Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm

@byzloey

24 | PARÇALANMIŞ RUH

Güvenmek...

Ne kadar da gerçekleşmesi zor bir kelimeydi, aynı aşk gibi.

Birine güvenmek, sevdiğine güvenmek, kendine güvenmek hepsi olması zor şeylerdi. Bir insan başka bir insana güvenmiyordu, sevdiği insana güvenmiyordu, en kötüsü de kendine bile güvenmiyordu. Ben de kendime güvenemiyordum, psikolojik olarak sağlıklı değildim. Sağlıklı olmayan biri ne kadar sağlıklı kararlar alabilirdi ki?

Herkes benden iyi olmamı ya da en azından mutlu olmamı, yanlarında olmamı istiyordu. Peki neden hiçbiri benim yanımda olmuyordu?

Aşk da güvenmek kadar gerçekleşmesi yaşanması zordu artık. Ne güvenebiliyorduk ne de sonsuz saf şekilde sevebiliyorduk. Eskiye göre şu an seven herkes hayal kırıklığına uğruyordu. Yanlış insanlar uğruna doğru insanları kaybediyor, gerçekleşebilecek güvenleri gerçekleşemeyecek hale getiriyordu.

Belki de bu yüzden kimse kimseye güvenemiyordu, kendine bile bu yüzden güvenemiyordu. Çünkü herkes kendi doğrularını yanlış insanlarda kaybetmişti.

Belki de ben de Atlas için yanlış insandım. Bu yüzden hayal kırıklığına uğramıştım, çünkü ben kendime bile güvenemezken onun bana güvenmesini, kendimi sevemezken beni sevmesini bekleyemezdim.

Kendim doğruyu ararken 'acaba ben doğru muyum?' diye hiç düşünmemiştim. Bu ise benim hayal kırıklığına uğramama sebep olan en büyük hatamdı.

Ona rağmen doğru insanla yanlış zamanda hala olmaya çalışmaya devam ediyordum. Hayatımdaki tek doğru oyken onu da kaybetmeye kendimi hazır hissetmiyordum.

''Ne düşünüyorsun bu kadar dalgın?'' uykudan dolayı sesi sersemleşmiş sesi ve dağılmış saçlarıyla bana dönen Atlas'a çevirdim camdaki gözlerimi. ''Hiç, öyle düşünebileceğim ne varsa tekrar düşünüp tartıyorum kafamda.''

Ellerini gözlerine götürüp ovuşturdu, öğlen binmemize rağmen Atlas uyuya kalmış ben ise bindiğimizden beri öylece dışarıyı izliyordum. Dün erken uyumuş yeterince uykumu almıştım, uyumadan önce de Rüveyda ile konuşmuş ben döndüğümde yüz yüze konuşmamız gerektiği hakkında karar kılmıştık.

Bugün kendimi o sebepten biraz daha rahat ve kendimde hissediyordum, tabi içimde sızlayan bir Vahayı saymazsak. Hala yüreğimde onun hissettiği sızıyı hissedebiliyordum.

Onun böyle şeylerden bu kadar etkilenebileceğini pek düşünmezdim ama demek ki söylediği kadar bu konularda hassastı. Dün gece cinayetin yapıldığı habere ilk defa detaylıca bakmıştım, cesedi getirdiği M harfi gözümün önüne her düşündüğümde geliyor ve beni korkudan titretiyordu.

Neden M harfi bıraktığını içimde hissedebiliyordum. Öldürmesini ben istemiştim, bu benim sözlü cinayetimdi.

Ve benim ilk vicdan azabım yine kendini hatırlatmıştı.

İlk vicdan azabımı bir adamın hayatını aldığımda hissetmiştim, kendi ellerimle almış kendi gözlerimle görmüştüm. Şimdi de bir adamın hayatını alan tek bir sözle ben olmuştum. Ben söylemeseydim de o adam ölecekti ama o sözü söyleyen yine de bendim.

Bu cinayette ben de suç ortağı sayılırdım.

''Yardım edebileceğim bir şey varsa anlatabilirsin, elimden geleni yaparım.''

Yüzünü ve bedenini bana doğru dönüp kollarını birbirine bağlayarak gözlerini bana dikmişti.

Tüm ilgisi bendeydi, ben de cam tarafına dönük vücudumu ona doğru döndürüp onun gibi kollarımı birbirine bağladım. ''Teşekkür ederim ama bana benden başkası yardım edemez. En azından bu konuda.'' Atlas'ın bana dikkatle bakan gözleri kısıldı. ''Peki madem...''

