Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@byzloey

Tek çocuk olmak, oldum olası zordu benim için. Kendimi hep yalnız hissederdim, çoklu kişilik bozukluğu yaşamadan önce de hep bir kardeşim olsun isterdim, ellerime kan bulaşmadan. Bu dünya da ki masumluğum daha ölmemişken bir kardeşim olsun isterdim. Olsaydı belki bırakılmazdık, bırakılsak da yalnız olmazdık. Belki de bir kardeşim olsaydı Vaha hiç var olmayacaktı.

Eğer önümde bir seçenek olsaydı, Vahanın hiç var olmaması ve bir kardeşimin olması mı? Yoksa bu hayatımın olması mı?

Hangisini isterdim?

Ya da hangisini istemeliydim?

Bir kardeş ile temiz bir hayat mı? Yoksa Vaha ile kirlenmiş bir hayat mı?

Bu saatten sonra arınmak mümkün müydü?

'Arınmak kirlenmek kadar kolay değildi.' Bunu ben söylemiştim, Vaha da daha önce söylemişti. Sözlerimiz de bazen birbirini tamamlardı. Bir elmanın iki yarısı gibiydik, o varken başkasına ihtiyaç duymuyordum.

Temiz hayat ile beni yalnız bırakmayacak bir kardeşe bile...

''Evet... Biz bir süredir beraberdik, ciddi düşünüyorduk ama bu... hesapta olmayan bir durumdu.''

Bana bunca yıl bakmamış annem, benim başımı okşamamış annem şimdi bir çocuk daha mı getirecekti bu dünyaya? Bana bakmamış annem başka bir çocuğa mı bakacaktı? Babalı bir şekilde mi büyütecekti?

Benden bunu nasıl saklardı? Bunu bana nasıl yapardı? Bu nasıl bir vicdansızlıktı?

''Mabel... Lütfen böyle yapma artık. Gel buraya beraber yaşayalım.''

''beraber yaşamak mı?'' dedim zorlukla. Nefes bile alamıyor gibi hissediyordum. Birinin beni öldürmek istercesine boğazladığını hissediyordum.

''Sen... Hayatımda gördüğüm en vicdansız kadınsın.'' Dedim tiksinircesine. İşte şu an sesim titriyordu, şu an sözlerim görünmez bir bıçakla binlerce parçaya ayrılıyordu.

''Dedikleri doğruymuş... Sana hep inandım Mabel. Şimdiye dek yıllarca, söylenen her şeye kulağımı kapadım ama sabahtan sonra bir karar almıştım. Ne kadar değişmiş olman için dua etsem de bir yanım hep gerçekten düzelmediğini söylemişti. İyi ki o kararı vermişim, çok doğru bir kararmış.''

''Ne kararı, Neden bahsediyorsun sen?''

Annem akan göz yaşlarını temizledi ve koltuğuna geri oturdu, merakla ondan bir cevap bekliyordum. Benim hakkımda ne gibi bir karar almış olabilirdi ki?

Sertçe yutkundum, hala sessizdi. Bir kez daha sormak için dudaklarımı araladığım sırada kapı tıklandı, dudaklarım aralık kalmış söylemek istediğim kelimeler aralık dudaklarımdan çıkmamıştı.

''Hayatım, hazır mısın? Geleyim mi?''

Murat Bey mutlu olduğu sesinden belli vaziyette kapıda annemi bekliyordu. Annem gözlerini bir kez daha sildi ''Şu an değilim Hayatım. Makyözü gönderir misin?''

Aynadan annemle göz göze geldik, sormak istiyordum ne kararı aldığını sormam gerekliydi. Neden kelimeler dudaklarımdan çıkmıyordu, neden alacağım cevaptan bu kadar korkuyordum.

'Burnuma pis kokular geliyor Mabel. Hemen çık bu odadan.'

Haklısın, burada bir şeyler dönüyor Vaha.

''Ben aşağıdayım, daha fazla oyalamayayım seni hazırlan.''

''Yarın sabaha biletini alırım. Öğlene kadar evinde olursun.'' Kapıya dönük adımlarım duraksadı. Gitmemi bu kadar çabuk mu istemişti?

Bu kadar mı nefret ediyordu benden?

Söylediğine bir şey demeden ilerledim ve açılan kapıdan makyözle göz göze gelmeden hışımla çıktım. Gelmekle hata etmiştim, buraya gelerek hayatımın en kötü kararını vermiştim. Hatta ben değil Vaha vermişti. Zaten hayatımda en kötü ne varsa hepsi ya Vaha içindi ya da Vaha yüzündendi.

