Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@byzloey

'Senin olmayan bir suç için özür dileme.'

 

Birini son kez görüp, son kez gördüğünü bilmemek ne kadar garip bir duygu değil mi? Yeni tanıdığın, hatta rahatsız olduğun bir insan için olsa bile. Hiç beklemedik anda henüz yeni gördüğün, dokunduğun, kokusunu aldığın bir insanın bir daha karşında duramayacak olması, Tuhaf gerçekten.

Bazen bazı insanların ölmesini dilerdim, yaşadıkları hayatı hak etmiyorlar derdim. Örneğin, kadın cinayeti işleyip dışarı da elini kolunu sallayarak gezen insanların hatta daha kötüleri olan öldürür birkaç yıl yatar çıkarım düşüncesiyle buna cesaret gösteren insanların, düzeltiyorum erkeklerin ölmesini isterdim. Allah'ın zoruna gitmesin ama bu korku ile yaşamamız adil değil, adalet yok. Kadınlar ölüyor, sesleri duyulmuyor, sayıları bilinmiyor. Her geçen gün artsa da bu sadece bildiklerimiz. Aynı şu an aranan katilin sadece erkekleri öldürdüğünü bildiğimiz gibi. Belki daha fazla kişi öldürmüştü biz sadece birkaçını biliyorduk. Sahi buna karşıt mı erkekleri öldürüyordu acaba? Böyle bir şey mi başlatmıştı onu bu işe? Erkek miydi? Kadın mıydı? böyle bir zekâ bence sadece kadınlarda, böyle bir beceri ve çeviklik ise erkekte olabilirdi, ama hangisiydi?

''Alo, kime diyoruz!'' Setenay'ın seslenişi ile daldığım düşüncelerden sıyrıldım. ''Efendim.'' dedim camdan dışarı bakan gözlerimi kızlara çevirirken. İkisi de öylesine meraklı gözlerle bana bakıyorlardı ki bir an neden öyle baktıklarını unuttum. Aklım tamamen Tufan'ın ölümüne ve yine farklı duygulara gitmişti. ''Kızım ne konuştunuz, müdür ne söyledi diyorum akşama kadar beklettin bizi.'' Rüveyda sabırsızca öyle bir hızlı konuşmuştu ki, sanırım nefes bile almamıştı. Elleri masa da tam karşıma geçmiş, bana bakarken ellerini iç içe geçirmişti. Gözleri her zamanki meraklandığında olduğu gibi irileşmişti. Setenay ise hemen yanıma oturmuştu elleriyle masada ritim tutuyordu, bakışları endişeliydi. Neler olduğunu ikisi de fazlasıyla merak etmişti.

Kantindeydik, öğle arası geçeli biraz olmuştu. Öğretmenler ders yapmamıştı, bugün neredeyse yas ilan edilmiş gibiydi. Kızların meraklı yüzlerine daha fazla dayanamayarak önümdeki sıcak çaydan bir yudum aldım ve aklımı tamamen sabahki Müdür'ün odasında yaşananlara verdim. ''Polisler vardı, Faruk ve Furkan'ın verdiği ifadeyi doğrulamamı istediler.'' Furkan sınıfta yoktu, Faruk'u da görememiştim. Acaba şu an cenazede ya da cenaze evindeler miydi? Onlar ne durumdaydı, korkmuşlar mıydı? Yoksa hala şaşkınlıklarını üzerlerinden atamamışlar mıydı?

Bu durum beni bile bu kadar etkilemişken onları derinden sarsmış olmalıydı. ''Eee, başka şeyler de söylemişlerdir mutlaka.'' Setenay'ı onayladım ve kaldığım yerden devam ettim. ''Aramızda kalıyor ama bunlar, özellikle sen Rüveyda sakın takipçilerimi habersiz mi bıraksaydım gibi savunmaya geçerek bu bilgileri paylaşmıyorsun.'' İlk bir dakika suratı düştü ama Setenay ona öyle bir tekme geçirdi ki masanın altından Rüveyda yerinde sıçradı. ''Ah! Tamam.'' Çatılmış kaşları ve acımış canını belli eden bir ifadeyle Setenay'a baktı. ''Kızım elin ağır diyorum, ayağınla tekme atıyorsun senin şu şiddetini bastırmamızın yolu yok mu?'' dedi isyan eder bir şekilde, eğilerek bacağını ovuştururken bakışlarını bana çevirdi.

''Söz mü?'' dedim kaşlarımı hafif kaldırarak, söylene söylene de olsa ''Söz. Tamam.'' diye mırıldandı. Çayımdan bir yudum daha alarak bardağımı bitirdim. ''Seri katil okuldan değil sanırım, okul dışından başkalarını da öldürüyormuş. Okuldan birileri bulaşmış olabilir belki, yine de okul çevresinden biri olduğunu düşünüyorlar. Şimdilik tam net bir şey yokmuş.'' Setenay ''Cinsiyeti belli miymiş?'' diye sordu bana doğru eğilerek meraklı bir ifadeyle.

Kafamı olumsuzca sallayarak arkama yaslandım. Kantin neredeyse tamamen boştu, bizden hariç sadece üç öğrenci vardı. Koca kantinde sadece iki masa doluydu, okul da oldukça boştu. Herkes korkuyordu, üzülüyordu. Etkilenmişlerdi ve okuldan kayıtlarını almaya devam ediyorlardı.

