@byzloey
|
V A H A Avuç içimden su kadar akışkan ve soğuk bir şey akıyordu. Ne aktığını biliyordum, bu kokuyu tanıyordum. Bu koku bana yabancı değildi, bu ellerimdeki lekeler bana yabancı değildi. Bu ellerde kaç beden ruhunu teslim etmişti. Bu avuçlar kaç bozuk kan hissetmişti, kaç derece sıcaklığa dayanmıştı. Gözlerim kaç parça cesetlere şahit olmuştu, hiç yaş akmamış hiç yanmamıştı bile. Yanan tek şey harıl harıl atan kalbimdi. Sanki biyolojik sebeplerden değil de içimdeki ateşle atıyordu, ateş harlandıkça kalp atışım bile hızlanıyordu. Ve Mabel'in de dediği gibi, karanlığa yani bana o bile itaat ediyordu. ''Dünya bana alışıyor, doğa bile bana hizmet ediyor.'' Diye mırıldandım gülerek. İlk cinayetimde yani kendi işlediğim ilk cinayetimde üstüm başım kan olduğunda tiksinmiştim. Eve kadar nasıl buna dayanacağımı düşünmüştüm, dakikalar içinde yağmur yağmıştı. İkinci cinayetimde adamı derinlere atarak çukurun içine W imzamı atmıştım. Çukuru kazarken gerçekten midem bulanıyordu, toprak garip şekilde çökmüştü. Sanki altı boştu ve ben üstü hafiflettiğimde çökmüş gibiydi. İlk zamanlar her zaman zordur, her konuda. Benim içinde zordu, çok midem bulanmıştı, görüntü aklımda bozuk plak gibi sarıp duruyordu ve her görüntüye yeni bir görüntü daha eklendiğinde bana daha uzun işkenceler ediyordu. Tabi buna alışmam oldukça kısa sürmüştü. Bazen bunu hazmetmem ve buna alışmam için içime kapanırdım. Mabel, Mabel olmanın keyfini sürerdi. Ben ise izin verdiğinde onu izlerdim. İlk cinayetimi Mabel'i kurtarmak için ona akıl verdiğim gün işlediğimi kabul etmiyordum. Çünkü o bir cinayet değildi, o bir nefsi müdafaaydı. Ben ise ona kurtulması için sadece bir fısıltıda bulunmuştum. İkinci verdiğim akılla öldürdüğü adamı ilk cinayetim sayıyordum. Benim ilk cinayetim oydu, çünkü bu aklı ona öldürmesi için ben vermiştim. Bu bilinçli olarak öldürmesi içindi. Tam üç yıl birini öldürme isteğiyle yanıp tutuşmuştum. Ellerim kaşınıyordu, kalp atışım hızlanıyor bedenim terden su oluyordu. Çok zor duruyordum bir katliam çıkarmamak için, sonunda ise katliamı birden yaratmaya değil yavaşça yaratmaya karar verdim. O zamanlar birçok kez karanlığa kaçmak istedim, saklanıp yok olmak görmemek duymamak. Çünkü her gördüğüm kadın ölüm haberinde, her duyduğum kadın çığlığında kendimi zapt etmek zor oluyordu. Benim o zamanlar kaçtığım karanlığa şimdi de Mabel kaçmıştı. Saklanıyordu, yok olmak istiyordu. Bu yüzden bu bedeni bana bırakmıştı, bıraktığı beden harabeydi. Sorun şu ki bedenin içindeki ruhlar da harabeydi. Oturduğum sandalyeden kalktım, elimde döndürüp durduğum bıçağı her zamanki yerine koydum. Bıçağın yansımasından bir saattir kendime bakıyordum. Mabel'i görebilme duyabilme isteğiyle bakıyordum. Çünkü bana bir not bırakmıştı ve bu not Mabel'in asla yazmayacağı bir nottu. Kendimi koridorda yerde yatarken bulmuştum. Gözlerimde kurumuş yaşlar ve her yerimde acı dolu bir ağrı vardı. Açtım, yorgun ve uykusuzdum daha da kötüsü baş ağrım beni ağlatacak kadar şiddetliydi. Canım hiçbir şey istemiyordu ama açlıktan bayılmak da istemiyordum. Kusma isteğim artana kadar atıştırıp duşa girmiştim, bu bile inanılmaz iyi gelmişti. Duşta da duştan çıktığımdan beri de bıçağıma bakıyor Mabel'i bekliyordum. Çünkü duşa girmeden hemen önce bıraktığı notu bulmuştum. 