Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@byzloey




Her zaman savunduğum bir düşünce vardı, insan neye inanırsa onu yaşar. İnsan beyni ve psikolojisi o kadar becerikli ve o kadar kabiliyetlidir ki, insanı her durumdan her duruma sokabilir. Delirtebilir, iyileştirebilir hatta öldürebilir. Beynimizin ne kadar azını kullanabildiğimizi çoğumuz zaten biliyoruzdur, hep merak etmişimdir acaba daha fazlasını kullanabilsek neler olurdu diye. Acaba delirenler daha fazla kullanıp bunu kaldıramadıkları için mi deliriyorlardı?

Benim beynim sanırım normalden de az çalışıyordu, ya da fazla. İki etkiyi de kendimde görüyordum, diğer insanlardan daha fazla dikkatli ve keskindim ama gördüğüm bazı rüyaları unutur tüm gün hatırlamaya çalışsam da hatırlayamazdım. Her şeyi tek başıma öğrenmeye çalışmıştım, bu çok acı ve hasarlı bir tecrübe olmuştu.

Yalnızlık ne demek onu öğrenmiştim, zordu. Zamanla alıştım ve bu beni güçlü yaptı, kimi kandırıyorum. Güçlü yapmalıydı, ama beni çok daha zayıf düşürmüştü.

Özgüvensizlik ne demekti onu öğrenmiştim. Her şeyi kendim öğrenmeye çalışır, taklit ederdim. Bir kere linçlenmiştim sözlü bir şekilde, sebebini hatırlamıyorum ama bir kızı taklit etmiştim. Halbuki tek istediğim benimde yapabilmemdi, bilmediğim için ona bakarak öğrenmeye çalışmıştım.

İlk paten sürüşümde mesela, yere kapaklanmış avuç içlerimi ve diz kapaklarımı yaralamıştım. Sonra yaralanan başka çocuklara bakmıştım, aileleri krem sürüyordu. Bende gidip kremi nerden alabileceğimi sormuştum, bana bakıp 'Annen baban yok mu?' demişti. Kafamı aşağı eğmiştim, cevap vermemiştim. Beni kol altlarımdan tutup kaldırdığında ise korkup çığlık atmıştım, ama o çocuğun babası beni yanına oturtup krem sürmek istemişti. Bunu şimdi anlıyordum, o zamanlar o kadar küçüktüm ki bana dokunduğu anda ağlayarak kaçmaya başlamıştım, o da bana zarar verecek sanmıştım. O da bana dokunacak bana bir travma daha yaratacak sanmıştım. Dizimde yara olduğu için daha çok ağlamıştım, o gün evin yolunu kaybetmiştim. Polisler beni bulup annemi aramıştı, annem ise geldiğinde ilgi gösterir sandım. Anneme yaralarımı gösterecek 'Bana krem sürer misin anne?' diyecektim. Düşündüğüm gibi olmamıştı, Annem bana kızmıştı, azar çekip ellerime vuracaktı ki ellerimin yara olduğunu görmüştü. Sonra da kremi verip 'Benim gitmem gerek yaralarına sür.' dedikten sonra çıkıp gitmişti. Tüm gece ağlamıştım, krem falan sürmemiştim. Daha kötü olayım demiştim, belki annem o zaman ilgilenir belki o zaman o sürer kremi demiştim.

Yine öyle olmamıştı, seans gününe kadar o yaralar öylece sızlatmıştı bedenimi. Seansa gittiğimde İdil hanım görür görmez telaşlanmıştı. 'Ne oldu sana böyle?' demişti. Anında çekmecesinden krem çıkarıp sürmüştü. O kadar duygulanmıştım ki, o gün de seans boyu ağlamıştım. 'İdil hanım, çok yalnızım ben.' demiştim. 'Ailem yok, keşke benimle yaşayacak bir arkadaşım olsaydı.' demiştim. O da bana öyle acıyarak bakmıştı ki, o an kendimi paralamak istemiştim. Daha çok küçüktüm, neyin ne olduğunu bile bilmiyordum. 'Ne dilediğine dikkat et Mabel, olduğunda pişman olabilirsin.' dedi bana hüzünle. Bense kafamı hızlıca sağa sola sallamıştım. 'Ne olursa olsun, yine de olsun. Böyle kalmak istemiyorum, böyle yaşamak istemiyorum. Kimse bana yardım etmiyor, o bana ederdi.' demiştim. İdil hanım ise bana sadece gözleri dolu şekilde bakmış saçlarımı okşamıştı. 'İleri de pişman olacaksın Mabel.'

Gözlerimi araladım, henüz gün bile tam aydınlanmış sayılmazdı, ter içindeydim. Yine kabus görmüş olmalıydım, ne görmüştüm ki? Bilmesem daha iyiydi muhtemelen. Sık sık olan bu unutkanlık kendimi bazen aptal gibi hissetmeme neden oluyordu. Belki de beynim fazla etkilendiğim için hatırlamamayı tercih ediyordu.

Yattığım yumuşacık kanepeden ellerimden destek alarak doğruldum, battaniyenin yarısı yere doğru kaymıştı, ben doğrulduğumda ise tamamen yere düşmüştü. Ağızımı neredeyse yırtarcasına açarak esnedim. Düne zıt olarak terden su olmuştum, o kadar kötü müydü ki gördüğüm kabus?

Ne kadar düşünmemeye çalışsam da aklıma geliyordu, bu beni oldukça rahatsız ediyordu ama ne İdil hanım ne başkası buna bir çözüm bulamıyordu. Bununla yaşamaya alışmak zorundaydım, ne kadar kötü olsa da henüz on sekizime girmemiştim bile alışmadan bir ömür geçmezdi.

