@byzloey
|
M A B E L Sessizliği insanlar nasıl duyardı? Bazen insanların sessizliğimizden bir şeyleri anlamasını ister ve beklerdik. Peki biz sessizlikle bastırılan çığlıkları duyabiliyor muyduk? Duyamadığımızı görmek gerekliydi, görebiliyor muyduk? Karanlığa gömülmüş ölümleri görebiliyor muyduk? Göremiyorsak hissetmemiz gerekliydi, hissedebiliyor muyduk? Bir insanda beş duyu organı olduğu halde nasıl duyamaz, göremez ve hissedemezdi. Biz sessizlikle bastırılan çığlıkları duyamıyor, karanlığa gömülmüş ölümleri göremiyor, ölenlerin çektikleri acıları hissedemiyorduk. ''Söylesene biz gerçekten yaşıyor muyuz?'' diye mırıldandım. Sanki bunu söyleyen ben değildim de Vaha bana söylüyor gibiydi. Bu cümleler ona aitti, ruhumu paylaştığımızdan beri birbirimize daha çok benzemeye başlamıştık. O yaşamayı hissetmeye başlamıştı ben de ölmeyi daha çok hissetmeye başlamıştım. ''Bana başka neler öğreteceksin Vaha?'' dedim boş tavana bakarken. Yüzünü bile aklımda canlandıramıyordum, aslında aynaya baksam görürdüm ama bu bazen akıl almaz bir gerçek olduğu için aynada kendime bakmak yerine onu başka bir bedende hayal etmek daha iyi geliyordu. ''Acaba sen sadece Vaha olarak var olmuş olsaydın nasıl biri olurdun?'' 'Sarışın, senden daha uzun ve daha koyu renkli bir göze sahip olurdum.' ''Hm... Sarışın demek. Sakın saçımı sarıya falan boyamaya kalkma.'' 'Daha yüzünle ilgilenemiyorsun saçınla mı ilgileneceksin?' ''Doğru, seninle uğraşmaktan vakit kalmıyor.'' Belli belirsiz gülümsedim. Vahaya git gide alışıyordum, bu normal miydi bilmiyordum ama sanki kendimi artık yalnız değil gibi hissediyordum. Ne kadar kabul etmek istemesem de onu artık kabullenmiştim. 'Zahmet oldu.' Göz devirerek yatakta ters döndüm. Göğüs aram ve sırtım da hafif bir sızı vardı. Yüzümü buruşturup önüme gelen saçımı arkama attım. ''Bedenime zarar mı verdin?'' 'Bedenine değil, bedenimize. Ayrıca ona zarar denmez ama ufak bir hatıra diyebiliriz.' Kaşlarımı çatıp aynada kendime baktım, üzerimde yakası açık bir bluz vardı. Kafamı eğip göğüs arama baktığımda streç film görmemle yataktan hışımla kalktım. ''Ne gibi bir hatıra bu Vaha?'' umarım düşündüğüm şey değildi, umarım bedenimde kalıcı bir yazı ya da şekil yoktu. Sırtımdaki acı tekrar kendini hissettirince üzerimdekini tek hareketle çıkardım ve yere fırlattım. Sırtımda da streç film vardı. ''Sen bedenime dövme mi yaptırdın?'' diye bağırdım. Bana sormadan bunu nasıl yapabilirdi? Ben bedenimde kalıcı bir şey istemiyordum bunu nasıl kafasına göre karar verip bana haber vermeden yapabilirdi. 'Bedenine değil bedenimize.' ''Her ne haltsa!'' 'Eğer Atlas görür diye endişeleniyorsan onu görecek raddeye bir süre gelebileceğinizi sanmıyorum.' Yaptığı imayı anladığımda gözlerim adeta yerinden fırladı ve öfke tüm bedenime saniyeler içinde yayıldı. Gerçekten bu kadın beni deli ediyordu. ''VAHA!'' 'Sen bu aralar biraz fazla öfkelisin sanki, İdil Hanım yerine başka bir psikolog mu baksak sana? Hem İdil Hanım beni sevmiyor belki yeni doktorun sever.' Elimi saçlarıma geçirip derin derin nefesler aldım. Gerçekten bu rahatlıkta neyin nesiydi böyle? Nasıl bunu yapar üstüne üstlük benimle böyle dalga geçerdi? 'Bu kadar öfkelenecek bir şey yok Mabel.' ''Canı yanan sen değilsin!'' diye bağırdım bomboş odanın içinde. Etraf açık camdan dolayı buz kesmişti, havalar artık yavaş yavaş ısınmaya başlasa da ben hala çok üşüyordum. 'Aynı beden de yaşıyoruz Mabel bunun seni beni mi var?' ''Niye yaptırıyorsun o zaman?'' dedim ağlamaklı bir sesle. Psikolojim yeterince bozuktu, daha da bozulabileceğini düşünmezken gerçekten bozulabileceğini görmek istemiyordum. Sadece biraz uzaklaşmaya ve nefes almaya ihtiyacım vardı. Sadece biraz kafa dinlemek ve her zaman gördüğüm şeyleri artık görmemeye ihtiyacım vardı. 