'Birilerini korumaktan çok yoruldum artık, kendini koruyamayan biri başkalarını nasıl koruyabilir zaten değil mi? Sana sadece bir uyarı bırakmak istedim, Atlas'a karşı dikkatli ol. Şüphelendiği şeyler olabilir, bunu sana söylediğime de pişman etme.' Demek ki Rüveyda'nın şüphelendiği kişi Atlastı. Atlas tabi ki seçeneklerimin arasında vardı ama karakterine uymayan tavırlar sergiliyor beni şaşırtıyordu. ''İkiye ikiyiz ha doktor.'' Diye mırıldandım. Atlas ve doktor, ben ve Rüveyda. Belli belirsiz gülümsedim, Mabel'in beni düşündüğüne inanmak zordu. Açıkçası hoşuma da gitmişti. Ona biraz zaman tanımaya karar vermiştim ama bu süreçte akıldaki soru işaretlerini de kaldırmalıydım. En azından bir iki gün istediği gibi bir iki gün ona zaman tanıyabilirdim. Bu bir iki günde de ben geleceğimiz için olan riskleri belirlemeliydim. Kendimi iyi hissedene kadar, gördüğüm şeyi atlatana kadar ise bunları aradan çıkarmış boşa yaşamamış olurdum. Bu halde birini kurtaramazdım, bu halde kendimi bile kurtaramazdım. Mabel'in de dediği gibi Kendini kurtaramayan biri başkalarını nasıl kurtarabilirdi? Bıçağı her zamanki yerine koyduktan sonra dolabı açtım. Mabel Rüveyda'nın önerisiyle dolabı ikiye ayırmıştı, dolabın bir tarafı tamamen siyah ve koyu renklerle doluyken diğer tarafı açık ve koyu karma renklerde dolmuştu. Koyu renklerin altında topuklu ayakkabılar diğerinin altında ise Converse olanlar dizilmişti. Kendi kıyafetlerimden koyu yeşil bir üst, siyah bir deri tayt giyip ayağıma topukluları geçirdim. Giyindikten sonra dolabı kapattım ve üzerimden çıkardıklarımı özenle kirli sepetine koydum. İlk zamanlarda Mabel bakmadığı için kanlı kıyafetlerimi burda saklayabiliyordum. Görse bile bu Mabel ile tanışmak için iyi bir sebep olur düşüncesiyle gayet rahat davranıyordum. Çünkü başkasına yakalanmayacağıma emindim. Mabel gördükten sonra toparlardı, toparlamasa bile başkası görürdü ve gördüğü kişiye uygun bir açıklamada bulunurdu. İşlerin her zaman yolunda gideceğine dair bir güven vardı içimde her zaman. Şu ana kadar oldukça yanlış yapmıştım ama hiçbir zaman zeki bir polis çıkıp da burda hata var diyememişti çünkü detaylı incelemiyorlardı. Çünkü yeterli eğitim almıyorlardı, torpille gireninden sadece işim olsun para kazanayım diye düşünenine kadar dolu olan bir kurumda nasıl suçlular yakalanabilirdi ki? İşini hakkıyla yapan sayılı insanın bana denk gelme olasılığı da yakalanma olasılığım kadar düşüktü işte. Etrafta dağınık kalan yerleri toparladıktan sonra yatağın üzerindeki telefonu aldım ve Atlas'ın numarasını tuşlayıp hoparlöre alarak saçımı yapmaya başladım. Üçüncü çalışta açmıştı, sesi biraz uykulu geliyordu. ''Efendim.'' ''Günaydın, saat üçe geliyor ama senin için bir önemi yok sanırım.'' Düzleştiriciyi odayı toparlamadan önce taktığım için çoktan ısınmıştı. Atlastan cevap beklerken sesimin ne kadar kötü geldiğini fark etmiştim, ruhum da ki yorgunluk sesime bile yansımıştı. ''Fark etmemişim, geç uyudum biraz. Sen... nasıl oldun?'' şu anlık dikkat çeken bir şey yok gibiydi. En azından şüphelendiğine dair bir sezi almamıştım. Ya kendini gayet sakin tutarak konuşuyordu ya da hiçbir şey bilmiyordu ve aradığımız kişi Atlas değil Setenaydı. ''Aynı, dışarda biraz işlerim var. Tek gitmek istemiyorum sende müsaitsen gelir misin diyecektim.'' Aslında bu cümlenin özeti 'seni inceleyip ağzını aramak istiyorum acaba gelir misin?' di. Eğer Mabel rolünde olmasan kesinlikle rica da bulunmam buçukta burada ol dedikten sonra telefonu kapatırdım ama Mabel için sabırlı davranıyordum. Zaten sabrı bana o öğretmişti. ''Şey.... Tabi olur. Kaç gibi.'' Başka ki bekletmesine göz devirerek saçımı düzleştirmek için sol tarafa geçtim. ''Hemen?'' saçımın sağ tarafı bitmişti, sol