi sıktı ve gülümsedi. ''Evet Vahayı da ilk doğduğundan beri tanıyorum. Sen bana basit bir hasta olarak gelmedin Mabel. Sen ilk bana gelmedin, terapiste gittin.'' Kaşlarım bu kez net şekilde fazlasıyla çatılırken daha önce terapiste hiç gitmediğimi düşündüm ve olabilecek ihtimal aklımda belirince sertçe yutkundum. ''Giden Vahaydı.'' Kafasını aşağı yukarı salladı ve derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti. ''Terapist senin tuhaf davranışlarından şüphelendiği için beni aradı çünkü gittiğin kişi benim arkadaşımdı. Ben de seni görmek istedim ama bana geldiğinde arkadaşımın bahsettiği gibi bir çocuk değildin. Mabeldin. O zaman anladım ve Vahayı tanımak için seninle seanslar yaptım. Tam 3 yıl bekledim Vahayla tanışmayı. Tam on yaşında ikinci cinayetini sana işlettiğinde ortaya çıktı. Onunla seninle ilgilendiğim gibi ilgilenmemi istiyordu. Şefkat ve ilgi istiyordu ama bunlar onu durdurmazdı Mabel. Vaha tehlikeliydi, bunu o yaşta bile fark edebiliyordum. Kendimi sorguladım ve hocalarıma danıştım ama hayır her şey benim tahmin ettiğim gibi gelişmişti. O bir katildi, seni de hayatını da yok edecekti. Ben de seni korumak için ne gerekiyorsa onu yaptım.'' Ne gerekiyorsa onu yaptım.... Bir insanı korumak için ne kadar ileri gidebilirdiniz?

''O..onu öldürmeye çalıştınız.'' Gözlerimin yavaşça yanmaya başladığını hissettim. Vahanın neden İdil hanımı sevmediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Benim için onu öldürmeye çalışmış onu kızdırmıştı. Onu bana unutturarak tek bırakmıştı. Belki de onu bu yola İdil hanım itmişti? Bu kadar vicdansız olmasının sebebi kimsenin ona vicdanlı davranmamasından kaynaklıydı. ''Bilmiyordum. Verdiğim ilaçların sadece onu bastıracağını sanmıştım ama meğer her ilaç dozu arttığında onu zayıf düşürüp ölüme yaklaştırıyormuş. Bunu bilmiyordum çünkü bu ilaç henüz yeni üretilmişti.'' İdil hanım bilerek yapmasa da Vaha buna inanmazdı. Onun için İdil hanım bitmişti, onu kendine düşman görmüştü. Şimdi neden ilaçları kullanmamı istemediğini daha iyi anlıyordum. Onu öldürüyordu, onun canını yakıyor onu güçsüzleştiriyordu.

''Peki Rüveyda'nın evine neden gittiniz?'' sadece ziyaret için olmadığı aşikardı sonuçta. Bunu söylerse de inanmazdım. Vahanın farkında olduğuna göre bir planı olmalıydı. '' Ziyarete geldim. Vahanın ona zarar verip vermediğini onun aklını çelip çelmediğini görmek istedim.'' Tek kaşımı kaldırarak kafamı çevirdim. Buna inanmamı beklemiyordu öyle değil mi? Aklını çelip çelmemesi de ne demek oluyordu? ''Bak ben bu işte yalnız değilim Mabel. Uzun süre yalnızdım ama artık seni kurtarmak isteyen sadece ben değilim. Bana güvenmiyor olabilirsin ama emin ol bana bile güvenemiyorsan bir seri katile asla güvenemezsin.'' Ona güvenemediğimin farkına varması güzel bir şeydi. Anlattığı her şey doğru muydu? İçlerinde bir yalan ya da abartma var mıydı? Belki de olayları kendine göre anlatmıştı. Etrafı sarmaya başlayan sessizlik İdil hanımın çalan telefonu ile bölündü. Ekran da hasta ismi yazınca buruşturduğum kâğıdı dikkatle ve sessizce arka cebime sıkıştırıp ayağa kalktım. ''Siz hastalarınızla ilgilenin. Seansı başka zaman yapsak iyi olacak.'' Telefonu açmak için ekrana değen parmağı duraksadı ve ekrana eğmiş kafasını bana kaldırdı. ''Biraz düşünmek istiyorum.'' dedim gülümsemeye çalışarak. Kafasını belli belirsiz salladı. ''Bu süreçte Vahanın aklını karıştırmasına izin verme ama olur mu?'' Kanepenin kenarındaki montumu alıp giyerken ''Olur.'' Diye mırıldandım. İdil hanım benimle ayaklanmış beni yolcu ederken içimde oluşmaya başlayan kötü hissi yok etmeye çalıştım. Görmezden gelmeye çalıştım ama pek başarılı olamamıştım. İçim içimi yemeye başlamıştı bile. ''Dikkatli ol Mabel. Her anlamda.'' Kafamı aşağı yukarı salladım ve onunla görüşüp binadan koşarcasına inmeye başladım. ''Şimdi ne yapacaksın Mabel? Kimin tarafında duracaksın?'' ellerimi sinirle saçlarıma geçirdim. Vahanın tarafından baktığımda onu haklı görüyordum ama İdil hanımın tarafından baktığımda da o haklı oluyordu. Belki de kendi tarafından bakmalısın Mabel.

Peki ya artık ben dediğimde aklıma sadece Mabel değil Vaha da geliyorsa?

