Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@byzloey

Savaş... İnsanların yaratılışından bu yana barıştan daha fazla olan ve hiç bitmeyen şeydi. Anlaşamayan insanlardan mutlaka biri savaşı başlatır kendi tarafını oluştururdu. Ben de bir savaşın içindeydim, içinde olmak zorunda kalmıştım. Bu savaş bana karşı açılmasına rağmen ben hem taraflardan biri hem de hiç biriydim. Bu savaşı başlatan Vaha mıydı? Yoksa İdil Hanım mıydı?

İdil hanım Vahayı öldürmeye çalışmıştı, belki de savaşı başlatan Vahaydı sebebi de buydu. Vaha da bedende hakimiyet kurmak istiyordu, artık ben ikinci kişi o ise birinci kişi olacaktı. Öyleyse İdil Hanımın da savaş ilanı bu yüzdendi. Peki ilk atağı hangisi yapmıştı?

Bu savaşın hala son bulamamasının sebebi ben miydim? Belki de ben yaşadığım sürece bir son bulmayacaktı. Çünkü ikisinin de elini kolunu bağlayan kişi bendim. Hangi taraf kazanırsa ben ölecektim. İdil hanım kazanırsa bedenim ve ruhumla, Vaha kazanırsa ruhumla ölecektim.

Hayatımızın film şeridi gibi önümüzden geçtiğini düşünürüz ya? Sanırım ben tam zamanında film şeridi olarak izleyecektim. Saniye saniye hissedecek, görecek ama bir şey yapamayacaktım. Vaha beni istemediği zamanlarda da muhtemelen derin bir uykuda olacak ve her şeyi kâbus gibi görmeye devam edecektim. En kötüsü de bu kâbusun bir sonu olmayacaktı.

Kafamda dün geceden beri hatta gözlerimi açtığımdan beri uzaklardan gelen uğultuyla karışık bir ses beynimde yankılanıyordu. 'Hangi tarafta olduğumu nasıl anladın?' bu sesin sahibini çok iyi tanıyordum. İnce sesli bir kızın korku ve şaşkınlıkla harmanlanmış tonda söylediği sözlerdi.

''Hangi taraftasın Rüveyda?'' gözlerim yarım açık güneş vuran tavana ölü gibi bakarken kendimi ve çevremdekileri bir kez daha sorguladım. Gözlerimi açtığımdan beri ceset taşımış gibi yorgun hissediyordum. Kılımı kıpırdatacak halim yoktu ve uyumama rağmen kendimi uykusuz hissediyordum. Belki de uyumamıştım?

En son hatırladığım Vahadan beni kurtarmasını istediğimdi, çünkü dün gece ölüm korkusuyla yüz yüze gelmiştim. Dün gece alıştığım yalnızlık ilk defa beni korkunun doruklarına çıkarmıştı. Dün gece Mabel olarak bilinen bir genç kızın içinde Vaha denilen seri katil vardı. Dün geceden beri aklımda tek yankılanan Vahaya 'Hangi tarafta olduğumu nasıl anladın?' sorusunu soran Rüveyda'nın sesiydi. ''Beni korktuğum ölüm riskiyle baş başa bırakan doktorumun mu, yoksa beni ruhen parmaklıkları olmayan bir hapse tıkmak isteyen diğer kişiliğimin mi?'' Gözlerim tavandan tahminen bir saattir ayrılmıyordu. Güneş çoktan doğmuştu ama uykusuz hissetmeme bakılırsa eve sabaha karşı gelmiş uykumu gram alamamıştım. Odam da herhangi bir ağır koku olmadığı için Vahanın hassas davranarak etrafı temizlediğini düşündüm.

''Şimdi iyileşmem için kime güvenip çıkmazda kaldığımda yardım isteyeceğim ben?'' Derin bir nefes verdim seslice. Yalnızlık alıştığım ikinci şeydi, birinci sırayı yaşamak hiçbir şeye kaptırmıyordu çünkü, ama bu yalnızlık çok daha kötüydü. Beterin beteri vardır sözünü şu an dibine kadar yaşıyordum. Belki de Vahanın dediği gibi kendime yeni bir doktor bulmalıydım.

Kendi kendime gülmeye başladım. Aklım neden güldüğümü sorguluyordu. İçimden bir ses 'Çünkü ben deliyim.' Derken diğer ses 'Bir seri katilin geçtiği dalgayı ciddiye almaya başlıyorum çünkü.' Diyordu. ''İkinizde haklısınız.'' Dedim kafamı yataktan aşağı doğru eğerken. Şu an yatakta öylece uzanıyor kafamı da odayı ters görecek vaziyette yatağımdan aşağı sarkıtıyordum.

Gözüm etrafın temizliğine takılırken vicdanım sızlamaya başladı. Vaha dün o adamı öldürmüştü. Buna ben teşvik etmiştim. Ölüm korkusu yüzünden birinin ölümüne sebep olmuştum. Vicdanım sızlıyordu, bu ilk değildi ama ilki kadar acı vericiydi.

İlk vicdan azabımı bir adamın hayatını aldığımda hissetmiştim.