''Ben sana söylemiştim, buraya gelmek kötü bir fikirdi.''

'Kalmakta beterin beteri gibi bir şeydi, dikkatli ol. İçim hiç rahat değil.'

Kafamı sağa sola salladım ve merdivenlerden hızlı adımlarla indim. Kalabalığın çoğunluğu havuz başına geçmişti, neyse ki kimse benimle muhatap olmuyordu.

Şu an tek sevinebileceğim şey buydu. Havuz başına vardığımda takım elbisesiyle jilet gibi olmuş Murat Bey ve Atlas'ı karşılıklı derin bir sohbetin içinde gördüm. Bu kadar birbirlerini seveceklerini düşünmemiştim, ne konuştuklarını merak ederek yavaşça yanlarına yaklaştım. Öyle dalgın konuşuyorlardı ki beni bile fark etmemişlerdi.

''Demek psikolojiye merak sardın, buna çok sevindim. Peki psikolog mu olmayı düşünüyorsun?''

Dedi Murat Bey geniş bir gülümsemeyle. ''Aslında askeriye de çalışmak istiyordum ama içimden bir ses beni psikolojiye yöneltti. Yani hoşuma gidiyor nedenini bilmiyorum ama araştırdıkça daha fazlasını araştırmayı istiyorum. Sanırım bu yıl kazanırsam psikolojiye yazılacağım.''

Atlas o kadar heyecanlı anlatıyordu ki dışardan gören onları baba oğul sanabilirdi. Murat Bey de onu kendi kadar heyecanlı şekilde dinliyordu. Nedense bu görüntü hoşuma gitti. Bu görüntünün ardından ileri de Murat Bey'in erkek olursa kardeşimle böyle oturup güleceğini fark ettim. Benim hiç yaşamadığım bir hayattı, çok şanslıydı. Çünkü benim her zaman hayalim olarak kalacak bir hayatı yaşayacaktı. Kızaran ve dolmuş gözlerimi sildim. Az önceye nazaran bu görüntü bana kendimi biraz daha iyi hissettirmişti.

''Eğer ücretli okula gidersen iş veya staj için falan da olabilir. Bana mutlaka ulaş, iyi yerlere geleceğine eminim. Bunda benim de katkım olsun isterim.''

''Ah, çok teşekkür ederim ama babamın çok fazla çevresi var o konuda bir sorun yaşayacağımı düşünmüyorum yine de aklımda bulunsu... Mabel.'' Atlas'ın gözü beni bulduğunda gülümseyerek yana kaydı ve eliyle yanını işaret etti.

''gelsene, biz de okul hakkında konuşuyorduk.''

Murat Bey'in gözleri bana memnuniyetle döndü. ''Çok akıllı bir erkek arkadaşın var Mabel, bu yaşta bu davranışlarını çok taktir ettim. Gelecek odaklı ve gerçekçi düşünüyor.''

''Öyledir...'' diye mırıldandım Atlas'ın yanına otururken.

''Sen ne okumak istiyorsun Mabel? Sınava hazırlanıyor musun? Ücretli ya da devlet fark etmez hangi okulu istiyorsan seni yazdırabiliriz. Ya da dershaneye gitmiyorsan dershaneye de yazılabilirsin. Henüz çok geç değil.''

Murat Bey'in bu ilgisi beni beklenmedik şekilde şaşkına uğratırken boğazımı temizleyip dik oturdum. Daha önce bir bölüm net olarak hiç düşünmemiştim...

Birçok mesleğe merak sarsam da kendime uygun bir meslek ve bir gelecek hiç hayal edemiyordum. Zaten yıllardır başka düşünceler böyle düşüncelerimin önüne geçiyordu, gelecek hayallerimi de engelliyor her yeri karanlık görmemi sağlıyordu.

''Aslında benim henüz kafamda netleştirdiğim bir bölüm yok.''

''Annen sanırım küçükken hukukla ilgilendiğini söylemişti, yani bir aralar meraklıymışsın.''

''Evet öyleydi, şu an adalet parayla olduğu için hukuka karşı soğudum denebilir.'' Murat bey anlayışla kafasını aşağı yukarı salladı. ''Anlıyorum, peki sonucuna göre mi bölüm seçeceksin?''

''Öyle görünüyor.''

Atlas sessizce ve dikkatli şekilde beni dinlerken bacağımın üzerindeki elimin üzerine koydu elini. Bunu neden yapıyordu bilmiyordum bu gidişat hiç iyi değildi. Kendimi bir gün de bu kadar kaptırmak istemiyordum, daha fazla üzülmek istemiyordum.