'Beni de mi?' ''En çok seni.'' Diyerek yatağa oturdum ve dizlerime kolumu koyup ensemde birleştirdim. ''Çok yoruldum artık, hayatımdan nefret ediyorum.'' Gözlerim yanmaya başlamıştı bile, saniyeler içinde göz yaşlarım yere 'Pıt' gibi bir sesle art arda düşmeye başladı. ''bir insanın hiçbir şeyi yolunda gitmez mi? Hiç mutlu olmaz mı bir insan?'' akmaya başlayan burnumu çektim ve kollarımı dizimden çekip yatağa döndüm, kollarımı birbirine geçirip kafamı ortasına gömüp odada yankılanacak kadar yüksek sesle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. 'Drama queenlik yapmasan mı Mabel?' Kes sesini. Ben sen değilim, benim duygularım var. 'Evet senin şu an ağlamana sebep olan zayıf duyguların.' Ona cevap vermeden ağlamaya devam ettim. Başım da zonklayan bir ağrı vardı, bedenimde dövme yüzünden hissettiğim bir acı da hala mevcuttu. Zaten yolunda olan çok az şey vardı, onlar da rayından çıkmıştı. Atlas geldiğinde gerçekten sonunda bir şey için bile olsa mutlu olabileceğimi düşünmüştüm ama olmamıştı. Hastalıklı, takıntılı bir aşıktan ve arkadaştan başka bir şey değildim. Ruh hastası tabiri şu an en çok bana uyuyordu. Gerçekten ruhum hastaydı, hem de her anlamda. Deli olsaydım kesinlikle şimdikinden daha mutlu olurdum, en azından hiçbir şeyi anlamaz saçma sapan gülerdim ama en azından güleceğim şeyler olurdu. Akan burnumu seslice tekrar çektim. İçim de dışımda acıyordu, ruhum da bedenim de yorgundu. Herkesin hayalleri vardı, yaşamak için sebepleri. Ben ise yaşamak için yaşıyordum, hayalim de yaşamaktı artık. Çünkü bu gidişle pek yaşamak isteyeceğimi sanmıyordum, dayanabileceğimi de. 'Saçmalıyorsun.' Kafamı sağa sola çevirdim. Beni anladığını biliyordum, ben acı çekiyorsam o da çekiyordu. Sadece o ağlamıyordu, ağlamak yerine başka insanları öldürüyordu. Aramızdaki fark buydu, ben acıyı da mutluluğu da kendime yansıtırdım. İyi yaptığım şeyler de kötü yaptığım şeyler de bana dönerdi. Vahanın ise öyle değildi, o sadece yapardı. Onu o ve benden başka kimse göremez duyamaz ve hissedemezdi. Yaptığı her şey yaptığı insanlara dönerdi, ona asla dönmezdi. Göz yaşlarım artık tükenmeye başladığında kafamı kaldırdım ve derin bir nefes alıp burnumu bir daha çektim. Kollarımı çözdüm, başımın ağrısı katlanılır gibi değildi. Ağlamam onu daha da şiddetlendirmiş bu ağrı gözüme de vurmuştu. Ellerimi şakaklarıma yerleştirip ovalamaya başladım. ''Sen alkol mü aldın dün?'' 'Evet. Seninkiyle.' Benimkiyle mi dedi o? ''Benimkiyle mi?'' içinden onaylarcasına bir mırıltı çıkardı. İçinden derken benim içimden demek istemiştim. 'Bir de belki biraz kızacağın bir şey yapmış olabilirim.' Vahanın kızacağım bir şey yapmış olma ihtimali yapmamış olma ihtimalinden zaten çok daha olağan bir durumdu. ''Ne gibi?'' aklımdan bin bir farklı senaryo geçerken ellerim dudaklarıma gitti. Göz yaşlarımdan ıslanmış her zamankinden yumuşacık olmuştu. 'Öyle bir şey değil fesat.' Kaşlarımı çatıp ellerimi dudaklarımdan indirdim ve akan burnumu bilmem kaçıncı kez çektim. ''Zaten beni arkadaşı olarak görüyor.'' Tüm ümitsizliğim sesime de yansımıştı. Göz yaşlarımı silip ıslak elimi üzerime sürttüm. 'İşte ben ona hiç emin değilim.' ''Ne demek emin değilim?'' 'Valla bilemiyorum ama hiç arkadaş gibi bir hali yok bence. Ben de bunun için daha fazla beraber zaman geçirmenize karar verdim ve onu annenin düğününe kavalyen olarak davet ettim.' Annemin düğününe Atlas'ı davet ettiğini mi söylüyor o ben mi yanlış duyuyorum? ''Ne yaptın ne yaptın?'' 