Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@byzloey

26 | İHANET

Gözlerimi araladım, aydınlık ilk defa bu kadar belirgindi.

Karanlık hayatımda ilk defa güneşe doğru açmıştım gözlerimi. Bazen insanlar ışığa doğru gözlerini yumardı, bazen de karanlıktan ışığa doğru açardı gözlerini.

Baş ağrım hala olduğu gibi duruyordu, görüşümün hala sallandığını fark ediyordum. Dün akşam yemeği yememiştik, sadece kahvaltıyla duruyordum. Midem açlıkla çalkalanıyor orkestra kadar güçlü bir ses çıkarıyordu. Yorganı kaldırıp yatakta ters döndüm ve yüzümü çevirdim. Odamın kapısı nedense açıktı, tam karşımdaki odada yatan Atlas'ın da kapısı açıktı ve yatağı benimki gibi kapının tam karşısındaydı. Şu an görüş hizamdaydı, gözlerini yummuş dağılmış saçı ve takımıyla uyumuştu. Gözüm benim odamda kalan bavuluna kaydı. Dün nasıl görmemiş bunu fark etmemiştim?

Eğer odama o geldiyse neden bavulunu almamıştı ki?

Belki de hizmetlilerden biri girmişti?

Bu düşüncemi sonraya bırakarak Atlas'ı izlemeye devam ettim. Kravatını çıkarmıştı, gömleğinin iki üç düğmesi açıktı ve yorganı beline kadar indirmişti. Ben bu kadar üşürken o gayette yanıyor gibi görünüyordu.

Gülümseyerek gözlerimi ovaladım ve yorganımı kaldırıp saatime göz attım. Uçağa üç saate yakın vardı ama yine de erkenden bu evden gitmek istediğim için kalktım ve bavuldan kıyafetlerimi çıkarıp pijamalarımı çıkardım.

Topladığım saçımı salıp elimle düzelttikten sonra üzerimi giyinip eşyaları bavula düzgünce yerleştirdim ve Atlas'ın odasına doğru ilerledim.

Derin bir uykuda görünüyordu. İndirdiği yorganı sessiz ve yavaş şekilde yukarı doğru çektim. Kokumdan etkilenmesini istemediğim için fazla durmadan odadan çıktım. Bu koku kalıcı olduğu için odada fazla kalmak istememiştim. Her kullandığım koku ve losyon kalıcıydı, hemen uçup giden koku kullanmaz ve sevmezdim. Bu yüzden Atlas dün kokum yüzünden zorlanmıştı, neyse ki üstüm kapalı olduğu için yolda zorluk çekmeyecekti. Gelirken de etkilenmemişti, buna sevinerek içeriden gelen seslere doğru ilerledim. Asla uyanır uyanmaz yüzümü yıkamazdım, o soğuk suyla ayılmaktan nefret ederdim. Asla benlik değildi.

''Mabel ve Atlas'ın uçağı iki saat sonra mı?'' Bu ses Murat Bey'e aitti.

''Evet.'' Dedi annem uykusuz bir sesle. ''Ah başım nasıl zonkluyor.'' Dedi ve bir ses geldi. Sanırım dirseklerini masaya yaslamıştı. Biraz daha ilerlediğimde yuvarlak bir masa da karşılıklı oturduklarını fark ettim. Beni henüz fark etmemişlerdi.

''Biraz daha kalmalarını istiyorum. Bugün ki biletleri iptal mi ettirsek?''

''Mabel seni pek sevmedi, davranışlarından fark etmedin mi? Bak üzülmeni istemiyorum, Mabel zorluklarla büyüdü ve insanlarla samimi olamıyor. Biraz da geçmiş travmaları yüzünden uzak duruyor. Onun henüz bir iki arkadaşı hariç hiç kimseyle yakın olduğunu görmedim.'' Annem yeni kocasına beni mi kötülüyordu yoksa ben mi yanlış duyuyordum?

''Söylediğin gibi Mabel zorluklarla büyümüş bir çocuk. En büyük zorluğu da anne ve babası olmadan büyümesi Ayşe. Böyle olması çok normal, iletişimi görmeyen bir çocuk iletişim kuramaz. Güven hissetmeden büyüyen bir çocuk güvenemez. Buna onu biz sağlamalıyız. Üstelik ne kadar tek başına yaşasa da kendini olabildiğince iyi yetiştirmiş. Ben Mabel'i sevdim.''

Murat Bey'in sözlerinden sonra gözleri etrafta dolanınca fark edileceğimi anlayıp yalandan boğazımı temizledim. ''Günaydın Mabel.'' Beni fark eden Murat Bey genişçe gülümsedi ve sandalyeyi işaret etti. ''Otursana.''

''Günaydın kızım.''

Annemi duymazdan gelerek Murat Bey'in gösterdiği yere, çaprazındaki sandalyeye oturup çekingen şekilde masaya baktım. Doluydu ama canım hiçbir şey istemiyordu. Duyduklarım bende iştah bırakmamıştı, annemin söyledikleri her zaman yaptığı gibi kalbimi bininci kez kırmıştı. Bir yabancı bile beni annemden daha çok düşünüyordu. Murat Bey bile benim bu halimin sebebini az çok tahmin edebiliyordu ama annem beni hayatında istemediğini açıkça belli etmişti.