Ayaklarımı ve kollarımı uyuşukluğu gitmesi adına kıtlattım ve ayağa kalktım. Kalkarken önümde ki sehpaya çarpmış üzerinde ki tableti de yüz üstü düşürmüştüm sehpaya ama görmezden gelerek tekrar duşa ilerledim. Saat kaçtı bilmiyordum ama oldukça erken olmalıydı, dünden sonra güzel bir uyku iyi gelmişti. Sadece üzerimde halsizlik vardı, dün soğukta kaldığımdan olsa gerekti.

Banyoya girip sıcak suyu açtım ve su sıcaklaşana kadar yine üzerimdekileri kirliye fırlattım. Nuran abla yarın gelecek olmalıydı evi temizlemek için. Geldiğinde temizlik, çamaşır, yemek hepsini yapar öyle giderdi. Yani yarın baya bir rahattım.

Sıcaklaşmış suyun altına girdim, Başta fazla sıcakmış gibi geldi, zamanla alıştım. Sadece suyun altında durmak istiyordum, düşüncelerden kaçmak ama aynı zamanda düşüncelerde boğulmak için fazlasıyla iyi bir yöntemdi. Bende bugün düşüncelerimde boğulacaktım, Rüveyda ve Setenay bana dün neler olduğunu soracaklardı, tekrar katilin konusu ve yeni cinayetlerinin konusu açılacaktı.

Dün gördüğüm haberi hatırlayınca titredim, Ellerinin içinde kanlar içinde V mi yazıyordu? Hayır kandan görünmüyordu, ben neden V yazıyor diye hatırlıyordum. ''Bi aklımın bana oyun oynamadığı kalmıştı.'' diye söylendim, sesim boş buharlaşmış banyoda yankılanırken. Ardından öksürdüm, boğazım ağrıyordu.

Dün cenaze evini hatırladım, Tufan'ın annesinin bağırışları an be an kulağımdaydı adeta.

Kafamı sağa sola salladım aklımı dağıtmak ister gibi. Hayır Mabel düşünüp düşünüp zaten bozuk olan psikolojini daha fazla bozma.

Buhardan içerisi görünmez bir hal aldı, gözlerim ağır ağır kapanmaya başlayınca sıcağın beni etkilediğini fark edip suyu kapattım. Duşa kabinin sürgüsünü çektiğim dışardan gelen hafif soğukluk kapanmaya yeltenen gözlerimi anında araladı. Kapının arkasında ki bornozumu üzerime geçirdim ve kuşağını bağlayıp peltek adımlarla odama girdim. Dün günlüğüme hiç bir şey yazmamıştım. İdil hanımın hediyesi olan çiçeğe bir öpücük kondurup yapraklarını okşadım sonra Hızlıca yatağıma atladım ve baş ucumda ki günlüğümü alıp kalemini hemen yanında ki yuvarlaktan çıkardım.

27.10.2022

Dün yine yazmayı nadiren atladığım günlerden biriydi, hatta hayatımın en berbat günlerinden biri sayılabilirdi. Dün Tufan'ın öldüğünü öğrendim ve cenaze evine gittim baş sağlığı için. Baş sağlığı dileyemeden çıkmak zorunda kaldım, Tufan düşündüğümden ve bildiğimden çok daha kötü biriydi. Kızların uygunsuz fotoğraflarını kutularında biriktiriyordu, altında okumadığım kısa yazılar vardı. Ne olduğuna bile bakamadım, Rüveyda onunla flört olmak istiyordu. Eğer Setenay engellemeseydi Rüveyda'nın da fotoğraflarını zorla çeker miydi? İçim adeta titriyor düşündükçe, hatta bunu yazarken bile ellerim titremeye başladı. Dün yine bir kabus gördüm, ne gördüğümü hatırlamıyorum. Nedense karşıma bu ara sık sık V harfi çıkıyor. Korkuyorum, kaçmaya çalışıyorum ama nedense labirentin içinde sadece dört dönüyor gibi hissediyorum. İdil hanımla seans yapmak uzun uzun konuşarak rahatlamak istiyorum ama seansa daha beş gün var. Birine sarılmak istiyorum ama sarılacak kimsem yok. Bana güven veren her şeyimle beni sarmalayacak kimsem yok. Kızlar geçmişimi bilmiyor, anlatamam. Tufan'ın evinde ki fotoğraf olayını bile anlatamam, nasıl anlatabilirim ki? Dilim varmaz. Yine aklıma getirip etkilenmek istemiyorum, çünkü dün annesinin yakarışlarını gördüğümde bir şey daha anladım. Sanırım bu hayatta benim için ağlayan bir annem olmasını çok isterdim.

M A B E L

Bu anıların benim olduğuna dair kanıtımı bıraktıktan sonra defteri kapattım, kalemi yanına tıkıştırıp baş ucuma bırakarak kalktım ve üzerime okul kıyafetlerimi geçirdim, formamın üzerine ise kalın bir kazak giydim. Üşüyordum, hasta olacağım kesindi ama en azından hafif atlatmayı umuyordum. Üzerime kazağı geçirdikten sonra bornozumu yatağımın kenarında bırakarak bahçeye doğru indim. Çiçeklerimle konuşmak istiyordum üstelik iki gündür onları sulamamıştım.

Yavaşça pimapen kapıyı açıp kenardaki dolu su spreyini aldım. ''Günaydın!'' dedim neşeli olmaya çalışarak. ''Sizi çok sussuz bıraktım değil mi?'' bu kez yüzüm düşmüştü. Onları bir canlı gibi, arkadaş gibi görüyordum.

En soldan başlayarak su sıkmaya başladım, yapraklarını da okşuyordum. Çiçeklerle konuşmak onları da etkilermiş, bende konuşunca daha iyi hissediyordum, acaba bende mi bir çiçektim?