tarafı da aman aman uzun sürmezdi. ''Hemen mi? Tamam o zaman, kalkıp hazırlanayım. En fazla yarım saate ordayım.'' Yatağından kalktığını gelen hışırtı seslerinden anlayabiliyordum. ''Kırk dakika sonra evden çıkıyorum. Görüşürüz.'' Telefonu yüzüne kapatıp müziklerde benim listem olan kısma girdim ve rastgele bir tane açtım. En azından dışarıdan harabe görünmemem gerekiyordu. Vahayı kimse çökmüş şekilde göremezdi, görmemeliydi. Düşmanı bir kere düşmüş vaziyette görürseniz bir daha asla onu düşmanınız olarak göremezsiniz. Çünkü artık düşmanınız olarak değil düşmüş zayıf bir insan olarak bilirsiniz onu. Saçımı tamamen bitirdiğimde düzleştiriciyi çektim ve müziğe kendimi kaptırarak makyajıma geçtim. Yüzüm gerçekten tam bir ergen yüzü gibi duruyordu, eşsiz bir güzelliğe sahiptim ama buna bakmayı Mabel bilmediği için bu kadar güzel yüz tam bir harabeye benziyordu. Makyajımı bitirdikten sonra aynada bir süre kendimi izledim, özellikle de gözlerimi. Gözlerimde hala o korkak küçük kızı göremiyordum. Derin bir nefes aldım. ''Umarım ortaya çıkman uzun sürmez Mabel, ben de senin gibi bir süre dinlenmek ve ortadan yok olmak istiyorum.'' Oturduğum makyaj masasından kalktım ve çantaya telefonu cüzdanı atarak aşağı kata indim. Tüm camlar açıktı, ben açmıştım. Bedenim her zamankinden sıcaktı o geceden beri, o gördüklerimden beri çok sıcaktı. Saniyeler içinde boncuk boncuk terlediğim için camları açmak beni rahatlatmıştı. Kapıyı çektim ve bahçe kapısına doğru ilerledim. Üzerime bir şey almamıştım, bu soğuk beni anca normal hissettiriyordu. Bahçe kapısını açtığımda tam karşı da ki duvara yaslanmış Atlas ile gözlerimiz kesişti. Tam kırkıncı dakikada çıkmıştım, o da tam kırkıncı dakikada karşımda duruyordu. Dakik olması beni gayet memnun etmişti. ''Merhaba, nasılsın?'' dedi nazikçe. ''Gördüğün gibi.'' Diyerek kollarımı açtım. Eğer sen İdil hanımın tarafındaysan sana kötü görünemem Atlas. ''Düne göre bambaşka.'' Şaşkınlığını belli belirsiz atlattıktan sonra mahcup şekilde gülümsedi. ''Ve inanılmaz derecede göz alıcı.'' Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. ''Teşekkürler.'' ''Nereye gidiyoruz?'' sorusunu duymadan ilerledim, o da benimle ısrarcı olmadan durağa doğru yürümeye başladı. Bugün eğer benden korkar ya da şüphelenirse Atlas da artık benim karşımda olacaktı. ''Önce dövmeciye, ardından da.... Bize geçebiliriz sana ısmarlayamadığım kahveyi ısmarlarım ya da dışarı da bir şeyler içeriz.'' Neyse ki Atlas varken dinlemiş o gider gitmez Mabel ile konuşmuştum. Yoksa daha bağımsız bir bahane bulabilirdim ve bu pek benlik değildi. ''Aslında akşam çocuklara sözüm var yani başka zaman yapabiliriz sen de yalnız kalmak istersin.'' Tek kaşımı kaldırarak kafamı ona çevirdim. Ben istediğimi alana kadar hiçbir yere gidemezsin genç adam. ''bence çocuklarla başka zamanda vakit geçirebilirsin, bu gece gelmeni teklif ettim, beni red mi edeceksin?'' Atlas'ın eli ensesine gittiğinde vardığımız durağa yaslandım. Gözüm Atlas ile taksi geçmesini beklediğim yol arasında gidip geliyordu. ''peki o zaman. Bugün seninleyim.'' Memnun bir tavırla kafamı salladım. Gözüm yolda gibi görünse de göz ucuyla Atlas'ı izliyordum. Cebinden telefonunu çıkardı ve kısa olmayan bir yazı yazıp ekranı kilitledi ve arka cebine koydu. Neden sana hiç güven duygusu hissetmiyorum Atlas? Ben onu izlemeye devam ederken ani hareketiyle gözümü ondan çektim, taksi çevirmişti. Atlas sessizce kapımı açınca belli belirsiz gülümsedim ve arka koltuğa bindim. ''İstiklal