Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@byzloey

Vicdan azabı.... ilk vicdan azabımı bir adamın hayatını aldığımda hissettim.

 

Kulağıma geliyordu akış sesi, ellerimde, kulaklarımda, yüzümde hatta saç uçlarımda bile ağırlık yapıyor varlığını hissettiriyordu. Ağırdı, alışkın değilim onu hissetmeye ve kokusunu duymaya. Ağlıyordum, neye ağladığımı bile bilmiyordum halbuki. Gözlerim hapsolmuş gibiydi yerdeki kan birikintisine. Halbuki korkardım, geçmişi anımsardım anımsadıkça daha çok korkar tekrar yedi yaşıma dönerdim. Bu da beni olduğum insandan uzaklaştırır bambaşka insan yapardı. Bu kez farklıydı, bu kez korkmuyordum ama güvendiğim bir şey vardı, biri vardı. Hem korktuğum hem de güvendiğim biri vardı.

Tanımıyordum ama tanımama gerek yoktu. Aynanın karşısına geçtim, vücudumdaki kuruyan kan lekelerini görmezden gelerek aynadaki görüntüme baktım. Kafamı sol omuzuma doğru ağır ağır eğdim, yatağımdaydım kollarım, saç uçlarım hatta kafamı eğdiğim omuzum bile kan içindeydi. Kollarımdan elime kadar akmış yol haritası gibi şekillenerek kurumuştu. Aynada kararmış gözlerime baktım, bu bir katil bakışlarıydı ama katil ben değildim. Ben korkuyordum, ben bir korkaktım. Aynadaki görüntümün kaşlarının baş kısmı alnıma doğru yükseldi. Endişeli ve yardıma muhtaç bir görüntü oluştu yüzümde. ''Yardım et.'' diye fısıldadım. Gözlerimden yaşlar akıyordu, sıcacık yaşlar vücudumun aksine alev kadar sıcaktı.

''Yardım et, beni senden başkası kurtaramaz.'' diye fısıldadım tekrar. Ardından midemden gelen kusma isteği kendini belli etti.

''Mabel.'' sesimi duymamla kendime geldim, neredeyse hayattan soyutlanmıştım, birçok kez olduğu gibi. Geçmiş yine peşimi bırakmıyordu, yine zihnimde benimle oyun oynuyordu.

''Evet.'' dedim yere odakladığım gözümü İdil hanıma çevirirken. Bedenim hatırladığım kabustan dolayı kaskatı kesilmişti, buraya daha ciddi bir konu için gelmiştim bu kez. Uzun zamandır bu kadar ciddi bir şey anlatmamıştım.

Gördüğüm kâbusun etkisinden çıkmak için kendime zaman tanıdım. Bazı Kâbusları her saniye hatırlarken, bazıları hakkında hiçbir şey hatırlamazdım. Neredeyse yıllardır kabuslarla uyanmaya alışıktım ama artık değişen bir şeyler vardı. Artık kabuslarımda birine muhtaç gibiydim, birinden yardım istiyordum, ona sığınıyordum.

''Bugün ki anlatacaklarını uzun zaman sonra merakla bekliyorum açıkçası. Bana bu hafta neler yaşadığını anlatır mısın Mabel?'' İdil hanımın güler yüzüne karşılık tebessüm ederek boğazımı temizledim, muhtaç olmaktan nefret ettiğim halde zayıflığımı ve muhtaç olma isteğimi kenara attım. Kendimi toparladıktan sonra kamburlaşan duruşumu düzelttim ve deri koltukta rahatsızca oturdum.

''Bir süredir, okulda bazı erkeklerin kayıp haberlerini alıyoruz ardından da ölüm haberlerini. Neden öldüğü, kimin öldürdüğü hakkında hiçbir bilgi yok. Polis günlerdir okulda soruşturma yapıyor. Katilin içimizde olabileceğine dair şüpheler var, herkes okuldan kaydını almaya başladı. Okulun itibarı adına bunu dışarıya duyurmuyorlar ama herkes gibi bende korkuyorum.'' İdil hanımın şekilli kalın kaşları belli belirsiz çatıldı. Beni dikkatle dinliyordu, elindeki not defterinin üzerinde deftere ucu değen kalemi duraksamıştı. ''Sadece erkekler mi?'' Derin bir nefes alarak başımı belli belirsiz salladım ''Evet.'' diye mırıldanırken.

Arkasına yaslanıp kalemi defterin arasına sıkıştırdı ve tüm dikkatini bana çevirdi. ''Peki, bu ne zaman başladı?'' kurumuş dudaklarımı ısırdım ve ellerimin kenarlarını yolmaya başladım. Bu konu beni geriyordu. Bu tarz ciddi konular yedi yaşımdaki travmamı tetikliyor, beni hayattan soyutluyordu. ''Tam bilemiyorum, sanırım iki hafta oluyor. Ölüm haberleri yeni yeni kesinleşti.'' Kafasını anladığını belli eder düzeyde salladı. İdil hanım beni anlıyordu, o beni hep anlardı. İdil Hanım benim her hafta geldiğim psikoloğumdu. Yedi yaşımdaki bazı travmalarımdan sonra her hafta gelirdim, yedi yaşımda her gün gelirdim ama yıllar geçmişti ve artık sadece haftada bir gelmem yetiyordu. Beni neredeyse annem kadar iyi tanırdı. Hatta belki de daha fazla...