Otomatik kapıdan çıkıp yüzüme vuran soğukla önümü ilikledim ve ellerimi cebime koyarak durağa doğru sadece yeri izleyerek yürümeye başladım. Aklımda cevaplanmamış tonla soru vardı daha. Mesela İdil Hanım artık beni kurtarmak konusunda yalnız olmadığını söylemişti ama bunu neden söylemişti? Mesela Vaha ona ismini benim verdiğimi söylemişti öyleyse gerçekte adı neydi? Ya da İdil hanımın önceki hastasına ne olmuştu? Benim gibi birini daha gördüğünü söylemişti.

Başıma giren ağrıyla ellerimi cebimden çıkarıp şakaklarımı ovaladım. Bunun bir tedavisi var mıydı? Varsa bu tedavide Vahayı öldürmek miydi? Onu nasıl öldürebilirdik ki? O Benden bile güçlüydü. O kadar adamı öldüren bir kadın nasıl güçsüz olabilirdi?

Zayıf olan Vaha değildi bendim. Vahayı vurmak istiyorlarsa önce beni zayıf noktamdan vuracak sonra onu yakalayacaklardı. ''Umarım bir gün bu gerçekleşmek zorunda kalmaz.'' Derin bir nefes verdim. Çiçeklerim olmayınca bende kendi kendime konuşuyordum işte. Düşününce Vahanın benimle ilk konuştuğu an çiçeklerimle konuştuğum an mıydı?

Güldüm, gerçekten ne kadar korkmuştum. Hala daha korkuyordum gerçi ama ilk sefere göre sanırım artık alışmıştım. Bir insan buna nasıl alışabilirdi ki? Gözümü daldığı yerden ayırıp karşıma doğru kaldırdığımda otobüsün geldiğini fark ettim ve hışımla kalkıp cebimden kartımı çıkardım. Hava soğuktu, beklerken yeterince üşümüştüm. Kartı basıp tekrar cebime koyarken boş yere oturup diğer cebimdeki telefonu çıkardım. Bu geceyi tek geçirmek istemiyordum, dertleşmem lazımdı. Bu çıkmazdan birinin yardımıyla çıkıp kafamı dağıtmam lazımdı. Telefonumda Rüveyda'yı tuşlayıp aramaya bastım. İki üç çalışta açsa da kapatmaya yöneleceğim sırada açmıştı. ''Efendim.''

''Rüveyda, ne yapıyorsunuz? Neredesiniz?'' Rüveyda'nın telefonundan çifte kumruların sesi gelince gülümsedim. Oldukça özleşmiş olmalılardı, ki hak veriyordum çünkü çok sık buluşan bir çift değillerdi. Bu onlara nasıl yetiyordu bende bilmiyordum. ''Sinemaya girmiştik aradayız şimdi. Evden uzağız biraz bir de yemek falan yiyeceğiz filmden sonra. Sen ne yaptın?'' Setenay yanında olduğu için açık açık konuşamıyor olmalıydı. Anlaşılan akşama kadar yine yalnız takılacaktım. '' Akşam bize gelebilir misin? Yüz yüze konuşsak daha iyi olur.'' Rüveyda konuşmaya başladığı sırada lafı yarı da kesildi ve arkadan Setenay'ın bağırışı duyuldu. ''MABEL GELSENE SENDE.''

''Yok ya eve geçiyorum ben, yorgunum biraz.'' Saat zaten akşama doğru yaklaşıyordu. Şimdi bu halde orda eğlenebileceğimi sanmıyordum. Üstelik Rüveyda beni sürekli sıkıştıracak Setenay'ın da şüphelenmesine sebep olacaktı. ''Tamam o zaman akşam sendeyim. Neler oldu eksiksiz anlatacaksın bana.'' Gülümseyerek ''Tamam görüşürüz.'' Diye mırıldandım. Vedalaştıktan sonra telefonu kapattım ve kafamı cama yaslayarak boş boş dışarıyı izledim. Belki eve gidip hiç hatırlamadığım derslerimle ilgilenebilirdim ya da devam edemediğim okulumla. Devamsızlıktan bu yıl kalmazsam hayattaki tüm şansımı bunda kullanmış sayılırdım. Sanırım en büyük şanssızlığımı da Vaha da kullanmıştım.

'Kalbimi kırıyorsun.' Aklımda beliren sesle belli belirsiz gülümsedim. ''En azından senin gibi kalıcı bir hasar bırakmıyorum.'' Yanımdaki kadın bana dönüp bakınca oturuşumu düzeltip ''pardon. Size demedim.'' Diye mırıldandım. Yine rezil olmuştum. Neden hep böyle oluyordu? Acaba artık 'Ben deliyim takmayın. Doktorum kendi halime bırakmanız gerektiğini düşünüyor.' Desem daha mı iyi olurdu? 'Doktorun önce kendi haline baksın.'

Derin bir nefes alıp söylediğini yanımdaki kadın yüzünden cevapsız bıraktım. Olur olmadık yerlerde mi çıkmak zorundaydı gerçekten?

'Özür dilerim, bir dahakine randevu alır öyle gelirim.'

Ha ha! Çok komiksin gerçekten! Bak ne diyeceğim, hiç gelmesen nasıl olur?