caddesine.'' Taksici kafasını aşağı yukarı sallayıp sürmeye başladığında Atlas da kemerini taktı ve sessiz bir yolculuk gerçekleşiyordu. Ta ki taksici konuşmaya başlayana kadar. ''Oraya gitmek istediğinize emin misiniz çocuklar?'' neden bu soruyu sorduğunu biliyordum, gülümsedim ve arkama yaslandım. Gözüm yan aynadan zor da olsa görebildiğim Atlastaydı. ''neden sordunuz ki?'' dedi gayet meraklı bir şekilde. ''Daha yeni cinayet gerçekleşti ya orda, her tarafı kapattılar sayılır. Trafik de tıklım tıklım orada.'' Atlas sessiz kalmaya karar vermiş gibi yutkunup gözlerini taksiciden kaçırınca aklımdaki soru işaretlerini gerisine ihtiyaç duymadan kaldırdım ve genişçe gülümsedim. Evet Atlas, ikinci düşmanım sensin. Hem de öldüreceğim değil, savaşacağım ilk erkeksin. ''Ne cinayeti peki, yine şu seri katilin mi?'' dedim gayet dinç bir sesle. Yaptığım eseri duymak istiyordum, yapma sebebimi aklıma tekrar getirmeden o eseri yapışımı duymak istiyordum. ''O değil sanırım. W harfi yokmuş bu kez cinayetin üstünde arkadaşlardan biri görmüş olay günü müşteri götürürken M harfi varmış yerde. M harfinin üzerine parçalarını yerleştirmiş cani herif.'' Atlas şaşkınca ağzı açılmış vaziyette taksiciye döndü. ''Nasıl yani, öldürdüğü adamın parçalarından M harfi mi yazmış.'' Taksici tiksinir bir surat ifadesiyle kafasını sallarken büyük bir rahatlamayla gözlerimi yumdum. Tabi ki de üzerimi değişip geri dönmüştüm çünkü duvarda kanım kalmıştı, o kanın üstünü sakızlarla örtmüştüm. Sakızlar yapıştırıp sakızların üstüne çöpler yapıştırmış orayı kapatmıştım. Dikkat çekmiyor hiçbir şey de görünmüyordu. Şaheserime bakmak için de alana tekrar gidip çizdiğim M harfinin üstüne ceset parçalarını dizmiştim ve bundan hiç pişman değildim. Atlas oturduğu yerde kıpır kıpır kıpırdanırken neden istiklal caddesine gittiğimi anlamasını bekledim ama anlamadı. Dövmeci olan çok yer vardı, istiklal caddesini özellikle seçmiştim. Çünkü burası cinayet mahaliydi. İstiklal caddesine yaklaştığımızda oluşan trafik taksici adamı haklı çıkarmıştı. Tek bir yol vardı ve o yolda arabalar çok ağır ilerliyordu. ''H..hala bir ip ucu bulamamışlar mı?'' dedi Atlas titrememesine özen gösterip beceremediği sesiyle. Taksici ise elini direksiyondan çekti ve ensesine koydu. ''Nerde be olum. Valla daha önce hiç keşke kız doğsaydım dememiştim.'' Bu cümlesi gülümsememe sebep oldu. Eğer şerefsiz değilseniz korkmanıza gerek yok beyler... ''Nerden biliyorsunuz katilin erkek olduğunu?'' aklıma herif demesi takılmıştı. Herkesin hatası buydu, olayı olabilecek olamayacak şeyler olarak ayırmamaları gerekiyordu. Her ihtimali göz önünde bulundurmaları gerekiyordu. ''Kızım hangi kadın bu kadar korkunç olabilir?'' ''W'' dedim bir saniye bile beklemeden. ''Olmuş ki siz de kız olmayı dilemişsiniz.'' ''Tabi W dediğimiz kişi kadınsa.'' Dedi alay eder gibi. Bundan rahatsız değildim, aksine hoşnuttum. Çünkü bir kadını zayıf gördüklerini bende biliyordum ama bunu yapanın bir kadın olduğunu duyduklarında alacakları ifadeyi sadece düşünmek bile bana yetiyordu. ''Sence Atlas? Kadın mıdır, erkek midir?'' Atlas nutku tutulmuş vaziyette hala sessizdi. Sanırım hazmetmeye çalışıyordu. Koltuğunu arkadan dürttüğümde sıçradı ve derin bir nefes aldı. ''Efendim.'' ''Sence diyorum, bu seri katil kadın mı, erkek mi?'' ''Şey...'' taksici taksiyi durdurduğunda Atlas cebinden nakit uzattı ve sorudan kaçarak taksiden bir yere yetişmesi gerekiyor gibi telaşla indi. Taksici arkasından ''Oğlum dikkatli ol.'' Diye bağırsa da duymamıştı, bende