Aramızda oluşan sessizlikte gözlerimiz konuşmaya devam ederken yavaş yavaş göz kapakları düşmeye başladı. Dudaklarımda oluşan tebessüm gözlerinin kapanmasıyla daha da arttı. ''Uykunu pek alamadın galiba.''

''Hm hm. Öyle oldu biraz.''

''Neden? Oyun mu oynuyordun yoksa yine maça falan mı gittin?'' onun gözleri kapalıydı, onu gülümseyerek izleyen ifademi göremiyordu. Buna memnundum, artık arkadaş olduğumuz kesinleştiği için ona karşı yanlış bir davranışım hatta bakışım bile olsun istemiyordum ama kendimi de bu konu da engelleyemiyordum.

''I-ıh. Bu aralar psikolojiye sardım. Sanırım bende de var psikolojik bir hastalık.'' Bu söylediğine sesli şekilde kıkırdadım. ''Öyle mi?''

''Her hastalık hakkında bilgi edinince çevremdeki birkaç insanda da buna benzer belirtiler olduğunu fark ediyorum. Aslında ne kadar da hasta insanlarmışız.''

''Hasta edenler utansın.'' Dedim gülerek. Senin hakkındaki şüphelerimde yanılmıyordum Atlas, sende biliyorsun. Nerden bildiğini bilmiyorum ama sende biliyorsun.

Dudaklarında geniş bir gülümseme oluştu. ''Peki benim hastalığım ne? Şizofrenlik mi? Depresyon mu? Ya da...''

''Ya da ne?'' Bilmemezlikten mi geliyorsun, yoksa bana mı itiraf ettirmeye çalışıyorsun?

''Başka bir şey falan mı?'' diyerek konudan sıyrıldım. Kısık sesle fısıldarcasına konuşuyorduk, kimse bizi duymuyordu. O yüzden konuşurken rahattım, zaten başkası olsa da rahatsız olmazdım çünkü şu an tek dikkatim Atlastaydı.

''Bilmem, henüz o kadar hastalık araştırmadım ama öğrendikçe daha fazlasını öğrenmek istiyorum. Daha önce hiç bu kadar psikolojiye merak duymamıştım.''

''Belki bir gün psikolog olursun, kim bilir?'' Atlasın dudaklarında yine bir gülümseme belirdi.

''Ya bende hasta bir doktor olursam? Ya benim de psikolojik bir hastalığım varsa?''

''İdil Hanım gibi mi?'' kapalı gözleri yavaşça aralandı, tebessüm ile kıvrılmış dudakları düzleşti. Yüzü şu an huzurludan çok ciddi bakıyordu. İdil Hanımın tarafındasın ve hala yaşıyorsun. Demek ki Vaha gerçekten kötü durumda.

Eğer Atlas da öğrendiyse ve bu savaşta doktorumun tarafındaysa... Nasıl bu kadar çabuk İdil hanımın Vahanın söylediği gibi hasta olduğunu fark etmişti?

Bunu bir tek göremeyen ben miydim? Ben mi fazla kördüm yoksa onlar mı fazla dikkatliydi?

Seansa gitmeyeli haftalar olmuştu İdil hanımla yaptığım seansları konuştuğumuzdan sonra gelen rahatlamayı özlemiştim. Vaha hayatıma girdikten sonra her şey darmaduman olmuştu ve o zamandan beri rahatça nefes alamamış korkusuzca uyuyup uyanamamıştım.

Hiçbir düzenim hiçbir planım ve hiçbir hayatım kalmamıştı.

Güvendiğim insanlar artık güvenilir değildi. Ben artık ben değildim, en azından sadece ben değildim.

''Nereden biliyorsun?''

''Sen nereden biliyorsun?'' dedim onun gibi gözlerimi kısarak. Sonuçta ilk cevap vermesi gereken ben miydim yoksa o muydu?

''İkimizin de kendince sırları var gibi görünüyor.'' Evet kabul, gayet zekice bir kaçış.

''Öyle mi?'' yüzlerimizin yakınlığını fark edince biraz geriye çekilerek kafamı tekrar koltuğa yasladım. O ise hareketime karşılık çenesini kasıp kafasını aşağı yukarı sallamıştı.

''Hanım efendiler, beyefendiler ve sevgili çocuklar. Kemer ikaz ışıkları sönünceye kadar kemerinizi bağlı tutunuz. Tüm elektronik cihazlarınızı kullanabilirsiniz. Uçak park pozisyonuna ulaştığında baş üstü dolaplarınızı açarken dikkatli olunuz. Yolculuğunuzun iyi geçmiş olduğunu umuyor ve sizlerle yeniden karşılaşmayı umuyoruz.''