Aklımda başka bir ses yankılanmayınca zaferle gülümsedim. ''Böyle kaçarsın işte.'' Yanımda oturan kadın tekrar bana dönünce mahcubiyetle kalkıp dur düğmesine bastım. Neyse ki eve gelmiştim yoksa kadın ya ona sövdüğümü düşünecekti ya da deli olduğumu anlayacaktı. Ben değilim ama Vaha öyle olabilir desem de anlamayacağı için deli olan benmişim gibi görünecekti. Saçımı kaşıyarak açılan orta kapıdan indim ve eve doğru yürümeye başladım. Kış olduğu için hava erken kararıyordu. Şimdiden kararmaya başlamıştı bile, gökyüzündeki mavi siyaha kavuşmaya başlamıştı. Her geçen saniye sanki bir palette yan yana duran mavi ve siyah bir fırça tarafından yavaşça karıştırılıyordu. Telefonumun olduğu cebimden anahtarı çıkarıp bahçe kapısından girdim, evin yakınından köpek sesleri geliyordu. Bunun korkusuyla eve hızlıca girip kapıyı kapattım. Köpeklerden oldum olası korkmuştum.

Girişteki abajuru yakıp montumu askılığa astım ve cebimden telefonumu çıkarıp salona ilerledim. Karnım acıkmıştı ama canım hiçbir şey istemiyordu. Tüm keyfim yine kaçmıştı, salondaki kanepeye oturup cebime buruşturarak sıkıştırdığım notu çıkardım. Tüm bu yazılanlar arasında kafamı karıştıran şey sadece şu cümlesiydi. 'Sadece senden şu an kaçan kişinin Mabel olmadığını haber vermek istedim. Çünkü o daha senin gerçek yüzünü henüz görmedi, gördükten sonra senden kaçanın ben olmadığımı ben söylemeden anlayacaksın.'

Gerçek yüzünü görmediğimi söylemişti. Söylediği şey İdil hanımın onu öldürmeye kalkması mıydı? İdil hanımı dinlemiştim, şimdi de belki dinleme sırası Vahaya geçmeliydi. Onu görmek istiyordum. Notu elimden bırakmayarak kalktım ve girişe doğru ilerledim. Girişteki aynanın karşısına geçip ellerimi iki yanına koyarak derin bir nefes aldım. Bugün polis gibi sürekli bir sorgulama girişiminde bulunuyordum. ''Vaha...'' gözlerimin içine iyice baktım, derinine dikkatle baktım. Çünkü Vaha orada beni bekleyen bir gölgeydi. Bunu ilk tanışmamızda söylemişti. Gözlerimdeki kararan o bakış Vahaydı, aynı şu an da kahverenginin palette siyahla karışıp siyaha dönüştüğü gibi gözlerim kararmıştı. 'Ne o randevu mu vereceksin?'

Kaşlarım belli belirsiz çatıldı. ''Sen bana trip mi atıyorsun?'' Gerçekten buna alınmış olamazdı öyle değil mi? Böyle bir şey yapmazdı.

'Niye atacakmışım?' ellerimi yüzüme geçirip kafamı sağa sola salladım. Gerçekten uğraştığım şeylerin hiçbiri normal değildi. Diğer kişiliğim bile normal değildi! ''Seninle konuşmak istiyorum ve konuşacağım şeyler ciddi.'' Elimi yüzümden çekip tekrar kenarlara dayadım ve gözümü aynadaki yüzüme çevirdim. 'Dinliyorum.'

''Güzel.'' Elimde buruşan kâğıdı aynanın önüne bıraktım ve elimi rahatça geri koydum. Sabahtan beri elimde buruşup durmuş elimi rahatsız etmişti. ''İdil hanımdan nefret etme sebebin bana kullandırdığı ilaçlar öyle değil mi? O yüzden onu kendine düşman olarak görüyorsun.'' Evde benim sesim hariç tek bir rüzgâr sesi bile yoktu. Yukarısı hariç hiçbir yerin pencereleri açık değildi ve odaların da kapısı kapalı olduğu için evde çıkan tek ses benimkiydi. 'Doktorunla konuşmuşsun.' Sesindeki ton değişmişti. İdil hanım hakkında ne zaman konuşsa böyle bir değişim oluyordu. ''Evet. Bana anlattı olan biteni.'' En azından bir kısmını... 'Olan biteni anlattı, öyle mi? Sen de hala doktorun olduğunu kabul edebiliyorsun. Çı çı çı. Düşündüğüm gibi sana işine geleni anlatmış.' Bu da ne demekti? Benim düşündüğüm gibi İdil hanımın kendi bakış açısıyla anlattığını mı ima ediyordu? Yoksa olayları çarpıtarak anlattığını mı ima ediyordu? ''Bunun ne demek olduğunu açıklayacak mısın?'' Bu beden bana aitti ama sanki Vahaya ait gibi hissetmeye başlamıştım. Sanki bu bedene hapsolmuş kişi bendim. Bu hayatta her şey de ona aitti. Benden daha fazla şey biliyordu, İdil hanımı benden daha iyi tanıyordu. Bu beni artık rahatsız etmeye başlamıştı ama yine de onun anlattıklarına daha çok güveniyordum. 'O içtiğin ilaçlar Mabel... Beni öldürdüğü kadar seni de öldürüyordu.'

Kaşlarım çatılırken komodini geniş tutan parmaklarım sıkılaştı. ''Ne demek seni de öldürüyordu?''