Şimdi ise ikinci vicdan azabım yaşamla ölüm arasında verdiğim karar bağlanmış bir adamın canını daha almıştı. Masum bir adam dememiştim çünkü masum değildi, ama suçu ispatlanana kadar suçlu da sayılmazdı. Meçhul olan bir konu da o adamı masum diye belirtemezdim. ''İki taraf, savaşı başlatan ve sonlandıracak olan iki taraf.'' Diye mırıldandım. Aklımdan dünyayı ikiye bölmüştüm. ''Birinci taraf, deli olduğu düşünülen bir doktora ait. İyileşsin de nasıl iyileşirse iyileşsin düşüncesiyle ölme riskini göz ardı eden bir doktora ait.'' Kendi kendime tekrar güldüm. Eğer Vaha ben gerçek değilim deseydi bile 'Yakında olursun.' Derdim şu an. ''İkinci taraf, benim bedenimi hırsız gibi çalarak kullanan, adaleti sağladığını düşünerek deli gibi erkek düşmanı olmuş erkekleri öldüren bir seri katil.'' Tekrar gülmeye başladım ve kafamı kaldırarak yatakta doğruldum. ''Aman biriniz de normal olayım demeyin.'' Elimi yüzüme geçirip kahkaha attım. Kahkahalarımın ardından gözlerimin yanmaya başladığını hissediyordum.

Neydi bu? Olanları kaldıramadığım için geçirdiğim yeni bir kriz çeşidi mi? ''Bulayım, onun da ilkini ben bulayım. Aman eksik kalmayayım başka hastalıktan.'' Yataktan ağır adımlarla kalkıp zır zır çalan ama hiç umursamayarak görmezden geldiğim telefona ilerledim. Ekranda Rüveyda'nın ismini görünce boğazımı temizleyerek telefonu açtım. ''Efendim dedektif kız.'' Vaha taklidi yapmak düşündüğümden zordu. Hep o mu beni taklit edecekti? Bende biraz arkadaşımla dalga geçerek kendime gelmek istiyordum. ''Ya sen artık bir zıbarsan da benim kankam mı biraz çıksa hava falan alsa. Kız hapishanede mi senin içinde mi belli değil ya?'' kıkırdamamak için dudaklarımı dişledim. Bu çemkirmeleri gerçekten Vahaya yapıyorsa Vahanın buna tepkisini inanılmaz merak etmiştim. Sanırım Rüveyda'nın hayattaki tüm şansı kız olarak doğmasına gitmişti. ''Ne için aradın, uykusuzum.'' Sesimi oldukça stabil tutmaya çalışıyordum. Çünkü ufacık bir şeyde Rüveyda'ya yakalanabilir bu oyunu devam ettiremeyebilirdim. ''Konuşmamız lazım, dün soruma cevap vermedin. Zaten tüm gece uyuyamadım kâbus göreceğim korkusuyla. Üstelik tüm tırnak etlerimi yedim stresten, haberleri kontrol etmekten gözlerim yaşardı sabahtan beri annem neye ağladığımı sormaktan başımı şişirdi.'' Hızlı konuştuğu için nefes almasına zaman tanıyarak söylediklerini idrak etmeye çalıştım. O kadar hızlı ve kopuk söylemişti ki bazı söylediklerini birleştirememiş es geçmeye karar vermiştim. ''Yarım saate burada ol.'' Cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıp komodinin üzerine geri bıraktım. ''Sen olmakta pek zor değilmiş ha Vaha? Soğuk ol, emir ver bir de alaycı gülüşle birkaç kelime tamamdır bu iş.'' Aklımdan bir yanıt gelmediğinde derin bir uykuda olduğunu düşünerek gülümsedim. Demek ki bir süre ortaya falan çıkmayacaktı.

Odada göz gezdirip bir dağınıklık ya da cinayetle ilgili bir delil aradım ama yoktu. Gözüm tavan arasına kaydığında ani bir kararla yatağa çıkıp üstündeki aradan oyuncağı çıkardım. İçindeki bıçağı bu kez düşürüp bir yerimi kesmemeye dikkat ettim. Hayatımda o kadar hızlı olaylar oluyordu ki ne kesiğimi hatırlıyordum ne de başka yaramı. Hatta bana arama ve mesaj bırakmış Atlas'a bile dönememiştim henüz. Okula o kadar zamandır gitmiyordum ki devamsızlık işini bir an önce çözmezsem beni hiçbir cinayet hiçbir yara kurtaramazdı bu yıl kalmamam için. Sıkıntıyla tekrar bir nefes verdim. Gözüm baş ucumdaki günlüğüme kaydı. Artık her gün günlük yazamıyordum, artık hafta da bir bile anca yazıyordum. Çiçeklerimin yarısı solmuş olmalıydı, sanırım Vaha ile aynı bedende yaşıyorsak bu bedenin sorumluluklarını o da üstlenmeliydi. Bunu aklıma not olarak kazıyarak günlüğe bakıp kafamı sağa sola salladım. Bir şeyler yazmak içimden gelmiyordu.