'Seninkiyle sana güzel bir ortam yarattım işte. O takım elbiseyle gelecek sen süslü püslü gideceksin ve her erkek gibi seni görünce dibi düşecek.' Avuç içlerimi yüzüme geçirdim ve olduğum yerde çığlık atarak ayaklarımı yere vurmaya başladım. ''SEN BENİ DELİRTECEKSİN!'' 'Görünüşe göre bunun için pek bana ihtiyacın yok.' ''YA NASIL BANA SORMADAN BÖYLE BİR ŞEY YAPARSIN. BANA ANNELİK YAPMAYAN BİR KADININ DÜĞÜNÜNE GİDECEK DEĞİLİM.'' 'Sana annelik yapmayan kadının düğününe gitmiyorsun zaten ayaklı bankamatiğin olacak annen ve cici babanın düğününe gidiyorsun. Bu durumu kendi avantajın olarak kullan hem para kaynağın devam etsin hem de buradan uzaklaşıp biraz nefes al. Gitmek zorundasın Mabel yoksa dımdızlak ortada kalırsın.' Ayaklarımı yere vurmayı keserek bir çığlık daha attım. Ellerimi hala yüzümden çekmemiş sinirden bir yerleri kırmamak için çok zor tutuyordum kendimi. ''Keşke başka bir kişiliğim daha olsa mesela aklı başında falan olsa.'' 'Kalbimi kırıyorsun.' ''Teknik olarak kıramam hani senin benim yok ya aramızda.'' Aklımda bir gülme sesi yankılanınca kafamı sağa sola salladım ve ellerimi yüzümden çektim. Gözüm tam karşımda makyaj masamın üstünde ağzı açık bırakılmış sigara paketine kaydı. İçinde son bir tane kalmıştı, çakmakta hemen yanında paketin içindeydi. Dağılmış saçlarımı düzgünce toplayıp makyaj masamın önüne oturdum. Paketteki sigarayı dudaklarımın arasına yerleştirdim ve yakıp derin bir nefes çektim. Gözüm pakete kaydığında Camel yazısının yarısı göründü. Diğer yarısı çapraz durduğu için görünmemişti, siyah bir çanta sandalyeye asılmıştı. Dün Vaha takmış olmalıydı. ''Ne dövmesi yaptırdın vücuduma?'' dedim daha yeni akıl ederek. O kadar şey olmuştu ki anca idrak edip sormam gerekenleri sorabiliyordum. 'Bir yazı bir sembol, ne olduğunu streç çıktığında görürsün.' Aldığım cevaba karşı gözlerimi devirip derin bir nefes daha çektim. Bir tanede değil iki tane dövme ve ben istemediğim halde bedenimde olacak, üstelik istemediğim bir dövme için acı çekeceğim. Harika! 'Şimdi sen sigara içince günahı sana mı yazılıyor bana mı?' ''Ne?'' aynadan yüzüme döndüğümde dağılmış makyajım ve çatık kaşlarımın oldukça komik göründüğünü fark ettim. 'Mesela dün de ben alkol içtim günahı sana mı yazıldı bana mı? Yoksa ikimize de mi?' Sinirden sesli şekilde gülüp elimi alnıma dayadım. ''Bilmem, okula gittiğimde dinciye sorarım.'' Sigaramdan derin bir nefes daha aldım, küllerini bitmiş paketin içine döktüm ve dumanı dışarı üfledim. Yatağımın üzerindeki telefondan bir titreşim yayılmıştı odaya, son bir fırt daha çekip sigarayı döndürdüm ve paketin içine atıp oturduğum yerden kalktım. Arayan annemdi, benim varlığımı sadece işi düştüğünde hatırlayan annem. Aramayı reddederek gelen mesaja girdim. Mesaj Atlastandı, bugün beraber kıyafet bakıp bakamayacağımızı soruyordu. Mesaj tam iki saat önce atılmıştı, yani sabah on civarı. Atlas'ın mesajına cevap vermeden çıktığım sırada üstten bir bildirim daha geldi. Bu bildirim annemin attığı mesajdı. Bana iki uçak bileti aldığını ve bilet bilgilerini göndermişti. Bu uçak biletleri Atlas ve benim adımaydı. Şaşkınlıkla ekrana baka kaldığım sırada annem tekrar aradı ve ekrandaki uçak bilgileri yerini Annem yazısına bıraktı. Ne kadar konuşmak istemesem de bu biletlerin ne olduğunu bana açıklaması gerekliydi. Telefonu açıp sakin kalmaya özen göstererek ''Efendim.'' Diye mırıldandım. Sesini duymak bile artık gerilmeme sebep oluyordu, hiçbir şeye tahammülüm kalmamıştı. Annemin sesine bile... ''Neden açmıyorsun telefonumu Mabel. Dün anlaştığımızı sanıyordum.'' ''Ne? Dün ne anlaştığımızı sanıyordun?'' dedim merakla, bir yandan bu konuşmayı yapanın Vaha olduğunu tahmin edip tırnaklarımı kemirmeye başladım. Umarım saçma sapan bir şey dememişti. ''Dün