''Kızıl şerbet çayları tazelesene bi.'' Rüveyda, Setenay'a ters ters baktı. ''Ayağımı koparmasaydın tazelerdim kalk şimdi sen tazele.'' Setenay dudak büzerek Rüveyda'ya bakmaya devam ettiğinde hafif bir tebessüm ettim. ''Hadi be valla üşeniyorum şimdi git gel taşı, hadi bir koşu al. Çaylar benden bak.'' Rüveyda hala devirdiği gözlerini gram oynatmayınca derin bir nefes verdim ve bardakları küçük yuvarlak tepsiye dizip ayağa kalktım. ''Ya sen kralsın, pardon kraliçesin. Aslanım benim gücüne kuvvet.'' Rüveyda Setenay'a kahkaha atarak ''Senin şu kelime hazneni Türkçeci görse seni sınıfta bırakır.'' diyerek kahkahasını arttırınca bende ona katılarak güldüm.

''Senin de ne mal olduğunu görse, benimle sınıfta bırakır. Geri zekâlı.'' Masadan gelen gülme sesleri yüzünden çektiğimiz dikkat gerilmeme sebep oldu. Dudaklarımın içini ısırarak gülmemi engelledim ve çayların parasını uzatarak yeni çayları tepsiye dizdim.

Onlar hala tartışma içindelerdi, laf dalaşına girince ikisi de susmak, yorulmak bilmiyordu. ''Yeter ama, dikkat çekiyorsunuz.'' dedim masaya otururken. Çayları ikisinin önüne doğru uzattım. ''Evet ya konu katilden buraya nasıl geldi?'' Bu kez göz deviren ben oldum.

''Sizce bu seri katil kız mı, erkek mi?'' Çayımı üşüyen ellerimin arasına alıp karşımdaki Rüveyda'ya döndüm. Sorusuna ilk cevap veren Setenay oldu, ''Bence kadın.'' Rüveyda dudak büzdü. ''Bence erkek.'' İkisi de bana döndüğünde ''Bence ikisi de.'' diyerek gülümsedim.

''Bilemiyorum, ikisi de olabilir.'' cümlemi düzelterek çayımdan bir yudum aldım. Dışarıda yağmur yağıyordu, oldukça soğuktu ve kantinde biraz soğuk gelmişti. Üstüm ince olduğu için de olabilirdi ama üşüyordum içtiğim çay bile beni tam anlamıyla ısıtamıyordu.

''Yalnız var ya, kadınsa şu kadınları öldüren adamlara yüz yılın kapağı olur. Düşünsenize öyle kadın katilleri öldürüyormuş, şu saatten sonra sıkıysa öldür kadını.'' Rüveyda kıkırdarken bende sırıtmama engel olamadım. ''Yakalanırsa ömür boyu hapisten çıkamaz yalnız.'' dedim şimdiki saçma sistemi hatırlarken. ''Aynen öyle, millet öldürür üç güne çıkar. Bu seri katil ömür boyu yatar.'' Setenay çayından büyük bir yudum aldı ve ayaklarını Rüveyda'nın yanındaki sandalyeye uzatıp oturduğu yerde yaylandı. ''Belki de suçsuzları öldürüyordur. Öyleyse yatsın, çıkamasın zaten.'' Rüveyda ile birbirimize bakıp Setenay'a hak verdik.

''Bana pek öyle gelmiyor, sadece erkekleri öldürüyor bunun bir sebebi olmalı.'' Eğer Tufan'ı da öldürmeseydi buna inanabilirdim ama Tufan daha çok küçüktü, ölmeyi hak edecek kadar büyük ne yapmış olabilirdi ki?

''Tufan daha çok küçük Rüveyda, ölmeyi hak edecek kadar büyük bir şey yaptığını sanmıyorum.'' dedim onun aksine. Söylediği mantıklıydı, bir sebebi olmalıydı. Umarım bir gün bu sebebi öğrenebilirdik çünkü bende oldukça merak ediyordum.

''Bilemezsin, Tufan yüzünden okulda birçok kızın psikolojisi bozulmuş. Sürekli kızlara elleşen bir çocuk olduğunu duydum.'' Setenay normalde erkek arkadaşı haricinde kimseyle ilgilenmez hakkında da bir şeyler kolay kolay duymazdı. Tufan ise fazla dikkat çeken bir çocuktu ama hiçbir zaman ismini duymamıştım çünkü ilgilenmiyordum. Haklı olabilirdi Tufan yüzünden birçok kızın ağladığını duymuştum ama onu sadece okulun tanınan şerefsizlerinden biri diye biliyordum.

Birçok erkekten dayak yemişti, bazıları kızların abisi kardeşiydi, bazısı eski sevgilisi bazısı ise yeni sevgilisiydi. Genelde olayların çıkma sebebi olan yüzsüz çocuklar belliydi. Nereden baksan yedi kişi falanlardı ve üç tanesi bir tayfaydı. Herkes genelde onlardan uzak dururdu, yapıştıklarında bırakmadıklarını söylüyorlardı bu yüzden kimse de onlara bulaşmıyordu.

''Bu geri zekâlı da ona rağmen flört olacaktı onunla, ben engellemesem.'' Setenay'ın söylediğiyle aklıma gelen görüntü gülmeme sebep oldu. ''Engellemek için çocuğa yumruk atıp 'Rüveyda'nın yanında seni bir daha görmeyeceğim.' demene gerek yoktu.'' dedi Rüveyda oldukça memnuniyetsiz tavırla. ''Bak öbür tarafta bekliyor seni, yanına gidince ne yapacaksın merak ediyorum.'' Setenay Rüveyda'yı duymazdan gelerek çayından yudumlarken Setenay'ın Tufan'a yumruk attığı zamanı hatırladım, o zamanlar dikkat etmemiştim kim olduğuna. Zaten bizzat da görmemiştim, Rüveyda çığlık çığlığa yanıma gelmiş olanları anlatmıştı, Setenay uyarı almıştı. Rüveyda ise ona neredeyse üç dört gün kadar trip atmıştı.