Onun yerine odamdan çıkarak çiçeklerimin yanına evi kontrol ede ede indim. Dün geceden sonra korktuğum aşikardı ve bir süre etrafımı kontrol edecektim muhtemelen. Pimapen kapıyı çekip kenardaki suluğumun kapağını açtım. Burası oldukça soğuktu, içeriye ve özellikle arasından çıktığım yorganıma göre eksilerde kalıyordu. Kenarı da ki çeşmeden suluğa su doldurup kapağını kapattım. ''Size yeni arkadaşlar mı getirsem? Gerçi size daha bakamıyorum onlara nasıl bakacağım?'' Ardından güldüm. Hatta öyle bir güldüm ki gözümden yaş damlamıştı. ''Gerçi kendime bakamıyorum size nasıl bakacağım?'' gözümden damlayan yaşı sildim. Çiçeklerime doğru ilerleyeceğim sırada çalan kapı sesiyle duraksayıp yüzümü evin içine doğru çevirdim. Rüveyda'nın beş dakika içinde gelme ihtimali olamazdı. Tabi Vahadan korkup ışınlanmayı bulmadıysa.

Suluğu kenara bırakarak kapıya doğru ilerledim. Polis gelmiş olabilir miydi? Vaha yakalanmış olabilir miydi? İçimi bir korku kaplamaya başladı, adımlarım git gide daha çok yavaşlarken çalan zilin yanında tıklanmaya başlandı. Sertçe yutkunup kapıya yaklaştığımda duyduğum sesle delikten bakmadan rahat bir nefes verdim.

''Mabel! Atlas ben, evde misin?'' kapıyı beklemeden açarak gülümsedim. Bu biraz şaşkın bir gülümsemeydi çünkü Atlası kesinlikle beklemiyordum. ''Hey! İyi misin?'' içeri endişeyle ayağındaki ayakkabılarla girince şaşkınlığım daha da arttı. ''E..Evet.'' gözlerini yumup derin bir nefes verdi. ''Gerçekten buraya taşındığımdan beri olaylar bitmiyor. Önce bir seri katil söylentisi yayıldı. Şimdi de öğrendim ki seni de yaralamış, günlerdir ortalıkta da yoksun mesajlarıma da cevap vermedin. Çok korktum.'' Gerçekten Atlas benim için bu kadar endişelenmiş miydi? Mavi gözlerinde endişe kalbimin atışını arttırırken dudaklarıma bir gülümseme yayıldı. Gerçekten doğru söylüyordu, benim için endişelenmişti. ''Şey bazı kişisel sorunlardan dolayı gelemedim. Kusura bakma endişelendirdiğim için.'' Diye mırıldandım. Kafasını hafif sallayıp gözlerini etrafa kaydırdı, ardından ayaklarına indi ve gözlerini sımsıkı yumdu. Yüzünü ekşitmiş iki adım geriye gitmişti. ''Çok özür dilerim ayakkabıyla girdiğim için.'' Gülerek kafamı sağa sola salladım. ''Sorun değil. Gelsene, bende çiçeklerimi sulayacaktım.'' Gözlerini açıp kafasını salladı ve botlarını çıkarıp içeri girerek kapıyı arkasından kapattı. ''Ailen bir şey demesin?''

''Annemi görürsen, bana da haber ver.'' Dedim alayla. Anlamadığına adım kadar emindim ama bir şey sormayıp sessiz kalması beni gülümsetti. En azından sorarak yarama tuz basmıyordu. Aralık bıraktığım pimapen kapıdan çıkıp kenard işine gfeaki duvara yaslandı. Gözleri bendeydi ama soru sormak ister vaziyette rahatsızca kıpırdanıyordu. ''Bu kadar çiçeğe sen mi bakıyorsun sadece?'' gözlerim tahmin ettiğim gibi yarısı ölmüş çiçeklere döndü. ''Belli olmuyor mu?'' gözleri çiçeklere döndü ve gülümseyerek kafasını salladı. ''Zor olmalı.'' Gülüşü saniyeler içinde solmuş gözleri tekrar sorgular vaziyette bana kitlenmişti. Kalbimin hızlı hızlı çarpmasını görmezden gelmeye çalışarak çiçeklere su dökmeye başladım. ''Ne zor olmalı?'' gözleri üzerimdeyken rahat edemiyordum. O güzel yüzüne bakmak yerine işime devam etmeliydim yoksa ondan deli gibi hoşlandığımı anlardı. ''Yalnız yaşamak.'' Sesi zor çıkmıştı, sanırım kelimeleri doğru seçmeye çalışıyordu. ''Bazen evet bazen hayır.'' Diye mırıldandım. Mesela annem evde olsaydı Vaha ortaya çıktığı anlarda kargaşa çıkardı. Ya da annem beni anında yakalar hastaneye kapatabilirdi. Gerçi bu da onun işine gelirdi, artık para vermesi ve kontrol etmesi gereken bir kızı da olmazdı. Hastaneye parayı gönderir kendi şirket arkadaşlarıyla geçirdiği hayata devam ederdi.

''Çiçekleri çok mu seviyorsun?'' dedi konuyu değişmek ister gibi. Ölmüş çiçeğimin yaprağını okşarken suyu kenara bıraktım. Kalan yarısı zaten ölmüştü, gözlerim hızla dolarken Atlasın görmemesi için yüzümü hafifçe çevirdim. ''Evet.'' Uzun konuşmamaya özen göstererek ağlama hissimi geri göndermeye çalıştım. Artık kaldıramıyordum, artık dayanamıyordum ama patlama noktam şu an olmamalıydı. Atlas'ın yanı hiç olmamalıydı. ''Ölen çiçeklerin için mi ağlıyorsun?'' dedi yumuşak bir tonda. Yaslandığı yerden çekilip bana doğru geldiğini yaklaşan adım seslerinden işittim. Nasıl kendimi bu kadar açık ediyordum? Onun yanında neden kendime zarar vererek ağlamamı engelleyemiyor kendimi saklayamıyordum? Aşk böyle bir şey miydi?