Öz babam ise yoktu, ona dair hatırladığım şeyler sayılıydı. Beş yaşımda bizi terk etmişti ne bir mektup ne bir haber hiçbir şey yoktu. Tüm eşyalarını toplamıştı, benimle, bizimle olan fotoğrafları hariç. En azından annemin bana söylediği buydu. Küçüklükten beri eksikliğini çok hissetmiştim ve aramıştım, en çok da yedi yaşımda ama yedi yaşımdan sonra bir daha asla aramadım eksikliğini.

Annem ise babamın gidişinden sonra kendini işe vermişti. Kendisi bir şirketin yöneticiliğini yapıyordu, onu çok nadir görürdüm. O Yüzden İdil hanımla daha çok vakit geçirmiştim. İdil hanım güzelliğinden on yıl geçmesine rağmen hiçbir şey kaybetmemişti. Çok güzel ela gözlere ve koyu kahve ucu kıvrımlı saçlara sahipti. Elmacık kemikleri çıkıktı, saçlarını genelde arkasından genişçe toplar, önlerinde tutamlar bırakırdı. Büyük kemik ovalimsi gözlükleri vardı ve oldukça genç duruyordu. Genelde hep bacak bacak üzerine atardı. Her zaman bana seans başında sorduğu bir soru vardı. 'Şu an kiminle seans yapıyorum?' bende hep aynı cevabı verir isyan ederdim. 'Yine mi bu soru İdil Hanım?'

Sonra ise garip bir şekilde seansa başlardık, şimdiki gibi.

''Anlıyorum. Korkuyor olman çok normal, travmanı tetiklemiş olabilir bu olay. peki sen kaydını aldıracak mısın? Bana hislerinden bahseder misin lütfen?'' Dudaklarımdan belli belirsiz bir gülümseme geçti, çok kısa sürdü ama İdil hanımın yakaladığından şüphem yoktu. O hiçbir şeyi kaçırmazdı, her şeyi dikkatle izler fikir edinirdi. Gülümsememin buruk olduğunu bile anlamıştı buna emindim.

''Evet, korkuyorum ama sadece erkekleri öldürüyor hem belki bizim okulla bir alakası yoktur. Sonuçta onlar arkadaş grupları ve başka birine bulaşmış olabilirler. Şu an tek okulda dönen haber, bu kişinin bir seri katil olduğu ve sadece erkekleri öldürdüğü.'' İdil hanım gözlüğü çıkarıp gergin bir nefes verdi. Sanki bir şey onu rahatsız etmişti ama ne olduğu hakkında ufacık bir fikrim yoktu.

''Neden seri katil olduğu hakkında söylentiler var, aynı kişi olduğundan nasıl bu kadar eminler?'' ellerimi titreyen dizlerime koyup kendimi sakinleştirmeye çalıştım. ''Cinayetlerinin başına W harfi bıraktığına dair bir duyum var. Öldürdüğü insanları... '' nefes aldım ve daha çok titremeye başlayan dizlerimi kontrol altına alıp devam ettim. ''Öldürdüğü insanların yanına W çiziyormuş.'' Camını temizlediği gözlüğünü gözüne taktı ve saçının ense kısmını kaşıyıp baş parmağını kalem ile arasına sıkıştırdığı defteri açtı. ''Peki sence neden sadece erkekleri öldürüyor, bir fikrin var mı?''

''Belki de bize gelen cinayetler sadece erkeklerinkidir. Eğer sadece erkekleri öldürüyorsa, ya o kişilerin ortak bağlantısı olabilir ya da kadındır ve cinsiyetçidir.'' İdil hanım birkaç şey not aldı küçük defterine, ardından defteri kapattı ve tekrar kucağına yerleştirdi. ''Anlıyorum, bu konu hakkında polisler bir şeye karar vermeden olayın aslını bilemeyiz, o sebeple kendine çok dikkat etmelisin. Bu olaydan annenin haberi var mı?'' Yine gülümsedim, nefes verirken çıktı dudaklarımdan gülümseme. ''Eve gelirse olacak.'' diye mırıldandım yüzümü titreyen dizlerime indirerek.

''Anladım, peki başka bir şeyler oldu mu? Mesela hala uyku sorunları çekiyor musun? Yoksa ilaçlar işe yarıyor mu?'' Bana yazdığı beş kutu ilaçlardan bahsediyor olmalıydı. İçlerinden biri uyku ilacıydı ama kullandığımda gördüğüm kabuslar uykusuzluktan daha kötü olduğu için uykusuz kalmayı tercih ediyor kullanmıyordum. ''İlaçlar, kâbus görmeme sebep oluyor. Hep benzer şekilde kabuslar görmeye başladım son bir iki haftadır.'' gözleri kısıldı, dikkat kesildiği için değildi. Beni biraz hüzün biraz da merakla dinliyordu. Biliyordu ki ben bu şekilde gözlerimi ondan kaçırıyorsam mutlaka söyleyeceğim şey kötü bir şeydi.