beni arayıp arkadaşınla geleceğini söyledin bende sana davetiyedeki tarihten önce sadece yakınlarımızla bir nikah kıyılacağını söyledim. Sen de nikaha gelmek için yarın arkadaşınla uçağa binip geleceğini söyledin. Hatta sana elbise parası da gönderdim bak diye, arkadaşının adına da bilet aldım.'' Gözlerimi kapatıp sessizce bir küfür savurdum. Şimdi anlaşılmıştı biletlerin sebebi ve Atlas'ın da biletini olması. Demek ki annem herkesle olan düğüne beni çağırmış özel olan için ben gelmek isteyince bana yer ayırmıştı. Bunun verdiği kırgınlıkla gülümsedim, eğer Vaha dün aramasaydı asıl nikaha ben gelmiş olmayacaktım. Muhtemelen annem ikisine de normalde gelmeyeceğimi bildiği için özel olan nikahta değil, herkesin geldiği düğünde olmamı istemiş bunun için bana iki gün içinde kıyılacak nikahtan söz etmemişti. ''Bugün elbise bakacağım dediğin için biletleri yarına aldım. Yarın öğlen binecek ve bir buçuk saat içinde burada olacaksınız. Nikah kısa sürecek zaten çünkü sonrasında havuz başında güzel bir kutlama yapacağız ve merak etme kalabalık olmayacak.'' ''Tamam.'' Telefonu cevap beklemeden kapatıp yatağın üzerine bıraktım. ''Bir gün de ne kadar hayatımı mahvedebilirsen o kadar etmişsin Vaha. Gerçekten teşekkür ederim.'' Vahadan bir ses gelmeyince yataktan kalkıp üzerime düzgün birkaç parça geçirdim. Makyaj falan yapmakla uğraşamayacaktım o yüzden es geçtim, sandalyemin askısındaki çantayı alıp içini kontrol ederek omzuma astım. İhtiyacım olabilecek şeyler zaten içindeydi. Telefonu tekrar alıp Atlas'ın mesajına girdim ve yanındaki arama kısmına dokundum. Telefonu kulağıma yaslarken diğer elime çekmecemdeki atkımı aldım ve odamdan çıkıp aşağı ağır adımlarla inmeye başladım. Ben inene kadar Atlas anca açmıştı, nefes nefeseydi. Telefonun kapanmasına son çalış falan kalmış olmalıydı ki kapanmadan yetişmişti. ''Efendim.'' ''Selam. Ne yapıyorsun?'' telefonu hoparlöre alarak elimdeki atkıyı boynuma takıp askılıktan montumu çıkardım ve üzerime geçirdim. ''Spordan geldim de duşa girmiştim. O yüzden geç açtım sen ne yapıyorsun?'' sesi gayet içten bir o kadar da hala nefes nefeseydi. Montu giyindikten sonra arkamdaki komodinin üzerindeki aynaya dönüp yüzüme baktım. Yüzümde hala dağılmış makyaj duruyordu, çekmeceden peçete çıkardım dağılan makyajımı düzelttim ve peçeteyi cebime tıkıştırıp botlarımı çıkardım. ''Ben de evden çıkıyorum birazdan, elbise bakacağım da mesaj atmışsın beraber gidebiliriz istersen diyecektim.'' ''Olur, üzerimi değiştirip geleyim seni almaya.'' ''Gerek yok ben çıkıyorum şimdi sina caddesinde buluşuruz.'' Botlarımın fermuarlarını çekip kapıyı örttüm. Sina caddesi tamamen kıyafet mekanlarının olduğu bir caddeydi o yüzden direk oraya gidip bir tane düzgün bir elbise alıp dönmeyi planlamıştım. Üstelik Atlas'ta kendine göre bir şeyler bulabilirdi. ''Tamam o zaman sen geç bende hemen hazırlanıp çıkıyorum. Orda görüşürüz.'' ''Görüşürüz.'' Kapanan telefonu cebime atıp bahçe kapısını da çektim. Hayatımda toplam üç ya da dört kere anca elbise giymiştim. Şimdi ise mutlu gibi süslenip muhtemelen beş ya da altıncı kez bir elbise giyecektim. Aklımdan bir ses 'Cenazeye gider gibi giyinmen yok mu?' diye fısıldadı. Kendi kendime kıkırdayarak ''Fena fikir değil.'' Diye mırıldandım. Yanından geçtiğim genç çift bana döndüğünde yüzümü yere eğerek adımlarımı hızlandırdım. Sürekli etrafta deli gibi duran görüntümü bir türlü düzeltemiyordum ama işin komik yani artık bundan rahatsız da olmuyordum. Durağa gelince cama yaslanıp kulaklığımı taktım. Uzun zamandır müzik dinlemiyordum, uzun zamandır uyuyamıyordum, uzun zamandır arkadaşlarımı da göremiyordum mesela. Birçok şeyi o kadar uzun