''Evet.'' Yalan söylüyordum. Bu ağlamak için en hafif sebebimdi.

''Annem küçüklüğümden beri çiçeklerle ilgilenir, kendine ait bir çiçekçi dükkanı var. Bu yüzden çiçeklerden ve türlerinden çok iyi anlarım. Şu an ölen çiçeklerin ve hala yaşayan çiçeklerinin hepsini aklıma kazıdım. Eğer ağlamana sebep olan ölen çiçeklerinse sana yenilerini alabilirim.'' Belli belirsiz gülümseyerek yüzümü yere doğru eğdim. O böyle yaptıkça ona daha çok kapılıyordum ve bu beni daha çok üzüyordu. Omuzumda elini hissettiğimde istemsizce irkildim.

''Affedersin, korkutmak istemedim. Bak Mabel, buraya geldiğimden beri karşılıksız ve koşulsuz yanımda olan bir sen bir de Eren var. Eren erkek olarak evet belki en yakın arkadaşım oldu ama kimse senin yerini dolduramaz. Çünkü Beş yaşında benim yanımda senden başka kimse yoktu ve ben bir kız olarak sadece senin için ağladım şimdiye kadar.'' Yüzümü hışımla kaldırdığımda yanağıma dökülen yaşlarımı umursamadan Atlas'a döndüm. Beni hatırlamış mıydı? Atlas beni, Mabel'i hatırlamış mıydı? Ne zaman hatırlamıştı? Nasıl hatırlamıştı?

Kalbimin atışı git gide artarken Atlasın eli yanağıma değdi ve sıcak göz yaşlarımı silmeye başladı. ''Sen benim çocukluk arkadaşımsın, bir daha karşılaşacağımızı asla düşünmezdim ama bu kıvırcık saçlar ve bana olan bu bakışlar başka bir Mabel'e ait olamaz diye düşündüm.'' Hala derin bir uykuda mıydım yoksa bunlar gerçekten oluyor muydu? Bunların olmamasından ziyade daha çok korktuğum bir şey vardı, bu anların Vahaya ait olması.

Uyanıp uyanmadığımı hemen anlamam lazımdı, eğer bu bir rüyaysa beni ölüm bile bu andan ayırmamalıydı. Ölümümü hiç düşünmemiştim, son anlarımı sevdiğim insanla geçirme fikri veya onun için ölme fikri çok cazip geliyordu şu an. Ama ben öyle düşünceli bir geri zekâlıydım ki ölümüme şahit olacaksa yanında ellerinde ölmemeyi dilerdim, onun hayatında böyle bir iz bırakmamak için her şeyi yapardım.

Şu an eğer gerçekse de hayat bana ufacık bir mutluluğu gösterdiği için ömür boyu şikâyet etmeden bu çileyi çekmeye devam ederdim. Çünkü bana bu kadarlık an bile yeterdi.

''H..hatırladın.'' dedim sevinç ve atlatamadığım şaşkınlıkla. Gülümsedi, gözleri öyle güzel mavileri öyle dalgalı bakıyordu ki savruluyordum. Nereye olduğunu bilmeden sonunu düşünmeden mavi gözlerindeki dalgalarla savruluyordum. ''Evet hatırladım. Sende hatırlıyordun ama hiçbir şey söylemedin. Neden?'' şimdi sorgulayıcı bakışlarının ardındaki sorular açığa çıkıyordu. Sertçe yutkundum. Bu yakınlık aklımı bulandırıyordu, ilk defa bu kadar uzun ve yakınımda kalmıştı. Heyecanımı belli etmemeye çalışarak yüzümü hafif eğdim tekrar. Yüzümü görmemesi daha iyiydi çünkü terlemeye başlamıştım ve gerçekten yüz ifademden heyecanımı anında anlardı. ''Şey... ilk karşılaşmamızda falan hatırlamayınca bende bir şey söylemek istemedim. Yani ben seni anında tanımıştım ama....'' Dudaklarımı birbirine bastırıp suçlayıcı olmayan bir cümle sonu aradım ama hem ben bulamamıştım hem de o kendi kendini suçlamıştı bile. ''Ama ben seni tanıyamadım.'' Nefesini muhtemelen fark etmeden yüzüme üfledi ve elini çeneme koyup kafamı kaldırdı. Gözlerimiz şimdi birbiriyle aynı hizadaydı. ''Keşke söyleseydin daha önce.'' Diye mırıldandı.

Yüzünde kararsızlık ifadesi vardı, sanki tereddütlüydü. ''neden ki?''