Yapılan anons ile herkes yavaş yavaş hareketlenip kıpırdanmaya başlarken bende yaslandığım yerden kafamı kaldırıp kenarı sıkıştırdığım montumu giyinmeye başladım.

''Beş dakika daha turlasaydı keşke.'' Diyen Atlas'a gülerek onun da kenara sıkıştırdığı montunu çıkardım yüzüne doğru attım. Saniyeler içinde gözünü kapatmış uyku moduna geçmişti mızmızlanarak.

''İleri de zengin olursan kendi uçağını turlatırsın.''alayla güldüm ve fermuarımı çektim. Atlas ise hala mızmızlanarak uyumaya çalışıyordu. ''sen bu uçakla geri dön istersen.''

Gülerek gözlerini açıp montunu arkasına aldı.

''Olurdu... Tabi bu uçak geri dönecek olsaydı.'' Montunu giyip fermuarını çekerek insanların arasına sıkıştı çıkışa doğru ilerledi. Hemen arkasından montunu tutarak ilerliyor bir yandan da telefonumla kulaklığımı kontrol ediyordum.

''Bir şey unutmadık değil mi?'' diye mırıldandım. Atlas da elleriyle ceplerini kontrol edip kafasını sağa sola salladı. Uçaktan sonunda çıkabildiğimizde valizlerimizi şansa beklemeden alıp havalimanından da dakikalar içinde çıkabilmiştik. Annemin söylediğine göre kapıda beyaz bir limuzin bizi bekliyordu.

Çünkü cici babam Murat Koran bizi aldırmak için en şaşalı aracı yollamıştı. Bunun bir gösteriş olduğuna o kadar emindim ki, karşımdaki limuzine baygın baygın bakmaktan başka bir şey yapmadım. Bu kadar fazla şaşaayı sevmezdim, göz alıcılığı sevmezdim.

Atlas karşımızdaki limuzine baktıktan sonra bana döndü. ''Eğer o araçla gitmek istemiyorsan taksi de çevirebiliriz.'' Atlas'ın nazik teklifine karşı kafamı sağa sola sallayarak araca doğru ilerledim. Sonuçta gideceğim ev de istememe rağmen aynı olacaktı, Şaşaalı ve boğucu.

Bizi gören limuzinin önünde ellerini önünde saygıyla bağlayarak bekleyen adam bize döndü. ''Mabel Hanım ve Atlas Bey siz misiniz?''

''Lütfen bize hanım veya bey demeyin.'' Dedim mahcubiyetle. Adam kırklı yaşlarında mavi gözlü ve esmer bir adamdı. Gayet sempatik tatlı bir suratı, güler bir yüzü vardı.

''Olur mu hiç öyle? Lütfen valizlerinizi alayım.'' Valizime doğru yöneldiğinde arkama doğru çektim. ''Hayır hayır biz koyarız.'' Atlas beni onaylayarak izin vermeyip valizleri kendi yerleştirirken karşımda iş formasıyla duran adam gülümsedi ve ellerini tekrar önünde birleştirdi.

''Peki madem buyurun lütfen.'' Arka koltuğun kapısını açıp geçmemi beklediğinde kendimi kötü hissederek içeri geçtim. Atlasta içeri girip teşekkür ederek kapıyı kapattı ve tam karşıma oturdu.

''Anlaşılan Murat beyle zevkleriniz çok zıt.'' Diye mırıldandı limuzinin içine göz atarken.

''Öyle anlaşılan.'' Diyerek onun gibi limuzinin içinde göz gezdirdim.

''Ev buraya çok yakın, on dakika içinde orda oluruz. Bir arzunuz var mı?'' Atlas ile gözlerimiz limuzinin tavanından şoför beye döndüğünde açık mavi renkli gözleri beni buldu.

''Hayır, çok teşekkürler.'' Aynadan gözlerimizin kesiştiği tatlı adam memnuniyetle kafasını salladı ve havalimanından çıkmak üzere arabayı çalıştırdı. Yüzümü aynadan çekip Atlas'a çevirdiğimde onun da beni izlediğini fark edip rahatsızca kıpırdandım. İşte istemediğim ve beni asıl rahatsız eden sorgu geliyordu.

''İyi misin? Eğer geldiğine pişman olduysan nikaha katılmak zorunda değiliz.'' Neden gözü sürekli üzerimde oluyordu ki? Bu iyi olduğu kadar da kötüydü benim için. Duygularımı gizlemek zorunda kalıyordum. Çünkü Atlas'a alışırsam onu yanımda istemeye devam edersem gittiğinde üzülecektim. Çünkü ilerde gidecekti, bir daha yanımda olmayacaktı.