'Aynı bedeni paylaşıyoruz Mabel. Eğer o bana zarar veriyorsa sana da verir. İdil hanım kendi geçmişinden senin kadar korkuyor. Seni kurtaracağını sanarken senin ölme riskini göz ardı etti, aynı kocası gibi. Çünkü sizi iyileştirdiğini sanıyordu.' Aynı kocası gibi mi demişti o? İdil hanımın kocasının benle tanışmadan bir süre önce vefat ettiğini biliyordum ama sebebini hiç sormamış hiç düşünmemiştim. Sadece İdil hanımın bunu çok üzdüğünü konusu açıldığında anlayabiliyordum. ''Kocası hakkında ne biliyorsun? İdil hanım hakkında ne biliyorsun?'' Aklımda bir gülüş yankılandı. Yine korkutucu gülüşü bedenimi titretmişti. 'Ona o kadar güvendin ki hiç araştırmadın geçmişini Mabel. İdil hanımın kocası da çoklu kişilik bozukluğu yaşıyordu. İdil hanım onu iyileştiremedi, o iyileşiyor sanarken kocası bir süre sonra intihar etti ve İdil hanım işine gelecek zarardan dolayı bunu gizledi. Eğer akıllı olup odasında tek kaldığın anlarda o sürekli gizli tuttuğu defterine yazdıklarını okusaydın o kadının da normal olmadığını anlardın.' Bir adım geriye gittim ve ellerimi kenardan çektim. İdil hanımın kocası... benim gibi miydi? Bu yüzden mi ölmüştü? İdil hanım bu yüzden mi her yolu deniyordu? Benim öleceğimden korktuğu için mi bu kadar gözü dönmüştü. Vahayı öldürmek istemesi, bunca yıl onu bastırması bu yüzden miydi?

''P..peki başka ne biliyorsun onun hakkında?'' Konuşmakta bile zorlanıyordum. Böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim. İdil hanım kocasına olan şeyden dolayı benden korkuyor olmalıydı. Hatta Vahadan. Bunu nasıl atlatıp hayatına devam edebilmişti ki? 'Sana ne anlattı?'

''Senin on yaşımda ortaya çıktığını ve gözlerinden bir katil olacağını anladığından bahsetti. Sen şefkatte görsen değişmezmişsin.'' İdil hanımın söylediği her şeye inanmamıştım, aynı Vahanın söylediği ve söyleyeceği her şeye inanmayacağım gibi. Söylediklerini araştıracak ve gerçek olup olmadığına bakacaktım. 'Doğru söylemiş, ama eksik söylemiş. Evet on yaşında çıktım ve evet şefkat de görseydim yine kadınların hayatını kurtarma yoluna adardım kendimi ama bu kadar bencil olmazdım.' Kurduğu cümle yüzünden ne diyeceğimi bilememiş şekilde aynaya bakarken yukarıdan gelen takırtı sıçramama sebep oldu. Cam açık olduğu için bir şey mi devrilmişti? Kaşlarım belli belirsiz çatılırken ''Vaha?'' diye seslendim. 'Buradayım.' Nedense onun benimle olduğunu bilmek yalnız değilmişim gibi hissettiriyordu. Ya eve biri girdiyse? Korkarak yavaş adımlarla merdivene yönelirken elimi ağzıma götürdüm ve tırnak etlerimi yemeye başladım. ''Ya... ya hırsız falan girdiyse?'' dedim korkarak merdivenlerden çıkmaya başlarken. Korkmaya başlamıştım, üçüncü adımı atacağım sırada çok az bir sesle kapının aralanma sesi duyuldu. Korkuyla koşarak merdivenlerden inip mutfağa koşmaya başladım.

Evde biri vardı! Eve hırsız girmişti, başka açıklaması olamazdı. ''V..Vaha?'' dedim bir kez daha. Kapıyı kapatıp kilitlemiş kapıya yaslanmıştım. İçim korkudan kıpır kıpır olurken gözlerimin yanmaya başladığını hissettim. ''Evde biri var Vaha ne yapacağım?'' merdivenden adım sesleri gelmeye başladığında gözlerimden sıcak yaşlar akmaya başladı. Biri sessizce yürümeye çalışıyordu ama adım seslerini duyabiliyordum. Ağlamam hıçkırığa karışınca ağzımı kapattım. 'Polisi aramalısın, Hemen!'

''Telefonum içeri de kaldı. B..ben çok korkuyorum.'' Fısıldayarak konuşuyordum. Acaba hiç ses çıkarmasam gider miydi? Yoksa elime bir bıçak alıp kapıda mı beklemeliydim? Korku filmi izlemediğim halde kendimi korku filminde gibi hissediyordum. Ya beni öldürürse?

Ben... Ben ölümden çok korkarım. 'Saçmalama. Ölmeyeceksin.' Gözüm tezgâhın üzerinde ki bıçak takımına dönerken dudağımı ısırdım. ''Kaç insan öldürüyor bu hırsızlar sırf yakalanmamak için biliyor musun sen? Vaha... Çok korkuyorum Ben... ben ölmekten çok korkuyorum.'' Belki de camı açıp 'yardım edin!' diye bağırmalıydım. Ya da gerçekten elime bıçağı alıp tehdit etmeliydim. 'Eline bıçak al.' Dediğini yapıp bıçağı almak istesem de ayaklarım ileri doğru gitmiyordu. Gözümü sımsıkı yumdum, korkuyordum. Yapamazdım, aklıma hep yedi yaşımdaki adamı bıçaklayış anım geliyordu. Kafamı sağa sola salladım. ''y..yapamam. Sen... sen bir şey yapamaz mısın? her zaman bedenime giriyorsun, şimdi de giremez misin?'' Korkuyordum, çok korkuyordum. Adım sesleri kesilmişti ama en son ki adım sesi çok yakından gelmişti. Şu an Vahadan başka bana yardım edecek kimse yoktu, köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyecektik.

