Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@byzloey

VAHA

52 Saat, saniyelere ve dakikalara vurulduğunda ne kadar uzun olduğu daha gözle görülür bir vakit olmasına rağmen sayılar azaldıkça daha az gibi düşünülüyor. 52 saat az gibi görünen ama oldukça uzun süren bir zamanın geçmesinin ardından tavanı izlemeye devam ettim. Bu gece ya son gecemdi ya da yeni hayatımın ilk gecesiydi.

Mabel'in hayatıyla kumar oynanmaması gerektiğini herkese söylememe rağmen onun hayatı üzerine kumar oynayan kişi yine kendim olmuştum. Erkeklerin adımı duyduğunda titrediği, sembolümle herkesin uygulanması gereken bir adalet olduğunu hatırlatmaya çalıştığım o harf ile tanınan W olmuştu. ''Üzgünüm Mabel, başından beri istediğim şey her zaman belliydi. Bunun için hayatını riske atacağım planlarımın dışındaydı.'' Diye mırıldandım kendi kendime. Mabel beni duymuyordu bunu biliyordum, zaten duymamasını istiyordum. Çünkü İdil Hanımın planlarını bir adım geriden gelirken bile hesaplayıp tahmin edebiliyordum. Bir düşmanı tanırsan, yapacağı her hareketi ve düşüneceği her şeyi sende düşünebilir yapabilirsin.

''Bu iş buralara kadar gelmemeliydi.'' Dedim tekrar kendi kendime. Benim planımda her halükârda kazanıyordum, tek kaybettiğim ihtimal de benimle herkesin kaybetmesine sebep olacaktı. Ben zarar görürsem onlar daha fazla görecekti ve düşmanım bunu göze almış mıydı bunu bu gece görmek için oldukça sabırsızlanıyordum.

Taraflar belliydi, sadece artık çocuklar oyun dışı kalmıştı. Kızıl saçlı kız ve mavi gözlü çocuk artık elleri bağlı şekilde dualara sığınır olmuştu. İdil hanım ve ben ise, her zamankinden daha çok kendimizden emindik, yollarımız belliydi. Bu emin olduğumuz yolların sonunda ise biri mutlaka zarar görecekti, ya bu kişi sadece o olacaktı ya da ikimizde her şeyimizi kaybedecektik.

''Her türlü bu gece bir kan akacak...'' sıkıntıyla bir nefes verdim.

Kapının ardından yüksek bir çığlık koptu, artık gelen seslerin az çok kime ait olduğunu bildiğim için sanki hiç duymamış gibi ellerimi ensemde birleştirmiş yatağımda uzanarak tavana bakmaya devam ettim. Saatten gelen tik tak seslerini hesaplamama göre on dakika sonra hemşire ilaçlarımı aldığıma dair kontrole gelecekti. Normalde ilaçları zorla aldırıyorlardı ama bu kez bugün oldukça ortalık karışmıştı. Çünkü yeni gelen bir çocuk debelenerek tüm çalışanlara zorluk çıkarıyordu. Bu sebepten olsa gerek hemşire uğraşmamış on beş dakika sonra içip içmediğimi kontrole geleceğini söylemişti.

Gözlerimi diktiğim tavandan çektim ve ağır adımlarla yataktan inip kenardaki ilaçlarımı avuçlayıp lavaboya girdim, ardından atıp sifonu çekmek yerine lavabonun üst kapağını açarak oraya koydum. Klozette oluşan köpüğe bile bakıyor içtiysek bile ilaçtan bir daha içiriyorlardı. Yastık kılıflarından yatak altına kadar kontrol sağladıklarına şahit olmuştum içtiklerini gözlerinle görmedikleri zaman. Tabi bir delinin aklına klozetin kapağı gelmez diye düşünüyor olacaklar ki oraya bakmıyorlardı. Hapları sakladıktan sonra suyu kana kana içip yerine bıraktım ve yatağa geri uzanmak yerine kapıyı açıp dışarı çıktım. Eğer bu son günümse, bugünü eğlenerek ve ortalığı birbirine katarak geçirmek istiyordum. Odamdan çıktıktan sonra birkaç adımın ardından geniş hastaların olduğu bölgeye vardım. Hala hayali insanlarla konuşan kız köşesindeydi, dudaklarım kıvrılırken yanına gittim ve tam yanına oturdum. Benimle ilgilenmiyordu, tamamen hayalindeki bebek ile ilgileniyordu.