Okulda her okulda olduğu gibi iyiler kötüler, kavgalar vardı ama yine de okul yıllarım oldukça iyi geçmişti. O zamanlar kızdığımız ya da üzüldüğümüz ne varsa şimdi gülerek hatırlıyorduk. Sanırım mezun olduktan sonra bu günleri özleyecektim.

Kantinin giriş kısmından gelen topuklu ayakkabı sesi ile üçümüz de kafamızı kapıya çevirdik. Müdür yardımcımız kantinin kapısında duruyordu. ''Çocuklar bugün ders olmayacak, evlerinize gidebilirsiniz. İsteyenler Tufan arkadaşınızın evine baş sağlığına gidebilir...'' Kızlarla bakıştık, müdür yardımcısı arkasını döndü ve gözden saniyeler içinde kayboldu.

''Gidecek misiniz?'' dedi Rüveyda, Setenay ile benim aramda bakışları gidip gelirken. Setenay dudak büzdü, ''Beni oradan kovmasınlar.'' dedi şakayla karışık. ''Saçmalama, sen değil de düşünsene katilin cenazeye katıldığını?'' Setenay ile gözlerimiz irileşmiş şekilde Rüveyda'ya baktık. Bu kızın şu hayal gücü ve olağan üstü olaylara takıntısı hiç bitmiyordu, bir gün başına bir bela alacaktı ama hadi hayırlısı.

''Ben Furkan'ı görmek baş sağlığı dilemek istiyorum. Furkan ve Faruğa, merak ettim onları.'' dedim dürüstçe. Aklım gerçekten onlarda kalmıştı, ne haldelerdi hiçbir fikrim yoktu. Gitmemin onlara aman aman büyük bir etkisi yararı olmayacaktı ama gitmek istiyordum. Ayrıca Tufan'ın ailesine de baş sağlığı dilemek istemiştim.

''Sen git o zaman, şaka maka katil gelir falan. Korktum ben.'' Setenay Rüveyda'ya kaşlarını kaldırarak baktı. ''Hem her boka atlıyorsun hem de tutuşup kaçıyorsun ya, valla hayranım şu hallerine.'' Rüveyda Setenay'ı tamamen duymazdan gelerek saniyelik bir titredi. ''Ya şaka yapmıyorum. Bak Azrail yokladı.'' dedi yine başka bir inancını konuşturarak.

''Aynen aynen, bize de selam yolladı mı bari?'' Setenay ise böyle inançlara asla inanmıyordu, Rüveyda ile hep dalga geçiyordu. Böyle şeyleri batıl buluyordu. Ben de çoğuna pek inanıyor sayılmazdım.

Rüveyda, Setenay'a kötü bakışlar yollarken artık onların bu halini kafamın kaldıramayacağını düşünerek ayaklandım. ''Hadi kalkalım, öyleyse ben tek gidiyorum.'' İkisi de kafasını hafifçe salladı. Rüveyda çayının kalan kısmını içerken önden kantinin çıkışına doğru ilerledim. Yağmur git gide şiddetlenmişti, şemsiyem de yoktu.

Tufan'ın evini bilmediğim için önce Müdür beyin yanına tekrar uğramam gerekecekti. Sınıfa girer girmez montumu giyip çantamı omuzuma attım ve kızlarla vedalaşarak onlardan önce sınıftan çıktım. Okul kapısının olduğu kata indiğimde Müdür'ün odasına gitmek için sola döneceğim sırada Müdür koridorun başında belirdi. ''Müdür'üm.'' Cebinde bir şeyler arıyor gibi görünüyordu ama seslenişim ile bana döndü. ''Tufan'ın adresini isteyecektim. Baş sağlığına gitmek istiyordum.'' Cebinde aradığını bulmuş gibi elini cebinden çıkardı ve derin bir nefes verdi. ''Düş önüme bakalım, beraber gidelim.'' Bunu beklemediğim için afallamıştım ama kendimi hızlıca toparlayıp beni yağmurdan kurtardığı için içten içe sevindim.

Müdür önden ben arkasından çıkarken Turkuaz rengi okulumuzun bahçesine çıktık. Yağmur dolu gibi üzerimize yağıyordu ama dolu değildi. Koşar adımlarla Müdür'ün açtığı arabasının ön koltuğuna oturdum. O da hızlıca sürücü koltuğuna geçip kemerine yönelince bende ondan görerek hızlıca kemerimi taktım. ''Çok mu uzak evi?''

''Hayır, oldukça yakın. Yağmur olmasaydı yürüyerek de gidilebilirdi.'' Anlayışla kafamı salladım ve arabada huzursuzca oturdum. İlk defa Müdür'ün arabasına oturmuştum ve istemeden de olsa çekinmiştim. Arka koltuğa mı otursaydım? Yağmurdan kaçayım diye rastgele binmiştim, ön koltuk ya da arka koltuk olup olmadığına bakmamıştım.

Yine fazla düşündüğümü fark edip düşüncelerimi başımdan saldım. Öz güvensizdim, yaptığım çoğu şeyi sorguluyordum. Bu öz güvensizliğin sebebinin de bilincindeydim. Hiçbir şeyi bana gösteren öğreten olmamıştı, her şeyi kendim öğrenmiştim bu yüzden doğru mu yanlış mı olduğunu kendim ayırt edemiyor hep şüpheye düşüyordum.