''Bence erken karar vermelisin Mabel hedefin olursa çalışmak için daha teşvik edici bir sebebin olur. Bu güzel sohbeti bölmek zorundayım çocuklar siz oturun ben Ayşe'nin yanına gideyim. Saat geldi.'' Murat bey yanımızda takımını düzelterek kalkar kalkmaz Atlas'a döndüm.

''Sevgiliyiz dedik diye öyle davranmak zorunda değiliz. Bunun için bana yakın davranmak zorunda değilsin.''

''Zorunda olduğum için yapmıyorum, istediğim için yapıyorum. Döndükten sonra bir daha böyle davranabilir miyim bilmiyorum.''

Aklında soru işaretleri mi vardı, kafası karışık olduğu için mi bana böyle davranıyordu? Yani aslında bana karşı duyguları olabilir miydi? Neden içim bu kadar kötü durumdayken bile kıpır kıpır olmuştu.

''O da ne demek? Döndükten sonra...''

''Boş ver sen bunları. Sen iyi misin?''

Lafı mı çeviriyorsun yoksa gerçekten beni mi düşünüyorsun Atlas?

'İkisi de olabilir.'

Neler döndüğünü nasıl anlayacağız Vaha?

Merak ediyordum, bu imaların altında yatan sebebi çok merak ediyordum. Akıllarındaki şey neydi? Annemin aldığı karar, Atlas'ın döndükten sonra olacak korkusu neydi? Buraya gelmek bile yoksa bir oyun muydu? Çatık kaşlarımla anlamak adına kendime zaman tanıyarak ''Evet.'' diye mırıldandım.

Çünkü biliyordum ki sorduğumda bir cevap yerine ya bir bahane ya da bir yalan alacaktım. Tabi eğer gizlice onu izler, İdil hanımla olan konuşmalarını yakalayabilirsem işte bu sorularıma bir cevap verecekti.

''İyiyim, sadece dediğim gibi bu gecenin hemen bitmesini istiyorum.'' Atlas kafasını aşağı yukarı salladı ve ayağa kalkıp elini tutmam için bana uzattı.

''Peki madem, hazırlanalım da hemen bu gece bitsin.'' Bu yaptığına gülerek elini tuttum ve bileğimdeki saate baktım. Evet artık hazırlanma vaktiydi.

Nikaha bir saat kadar kısa bir süre kalmıştı, Atlas elimden tutarak açık olan kapıda bavullarımızın olduğu odaya geldi. ''Ben takımımı alıp lavaboda giyineyim sende burada rahatça hazırlan.''

''Olur.'' Atlas bavulu açıp özenle koyduğu takımı çıkardı ve lavaboya ilerleyip kapıyı kapattı. Ben de ardından odanın kapısını kapatarak perdeyi çektim ve bavulumdan özenle koyduğum elbiseyi çıkardım.

Çıkardığım elbiseyi yatağın üzerine koyarak makyaj çantamı aynalı komodinin üzerine bırakıp üzerimdekileri çıkardım. Umarım Atlas lavabodan pat diye 'ben giyindim.' Diyerek çıkmazdı.

Bunun korkusuyla aceleci oldum ve çıkardığım kıyafetleri özenle bavula koyarak elbiseyi alıp önce bacaklarımdan sonra belimden çekerek giydim.

Tabi tek unuttuğum bir detay vardı, elbisenin fermuarını nasıl çekecektim?

Dün elbiseyi öylesine giyip olduğu için çıkarmıştım, sırtımı kapatamamıştım. Yarın nasıl kapatacağım diye neden düşünmemiştim ki?

Kapı tıklandığında elbisenin arkasına uzanan elimi çektim ve elbiseyi üzerimde ellerimle tuttum. ''Mabel?''

''Evet?'' Seslenen Atlastı, sanırım takım elbisesini giymişti bile.

''Yardıma ihtiyacın var mı?'' Yardım... Ah evet desem çok mu fırsatçı biri olurum?

''Şey, aslında çok güzel olur.'' Atlas benim bile düşünmediğim fermuar detayını düşünmüştü, böyle ince düşünceli bir çocuk nasıl hala benim yanımdaydı, bilmesine rağmen nasıl hala yanımda kalabiliyordu. Nasıl benden korkmuyordu, nasıl kaçıp gitmiyor ya da beni şikâyet etmiyordu.

''Geleyim mi?''

''Gelebilirsin.'' Diye mırıldandım utançla. Atlas gerçekten gerçek olamayacak kadar harika bir çocuktu. Nazikliğiyle, zekasıyla, hal ve tavırlarıyla ve en önemlisi de bakışlarıyla gerçek olamayacak kadar harikaydı.