zamandır yapmıyordum ki artık benliğimi unutmuş yeni bir benlik kazanmıştım ve bu benlik benim hiç hoşuma gitmemişti. Listemden kendi müzik kısmıma girip en sevdiğime tıklayarak sosyal medya hesabıma geçtim. Rüveyda en önde hikâye kısmında çıkmıştı. Merak ederek attığı hikâyeye tıkladım, Setenay ve sevgilisini arkasına almış otuz iki düş gülümseyerek tek gözünü kırpmıştı. Altına da küçük bir not bırakmıştı. -M hasretiyle. Yazıya gülümseyerek hikayeler kısmından çıktım ve keşfet kısmına girdim. Birçok haber keşfeti doldurmuştu bile. Merak ederek en dikkat çekici olana girdim, bir yazıydı ama oran tablosu içeriyordu. Son 5 yılın kadın cinayetleri listelenmişti, son 5 yılda yarı yarıya bir düşüş söz konusuydu. O haberden çıkıp diğer paylaşıma girdiğimde orda da son 10 yılın oran tablosu vardı. Altta Rüveyda'nın yorum yaptığını görünce kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırıp doğru mu gördüm diye kontrol ettim. Gayette doğruydu, Rüveyda Yaşasın W diye bir yorum yazmıştı. Yorumlara tıkladığımda baştan sonra karma şekilde okumaya başladım. -Ülkemizin böyle birine ihtiyacı varmış. -Yaptığı canilikleri de hatırlayın lütfen en son bir adamın parçalarıyla izini bırakmıştı, mide bulandırıcı. -Hala nasıl yakalanmadı bu? -Bunu yapan her kimse lütfen yakalanmasın, eminim bu oran daha da düşecektir. -Yaşasın W Otobüs sesini duyduğumda kafamı kaldırıp gelen otobüse baktım. Benim otobüsümdü, telefonu cebime atarak kartımı çıkardım ve otobüse bindim. Demek ki seni de seven varmış Vaha. Sana dua eden bile var. Otobüse binip boş bulduğum yere oturdum ve telefonu cebimden çıkardım. İnsanların ne paylaştıklarını Vahanın o gece neye sebep olduğunu merak ediyordum. Son W cinayeti diyerek arama butonuna bastım. 'W mu? M mi? Son cinayet tam bir vahşet!' W ismiyle bilinen seri katil neden son cinayetinde M harfi bıraktı? Aslında W olarak yazdığı harf M'nin tersi miydi? Son cinayetini işleme sebebi neydi? Tüm sorularınızın cevabı aşağıda lütfen haberin devamını okuyun. Bu Vahşet haberi açıklamak zorunda kaldığım için kendimi ne kadar kötü hissetsem de maalesef elden bir şey gelmiyor. W kimliği ile tanınan seri katilimizin bu sefer ki kurbanı Kemal Etyar oldu. Kemal Etyar eczacı 30'lu yaşının ortasında olan bir adamdı, evli değildi. Lakin W isimli seri katilin kurbanı oldu ve tüm bedeni parçalara ayrıldı. Bu caniliği neden yaptığını polisler araştırsa da sebebinin ne olduğu hala öğrenilemedi. Diğer gizemi çözülemeyen olay ise W harfinin neden bu kez M olarak bırakıldığıydı. Haberin devamını okumadım, ekranı kapattım ve kafamı kaldırdım. Saklanmıştı! Adamın dilsiz bir kıza ettiği tecavüz saklanmıştı, kadın orda öylece yattığı halde bunu gördükleri halde bunu basına yansıtmamışlardı. Kimse bunu bilmiyordu. Elimi ağzıma götürdüm ve yanmaya başlayan gözlerimi göz yaşı akıtmaması için yumdum. Olmazdı, şimdi değildi. Ağlayacak gücüm bile yoktu artık. Nasıl olurdu bu, nasıl saklarlardı böyle bir şeyi? Vahayı halkın desteklememesi için mi? Anlayıp hak vermemeleri için mi? 'O yüzden W uygulanamayan adalet anlamına geliyor. Şimdi beni daha iyi anlıyorsundur.' Vahanın tekrar acı duygusu içeren sesini duyduğumda içimde bir şeyler koptu. Bu onun sesini bu kadar acı içinde duyduğum ikinci zamandı. Kafamı aşağı yukarı salladım. 