''Eğer masa da yemek istediğin bir şey yoksa hazırlatabilirim.''

''Teşekkür ederim, pek iştahım yok zaten.'' Murat Bey asılmış suratıyla yüzüme baktı, dudaklarını birbirine bastırarak tabağındakileri yemeye devam etti.

''Atlas'ı da uyandırsaydın.''

''Derin bir uykuda görünüyordu.'' Annemle göz teması kurmadan sorusuna cevap verip yüzümü çevirdim. Atlas ondan bahsettiğimizi hissetmiş gibi uyanmış ve gelmişti. Üstünü giyinmiş elini yüzünü de düzeltmişti. ''Günaydın.'' Dedi annem Atlas'a karşı gülümseyerek.

Atlasta ''Günaydın.'' Diyerek yanıma oturdu ve Murat Beyle selamlaştı.

''İyi uyudunuz mu çocuklar?'' Atlas bana kaçamak bir bakış attı. ''Evet efendim teşekkür ederiz.''

Ben de onu onaylarcasına kafamı salladım. Murat Bey gülümseyerek Atlas'a döndü. ''Mabel bir şey yemiyor iştahı yokmuş. Aç aç yola çıkmamalı bir de sen söyle istersen, belki seni dinler.''

Ben hayretle Murat Bey'e bakarken Annem bize bir bakış attı ve kenarda duran tabletini alıp bizimle tamamen irtibatını kopardı. Zaten çok bile dayanmıştı.

''Neden yemiyorsun?'' ağrıyan başımı ovalayarak kafamı sağa sola salladım. ''Canım istemiyor.''

''Ben sana çarpacak demiştim.'' Dedi ve çatalını alıp sigara böreğine batırdı, ben kendisi yiyecek sanarken beni şaşırtarak sigara böreğini dudaklarımın arasından ittirdi. ''Aç ağzını aç aç.''

Atlas'ın zoruyla sigara böreğini dişimin arasına sıkıştırıp çatalından çektim. ''Afiyet olsun.'' Diyerek güldü ve sigara böreğinden bir tane daha alıp ağzına attı.

Ona kötü kötü bakarak sigara böreğini yedim. Anlaşılan az da olsa yemeden bu masa da beni rahat bırakmayacaktı. Etrafta hafif gördüklerimden atıştırarak çayımdan bir yudum aldım. Midem bulanıyordu, ayrıca uykumu almama rağmen başım feci şekilde zonkluyordu.

'Ee kendin kaşındın.'

Buraya senin yüzünden geldiğimi unutuyorsun sanırım.

'Ben bir şey yapmadım.'

Her haltı yiyip sonra üç maymunu oynamayı kes artık.

'Allah kuru iftiradan saklasın.'

Bu halde olmamın tek sebebi sensin.

'Birileri bana oldukça kızgın sanırım.'

Evet kızgınım, bir süre sesini duymak istemiyorum.

'Gidince gel diyorsun gelince git diyorsun hangi buçtun sen ikizler falan mı?'

''KES SESİNİ ARTIK!'' ellerimi kulaklarıma koyup, derin bir nefes aldım ve etrafıma bakındım. Murat Bey elindeki çay bardağıyla kala kalmış bana şaşkınca bakıyordu. Annem kaşlarını çatmış bana bakarken bağırdığımı fark edip gözlerimi yumdum.

Neden hayatımı bu kadar zorlaştırıyorsun Vaha?

''Özür dilerim hayatım üzerine fazla geldim. Haklısın.'' Atlas boğazını temizleyerek masadan kalktı ve elini bana uzattı.

''Bunu dışarı da konuşalım mı?'' Durumu idare ediyordu. Ona bağırdığımı sanmalarını ve göze batmamamı istiyordu. Ona ağlamak üzere olmamı umursamadan teşekkür eder gibi baktım.

''Hadi.'' Uzattığı elini tutup Murat Bey'e döndüm. ''kusura bakmayın.''

''Önemli değil.'' Gözümü anneme değdirmemeye özen göstererek kalkıp Atlas ile havuz başına doğru ilerledim. Hala süslerden biraz kalmış olsa da kalan her şey güzelce toparlanmıştı.

Muhtemelen gece boyunca burayı toparlamak için çalışmışlardı. Atlas duraksayıp kafasını yukarı kaldırdı ve gözlerini yumdu.

''Anlayamıyorum.'' Diye mırıldandı. Sanki bu bir şikayetti, bir şey hakkında şikayetçi bir tonda konuşuyordu. ''Nasıl... anlayamıyorum.''

''Ben...''

''Bir şey söylemek zorunda değilsin.'' Dedi ve gözlerini açıp kaldırdığı kafasını benimle aynı hizaya getirdi. ''bazen bir şeyleri bilmemek gerekir, gece uyuyabilmek için.'' Dedi ve kollarını bana doladı.