On dakikalık bir yolun sonunda Müdür arabayı boş yere park etti, solumuzda kalan evin önü arabayla doluydu. İçeriden ağlama sesleri geliyordu, içim burkuldu. Tufan'ın evi burası olmalıydı, iki katlı bir evin üst katından geliyordu sesler. Ev dubleks olmalıydı, teras katı vardı. Camları sonuna kadar yağmur yağmasına rağmen açıktı, içeriden ağlayanlar, kuran okuyanların sesleri geliyordu. ''Mabel, hadi.'' Müdür'ün sesini duyunca kendime gelip kemerimi bir çırpıda çıkardım.

Yağan yağmur üzerimde bu kez etki bırakmadı. Hatta aksine, iyi geldi. İçim yanıyordu, daha içeri girmeden bile geldiğime pişman olmuş gibi hissediyordum. Beni bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim, sertçe yutkundum. Müdür önden ilerledi ve demir kapıyı açtı. Ağır adımlarla arkasından ilerledim. Merdivenleri çıktığımda yağmur tamamen kesildi, çatı engellemişti. Üzerim hala yağmurdan dolayı ıslaktı ama üşümüyordum. Her bir adımım da içeri girmek benim için daha çok zorlaşıyordu.

Sertçe bir kez daha yutkundum ve Müdür'ün açık olan girdiği dış kapıdan bende ayakkabılarımı çıkarıp girdim.

''Ah oğlum! Ah benim canımın parçası. Kim aldı senin canını... Kim nasıl kıydı sana?'' Öyle içten içten ağlıyordu ki annesi olduğunu düşündüğüm kadın, gözlerim anında doldu.

''Sen daha askere gidecektin daha üzerinde görecektim senin... Ben askere uğurlayacaktım seni Mezara değil.'' Bir kez daha hıçkıra hıçkıra ağladı. İçerisi o kadar kalabalıktı ki koridor kısmında kalmış ileriye gidememiştik.

Açık sol tarafımdaki kapıdan da ağlama sesleri geliyordu, yüzümü sol tarafa döndüğümde Furkan'ı gördüm. Elleriyle yüzünü kapatmış bir yatakta oturuyordu ama saçlarından ve üzerindeki dün ki kıyafetlerinden tanımıştım. Hızlı adımlarla odaya girdim ve önünde eğildim. ''Furkan?'' sesimi duyduğunda titreyen ellerini biraz araladı. Yüzümü görür görmez ellerini tamamen yüzünden indirdi ve beklemediğim şekilde bana sarıldı. ''Mabel.''

Göz yaşları anında omuzuma düşerken hava da kalan kolumu sırtına doğru uzatıp sıvazladım. ''Başın sağ olsun.'' diye mırıldandım. ''Sağ ol, dostlar sağ olsun.'' Bir süre sarılı kaldıktan sonra derin bir nefes aldı ve geri çekildi. ''Daha akşam beraberdik, geceye kadar oturduk, maç attık. Eve dönecekti, ben eve gitti sanmıştım.'' Sık sık nefes alarak konuşuyordu. Gözleri fazlasıyla kızarmıştı ve içeriden gelen seslerle bu görüntüyü görmek beni de ağlatmıştı. Gözümden bir yaş düştü. Furkan görmeden sildim ve gözlerimi bulunduğum odaya çevirdim. Burası erkek odasıydı, Tufan'ın odası olmalıydı.

''Peki bir ip ucu buldular mı?'' dedim Tufan'ın odasını incelerken. Geniş bir çalışma masası vardı, gri beyaz rengindeydi. İki kişilik sürgülü bir dolabı vardı, duvarda bir sürü kızla fotoğrafları asılıydı, çoğu da gençti. Hepsinin de altında tarih yazıyordu.

Anlamadığım için kaşlarım kısa bir an için çatıldı, ardından kocaman bilgisayarına ve oyuncu kulaklığının olduğu masaya döndüm. Baya yüksek model eşyaları vardı, oyun oynamayı seviyor olmalıydı.

''Sanırım oradan geçen bir kız varmış onu sorguya aldılar ama kız bir şey görmemiş bilmiyor.'' Anlayışla kafamı salladım ve uyuşan bacaklarımdan dolayı oturdum. Ayaklarımı yatağın dar olan altına doğru uzatıyordum ki bir sesin gelmesiyle irkildim. Furkan'ın da gözleri anında bacaklarıma doğru inmişti. Bir şeye çarpmıştım, bacaklarımı çekip kafamı yatağın alına doğru eğdim.

Bir kutu vardı, elimi uzatıp kutuyu yatağın altından çıkardım. Furkan ile kısa bir süre bakıştık, ''Bakmamız uygun olmaz sanırım.'' dedim çekingen bir şekilde. Başkalarının eşyalarını karıştırmayı sevmezdim, hele ki tanımadığım ve ölen birinin.

''Boş versene, şerefsiz bir çocuk olduğunu biliyoruz en fazla ne olabilir?'' Elimden kutuyu çeker çekmez kapağını açtı ve yatağa bıraktı. Merak duygusu tüm bedenimi sararken bende yatağın diğer tarafına, Furkan'ın tam karşısına oturdum. Furkan kutuyu açar açmaz gördükleri karşısında dudakları aralandı, kirpiklerini bile kırpıştırmadı. ''Allah kahretsin seni.'' diye mırıldandı sadece. Gözümü Furkan'dan alıp kutuya indirdim.