''Al bakalım yemeğini...'' elinde olmayan bir kaşık var gibi uzatmış boş yerde bir bebeğe yemek yedirmeye başlamasına gözlerimi kısarak bir bakış attım ve oturduğum yerde kalkıp yemeği uzattığı diğer tarafa ne olduğunu anlamasına fırsat vermeden oturdum. ''S...sen sen NAPTIN!'' ağzı açılabildiği kadar açılmış gözleri de onun kadar açılmaya başlamıştı ki üzerime atladı ve bana vurmaya çalıştı. ''ÖLDÜRECEĞİM SENİ...''

''Ah evet evet bunu bana ilk söyleyen sen değilsin...'' diyerek bir kahkaha attım. Bir şeyler söyleyerek bağırıyordu ama duyamıyordum çünkü hemşireler onu kol altından yakalayıp kaldırmış sürükleyerek götürüyorlardı. Ellerini hala havada savururken görmek bana keyif verdi, gülerek oturduğum yerden kalktım ve etrafıma bakındım. İki tane amca oturmuş kendince oyun oynuyorlardı. Önlerinde bir şey yoktu ama var gibi davranıyor ve oyun oynuyorlardı. Yanlarına kadar yavaşça ilerledim, yerde oturmaları garibime gitse de umursamadım. Yanlarına yaklaştığımda tam ortalarındaki boşluğa bir tekme savurdum.

İkisi de şaşkınca bakışlarını bana çevirdiğinde kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırdım. ''Pardon affedersiniz...'' ikisi de bana öfkeli bakışlarını atarken anlamadığım birkaç kelime kullandılar, kıkırdayarak tam ortalarından yürüyerek bir kez daha onları çıldırttım ve cam kenarına geldim.

''2102,2103,2014...'' cama kafa atan çocuğu yakasından tuttum ve biraz geriye çektim. ''Biraz müsaide et, dışarı izlemek istiyorum.'' Onu geriye çekip cama daha çok yaklaştım ve son kez görebilme ihtimalim olan gök yüzüne baktım.

''Etraf bu kadar aydınlık, ama insanlar hala tehlikeleri göremiyor.'' Burukça gülümsedim. Aynı kadınlar için tehlike olan erkekleri göremedikleri gibi, kalan tehlikeleri de göremiyorlardı.

''2017,2018...'' çocuk yanıma sıkışarak kafasını cama vurmaya devam ederken gözümü penceren çektim ve çatılan kaşlarımla ona döndüm. ''Ya sabır, çekilsene önümden bir.''

''2019,2020,2021,2022,2023...'' çocuk dinlemeden beni ittirmeye başladığında derin bir nefes aldım, ''benden günah gitti...'' diye mırıldandım ve ensesinden tutup kafasını sertçe cama vurdum. Çıkan o ses etraftaki tüm sesleri susturup dikkatleri üstümüze çekerken önüme yığılan çocuğun bedeniyle ipin ucunu fazla kaçırdığımı fark ettim ve gözlerimi yumup dudaklarımı ısırdım.

Şimdi hemşirelerle uğraşmak zorunda kalacaktım, ''hay senin...''

''Ne yaptın sen!'' hemşire gözleri irileşmiş vaziyette yerde baygın yatan çocuğa bakarken arkasına döndü ve diğer çalışanları çalışarak etrafımı sardırıp kollarımdan sıkıca tutarak odama kadar beni sürüklemeye başladı. ''Şimdiye kadar o kadar kafaya bayılmaması garipti zaten.'' Diye mırıldanarak beni sürüklemelerine izin verdim. ''Bu hoşmuş yalnız hep arıza mı çıkarsam böyle götürüp getirseniz.'' Hemşirenin biri duraksayıp bana döndüğünde dudak büzdüm. ''Ama bir dahakine tekerlekli sandalye olsun lütfen, ayaklarım sürekli böyle sürterseniz yara olur.'' İki tarafımdan tutan kadın birbirine bakıp sabır dileyerek sürüklemeye devam ettiğinde şu an ki durumumu göz önüne alıp kahkaha attım.