Neden şu an harıl harıl ağlayasım geliyordu bilmiyordum ama göz yaşlarım benim tutmama fırsat kalmadan dökülmüştü. ''Burada yaşayabileceğini düşünmüştüm. Kendine yeni bir hayat kurabileceğini, baş ucumda kalmandan bile vazgeçmiştim yeni bir hayatın olur diye ama sen daha bir gün kalmaya bile dayanamıyorsun.''

Kafasını kafamın üzerine yasladı ve derin bir iç çekti. Burada yaşayabileceğimi nasıl düşünebilirdi ki? Ben buraya ait değildim, ne kadar şikayetçi olsam da Atlasla burada vakit geçirmek bana iyi gelmişti. Tüm bu kötü olaylara rağmen onun bir sarılışı tüm kötü şeyleri yok etmeye yetmişti.

''Biraz daha iyi misin?'' sesinin boğuk çıktığını fark ettiğimde kafamı çekip yüzüne baktım, biraz kızarmıştı. Anlamamış şekilde bakmaya devam ederken bu halime gülümsedi. ''Hindistan cevizi.''

Öksürmeye başladığında kendini tuttuğunu fark edip bir adım geri çekildim. ''Özür dilerim.''

''Sorun değil... Ya sen kötü olduğunda ben iyi oluyorum ya da sen iyi olduğunda ben kötü.''

Gözüm havuz başındaki masa da duran sürahiye çarpınca hızlı adımlarla suya ilerledim ve bardağa doldurup Atlas'a uzattım. ''Teşekkürler.''

Atlas suyu içip boğazını ovalayınca bardağı elinden aldım. ''Yaz olsa bu kadar etkilenmezdim.''

Tabi rüzgârlı havalarda etkilenmen normal.

Rüzgâr tekrar estiğinde içimin titrediğini hissettim. Bu rüzgâr bana daha önce gördüğüm bir kâbusu anımsattı. Vahanın bir cinayet anıydı, bu havalar hiç hoş değil rüzgâr demişti. Bu havalar cinayetten sonra olmalı demişti.

O da mı etkilemek istemişti, insanlar etkilensin mi istemişti?

Tüm kan kokusu duyulsun mu istemişti?

Bir yanım bunu mantıklı buluyordu, diğer yanımsa Vahanın insanları etkileyeceğini değil insanların gözünü açmak istediğini söylüyordu.

''İçeri geçelim mi artık birazdan çıkmamız gerekli.'' Atlas'ın sözleriyle gözümü havuzdan çektim ve onunla içeri ilerleyip odama yöneldim. Kalan eşyam varsa burada kalsın istemiyordum, bu eve hiç gelmemişim gibi olsun istiyordum.

Bavulumu açıp içinde eksik var mı diye kontrol etmeye başlayacağım sırada kapım tıklandı, duraksayıp ''Buyurun.'' Diyerek bavulun başından kalktım.

''Mabel, şoförümüz dışarda sizi bekliyor haber vermek istedim, bir de gitmeden görüşelim benim çıkmam gerekiyor da.'' Murat Bey odaya girdiğinde gülümseyerek elimi uzattım. ''Tanıştı...''

Uzattığım elimden çekip bana sarılınca şaşkınlıktan tüm bedenimin buz kestiğini hissettim. ''Ben de çok memnun oldum Mabel. Umarım buraya son gelişin değil, seni bu evde sık sık görmek istiyorum. Bu ev senin de evin. Belki üniversiteyi burada yazar gelirsin.'' Kollarını bedenimden çektiğinde kendimi toparlayabilmek adına derin derin nefesler aldım. Neden ellerimin titrediğini hissediyordum?

''Görüşmek üzere Mabel.'' Murat Bey'e bir cevap veremeden olduğum yerde öylece dikilmeye devam ederken odamın kapısının kapandığını duydum.

Kendine gel Mabel, kendine gel. Sakin ol ve hemen kendine gel.

'Onu öldürmemi ister misin?'

''Hayır!''

'Sana izinsiz dokundu.'

''Sende hayatıma izinsiz ortak oldun.''

'Yine mi bu konu Mabel.'

Ellerimi dizlerime sürterek avuç içimdeki terleri sildim. Şu an etkileneceğim en son şey şu andı.

Bavulumla daha fazla oyalanmak istemediğim için kapatıp kapıya kadar sürükledim.

Atlas çoktan kapının önüne çıkmış beni bekliyordu. ''Hadi gidelim.''
''Annenle vedalaşmayacak mısın?''

Buruk şekilde gülümsedim ve telefonda konuşurken ettiği kahkahaları dinledim. ''Ben onla yıllar önce vedalaştım zaten. Gidelim.''

Atlas'ın cevap vermesini beklemeden önden kapıyı açtım ve bizi getiren limuzine doğru bavulumu sürükledim. Yine o tatlı adam gülümseyerek bizi bekliyordu.

''Çok kısa kaldınız Mabel Hanım. Keşke biraz daha kalsaydınız.''

''Belki sonra.'' Şoför bey gülümsedi ve önce benim sonra Atlas'ın bavulunu sırayla arabaya yerleştirdi.

Atlas kapımı açıp beni beklerken ona yaklaştım ve kulağına doğru eğildim.