''Hayır gayet iyiyim, katılalım da bitsin. Hemen eve dönmek istiyorum.'' Gözleri bir süre elimde ve yolmaya başladığım tırnak etlerimde dolandı. Ardından gözlerimle kesişti ve olumlu anlamda kafasını sallayıp yüzünü pencereye çevirdi.

Konuşmadan beş dakikalık geçen yolculuk bir villanın önünde durduğumuzda sona ermişti. Hatta bu eve villa demek bile haksızlık olurdu. Bu ev adeta saray kadardı ve ihtişamlıydı.

''Geldik Atlas Bey, Mabel Hanım.'' Şoför bey biz şaşkınlığımızı atlatamadan gelmiş kapımızı açmıştı. Atlas benden önce şaşkınlığını atlatıp önden indi ve elini tutmam için bana uzattı.

Uzattığı elini tutup limuzinden indim. Beni indiğimde öyle bir hızda çekmişti ki şu an göğüslerimiz birbirine değiyordu, kulağıma doğru dudağını değdirdi ve içimi titretecek bir nefesle kalp atışımı durdurdu.

''Hala dönebiliriz, bugünü bu şehri gezerek geçirip de eve dönebiliriz.'' Söyledikleri dudağıma geniş bir tebessüm yayarken yüzümü hafifçe çevirdim. Nefeslerimiz şu an birbirine çarpıyordu ve tam otuz saniyedir nefes alamıyordum. Gözlerim o parlayan mavi gözlerine çıktığında derin bir nefes aldım onun kulağına doğru eğildim.

''Bunu başka zamana, başka bir şehre davet olarak kabul ediyorum.'' Elimi elinden çektim ve geri çekilerek kapıya doğru ilerledim. Dudaklarımdaki geniş gülümseme hala ordaydı, Atlas'ın da gülme sesi kısa da olsa duyulmuştu.

Arkamdan adım sesleri gelmeye başladığında kapının önünde durup elimi zile doğru uzattım. Basmam gerekliydi, şu an basıp korkmadığımı ve bir an önce kurtulmak için geldiğimi göstermem gerekiyordu ama neden yapamıyordum?

Elim havada asılı şekilde kalmıştı, Atlas tam arkamda durmuş beni sabırla bekliyordu. Gölgesini görebiliyordum.

Ahşap renkli kapıya uzun uzun baktım, kapının ardında yılda en fazla üç kere gördüğüm annem duruyordu. Yanında başka bir adamla ve kuracağı başka bir aileyle.

En son annemin açacağı kapıyı çaldığımda yine bir yerimi yaralamıştım. Sanırım on yaşımı geçeli çok olmamıştı. O zamanlar da olduğumdan küçük bir çocuk gibi mızmızlanıyordum, çünkü çocuk Mabel annesinin ilgisini böyle göreceğine inanıyordu. Böyle olmadığını anlamıştı, geç de olsa anlamıştı.

Bunu anladığında ise... annesini çoktan tamamen kaybetmişti.

''Benim bas-''

Atlas'ın cümlesi bastığım zil ile yarım kalırken zile çaldığım gibi kapı açılmıştı. Kapıyı açmasını beklediğim ve görmek için kendimi hazırladığım annem değil yabancı bir adam açmıştı, tanımadığım ama babama oldukça benzeyen sadece boyu daha uzun ve tipi daha iyi olan bir adam açmıştı.

''Hoş geldiniz çocuklar. Bizde sizi bekliyorduk. Lütfen buyrun.'' Bizi karşılayan adam güler yüzle bana baktı ve dışarı doğru bir adım atıp kollarını bana uzattı, kim olduğu görünüşünden bile anlaşılıyordu. Annem için hayattaki en önemli insan olsa da benim için hala bir yabancıdan ibaretti, bir tehditten ibaretti. Uzanmış kolları benim geri attığım adımla boş kalmıştı.

Başka bir adamın bana dokunması, temas etmesi beni ürkütüyordu ve ben her ürktüğümde içimdeki ateş daha da yakıcı şekilde yükseliyordu.

''Siz Murat Bey olmalısınız, memnun oldum.'' Atlas benden ilgiyi çekmek için Murat bey'e doğru elini uzattı. Murat bey bozuntuya vermeden Atlas'ın elini sıktı ve ''Memnun oldum evlat.'' Diyerek bana dönüp bu kez elini uzattı.