Kutu da bir sürü fotoğraf vardı, bir sürü kızın fotoğrafı vardı. ''B..Bunlar da ne?'' Yüzünü kutudan kaldırdı ve duvardaki Tufan'ın birçok kızla olan fotoğraflarına çevirdi. Kutuyu anında kapattı ve gözlerini yumup derin derin nefesler aldı.

''Ne olduğunu açıklayamam, bak Tufan ile biz mahalle arkadaşıyız orta okuldan beri. Küçüklüğünden beri hep gözü kayıktı ama bu kadar olduğunu bilmiyordum, yemin ederim bilmiyordum.'' Kendini savunmaya geçmesini dinlemeden gözlerimi kapattığı kutuya çevirdim, gözümü alamıyordum. Aklım az önceki görüntüde takılı kalmıştı.

''Duvardaki resimler, sevgilileri. Bu fotoğraflar da o kızların...'' devamını getirmek istemedim, sertçe yutkundum. Daha fazla bu evde kalmak istemediğimi fark eder etmez ayağa kalkıp koşarcasına kapıya gittim.

''Mabel!'' Furkan'ın bağırmasını duymamazlıktan geldim, ayakkabılarımı tam bile bağlamadım. Merdivenlerden koşarcasına indim.

Benim adımlarım haricinde de kulağıma adım sesleri vardığında Furkan'ın peşimden geldiğini duydum. ''Düşeceksin dikkat et!'' diye uyardı beni. Umursamadım, demir kapıyı açıp yola çıkacağım sırada bir korna sesi duyuldu ve belimden tutulmamla çıkmak üzere olduğum yola çıkamadım. Bahçenin kapısının hemen önünde kaldım.

Arkamda Furkan'ı hissediyordum, belimdeki eli sıkıydı. Alamadığım nefesi tamamen engellemişti, kendisi ise nefes nefese kalmıştı. ''Ben... Özür dilerim.'' dedi bir kez daha.

Araba yanımızdan çoktan geçmişti. Elimi belimdeki eline indirdim ve belimden çektim, ''O fotoğrafları sen... sen saklamadın, almadın. Senin olmayan bir suç için özür dileme.'' Dedim ve demir kapıdan çıkıp hızlı adımlarla yağan yağmurun altında yürümeye başladım.

Gelmekle hata etmiştim, baştan istememiştim içeri girmeyi. Hissetmiş gibiydim, kötü olacağımı biliyordum. Annesine ve Furkan'a baş sağlığı dilemek istemiştim. Faruk yoktu bile, Furkan ise... Tanıdığımdan daha iyi biri gibiydi ama Tufan... tam bir yavşaktı.

Ölmüş bir insanın arkasından ne kadar bunu söylemek istemesem de mide bulandırıcı biriydi, iğrenç biriydi. Bu kadarını ondan kesinlikle beklemiyordum, o kadarını beklemiyordum.

Tenime temas ettiği anda rahatsız olmuştum ondan, aklından ne geçerdi diye yazmıştım günlüğüme. Yine de böyle bir şeyi ben bile beklememiştim.

Herhangi bir erkek bedenime temas ettiğinde yedi yaşımda, zorla edilen teması hatırlıyordum. Sanki o adam dokunuyor gibiydi, yağmur yağarken bile kendimi temizlenmiş hissedemiyordum. Şimdi de yağıyordu, hem de şiddetli şekilde yağıyordu. Herkes şemsiyesini açmış, montuna sıkı sıkı sarılmıştı. Ben ise sadece içimde bir yangın hissediyordum.

İçim alev alev yanıyordu, Montumun önünü açtım, olmadı soğumadı içim. Ağlamaya başladım, neye ağladığımı bilmiyordum. Psikolojim bozulmuştu, gördüklerim duyduklarım tamamen akli dengemi oynatıyordu. Bunun farkındaydım, cinayetler, ağıtlar ve kızların özel fotoğrafları...

Beynimden hepsi film şeridi gibi geçti, sonra bana dokunan temaslar geldi gözümün önüne. Vücudum irkildi. Montumu omuzlarımdan indirdim ve su birikintisine sesli şekilde düşmesini sağladım. Şu an normal bir bluz ile duruyordum, saçlarımdan sular akıyordu, üşümüyordum aksine yanıyordum. Neydi bu içimde ki? Öfke miydi? Kin miydi? Nefret miydi?

İçim alev alev yanıyordu.

Yağmur suyu açık olan yakamdan içime damlıyordu, sahi temizliyor muydu tenimi? Şu an saçlarımdan, ayak uçlarıma kadar ıslaktım. Temizleniyor muydum, yağmur suyu beni yıkıyor muydu? Ya da içimdeki alevi söndürüyor muydu? Söndürmesi gerekiyordu, neden söndürmüyordu?

Gözlerim karardı, dengem istemsiz şekilde sarsıldı, caddeye çıkmıştım bile. Gözlerim dolu doluydu, önümü doğru dürüst göremiyordum. Karşıya geçmek için adım attığım anda Yüksek bir korna sesi beni sağır edecek ama aynı zamanda kendime getirecek şekilde çaldı. Yüzümü sağıma döndüm, farın ışığı bire bir gözüme vurduğunda bedenimi daha fazla ayakta tutamadım. Sarsıldığımı hissettim, araba durdu. Son anda durdu ama o arabadan bağıra bağıra çıkana kadar gözlerim karardı, yer çekimini daha önce hiç bu kadar hissetmemiştim.

Bedenimin yere, buz gibi kirli suya düşmesine izin verdim, gözlerim ise benden izin bile beklemeden kapanmıştı.