'Durağı kaçıracaksın' dedi az öncekinden daha güçlü bir sesle. Titremeye başlayan elimle demirden tutup indim ve 'Dur' düğmesine bastım. Gördüğüm görüntü gözümün önündeydi, bu suçu nasıl gizledikleri hala aklımdaydı. İnanamıyordum, bu olanlara inanamıyordum. Nefes alışım hızlanıp bedenim de ki sıcaklığın arttığını hissettim. Öfkeleniyordum, bu duruma sinirleniyordum. Aynı Vaha gibi, Olması gereken gibi. Duran otobüsten inip indiğim yerdeki banka oturdum. ''Nasıl... Nasıl böyle bir şey olabilir?'' kendi kendime konuşmaya git gide alışmıştım, bunu sesli yapmasam bu durum beni asla rahatsız etmezdi ama sesli konuşunca dikkatini çektiğim insanlar yüzünden huzursuz olabiliyordum. Şimdi bu bile umurumda değildi, tek sorguladığım bunu nasıl saklayabildikleriydi? Bunun nedeniydi, bunu midelerinin nasıl kaldırdığıydı? Elimi boynuma götürüp atkımı çıkardım, hava bana soğuk gelmiyordu. Artık gelmiyordu, bu Vahanın çıkmasını istediğinden değildi. Vaha bir süre çıkmak istemiyordu, dinlenmek eski haline gelebilmek için biraz zaman istiyordu. Şu an zayıftı, gördüğü yüzünden zayıf düşmüştü bunu hissedebiliyordum. Benim her zamanki halim gibiydi, o benim her zamanki halim kadar kötüydü bense her zamanki halimden daha da kötü... Cebimde telefon titremeye başlayınca gözümü daldığı yerden çektim ve cebimdeki telefonu çıkardım. Ellerim hala titriyordu. Arayan Atlastı. ''Alo, neredesin Mabel? Ben geldim park yeri arıyorum.'' ''Park yeri mi?'' dedim kaşlarımı çatarak. Atlas henüz on sekiz değildi ki ehliyeti nasıl olacaktı? ''Pederin arabayı aldım da.'' Çaldın yani? ''Anlıyorum. Şey.... Perla'ya gireceğim.'' Rüveyda'nın her zaman elbise aldığı yerin ismini vererek ayağa kalktım. Bu mağazayı ve diğerlerini hep Rüveyda sayesinde öğrenmiştik Setenay ile. O zamanlar çok söylensem de şu an işime yaradığı için Rüveyda'ya minnettardım. Sola dönüp beş dakikalık dalgın yürüyüşümün ardından Perla'ya geldim. Kapıyı açacağım sırada elimin üstünde başka bir el hissedince duraksayıp yüzümü çevirdim. ''Ne bu dalgınlık, sabahtan beri sana sesleniyorum.'' Güler yüzlü mavi gözleriyle bana gamzesiyle gülümseyen Atlas'ı görünce bende belli belirsiz gülümsedim. Seslendiğini gerçekten duymamıştım, eli bu kadar soğuk olmasaydı elini bile hissetmeyebilirdim. ''İyi misin?'' dedi kaşlarını çatarak yüzüme bakarken. Yüzümü yere doğru eğip kafamı salladım ve başka soru sormasına izin vermeden kapıyı açıp içeri geçtim. Rüveyda sağ olsun onun sayesinde burdaki çalışanlarla da oldukça samimi olmuştuk. Beni ilk karşılayan Rüveyda'nın arkadaşı Ebru olmuştu. ''Hoş geldin Mabel.'' Oldukça güler yüzlü şekilde gelip bana kollarını doladı, ayıp olmaması adına bende sarıldım. ''Hoş buldum.'' ''Rüveyda bir sipariş falan vermedi ama...'' dedi onun için geldiğimi sanarak. Genelde hep onun için geldiğimiz için böyle sanmasını yadırgamamıştım. ''Onun için değil, bu kez kendim için geldim.'' ''Aaaa! Her şeyin bir ilki varmış.... Yıllar sonra seni de bir elbise içinde göreceğiz, şahsen seni etek giyerken bile görmemiştim.'' Atlas Ebru'nun dediğine belli belirsiz gülümsedi. Ebru ise buna gayet sevinmiş gibi elimden tutmuş beni abiyelerin olduğu yere doğru sürüklemeye başlamıştı. ''Ne tarz bir şey istiyorsun? Yani sırt dekolteli, uzun, kısa, göğüs dekolteli, balık...'' O sayarken ''Siyah olsun yeter.'' Dedim ve kollarımı birbirine bağladım. Ebru ise hevesle sayarken duraksayıp kaşlarını çatmış ve bana dönmüştü. Üstelik sayarken kullandığı parmaklarının ikisi de hava da kalmıştı. ''Siyah mı?'