''Mabel?'' Murat Bey elini sıkmam için beklerken arkadan gelen başka bir sesle elini indirdi ve güler yüzle bana bakmaya devam etti. En azından anlayışlı yaklaşmaya çalışıyordu, En azından burada kaldığım sürece Vahanın gözüne batmayacaktı.

''Ah geldiniz sonunda, hoş geldin bir tanem.'' Annem kollarını benim bile beklemediğim anda dolayarak sarıldı. Bunu beklemediğim için hareketsiz şekilde kollarını çekene kadar öylece kala kalmıştım. Neydi bu, yeni kocasının yanında kızıma düşkünüm rolleri mi?

'Yersen.'

Vahanın sesi aklımda yankılandığında tebessüm ettim, onu özleyeceğimi hiç düşünmezdim ama özlüyordum.

Sonunda, bir an beni terk ettiğini sanmıştım.

'Çok beklersin.'

''Merhaba Atlascım hoş geldiniz. Yolculuk nasıldı?'' Atlas benim yerime annemle tanışıp onunla sohbete daldığında gözüm annemin bembeyaz balık model elbisesine takıldı. Gerçekten onu gördüğüm sayılı anlardan en güzeli buydu. Tam bir gelin olmuştu adeta.

''Ayşe, makyajını bitirmeliyiz.'' Merdivenin başında seslenen kadın ile gözlerim annemin elbisesinden yarım kalmış saçına ve makyajına döndü. Saçlarını dalgalı yapmıştı, üst kısmında takılı ince bir taç vardı. Makyajı beyaz ve krem tonlarındaydı, henüz tamamlanmasa bile gerçekten çok güzel görünüyordu.

''Tamam geliyorum, Muratcım kızım ve sevgilisini sana bırakıyorum hayatım.'' Annem Murat Bey'in yanağına öpücük kondurup benim de yanağıma uzandı ama geri çekildim ve gülümseyerek ''Saçın ve makyajını bozmayayım şimdi.'' diye mırıldandım.

Bozulmuştu, gözlerinden bunu anlayabiliyordum ama hiç taviz vermeden gülümsemiş ve merdivenlerden elbisesini kaldırarak çıkmaya başlamıştı.

''Peki madem ev biraz kalabalık Ayşe'nin yakın arkadaşları falan var, sanırım içeri de rahat edemeyiz. Havuz başına geçmeye ne dersiniz?'' Atlas'ın yüzü bana döndüğünde kafamı aşağı yukarı salladım. Murat Bey memnuniyetle gülümseyerek önden ilerlemeye başladığında derin bir nefes aldım ve arkasından yürümeye başladım. Valizlerimiz havuzun hemen yanındaki odanın önünde duruyordu, evde iki hizmetli etrafta koşuşturuyor görünüyordu.

Oradan oraya baya hızlı şekilde iş yetiştiriyorlardı. Sonunda gözlerim çalışanlardan eve döndüğünde inceleyebilmiştim. Murat Bey ile tarzımız çok zıt olabilirdi ama annemle kesinlikle uyuyordu. Annem de göz alıcı ihtişamlı şeylere bayılırdı.

Salon ve giriş birleşik, oldukça büyüktü. Girişte büyük büyük top şekilde üç lamba vardı. Salonda Ay şeklinde duran beyaz bir koltuk ortasında da şekilli bir masa vardı. Duvarlarda büyük ve küçük birbirini yapboz parçası gibi tamamlayan tablolar vardı.

Oldukça zarif ama ihtişamlı bir salondu, göz alıcı büyüklükte biblolar ve çiçekler ile süslenmişti. Sonunda salonu geçtiğimizde elimin üzerinde bir el hissettim. Atlas elimi tutuyordu, bana daha çok yanaştı. Eli elimi sımsıkı tutuyordu. Gözümü kırptığımda düşen yaş yanağımdan sekti, şimdi anlamıştım neden tuttuğunu. Gözlerim dolmuştu, diğer elimle çaktırmadan gözlerimi sildim ve Murat Bey'in eliyle işaret etti havuz başındaki hasır sete oturdum. Atlas ile yan yana üçlü koltuk olana oturmuştuk. Hala eli elimdeydi, Murat Bey bu detayı fark etmişti.

Bir şey demeden gülümsedi ve karşımızdaki ikili tekli koltuktan birine oturdu.

''Siz ne zaman hazırlanacaksınız?'' dedi Atlas başımızdan gitmesini ister gibi. Sanırım baş başa kalmamızı istiyordu ya da en azından benim olayları hazmetmem için bana zaman vermeye çalışıyordu.