Nereden nereye Vaha...

''Hepsi senin yüzünden diyerek beni suçluyorsun Mabel, peki benim bu vaziyette olmam kimin yüzünden?'' diyerek oturtulduğum yatakta uzandım ve üzerimi örttüm. İnsan sonunu ömür boyu düşünürdü ama hiçbir zaman düşündüğü son olmazdı. Benim sonum da saatler sonra belli olacaktı ya düşündüğüm ya düşündüğüm olacaktı.

Son 8 saat 32 dakika ya özgürlüğüme ya da ölümüme.

'Acaba öldükten sonra benim de değerim bilinir mi?' gözümü diktiğim tavandan yanımdaki tik tak ilerleyen saate çevirip küçük camdan yansımama baktım.

''Neden öyle diyorsun?''

'Beni buraya koymayı düşünen annem dediğim kadın, buraya koyan sevdiğim çocuk, bu izni veren de öz annem.'

İçimde bir yerler sızlamaya başladığında giren krampla iki büklüm oldum. ''Mabel! Yapma bunu.'' Elim kasılan yerlere giderken derin derin nefesler almaya çalıştım.
'Bilerek yapmıyorum.'

Bilerek yapmadığını biliyordum ama onun çektiği acıyı bende hissediyordum ve şu an hiç iyi hissetmiyordum. Ölüyor gibi hissediyordum.

'Sen geldikten sonra ben de öyle hissetmeye başlamıştım.'

''Olduğum her yere ölüm getirdiğimdendir.'' Diye mırıldandım ve karnıma çektiğim ayaklarımı biraz daha serbest bıraktım. Demek ki hassas konuları bir süre konuşmamak gerekiyormuş, yoksa bu acıyı daha derinden hissedebilirmişim.

'En sevdiğin çiçek ne?'

En sevdiğim çiçek...

''Gül, kırmızı olanından. Senin?''

'Gül, beyaz olanından.' Dudaklarıma geniş bir tebessüm yayıldı. ''İkimizin de gülü ve maviyi sevmesi ne kadar da tesadüf.''

'Benim maviyi sevme nedenim belli, senin nedenin ne?'

Benim maviyi sevme nedenim, aslında eskiye dayanan bir hikayeydi. Yıllar önceki kana bulandığım ilk gecenin sabahına ait bir nedendi.

''Her şeyin karanlık ve kana bulandığı bir gecenin sabahın da tek temiz kalan ve kirlenmeyecek şeyin mavi gökyüzü olduğunu anlamam. Maviyi sevme nedenim tam olarak bu.''

Mabel'den birkaç dakika ses gelmediğinde gittiğini düşünemeye başlamıştım ki, içimdeki sızı tekrar kendini belli etti. Sessiz geçen dakikaların ardından 'Güzelmiş.' Diye fısıldadı.

'En azından birimiz gökyüzünün altında aydınlık bir şeyler görebilmiş.' Sesindeki tını içimi daha çok huzursuzlaştırdı. Mabel'in bu zamana kadar ki yaşam mücadelesi gözlerimin önüne yavaş yavaş gelmeye başladı. Beş yaşındaki ilk kanadının kırılışı, yedi yaşındaki ölümün kıyısından dönüşü, on yaşında benim de payım olan bir kaza (!), annesinin onu bırakışı...

Bu hikâye eskiydi, Mabel'de etki bırakmıştı yıllar önce annesinin alkollüyken anlattıkları.

Mabel'in her yaşı zorluklarla geçmişti. Bunu yazdıklarından, ağlayışlarından, birçok kez hayatını sona erdirmeye çalışmasından, atlatamadığı birçok travmasından anlayabiliyor, hissedebiliyordum.

Mabel'in 13. Yaşı annesinin anlattıklarıyla her yaşı gibi zor geçmişti. Çünkü Mabel daha önce hiç duymadığı bir şeyi annesinin sarhoşken saçmaladığı cümleler arasından duymuştu. Mabel aslında babasının çok istediği gibi erkek olacaktı. Ta ki doğum anında aslında çocuğun kız olduğu öğrenilene kadar, ismi bile erkek olacağı için önceden belirlenmişti. Babasının soy adı ile babasının ona verdiği isim olacaktı.