''Dinliyorum Mabel, ne görüyorsun?'' Benden önce sertçe yutkundu. İşte şimdi dikkatle dinliyordu ama nefes alışverişinin sıklaştığını görebiliyordum. Gergindi, elini ensesine attı ve kaşıdı. ''Üstüm başım kan, bazen odama yeni geliyorum bazen yatağımdayım. Bazen sokakta ama hep sonu aynı bitiyor. Bir mekân camı, bir ayna, ya da elimdeki bıçağa bakarak gözlerime kenetlenip 'Yardım et.' diyorum. Kime söylüyorum, orda neden varım ne yapıyorum bilmiyorum. Sadece birine hep muhtacım ve yardım istiyorum.'' Nefes alışverişi kesikleşmeye başladı. Elleri bacaklarını ara ara sıktı ve gülerek kendini rahatlatmaya çalıştı. ''Çok mu etkilendin acaba okuldaki seri katilden, ya da çok mu korkutucu filmler izliyorsun?'' Bu sorusu kaşlarımı çatmama sebep oldu. ''Yedi yaşımdan beri hiçbir zaman korku filmi izlemedim. Belki katilden dolayı gerginleşmiş olabilirim.'' diye yanıtladım, ama sorusu beni rahatsız etmişti. Korku filmi izlememe sebebim bende ikinci travmayı yaratan yaşanmışlıktı. Onu ise kolay kolay dile getiremiyor anımsayamıyordum, zihnimde o konu hakkında her şey hayal meyaldı.

Kendini toparladı, defterini tekrar açıp hırsla hızlı şekilde birkaç karalama yaptı ve kapattı. ''Peki, sanırım o ilaçları kullanmaman senin için daha iyi olacak. Ben sana uygun başka bir ilaç bakacağım. Bir hafta kadar idare edebilir misin?'' Kafamı belli belirsiz salladım. ''Birkaç gündür kullanmıyorum.'' beni anlayışla karşıladı. ''Haftaya bu sorununa bir çözüm bulacağım, başka anlatacağın bir şey var mı?'' kafamı bu kez olumsuzca salladım. ''Başka bir şey yok, sadece bu ikisi.'' Derin bir nefes aldı. ''Dediğim gibi, fazla düşünmemeye çalış. Okulunuzla bağlantısı olup olmadığını öğrenene kadar kendine çok dikkat et. Annen geldiğinde de bu konuyu mutlaka konuş.'' Gülümseyerek ayağa kalktım ve bozulan kazağımın uçlarını düzelttim. ''Teşekkür ederim İdil Hanım.'' Anne şefkatiyle gülümsedi ve her seans sonu yaptığı gibi gelip bana kollarını doladı. ''Haftaya görüşmek üzere Mabel.''

''Görüşmek üzere.'' diyerek sarılışına karşılık verdim. Ardından odadan çıktım ve kapısını özenle kapattım. İdil hanımın asistanı Burcu hanıma gülümseyerek Klinikten çıkmak için merdivenlere yöneldim. Bugün günlerden Pazardı, pazardan pazara seansa gelirdim, Zaten hafta içi okuldaydım, Cumartesi ise genelde ya yatar ya da spor yapardım. Güçlüydüm, kilolu değildim ama yapılıydım spordan dolayı biraz kaslı bir vücudum biraz da dinç bir zekâm vardı.

İstediğim meslek ise... Sanırım hukukçu olmak isterdim, aslında sürekli değişiyordu. Bazen doktor, bazen hâkim bazen de milli sporcu olmak istiyordum. Her gün fikrim değişiyordu.

Sanırım sınava girene kadar birçok meslek arasında gidip gelecektim, Puanıma göre de seçim yapacaktım. Aslında hiç gelecek hakkında detaylı bir hayal, bir plan kurmamıştım. Neden bilmiyorum ama hiç gelecek planım yoktu ne bir hayalimde düğün vardı ne bir yükseldiğim meslek. Hiçbirini göremiyordum, her şey karanlıktan ibaretti. Geçmişi silerek geleceğe odaklanmam gerekirdi herkes gibi ama ben herkes gibi değildim.

Geçmişi yok sayanlar geleceği yaşayanlardır, benim ise geleceğimi geçmişim var ediyor.

Geçmişimle bazı şeyleri yönlendiriyorum, unutabilecek bir şey değil. Bir istismar, bir taciz vakası. Bir kızın üzerine bırakabilecek en büyük hayal kırklığı. Özellikle daha neyin ne olduğunu bilmeden, annene babana 'Bu ne, bu ne?' diye sorup onları darladığım bir dönemde. Babam o zamanlarda da yoktu, ben daha beş yaşımdayken gitmiş annemin söylediğine göre. Bir daha da hiçbir şey yazmamış, göndermemiş.

Altı yaşımdaki doğum günümde, babamın gelmesini diledim. Yedi yaşımda Tecavüze uğrarken baba diye bağırdım, ağladım. Babam gelmedi ve ben yedi yaşımdaki doğum günümde, bir daha asla babamın gelmemesini diledim.

Sonraki her yaşımda ise, hayatta kalmayı ve annemin her zaman yanımda olmasını diledim. Bu yaşıma kadar hiçbir zaman başka bir dileğim olmamıştı. Beş yaşımda ise, babamın gelmesinin yanında ilk ve son kez bir erkek için daha dilek tutmuştum. Çocukluk aşkım Atlas'ın da beni sevmesi içindi. İkisi de olmadı, ikisi de unutuldu. Atlas o yıl babam gibi yok oldu, taşınmak zorunda oldukları için. Yıllar geçti, istediğim iki erkek yok oldu ve ben ikisini de bir daha istemedim. Atlas'ı göremeyeceğimi bildiğim için dilememiş, görmeyi istememiştim.

Kim bilir, belki bir gün bir yerde görürdüm.

Gelen otobüse ''Sonunda...'' diye mırıldanarak bindim. Kartımı bastım ve arkalara doğru ilerledim. Kalabalıktı, pazar olduğundan olsa gerek, bir sürü çift ve birçok insan gezmekten geliyor gibi görünüyordu. Hava henüz tam soğumamıştı, sadece hafif bir rüzgâr vardı, o da ara sıra esiyordu.