Lavabonun kapısı açıldı, Atlas gözlerini bana değdirmemeye özen göstermek yerine aksine direk gözlerime bakarak geldi. Bana bakmadığını bana göstermek istiyordu. Tam karşıma geçtiğinde ''Arkanı dön.'' Diyerek elbiseye baktı. Bana bakamazdı zaten çünkü elbiseyi bedenime yapıştırmıştım, en azından ön kısmını.

Dediğini yaparak arkamı döndüm, fermuarı saniyeler içinde çekerek boğazını temizledi ve bir adım geri çekildi.

''Hindistan cevizi...'' diye mırıldandı.

''Şampuanın güzelmiş.'' Diye ekledi.

''O şampuanım değil, vücut losyonum.''

Tekrar öksürdü ve bir adım daha geri çekildi.

''Bir sorun mu var?'' dedim önümü dönüp öksürmekten kızaran yüzüne bakarak.

''Şey Hindistan cevizine alerjim var da, kokusu da....'' Tekrar öksürdü. ''Daha önce bunu kullanmıyordun değil mi?''

Kafamı sağa sola salladım. ''Önceki şeftaliydi.''

Atlas biraz daha kendine geldiğinde kapattığım perdeyi çektim ve camı araladım.

''Biraz hava al istersen.''

Atlas kafasını sallayarak cam kenarına gittiğinde suçluluk duygusuyla yüzümü astım. Aslında hayatım boyunca en uzun kullandığım vücut kokum Hindistan ceviziydi, üstelik bu kokuyu çok severdim. Atlas'ın buna alerjisi olması nedense beni gerçekten üzmüş ve kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu.

''Aslında bu kokuyu ve Hindistan cevizli yemekleri çok severdim ama alerjim çıkınca bir daha yaklaşamadım ne kokusuna ne de yemeğine.''

''bende çok severim.'' Dedim gülümseyerek. Bana dönük duruyordu ama derin derin nefesler aldığını görebiliyordum. Henüz ceketini giymemişti, gömleğini kravatını ve pantolonunu giymişti. Ha ayakkabısını da unutmamak lazımdı tabi, benim evde Vaha sağ olsun ayakkabım vardı. Onun da olmalıydı ki dün beraber ayakkabı bakmamıştık.

Şu an bile oldukça jilet gibi görünüyordu. ''Hazırlanırken seni izlemem de sakınca var mı?''

''Hayır, saçımla makyajım kaldı.''

''Annenin getirttiği kadınlara yaptırmayacaksın sanırım.''

''Hayır, abartı bir şey istemiyorum. Saçımı düzleştireceğim bir de kahve tonlarında bir makyaj yeterli.'' Atlas gülümseyerek 'Sen bilirsin.' Dercesine dudak büzdü.

Bavuldan tarağımı ve düzleştiriciyi çıkararak prize taktım. Düzleştirici ısınana kadar saçımı güzelce taradım ve elimle iki yanıma ayırarak omuzumun üzerine getirdim.

Düzleştiricim hemen ısındığı için şanslıydım, kolumdaki gümüş renkli saate göz attım. Yarım saatim vardı. Isınan düzleştiricimle saçımı düzleştirmeye başladığım sırada arkamdan yabancı bir müzik çalmaya başladı.

Bildiğim bir şarkı değildi ama fon müziği hoşuma gitmişti.

'Ben biliyorum.'

Senin bilmediğin bir şey olsa şaşarım.

''Sana kıvırcık daha çok yakışıyor neden düzleştiriyorsun ki?''

''Ben düz saçı daha çok seviyorum.'' Atlas kafasını sağa sola salladı. ''Tabi sen nasıl seviyorsan öyle yap, ben erkek olarak kıvırc.. Ya da boş ver sen hep düz yap.'' Bu değişimi kaşlarımı çatmama sebep oldu, saçımı düzleştirirken hafif ona doğru döndüm. Bu değişiminin sebebi de neydi?

''Ne? Neden daha demin kıvırcık daha iyi erkek gözüyle baktığımda diyordun.'' Atlas dudaklarını ısırınca kıkırdadım. Şu an aynı annesine yakalanmış suçlu bir çocuk gibi duruyordu.

Neden kıvırcığı beğendiğini söylerken sürekli düzleştirmemi istemişti ki?

'Erkek gözüyle beğendi çünkü, yani başka erkekler de beğenebilir.'

Eğer bana arkadaş gözüyle baktığını açık bir dille belirtmeseydi buna inanabilirdim.

'Her söylediğine inanacak mısın?'

Muhtemelen.

'Ya yalan söylerse, ki söyleyecek?'