peşine inip taksiciyi duymazdan geldim. ''Bu fikirlerinizi elbet bir gün değiştireceğim.'' Diye mırıldanarak Atlas'ın yanına hızla yürüdüm. Fazla hızlı yürüyordu ve yanlış tarafa yürüyordu. ''Hey! Ters yöne gidiyorsun.'' Atlas hala beni duymadan ilerliyordu, yüzümü ekşitip koşar adımlarla kolundan yakaladım. ''Yanlış yön diyorum sağır mısın?'' Yüzü kireç gibi olmuştu, eliyle midesini tutuyordu. ''İyi misin sen?'' Atlas kolundaki elimi çekip bir adım geriye gitti. ''E...evet iyiyim. Neredense göster sen gidelim.'' Bu halini hiç önemsemeden kafamı 'hay hay' dercesine salladım ve önden onu da kontrol ederek dövmeciye doğru yürümeye başladım. Sonuçta liseli bir ergenin peşinde koşacak değildim, öyle değil mi? Sessizce kalabalığın arasından yürüdüğümüz on dakikanın ardından dövmecinin olduğu binaya vardık. Parçalara ayırdığım ceset buradan tam 17 dakikalık bir yürüme mesafesindeydi. Oranın kapatıldığını ve yakınına dahi kimseyi almadıklarına emindim. Bu ise benim zaferimdi, çünkü herkes kendinden şüphe edecek onun için geleceğimden korkacaktı. En azından erkekler... 3. kata geldiğimde kapıyı çaldım ve arkamda sessiz sedasız duran Atlas'la kapının açılmasını bekledim. Ağzını bıçak açmıyordu, merdivenlerde bir ara telefonunu çıkarmıştı yine birine mesaj atmıştı tabi o birinin İdil Hanım olduğuna adım kadar emindim. Ona haber veriyordu, ona her hareketimi bildiriyordu. Önemi yoktu, istediğini söyleyebilirdi. Benim İdil hanıma karşı planlarım dışarda değil içerideydi. Hareketlerimde değil aklımdaydı. Bunu Mabel bile öğrenemezdi, İdil hanımın öğrenmeyi düşünmesi ise oldukça komikti. ''Merhaba, Mabel Hanım değil mi?'' dedi dövmeci adam güler yüzle. Sakalları uzun renkli gözlü kaslı ve her tarafı dövme olan genç bir adamdı. ''Evet.'' ''Sizi şöyle alayım, hemen geliyorum.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak gösterdiği koltuğa ilerledim. ''Deseni söylemedin.'' Dedi Atlas hayret edici şekilde sessizliğini bozarak. ''Sadece desen değil, bir de söz var. İkisini de ona ilettim.'' Atlas üstelemeden sessizce yanımda durmaya devam etti, koltuğa oturup dövmeci kadının gelmesini bekledim. Adını hatırlamıyordum, pek de umurumda değildi. Bana dövme yapmaya özellikle kadın istemiştim, adamların gözleri ve nefisleri doyumsuzdu. Onları bugünlük doyuranlardan biri de ben olmayacaktım. ''Dövmeni nerene yaptıracaksın?'' ''Sırtıma... ve evet üzerimi çıkaracağım.'' Atlas ellerini cebine koyup kapıya doğru ilerledi. ''Öyleyse ben girişte bekliyorum.'' Benden bir cevap beklemeden odadan çıktı. ''Aslında beklemek yerine İdil hanımı arıyorum desen daha iyi olurdu. En azından dürüst olurdun.'' Diye mırıldandım. Çünkü yapacağı ilk şey bu olacaktı buna emindim, Atlas çıktıktan dakikalar sonra içeri beklediğim kadın girdi. ''Bu ilk dövmeniz mi olacak?'' kafamı aşağı yukarı sallayıp üzerimi çıkardım ve yüz üstü uzandım. ''Sözü sanırım telefonda iletmişsiniz.'' ''Evet.'' Kadın elindeki kâğıdı kenara bıraktı ve yanımdaki tekerlekli yuvarlak oturağa oturdu. Tam Sırtımın üzerine istemiştim bu dövmeyi. Gözüm kadının önüme bıraktığı kâğıda kaydı, dövmem olacak yazı karşımda güzel bir el yazısıyla duruyordu. Kapanmamış kulağın, tek duyacağı kadın çığlıklarıdır. İtalik bir yazı ile olacaktı. Uzun ve biraz acılı bir sürenin sonunda sırtımdaki dövme tamamlanmıştı, kadın beni dikleştirip sırtıma ayna tuttuğunda karşımdaki aynadan nasıl durduğunu dikkatlice inceledim. Tam istediğim gibi olmuştu ne eksik ne fazla. ''Mükemmel.'' Dedim ve diğer