'Ben cinayet işlemek için ortaya çıkarım. Şu an istismara ya da cinayete meyilli bir durum göremiyorum. Ha sen adamı öldürmemi istiyorsan başka tabi.' Cinayete meyilli bir durum göremiyorum diyen gerçekten Vaha mıydı? Yoksa yeni bir kişiliğim mi ortaya çıkıyordu? ''Sen ciddi misin yoksa şakanın hiç sırası değil de yani. Hayır ne yapayım üstümü başımı mı çıkarayım senin ortaya çıkman için. Adam beni öldürebilir diyorum ne demek cinayete meyilli bir durum göremiyorum, ben kendimi güvende hissetmiyorum bu yeterince iyi bir sebep değil mi?'' Şu an gerçekten diğer kişiliğimle kavga ettiğime inanamıyorum. Gözlerimi tekrar tezgâhın üzerindeki bıçağa diktiğimde bedenimin yavaş yavaş sıcakladığını hissettim. Bende o cesaret, o güven ve korkusuzluk yoktu ama onda vardı. Hayatta kalmak istiyorsam bu kez bedenimi bilerek ona vermem gerekliydi ve ben ölmek istemiyordum. Bedenim git gide yanıyordu, içeriden bir adım sesi daha geldi. Gözlerim bu kez kendiliğinden isteğim üzerine kapandı, tüm bedenimi karanlık beni sarmadan ben karanlığa bıraktım.

V A H A

20.48

Elimi kapının kulpundan çektim. Neyse ki bu kez yerde açmamıştım gözlerimi, bu uyanışımda bedenimdeki güç daha fazlaydı. Mabel kendi isteğiyle bana bıraktığı için miydi? Yoksa gücümü geri kazandığım için miydi? Elimi boynuma götürüp boynumu kütlettim ve kilitlenen mutfak kapısını açtım. Kendi bıçağım hariç hiçbir bıçakla cinayet işleme taraftarı değildim. Eğer olası durumda öldürmem gerekirse bu başka bıçakla olmamalıydı, o yüzden bıçaklardan hiçbirini almayıp kilidini açtığım kapıdan çıktım. Boğazımı oldukça sesli şekilde temizleyerek içeri doğru yönelmeden merdivenlere ilerledim. Bu saatte ışıklar açık olmasına rağmen, evde birinin olduğu anlaşılmasına rağmen bir hırsız kaçmıyorsa ya öldürebilecek kadar gözü dönmüştür ya da bunu akıl edemeyecek kadar salak ve acemidir. İkisi için de beni korkutacak bir durum yoktu, olamazdı. Etrafıma dikkatlice bakınarak Mabel'in odasına çıktım ve kapıyı kapatıp her ihtimale karşı kilitleyerek yatağına çıktım. ''Yedi yaşından sonra senin için bir daha cinayet işleyeceğimi hiç düşünmemiştim.'' Diye mırıldandım Mabel'e.

Mabel'den bir yanıt gelmeyince tilkiden bıçağımı çıkarıp yataktan indim. Muhtemelen şu an derin bir uykudaydı. Kapının önüne geldiğimde kilidi açtım ve ağır adımlarla aşağı doğru inmeye başladım. Dikkatli adımlarla sessizce aşağı indim, şu anlık kimse etrafta görünmüyordu. Işıklar sönmüştü, etraf karanlık ve sessizdi. ''Işığı söndürerek görünmez olamazsın.'' Bahçenin pimapen kapısı aralıktı ama tamamen açık değildi, soğuk hava içeri giriyordu. Arkamda biri olduğu sezisiyle döndüğüm sırada kafama yediğim darbeyle sendeledim, yere düşeceğim sırada kenardaki duvardan destek alıp darbenin geldiğin yöne bir tekme savurdum. Bir inleme sesi geldi, kendimi toparlayarak ayağa kalkıp dirseğimde yüzüne vurdum. Karanlıkta olsa az çok etrafı görebiliyordum. Dirseğimle yüzüne vurur vurmaz kenarı dan ışığı açtım ve belimdeki bıçağı çıkardım. Nefes nefese kalmıştım, yerde yatarak burnunu tutan adamın yüzünde maske vardı. Maskeyi yukarı kısmından tutarak çektim, tam tahmin ettiğim gibi karşımda acemi bir hırsız duruyordu. Yaşı fazla değildi, en fazla yirmi beş civarıydı. ''Abla... özür dilerim abla... Valla hiçbir şey almayacağım lütfen polisi arama.'' Yere kanlar damlamaya başlayınca burnundan geldiğini fark ettim. Elimdeki bıçak onun tersi tarafında kalıyordu, henüz bıçağı görmemişti. Onu denemek için elimi ona uzattım ve sakince bekledim. Eğer düşündüğüm şeyi yapmayacaksa onu serbest bırakacaktım, eğer düşündüğüm gibi amacı farklıysa bu odayı onun kanına bulayacaktım. Uzattığım ele baktı, baktı. Elini uzatır gibi yaptığı sırada elinde gördüğüm çakıyla elimi anında çektim ve diğer elimdeki bıçağı karın kısmına sapladım.