Muhtemelen.

'Sen saf mısın?'

Muhtemelen.

'Doğru, soranda kabahat.'

Sırıtarak saçımın diğer tarafına geçtim ve düzleştirmeye devam ettim. Vahanın söylediği düşük bir ihtimal bile olsa içimi kıpır kıpır etmişti.

''Neye gülümsüyorsun?'' Atlas'ın beni izlediğini tamamen unutmuştum. Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı sağa sola salladım. Bu benim beden dilimde 'Hiç.' Demekti.

Saçımı düzleştirmem bittiğinde düzleştiriciyi çektim ve soğuması için kenara bırakarak makyajımı yapmak için kenardan pufu çektim ve aynanın karşısına oturdum. Önce bazı cildime yaydım ardından fondötenimi ve kapatıcımı sürdüm. Ardından far, allık bronzer hepsinin tek bir araya geldiği paletimi açıp getirdiğim fırçayla sırayla hepsini sürdüm. Kahve tonlarında açıktan koyuya giden bir göz makyajının ardından rimel ve diğer ufak tefekleri halledip en son makyajımı sabitledim. İçeriden gelen sesler git gide artmaya başlamıştı.

Ben makyajımı bitirdiğimde Atlas pencereyi kapadı ve beni baştan aşağı güzelce süzdükten sonra ''Gecenin en güzel yıldızı sen oldun.'' Diyerek bana yaklaştı.

Gecenin en güzel yıldızı...

Kalp atışımın git gide hızlanması normal miydi? Ya da etrafın sıcak olması? Ya da bu elbiseyle bile etrafı sıcak sanıp terlemem?

Ah, daha yeni makyaj yapmıştım!

''Ceketimi giyip geleyim, biz de geçelim havuz kenarına.'' Atlas benim cevap vermeme kalmadan lavabodan ceketini alıp üzerine geçirdi ve müziği kapatıp telefonunu pantolonun cebine koyarak elimden tuttu.

''Tutmamı istemiyorsan...''
''Sorun yok, gidelim.''

'Tabi sorun olmaz, canına minnet.'

Ortaya çıkmadığın sürece söylediklerini dinlemeyeceğim.

'Neden ortaya çıkmamı istiyorsun?'

Çünkü benim de artık dinlenmeye ve saklanmaya ihtiyacım var.

'Bu ölümlere sebep olsa bile mi?'

Ölümlere sebep olsa bile.

Atlas ile odadan çıkıp kalabalığın içinden bize ayrılan en öndeki sandalyelerimize geçtik. Annemin yanına falan gitmek istemiyordum, onu nikahtan önce de sonra da görmek gibi bir niyetim yoktu.

Şu an tek niyetim döndükten sonra ne olacağını öğrenmekti.

Havuz başı oldukça kalabalıktı, sakin bir fon müziği çalıyordu. Kenarı da ki masalarda alkollü, alkolsüz içecekler ve atıştırmalık yemekler vardı.

Sandalye de huzursuzlukla kıpırdandım. Annemin karnında bir bebek vardı, kardeşim olacak bir bebek. Neden buna inanmakta zorluk çekiyordum bilmiyorum ama bir kardeşim olacaktı, küçücük bir bebek üstelik benim kanımdan olacaktı. Babalarımız aynı olmasa da annelerimiz aynıydı ve emin olduğum bir şey varsa o çocuğun benden çok daha şanslı olacağıydı.

Etrafımızdaki herkesten bir alkış koptuğunda gözümü daldığı yerden çektim ve el ele yürüyen annemle Murat Bey'e döndüm. Gerçekten birbirlerine yakışıyorlardı, ayrıca ikisinin de yüzünde benim yüzümde hiç açmayacak bir gülümseme vardı.

Annem ve Murat Bey oturduktan kısa süre sonra nikah memuru geldi ve elindeki defter ile hemen sol köşeye oturdu. Murat Bey'in çaprazına iki şahit olacak arkadaşları da geçti ve gülümseyerek annemin elini tuttu.

Şu an görüyordum ki Annem kendine bensiz bambaşka yepyeni bir hayat kurmuştu. Benim yanıma hiçbir arkadaşı gelmemişti çünkü beni tanımamışlardı. Benimle kimse ilgilenmemiş beni kimse görmemişti çünkü ben onun dünyasında yoktum. Bunun farkındalığı yüzünden hissettiğim ağırlık gözlerimin dolmasına ve buruk bir tebessüm etmeme sebep oldu. Annemin hayatında ben yoktum, o kendine yeni bir hayat kurmuştu. Aynı babam gibi.