''Sakladığın ve döndüğünde olacağından korktuğun her ne ise, görelim bakalım.''

/ 3 Saat sonra... /

Zili muhtemelen beşinci kez söylenerek çaldım. ''Hadi kızım ama ya!'' Tam altı dakikadır Rüveyda'nın 'geldim!' diye bağırışını dinliyor, hala kapıyı açmasını bekliyordum.

Altıncı kez zili çaldığımda ''Gidiyorum Bak!'' diye bağırdım apartmanda. ''Vallahi bu kez geldim.''

Terlik sesleri duymaya başladığımda ''Şükür'' diye mırıldandım. Rüveyda'nın sadece bu huyunu özlememiştim, sanırım bu huyunu ömür boyu da olsa özlemezdim.

''Ay! Mabel! Ay! Kankam! Çok özledim seni.'' Saçındaki havluyu tutarak diğer elini boynuma attı ve beni kendine doğru çekip içeri doğru sürükledi.

''Ya ne dedikodular birikti bir bilsen var ya, okulda yokluğumuzda neler olmuş neler. Ha bu arada senin şu polis hala buralarda dolanıp milleti sorguluyor, bir de Setenay sevgilisinden ayrıldı morali çok bozuk haaa bi...''

''Ya bir bırak beni ayakkabımı çıkarayım da öyle gireyim içeri.''

''Sen ayakkabını çıkarmadın mı? Annem öldürecek bizi!''

''Bizi değil seni.'' Diyerek boynumdaki elini çektim ve ayakkabılarımı çıkarıp dolaba koydum.

''Bu haberlerden hiçbiri dikkatini dağıtmadı. Çok kötü görünüyorsun, neler oldu?'' Saçındaki havluyu saçlarını kuruttuktan sonra kapıya fırlatırcasına astı ve gelip bana sıkıca sarıldı.

''Valla ne yalan söyleyeyim benim de aklım hep sendeydi, darlamak da istemedim ama Setenay'ı teselli ederken bile aklım sendeydi.'' Rüveyda'nın sarılışına karşılık verdikten sonra ''Setenaylar neden ayrıldı?'' diye sordum boğuk sesimle. Rüveyda öyle bir sıkmıştı ki sesim kuyudan geliyor gibi çıkıyordu.

''Ya basit biz çok az görüşüyoruz böyle ilerlemiyor kavgaları falan, her zamanki halleri. Barışırlar birkaç güne. Sen asıl Atlas ile ne işin olduğunu anlat bana.''

Birbirimizden ayrıldıktan sonra içeri geçtik ve geniş koltuğa karşılıklı oturduk. Rüveyda'yı gerçekten özlemiştim, kendi düzenimi gerçekten bir günde özlemiştim.

''Vaha... Ortalıkta dolanırken anneme nikahına geleceğimi söylemiş, hem de erkek arkadaşımla. Atlas'a da sanırım beraber gitmek istediğimizi söylemiş anlayamadım ama beraber gittik.''

Rüveyda'nın dinlerken çatılmaya başlayan kaşları şu an resmen birleşmişti. ''Nasıl ya? Vaha mı ayarlamış yani?'' Kafamı aşağı yukarı salladım ve kenardaki yastığı kucağıma alıp elimi üzerine koydum.

''Amacı neydi ki acaba?''

''Amacını bilmiyorum ama Atlas'ın ve annemin benden bir şeyler sakladığına eminim.''

''Ne gibi?''

Derin bir nefes aldım ve bileğimdeki tokayla saçlarımı toplayıp dudaklarımı yemeye başladım. Nedense döndüğümden beri bende bunun ne olduğunu bilmeme stresini yaşıyordum.

''Annem benim hakkımda bir karar aldığını söyledi, ne olduğunu öğrenemedim. Atlas ise... Döndükten sonra olacaklar hakkında bir endişesi var ama onun da ne olduğunu anlayamadım, öğrenmeye de pek fırsat olmadı.'' Beni onaylar şekilde mırıldandı.

''Bak Atlas'a güvenmiyorum. Normalde güvenilir biri olabilir ama şu an bizim için değil. Elimde henüz bir kanıt yok ama İdil Hanımın tarafında olduğuna eminim. Vaha haklıydı, o kadının kaçık olduğunu daha önce fark etmeliydik.''

''Atlas'ın İdil Hanım ile irtibatta olduğuna emin olabiliriz. Mesajlarında gördüm ama içeriğini okuyamadım.''

''Nasıl yani, o zaman o gece seni gören kişi...''

''Evet, korkup kaçması gerekirken yanımda kalan Atlas, o caniliğe şahit olan Atlas.'' o geceyi gördüğündeki tepkisini düşünerek ellerimi yüzüme geçirdim. ''Böyle bir caniliğe bile şahit olmuşken nasıl bırakıp gitmiyorsunuz? Nasıl hala yanımda kalabiliyorsunuz?'' diye mırıldandım. Göz yaşlarımı tutamayarak.

Rüveyda'nın eli omzuma destek verir şekilde uzandı ve sıktı. ''Sen... biz olsak bizi arkanda bırakır mıydın? Sen sevdiğin insanı yapa yalnız bırakır mıydın?''