-----

İçim buz gibiydi, öyle ki sanki titriyordu. Soğuk bir rüzgâr bedenime tokat gibi çarptı, saçlarımın ıslaklığı bedenimde ağırlık yapıyor gibiydi. Başım ağrıyordu, bedenim titriyordu. Uzaktan kulağıma ilişen köpek sesleri ile gözlerimi araladım. Hava kararmıştı, Üzerimde sadece bluz ve pantolonum ile yerde sırılsıklam yatıyordum, hala yağmur yağıyordu.

Bedenimi zorlukla doğrulttum, ellerimi yere destek almak için koydum. Uzakta sisin içinde iki köpeği birbirine girerken görebiliyordum zar zor. Gözlerim hafif buğuluydu, etraf sisliydi. Hava ise oldukça soğuktu, saatlerce soğukta kalmanın etkisiyle titriyordum, hatta öyle ki dişlerimin takırtısını bile duyuyordum. Zaten burada benden başkası da yoktu, dudaklarımı azıcık aralasam tüm sokak dişlerimin sesiyle yankılanırdı.

Etrafta bir tane bir araba yoktu, arabanın bana neredeyse çarpmak üzere olduğu yerdeydim. Sırılsıklam şekilde yatıyordum. Beni bırakıp gitmiş miydi? Saat kaçtı? Şimdiye dek kimse beni yerde yatarken görmemiş miydi? Ya görüp yardım etmemiş miydi?

Ellerim zonklayan başım yüzünden şakaklarıma gitti. Beni bırakıp giden adama öfkelendim, ''Vay şerefsiz.''

Başımı ovalamayı bırakıp yerden destek alarak ayağa kalktım. Neredeydim ki?

Ah tabi! Tufan'ın evinden koşarcasına kaçmıştım.

Evime pek yakın sayılmazdım ama neyse ki uzakta değildim. Montumla beraber cebindeki paralarımda gitmişti, çantam ise Müdür'ün arabasında kalmıştı.

Şanssızlığıma küfrederek evimin yoluna doğru yürümeye başladım. O kadar üşüyordum ki muhtemelen hasta olacaktım, hatta muhtemelen değil kesinlikle olacaktım. Kaç saattir o vaziyette yolda ölü gibi yatıyordum ki?

Şimdiye kadar nasıl hasta olmadığıma şaşırıyordum? Ben bayıldığımda hava daha aydınlıktı, şu an ise oldukça karanlıktı.

Dakikalarca üşüyerek yürüdüm, ara sokaklara girmemeye dikkat ettim. Beni gören kaşlarını çatıyor ve onun açısından çıkana kadar bakmaya devam ediyor ama hiçbir şey yapmıyordu.

Ben olsam bir atkımı bir şeyimi verirdim ya da evine kadar şemsiyemle falan eşlik ederdim, ne kadar safım.

Dümdüz caddeden ilerlerken ilerideki teknoloji mağazasının boydan boya camının önüne gelip Televizyondan saate baktım. Henüz dokuz civarıydı, nasıl olurda yoldan bir tane bile araba geçmezdi?

Saatten sonra gözüm televizyonun köşesinden ekranın tamamına döndüğünde gördüğüm haber ile kaşlarım çatıldı, kanım dondu.

''Yeni çıkan seri katilimize kurban gitmiş bir gencimiz daha var maalesef sayın seyirciler. Polis uzun zamandır peşinde olsa da ufacık bir ip ucu bile henüz yakalayamamış durumda. Dün gece Tufan Demirer adında bir lise öğrencisini öldüren seri katil bu akşam da yeni birini daha kurban etti. Adı Sabri Erdemirdi, Esnaftı, karısından çocuğundan ayrı tek yaşayan bir adamdı. Henüz bir saat önce bedeni bulundu ve polis zanlıyı ucu ucuna kaçırdıklarını belirtti. Cinsiyet, isim ya da herhangi bir ip ucu hiç bırakmıyor sadece W harfi ile tanınan bu seri katil kendi cinayetleri olduğu belli olsun diye olsa gerek.. Polis W harfini araştırmaya başlamış durumda...''

Arkasındaki yeni cinayet görüntülerine gözüm kaydığında nefesimin kesildiğini hissettim ve devamını duyamadan bir adım geriledim. Bir kişiyi daha hayattan koparmıştı, bu nasıl olurdu? Kafası sola dönüktü, Elleri kandan görünmüyordu bile. Yine kafasının üzerinde o işaret vardı, W harfi gözle görülür şekilde karşımdaydı.

Neden öldürmüştü? Karısından kızından ayrı tek yaşayan bir esnafın ne gibi bir günahı olabilirdi? Kaşlarım belli belirsiz çatıldı.

Artık seri katil haberlere çıkmıştı, artık bunu gizleyemezlerdi, Tufan'ın cinayeti bile habere çıkmıştı, artık polis bu durumu gizli tutamazdı. Nasıl bu kadar iyi gizlenebiliyordu? Nasıl arkasında bir tane iz bile bırakmıyordu, öyle bir profesyonel olmalıydı ki cinsiyeti bile belli değildi.

Bıraktığı işarette neyin nesiydi? W ne anlama geliyordu?

Daha fazla soğukta kalamayacağımı anlayıp gözümü haberden aldım ve eve doğru yürümeye devam ettim, tüm bedenim dengesizce rüzgarla sallanıyordu. Daha fazla görmek duymak istemiyordum, zaten yeterince kabuslar görüyordum bir de üstüne bu haberler daha çok kâbus görmeme sebep olacaktı.