''boşver.'' Dudaklarına bir gülümseme yaydı ve elini çenemden çekti. Yine de yakınlığını bozmamış bir adım bile geriye gitmemişti. ''Yaralandığını duydum. Ben okula gelmeden hemen önce olmuş. Öğrendiğimde hem çok şaşırdım hem de çok üzüldüm. Bilseydim seni eve bıraktığım günler yalnız kalmana izin vermezdim.'' Ne yani buraya gelme sebebi pişmanlık ve üzüntü müydü? Bu kadar mıydı? Beni hatırladığı için konuşmak daha yakından tanışmak falan değil de gerçekten üzüntü müydü onu buraya getiren? Gözlerimin tekrar yandığını hissettim. Boğazım düğümleniyordu sanki.

''S..sen bana acıyor musun?'' sesimin titremesine engel olamadığım için kendime küfürler ederken Atlas'ın çatılan kaşları ve sıklaşan nefesi yüzünden bir adım geriye gittim. Onun beni hatırlamasını ve konuşmasını hiç böyle hayal etmemiştim. Çok daha güzel hayallerim vardı, daha beraber konuşmayı iyiden iyiye sökmüştük ve beraber birçok oyunu öğrenmiştik. Ne o erkeklerle oynuyordu ne ben kızlarla. Beraber Barbie bebek oyunlarından araba oyunlarına kadar her şeyi oynamıştık. Ben gerçekten aklında hala kaldığımı düşünmüş yıllarca onunla hayallerimi süslemiştim. Şimdi ise elimde kalan bir avuç hayal kırıklığından başka bir şey değildi.

''Ne? Hayır tabi ki ben sadece seni yalnız bıraktığım geceler sana bir şey olsaydı ne yapardım diye iki gündür düşünmekten uyuyamıyorum. Gerçekten özür dilerim, seni tanımamam bir yana değer verdiğim bir insana bunu yaptığım için kendimi kötü hissediyorum. Kaç tane cinayet olmuş seni yaralayan katil tarafından. Ama dün gece gördüğüm cinayetten sonra duramadım yerimde içim içimi kemirdi, seninle arkadaşını aramaya gittiğimiz arazide de cinayet işlenmiş. Ya içeri girdiğinde katil orda olsaydı Mabel? Ya sana yetişemeseydim.'' Ellerini ensesine geçirdi ordan da saçlarına doğru çekip saçlarını çekiştirdi. '' Daha on sekiz yaşına girmiş bir çocuğum ben nasıl kaldırabilirdim bunu?'' Daha on sekiz yaşına girmiş bir çocuksun ve ceset görmeyi kaldıramayacağını düşünüyorsun. Ben daha on sekizime girmemiş bir çocuğum ve bir sonraki göreceğim cesedi ne zaman göreceğimi bilmediğim için kendimi hazırlıyorum. Daha da kötüsü Atlas sen görmek atlatmak zorunda değilsin, benim aksime.

Bu hissi tanıyordum, bu his tam on yıldır hayatımın merkezindeydi. Bu tanıdık his şimdi başkasının da hayatının merkezine yerleşmek üzere olduğu için onu buraya, bana getirmişti. Sevdiğim adamı bana vicdan azabı getirmişti.

''haklısın. Çok haklısın, bunu sende bende kaldıramayız.'' Bende senin kollarında ölmeyi kaldıramam. ''Ama o gün orada olamazdı. İçin rahat olsun.'' Kırılmıştım, kalbim paramparça olmuştu. Ama buna rağmen yine de onu düşünüyor kendisini suçlamasına engel olmaya çalışıyordum. Bende böyle bir aşıktım işte.

''Nasıl bu kadar eminsin?'' bu emin konuşmam ve bu konuşmadan Atlas'ın şaşkınlığa bürünmüş yüz ifadesi bana İdil hanım ile kendimi hatırlattı. Bende İdil hanıma nasıl Rüveyda'yı öldürmediği konusunda emin olduğunu sormuştum. Çünkü cevabını biliyordu, bana ise sezgilerine güvendiğini söylemişti.

''Sadece bir ön sezi.'' Dedim burukça gülümseyerek. Sanki gerçekten tarih tekerrür ediyor gibi hissediyordum. ''Mabel... '' elimi kaldırıp sözünü keserek bir adım daha geri attım. ''biraz dinlenmek istiyorum. Müsaade eder misin?'' Eğer bu konuşma biraz daha uzarsa kesinlikle ağlayacaktım ve birazdan Rüveyda gelecekti. Beni bu halde görmesini katiyen istemezdim, henüz onun tarafından emin değildim ve artık ona da güvenemiyordum. Benim için her şeyi yapmaya göze alırdı bunu biliyordum ama yanlış tarafta bilmeden olursa bu benim ölümüme sebep olabilirdi. Kaş yapayım derken göz çıkarırsa burada tek zarar gören yine ben olurdum.

''Peki... Sen biraz dinlen. Lütfen beni yanlış anlama arkadaşlığımıza zarar gelsin, sana zarar gelsin istemiyorum.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak ona kapıya kadar eşlik ettim. Üzerini çıkarmamış üzerindeki beyaz montuyla kapının önünde ayakkabısını giyiyordu. Yine siyah bir kot altında da siyah bir botu vardı. Kafasında da lacivert renkte bir bere takmış saçlarının ön kısmını dışarı da bırakmış kulaklarını örtmüştü. Yine gerçekten mükemmel tarzıyla beni kendine daha çok aşık ediyordu.