''Özür dilerim, bugün sizin su hasretinizi gidereceğim.'' soldan sağa doğru göz kararı su sıkıp yapraklarını okşayarak ilerledim. Orta tarafa geldiğinde adını unuttuğum beyaz renkte ki çiçeğin solduğunu gördüğümde duraksadım, yüzüm daha fazla düştü. Uçları içe doğru bükülüp sararmış yumuşak yaprağının üzerinde elimi gezdirdim.

''Ölen bir çiçek yeniden canlanır belki, ölmüş bir ruh tekrar dirilir belki. Ama çürüyen hiç bir şey canlanıp dirilmez, insan bedeni gibi, insan kalbi gibi. '' diye mırıldandım. Ardından çiçeğe ne olursa olsun su döktüm.

O an başka bir ses duydum, ''Benim gibi.'' duyduğum sesle olduğum yerde sıçradım, etrafıma baktım. ''Kim var orda?'' ses yoktu, çıt çıkmıyordu. Birini duyduğumdan emindim.

''Sen de kimsin?'' dedim seslice etrafa bakarken. Ses yoktu, sanki aklımın içinde duymuştum ama korkudan elim titremeye başlamıştı.

''Sanırım paranoyak oluyorum.'' diye mırıldandım. Kalan çiçeklerle konuşmaya bile yeltenmedim, hepsine su döküp koşarcasına eve girdim. Hava aydınlanmasına rağmen tüm ışıkları yaktım, korkuyordum. Etrafımı evde tek olmama rağmen kontrol ede ede içeri geçtim ve battaniyeme sarıldım.

Önümde ki kılıfının üzerine düşmüş tablete uzanıp ekranını açtım ve saate baktım. Bir saatim vardı okula gitmeye, ben ise şimdiden hazırdım. Ekranı kapatınca siyah ekranda yüzümde ki yansımamdan yüzümün ne kadar çökmüş ve sivilcelenmiş olduğunu fark ettim. Makyaj yapacak halim pek yoktu ama bir saat vaktim vardı, üstelik böyle görünmeyi de pek istemiyordum.

Tableti de kolumun altına sıkıştırarak korkak adımlarla odama ilerledim. Kapıyı açıp içeriyi kontrol ettim ve rahat bir nefes vererek içeri girip tabletimden ses olması adına bir müzik açtım.

Açtığım müzik ise en sevdiğim çizgi film Barbie'nin müziğiydi. Enerjimi yerine getiriyordu, odada enerjik müzik dalgalanmaya başlarken aynanın karşısında yüzüme baktım, gerçekten kötü duruyordu, saçım nemlenmişti, taramamıştım. Sanırım biraz yüzümü bakılabilir hale getirdikten sonra düzeltsem iyi olacaktı.

Kapatıcı ile yüzümü düzelttim ardından ufak bir allık sürerek cilt tonumun ruh gibi durmamasını sağladım, ten renginden kahveye doğru duran bir far sürüp dudaklarıma bir parlatıcı sürdüm ve pudra ile yüzümdekileri sabitledim. ''Yeter bu kadar.'' dedim kendi kendime.

Yatağımın kenarında ki bornozumu alarak diğer elime de tableti alarak banyoma ilerledim. Genelde odamda pek banyo olmazdım, aşağı da olurdum. Odam da ki banyomda küvet vardı, genelde doldurup köpük falan yapmaya üşeniyordum.

Bornozumu banyo kapımın arkasına açıp tableti kenara bıraktım ve şekilli kurutucumu çekmecemden çıkararak prize taktım.

Nemli saçlarımı canımı yaksa da çekiştirerek ayırdım ve kuruttum, ardından bolca kremleyip güzelce taradım. Aklımı dağıtmam için harika bir aktiviteydi, ama nefret ettiğim bir aktiviteydi.

Banyomdan işimi bitirir bitirmez çıkıp aşağı indim. Çantam müdür de kalmıştı, o sebeple yanıma çanta almadım sadece bugünün ders kitaplarını kucaklayıp aşağı indim bir daha iki çanta taşımak istemiyordum. Askılıktan kabanımı giydim ve girişteki aynalığın çekmecesinden para aldım.

Aynalığın üzerine bıraktığım kitapları aldığım paranın ardından tekrar kucaklayıp evden çıktım. Canım hiç bir şey yemek istememişti, okulda istersem bir şeyler atıştırırım diye düşündüm.

Dolmuş durağına kadar dikkatlice yürüdüm. O duyduğum ses hala aklımdaydı, açıkcası korkutucu bir sesti, kalın bir sesti, kadın sesiydi. Kimin sesiydi? Nasıl ve neden duymuştum?

Sertçe yutkundu, düşünmek istemediğim için kafamı sağa sola sallayarak düşüncemi dağıttım. Durağa gelmiştim, cebimden parayı çıkarıp dolmuş bekledim. Düne göre bugün o kadar da soğuk değildi hava. Durakta oturup ayaklarımı sallandırdım, geleli dakikalar olmuştu ve telefonum olmadığı için müzik dinleyemiyor fazlasıyla sıkılıyordum. Acaba annem bana geri dönmüş müydü? Ulaşamadıysa merak etmiş miydi, ya da müdür açıp ona durumu izah etmiş miydi? Eğer öyle olsaydı eve gelirdi herhalde? Ya da gelmezdi, şaşırmazdım. Ah ! Rüveyda beni en az yüz kere aramış olmalıydı, okulda ağzımdan girip burnumdan çıkacaktı.

Uzaktan gelen dolmuş sesiyle gözümü yerden kaldırıp yola çevirdim, benim dolmuşumdu. Hızlıca oturduğum yerden kalkıp elimi uzattım.