Aralarında geçen birkaç konuşmayı kulaklarım duymadı, annemin gözü bana döndüğünde dolan gözlerimi görmemesi için bakışlarımı kaçırdım ve havuza çevirdim.

''Yaptığımız araştırmada evlenmenizde hiçbir sakınca görülmemiştir. Sayın Murat Koran İyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, zenginlikte ve yoksullukta sonsuza kadar sayıp severek, kimsenin baskısı ve etkisi olmadan Ayşe Efdal'i eşin olarak kabul ediyor musun?''

Murat Bey büyük bir sevinçle yaklaştı ve ''EVET!'' diye bağırdı. Alkışlar başımı ağrıtır derecesinde fazlaydı, Atlas'ın elini tutan elim istemsiz sıkılaştı.

Kendimi iyi hissetmiyordum, stresten olsa gerek midem bile bulanmaya başlamıştı.

''Sayın Ayşe Efdal İyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, zenginlikte ve yoksullukta sonsuza kadar sayıp severek, kimsenin baskısı ve etkisi olmadan Murat Koran'ı eşin olarak kabul ediyor musun?''

Atlas kulağıma doğru eğilerek ''İyi misin?'' diye fısıldadı. Gözlerimi yumup yaşlarımın içime akmasını bekledim. Dışarıdan ağladığım belli olsun istemiyordum, saniyeler sonra daha iyi olduğumu hissedip yüzümü çevirdim ve gözlerimi açtım.

Atlasla ilk defa bu kadar yakındım, bu yakınlık normalde beni heyecanlandırmalıydı hatta utandırmalıydı ama utandığımı hissetmiyordum. Atlas tekrar öksürmeye başladığında rüzgârdan kokumun ona daha fazla gittiğini fark edip geri çekildim ve ''Evet.'' Diye mırıldandım.

Benim ardımdan annemin de ''Evet!'' çığlıkları ağrıyan başımı daha da zonklatmıştı.

Nikah memurunun söylediklerini dinlemek yerine gözlerimi etrafta dolandırdım. Boydan pencereler, etrafın yeşillikle dolduğu bir alan, kocaman ve biraz derin olan bir havuz, havuzun kenarında hazırlanmış masa, etrafta dolanan süsler ve çiçekler.

Bu görüntü midemi daha da bulandırınca gözümü etraftan çektim. Annem evlilik cüzdanını almış sevinçle ayakta duruyordu. Buna daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum. Arka da kalan masalı oturma alanına gitmek için Atlas'ı tutan elimi sıktım. ''Masaya geçelim.''

Atlas bir şey demeden benimle kalktı ve diğer geçen bir iki kişi gibi boş masalardan birine oturdu. İçeriden tembihlendikten sonra şefleriyle beraber gelen garsonlar tabakları ve içecekleri tepsiye dizdi ve önce bizim masamıza gelerek tepsiyi bizlere doğru yaklaştırdı.

İçeceklerin olduğu tepsiden alkollü olan herhangi birini aldım.

Atlas alkolsüz içeceklerden birini aldıktan sonra garson kenara çekildi ve diğer masaya yöneldi.

''Bu gece içmek istediğine emin misin?''
''Asıl bu gece içmem gerek, yoksa buraya daha fazla katlanamayacağım.''

İçkimden bir yudum aldım ve boğazımdaki tat yüzünden yüzümü ekşittim. Yutkunurken göğüs aram tekrar sızlamıştı, dövmelerimin ne olduğuna hala bakmamıştım. Sanırım ancak yarın bakabilecektim ne olduğuna. Vaha gibi birinden ne gibi bir dövme beklenebilirdi ki?

Belki kanlı bıçaklı bir şeyler çizdirmişti, belki de kendince yine bir söz bulup onu yazdırmıştı.

Bana ne dövmesi yaptırdığını hala söylemeyeceksin değil mi?

Aklımdan cevap verecek bir ses bekledim ama gelmedi.

Vaha?

Tekrar bekledim, tekrar gelmedi.

Zaten gelsen de söylemezdin.

Bıraktığım bardağı elime aldım ve tekrar bir yudum aldım. Baş ağrım inanılmaz artıyordu, mide bulantım da öyle.

Bardaktaki alkolü bitirdikten sonra masamıza gelen Murat Bey ile Atlasla aramızdaki sessizlik bozuldu.

Atlas ben içerken telefonuyla uğraşmış biriyle mesajlaşmıştı. Gözüm onunla telefonu arasında gidip gelse de pek bir şey görememiştim. Murat Bey geldiğinde Atlas'ın dağılan dikkatinden telefona doğru eğildim oturuşumu düzeltir gibi yaparak.