Arkada boş bir yere oturdum, ''Mabel.'' arkamdan duyduğum sesle kafamı çevirdim, hemen arkamdan bizim sınıftan adının Furkan olduğunu hatırladığım çocuk geldi. Düşmemek için hızlıca gelip oturduğum koridor tarafının önünde kafasının üzerindeki tutacaklardan tuttu. ''N'aber?'' dedi enerjik bir şekilde. Yanında iki arkadaşı daha vardı yüzleri tanıdık geliyordu, onları ara sıra kantinde görmüş olmalıydım. ''İyi.'' dedim zoraki gülümsemeyle. Genelde erkeklere karşı mesafeliydim. Şimdiye dek hiç sevgilim bile olmamıştı, olacağını da pek düşünmüyordum.

Erkeklere karşı çekincem hep aynıydı, henüz bozacak bir erkek ise karşıma çıkmamıştı. ''Ben Faruk.'' dedi esmer çocuk Furkan'ın yanından elini uzatırken, ayıp olmaması adına uzattığı eli kısacık tutup sıktım ve hemen elimi çekecektim ki en arkalarından çekici bir çocuk da elimi geri çekmeden yakaladı. ''Ben de Tufan.'' gülümsemek ve gülümsememek arasında bir ifadeyle elini hafif sıkıp çekmeye çalıştım ama bırakmadı. Bir kez daha zorla çektim ve neredeyse dirseğimi cam kenarındaki kadına çarpacağım sırada son anda çarpmaktan kurtuldum. ''Furkan ile aynı sınıfta olduğunuzu bilmiyordum, bilsem daha sık gelirdim sınıfa.'' yüzüne bakmadım, duymamazlıktan geldim. ''Her gördüğün kıza salyan akmasın artık.'' diye söylendi Faruk. ''Her gördüğüm kıza değil, her çekici gördüğüm kıza.'' yine duymamazlıktan geldim. Yanımda böyle konular konuşulması hoşuma gitmiyordu.

Furkan çalan telefonuna yanıt verirken ''Görüşürüz Mabel.'' diyerek arka tarafa kapı kısmına ilerledi. Görüşürüz demeye vaktim olmadığı için hafifçe el salladım. Faruk, Furkan'ın peşine giderken Tufan onların aksine önümde durdu. ''Sen spor mu yapıyorsun?'' sorusu direk bana yönelik olduğu için dönmek zorunda kaldım. ''Evet.'' diyerek hemen önüme döndüm. Konuşmak istemiyordum, anlamasını bekledim ama anlamadı, beni buna zorlaması rahatsız etti. Furkan'a ayıp olmasın diye terslemek istemiyordum, genelde kolay kolay hiçbir insanı tersleyemezdim zaten.

''Belli.'' bakışlarım duyduğum hoş ses tonuyla ona döndü. Beni süzüyordu, eli koluma değince irkildim istemeden. İşaret parmağının tersi omuzumu okşadı. ''Böyle kalıplı bir vücut ama narin bir ten...''

Kanım fokur fokur kaynamaya başlayınca direkteki 'Dur' butonuna bastım ve ayaklandım ''İneceğim.'' diye mırıldanıp Faruk ve Furkan'ın olduğu kapının önüne geldim.

''Ne oldu, rahatsız mı etti seni?'' Faruk'un sorusuyla bir an ne diyeceğimi bilememiştim ki Furkan da döndü duyduğu sözlerle. ''Yok, ineceğim.''

Furkan kaşlarını çattı, birbirimize yakındık. Bir üst sokağımda oturuyordu. ''Eve daha yaklaşmadık ki.'' dedi telefon hala kulağındayken. O sıra dudaklarını bir kez daha araladı ama otobüs durmuştu, kapı açılır açılmaz inmek için adım attım. Faruk ''Onun adına özür dilerim.'' diye mırıldandı. İndiğimde söylediğini idrak edip döndüm, kapılar kapandı. Ona dönerek el salladım, uzun zaman sonra ilk defa bir erkeğe gerçek bir gülümseme gönderdim, çünkü kötü biri olmadığını hissetmiştim.

Faruk iyi bir çocuk gibi duruyordu, Tufan ise... Tam bir yavşaktı.

Eve Furkan'ın dediği gibi daha vardı ama yürüyebilirdim, hava güzeldi. Kulaklığımı cebimden çıkarıp kulağıma taktım ve müzik açarak telefonu cebime koydum. Yolum uzundu ama vaktim de boldu.

Eve kadar birçok müziğe eşlik ederek yürüdüm. Yorulmuştum, susamıştım ve başım ağrımaya başlamıştı. Saat akşama geliyordu, seansım zaten öğleden sonraydı, eve yürüyene kadar da bir saat geçmiş olmalıydı. Biraz da oyalana oyalana müziğe ayak uydurarak yürümüştüm.

Eve geldiğimde diğer cebimden anahtarı çıkardım ve müstakil evimize giriş yaptım. Ev yine tahmin ettiğim gibi boştu, temizliğe haftada iki kez gelen Nuran abla hariç eve kimse gelmiyordu. Yemeğimi bile genelde kendim yapardım ilk başlarda baya aç kalsam da zamanla yapmayı öğrenmiş hatta baya da sevmiştim. Tabi ki bu sebeple aşçılık mesleği de geçmişti aklımdan ama ondan da vazgeçmiştim.