Haklıymışsın Mabel, kendini güvende hissetmemek konusunda haklıymışsın. Eğer burada benim yerime sen olsaydın şimdiye o çok korktuğun ölümün kollarındaydın şimdi.

Sapladığım bıçağı çıkardım ve öbür tarafından bir daha soktum. ''Eğer o çakıyı bana saplasaydın, bir kadın cinayeti daha gerçekleşecekti bu ülkede. Hem de para için.'' Kadına eş değer olmayacak şeyleri eş değer tutulduğunu gördükçe kan beynime sıçrıyor beni daha da öfkelendiriyordu. Genç adamın gözleri yavaş yavaş kapanırken tüm halı ve zemin kana bulanmaya başladı. Üzerime de bıçaktan sıçrayan kanlar bulaşmıştı, Vaha isminin üzerinden taze kan akıyordu kurbanın üstüne doğru. ''39.'' Dedim kurbanımın üzerine bakarak. ''benim uğurlu sayımdı. Uğurlu cinayetimde sen mi oluyorsun bu durumda?'' alamadığım cevap karşısında kendi kendime güldüm. Şimdi bu cesedi temizlemesi vardı, sıkıntıyla nefes verip saçlarımı kaşıdım. Tüm ışıkları yakarak cesedi tek tek inceledim, üzerinde herhangi bir saç telim yoktu. Parmak izimin olabileceği her yeri temizleyip eldiven takarak cesedi kapının kenarına kadar halıyla beraber sürükledim. Kenarda duran telefon gözüme çarptığında cesedi ortadan kaldırabilmem için tek yapabileceğim şeyi yaparak bir taksi çağırdım.