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak baygın gözlerle abartı elbiselere baktım. Asla benim tarzım değildi, bizi duymadığını düşündüğüm Atlas ''Düğüne gidiyoruz Mabel cenazeye değil.'' Diyerek bize doğru gelmeye başlayınca ona döndüm. Üzerini düzeltmiş üç adım sonra yanıma gelmişti. Gözleri elbiseler arasında gidip geldi ve en sonunda kafasını sağa sola sallayarak Ebru'ya döndü. ''Bunlar Mabel'e göre değil, daha sade ama zarif bir elbiseniz var mı? Mesela uzun yırtmaçlı lacivert bir elbise?'' Ebru Atlas'ın söylediklerini algılamak ister gibi bön bön yüzüne baktıktan sonra ''Ha? Ha...Ha şey var tabi. Hemen getireyim.'' Diyerek koşar adımlarla arka tarafa ilerledi. Açıkçası buna bende Ebru kadar şaşırmıştım sadece tepki veremiyordum. Atlas önüme geçip elini çeneme koydu ve eğik yüzümü kaldırdı. ''Her zaman eğilmiş yüzünü dik tutman için ben olmayabilirim. Başını her zaman dik tutmalısın.'' dedi gülümseyerek. Bu dediğini kısık sesle söylemişti, sadece benim duyabilmem için böyle söylemişti. Söylediği cümleler kalbimi nasıl ısıtıyordu bilmiyordum ama gerçekten ısıtıyordu. Aşk mı, Vaha mı Daha çok yakıyor Mabel, hangisinin ateşi daha yakıcı? ''Böyle bir elbisemiz var.'' Diyerek Ebru arkamızdan geldi ve benden cevap bekleyen Atlas'ın ilgisini tamamen üzerine çekti. Atlas gözlerini kısmış elbiseyi süzerken ağır adımlarla arkamı döndüm. Ne giyeceğim pek umurumda değildi, sadece siyah bir şeyler giymek istiyordum. ''Yırtmacı çok uzun, Mabel'in boyu uzun olduğu için yırtmacı daha yukarı bir yere gelecektir. Başka bu tarz var mı?'' Elbise lacivert değildi normal mavi renkteydi ve yırtmacı gerçekten çok yukarıdan başlıyordu. Bu yüzden beğenmeyerek Ebu'ya baktım kafasını olumsuzca sallamıştı. Atlas ona başka bir model sorarken yanlarından ayrıldım ve asılı diğer elbiselerin olduğu yeri gezmeye başladım. Tamamen siyah elbiselerle dolu bir kısımdı. Ellerimi elbiselerin üzerinde gezdirerek bakındım, hepsi ya çok abartıydı ya çok sade. Son kısımlara doğru geldiğimde elim bir elbisede takıldı. Elbise straplezdi, üst kısmı siyah parlak taşlı altı kısmı düz bir kumaştı ve kabarık değildi. Oldukça beğenmiştim, elbiseyi askısıyla çıkarıp incelemeye başladım. Sırtı da göğüs dekoltesiyle aynı hizaya kadar açıktı, bu elbiseyi taşıyabilirdim. ''Onu mu beğendin?'' elinde elbiseyle gelen Atlas'a dönüp kafamı aşağı yukarı salladım. ''Aaa'' şaşkınlığının ardından gülmeye başlayınca kaşlarımı çattım. ''Aynı elbiseyi seçmişiz.'' Gözüm elindeki koyu yeşil olan ve dediği gibi benim elimdekiyle aynı model olan elbiseye kaydı. Gerçekten aynı elbiseyi seçmiştik, onun sesli gülmesine karşı tebessüm ettim. ''Siyahını istiyorum.'' Atlas elindeki elbiseyi Ebru'ya uzatarak ''Peki, sen nasıl istersen.'' Dediğinde ona kafa sallayıp elbisenin bedenine baktım, benimkiyle uyumluydu. ''Denemeyecek misin?'' ''Hayır, kabinde kıyafet değiştirmekten nefret ederim.'' Hele kolumu çarpıp çarpıp küfürler etmekten daha da nefret ederim... ''ya olmazsa?'' ''Olur.'' Elbiseyi alarak elimden almak isteyen Ebru'ya uzattım. Ebru paketlemeyi yaparken çantamdan cüzdanımı çıkarıp kasaya doğru ilerledim. ''Merhaba, elbise ne kadar?'' ''3200.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak kartımı çıkardım ve kadının ödeyeceğim meblağı girmesini bekledim. Zaten kartımda oldukça yüklü miktarda para bulunuyordu o yüzden bir elbise parasını dert etmeden kartımı okutup cüzdanıma geri koydum. ''buyur canım.'' Poşeti uzatan Ebru'ya belli belirsiz gülümseyerek ''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım ama poşeti ben alamadan Atlas kapmıştı bile. ''Ben taşırım.'' Ebru bana kaş göz yaparak Atlas'ı işaret etmeye başlayınca Atlas'ı kapıya doğru ittirip dükkândan çıktım. Rüveyda öyleyken arkadaşlarının normal olmasını beklemek zaten tamamen aptallık olurdu. ''Neden alel acele çıktık?'' Atlas alttan alttan gülüyor muydu yoksa bana mı öyle geliyordu? ''Pek vaktimiz yok, çanta hazırlayacağım falan.'' Bana inanmayan gözlerle bakınca gözlerimi kaçırıp ellerimi cebime koydum. ''Çabuk seçtin elbiseyi, bu kadar hızlı beklemiyordum.'' ''pek önemsemem böyle şeyleri.'' Diye mırıldandım. Hele annemin başka bir adamla evleneceği bir