Tek görebildiğim mesajlaştığı kişinin tahmin ettiğim kişi olduğuydu.

''Çocuklar, umarım sıkılmıyorsunuzdur.''

Gözü önce Atlas'ın sonra da benim bitmiş bardağıma döndüğünde kaşları çatıldı. ''Mabel, sen ne içiyorsun?''

''Tadı şaraba benziyordu.'' Bu cevabım onu şaşırtmıştı, şaşırması geçtiğinde kaşları daha çok çatıldı. ''Bu yaşta alkol alman çok zararlı, aslında her yaşta zararlı ama bu yaşlarda özellikle daha fazla, lütfen alkol alma. Eğer içeceğin herhangi başka bir şey varsa gidip aldırabilirim.''

''Hayır teşekkür ederim. Zaten pek kalamayacağım, birazdan odama geçip dinlenmek istiyorum.''

Murat Bey sessizce uzun uzun yüzüme baktı. Ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordu ama tek anlayabileceği ne kadar bitkin ve yorgun olduğumdu. Artık bu kadar şeyi kaldıramıyordum. Her şeyi olabilir diyerek göz ardı etmeye çalışsam da olmuyordu.

Bu kadar şey bana dayanılmaz bir acıdan başka bir şey vermemişti. Sanki cehennem azabı çekiyordum, çektiğim azabın sebebini bilseydim eğer gerçekten buna inanırdım.

''Neden bir sorun mu var?''

''Biraz başım ağrıyor sadece.'' Murat Bey anlayışla yüzüme bakıp ''Peki madem.'' Diye mırıldandı ve masadan kalkıp ceketini düzeltti. ''Ben arkadaşlarımın yanına gidiyorum. Bir arzunuz olursa hizmetlilere söylemeniz yeterli, iyi eğlenceler.'' Atlas ile Murat Bey'in gülümsemesine karşılık verdik. Biraz bozulduğunu sezmiştim ama elimden başka bir şey gelmiyordu.

Bu tavırlarımı hak etmiyordu, farkındaydım ama benim de yapabileceğim başka bir şey yoktu. Hayatımda ilk defa böyle bir şeyi yaşıyordum ve her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki yaşadıklarımın farkına bile varamıyordum.

Hala kardeşim olacağı fikrine yabancıydım mesela, ya da üvey bir babam olacağına. Kesinlikle kabul edebileceğim bir durum değildi. Ben kendi kabuğumda iyiydim, en azından diğer olabilecek kötü şeylerdense yalnız olmanın kötülüğü yeterdi. Bu benim hayatımı sürdürebileceğim en iyi yoldu.

Yanımızdan geçen garsonu elimle durdurarak az kalmış içkimi yudumladım ve yenisini aldım.

Atlas önündeki az bir yudum almış dolu şekilde duran bardağıyla oynuyordu.

''Hızlısın... Çarpacak.'' Diye mırıldandı. Sesinde uzun zamandan sonra ciddiyet vardı. Onu ciddi gördüğüm sayılı anlardan biriydi. ''Benden saklanan şeyleri merak ediyorum.'' Dedim dürüstçe. Bardağımdan bir yudum aldım ve masanın üzerine bırakıp onun gibi bardağın yuvarlak kısmıyla oynamaya başladım. ''Saklanan derken?''

''Annemin sakladığı şeyi, senin sakladığın şeyi, İdil hanımın sakladığı şeyi.'' Derin bir nefes verdim ve bardağı alıp tekrar bir yudum aldım.

''Bazen bazı şeyleri bilmemek daha iyidir, gece uyuyabilmek için...''

''Bazen de bazı şeyleri bilmek gereklidir, gece uyuyabilmek için...'' dedim ve masaya doğru yaklaşıp ellerimi birbirlerine kenetleyerek gözlerimi benden kaçırdığı gözlerine diktim.

''Tüm gece bir şeyleri düşünmekle baş ağrıtmamak için, gece boyu ağlamamak için ve olabilecek akla gelen kötü şeylerden korkmamak için. Bazen gerçekten bir şeyleri bilmek gerekir.''

Dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu, önündeki bardaktan büyük bir yudum aldı. ''Eğer üçümüzden birinin ne sakladığını öğrenebilme şansın olsaydı, kimi seçerdin?''

Senin...

'İdil hanımın.'

''İdil Hanımın.'' Vahayla aynı şeyi aynanda söylediğimiz için gülümsedim.

Atlas ise sertçe yutkundu ve bana beni şaşırtacak kadar üzgün baktı. ''ne oldu?''