İçeri girer girmez tavan arası sayılan odama girdim, ev iki katlı oldukça da büyüktü. Kocaman bir bahçemiz vardı, pek ilgilenmeyi beceremesem de bazen çiçeklerle konuşurdum. Konuşacak başka kimsem yoktu hem beni dinliyorlardı hem de anlattıklarımı ne ileri de yüzüme vurabilirlerdi ne de bana acıyabilirlerdi, insanların aksine.

Odama girer girmez odamdaki tek çiçeğe öpücük kondurdum. Bu bana İdil hanımın hediyesiydi, en sevdiğim çiçekti aynı zamanda. Çiçeğin adı ağlayan gelindi, anlamı isyandı. Anlamına bakınca bana neden böyle bir çiçek verdiğini anlamasam da çok seviyordum. Henüz çok yeni hediye etmişti, yine de kısa sürede oldukça alışmıştım.

Çiçeğe arkamı dönüp dolabımdan rahat bir takım çıkardım ve üzerime geçirdim. Üzerimdekileri kirli sepetine adeta fırlatarak yatağıma atlarcasına yüz üstü uzandım, hemen yatağımın yanındaki çekmeceden günlüğümü çıkardım ve defterin kenarındaki yuvarlaktan kalemi çıkardım. Her gün atlamadan yaptığım sayılı şeydi günlük tutmak. En azından üşenmediğim günler...

Tarih girerdim sadece, asla sevgili günlük diye de başlamazdım. Defterin en sonuna ise sadece Mabel yazarım. Bu sayfa bana ait anlamında, bu anılar benim bunu yazan benim anlamında bir iz bırakmak için. Her sayfamın sonunda Mabel yazardı, başında ise sadece tarih vardı.

Yine bugünün tarihini attım.

25.10.2022

Yine seans çıkışı, öpücük kondurdum çiçeğime. Ardından kendimi yine burada buldum, bu defterin önünde elimde kalemimle. Sanırım yine rahatlamaya ihtiyacım var, bugün çok rahatsız olduğum birkaç şey oldu. Öncelikle ortalıkta katilden seansta bahsettim, düşündüğümden daha çok gerdi beni. Ardından ise uyku sorunum yine çözümsüz kaldı, İdil Hanım bile çözüm bulamıyor. Eve dönerken de yaşadığım bir rahatsız edici durum oldu, Furkan'ın arkadaşlarından biriyle tanıştım düzeltiyorum, tanışmak zorunda kaldım. Tufandı adı, sözleri yetmezmiş gibi koluma değmesi bile rahatsız etti. Bazıları umursamadan geçerdi ama yedi yaşımdan dolayı bu bile beni rahatsız ediyordu. Aklından neler geçmişti? Ya da yanlış anlamaya sebep olacak tek bir kelime etseydim ne geçerdi? Düşünmek bile kanımı donduruyordu. Keşke okuldaki katil suçsuz insanları öldürmek yerine böyle sarkıntılık eden, kızlar ve kadınlar için tehlike olan, olabilecek insanları öldürse. Elbette can almakta vermekte Allah'a mahsus, ama madem öldürüyor bari hak eden birilerini öldürse. Neyse bugünlük yazmak istediğim ve hatırlayabileceğim şeyler bu kadar.

M A B E L

Defteri kapatıp kalemi hemen yanındaki yuvarlığa geçirdim. Defteri baş ucuma bıraktıktan sonra mutfağa gitmek için ilerledim. Zaten bize kimse gelip gitmezdi, annem de eve geldiğinde odama nadiren gelirdi. Ya onu duymadıysam ya da acil bir şey varsa gelirdi sadece. Gelse de dikkat etmediği için günlüğümü hiçbir zaman görmemiş hiçbir zaman merak etmemişti.

O yüzden ulu orta bırakıyordum günlüğümü zaten bitmek üzereydi, yakında yeni bir defter almam gerekecekti. Mutfağa inerken koridordaki boydan aynaya gelince duraksadım. Aynadan hemen arkamda kalan annemle resmimiz yansıyordu. Annemin saçları dalgalı ve açık kahveydi, benim ise koyu kahve ve kıvırcıktı ama düzleştirdiğimde uzun süre düz kalıyordu. Gözlerim ne koyu ne açık dümdüz kahverengiydi. Spor yaptığım için yapılıydım, boyum ise 1.70 idi. Annemle aynı boydaydık, genç durduğu ve makyaj yaptığı için genç halinden de genç duruyordu. Bizi görenler genelde abla kardeş zannederdi. Ben ise makyaj olarak sadece rimel ve kapatıcı kullanırdım. O yüzden okulda tipi orta olan kızlardan herhangi biriydim ama neyse ki okulda çoğu kızla ve müdür yardımcılarıyla aram iyiydi. Okulun sevilen kızlarından biriydim, aslında okulumu oldukça seviyordum ve değiştirmek de istemiyordum.

Kalkan Anadolu lisesi, üç yılımın geçtiği evime de fazla uzak olmayan bir okuldu. Eğitimi gayet iyiydi, sadece son olaylardan dolayı okuldan kaydını aldıranlar olmuştu.

Sınıf arkadaşlarımı da seviyordum, özellikle üç kişilik bir kız grubumuz vardı. Tabi ki her üç kişilik kız grubunda olduğu gibi diğer ikisi bir tık daha yakındı ama bana sevgilerini hiç eksik hissettirmiyorlardı. İkisini de seviyordum, biri Rüveyda adında kızıl saçlı ve çok şirin bir kızdı. Diğeri ise tam bir asiydi, Rüveyda'nın aksine Rüveyda'yı çocukça bulan ama ona ablalık yapan Setenaydı.