Oldukça yorulmuştum, duvardaki saat 22.03 ü gösteriyordu. Derin bir nefes alıp alnımdaki teri sildiğim sırada çalan zil ile duraksadım. Bu saatte Mabel'in evine kim gelebilirdi ki? Hiçbir ses gelmeden eve hırsız girdiğini de kimse bilemezdi, bilmemeliydi. Elime taktığım eldiveni çıkarıp kapının önüne ilerledim. Eğer gelen polis ise ne açıklama yapabilirdim şu an aklıma gelmiyordu ama kendimi yaralayarak bunu nefsi müdafaa olarak gösterebilirdim. Kurumuş dudaklarımı yalayarak kapı deliğine uzandım. Gördüğüm kızıl saçlar ve sıkılmış yüz ifadesine karşın gülümseyerek kapıyı açtım. ''Seni gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim dedektif kız.'' Rüveyda çatılmış kaşlarıyla bana bakarken bir adım geriledi ve yutkundu. ''S..sen.'' derin bir nefes daha verip kapıya yaslandım. ''İçeri gireceksen öncelikle seni uyarmam gerek, pek hoş bir görünüme sahip değil şu an.'' Kaşları daha çok çatılırken gözleri yüzümden boynuma indi. ''Sakın bana evin içinde birini öldürdüğünü söyleme.'' Sessiz şekilde onu izlemeye devam ederken ellerini ağzına götürdü. Çatılmış kaşları şimdi şaşkınlıkla havaya kalkmış neye uğradığını şaşırmış gibiydi. Ellerini hışımla ağzından çekip bana yaşlandı ve sessizce ''Sen aklını kaçırmışsın.'' Diye mırıldandı. ''nasıl çıkartacaksın adamı evden nereye götüreceksin?'' hala sessizce ona bakmaya devam etmemden bir cevap alamayacağını anlamış olmalı ki beni ittirerek bir hışımla içeri girdi. Kapıyı kapatarak kurumuş dudaklarımı tekrar yaladım ve kollarımı birbirine dolayarak arkasında durdum. Aynadan yansımasını görebiliyordum, gözleri şaşkınlıktan irileşmiş ağzını elleriyle kapatmıştı. Sanırım ağzını kapatmamış olsa tüm mahalleyi bir çığlık ile mum gibi ayağa dikerdi. ''Sakın bağırma, sakin ol. Ben halledeceğim.'' Hala elleri ağzındaydı, yavaş yavaş arkasına yani bana döndü. Kirpiklerini hızlı hızlı kırpmaya başlamıştı. Elimi uzatıp ağzını kapatan ellerini indirdim ve omuzlarına uzattım. ''Bak, eğer ben onu öldürmeseydim o Mabel'i öldürecekti tamam mı? Bu kez onu kurtarmak için yaptım. Arkadaşını hala korumak istiyorsan bana yardım etmen çok işe yarar.'' Yavaş yavaş kendine gelirken gözleri hafif yana kaydı ve kafasını belli belirsiz salladı. ''Ona... dokunamam ama.'' Kastettiği arkasında yatan cesetti. Elini çenesine koyup ufacık olan görüş açısını bile kestim. Onun görmesi gerekli değildi, sadece bana yardım etmesi gerekliydi. ''Sorun değil onu halıya saracağım öyle çıkaracağım evden. Daha sonra boş bir arazide halıdan çıkarıp halıyı da yok edeceğim tamam mı?'' Hala şaşkınlığını tam olarak atlatamamıştı, gözlerinden yaşlar akmaya başlayınca elimi enseme attım ve sıkıntıyla ensemi yolmaya başladım. Bu tam olarak nefret ettiğim bir şeydi ama başka çarem de yoktu. ''ne yapacağım peki?'' dedi zar zor konuştuğu haliyle. Elimi ensemden çekip çenemi sıvazladım. ''Önümden giderek telefondan bana kamera olan yerleri söyleyeceksin ardından boş araziye geldiğimizde uzaktan gözlemcilik yapacaksın, eğer olası bir durumda polis ya da başka biri görürse seni riske atmak istemiyorum.'' Gözlerini yerden yüzüme çıkardığında kendini toparlamaya başladığını fark ettim. Rüveyda göründüğünden daha güçlü ve akıllı bir kızdı. Bunun etkisinden çıkmasının uzun sürmeyeceğinin farkındaydım çünkü bunu kaldırabilirdi. Peşimde olduğu süre boyunca birçok cinayet görmüştü ip ucu bulabilmek için. Sadece canlı görmek onu etki altına almış olmalıydı. ''Sen şimdi dışarıda bekle ben de burayı halledip geleceğim olur mu?'' Rüveyda gözlerini silip kafasını aşağı yukarı salladı ve kapıyı açıp aralık bırakarak dışarıya geçti. Açtığı kapıdan efsanevi bir soğuk vurmaya başlamıştı. Kenarıya bıraktığım eldivenleri elime geçirip cesedi halının ortasına sürükledim ve halıya zor da olsa sarmaya başladım, hiçbir yerimi temas ettirmemeye özen gösteriyordum. Cesedi tamamen sarabildiğimde kapının dışına kadar sürükledim. Rüveyda arkası dönük kafası yere eğik şekilde duruyordu, kapının yanındaki komodinden anahtarı cebime attım ve kapıyı çekerek Rüveyda'ya döndüm. Yüzünü ancak bu tarafa dönebilmişti. ''Taksici geldi, ben önce taksiyi halledeceğim ve hemen geri döneceğim. O zamana kadar burada bekle.'' Kaşları çatılmış şekilde sokağa bakıp tekrar bana döndü. ''Taksi mi?'' taksi burada değildi. Onu dolmuşla gidebileceğim bir mesafeye çağırmıştım. Çünkü cesedi bulduklarında arabası da aranıyor olacaktı. Eldivenlerimi cebime koydum ve Rüveyda'ya baktım. Bana anlamamış gözlerle bakıyordu. ''Taksiciyi halledip taksiyi çalacağım aksi taktirde bunu taşımamıza imkân yok. Sen sadece taşımama yardım edeceksin sonra da gözcülük yapacaksın.'' Rüveyda sessiz kaldığına göre bu istemesem de kabul etmek zorundayım demekti. ''Ben gelene kadar burada bekle, içeriye koku sinmesin diye dışarı çıkarmak zorunda kaldım. Bir şey olursa hemen beni ara ama hiçbir şey olmayacak bahçe kapısını kilitleyeceğim yanında duran altı üstü bir halı kimse şüphelenmez. Yan daireden falan biri seslenirse Mabel'i bekliyorum halıyı yıkamaya vermişti falan dersin.'' Sanırım ilk defa Mabel'in kimseyle muhatap olmamasına seviniyordum. Kimseyle muhatap olmadığı için kimse de onunla muhatap olmuyordu. Bu da sanırım en çok benim işime yarıyordu. Cebimden anahtarı çıkarıp Rüveyda'dan cevap beklemeden bahçe kapısını çektim ve kilitledim. Kimse ne olursa olsun bahçe kapısından girmemeliydi ben gelene kadar. Rüveyda'dan hala bir ses gelmemişti, sanırım gözü halıya değiyor ne diyeceğini bilmeden öylece bakınıyordu. Onun gibi bir kızdan ben gelene kadar cesetle konuşmasını bile beklerdim. Caddeye koşar adımlarla çıktığımda bu saate işlek olan sokaktan şansıma hızlı dolmuş geçmesini diledim. Dolmuş gelene kadar taksiyi çağırdığım yere kadar yürüdüm, beş dakikanın ardından dolmuş sonunda gelmişti. Elimi canımla cebelleşir şekilde savurarak dolmuşu durdurdum. ''Üstü kalsın.'' Cebimden çıkardığım kağıt parayı ne kadar olduğuna bakmadan uzattım ve arkaya geçtim. Buraya beş dakikalık bir mesafesi vardı. Bacağımla ritim tutarak beş dakikayı saniye saniye saydım. Aklım Rüveyda'da kalmıştı. Bu hayatta kendimden başka kimseye güvenemeyen biri olarak birine güvenmek zorunda kalmıştım. Hem de düşmanımın tarafında olan birine.