Kafamı sağa sola çevirerek bana sarılan Rüveyda'nın boynuna gömüldüm ve daha çok ağladım. Uzun zamandır ağlayamamak beni o kadar doldurmuştu ki, her bir damla aktığında sanki hayatımdaki bir zorluk geçmişimden siliniyordu.

Sanki yağmurun temizleyemediği kiri, göz yaşım temizliyordu.

''Ne olursa olsun ona güvenmiyorum Mabel. İdil Hanım'a kanmak ne demek bilirim, ben de inandım. Aklından ne geçiyor öğrenemedim ama Atlas endişelendiyse yapacağı şey hiç iyi bir şey değil.'' Rüveyda'ya hak vererek ağlamaya devam ettim.

Bir süre ne o bir şey söylemiş bir şey yapmıştı ne de ben. Kendimi çok zayıf hissediyordum, başım hala zonkluyordu, midem hala bulanıyordu ve ben gerçekten kendimi çok güçsüz hissediyordum. Günlerdir adam akıllı ne yemek yiyordum ne de adam akıllı düzenli bir şekilde uyku uyuyordum.

Başımın ağrısı dayanılmaz bir hale geldiğinde ağlamayı kestim ve gözlerimi silip kafamı kaldırdım. ''Bana ağrı kesici verir misin?'' Rüveyda saniyesinde kalkıp koşar adımlarla gittiğinde beni düşünen birinin olmasının nasıl bir duygu olduğunu hatırladım. Rüveyda keşke olsa dediğim kardeşim gibi davranıyordu. Belki de birine ihtiyaç duymak ben de alışkanlık haline gelmişti, yılların eksikliği öyle büyüktü ki hep birini istiyor açığı kapatmaya çalışıyordum. Rüveyda benim boşluğumu dolduran en değerli insandı, benim hayatımda yeri çok büyüktü.

Ben yalnız kaldığımda olabildiğince yanımda oluyordu, her konuda her koşulda yardım ediyordu ve beni hep Mabel olarak olduğum gibi kabul ediyordu.

''Al bakalım.'' Uzattığı ilacı ''Teşekkür ederim.'' Diyerek aldım, ağzıma atıp suyu kafama diktim.

''Sen yokken İdil Hanımla konuştum, benim artık ona inanmadığımı anladı. Bana bir şey söylemiyor, ayrıca bana durumun farkında olduğuna dair gayet güzel bir cümle kurdu.''

''Nasıl yani?'' bitirdiğim bardağı kenara bırakıp tekrar Rüveyda'ya döndüm. Tüm dikkatimi ona vererek gözlerimi merakla dudaklarına indirdim.

''Bana 'Ya beyazsındır ya siyah, bu savaşta griye yer yok. Görünene göre bu aralar siyahı çok seviyorsun.' Diyerek artık onun tarafında olmadığımı bildiğini söyledi. Eğer biraz daha oyunculuk yapabilseydim belki planını öğrenebilirdik.'' Dudaklarını büzerek bana üzgün bakışlar attı.

O da en az benim kadar merak ediyordu, bunu gözlerinde görebiliyordum. Tabi onun aksine ben de merakı bastıran daha yoğun bir duygu vardı, korku.

'Korkma.'

Korkuyorum.

'Ne olursa olsun yanındayım.'

Bir süre olmayacağını söylemiştin.

'Eğer gerekirse daha hızlı toparlanırım. Korkma ve sana söylediklerimi yap. Atlas'ın şifresini öğren, Rüveyda onu oyalarken de telefonunu karıştırır ne olduğunu öğrenirsin.'

''Atlas'ı bu akşam bize çağıracağım. Telefon şifresini görmem lazım, gördükten sonra onunla denk geldiğimde sen de benimle geleceksin, sen onu oyalarken ben de mesajlarına gireceğim.''

''Oha aşırı mantıklı bu arada. Bu plan aklına nasıl geldi?''

''Benim aklıma değil Vahanın aklına geldi.'' Gülümseyerek içimden Vahaya teşekkür ettim.

'Neler çevirdiğini öğrenmek zor değil, eğer mesajları temizlemediyse.'

Umarım öyle bir şey yapmamıştır.

''Bir şey diyeceğim, beni duyuyor mu? Yani mesela ben senin yanında bazen sövüp ediyorum ya ona, bunları duydu mu?''

'Evet.'

''Duyuyormuş.'' Rüveyda'nın gözleri neredeyse fırlayacak kadar büyürken eliyle ağzını kapatıp yanımdan kalktı. ''İyi ki kızım, yoksa yeminle cinsiyet değişirdim''

'Cinsiyet değiştirenler de erkeklerle aynı muameleyi görür, sonuç olarak doğasında erkek.'

Nasıl yani, Neden?

'Dediğim gibi doğasında erkek, cinsiyetini değişse de iç güdüleri değişmez.'

''Cinsiyet değişsen de ona fark etmezmiş.''

Rüveyda elini dudaklarından çekti ve dudaklarını ısırdı. ''Beni öldürmez dimi?''