Tuna Sarkıç.

Ama Mabel babasını suçu olmadığı halde hayal kırıklığına uğratacak kadar üzmüştü. Babası erkek çocuk istiyordu, Mabel kız doğduğunda ismini annesi koydu. Babasının terk edilişinin ardından ise soy adını annesi kızıyla beraber değişti. Mabel babasının onu bu sebeple terk etmiş olabileceğini düşünerek tüm yıl kendinden nefret etti. Yaşamını sona erdirmeyi, yaşadıklarına katlanamadığını düşündüğü yıllardan sadece biriydi.

Bu yüzden bir yanı hep erkek olmak istemiş babasının belki olursa geri döneceğine inanmıştı.

Onu atlattıktan kısa süre sonra annesinin yokluğunu daha çok hissetmişti, sonrasında ise deli doktorunun verdiği ilaçlar ile bünyesi dengesizleşmişti.

Ve sonrasında ben dahil olmuştum, eskiden çok iyi olan aramız artık mıknatıs gibi olmuştu. Birbirimize bir çekilip bir itiliyorduk ama sonunda her zaman birbirimize çekiliyorduk.

Belli belirsiz gülümsedim, eğer o zamanlar şimdiki kadar güçlü olsaydım sanırım onun acısı beni de bitirirdi. Çünkü Mabel bana sadece acıyı değil yıllar sonra bir şeyi daha öğretmişti.

Aslında en zayıf insanlar düşünülenin aksine en güçlü insanlar olabiliyordu bazen. Bazı insanlar zayıf bazı insanlar güçlüydü ama unuttuğumuz şey güçlünün de bir gün zayıf düşebildiği, zayıfın da bazen güçlü olabildiğiydi. Çünkü bu hayat bizi ikisine de zorluyordu.

'Ve hayata devam eden herkes hem güçlenmeye hem de zayıf düşmeye mahkûmdu.'

''Bizim zayıf düşmemiz, ölmemiz demek Mabel. Biz diğer insanlarla aynı kefede değiliz.''

'Bu yüzden ölüyoruz.' Dedi titreyen sesiyle. Korkuyordu, korkmakta haklıydı.

Yutkundum, ''Herkes bir gün ölecek.''

'Ama herkes bugün ölmeyecek.'

''Dediğim gibi biz diğer insanlarla aynı kefede değiliz.'' Son sözümü söylerken biraz daha yutkundum. Mabel ile konuşmamız buradan sonra bitmişti, çünkü Mabel gitmeyi tercih etmişti. Bunu hissedebiliyordum, sessizdi, hissizdi. Kendini belli etmiyordu.

''Bakarsın gözlerinde gökyüzünü taşıyan çocuk, seni gök yüzünden mahrum bırakmaz Mabel. Sonuçta senin benim aksime bir sevenin var. Bir geçmişin var.''

Kendi kendime gülümseyerek yataktan zorlukla kalktım. Bedenim öylesine mayışmıştı ki kalkmak gibi basit bir hareket bile bana oldukça zor gelmişti. Kalktığımda gözüm yansımasında takılı kalan saate kaydı. Akşam olmak üzereydi bile, saat o kadar hızlı geçmişti ki. Boş tavana ve saatin camındaki yansımama baka baka saatler geçirmiştim.

Hatta kendimi o kadar kendi içime kaptırmıştım ki, dışarıdan gelen sesleri hala duymuyordum. Bu erkek sesi yeni gelen hastanın sesiydi, onu bırakmalarını söylüyordu. Deli olmadığını söylüyordu ama boğuşma seslerine bakılırsa pek onu dinleyen yoktu.

Yan tarafımdan tıkırtılar gelmeye başladığında, yan odama yerleştirildiğini fark ettim. Sağımdaki odada kendini tanrı sanan bir deli vardı, bu odada diğer kişiliği tarafından şeytan ilan edilmiş bir deli, solumdaki oda da yatan hasta acaba kendini ne ilan ediyordu?