Setenay'ı seviyordum, Uzun süren bir ilişkisi vardı ama nadiren görüşürlerdi. Böyle de memnunlardı, Rüveyda ise tam bir flörtözdü. Okulda Furkan'la bile flört etmişti, etmediği nadir insanlar vardı. Her gün başkasına âşık olup bize onu anlatır bazen bizi bunaltırdı ama hiçbir zaman ona kızamıyordum. Hayatımın neşesiydi.

Genelde Setenay ile göz göze gelir Rüveyda'ya gözlerimizi devirirdik ama yine de ondan azar yedikten sonra onu dinlemeye devam ederdik. Onlar kaydını almayı düşünmüyordu, Rüveyda heyecanla 'Hadi katil bulmaca oynayalım. Kendimi dedektif gibi hissediyorum.' demişti. Setenay ise ona yine göz devirip 'Saçmalama, bence bu katil bir kadın ve olmayan adaleti kendi yerine getiriyor. 'Belki de benimdir ha?' diyerek sonda dalga geçmiş Rüveyda'yı korkutmuştu.

Ben ise... Korktuğum için bu konuda sessiz kalmıştım.

Kafamı sağa sola düşüncelerimi dağıtmak istercesine salladım ve alt dolaptan tavayı çıkardım. Ocağa koyup yağ döktüm ardından dolaptan çıkardığım hazır köfteleri içine attım. Bir tanede tencere çıkarıp ona da pilavı koymak için içine yağ koydum, eriyene kadar ise pirinçleri ıslattım.

Masanın üzerine bıraktığım telefon titreyince pilavı da tencerenin içine hızlıca koyup suyu ekledim ve işim bittiğinde ellerimi durulayarak masanın üzerindeki telefonu aldım. Az önce arayan annemdi. Geri aramaya basıp bir süre bekledim, açmadı. Bir dakika içinde 'Geri döneceğim.' diye bir mesaj geldi. Ardından ''Şaşırmadım...'' diye mırıldanarak telefonu masaya bıraktım ve tekrar yemeklerle ilgilendim.

Tek başıma yemek kötüydü ama alışmıştım. Tabletten videolar izliyor vakit geçirmeye çalışıyordum. Yemeklerin altını kapattıktan sonra içeriden tabletimi aldım ve mutfağa geri geldim. Tabletten bir dizinin kaldığım bölümünü açıp üst dolaptan tabak, çekmeceden kaşık çatal çıkardım ve masamı kurup yemeğimi tabağıma doldurdum.

Bu geceyi de yalnız, bir başıma geçirecektim çünkü Annem yine gelmeyecek gibi görünüyordu.

ERTESİ GÜN

Neredeyse üçüncü kez çalan alarmı yarım yamalak açık gözlerimle kapattım. Yüzümü gömdüğüm iki yastık arasından çıkarıp üçgen şeklindeki penceremden karşıma süzen ışığa baktım ve gözlerimi ovuşturdum. ''Aman ne hoş, yine bir pazartesi sendromu.'' diye mırıldandım.

Okul mecburiyetiyle yatakta dikelip ellerimi havaya kaldırarak seslice esnedim, gözlerim yaşardı. Bir kez daha ovuşturup yaşları sildim ve kalkıp dolabımdan formaları çıkarıp yatağımın üzerine fırlattım. Tabi ki de filmlerdeki, kitaplardaki gibi toplu, kalkınca elini yüzünü yıkayan bir kız değildim. Aksine fazlasıyla dağınıktım ve elimi yüzümü sadece makyajı çıkarmak için yıkıyordum.

Buna ise üşengeçlik deniyordu, sanırım bir kitap film karakteri olmak için fazladan sıradan bir hayatım vardı, bir de fazla üşengeçtim.

Dün gece oldukça erken uyumuş olmama rağmen uykum hala vardı. Fazlasıyla yorgun hissediyordum kendimi. Üstelik kendimi kokladığımda oldukça garip koktuğumu fark edip kendimi kısa bir duşa atmak için lavaboya girdim. Aynadan kendime bakıp kabaran saçlarımı düzelttim, fakat düzeltirken arkamdaki bir şey dikkatimi çekti. Klozetin kenarında ufak bir kan görünce kaşlarımı çattım, hasta mı olmuştum. İmkansızdı daha olmama bir hafta olmalıydı. Bir yerimi mi vurmuştum ki? Üzerimi kontrol ettim.

Dirseğimin kanadığını görünce söylene söylene duşa girdim ve sıcak suyun içinde kendimi rahatlattım. Nedense üzerimde hep bir yük var gibi hissediyordum, bu aralar hafiflemiş gibiydi ama yine de ordaydı.

Kıvırcık saçlarımı çok karıştırmadan yıkamaya çalıştım, tabi bir de bunun taraması gibi bir zulmü vardı. Vücudumu hızlıca temizleyip buhar olmuş banyomdan çıktım.

Ardından kurulanıp üzerime okul formamı geçirdim ve saçımın nemini alıp kurulmaya başladım. Şekil veren kurutucuyla en azından biraz daha düzgün dalga duruyordu. İstiklal Marşını kaçıracak kadar oyalandım saçımla ve kahvaltı yapmakla. Yol şansıma kısa sürmüştü, koşar adımlarla okula girmiştim.

Derse geç kalsam da yine de hocadan önce gelmiştim. Hızlıca Rüveyda'nın yanına oturdum, Setenay arkamızda tek oturuyordu, genelde yanına kimseyi oturtmazdı çünkü en arkada oturduğu için genelde uzanarak oturuyordu, keyfinden asla ödün vermezdi.