Dolmuşa biner binmez parayı şoföre uzatıp ön kısımdan boş yere oturdum ve kafamı cama yasladım. Uykum gelmişti, halsizdim. Yine de evde yatmak istemiyordum, düşüncelerde boğulmak istemiyordum. Hele duyduğum sesten sonra iyice paranoyak olmuştum. Kesinlikle tek başıma evde duramazdım, korkardım.

Okulun önüne geldiğimde ayaklanıp ''Musait bir yerde.'' diye mırıldandım. Dolmuş yavaşlar yavaşlamaz durmasını beklemeden indim. Okul yine fazlasıyla sessizdi, kimse yok gibi görünüyordu. Bahçe normalde kalabalık olurdu, tayfalar gruplaşmış karma, kız veya erkek grupları otururdu. Hatta erken gelenler sigara bile içerdi.

Biraz eskimiş olan turkuaz renkli okuluma doğru yürüdüm. Okulun bazı yerleri hafif dökülmeye başlamıştı, yine de çok eski durmuyordu. Merdivenlerden çıkıp içeri girdim, içerinin sıcak havası adeta yüzüme vurdu. Sıcak hava yüzüme vurana kadar üşüdüğümü bile fark etmemiştim.

Girer girmez kantine doğru ilerledim. Rüveyda ve Setenay servisle geldikleri için erken geliyorlardı. Yine karşılıklı oturmuş bir konuda tartışıyor görünüyorlardı.

''Setenay ne kadar rahatsın ya katil kaçırdıysa Mabel'i. Ya ilk kadın cinayeti için Mabel'i gözüne kestirdiyse. Yaa dünden beri tam 175 kere aradım açmadı telefonunu diyorum.'' Setenay'ın kafası sola doğru eğildi, sanırım Rüveyda'ya baygın bir bakış atmıştı. onlara yaklaştığımda kafasını hafif kaldırıp beni gördü. Rüveyda'nın söylediklerine gülümseyerek olduğum yerde durdum ve Setenay'a göz kırptım.

''Aslında haklı olabilirsin biliyor musun bende elli kere falan aradım açmadı.''

''Hii! Aman Allah'ım biliyordum, dün Azrail o kadar boşa yoklamadı biliyordum bir bok çıkacağını.'' Kıkırdamamak için dudaklarımı ısırdım. Setenay da gülmemek için zor duruyor gibi görünüyordu. ''Hemen kalkıp Müdüre haber verelim. Yemin ediyorum fenalık geldi bana, keşke bizde onunla gitseydik bak ortadan bir akşam da kayboldu aynı Tufan gibi. Allah'ım sen koru benim kıvırcık saçlı kahve gözlü çikolata tenli arkadaşımı, valla onu çok seviyorum nolur alma benden.'' Bu kez kendimi tutamadan kahkaha atmaya başladım.

Rüveyda bana arkası dönük oturduğu için bir anda duyduğu kahkaha onu oldukça korkutmuş az daha sandalyesinden düşürüyordu ''Ananı...''

Setenay arkasına yaslanarak gülmeye başladı, bende gülerken elimde ki kitapları masaya bıraktım ve derin bir nefes alarak yanında ki sandalyeyi çekip oturdum.'' Bende seni çok seviyorum.'' dedim gülerken. ''Kızım neredesin sen dünden beri 175 defa aradım seni şarjım bitti seni aramaktan. Sonra da telefonunu kapattın insan bir haber verir.''

Dudaklarımı aralayıp cevap vereceğim sırada bize biraz uzak bir ses benden önce davrandı. ''Tam 175 defa aradığın için telefonun şarjını bitirdin Rüveydacım, bende bu yüzden son aramanı cevaplayamadım.'' Rüveyda ile beraber arkamıza dönüp elinde çantamla gelen Müdür'e gülümsedik.

''Günaydın Müdürüm.'' dedik aynanda çok sesli olmayacak şekilde. ''Günaydın kızlar, Mabel'in dün çantası bende kaldı cenaze evine beraber gitmiştik. Sonra ortadan kayboldu, telefonu da titreşimdeymiş sonradan fark ettim aramaları.'' Bana doğru uzattığı çantamı aldım ve başımı teşekkür etme manasında hafifçe salladım.

''Dün nereye kayboldun Mabel, çok merak ettim seni. Furkan acil bir işin olduğunu söyledi.'' Furkan'ın benim yerime bahane üretmesine sevinmiştim ama bu demek oluyordu ki Tufan'ın gizli biriktirdiği fotoğrafları da saklamıştı. Aksi taktirde onları polise verseydi çoktan duyulmuş olurdu. ''Evet hocam, eve gitmem gerekti. Kusura bakmayın.'' Ellerini dayadığı masadan çekti ve saçlarımı okşadı. ''Ortada bir katil gezerken böyle bizi merakta bırakmayın kızlar, kendinize de dikkat edin. Sokakta dışarda da bir süre yalnız gezmezseniz iyi olur.''

Kafamı hafifçe salladım. Bu söylediğini istesem de yapamazdım, bende korkuyordum yalnız gezmek istemiyordum ama yanımda beni güvende tutabilecek biri yoktu. Yine de bunu söyleyemezdim, her zaman ki gibi içime kapanırdım.

''Tamam Müdürüm, şey kusura bakmayın ben Mabel'i merak ettiğim için aradım o kadar.'' Müdür bey gülümseyerek Rüveyda'nın da saçlarını okşadı. ''İyi yapmışsın, sorun değil Rüveydacım. Kahvaltı yaptınız mı?'' Hepimiz birbirimize bakıp kafamızı olumsuzca salladık, onlar da geleli çok olmamış gibi görünüyordu. Müdür Kafasını bizim masamızdan kaldırıp kantinci ablaya çevirdi.