Sesler yavaş yavaş azaldığında bir kapı çarpıldı ve kilit sesi duyuldu, demek ki kilitlenmesi gerekecek kadar sorunlu bir hastaydı. Adım sesleri benim kapımın önüne geldiğinde durdu ve saniyeler içinde kapım açıldı. Beni buraya sürükleyen hemşireler bana bakıp ardından etrafa baktılar. ''Neyse ki sen söz dinleyen bir hastasın, sana da sürekli iğne yapmak zorunda kalmıyoruz.''

Hemşirenin biri odaya girip etrafı incelerken diğer yanıma geldi ve boş su bardağıyla tepsiyi aldı. ''Umarım buradan tedavi olarak çıkarsın, yoksa sonun buradakiler kadar kötü olacak.''

Tepsiyi alıp bana gülümseyerek bakan kadın sözlerini bitirip kapıya yöneldiği sırada kolundan yakaladım ve onu durdurdum. Odayı arayan hemşire ile göz göze geldiklerinde sorun yok dercesine kafa salladı ve bana döndü. ''Benim hakkımda ne biliyorsun?''

''Bak İdil Hanım bize senin hakkında bilgi verdi, o yüzden diğer hastalar gibi bir muamele görmüyorsun. Sana ilaçla ters tepme ihtimalinden dolayı sakinleştirici dahil başka ilaçlar vermiyoruz. Sen de böyle devam et ki buradan çıkabil.'' O cümlelerini kurarken cebinde gözüme kestirdiğim hastane de kullanılan neşteri kadının kolunu bırakırken kapıp avuç içimden kolumun içine doğru kaydırdım, hemşire kapıya ilerlediği sırada söylediğine karşılık cevabımı vererek elimdeki neşteri yastığın altına doğru gizlice koydum.

''Zaten eninde sonunda buradan çıkacağım. Ya bedenim ya cesedim.'' Bu sözlerim karşısında hemşire duraksadı, odayı arayan diğer hemşire de işini bitirmiş kapıya ilerlerken bana endişeli bir bakış attı. ''Burada kendine zarar veremezsin.''

''Ben bir şey istediğimde, tüm engeller yolumdan kalkar. Ya öyle ya böyle.'' Hemşirelerin ikisi de alel acele odamdan çıktığında gülümsedim ve ayağa kalkıp banyoya ilerledim. Birazdan akşam yemeği gelecekti, yemekten sonra bir ilaç daha gelecekti. Sonrasında ise tüm kapılar kilitleniyordu ama benim kapım kilitlense bile önemi yoktu. Çünkü Mabel buraya saçında tel tokayla gelmişti.

Ve ben yıllardır yaptığım seri katillikten tel tokayla gerçekten kilit kırılabildiğini kendi gözlerimle görmüş kendi ellerimle deneyimlemiştim. Şimdi de ensemde saçlarımın arasında kalan tel tokalarla bu kapıyı açacaktım.

Son gördüğüm görüntünün dört duvar olmasını değil, sadece karanlıkta parlayan yıldızlar olmasını istiyordum.

Aynı Mabel ve ben gibi. Yıldızların etrafını saran karanlık bendim, ben karanlığımda parlayan yıldız ise Mabeldi. Bu yüzden bu dünyaya veda edeceksem, tek görmek istediğim görüntü Mabel ve benim dünyada tek benzediğimiz görüntü olacaktı.

Elimi yüzümü soğuk suyla güzelce yıkadıktan sonra pencereye yaklaştım. Hava kararmaya başlıyordu, mavi siyaha yeniliyor ve bu savaşta kenara çekiliyordu. Bu savaşın tek kazananı yıldızlarda kendilerine parlayacak yer arıyorlardı.

''Biz de bu gece parlayacağız. Sadece masumluğun getirdiği beyazlık yerine, kirlenmenin getirdiği kırmızılıkla parlayacağız.''

/ 6 saat sonra... /

10 Mart saat 23.25.

11 Mart'a bağlanan gece, otuz beş dakika. Son otuz beş dakikanın ardından Mabel artık özgür bir kadın, kimsenin iznine muhtaç değil. Kimsenin verdiği karar uymak zorunda değil ve en önemlisi artık hayatında kendisinden başka kimse söz sahibi değil.