''Şükür getirene.'' dedi Setenay bana bakarak gülerken. ''Bu ne hal yanakların kızarmış. Koştun mu?'' Rüveyda'ya dönüp kafamı aşağı yukarı salladım. ''Boşa koşmuşsun. Çünkü bizde yeni geldik, aşağı da müdür çok üzücü bir haber verdi çünkü.'' Çantamı bırakır bırakmaz Setenay'a döndüm. ''Evet ilk ders öğretmen gelemez sanırım toplantı yapıyorlar.'' dedi Rüveyda'da. ''Ne haberi ne oldu?'' dedim merakla. Sınıfın yarısı yoktu, yarısı da kendi aralarında hararetle konuşuyordu. ''Üçüncü cinayet, okuldan bir çocuk daha ölü bulunmuş sokakta.'' Setenay'ın söylediklerine karşı kesilmiş nefesim ve kalkmış kaşlarımla buz kestim.

Yeni bir cinayet, yeni bir ölüm...

''K..Kim?'' Rüveyda çenesini elleri arasına alıp sıraya dayadı. ''Tufan Demirer, şu Furkan'ın hiç flört edemediğim kankası.'' Tufan Demirer... Furkan'ın arkadaşı.

Nasıl olurdu? Daha dün... Daha dün görmüştüm. Daha dün bana dokunmuştu, sözleriyle rahatsız etmişti ama capcanlı karşımdaydı. ''Nasıl yani?'' döküldü dudaklarımdan şaşkınca. ''Ne demek nasıl yani. Bildiğin biri daha öldü işte.'' Setenay'ın bu ruhsuzluğu şaşkınlığıma şaşkınlık katarken Tufan'ın ölüm haberini hazmetmeye çalıştım.

Hayır, hazmedemiyordum. Hazmedilmiyordu, hangi ölüm hazmedilirdi ki?

Kendininki... Diye fısıldadı iç sesim.

''Ben... Ben daha dün gördüm onu.'' dedim zorlukta, Setenay anında oturuşunu düzeltti, Rüveyda'nın avuçları arasında sırada yasladığı çenesi sıradan düştü ve son anda yüzünü sıraya vurmaktan kurtardı. ''N..Nasıl yani?'' dedi şaşkınca. Kızıl kirpikleri bana karşı çok kez art arda kırpıldı. ''Bildiğiniz... O..otobüsteydik Furkanlarla beraber ben onlardan önce indim.'' Setenay dudaklarını araladığı sırada sınıfın kapısı açıldı. Arkam dönük olmasına rağmen sesin sahibini tanıdım ve ismimi duymamla arkama döndüm. ''Mabel. Benimle gelir misin?'' Müdür'ün sesini duymamla şaşkınca bana bakan iki çift göze bir bakış atıp kalktım, nefes alışverişim sıklaşmıştı.

Gerilmiştim, tekrar tırnak etlerimi yolmaya başladım. Bu kez kanatmıştım, acıyla dudaklarımdan küçük bir inilti çıktı, neyse ki müdür duymadan odasına doğru ilerlemeye devam etti. Bende arkasından ilerliyordum. Birkaç adım sonra duraksadı, eli kapının koluna uzanırken omuzunun üzerinden bana döndü. ''İçeri de polisler var, dün Tufan Demirer'i görmüşsün. Sadece Furkan ve Faruğun ifadelerini doğrulayacak ya da yalanlayacaksın. Gerilme tamam mı?'' Kafamı hızlıca aşağı yukarı salladım ama kesinlikle gerginlikten diğer tırnak etimi de çekiştirmiş kanatmak üzereydim. İçeri ağır adımlarla müdürün arkasından girdim. İki polis yan yana oturuyordu. ''Mabel Efdal, sen misin?'' Kafamı hafifçe onaylarcasına eğdim. Bana karşısındaki koltuğu işaret etti.

''Dün nerede, saat kaçta neler yapıyordun anlatır mısın bize?'' Boğazımı temizleyip dudaklarımı yaladım. ''Dün öğleye doğru uyandım, hazırlanıp çıktım psikolog seansım vardı. Ordan sonra otobüsle eve gidiyordum. Otobüste Furkan, Faruk ve Tufan vardı. Furkan ile sınıf arkadaşıyım bir üst sokağımda oturuyor ama Faruk ve Tufan'ı tanımıyordum yani görüyordum aynı okulda olduğumuz için ama tanımıyordum bizzat. Otobüste tanıştık sonra ise indim.'' Söylediklerimi önündeki kâğıda bakarak dinliyordu, sanırım diğer ikisinin ifadesiyle bir uyuşmazlık arıyordu. ''Erken inmişsin otobüsten nedenini öğrenebilir miyim?'' dedi kâğıttan başını kaldırırken. ''Tufan, yanımdaydı diğerleri arkaya ilerlerken. Beni rahatsız etti bende rahatsız olduğum için inmek zorunda kaldım.'' kafasını anlayışla sallarken yanındaki polis ''Neden rahatsız etti?'' diye sordu.