''Kızlara benden birer tost birer çay, Neriman hanım.'' Rüveyda sevinçle ''teşekkürler Müdür bey.'' diye cırladı. ''Afiyet olsun kızlar. Derse aç aç girilmez.'' bize gülümseyip arkasını döndü ve odasına doğru ilerledi. ''Bence bu adam okuldan öğrenci eksiliyor diye çok üzülüyor millet gitmesin daha fazla diye daha yakın davranıyor. Baksana bir jestler bir sevgi hareketleri.'' Rüveyda kaşlarını çatıp ''Ne alaka normalde de ilgilenirdi ki?'' dese de Setenay'a katılıyordum. Öğrencileri için üzülüyor olmalıydı, kim üzülmezdi ki?

''Kızım öyle değil, düşünsene öğrencisi öldü adamın. Okulun çoğu kaydını aldırıyor yazık gerçekten iyi bir adamdı.'' Setenay'ın sesinde nadiren üzüntü olurdu, Rüveyda ve ben onun duygusuz ve gamsız oluşundan dolayı ona kütük derdik ama Müdüre gerçekten üzüldüğünü görebiliyordum. Bende üzülmüştüm, elden de pek bir şey gelmiyordu.

Bir kaç dakika masa da sessizlik oldu, ardından Neriman abla önümüze tepsiyle tos ve çay bıraktı. ''İki kaşarlı bir karışık yaptım her zamanki yediklerinizden.'' Setenay kafasını sallayıp karışık olanı anında kaptı. ''Eline sağlık Neriman abla.'' dedim gülümseyerek.

O da zoraki gülümsedi, herkesin canı yaşananlardan dolayı sıkılmıştı. Neriman abla yerine dönerken bende Rüveyda ile aynanda kaşarlı tostuma uzandım. ''Eee dün neler oldu anlat bakalım.'' dedi Rüveyda tostundan bir ısırık almadan önce. Evet ne anlatacağımı düşünmemiştim, bir şey olmadığını söyleyerek sıyrılmayı düşünüyordum. ''Pek bir şey olmadı, gittik Furkan'a baş sağlığı diledim, annesine dileyemedim çok kalabalıktı. Sonra da eve gittim.'' Rüveyda bu kadar olduğuna inanmamış gibi kaşlarını çattı. Her zaman fazlasıyla meraklı bir kızdı. İnanmamasına şaşırmıyordum ama inanmalıydı. ''Acil bir işim var dedikten sonra çıkmışsın ne oldu?'' dedi ağzında ki lokmayı yutarken.

Bende önümde ki çayıma uzanıp bir yudum aldım, içim ısınmıştı bir yudum almama rağmen. ''Çok fazla ağlayan falan vardı, başım çok ağrıdı çok etkilendim. Müdür de baya içerideydi ona seslenemezdim o kalabalıkta çıktım eve gittim bende.'' Kafasını anlayışla salladı ama yüzünde ki düşüşü yakaladım. Heyecanlı daha farklı bir şeyler beklemişti, beklediği olmuştu da, ama bunu kızlara anlatamazdım.

''Bende hayatta duramazdım.'' dedi neredeyse tostunu bitirmek üzere olan Setenay. Ben daha yeni başlamıştım, Rüveyda ise yarıya daha yeni gelmişti ama Setenay tostunu bizi dinlerken bitirmiş sayılırdı.

Çayımdan bir yudum daha aldım. ''Hasta mı oldun sen?'' Kafamı çaydan kaldırıp Rüveyda'ya döndüm. Elini alnıma uzattı, ''Ateşin var sanki olmuşsun.'' diye mırıldandı. ''Nereden anladın?''

''Kızım sabahtan beri burnunu çekiyorsun, gözlerin kapansam mı kapanmasam mı diye o piti piti yapıyor.'' Setenay'a gözlerimi devirdim ve ''ha ha ha çok komik.'' diye mırıldandım.

Rüveyda da Setenay'a hak verdi. ''Dün yağmurda mı kaldın?'' hem de ne kalmak.... Saatlerce altında öylece uyudum... Tekrar gece aklıma gelince titredim. ''Aha Azrail gene yokladı.'' Rüveyda'yı duymamazlıktan geldim.

''Sayılır.'' dedim gülümseyerek. Ardından tostumdan büyük bir dilim aldım, daha yeni acıktığımı hissediyordum.

Setenay bana doğru ayaklarını uzatınca başta onun ayakları olduğunu anlamadan yerimde sıçradım, tost boğazımda kaldı. ''yavaş yavaş, altı üstü ayağımı uzattım.'' Rüveyda sırtıma vururken kızgın bir ifadeyle Setenay'a döndü. ''Yanında ki sandalyeye niye uzatmıyorsun da kızı korkutuyorsun.'' Setenay çayından büyük bir yudum aldı ve yanında ki sandalyeye ayaklarını uzattı. Bir an yine aklımda sabah ki ses belirdi 'Benim gibi.' irkildim.

Sanki yeniden duymuş gibi hissettim ve etrafıma bakındım. ''Ne oldu?'' Rüveyda'ya dönüp ''Bir şey yok.'' diye mırıldandım.

Yalandı, bir şey vardı. Beni rahatsız eden çok büyük bir şey vardı.

Yutkundum ve yavaşça sandalyemi geriye doğru ittirip kalktım. ''Hadi sınıfa gidelim.''

''Daha tostunu bitirmedin, zile daha var ne bu acele.'' Setenay'a cevap vermeden çantamı aldım ve hızlı adımlarla kantinin çıkışına doğru ilerledim.

Boğazım ağrımıştı, sabah ki ses sanki kulağımdaydı. Sanki aklımda yankılanıyordu, gözlerimi sıkı sıkı yumup geri açtım.