Eve kadar ne kadar düşünmemeye çalışsam da cinayetleri düşünerek yürüdüm. Sonunda evin önüne geldiğimde anahtarım çantamda kaldığı için girişteki saksıdan toprağı eşeledim ve elime gelen anahtarı alıp eve hızlı adımlarla girdim.

Burnum akmaya başlamıştı bile, başımın zonklaması git gide artıyordu. Kaç saat baygın kalmıştım? Bir beş saat vardır sanırım, inanamıyorum o kadar saat yerde öylece yattığıma.

Özellikle de kimsenin beni görmemesine ya da yardım etmemesine...

Eve girer girmez sıcaklığı hissetmemle gülümsedim. Anahtarı kenara adeta fırlatarak kapıyı kapattım ve banyoya koştum. Kabini kırarcasına açıp sıcak suyun neredeyse sonuna yakın yerde açtım. Sıcak su akmaya başlarken üzerimdekileri ıslandığı için ağır olsa da hızlıca çıkarabildim.

Resmen titriyordum, dişlerimin takırtısı banyoda yankılanıyordu. Dudaklarımdan gür bir öksürük kaçtı.

Telefonum da çantam da kaldığı için bir kez daha kendime sövdüm, en azından yemek sipariş ederdim. Ya da ilaç falan, umarım evde soğuk algınlığı ilacı vardı, tabi ne kadar etki eder orası da meçhul...

Üzerimdekilerden kurtulduğumda hızlıca suyun altına girdim. Buz gibi tenimle sıcacık suyun altına girince suyun sıcaklığıyla resmen çığlık attım. Evet donuyordum ama donmaktan yanma evresine de geçmek istememiştim, suyun sıcaklığını biraz daha düşürüp bekledim.

Saniyeler içinde biraz daha makul bir ısıya ulaştı. ''Sonunda...'' diye söylenerek suyun altına girdim. Sıcaklık, inanılmaz bir şeydi.

Dudaklarımdan bir öksürük daha kaçtı. Beynim patlayacak gibiydi, karnımda açlıktan gurulduyordu. Oldum olası, yaşadığım en zor durumlardan biriydi sanırım, Hayatımda en fazla iki üç kere bu kadar soğuk yemiş, bu kadar soğukta kalmıştım. O da yalnız kalıp ıslanmak istediğim zamandı, Yağmurun bedenimi temizlemesini istediğim zamandı.

Isınana kadar suyun altında kaldım, kendimi daha iyi hissettikten sonra suyu kapattım ve buhardan etraf gözükmeyen banyodan bornozuma sarılıp çıktım.

Sıcak su beni anında kendime getirmişti, buhardan dolayı biraz başım döner gibi olmuştu ama neyse ki daha fazla kalmama gerek kalmamıştı. Ayağıma girişten pofuduk bir terlik geçirip mutfağa doğru ilerledim. Dün ki yemekten biraz kalmıştı, onların altını yakarken ecza dolabının olduğu koridorun köşesine ilerledim.

Ecza dolabının küçük camını açıp içindekilere göz attım, akan burnumu çekip tekrar boğazımdaki gıcık yüzünden öksürdüm. Gözüme soğuk algınlığı ilacı çarpınca dudaklarımda geniş bir gülümsemeyle alıp mutfağa geri döndüm.

Yemekleri biraz karıştırdıktan sonra onlar tamamen ısınana kadar kendime tabak çatal çıkarıp sıcak su koydum. Kahve yapsam, sıcak sıcak boğazıma iyi gelir diye düşünmüştüm.

Kahve için su koyduktan sonra yemeklerin altını kapatıp tabağıma doldurdum. Tam ısıtmamıştım çünkü ısınmasını bekleyemeyecek kadar açtım.

Tavayı ve Tencereyi ocağın üzerine tekrar rasgele bırakıp yemeğimin başına oturdum.

O kadar acıkmıştım ki ağzıma sıcak olup olmadığına bakmadan atmıştım ''Hii... Yandım.'' diye bağırdım ağzımı açıp soğuk havayı çekmeye çalışırken. ''Allahtan tam ısıtmamıştım.'' diye söylendim bu kez kendime.

Ağzımın yanması geçince yavaş yavaş çiğnemeye başladım, bir yandan da tabağı ılısın diye karıştırdım.

Evde tek olmak gerçekten berbat bir şeydi, gerçekten son haberlerden sonra fazlasıyla korkmaya başlamıştım. Annemin artık eve gelmesini istiyordum, korkmaya başlamıştım. Ortada bir katil dolanıyordu. Üstelik elini kolunu sallayarak insanları öldürüyor arkasında iz bile bırakmıyordu. Bizden fazla uzakta da değildi, yakın mesafede olduğuna göre o hayatını kaybeden insanlar arasına bir gün bende girebilirdim.

Ne kadar erkekleri öldürüyor olsa da o bir katildi, yarın bir gün çıkıp bir kadın öldürme ihtimali de olabilirdi. Korku içimi kaplarken titredim, Rüveyda'nın deyimiyle Azrail yokladı.

Yemeğimi bitirdikten sonra tabağımı öylece lavabonun kenarına bırakıp üst dolaptan bardak aldım ve su musluğundan su doldurup soğuk algınlığı ilacımı içtim.

Yoksa çok kötü hasta olacaktım.

İlacımı içtikten sonra mutfağın ışığını kapattım ve tabletimi odamdan alıp salona geçtim. Her zaman kenarda bıraktığım bir battaniyem olurdu, geniş rahat koltuğumuza uzandım ve battaniyeyi üzerime örtüp tabletten rastgele bir video açtım. Oldukça halsiz hissediyordum, yarın okul olduğu için tabletten alarm kurup açtığım videoyu izlemeye devam ettim.