''Mabel.. Lütfen bir şey olursa ya da yardım gerekirse beni ara olur mu?'' belli belirsiz gülümsedim. ''Olur.''

Yüzüme dikkatle bakıyordu, gözlerimi ondan ayırmadan gözlerindeki duyguyu anlamaya çalıştım ama pek anladığım söylenemezdi. Tereddüt müydü? Mahcubiyet miydi? Yoksa bu kadar canımı yaka Vicdan azabı mıydı?

''Görüşürüz Atlas.'' Kafasını aşağı yukarı sallayarak arkasını döndü ve bahçe kapısına doğru ilerledi. Bahçe kapısından çıkana kadar arkasından onu inceledim. Belki de söylediği gibi baştan anlatmalıydım her şeyi. Ya da söylemeyerek en iyisini yapmıştım.

Atlas ile tanışmam çok güzel bir şekilde olmuştu. Binalarımız yan yanaydı ama ikimizin de camları birbirine bakıyordu. Ben bir gün çizdiğim resmi camıma asmak istemiştim ama beceremeyip ters asmıştım. Arkasından güneş vurduğunda yansıdığı için çocukluk aklıyla ters astığımı anlayamamıştım tabi. O da ona çizdiğimi zannedip kendi camına bizi çizerek bir resim asmıştı.

Tabi o da yamuk asmıştı ve ben görür görmez tam yapıştıramadığı için resim camdan kaymıştı. Sonra ben ismimi yamuk yumuk da olsa yazarak asmıştım. O da adını yazamadığı için bir atlas kitabının Atlas yazan kısmını kesmiş camda ben görene kadar eliyle tutmuştu. İlk tanışmamız böyle olmuştu onunla, sonrasında ise aşağıda onu görmüş yanına gitmiştim. Beraber bir yıl kadar vakit geçirmiştik, babam gittikten sonra günlerce ağlamıştım. Bir gün bana bisiklet süreceğini onunla sürmemi isteyip istemediğini sormuştu bende önüne binmiş onunla tüm sokakları gezmiştim.

Ama yedi yaşıma yaklaştığım zamanda gitmek zorunda kalmıştı. Her şey babamın gitmesiyle başlayıp on iki yıl boyunca devam etmişti. Önce babam sonra Atlas gitmişti, sonra masumluğum ve geleceğim ellerimden kayıp gitmişti.

Kendi kendime gülmeye başlayıp dolan gözlerimi sildim. Benim yaşımdaki genç kızlar ne alsam ne giysem derdine düşerken ben nelerle uğraşıyordum.

Hayat adaletsizdi, belki de adaletsiz olan hayat kadar da bizlerdik. Ailemdi, öldürdüğüm adamdı, Atlastı.

Çiçekleri sulamayı bitirdiğim için pimapeni çekerek salona oturdum ve boş boş bu kez de halıya sabitledim gözlerimi. Belki günlüğe Vaha dün gece hakkında bir şeyler yazmıştı. Belki de bana olanları anlatmıştı ama bu aklıma şimdi gelmişti. Şimdi ise yukarı çıkıp bakacak gücü kendimde bulamıyordum. Tek düşündüğüm bu savaşın taraflarıydı hala. En yakın arkadaşımın tarafıydı ve sonunda benim de seçmek zorunda kalacağım taraftı.

Belki Atlas bile taraf tutmak zorunda kalırdı. Tekrar kahkaha attım. Bu düşünce bile öylesine komikti ki. Atlas'ın bunca şeyi kaldırabileceğini hiç düşünmüyordum. Sahi bilse acaba kimin tarafında olurdu? İstisnasız bu sorunun cevabına İdil hanım derdim. Çünkü Vahadan korkacağına adım kadar emindim.

Kahvaltı yapmamama rağmen gram acıkmamıştım, dahası canım hiçbir şeyi çekmiyordu. Uykusuzdum sadece ama uyumak da istemiyordum. Neydi bu, tükenmişlik sendromu mu?

Dakikalar sonra gözlerimi zil sesiyle halıdan çektim. Gelen Rüveyda olmalıydı, gözlerimdeki sululuğu sildim ve kapıya doğru ağır adımlarla ilerledim. Önce biraz ağzını mı arasaydım? Belki birkaç şey yakalayabilirdim. Kapının yanındaki komodinin önüne vardığımda durdum ve aynadan yüzüme çeki düzen verip saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Rüveyda dördüncü kez zili çaldığında kapıyı açtım ve yaslanarak gülümsedim.