''Çık aklımdan.'' diye mırıldandım kendi kendime.

Sınıfa gireceğim sırada bir bağırtı duyup duraksadım. ''Sen iğrenç birisin. Tiksiniyorum senden.'' Tanımadığım bir kızın sesiydi.

''Yapma güzelim, senin de bende gönlün olduğunu biliyorum.'' Bir adım daha atmak istedim, duymamak istedim. Bir adım atacağım sırada yine bir ses duydum.

''Dur.'' yine korkuyla sıçradım bu kez yine duymuştum, hızlıca etrafıma bakındım. Kimse yoktu, sadece koridorun sonunda ki sınıfın açık kapısının arkasından gelen erkeğin ve kızın sesi geliyordu. Aklımda sabah ki sesin aynısını duymaktan bedenimi korku kapladı, duraksadım. Derin bir nefes aldım ve zonklamaya başlayan başımı ovaladım.

''Vardı, Vardı ama sen nasıl... Nasıl bu kadar iğrenç bir şey yaparsın. Nasıl fotoğraflarımla oynarsın?'' Bu da ne demekti böyle?

''Yavrum iddia kaybetmiştim bunu yapmamı istediler ne yapayım yani?'' Konuşulanlardan gram bir şey anlamamıştım. Bir adım daha atmak istedim, duymak istemiyordum, dinlemek istemiyordum.

''Sana, dur dedim.'' dedi aklımda ki ses. Sertçe yutkundum dudaklarım titriyordu, nefesi kesik kesik aldım. Durdum, içeri giremedim, ''Üzerimde kıyafet olmadan şoplayıp çıkarttırmış arkadaşlarına dağıtmışsın Orçun. Ne yaptığının farkında mısın sen? Seni şikayet edeceğim.'' sesi ağlamaklı geliyordu. Duyduklarımı algılamakta zorlandım, aklımda anında Tufan'ın kutuda biriktirdiği fotoğraflar geldi. ''Böyle oyun mu olur?'' diyerek ağlamaya başladı kız.

Öylece kapının ağızında dikiliyordum, derin bir nefes aldım.

''Çek pis ellerini.'' gelen debelenme sesiyle sonunda kafamı çevirebildim, saniyeler sonra koridorda tokat sesi yankılandı. ''Seni var ya...'' Çocuğun sesini duyduğumda dudaklarımı araladım.

''Hocam, bir sorun mu var?'' sesler kesildi, ''Bir şey soracağım musaitseniz.'' dedim ve koridorda yankılanacak şekilde adım seslerimi sertçe duyurdum. Kızı kurtarmak istemiştim, aralarına giremezdim. Biliyordum ki Orçun üç kişilik grubun üyesiydi, okulda herkesi ağlatıp duygularıyla oynayan bir çocuktu.

Dakikalar sonra koridorun başından duvarın arkasına geçtim ve sessizce çantam da ki küçük yüz aynamı çıkartıp koridora doğru tuttum. Kız koridorda bana doğru ilerlerken Orçun sınıfa girdi. Aynayı kapatıp derin bir nefes verdim.

Korkmaktan nefret ediyordum, korkak bir insan olmaktan nefret ediyordum. Bir kadın öz güvenli olduktan sonra güçlü olurdu, korkusuz olurdu. Ben değildim.

Genelde kimse beni duymaz görmezdi, okul güzel kızlarla kaynıyordu. Kimse benimle öylesine ilgilenmezdi, sanırım o kadar da güzel olmadığıma ilk defa seviniyordum. Adım sesleri bana yaklaşın da hemen yan taraftaki tuvalete girdim.

Adım sesleri bu tarafa doğru daha çok duyuldu, dikkat çekmemek için suyu açıp ellerimi buz gibi suyun altında tuttum. İçeri ağlayarak az önce sesini duyduğum kız girdi.

Gözlerim ona döndüğünde elleriyle yüzünü kapattığını ve ağlamayı kesmeye çalıştığını fark ettim. ''Hey! İyi misin?''

Ellerini yüzünden hafifçe çekti ve bana baktı. ''Hayır.''

''Anlatmak ister misin? Ben Mabel yan sınıftan.'' Bu kızı yüzünü açtığında tanıdığımı fark ettim. Voleybol takımındaydı, üstelik her gittikleri maçı kazanıyorlardı. Yıldız oyuncumuz denebilirdi, adının ne olduğunu hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamamıştım.

''Orçun yine yaptı yapacağını. Ben... Benleyken değişeceğini sanmıştım. Farklı davranıyordu.'' diye konuştu zorlukla. Bir yandan hıçkırıyor bir yandan konuşmaya ve nefes almaya çalışıyordu.

'Hep öyle olur' diye geçirdim içimden, Kollarımı karşımda ki kıza doladım ve saçlarını okşamaya başladım. ''Öyle erkekler sizin gibi kızları harcalar, herkese güvenmemelisin.''

Kollarını göğüs aramızdan çekti ve belime doladı. ''Sen kimseye güvenmedin mi?'' artık ağlayışları azalmıştı, ara sıra dudaklarından hıçkırık çıkıyordu sadece. ''Yıllardır güvenmedim, güvenmemeyi en acı şekilde öğrendim.'' dedim geçmişimi hatırlarken.

Aynadan kendi görüntüme baktım, geçmiş ordaydı. Peşimdeydi, arkamdaydı, önümdeydi hatta şu an tam karşımdaydı. Gözlerimin içindeydi, gözlerimden alevler çıkıyordu adeta, nefes alış verişim sıklaştı. Kızın belinde ki elimin sıkılaştığını hissettim. Adeta kanım fokur fokur kaynadı.