Gülümseyerek ayağa kalktım ve onu kolundan çekiştirerek mutfağa getirdim. ''Vaha kadınları öldürmüyor Rüveyda unuttun mu? O cinsiyetçi bir seri katil.''

''Ya bir gün öldürmeye karar verirse?''

'Açılışı senle yaparım dedektif kız.' Aklımda bir kahkaha yankılanınca gülümsememek için yanaklarımı ısırdım.

''Açılışı seninle yaparmış.''

Rüveyda korkuyla bana bakarken dolabı açıp kahveleri aldım, ardından yan dolaptan bardakları çıkarıp suyun altını yaktım.

'Şaka yaptığımızı biraz daha söylemezsen küçük dilini yutacak.'

Bu kez kendimi tutmadan güldüm ve korku dolu bakışlarını bana yönelten Rüveyda'ya kalçamla vurdum. ''Dalga geçiyoruz.''
Rüveyda birkaç saniye sonra sevinerek derin bir nefes verdi ve kenardaki sandalyeyi çekerek oturdu. ''mümkünse esprilerinizi ölüm içerikli olmayacak şekilde yapın. Yoksa bir gün gerçekten kalpten gideceğim.''

Tekrar güldüm ve kaynayan suyu bardaklara döktüm.

''Telefonumdan Atlas'a akşam gelmesi için davet mesajı atar mısın?'' kenardan tepsiyi aldım ve kahveleri koyarak Rüveyda'nın arkasından içeriye doğru ilerledim.

''Bu çocuğa hiç güvenemiyorum. Mesaj atsam da içim hiç rahat değil, acaba ne olur ne olmaz diye seninle mi gelsem?'' sehpayı çekip koltuğun önüne getirdim ve tek elimle tuttuğum tepsiyi üstüne bırakarak Rüveyda'nın yanına kendimi attım.

Döndükten sonra kendi hayatımın daha çok farkına varmıştım, kendimi evimde hissediyordum. Buraya ait olduğumu hissedebiliyordum, zengin villalara ve istenmediğim evde kalmaya değil kendi arkadaşlarıma ve evime, çiçeklerime ihtiyacım vardı.

''Teşekkür ederim kızıl şerbet ama Atlas'ın bana zarar vereceğini düşünmüyorum.''

''Düşünmüyor değilsin, sadece düşünmek istemiyorsun.'' Dedi ve kahveyi eline alarak yaslandı, bana bakışlarında hüzün vardı. Benim için üzülüyordu, bunu görmenin yanı sıra hissedebiliyordum da.

''Umarım ben ve içim de ki kötü his yanılıyoruzdur.'' Rüveyda'ya belli belirsiz gülümsedim ve kendi bardağımı alıp onun gibi yaslandım.

Umarım sen ve içindeki kötü his yanılıyordur.

Rüveyda ile aramızda oluşan sessizlikte ikimizde gözümüzü bir yere sabitleyip kahvemizi içmeye başladık. İçerisi çok sessiz olmuştu, o muhtemelen akşam için korkuyordu ben ise bundan sonrası için korkuyordum.

Beş dakikalık bir sessizliğin ardından bir titreşim sesi sessizliği böldü. Rüveyda yanındaki telefonumu aldı ve bildirime girdi.

''Atlastan, sekiz uygun. Demiş.''

''Sen ne yazmıştın?'' dedim ve gözümü daldığı yerden Rüveyda'ya çevirip kahvemin kalanını yudumladım.

''Akşam müsaitsen bana gelebilir misin? Dedim sadece.'' Kafamı aşağı yukarı salladım ve uzattığı telefonu alıp cebime koydum.

''Annen nerede?''

''Altın gününde, Fadime teyzelerde ama gelir birazdan.'' Altın günlerini hatırladığımda kendimi gülmekten alı koyamadım. Altın günü ne zaman Rüveydalarda olsa, Rüveyda tüm gün nefes bile almadan söverdi, sadece yaptığı tatlılardan böreklerden yerken susardı. Susma sebebini ise 'Nimet bu bir çarpar daha düzelemem.' Olarak açıklıyordu.

''Biz de dışarı çıkalım mı biraz havan değişir, Setenay'ı da çağırırız.''

''Çok güzel olur aslında.'' Gülümseyerek benim yanımda kalan Rüveyda'nın telefonunu aldım ve Setenay'ın numarasını bulup arama kısmına bastım.

''Söyle kızıl şerbet, eğer barıştınız mı diye dokuzuncu kez sormak için aradıysan hayır şerefsiz hala aramıyor.''

Setenay'ın bu haline kahkaha attım. Hoparlöre almasam da ses sonda olduğu için Rüveyda da duymuş benim gibi kahkahalara boğulmuştu.

''Mabel?''

''Evet benim. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.'' Setenay yatağında olsa gerek bir hışırtı sesleri geldi, ardından bir kapı sesi ve sonunda Setenay konuştu. ''Çok ihtiyacım var, artık çıkıp eğlenmek istiyorum. Ayrıca seni de çok özledim, gel de hasret giderelim.''

''Tamamdır, yarım saate AVM'nin önünde ol.''

''Okey...'' Y'yi uzatarak söyledikten sonra kapanan telefonu Rüveyda'ya uzattım. ''Kalk hadi süslen, yarım saatin var.''