dövmemi yapacağı nokta için kadına döndüm. Tam göğsümün arasından biraz altına inen W ve M harfinin birleşimini yaptıracaktım. W iki V'nin birleşiminden oluşuyordu ikinci kişiliğin iki V'si ve bu iki V ters döndüğünde M harfi oluyordu. Mabel'in M'si. Kadın dövmeleri tamamen bitirip kapattığında üzerimi giyindim ve yüzümü ekşiterek çantamı alıp girişte bekleyen Atlas'ın yanına ilerledim. Telefonla görüştüğüm adam ile Atlas sohbet ediyor gayet samimi olmuş gibi duruyorlardı cüzdanımdan parayı çıkarıp yanlarına ilerledim ve dövmeli adama parayı uzattım. ''İstediğiniz gibi oldu mu? '' ''Evet evet çok beğendim. Elinize sağlık.'' Son cümlemi kadına dönüp kurduğumda kafasıyla teşekkürümü aldı. ''Hadi gidelim.'' Atlas güler yüzle adamla görüştü ve arkamdan gelerek bana yetişti. ''Şimdi ne yapıyoruz?'' dedi biraz daha kendine gelmiş bir halde. Gerçekten adamla konuşmak onu biraz rahatlatmış olmalıydı. Belki de İdil hanımla... ''Eve pek gidesim yok... Belki başka bir yere gidebiliriz.'' Atlas yanıma geçip elleri cebinde çizgilere basmadan yürümeye çalışırken düşünür gibi bir mırıltı çıkardı. ''Mmmm. Buranın ilerisindeki tepe de bir bistro var ama taksiyle çıkmamız lazım. Tüm manzarayı ayaklar altına seriyor.'' ''Alkol var mı?'' Atlas kafasını aşağı yukarı salladığında yoldan geçen taksicinin neredeyse önüne atladım. Atlas bana şaşkınca bakarken ben onu gram önemsemeden ''Öyleyse gidiyoruz.'' Diyerek arka koltuğa atladım. Sonuçta kafa dağıtmaktan bahsediyorduk ve bu şu an en çok ihtiyacım olan şeydi. Atlas gideceğimiz yeri taksiciye söylerken bende camı açtım. Hava soğuktu ama ben üşümediğim için herkesin garip bakışlarına maruz kalıp bunu görmezden geliyordum. ''Yalnız dönüşte oradan taksi bulamayabilirsiniz, yollar hep kapalı ya sonra orda kalmayın.'' ''Ah evet doğru, bunu unutmuşum. Başka bir yere-'' ''Hayır hayır gidin, biz döneriz.'' Atlas'ın sorusu bitmeden yanıtımı verip arkama yaslandım. Oraya gitmeyi bir kere planlamıştık şimdi ufak bir pürüzden dolayı vazgeçecek değildim. ''Peki o zaman gidelim.'' Atlas hoşnutsuzca konuşsa da umurumda değildi, benim tek isteğim biraz eğlenmekti. Uzun zamandır eğlenemediğim kadar hem de. Dik birkaç yokuş çıktıktan sonra sol taraftan baya bir ilerledik, Atlas'ın da dediğin gibi burası her yeri ayaklar altına alıyordu. Eşsiz bir manzarası vardı, güneş batımına denk geldiği için gerçekten enfes bir görüntü sunuyordu bize. Hava kararmaya başlayacaktı, saat ilerliyordu. Taksici durduğunda Atlas parayı uzatıp önden indi. Gözüm taksiden inerken bistroya döndü. Dıştan gayet çekici bir yer gibi duruyordu. Nostaljik ama bir o kadar da moderndi. Atlas önden ben de hemen arkasından içeri girip cam kenarı olan yere geçtik. İçeri de çok az insan vardı. Atlas bana döndüğünde ''Her zamankinden.'' Diyerek çantamı kenara bıraktım. Daha önce eğlendiğimizde ne içtiysem yine aynısından içecektim. Aslında bu bir nevi testti. Atlas'ın o günün aklında kalıp kalmadığını öğrenmek için bir test. Mabel bunun başarısız olduğunu düşünüyordu bunu ona kanıtlamak için bir testti. Siparişlerimizi almaya gelen adama içkileri söylediğinde bu testi geçmişti ama güven testinden çoktan kalmıştı. ''Çok acıdı mı?'' boğazını temizleyip oturuşunu düzeltti. Sorusu dövmelerin canımı yakıp yakmadığıydı. ''Biraz.'' ''kaç tane yaptırdın?'' dedi merakla. Gerçekten ilgili duruyordu. ''İki.'' ''Sembol demiştin, ne sembolü.'' Sembolü söylemeyecektim ama anlamını söyleyecektim. Eğer Atlas'ın yerine Rüveyda olsaydı kesinlikle anlamından