''Tam otuzuncu dakika da geldim. Yolda Atlas'ı gördüm umarım Mabel'i zor duruma düşürecek bir şey yapmamışsındır.'' Telaşlı vaziyette nefes bile almadan konuşup botlarını çıkardı ve içeri girdi. ''Onu da Mabel düşünsün, öyle değil mi?'' Rüveyda montunu çıkarıp giriş kısmına bırakırken bana döndü ve ellerini azar çekmeye hazırlanan bir anne edasıyla beline yerleştirip çatık kaşlarıyla bana döndü. ''Cesedi ortadan kaldırdın mı? Bir gören oldu mu? Ya da bir ip ucu sonradan aklına geldi mi ay bunu bıraktım falan diye.'' Bu haline gülümsemekten kendimi alı koyamadan elimi nazikçe dudaklarıma götürdüm ve boğazımı temizledim. Aklıma Vahanın bana kurduğu cümle gelirken Vaha gibi oluyorsam onun cümleleriyle konuşmalıyım diye düşünerek onun sözünü dillendirdim. ''Kusursuz cinayet yoktur, kusurlu polisler vardır.'' Rüveyda bana gözlerini devirerek bakmış ardından arkasını dönerek salona doğru gayet rahat şekilde ilerlemişti. ''Bak, ben sadece arkadaşımı düşünüyorum tamam mı? Onun ne derecede olduğunu nasıl iyileşebileceğini sadece doktoru bilebilir.'' Bu açıklaması karşısında devamını bekler gibi tek kaşımı kaldırdım ve kollarımı birbirine bağlayarak dinlemeye devam ettim ama sonuç belliydi. Rüveyda İdil hanımın tarafını seçmişti. İdil hanım artık yalnız olmadığını söylerken bahsettiği gizli kişi Rüveyda'ydı. Şimdi her şey daha net anlaşılıyordu. Tüm sözler sırlar anlam kazanıyor açığa çıkıyordu.

''Vaha bak gerçekten ben sadece arkadaşımı düşünüyorum....'' Onu dinlemeye büründüğüm ciddiyetle devam ederken duraksadı. Kaşlarını çattı ve beni baştan aşağı süzdü, dakikalar içinde omuzu düştü ve derin bir nefes verip kendini koltuğa attı.

''İnanamıyorum! Gerçekten inanamıyorum. Nesin sen Oscar'ın keşfedemediği oyuncu mu?'' Anlamış mıydı? Bu kadar çabuk mu? Nerden?

''İnanamıyorum Mabel sana ya. Ben burada stresten şekil değiştiriyorum kuracağım cümleyi beş kez düşünüyorum sende bana rol mü kesiyorsun?'' kollarımı çözerek çatılmış kaşlarımla yanına oturdum. Gerçekten nasıl bu kadar çabuk anlamıştı ki? Atlas yüzünden biraz ağlamış sayılırdım acaba gözlerimden mi anlamıştı?

''nerden anladın?'' bana 'gerçekten mi?' der gibi bir bakış attı ve oturuşunu düzeltip kurumuş dudaklarını yalayarak sırıttı. ''birincisi senin omuzların dik değil. İkincisi Vaha gibi korkunç bakmıyorsun aksine bir şeye kırılmış da ağlamaya yer arıyor gibi bir ifaden var. Üçüncüsü Vaha daha alaycı ve tehditkâr konuşuyor.'' Kaşlarım hayretle kalkarken bunu es geçerek asıl merak ettiğim konuyu açtım. Madem İdil hanımın tarafındaydı, demek ki bildiği şeyler vardı.

''İdil hanımın tarafındasın.... Neden ve Ne zamandır?'' Rüveyda bu sorumla ciddileşip gergince kıpırdandı. Artık benden bir şeyler gizlenmesine tahammül edemiyordum. Bu benim hayatımdı ama ben hariç herkes bilgi sahibiydi. Bunu sineye çekmek için artık sabrım yoktu. Derin bir nefes aldı ve gözlerini benden kaçırıp istemeye istemeye de olsa anlatmaya başladı.

''Vaha beni bıraktığından beri. Bak ben onun korkunç yüzünü gördüm. Evet bana hiçbir zararı olmadı hatta iyi bile davrandı ama sana zarar veriyor Mabel. Seni düşünmek zorundayım ben senin en yakın arkadaşınım. Doktorun senin hastalığını da tedavisini de biliyor, eğer ona yardım edersem daha hızlı iyileşebilirsin belki. Lütfen bana bunun için kızma.'' Kızılacak bir şey var mıydı ortada? Sadece benim iyiliğimi düşünüyordu, tek yaptığı bir şeyleri saklamaktı belki ama ben kızmasam bile Vaha buna çok kızacaktı. Sahi anlamış mıydı Rüveyda'nın İdil hanımın yanında olduğunu?

Belki de aklımda yankılanan Rüveyda'nın sesi bu yüzdendi. Vaha çoktan anlamıştı ve Rüveyda bunu fark etmişti. ''Peki Vaha... O biliyor mu?'' dedim çekingen bir tavırla. Eğer biliyorduysa Rüveyda'nın beni kendimden koruduğu gibi, bende onu kendimden korumak zorunda kalacaktım.

'Biliyorum.' Dedi Vaha Rüveyda'dan önce davranarak.

Rüveyda kafasını aşağı yukarı sallarken ayaklanıp ellerimi dizlerime sürttüm, avuç içlerim terlemeye başlamıştı. ''Ben lavaboya gidip geliyorum. Bekle burada konuşacağız.''

'Ona inanma, bana sor ben ne merak ediyorsan anlatırım.' Vahaya cevap vermeden Rüveyda'ya döndüm. ''Tamam.'' Diye mırıldandı, sesi mahcup çıkmıştı. Belli belirsiz kafa sallayarak koşar adımlarla odamdaki banyoya girdim. Gözlerim etrafın temizliğine takıldı. İlk defa banyom bu kadar mis kokulu ve temizdi. ''Rüveyda'ya bir şey yapmak aklından geçmiyordur umarım.'' Diye mırıldandım aynanın karşısına geçip ellerimi lavabonun kenarına yerleştirirken.