Elimde hissettiğim bir şeyle hızlıca geri çekildim. Derince nefes aldım ve hiddetle elime baktım, hiç bir şey yoktu. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırıp baktım ama hiç bir şey yoktu. Hissetmiştim ordaydı, kabuslarımda hissettiğim sıcak akışkanlığı hissetmiştim.

''B..Bir sorun mu var?'' dedi karşımda ağlamaklı kız. Gözleri kızarmıştı, saçlarının ön kısımları ıslanmış alnına yapışmıştı. ''Şey affedersin, gitmem gerekiyor.''

Avuç içlerimi pantolonuma sildim, hala orda gibi hissediyordum. ''Çık artık.'' diye mırıldandım ellerimi daha sert sürerken. Yere bakarak hızlı hızlı yürüyordum ki kolumdan tutulup savrulmamla duraksayıp başımı adeta kurt köpeği gibi kaldırdım.

''Mabel, iyi misin? Ders başlayacak nereye gidiyorsun?'' etrafıma baktım, koridor da öğrenciler vardı. Kalabalıktı ama benim için kimse yok gibiydi. Sertçe yutkundum, nefes almaya çalıştım. Bir kez daha ellerimi, avuç içlerimi pantolonuma derimi soyarcasına sildim.

''Hey? Mabel?'' Beni sarsan Setenay'a döndüm. ''siz gidin ben geleceğim.'' Rüveyda ile birbirlerine baktılar. ''Bizde-''

''Gerek yok, siz girin derse geleceğim.'' Rüveyda'nın cevap vermesini beklemeden öğrenciler arasından sıyrıldım ve alt kata doğru indim.

Yalnız kalmak istiyordum. Alt katta kütüphane ve Tiyatro salonu yan yanaydı aralarında merdivenler karşıda ise lavabolar vardı. Bu katta çok kişi olmazdı tiyatro öğrencileri sadece olurdu.

Orçun ve tayfası Tiyatro klubündendi, belki bu yüzden bu kadar iyi rol yapabiliyorlardı.

Tekrar derin bir nefes aldım, bu his geçmiyordu. ''Sakin ol Mabel, Sakin ol... O kız senin yedi yaşın değil kendine gel.'' Merdivenin sonuna oturup ellerimi dizlerime yasladım ve kafamı arasına aldım. Bacaklarım titremeye başladı, halsizliğimi bedenimde daha fazla hissettim.

Bu aralar sık sık ellerim bacaklarım titremeye başlamıştı, panik atak geçirmeye başlıyordum. Nefes alışım öyle hızlandı ki, ciğerlerim yandı sanki. Oturduğum halde merdiven altımdan kaymaya başladı, Oturduğum halde gözlerimi açtığımda başımın döndüğünü hissettim.

Ayağa kalktım ve lavaboya doğru ilerledim. Başım dönüyordu, içimin yandığını hissettim. Yine yanıyordu, halsizdim yorgundum. Yine de içim yanıyordu, gözlerimi zorlukla aralık tuttum.

Lavabonun önüne geldiğimde merdivenden hızlı hızlı iniş sesleri duyuldu. ''Hey sen!'' sesler yavaşça boğuklaşmaya başladı.

Zar zor anlayabiliyordum ama duyduğum sesi algıladığımda ileri gitme çabamı kestim. Durdum, elimi lavabonun kapısına yasladım, durabilmek için. Çünkü birazdan yere düşeceğimi biliyordum.

''Banu sana ne söyledi?'' Kulaklarımda çığlık atmama sebep olacak bir uğultu oldu, gözlerim açık olmasına rağmen her yer karardı. Ardından gözlerim kapandı, bedenim daha fazla ayakta kalamadı, ve ben...

Karanlığa teslim oldum.

--

Gözlerimi araladım, bedenim titredi. İçim de dışımda buz gibiydi, üşüyordum. Dudaklarım titredi, iğrenç bir koku geliyordu burnuma. Neredeyse kusmak isteyecektim, sonra hissettiğim acıyla çığlık attım.

Gözlerim anında hissettiğim acıyla doldu, canım yanıyordu. ''Bel... Belim.''

Bel boşluğumda nefes kesen bir acı vardı, elimi oraya zorlukla uzandım. Bu kez burnuma iğrenç lavabo kokusunun yanında kan kokusu da doldu. Gözlerim yaşardı, midem adeta ağzıma geldi. İçim dışım bir birine girince öğürdüm, elimi bel boşluğuma uzattığımda elime gelen sıvıyla gözlerim irileşti.

Elimi dolan gözlerimin önüne çektiğimde bir çığlık daha attım. Zorlukla elimi oraya bastırıp doğrulmaya çalıştım, ardından kafamı kaldırdığımda bu kez ağzımdan çıkan çığlığın okulu inlettiğine emindim.

Nefesim kesilmiş şekilde karşımdaki görüntüye baktım ve ağlamaya başladım. Bir yandan acıyla inliyor bir yandan çığlık atıp ağlıyordum.

Karşımda Orçun oturur vaziyette kanlar içindeydi, Kafasının üzerinde uçların kanlar akan bir ters V harfi vardı. Gözüm bedeninden yerde biriken kana döndü, avuç içleri kanlanmıştı ve avuç içinin bir tanesinde V harfi vardı, diğerinde ise V harfi yarım kalmış gibi duruyordu.

Ardından kendime baktım, O anda aklıma dank etti ''Benim peşimde.'' diye fısıldadım zorlukla.

Aklım ve Nutkum tutulmuş halde yutkunduğum sırada merdivenden koşarcasına adım sesleri duyuldu. ''Kim var orda?''

Müdür beyin sesi kulağıma geldiğinde bağırmak istedim, Buradayım demek istedim ama yapamadım. Nefes bile alamıyordum, nutkum tutulmuştu. Belimde ki acıyla tekrar inledim, her şey saniyeler içinde olmuştu.