dövmeyi bulabilirdi. Gerçekte böyle bir sembol yoktu ben oluşturmuştum Mabel ve benim baş harflerimden çünkü bu işte beraberdik ama Rüveyda bunu bile anlamından çözebilirdi. ''Anlamı nedir?'' ''Uygulanamayan adalet anlamına geliyor.'' Şaşırmasını en azından şaşırmış rolü yapmasını beklemiştim ama yapmamıştı. Sanırım bu işleri hiç beceremediğinin farkındaydı. ''bence sen sembolün ne olduğunu zaten biliyorsun.'' Dedim ellerimi cam masanın üzerinde birbirine kenetleyip çenemi yaslarken. ''Anlamadım?'' ''bence gayet güzel anladın.'' Atlas oturduğu yerde rahatsızca kıpırdanırken içkiler geldi. Bu konuları konuşmadan önce biraz gevşemek adına bardağımı kafama diktim. Biraz hızlı içmem çarpmıştı, özellikle tam doymamış bir karınla bu kadarı bana zarar verecekti ama umurumda değildi. Atlasta yavaşça içkisinden alırken tekrar ellerimi kenetledim ve ona odaklandım. ''Karşında oturanın kim olduğunu biliyor musun? İdil hanım sana benden de bahsetti mi?'' ''Evet.'' En azından geç de olsa dürüst davranmaya karar verdin. ''Güzel, yani herkesin aradığı bir seri katil olduğumu bildiğin halde polise gitmek yerine İdil hanıma gittin. Neden?'' ''Aslında polise gidecektim, Mabel için.'' Son cümlesi benim kahkaha atmama sebep oldu. Mabel için... Ah Mabel seni ne kadar da seviyorlar. Ama sevmeseler sana daha çok yararları olurdu. ''Yanında olduğun kadının nasıl biri olduğunu biliyor musun peki? Hadi benim nasıl biri olduğum az çok belli. Ya onun?'' ''ne demek istiyorsun?'' ''İleri de pişman olup yanlış bir şey yapmamak için onun tarafından çekil diyorum. Henüz gözümü karartmadım ama karartırsam kendim dahil herkesi harcarım. En başta da sizi. Ya tarafsız kal ya da düşmanım ol. Sana mühlet bu hafta düşün taşın tanı yanında olduğun kadını. Sana verdiğim mühlet dolduğunda artık düşmanım olacaksın ve bu sonradan pişman olsan bile düzelmeyecek.'' Atlas sertçe yutkundu ardından kurumuş dudaklarını yalayıp el işaretiyle içkileri yeniletti. ''Bir hafta mühlet...'' diye mırıldandı. Kafası dalgındı, bu savaşta hangi tarafta olursa yanacaktı ama benim tarafımda olursa en azından Mabel'i yanmaktan kurtarabilirdi. 'Görünüşe göre sen de beni baya seviyorsun.' Mabel'in sesini beklemediğim anda da olsa duymak dudaklarıma geniş bir gülümseme yaydı. Beraber yaralanıyor olabiliriz Mabel ama beraber sarıldığımızı da unutma... ''Ne oldu, neden gülümsedin?'' ''Seninki benimle konuştu.'' İşte şimdi rol yapmadan şaşırıyordu. Bu kadar şeye şaşırmayıp buna şaşırması da oldukça ironikti. ''Nasıl yani, siz içinizden.... Peki beni duyabiliyor mu?'' ''Ne o selam mı söyleyeceksin? Ya da dur oralar nasıl diye mi soracaksın?'' sesli bir kahkaha atmaya başladım, etrafta az olan insanlar da bana dönmüştü ama umurumda değildi. Bu gerçekten komikti, bir Rüveyda iki Atlas yanımdayken oldukça eğleniyordum. ''Sormadım say...'' utançla yüzünü yere eğdiğinde gülümsedim. Selam söylemeyecek misin çocuğa, ne kadar ayıp. Bak yüzü düştü Mabel. 'Kendi işine bak mümkünse.' ''Sana selamı varmış.'' Dedim gülerek. 'Ne dedim ben sana.' İşine bak dedin bende bakıyorum. ''Selamı mı?'' Kafamı aşağı yukarı salladım ve yeni gelen içkimi içtim. 