''Eğer beni seçseydin...'' dedi ve gülümsedi. Yanımızdan geçen garsonu durdurdu ve alkollerden birini alıp önüne koydu. ''Eğer seni seçseydim?'' dedim gözlerimi kısarak.

''Sana ne sakladığımı söyleyecektim.''

Ben şaşkınlıkla dudaklarımı aralarken önündeki bardağı dikledi ve az kalan bardağını önemsemeden kalkıp elini bana uzattı. ''Dinlenmek istediğini söylemiştin.''

Ben hala bu haline sebep bulmaya çalışıyorken beni beklemeden elimi tuttu ve beni kaldırdı ama hızlı kaldırdığı için başım dönmüştü. Sanırım ikinci bardak bana şimdiden vurmuştu.

Bir anda bacaklarımın altında bir el hissettiğimde irkildim ama burnuma gelen o tanıdık koku, tüm korkumu götürdü. Havalanmış kollarımı Atlas'ın boynuna dolamıştım.

Boynumu göğsüne doğru bıraktım ve bunun verdiği mutluluğu az süre içinde olsa hissetmek için kendime zaman tanıdım. Çünkü bu bir daha kollarında ölmedikçe olmazdı.

İki adımın ardından Atlas tekrar öksürmeye başladı, yanımdayken olduğundan daha fazla öksürüyordu. Bir anda kolları zayıflayınca beni düşürmemek adına olsa gerek ki indirdi.

''Yürüyebilir misin?''

''İki adımlık yer, sen... iyi misin?'' Kafasını aşağı yukarı salladı ve odama kadar bana eşlik etti.

''Benim odam da tam karşıdaymış, hemen yatacak mısın?''

''Evet.'' Gülümseyerek kapının kulpunu tuttu. ''Öyleyse iyi geceler.'' Ne kadar gülümsese de yüzünde anlayamadığım bir hüzün vardı. Belli belirsiz gülümseyerek ''iyi geceler.'' Dedim.

Son bir kez daha yüzüme baktı uzunca, ardından kapıyı kapattı ve büyük gürültü tamamen yok olurcasına azaldı.

Gözlerim yine yanmaya başlamıştı. İçimi ne zamandır boşaltmıyordum, fena dolduğumun farkındaydım ama duygu patlaması da yaşayamıyordum. Doya doya saatlerce ağlayamıyor bağırıp çağıramıyordum. Bunun acısı çok kötü çıkacaktı ama umarım bu olurken yanımda kimse olmazdı.

Çünkü birine Vaha olarak değil Mabel olarak zarar vermekten korkuyordum.

'Korkma.'

''Hah, hiç korkmam artık.'' Dedim ve elimi arkama atarak fermuarı açmaya çalıştım. Keşke Atlas gitmeden ondan rica etseydim. ''Üf, neden açılmıyorsun.''

'Fermuarın arasından ip geçir ve ipi aşağı çek.'

''Nerden bulacağım bu odada ipi?''

'Makyaj çantanda bir diş ipi vardı yanılmıyorsam?'

Bazen Vahanın bu kadar zeki olması fazla sinir bozmuyor mu?

'Beni özlediğini sanıyordum.'

''O tekrar gıcık olduğunu ve hayatımı mahvettiğini hatırlayana kadardı.''

Vahadan bir yanıt gelmeyince söylenerek bavulumu açtım ve makyaj çantamı açıp içinden diş ipimi çıkardım.

Neyse ki ipi orta uzunlukta koparabiliyordum, tahmini işime yarayacak kadar kesip aralığı geniş olan fermuardan aynaya dönerek geçirdim ve aşağı indirdim.

''Eh bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterirmiş.''

Üzerimden düşen elbiseyi düzgünce bavula yerleştirip gözlerimi ovaladım. Görüşüm biraz bozuluyor gibi hissediyordum. Pijamalarımı çıkarıp bavulu kapadım ve üzerimi giyinip lavaboya destek alarak ilerledim. Midem kasılmaya başlamıştı, kenara bıraktığım tokayla saçlarımı toplayıp yüzümdeki makyajı yıkayarak çıkardım.

Saat kaçtı bilmiyordum ama yorgun olduğum için ve bugünün bitmesini istediğim için hemen uyumak istiyordum.

Makyajımı çıkardıktan sonra yüzümü havluyla duruladım ve kendimi anında yatağa attım. Hala sesler geliyordu, eğlenceli gülüşler, sevinç çığlıkları ve sohbetler boğuk da olsa bana geliyordu. Yorganın içine girip yastığa kafamı gömdüm.

''Sadece bir gün, bir günlük huzura hasretim...''

 

Loading...
0%