''Ne o evlat. Hemen sıkıldınız mı benden?'' Atlas belli belirsiz gülümsedi. ''Estağfurullah. Sadece merak etmiştim. Sonra telaş etmeyin diye.'' Murat Bey yine aldırış etmedi. Kafasını aşağı yukarı sallayarak cebinden sigara çıkardı ve dudaklarına yerleştirirken duraksayıp bize döndü. ''Rahatsız olur musunuz?''

Atlas ile kafamızı olumsuzca salladık. ''İçiyor musunuz?'' Tekrar kafamızı olumsuzca salladık.

'Ben içiyorum.'

O Sensin ama Vaha, Mabel değil.

''Güzel, ne olursa olsun derdinizin sigarayla çözülmeyeceğini bilin.''

''Öyleyse siz neden içiyorsunuz?'' dedim iğneleyici bir tonda. Hep her boku yiyen ama lafa gelince yapmayın etmeyin diyen insanlardan nefret ederdim. ''Ben keyiften içiyorum. Genelde herkes dertlenince falan içer. Bir de içen bir insan olduğum için içip bağımlı olmayın diyorum. Karar yine sizin tabi.''

'Hm... Medeni bir adam. Sevdim.'

Ortaya çıkıp onunla benim yerime sohbet etmeye ne dersin?

'Kalsın, halimden gayet memnunum.'

Sen değil miydin bedende hakimiyet kurmak isteyen? Ne oldu şimdi hemen kuyruğunu kıstırıp kaçtın.

'Elbette bendim ama benim de bazı şeyleri atlatıp kendime gelebilmem için zamana ihtiyacım var.'

Güçsüzsün değil mi? Gücün bir anda çekilmiş gibi hissediyorsun.

'Toparlıyorum, sadece biraz daha zamana ihtiyacım var. Birkaç gün kadar.'

''Evet çocuklar yok mu merak ettiğiniz bir şey?''

'Ne kadar paran var?'

Kes sesini Vaha.

''Ne iş yapıyorsunuz?'' Sigarasından derin bir nefes çekip Atlas'a döndü. ''Yazılım şirketim var.''

''Bu ilk evliliğiniz mi?'' dedim hoşnutsuz ve rahatsız şekilde. Atlas demek istediğimi anladığı için elimi sıktı, Murat Bey de anlamıştı. ''Merak etme henüz bir çocuğum yok, daha önce evlendim lakin karım kansere yakalandı. Bundan on yıl önce vefat etti.''

''Başınız sağ olsun.'' Atlasla aynanda söylememize gülümsedi. ''Teşekkür ederim çocuklar. Siz peki, ne zamandır berabersiniz bakalım?''

Gözlerim hala birbirini tutan ellerimize oradan da Atlas'a döndü. İşte bu canımı yakacaktı.

''Biz beraber de-''

''Henüz çok yeni. Günler oluyor.'' Hayal kırıklığıyla kısılan gözlerim şaşkınlıkla irileştiğinde Atlas bir kez daha elimi sıktı. Bu bir uyarı olmalıydı, neden birlikte olduğumuza dair bir yalan söylüyordu ki?

''Ne güzel, Mabel bizim yanımıza gelip gittikçe sende onunla gel. Kapımız her zaman açık.''

'Acaba buraya bir daha gelecek miyiz?' Vahanın kahkahası aklımda yankılanmaya başladı.

''Teşekkür ederim.''

Murat Bey 'Rica ederim.' Der gibi kafasını salladı ve sigarasını söndürüp ayağa kalktı. ''Çocuklar bende hazırlanmaya başlayayım yavaştan. Mabel annenin odası üst katta soldan ikinci oda, istediğim zaman yanına gidebilirsin.''

Kafamı belli belirsiz salladım. Onunla konuşursam kalbini kırabilirdim, bu yüzden gidip gitmeme konusunda kararsızdım.

Murat Bey yanımızdan gittiğinde elimi Atlas'ın elinden çektim. ''Neden böyle bir yalan söyledin?''

''Eğer beraberiz demeseydim gidene kadar bize birbirimizi öveceklerdi, çok yakışıyorsunuz kesin konuşmayın gibi gibi. Bir de bunlarla kafanı doldurup üzülmeni istemedim.''

'Yalancı.'

Yine ne demek istiyorsun Vaha?

'Ne demek istediğimi yakında görürsün.'

''Mabel?''

''Ha efendim.'' Gözüm dalmıştı, gözüm mü dalmıştı?

Bunu bile fark edememiştim. Evden çok fazla ses gelmeye başlamıştı. Havuz başı bile süslerle dolmuştu ve göz kanatıyordu. Abartılmış büyük çiçekler ve alkollüden alkolsüze içeceklerle masalar donatılmıştı.