''Bu özgürlükten seni mahrum edeceğim için özür dilerim.''

Sessiz geçen beş dakikanın ardından saat artık 23.30 ve ölümüme son otuz dakika. Elime kenarda mesajı ve gönderilecek kişi hazır da duran telefonu aldım ve mesajı gönder kısmına basarak telefonu kapattım. ''Ben alışkın olduğum için korkmam, ama sen çok korkacaksın küçük kızım.'' Diye fısıldadım. Elimdeki neşteri sıkarken.

Zifiri karanlık tüm yıldızları ortaya çıkarmıştı, ''Bu gece aranıza bir yıldız daha kabul eder misiniz?'' diye fısıldadım gökyüzüne bakarak. Vakit gelmişti, artık inmem gerekliydi.

Kapının önüne doğru ağır adımlarla ilerledim, neşteri kenara bırakıp saçımdaki tel tokaları çıkardım ve kullanım rahatlığıma göre şekillendirip kilit kısmına soktum. Bundan sonrası deneme yanılmaydı, on dakikalık bir deneme yanılmanın ardından kapı sessizce açıldı. Tel tokaları W harfi olacak şekilde yatağın üzerine bıraktım ve yerdeki neşteri alıp parmak uçlarımda yürüyerek aşağı doğru ilerledim.

Etraf oldukça sessizdi, nöbet tutan hemşire ve doktor derin bir sohbetin içinde görünüyordu. Nefesi bile kontrollü alarak sessizliğe özen gösterdim ve aşağı doğru yavaş adımlarla inmeye başladım. Aklımdan dakikaları sayıyordum, saniye saniye kaçırmadan saymaya devam ettim.

Son yirmi dakika, aşağıya vardığımda kapıyı çok yavaş araladım ve dışarı çıkarak sol tarafa ilerledim. Köşedeki güvenlik telefonuyla oyalanıyor görünüyordu, uzakta olduğu için dikkatini çekmemiştim. Sol tarafa demir parmaklıkların biraz daha kısa kaldığı tarafa doğru ilerledim ve doğru yeri seçerek yere uzandım.

Son on iki dakika yirmi saniye.

''İşte sen ve ben. Beyaz ve kırmızı güller, karanlığın içindeki yıldızlar, iki zıt kutuplar. Birbirine bu kadar zıt olmasına rağmen, birbirini tamamlayan o iki ruh.''

'Korkuyorum.'

''Korkma.''

'Sen karanlığa alışıksın.'

''Sen de yalnızlığa ve bundan sonra yalnız olacağız.'' Diye fısıldadım. Son on dakika on iki saniye. İzlediğim gök yüzünden bakışlarımı çektim ve elimdeki neşter ile avuç içime bir kesik attım.

Her cesedin üzerinde olan sembolüm kendi cesedim de de olmalıydı, ama bu kez yalnız benim adım yazmayacaktı. ''Bu birbirimizi tamamladığımız son resim Mabel, bu görüntüye iyi bak...''

Avucumu sıkarak önce kanımda W harfini çizdim, ardından canımın yanmasını umursamadan W üstüne M harfini damla damla çizdim ve henüz kurumamış kanın üzerine oturdum.

Önce kan olmuş tek elime baktım, sonra diğer temiz kalmış bileğime baktım.

Derin bir nefes alıp önce Mabel'e yani temiz kalmış bileğime derin ve can yakan bir çizik attım, onun getirdiği acıyla dudaklarımı ısırarak diğer bileğime de aynı derinlikte bir çizik attım.

Son çiziği attığımda bedenimdeki sıcaklığın yavaş yavaş gittiğini hissettim, dışardaki soğuk git gide bedenimi üşüttüğünde bu sıcaklığın sönmesinin nedenini anladım. Mabel çıkmaya çalışıyordu. Çıkmak için bana direniyordu ama çıkarsa canı çok yanardı.

''Yapma, yaparsan canın yanar...'' diye fısıldadım bedenimi yere tamamen bırakırken.