''Mabel?'' Müdür bey lavabonun kapısında bana bakarken yüzümü zorlukla ona çevirdim, dolu dolu gözlerimle ona baktım. Gözlerini benden hemen karşımda ki Orçun'a... Ölü bedene çevirdiğinde bir adım geriledi, dudakları aralandı.

''Tövbe estağfurullah.'' Belim de ki acı bir kez daha kendini belli ettiğinde tekrar acıyla inledim. ''M..Mabel.'' Koşarcasına önüme geldi ve üzerimde ki kana baktı. Gözleri irileşti, nefesi kesik kesik almaya başladı. ''Yaralandın mı? Nerenden yaralandın?'' Gözünü bir saniye tekrar Orçun'a çevirip tekrar bana döndü. Şimdi kesik kesik bile nefes almıyordu.

''Mabel!'' diye bağırdı, dona kalmış bedenim anında sıçradı ve acıyla tekrar inledim. Gözlerimden yaşlar yarış yapar gibi art arda döküldü. ''Bel boşluğum...'' diyebildim fısıltıyla.

''Gel kızım.'' Elini bacaklarımın altından geçirdi, diğer elini de sırtımdan uzattı ve yavaşça beni kaldırdı ama hissettiğim acıyla ağlamaya başladım.

''Güvenlik!'' diye bağırmaya başladı merdivenden çıkarken, ''GÜVENLİK!'' merdivenleri dikkatlice çıkıyordu.

Elim belimde acıyla iki büklüm duruyordum. Gördüğüm görüntü gözlerimi azıcık kıstığımda bile gözümün önüne geliyordu. Orçun... Karşımda kanlar içinde oturuyordu.

Caniceydi, bu çok... Korkunçtu. ''Benim peşimde.'' diye fısıldadım bir kez daha, öyle bir fısıltıydı ki bu kendim bile duyamamıştım.

''Hemen polise haber verin, Hemen polis çağırın aşağı da bir... bir öğrenci var. Ben diğer öğrenciyi hastaneye götürüyorum.''

Güvenlikler muhtemelen bir şey anlamamışlardı, sesleri çıkmamıştı. Müdür bey anlatırken devamını bile getirememişti. Hızlıca arabasını açıp beni arka koltuğa uzanır şekilde yatırdı.

''Dayan kızım yetiştireceğim seni hastaneye.'' Kapımı örtüp ön koltuğa geçti ve arabayı çalıştırmaya başladı.

Neler olmuştu, hiç bir şey hatırlamıyordum. Sadece arkamdan Orçun'un bana seslendiğini sonra da bayıldığımı hatırlıyordum. Sabah alevler içinde yanarken şimdi buz tutuyordum. Üşüyordum, canım yanıyordu. İki elimde de oluşan kan beni rahatsız etti, bedenim korkuyla titredi. Gözlerim tekrar kapanmaya başlıyordu, korkumdan yumamadım. Korkuyordum, ne zaman gözümü kapatsam kötü şeyler oluyordu.

W adlı katil şimdi de beni mi bulmuştu? Korkuyordum, çok korkuyordum.

Korkuyla gözlerimi olabildiğinde açık tutmaya çalıştım, acıyla inliyordum. Sertçe yutkundum. Gözlerim kapanmak için direniyordu, kapamak istemiyordum ama acıya da dayanamıyordum. Gözlerimden yaşlar geldi, daha fazla direnemeden gözlerimi kapattım. Karanlığın içinde Orçun belirdi, oturur vaziyetteydi, elinin birinde tam V diğerinde yarım V vardı. Kafasının üzerinde de V vardı.

Nefesim kesildi, dilim damağım kup kuru oldu. Bedenim buz tuttu, gözlerimden sıcacık yaşlar art arda akmaya devam ederken arabanın durduğunu hissettim. Dakikalar sonra kapı açıldı, açılan kapıdan giren soğuk içimi titretti. Müdür bir şeyler söyleyerek bağırıyordu ama anlayamıyordum. Her şey uğultudan ibaretti, duyamıyordum.

Dakikalar sonra bir kaç güç tarafından havalandım, ardından altımda geniş uzun bir şey hissettim. Soğuktu, sedye olmalıydı.

Gözlerim kapalıydı, bilincim açıktı ama tepki veremiyordum. Uyumak istiyordum ama gözümde canlanan Orçun'un görüntüsü buna tamamen engel oluyordu. Dakikalar sonra hastane kokusu burnuma doldu, gözlerim güç karşısında açıldı ve gördüğüm şiddetli ışık yüzünden gözlerim anında kapandı.

''Bilinci açık.'' dedi biri, sesini zor anlayabilmiştim. Her şey fazla gürültülüydü, fazla uğultuluydu. Belimde hissettiğim baskıya gözlerim açık olmadığı halde gür bir çığlık attım.

Bir şey sürmüşlerdi, yakıyordu. Yakıyordu ama yanmıyordum, içim buz gibiydi sadece canım yanıyordu. İçim neden buz gibiydi? Yanmam gerekiyordu, içimin acıyla yanması gerekiyordu.

Bedenim hissettiğim acıya dayanamadı, artık uykuya kendimi bırakmak istiyordum, daha fazla dayanamıyordum. Gözlerimi sıkıca yumdum, Her şey bitene kadar uyanmak istemiyordum.

3.Bölüm burada bitmiştir...

Gelelim bölüm hakkında ki yorumlarınıza? Böl.mü nasıl buldunuz?

Umarım beğenmişsinizdir.

Sizce Mabel'i kim yaraladı?

Sizce bir sonraki bölümde neler olacak?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hepinize ölümün peşinizde olmadığı bir gün dilerim...

 

Loading...
0%