Rüveyda bana gülerek elimden tuttu ve odasına doğru çekiştirdi. Odasına girer girmez gelen vişne kokusuna gülümsedim ve yatağına oturup bağdaş kurdum.

''Bu arada sana bir haberim var ama... Buna oldukça şaşırabilirsin.'' Saçıyla oynayıp otuz iki diş sırıtmasını fark eder etmez göz devirdim. ''Yeni flört yaptın.''

''Aslında... Flört değil. Uzun zaman sonra sevgili yaptım ve... tanıdığımız biri.''

Rüveyda yıllardır herkesle flört eden, flörtten asla ileri gitmeyen bir kızdı ve bu kulaklarım az önce Rüveyda'nın gerçekten biriyle sevgili olduğunu mu duymuştu yoksa ben mi yanlış duymuştum.

''Sen... sevgili mi yaptım dedin?''

Rüveyda kahkaha atarak arkasını döndü ve makyaj malzemelerini çekmecesinden çıkarıp kıvıra kıvıra süslenmeye başladı. ''Kim?''

''Senin bir mahalle yukarında oturan... Bir de Vahayı tanımadan önce katili aramam da yardım eden birisi...''

Rüveyda'nın kurduğu her cümlede kaşlarım git gide çatılırken gözlerim şaşkınlıkla irileşti, bahsettiği kişinin eski flörtlerinden biri olduğunun farkında mıydı acaba?

''Furkan mı?''

''Evet...'' resmen çığırarak evet demesine şaşkınlık içinde baka kaldım.

''Ama tabi bunu şimdilik Setenay'a söylemedim ayrılık acısı var o üzgünken ben mutlu gibi görünmek istemiyorum. Biraz zaman geçsin söyleyeceğim şu an hala flört halindeyiz diye biliyor sakın pot kırma.''

Kafamı aşağı yukarı sallayarak gözümü etrafa çevirdim. Odası gayet topluydu, odanın bu halini görünce aklıma annesinin her tarafı alt üst ettiği görüntü gelmişti.

Nedense içimin titrediğini hissettim bir kez daha. ''Bak Azrail gene yokluyor kesin bir bok olacak.''

Rüveyda'ya cevap vermek yerine ayağa kalktım. Gözüm Vahanın peşinde olduğu zamanlar yaptığı haritayı gizlediği tabloya çarpmıştı. O harita hala orda mıydı merak ediyordum.

Tabloyu kaldırıp kenara indirdim. Tablo hala buradaydı, hatta üzerinde daha fazla notlar bulunuyordu.

''O artık sadece benim değil, senin de haritan oldu.''

''Nasıl yani?''

''yani oraya artık sadece ben değil Vaha da ip uçları yerleştiriyor.'' Rüveyda'nın sözlerinin ardından notlara tekrar göz attım. Vahanın yazdığı not kağıtları kırmızıydı, Rüveyda'nın yazdıkları ise sarıydı.

Vahanın yazdıklarını kendi el yazımdan tanıyabiliyordum, gözüm alt alta sıralanmış notları incelerken yazılanları seslice okudum.

'' Atlas – İdil

Vaha- Rüveyda

MABEL''

Bu da ne demekti böyle?

'Taraflar.' Diye fısıldadı zihnime.

''Ben...''

'Sen bu savaşta yer almıyorsun, sen ve ben zaten biriz.'

''Seni oyunun dışında tutuyormuş öyle söylemişti bana.'' Rüveyda makyajını bitirdikten sonra yanıma geldi ve diğer notu okumaya başladı.

''Kazandığını sanacak.''

''Kazandığını sanacak derken?'' dedim ve kâğıdı çıkarıp elime aldım. Köşesinde mor kalemle bir soru işareti vardı. ''Bilmiyorum, sordum ama söylemedi. Kim kazandığını sanacak ne için böyle bir şey yazdı hiçbir fikrim yok. O yüzden ben de kenarına soru işareti bıraktım.''

Kazandığını sanacak derken ne demek istiyorsun Vaha?

'Göreceksin.'

Ne zaman?

'Çok az kaldı.'

Diğer notlarda bilmediğim bir şey olmadığını görünce elimdeki notu haritanın tam ortasına yapıştırdım. ''Bu burada kalsın.'' Ardından tabloyu kaldırdım ve tekrar yerine astım.

Tablonun hemen yanındaki çalışma masasının üzerinde Rüveyda ben ve Setenay'ın fotoğrafı olan bir takvim vardı. Neredeyse geçen haftanın tarihi görünüyordu.

Takvimi elime aldım ve bugünün tarihine getirene kadar sayfayı çevirdim.

''Bugün ayın kaçı?'' diye mırıldandı saçını tararken.

''6'sı.'' Dedim ve tarihini düzelttiğim takvimi kenara bıraktım.

''E doğum günün gelmiş. Tarihe o kadar zamandır dikkat etmiyorum ki az daha unutuyorduk.''

''Ne önemi var ki?'' diye mırıldandım.