Beş dakikanın ardından ''Müsait bir yerde.'' Diyerek dolmuş durmadan atlarcasına indim. Zamanla yarışıyordum, bu kadar riskli bir cinayete hiçbir zaman girmemiştim. Şimdi ise kendi yaptığımın mükafatını alıyordum. Koşar adımlarla geldiğim sokakta taksiciyi dışarıda taksisine yaslanmış sigara içerken görünce rahatladım ve eldivenlerimi çıkarıp ellerime geçirdim. Bu sokakta kameraların olmadığını çok iyi biliyordum çünkü bu sokakta Atlas oturuyordu buraya daha önce geldiğimde gözümle etrafı güzelce süzmüştüm. ''Merhaba.'' Dedim güler yüzle yaklaştığım taksiciye. Arkasından yaklaşmıştım, yaslandığı yerden doğrulup bana döndüğü sırada cebimden bayıltıcı tozu avuçladım ve burnuna doğru avucumla baskıladım. Saniyeler içinde taksici ayaklarımın dibine bayılmıştı. Etrafı kolaçan ederek taksiye bindim ve olmayan ehliyetime güvenerek Mabel'in evinin olduğu sokağa doğru orta hızda sürdüm. Gidip gelmem, Rüveyda'yı cesetle baş başa bırakmam 16 dakika sürmüştü. Dört dakika içinde Mabel'in evinin önünde durduğumda taksiden etrafı kolaçan ederek inip arka kapıyı açtım ve cebimden anahtarı çıkarıp bahçe kapısının kilidini açtım. ''Sonunda geldin.'' dedi Rüveyda fısıltıyla. Onu duymazdan gelerek başımla halının diğer ucunu işaret ettim. Halının bir kısmı kanla kaplanmıştı bile. Rüveyda diğer ucundan halıyı tuttuğunda bende ayak ucundan tuttum. ''Bir... İki... üç.'' Halıyı aynanda kaldırdığımızda gerçekten ağır olduğunu fark ettim, sanırım Mabel'in fiziği bu hayatın bana verdiği bir ödüldü. Çünkü Rüveyda ile taşımamızın başka yolu kesinlikle yoktu. Bu halıyı ve adamı üç kişi anca kaldırır gibi duruyordu. Halıyı taksinin arka koltuğuna zorda olsa yerleştirebilmiştik. Rüveyda ellerini dizlerine yaslayarak derin bir nefes verirken kafasını kaldırıp bana baktı. ''Ben nasıl gelicem peşinden?'' taksiyi ona işaret ettim. ''Seni geride indiricem.'' Kafasını sallayarak öne bindi. Bende arka kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçtim ve arabayı çalıştırdım. Arabada ses soluk yoktu, sadece arabanın içine sıcak yayan klima ve dışarıdan gelen diğer arabaların sesi vardı. Tahmini on beş, yirmi dakikalık yolun ardından taksiyi kenara yaklaştırdım. Burada kameralar yoktu, bu araziye daha önce gelmiştim. Cinayet işleyebileceğim alanları boş vakitlerimde zihnime kazıyordum. Yılların getirdiği tecrübenin yararıydı. Burası da aklıma kazıdığım yakın yerlerden biriydi. Rüveyda sessizce indiğinde onu aramaya alıp sesi hoparlöre aldım ve telefonu cebime koydum. ''Etrafta kimse görünmüyor, çok karanlık.'' Dedi titreyen sesiyle. Muhtemelen şimdiden içine işleyen bir soğuğa maruz kalmıştı. ''İleride büyük bir tepe var, tepenin gerisinde kal.'' Taksiyi tepenin kenarına çektim ve taksiden iner inmez arka koltuğun kapısını açıp halının ucundan tutarak yere doğru sürükledim. ''Yardım edeyim mi?''

''Hayır sen geride kal.'' Halıyı sonunda yere düşürdüğümde halı açıldı ve ceset halının dışına doğru yuvarlandı. ''Bir bu eksikti.'' Diye mırıldandım. Taksinin farı kenarı aydınlattığı için kurbanımı tam istediğim vaziyette sembolümle birlikte bırakabilecektim. Cesede yaklaşarak omuzlarından tutup tepenin yanına kadar sürükledim. Cesedi tepeye tam oturur vaziyette yasladım ve belime sardığım bıçağımı çıkarıp bacağıma sürerek temizledim ve tam başının üzerine ters bir V avuç içlerine de sembolümü tamamlayan düz V harflerini bıraktım. ''Miden nasıl kaldırıyor?'' dedi Rüveyda tiksinir vaziyette. ''Alıştıktan sonra bu soru sana absürt geliyor.'' Diyerek yanıtladım kısa ve öz şekilde.

Cesetle işim bittiğinde üzerini ve etrafı kontrol ederek halıyı tekrar sarıp arka koltuğa attım. ''İşim bu kadardı buradan eve gidebilecek misin?'' Sürücü koltuğuna geçip arka cebime koyduğum telefonu çıkardım ve kenara koydum. Arabayı çalıştırıp u dönüşü yaparak Rüveyda'nın yanından geçtim. ''Evet, işi bitirene kadar yine de kapatma. Arkadaşımın yakalanmadığından emin olmak istiyorum.'' Kurduğu cümleye alayla gülerek sahil kenarına doğru sürdüm. Arabayı denize fırlatacak halıdan ve taksiden kurtulacaktım. Arabayı denizde arama ihtimalleri çok düşüktü, arasalar bile aramaya başlayana kadar bu araba denizin derinliklerinde kaybolacaktı. Gaza olduğundan fazla yüklenerek otuz dakikalık süreyi on beş dakika da gelmiştim. Sahilin önüne geldiğimde arabayı ilerler konuma getirip telefonu aldım ve arabadan indim. ''Şu andan itibaren hiçbir iz kalmadı.'' Rüveyda'nın tarafından otobüsün açılan kapılarının sesi yankılandı. ''Rahatlayabilir miyiz artık?'' derin bir nefes verdi.

''Elbette, tabi bunu da hemen İdil hanıma gidip yetiştirmeyeceksen.''

 

Loading...
0%