'Ne zamandır çöp çatanlık işine de başladın.' Aaa! Haberin yok mu ek iş olarak sıkıştıkça yapıyorum. ''Evet selam söyledi.'' Elini tekrar streslenerek ensesine attı ve derin bir nefes verdi. ''Aleyküm selam.'' Bir kahkaha daha atmamak için dudaklarımı dişledim. Mabel'in sesi kesilmişti. Sanırım onu biraz kızdırmıştım. Atlas içkisini bitirdiğinde boynumu kütlettim. Uykudan göz kapaklarım ağırlaşmıştı, uykusuzluk bana kendimi zayıf hissettiriyordu. ''Kalkalım mı?'' dedim eve gidip uyumayı düşünerek. ''olur.'' Kenardaki çantamı aldım ve onun ceketini giymesini beklemeden kasaya gidip hesabı ödedim. Hesabı hep erkek ya da eşit ödeme taraftarı değildim. Kim denk geliyorsa o öderdi benim kitabımda, para derdine hesabına girmezdim. İçeride toplam üç masa dolu kalmıştı, saat dokuza geliyordu. Hava çoktan biz içip konuşurken kararmıştı. Bistrodan çıktığımızda taksi bulmak için aşağı doğru yürümeye başladık. Atlas düşünceli görünüyordu, ben de üzerine gitmiyordum. Karar verene kadar düşmanım sayılmazdı, bu aynı suçu ispatlanana kadar herkes masumdur düşüncesi gibi bir düşünceydi. Arkamızdan şiddetli bir ışık vurduğunda kulağıma araba sesi ilişti. Araba yanımızdan hızlı bir şekilde geçmişti ve geçerken aklıma taksiden daha çabuk bizi ulaştırabilecek bir seçeneği de oluşturmuştu. ''Otostop çekmeye ne dersin?'' ''Buradan kimse geçmez ki?'' omuz silkip dudağımı büzdüm. ''Geçenlere deneyebiliriz.'' ''olur.'' On beş dakika kadar düz yolda yürümeye devam ettik. Bir on beş dakikalık daha yolumuz vardı, sonra yokuş inmemiz gerekecekti. ''Mabel'in annesi evleniyor.'' ''Haberim var. Davetiyesi çok çirkindi.'' Atlas bana hışımla dönüp 'ciddi misin?' der gibi bir bakış attığında gülümsedim. ''Mabel çok kötüydü.'' Dedi sesinde şaşırtıcı bir hiddetle. ''Emin ol Mabel'in en son düşüneceği şey annesinin düğünü. Hatta bence onu buradan biraz uzaklaştır onunla düğüne git. Sen gelirsen gitmekten başka çaresi kalmaz hem de buradan biraz uzaklaşmış olur.'' Öyle değil mi Mabel? Hello? Ah peki, yine küstün demek. ''Gitmek istediğini sanmıyorum.'' ''İkna et onu. Burada olmak ona iyi gelmiyor, biraz uzaklaşması gerekli.'' Arkamızdan tekrar bir ışık geldiğinde arkamı döndüm ve elimi uzattım, Atlas daha ön planda duruyordu. Araba durmadı ve yanımızdan geçti. Bir çift geçmişti muhtemelen kıskançlık ve yabancı insanlardan çekindiklerinden durmamışlardı. ''Öyleyse onu tatile götüreyim?'' ''Gelmez.'' ''Düğüne geliyor tatile neden gelmesin?'' sesli şekilde gülerek Atlas'a döndüm. ''Çünkü düğüne gitmeye zorunda hissedecek.'' ''Bu ona kötü gelir.'' ''Daha kötü gelen şeylerden daha iyidir ama.'' Atlas derin bir nefes verip kafasını sağa sola sallamaya başladı. Gözlerimi devirerek arkamı döndüm ve geri geri yürümeye başladım. Bir daha ki araba gelmeden biraz çekici olsam belki durmaları daha kolay olurdu. Beş dakika kadar yürüdüğümüzde uzaktan araba farkları göründü. Olduğum yerde durup saçımı yere doğru eğdim ve karıştırıp güzel bir kabarıklık yaptıktan sonra saçımı elimle düzeltip üzerimdekini bir tık aşağı çektim. İşte şimdi daha çekici duruyordum çünkü köprücüklerimin yanında dekoltem de belli oluyordu. Yolun ortasına doğru ilerleyip elimi uzattım, araba tahmin ettiğim gibi bize yaklaştığında durmuştu. Atlas kaşları çatık arabaya bakıyordu. Arabanın içinde iki genç çocuk vardı. ''Bence bir sonraki arabayı bekleyelim.'' Yüzümü ona çevirip kaşlarımı çattım. Ben sabırsızca eve gitmeyi bekliyordum onun bu dediği şaka olmalıydı. ''Neden?'' ''Ya sana bir şey yap-'' sözünü tamamlamadan dudaklarını birleştirince kıkırdadım. Sanırım erkeklerin korkulu rüyası olan kadının ben olduğumu yeni hatırlamıştı. ''ya bana bir yaparlarsa?'' önden arabaya doğru ilerlerken tekrar güldüm. ''Korkma ben seni korurum.'' ''Senin koruman mı yoksa korumaman mı daha korkutucu bilemiyorum. Bu geceyi sağ salim atlatsam bari...''
|
0% |