Gözlerim şimdiden ısının verdiği mayışmayla bile kapanmaya başlıyordu. Sıcak beni kucaklarken, karanlık da bunu fırsat bilerek bana 'Gel' diye fısıldıyordu. Gözlerimi yumdum, karanlığa sıcağın beni kandırmasıyla teslim oldum.

Üzerimde öyle bir yük var ki, sanki taş taşıyordum. Hava soğuk, öyle bir rüzgâr vardı dengeli yürüyemiyorum, sarhoş gibi sallanıyorum adeta. ''Hiç hoş değil Rüzgâr. Böyle havalar cinayetten önce olmamalı.'' diyor birisi alayla.

Sanki normal bir şeyden bahsediyor gibi, bir gölge var karanlıkta. Elinde bir bıçak, tuttuğu yer simsiyah, ucu ise gümüş ama gümüş kısmının içinde bir yazı var. Ne olduğunu okuyamıyorum sadece W harfi görünüyor devamı ise karanlıkta kalıyor. Hiddetle yürüyor, omuzları dik üstelik kafası sürekli sağa sola doğru hafifçe sallanıyor. Biraz aydınlığa gelen bıçaktan bir şey dikkatimi çekiyor, ucundan kan damlacıkları akıyor yola, bu görüntü nefesimi kesiyor.

''Çı çı çı...'' diyor sanki birini azarlar gibi. Bıçağın ucunu işaret parmağına doğru konduruyor ve bıçağı döndürmeye başlıyor. Bu sebeple kan bir yerden değil birçok yerden akmaya başlıyor ayak ucuna doğru. ''Siz... Erkekler...''

''Ah pardon! Erkek olmaya çalışıp bir türlü beceremeyenler...'' diyor. Sesi ise oldukça kalın. Adamın önünde gölge olarak eğiliyor, ''Adaletin olmayışına güveniyorsunuz değil mi?'' Sertçe bir yutkunma sesi neredeyse tüm sokakta yankılanıyor.

''Ne diyor şu girip çıkanlar... Hah! Üç gün yatar çıkarım değil mi? Benzetmeleri oydu.'' Ardından bir kahkaha atıyor, kahkaha yankılanıyor sokakta. Hatta öyle güçlü ki kulaklarımı kapatmak zorunda kalıyorum. ''Bende seni hapishaneye sokmak istiyorum. Ama benim hapishanemin parmaklıkları yok, toprağı var. Ne diyorsun deneyelim mi? Bakalım üç gün yatıp çıkabiliyor musun?'' Sertçe bir yutkunma daha. Karşısındaki kişiyi göremiyorum.

Öyle bir gölge ki kapatıyor her yeri. ''Ha bir de namusumu temizledim diyorlardı... Hmm.. E bende namus temizliyorum, öldürülenlerin namusunu temizliyorum. Ne diyorsun keltoş? Bende üç gün yatar çıkar mıyım? Yoksa cinsiyetçilik yapıp beni ömür boyu çıkarmazlar mı?'' Sesi öyle alaycıydı ki ben bile yutkunmak zorunda kaldım.

Sert bir rüzgâr esti, saçları savruldu. Evet bu bir kadındı, boyu uzundu ama ayağında topuklular vardı tıkırtısını duyabiliyordum. Rüzgâr saçlarını savurdu, umursamıyordu. Karşısındaki insanın karşısında eğilmişti, ayağa kalktı. Karşısında kel bir adam göründü, kötü olan bir şey vardı ki çığlık atmamak için zor duruyordum, yutkunamadım, nefes alamadım.

Çünkü adamın karın bölgesinden kanlar akıyordu, ağzından da kanlar geliyordu. Gözlerim ellerine kaydı, ellerinin derisi soyulmuştu. Korkutucu şekilde kanıyordu ama avuç içlerinde V harfi vardı. Karşımdaki adam Oturur vaziyetteydi, ardından kafası sola doğru düştü gözlerinin feri gitti. Karşımdaki kadın adamın üzerine doğru eğildi ve Yerdeki kana bıçağı batırıp duvara W harfini çizdi. Öylesine korkunç bir görüntüydü ki adeta kendimi korku filminde gibi hissettim, rüzgâr daha sert esti. Tokat gibi bedenimin her tarafına çarptı, ardından yağmur başladı. Öylesine hızlandı ki saniyeler içinde her yerde gölcükler oluşmaya başladı. Adamın önündeki kan suyla etrafa yayılırken ayak ucuma kadar geldi.

Kendimi tutamadım, bir çığlık kaçtı dudaklarımdan.

Beni duymadı, görmedi ama hissetmiş gibi dakikalar sonra arkasına baktı. Gülümsedi, ardından kanlı bıçağı eli ile temizledi ve yüzünü bıçağa döndü. Gözlerini bıçak yansımasından gördüm, sanki gözlerimin içine bana bakıyor gibi hissettim. Ellerimi yumruk yaptım, bir adım geriledim. Nefes bile almıyordum.

Sadece gözlerinin içini görüyordum. Bıçağa bakıyordu, dudaklarından bir gülümseme mırıltısı çıktı. ''Ah! Mabel, benim küçük sabırsız kızım.'' dedi hoş bir tonda, sesi oldukça cezbedici bir yandan da bir o kadar korkutucuydu. Kafasını hafifçe eğdi, gözlerinin içi gülümsedi, bunu görebiliyordum.

''Merak etme, yakında tanışacağız.''

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hepinize ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum...

 

Loading...
0%