''Ben bir lavaboya gidip geleceğim. Tek kalmak istemiyorsan durabilirim ama?''

''Yok hayır, sen git.'' Atlas emin olup olmadığımı sorgular gibi yüzüme baktı, sonunda pes etmiş olmalı ki yanımdan kalktı ve içeri doğru gitti.

''Çıkmak istemeyecek bugünü buldun.'' Diye mırıldandım.

'Bu isteğini birkaç gün sonra gerçekleştireceğim.'

''birkaç gün sonra da ben istemiyorum.'' Dedim fısıltıyla. Burada dikkat çekmek istemiyordum.

'Kalbimi kırıyorsun.'

''Bir şey olmaz. Bak hala yaşıyorsun.''

Vahadan cevap gelmeyince ellerimle yüzümü kapatıp kafamı geriye yasladım. ''Kaç kaç, kuyruğunu kıstırınca hemen kaç. Neyse bunun için sana kızmayacağım çünkü bunu bile özlemişim.''

Hava soğumaya başlamıştı, saat akşama doğru ilerliyordu. Belki de annemi görmeliydim, onu hayatımda hiç bu kadar görmemiştim. Belki de bu onu son görüşüm olurdu, bir daha ben buraya gelmezdim. O da benim için gelmezdi, en azından ben öyle düşünüyordum. Atlas gelene kadar gidip görmemin bana ne gibi zararı olabilirdi ki?

Ağlasam bile kimse bunu absürt karşılamazdı, şu anda yapabileceğim en kötü şey de zaten ağlamak olurdu. Ellerimi yüzümden çektim ve oturduğum yerden kalkıp içeri doğru ilerledim. İçeri de süsler, içecekler ve yiyecekler hazırlanmıştı bile. Hem havuz başında hem de içeri de donatılmış ve abartılmış bir masa, bir hazırlık vardı. Baygın bakışlarla etrafı inceleyerek merdivenlere ilerledim.

Kimse birbirine bakmıyor birbirini duymuyordu, herkes kendi işinin peşinde koşturuyordu ve inanılmaz bir gürültü vardı.

Üst kata çıktığımda gürültü azalmaya başladı. Annemin odası Murat Bey'in söylediğine göre ikinci odaydı, ikinci odaya doğru aklımda gidip gitmemeyi tartarak ağır adımlarla ilerledim ve kapının önünde durdum. Yine elim havada duruyordu, içeri girmeli miydim? Yoksa vazgeçip aşağı mı dönmeliydim?

Girsem de, girmesem de daha ne kadar zarar görebilirim ki?

Elimi kapıyı tıklatmak için tekrar kaldırdığım sırada kapı açıldı ve içeriden hiç beklemediğim bir sima çıktı. Atlas kapıyı açmış şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Lavaboya gideceğini söylemişti ama şu an neden annemin yanından çıkıyordu? Üstelik bana suçüstü yakalanmış gibi bir korkuyla bakıyordu, sertçe yutkundu ve donuk şekilde yüzüme bakmaya devam etti.

Kaşlarım belli belirsiz çatılırken gözüm cebinde kıvrılarak koyulan kâğıda döndü. ''O kâğıt ne?''

''A... o önemli bir şey değil ya''

''Lavaboya gitmiyor muydun?'' kapı hala açıktı ama oda o kadar büyüktü ki annem şu an bizi duymuyor tamamen yapılan makyajıyla ilgileniyordu. Gözü bize kaymadıkça bizi fark etmeyeceği aşikardı.

''Evet ama anneni tebrik etmek istedim, sonra fırsat bulamam diye. Sen...''

''Ben... şey-''
''Mabel sen misin?'' annemin seslenişiyle Atlas önümden çekildi ve annem tekerlekli sandalyesiyle bana döndü. Saçı bitmişti, makyajı hala yapılıyordu.

''Evet, seni görmek istedim.'' Dedim dürüst olarak. Atlas annemle bana bir bakış atıp ''Havuz başındayım.'' Diye mırıldandı ve cebindeki kâğıdı cebine doğru ittirip odadan çıktı. O kâğıtta ne olduğunu deli gibi merak etsem de bir şey demedim ve kafa sallayarak içeriye annemin yanına girip kapıyı kapattım.

''Gelmezsin diye düşünmüştüm.'' Dedi gayet mutlu bir sesle. ''ben de.'' Diye mırıldanıp aynanın karşısında tam arkasına geçtim.