düğün için hiç önemsemem. ''Anlıyorum, merak etme bende senin kadar hızlıyımdır. Gel.'' Sola dönüp bana kapıyı açınca gülümseyerek içeri girdim. Etraf gerçekten aşırı ışıklı ve.... Lükstü. ''Merhaba.'' Dedi sevecen bir sesle Atlas. ''Merhabalar hoş geldiniz.'' Genç bir adam güler yüzle önce Atlas'a sonra bana döndü. ''Hoş bulduk, ben düğün için bir takım bakmak istiyorum da-'' Atlas'ın sözünün kesildiği yerdeki yüz ifadesine tebessüm ettim. Adamın birden söze atlayışı onu şaşırtmıştı. ''Yok, bakacağım.'' Adam takımların olduğu tarafı eliyle işaret edince Atlas elindeki elbisemi bana uzattı. ''Sen otur ben de hemen deneyip geleceğim.'' ''Olur.'' Elinden poşeti alarak gülümsemesine karşılık verdim ve hemen çaprazımda kalan oturma takımına doğru ilerledim. Umarım işi fazla uzun sürmezdi. Oturma takımına oturup telefonumu cebimden çıkardım. Annem yine birkaç saçma şey hakkında mesaj atmıştı, Annemin yanında henüz yeni gelmiş bir mesaj daha vardı. Rüveyda en yakın zamanda acilen onu aramam gerektiğini yazmıştı. Arama kısmına girip Rüveyda'yı buldum ve araya tuşladım. Sanırım detaylı bir sorgu beni bekliyordu ama Atlas'ı beklerken şu an yapabileceğim en iyi şey en yakın arkadaşımla konuşmaktı. ''Alo, kızım nerdesin ya hiç aramıyorsun etmiyorsun. Beni çatlatıyorsun.'' Gülümseyerek arkama yaslandım. Sesini duymak bile iyi gelmişti, bu hayatta tek değer verebileceğim şey arkadaşlarımdı, O yüzden olsa gerekti. ''Senin elbise mağazandan çıktım şu an adını bilmediğim başka bir mağazadayım.'' ''Mağaza mı? İyi de ben yakınlarda elbise diktirmedim, ayırtmadım da. Dur bakayım ben mi hatırlamıyorum acaba?'' Gülerek ''Hayır, ben kendime aldım.'' Dedim. ''Nasıl? Sen ve elbise almak mı? Hemen anlatıyorsun neler olduğunu.'' ''Annemin düğününe gidiyoruz.'' ''Gidiyoruz?'' dedi sorgular gibi. Arkadan Setenay ve sevgilisinin sesleri geliyordu, Setenayı ne kadar özlediğimi hatırlayıp burukça gülümsedim. Gidip geldikten sonra ilk işim onlara kocaman sarılmak olacaktı. ''Atlas ile, şu anda da onu bekliyorum. Ona takım bakmaya geldik.'' ''Ne? Nasıl yani Atlasla mı gideceksiniz? Hayır olmaz, katiyen gidemezsin.'' Söylediği kaşlarımın çatmasına sebep olurken bana doğru yürüyen takım elbiseyle jilet gibi olmuş Atlas'la gözüm kesişti. Ağzım açılabildiği kadar açılacağı sırada elimi rezil olmamak için çeneme yasladım ve Atlas'ı baştan aşağı süzdüm. Siyah düz bir takım elbise giymişti ama ceketinin yakaları benim elbisemin üstü gibi taşlıydı, kravatı da ucunda siyah taş olan siyah bir kravattı. Takımı nefes kesici, elbiseme efsane uyumlu bir takımdı. Sertçe yutkundum, Rüveyda'nın sesini bile algılayamıyordum. ''Nasıl oldu?'' ''E...efsane.'' Diye mırıldandım. ''Ne efsane?'' diyen Rüveyda'nın suratına telefonu kapatıp bir kez daha yutkundum. ''Şey... Çok yakışmış bence.'' Atlas gülümseyerek üstüne bir kez daha baktı. ''Bunu alayım o zaman, üstüme de oturdu.'' ''Bence de.'' Atlas gülümseyerek göz kırptı ve arkasına dönüp kabine ilerledi, etkisi üzerimden azalınca yanımda çalan telefonu fark edip kendime geldim ve az önce yüzüne kapattığım Rüveyda'ya bir yalan savurdum. ''Şey bir saat olunca otomatik kapanıyor ya.'' ''Şey... yanlışlıkla oldu. Özür dilerim.'' ''Boşver onu Atlasla düğüne falan gidemezsin hayır olmaz, katiyen olmaz.'' Yine kaşlarım saniyesinde çatılmıştı. Neden düğüne Atlasla gitmeme bu kadar karşıydı? ''Neden?'' ''Sen desene Atlas da İdil hanımın tarafında o yüzden tehlikedesin diye?'' Rüveyda bunu beklemiyor olmalıydı ki bir süre ondan ses gelmedi. ''Alo...'' dedim ve yaslandığım yerde hafif doğruldum. ''Sen...'' ''Evet, savaşa artık ben dahil oldum.... Ve evet her şeyden haberim var.''
|
0% |