''Kızım ne demek ne önemi var saçmalama. 18'ine giriyorsun ve en önemli doğum günümüz bu. Beş gün kalmış, hatta bugünü sayma Dört. Hemen güzel bir parti organize etmem gerekiyor.''

Rüveyda'nın bu heyecanına buruk bir şekilde gülümsedim. Evet 11 Mart doğum günümdü ve annem bunu hatırlamamıştı. Her yıl gibi, bu yılda kutlamazdı. Genel de sarhoş olursa arar kutlardı, o da ayın ya onu ya da on ikisi olurdu. Asla tam gününde kutlamazdı.

''Tamam tamam sonra ilgilenirsin partiyle falan, çıkalım hadi.''

Rüveyda'nın cevap vermesine izin vermeden onu omuzundan tuttum ve odasından zorla çıkararak kapıya kadar ittirdim. ''telefonunu da al çıkalım hadi. Geç kalıyoruz.''

''Tamam tamam.'' Askılıktan montumu giydikten sonra Rüveyda'nınkini de aldım ve açarak ona giymesinde yardımcı oldum. ''Gidelim, Bu günümüz güzel geçsin.''

(4 Saat sonra...)

Ağrıyan boynum yüzünden elimi boynuma attım ve ovalayarak anahtarı çevirip kapıyı açtım. Kızlarla oyuncaklara binmiş bir taraflarımızı sakatlarcasına ağrıtmıştık. Sonra ise yemek bile yemeden tatlı yemiş Atlas'ın söylediği saat yaklaştığı için ayrılmak zorunda kalmıştık.

Bugün söylediğim gibi güzel geçmişti, bir an olsun kendi hayatımdan kurtulmuş eski hayatıma dönmüştüm. Mutlu ve eğlenebilen hayatıma.

İçeri girdikten sonra ışığı yakarak anahtarı kenara bıraktım ve ayakkabılarımı içeri alıp üzerimi çıkardım ardından mutfağa geçtim. Atlas beni aramış birazdan burada olacağını söylemişti.

Boynuma havlu kızdırarak koyduktan sonra kendimi çok zorlamadan ısınması için su koydum ve bardakları çıkarıp içine kahveleri döktüm.

Rüveyda beni bol bol tembihlemişti, beş dakika da bir ona haber verecektim ayrıca şifreyi öğrenmeden Atlas'ı bırakmayacaktım. Bana bunları tembihlemiş bunların sözünü alarak ancak gelmemeyi kabul etmişti.

Suyun ısınmasını beklerken dışarıdan gelen sesle havluyu boynumdan çektim ve cam kenarına doğru ilerledim. Bu ses siren sesine benziyordu.

''Bu...'' polis miydi, yoksa ambulans mı?

'Ambulans.'

Uzaktan siren gelen siren sesleri yaklaşırken çalınan zil ile gözümü oradan ayırdım ve içimdeki kötü seslere kulağımı kapatarak kapıya doğru ilerledim. Neden içimdeki kötü his git gide artıyordu?

Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. ''Sakin ol Mabel, Atlas sana zarar vermez.''

Daha fazla beklersem kapıyı açmaktan vazgeçebileceğimi hissederek kapıyı anında açtım ve zorla gülümseyerek ''Hoş geldin.'' Diyerek karşıladım.

Atlas da benim gibi zorla gülümser gibi gülümsedi ve ''Hoş bulduk.'' Diyerek içeri girip ayakkabılarını kapıda bıraktı.

''Ayakkabılarını içeri alsaydın.''

''Çok kalmayacağım.''

Atlas üzerini çıkarmadan peşimden gelirken belli belirsiz kaşlarım çatıldı.

''Kahve içersin değil mi?'' ısınan suyu bardaklara dökmeye başlarken ''Hayır, bana koyma.'' Demesi beni duraklattı. Bir şey olacaktı bunu hissediyordum, kötü bir şey olacaktı. Atlas'ın bu hareketleri bu gecenin benim için kötü biteceğinin kanıtıydı.

Çağırma kötüyü, kötüyü çağırma...

''Mabel...'' gözüm masanın üstünde üç adımlık mesafede kalan telefonuma iliştiğinde içimdeki korku dolu ses git gide arttı.

Atlas'a cevap vermeyi bile düşünmeden telefona yöneldiğim sırada boynumla omuzum arasındaki bölgede hissettiğim iğne ile bedenimdeki tüm güç saniyeler içinde çekildi.

Atlas'ın elleri belimi kavrarken kulağıma bir nefes ilişti. Nefesini üfleyerek, pişmanlık içeren bir tonda ''Özür dilerim.'' Diye fısıldadı.

Etraf kararıyordu, etraftaki ışıklar sesler tamamen azalmaya başlamıştı. Yer mi kayıyordu, yoksa kayan ben miydim? Görüş açım git gide kısıldı, karanlık yine beni çağırıyordu.

Sonunda tüm bedenimin gücünü kaybettiğimde tüm sesler ve görüntü kayboldu. Tek duyduğum siren sesi, tek hissettiğim ise Atlas'ın o sevdiğim güzel kokusuydu.

Son nefesimi verirken gözümden bir yaşın aktığını hissettim. ''Sana güvenmiştim...''

 

Loading...
0%