''Yapma Mabel, yap...'' bedenimde adlandıramadığım bir duygu tüm gücü elimden alırken karanlık beni düşündüğümden daha önce kendine çekti ve hayata Mabel'den önce gözlerimi yumdum.

M A B E L

Canım yanıyordu, canım her zamankinden fazla yanıyordu. Artık damarlarımdan akan şey ateş değildi, sadece kandı.

''Vaha?'' diye fısıldadım. Korkuyordum, acı çekiyordum ve en kötüsü de söylediği gibi yalnızdım. ''beni bekle...beraber... gidelim.'' Diye fısıldadım zorlukla. Korkuyordum, yalnız olmaktan daha çok korkuyordum.

'Buradayım.' Diye fısıldadı acıyla.

Canı yanıyordu, canım yanıyordu, canımız yanıyordu.

''MABEL!'' Uzaktan uğultuyla karışık bir bağırtı duyuldu, ses tanıdıktı ama kim olduğunu algılayamıyordum. ''M..MABEL HAYIR HAYIR HAYIR MABEL!'' Ses git gide daha da yakından daha şiddetli gelmeye başladı. Üşüyordum, çok üşüyordum. Gözüm kapanmak üzereydi, görüşüm bozulmuştu. Bulanıktı ama yıldızlar bu kadar bulanıklığa rağmen parlaktı.

Belki de hava fazla karanlıktı. Karanlık ne kadar fazlaysa, yıldızlar da o kadar parlaktı.

Birkaç hışırtı kulağımı kanatırcasına art arda geldiğinde bedenimde bir rüzgâr esti. Yanımda bir adım sesi duyuldu ve saniyeler içinde bedenim sarsıldı. Bilincim açıktı ama kapanmaya başlıyordu, bunu hissedebiliyordum. Duyularım git gide düşüyordu.

Sonunda bir öksürük sesi duyuldu, bedenimi biri sarmaladı. ''YARDIM EDİN! MABEL HAYIR HAYIR NE OLUR DAYAN'' bu sesin sahibini tanıyordum, bu öksürüğü ve bu kokuyu biliyordum. Şu an bedenimi sarmalayan, baş ucumda yalvaran çocuk mavi gözlerinde umut gördüğüm ve hayata bağlandığım Atlastı.

Hayır, onun kollarında ölmek istemiyordum. Onun kollarında ölmek istemiyordum, ölmek istemiyordum. O gözleri son görüşüm olduğunu bilmeden görmüştüm ve uzun uzun bakmamıştım bile. Bunu kabul edemezdim, bedenimdeki acıyı daha fazla kaldıramazdım.

Ölmek istemiyordum, yaşamak istiyordum.

''YARDIM EDİN! KİMSE YOK MU!'' yüzüme soğuk bir damla düştüğünde bedenim soğukla irkildi. Son kalan gücümle gülümsedim ve elimden geldiğince sesli şekilde konuşmaya çalıştım. ''Ben... Kendi çölümde kayboldum...'' Atlas yüzünü bana doğru yaklaştırdı, sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu. ''Tam anlayamadım bir daha söyle, Mabel lütfen bir daha söyle. Benimle kal. MABEL!''

Neden yıldızlar git gide sönmeye başlıyordu?

'Çünkü ölüyoruz...'

Hayır, ölmek istemiyorum. Çok korkuyorum, ben... ben ölmek istemiyorum. Artık acı çekmek istemiyorum.

Gözlerim tamamen kapanmaya başladığında başımda tekrar sesler uğultuyla artmaya başladı.

Ne olur bir şeyler yap, ölmeden kurtar beni.

'Yine mi?'

Yine.

Ölmek istemiyorum, hem de sevdiğim çocuğun kollarında.

'Belki de bizim için en doğrusu budur.'

Doğrular da yanlışlar da umurumda değil, ben sadece yaşamak istiyorum. Eğer hayatta kalırsam, söz sana en çok istediğin şeyi vereceğim. Karşılığında sende benim en çok istediğim şeyi yaparsan.

'Öyleyse, karanlığa ve kabuslara alış küçük kızım. Çünkü bundan sonra tek göreceğin şey kabuslar olacak.'

Devam edecek...

 

Loading...
0%