'O bir kız, cinsiyeti kız olanlara hiçbir zaman zarar vermeyeceğimi söylemiştim.'

''Biliyorum ama nedense sana güvenmek oldukça zor. Malum bir seri katilsin.'' Son cümlemi oldukça baskın söylemiştim. 'Evet, bazılarının aksine yalancı değilim ama.'

Dedi muhtemelen İdil hanımı iğneleyerek. Derin bir nefes verip alnımı kaşıdım. ''Dün neler oldu Vaha? Rüveyda'nın İdil hanımın tarafında olduğunu nerden anladın? Rüveyda dün cinayet işlediğini gördü mü?'' dün geleceğini biliyordum ama cinayete şahit olmamış olmasını umuyordum. Çünkü Atlasın dediği gibi bunlar bizim yaşımızdaki insanlar için çok fazlaydı.

'Cinayetten sonra geldi, cesedi temizlemem yardımı da dokundu. Ona sadece benim konumda güvenme, İdil hanıma her şeyi öttüğüne eminim. Hareketlerinden tahmin ettim ve İdil hanımı tanıyorsan sende bunu anlayabilirdin. Böyle bir fırsatı asla kaçırmazdı, Rüveyda senin yakının seni etkilemesi için bana karşı kullanıyor.'

Derin bir nefes aldım. Ellerim istemsiz saçıma gitmiş yolmaya başlamıştı, boğazım düğümleniyordu. Sanki biri özellikle nefes almamı engelliyor gibi hissettim. Kime inanacağını bilmemek tam bir nefessizlikti. 'Mabel, şimdiye dek bana güvendiğine hiç pişman olmadın. Ben hariç kime güvenirsen güven, pişman olacaksın. En başta da doktoruna.'

''Bilmiyorum Vaha, kime güveneceğimi bilmiyorum.'' Ondan zaten bir şey saklayamıyordum, en azından yalancı konumuna gelmemek aramızdaki seviyeli ilişkiyi bozmazdı. 'Bana güvenmiyorsan da, kendinden başkasına güvenme. Dinle beni, unutma ki biz biriz. Sana verilen zarar bana da verilmiş olur.'

Dudaklarımı araladığım sırada kapımın tıklanmasıyla geri kapattım ve elimi saç diplerimden çektim. ''Mabel? İyi misin?'' Gelen Rüveyda'ydı. Umarım konuştuğumu duymamıştı yoksa Vahayla konuştuğumu anlamış olabilirdi. Şimdilik Vahanın dediği gibi Vaha konusunda ona güvenmek istemiyordum.

Çünkü yine Vahanın dediği gibi ona verilen zarar bana da verilecekti.

'Git şimdi, sorun olduğu zaman ben buradayım.' Aynada gözlerimin içine bakıp kafa sallayarak yüzüme bir su vurdum ve havluyla kurulayıp kilidi çevirerek kapıyı açtım. Rüveyda kapının yanına yaslanmış elinde bir zarf tutuyordu. Kaşlarım belli belirsiz çatılırken ''Bu ne?'' diye sordum.

''İçeri de ne yapıyordun?'' dedi sorumu es geçerek sorgulayıcı bir tonda. Anlamaması lazım, anlamaması lazım.

''Tuvalete girdim bir de Atlas gelmişti öncesinde biraz canım sıkıldı. Elimi yüzümü yıkayayım dedim. O zarf ne?'' rahat davranmam onu tatmin etmiş olacak ki daha fazla sorgulamayıp bana zarfı uzattı. ''Annen göndermiş.''

Zarfı elinden yavaşça aldım ve yatağa doğru yöneldim. ''Annem.'' Dedim inanamayarak. ''bana.... Zarf göndermiş...'' kelimeleri heceler gibi ağır ağır söylemiştim çünkü neden aramak ya da mesaj atmak yerine zarf gönderdiğini anlayamamıştım.

''Açsana.'' Dedi Rüveyda benden daha fazla bir merakla. Zarfın üzerinde 'Kızıma.' Yazıyordu. Kızıma dediğine göre ya biri yanındayken göndermişti ya da söyleyeceği şey beni inanılmaz sinirlendirecekti.

Zarfı ağır ağır açarak içinden çıkan iki kâğıdı aldım ama bir tanesini elime aldığımda kâğıt olmadığını fark ettim. Bu bir....

''Davetiye mi o?'' Bu bir davetiyeydi. Davetiyeni çevirdiğimde üzerinde yazan yazılar beni şoka uğratmıştı.

Çünkü üzerinde yazan şeyler beni hem şaşkına uğratmış hem de hiç hoşnut etmemişti.

Ayşe Efdal & Murat Koran

Düğünümüzde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.

18.bölüm burada bitmiştir...

Bölümü nasıl buldunuz? En sevdiğiniz kısım neresi oldu?

Bir sonraki bölüm hassas olan kişiler için uygun değildir, çok hassas bir bölüm olacaktır bilginize..

Hepinize ölümün peşinizde olmadığı günler dilerim, bir sonraki bölümde görüşmek üzere....

 

Loading...
0%