Saçını yapan kadın çıkmıştı, makyajını yapan kadın bizimle ilgilenmiyor gibi görünüyordu. Annem ile gözlerimiz kesiştiğinde elini kadına çıkmasını işaret ederce salladı. ''Yıllar sonra erkek arkadaş yapmışsın. Hem de yıllar öncesinden âşık olduğun çocuğu.'' İlk defa yüzünde alay ve kin olmadan masum bir şekilde gülümsedi.

''Sonunda atlatıyorsun.'' Dedi ve gözlerini yumdu. Sanki buna şükrediyordu, kendi o kadar acıyı çekmiş gibi, kendisi yalnızlıkla ölümle yaşam arasında savaşlar vermiş gibi ve sanki kendisi ölümden dönmüş gibi.

''hiçbir şey atlattığım yok.''

''Sen henüz farkına varmamışsın bunun. Görmüyor musun, artık bakışların korkak değil artık eskisi gibi ufacık bir şey de titremiyorsun ve yanında bir erkekle temas halindesin. Bir erkeğe güveniyorsun.'' Yumduğu gözlerini açmış bana aynadan şefkatle bakıyordu. Gerçekten ümidi sorunlu kızının artık sorunsuz olması mıydı? Beni bu kadar önemsiyor muydu?

Ah, ya da beni o kadar önemsemiyordu ki tek önemsediği itibarıydı. Deli bir kızı olsun istemiyordu.

''Evet artık korkmuyorum, güvendiğim birisi var. Atlas da güvendiğim birisi ama bu halimin sebebi olan kişi değil. Şimdi bakıyorum da...'' Olduğumuz oda da göz gezdirdim. Masa da mücevherler doluydu, gözlerimin yanmaya başladığını hissettim. O bana yedi yaşımdan beri acımamıştı, belki de ben de artık acımamalıydım hak etmeyenlere. Belki öyle içim rahatlardı, belki de Vaha içime ruhuma kadar işlemişti ve artık ben Vahaya Vaha da bana bürünüyordu. Tek beden olan iki ruhumuz artık bir ruh olmak istiyordu.

''Beni bu mücevherler, bu zenginlik ve bu... şöhret için mi bıraktın bunca yıl. Bu adamı avlamak için miydi yıllardır yokluğun...''

''Mabel! Sen benimle ne biçim konuşuyorsun, demek istediğin şey nereye çıkıyor farkında mısın? Karşında annen var.''

''Tam da çıkması gereken yere çıkıyor, tam da karşımda annem olduğunu söyleyen ama annelik yapmayan kadına çıkıyor o laflar. Verdiğin paralar bana annelik yapmadı, alkollü bir anne de bana annelik yapmadı. Sen benim annem değilsin, sen sadece hayatta mıyım diye ayda yılda bir kontrol eden bir kadınsın benim için.'' Aynadaki yansımama gözüm kaydı, konuşurken sesim bir kere bile titrememiş, bir kere bile kesilmemişti. Bunun sebebini görebiliyordum, ayna da ki yansımada kararan gözlerimden birinin beni sarıp sarmaladığını bunları söylemem için beni güçlendirdiğini hissedebiliyordum. Yanımdaydı, gölgesi gözlerimdeydi.

Annemin o saatlerdir hazırlanan makyajını bozacak yaşlar akmaya başladı, ayağa kalkıp bana döndüğünde vuracağını düşündüm ama normalde bundan korkmam gerekirken vursun diye içimden kendimi gaza getiriyordum. Vursun... Vursun da ben de burayı terk edip bir daha yüzünü bile görmeyeyim. Beni haklı çıkar, çekip gitmem için bana bir sebep ver.

''Sen...''

''Ben... Ne?'' dedim çatılmış kaşlarımla yüzünü incelerken. Bir anda dururken iki büklüm oldu ve eli ağzına gitti. ''N..Ne? ne oldu?''

Bir eliyle sandalyenin ucunu tutmuştu, diğer eli ağzındaydı neler olduğunu anlayamadığım için öylece bakıyordum. Midesi mi bulanıyordu?

''Ne oldu? İyi misin, Çağırayım mı birilerini?'' Annemden cevap alamayınca arkamı dönüp kapıya ilerleyecektim ki elimi tuttu ve kafasını sağa sola doğru salladı. Rengi bile solmuştu, yine alkol mü almıştı?

''Sen yine alko...'' Beni tutan eli karnına doğru inip ovalamaya başladığında sözüm sanki görünmez bir güç tarafından kesilmiş gibi hissettim. Bu hareket... Düşündüğüm şey olamazdı değil mi? Yani bu evlilik, bu paldır küldür olan nikahın sebebi...

''Sen.... Sen hamilesin.''

 

Loading...
0%