''Sözleriyle, sonra omuzuma falan dokundu bende... rahatsız oldum.'' O da yanındaki polis gibi anlayışla karşıladı. ''Peki sonra ne yapıyordun, özellikle gece yarısı civarında.'' gerginliğimden dolayı derin bir nefes aldım. O sırada Müdür'ün bana uzattığı suyu alarak gözlerimle teşekkür ettim, ardından sudan birkaç yudum alıp rahatlamak adına nefes aldım ve karşımda benden cevap bekleyen iki memura döndüm. ''Eve yürüyerek gittim, yemek yaptım birkaç video izledim. Ödevlerimi yapıp uyudum. On bir civarıydı uyuduğumda.'' önündeki kâğıda birkaç not aldı ardından kafasını tekrar kaldırıp direk gözlerime kenetledi. Çok güzel açık kahve gözleri vardı ve açık konuşmak gerekirse etkilenmiştim. ''Evde başka biri var mıydı, söylediklerini doğrulayabilecek birisi?'' kafamı olumsuzca sağa sola salladım. ''Annem işteydi, evde tektim.'' kafasını anlayışla sallayıp kâğıda birkaç not aldı. Yanındaki diğer memur ''Baban?'' diye sorduğunda duraksadım. Dudaklarımı daha çok gerilmenin verdiği rahatsızlıkla ısırıp diğer elimi de kanattım ama bu kez acı hissetmedim, bu kez acıyla inlemedim. ''Yok.'' dedim net bir ses tonuyla. ''Vefat-''

''Terk etti. Henüz beş yaşıma yeni gireceğim zaman.'' dudakları şaşkınlıkla aralandı, dakikalar sonra ''Affedersin kızım.'' diye mırıldandı. Başımı eğmekle yetindim, gözlerim müdürün odasını incelemek için polislerden duvarlara döndü. Tabloları inceledim, resim kulübünün yaptığı resimler asılıydı. Müdürün eğlencesine öğrencileriyle, özellikle satranç kulübü öğrencileriyle oynadığı satranç masası kenarda duruyordu. Hemen arkasında su sebili vardı.

''Peki, bunlar yeterli. İfadeniz Faruk ve Furkan ile uyuşuyor başka bir sorumuz olursa size ulaşırız. Son bir sorum var. Tufan'ı tanımadığını söylemiştin ama bir gariplik ya da bir değişik bir sezin oldu mu? yani şüphelenebileceğin bir şey. Mesela ona gelen bir mesaj bir arama ya da sıkıntılı bir yüz ifadesi.'' Ne kadar istemesem de dünü düşündüm. Yoktu, gayet geniş bir ifadesi vardı. Siyaha dönük gözleri sırıtıyordu, dudakları da kalındı ve gözlerine uyum sağlayarak o da sırıtıyordu. Yanakları tombuldu, saçları düz ve hafiften uzundu, boyu ise benden çok da uzun sayılmazdı. Gayet normaldi, göz altları şişik değildi sigara kokmuyor hatta aksine kendini parfüme boğmuş şekilde ağır kokuyordu.

''Hayır, telefonunu eline bile almadı.'' bunu bekliyor gibi dudaklarını ısırdı. ''Peki, teşekkürler derse dönebilirsin. Müdür bey.'' elini Müdür beye uzattı ve sıktı. Ardından dosyayı eline alıp cebinden telefonu çıkardı ve birkaç numara tuşlayıp ararken odadan çıktı. Genç duruyordu, ona rağmen yapılı vücudu büyük gösteriyordu ama yüzü Baby Face idi.

Gözlerimi kapanan kapıdan alıp diğer memura döndüm. Müdürle görüşüp odadan çıktı, müdür bey bana döndü. ''Eksik ya da yanlış bir şey söylemedin değil mi Mabel?''

''Hayır.'' dedim düşünmeden. Tamamen doğruları söylemiştim. Olanı ve gördüklerimi hatta yaşadıklarımı. ''Anladım, polislerin söylediklerine göre sadece okulun içinden birilerini öldürmüyormuş. Yani okuldan ya da etrafından biri olabilir ama polisler sadece erkekleri öldüren bir seri katil olduğunu düşünüyor. Korkma lütfen eminim yakın zamanda katili bulacaklardır. Bu konuştuklarımızda aramızda kalsın, kimseyi daha fazla korkutmayalım.'' anlayışla kafamı ağır ağır salladım ''Peki.'' diye mırıldanırken. ''Derse dönebilirsin, öğretmenin derse girmiştir.'' Zoraki gülümseyerek odadan çıktım. Çıkar çıkmaz gerginliğimi üzerimden biraz da olsa atmış, derin bir nefes bırakmıştım. Koridorda kimse yoktu, oldukça sessizdi.

Hızlı adımlarla sınıfa yöneldim, aklım öyle dolmuştu ki. Dün diri diri gördüğüm birinin bugün öldüğünü öğrenmek bana ölümün her an kapıda olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı. Tufan'ın da fark etmese de peşindeydi ve almıştı işte canını, daha dün gündüz görmüşken gece öldürülmüştü. Bir cinayete kurban gitmişti. Beklemediğim anda beklemediğim şekilde bir ölüm haberi daha almıştım, etkiliyordu. Ölüm haberleri beni korkutucu derecede etkiliyordu çünkü yedi yaşımda ilk ölümle karşılaşmıştım. Tekrar o günlere dönmek istemiyordum, korkuyordum. O günlere döndüğümde kurtulamıyordum. Girdap gibi çekiyordu içine.

Ölüm her an peşimizde olan bir nefesti, Azrail her an peşimizde olan bir gölgeydi. Kimsenin göremediği, duyamadığı ama öldüğünde ondan başkasını göremediği bir gölgeydi.

Tüylerim diken diken oldu. Sınıfın önüne geldiğimde yutkunup ellerimi yumruk yaptım ve kapıya üç kez vurdum.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere..

 

Loading...
0%