@byzloey
|
Etrafınızda hiç yaşlı insanlar var mı? Biraz saçma bir soru oldu kusura bakmayın, benim olmadığı için bu bana olağan üstü gibi geliyor bazen. Yaşlıların çoğu artık insanlardan çok başka canlılarla vakit geçirir.Örneğin çiçekler, kediler ve diğer hayvanlar. Bu yaşa geldikten sonra artık insanlara tahammülü kalmamıştır. Keşke bende o kadar insan tanısam ki, tahammülüm kalmasa. Şimdiden bir bahçe kadar çiçeklerle ilgileniyorum. Erken yaşlandığımı düşünürdüm, eğer bir çok insanla tanışıp artık hiç birine tahammülüm kalmasaydı.. ''Şu an kiminle seans yapıyorum?'' İdil hanımın ikinci kere sorduğu soruya hasta halimle bile engelleyemeden gözlerimi devirdim. ''Yine mi bu soru İdil hanım?'' Memnuniyetle gülümsedi. Elinde ki kalemi tutuşu sıklaştı, bakışları defterine göz atıp bana döndü. Oturuşunu düzeltti. ''Öyleyse anlat bakalım Mabel. Neler geçirdin bu hafta?'' battaniyeyi üzerime daha çok çektim, gözlerim tüylü gri salon halısına doğru düştü. ''Bu hafta, uzun zamandır aranıp bulunmayan katilin saldırısına uğrayan kurbanlardan biri oldum. Şimdiye dek tek canlı bıraktığı kişi benim, o sebeple polislerin de gözü üzerimde. Saldırı okulda gerçekleşti, üşütüp zayıf düştüğüm bir an bayıldım ve uyandığımda yaralanmıştım. Detaylara çok girmek istemiyorum çünkü hatırlamak istemediğim bazı görüntülere maruz kaldım. Üstelik o kadar çok tekrar ettim ki bu olayı her gün tekrar yaşıyor gibi hissetmek zorunda kaldım.'' anlayışlı şekilde kafasını salladı ve ''Devam et.'' dedi ciddiyetle. Gözlerimi halıdan pencereye çevirdim, dışarı da fazlasıyla rüzgar olmalıydı, sabah saatleri olmasına rağmen hala üzerinde gece soğuğu taşıyor gibiydi. Ağaçlar bir yana savruluyordu, insanlar üzerini sıkı sıkı giyinmiş hızlı adımlarla yürüyor görünüyordu. Pencere sokak arasını gördüğü için dışarı da ki insanları her zaman olduğundan daha küçük görür sıkıldıkça onları izlerdim. İdil hanımın beni beklediğini hatırlayınca gözümü pencereden çektim ve odağımı ona yöneltip kaldığım yerden devam ettim. ''İfade verdim, hastanede annem yanımdaydı sonra gitti. Arkadaşlarımla beraber bir haftadır evdeyim, yaram gayet iyi doktor gelip kontrol ediyor. Evde fazlasıyla sıkıldım, Bugün ya da yarın okula gitmek istiyorum artık.'' İdil hanım kızacak gibi bir surat ifadesine bürünüp dudaklarını araladı, saniyeler içinde duraksadı ve çattığı kaşlarını gevşetti. Seansta olduğunu hatırlamış olmalıydı, boğazını temizledi. ''Anlıyorum, kabusların ve uyku sorunun ne durumda?'' kafamı çevirip dışarıyı izlemeye devam ettim, anlattıklarım genelde hep aynıydı. hep bir hüzün, hep bir cinayet, hep bir yalnızlık. ''Kabus görmeye devam ediyorum ama bu kabuslar artık kanlar içinde olan ya da birinden yardım istediğim kabuslar değil, artık o gün şahit olduğum cinayeti görüyorum. Gözümün önünden gitmiyor, duyduklarım etkiliyordu ama görmüyordum. Sanırım birebir görünce dejavu oldum.'' Duraksadı, deftere not aldığı kaleminin sesi kesildi. Parmağı durdu, kafasını kaldırıp gözlerini gözlerime kenetledi, sertçe yutkundu. ''Travmanı tetiklediğini mi düşünüyorsun?'' Kafamı belli belirsiz salladım. ''Olağan.'' Kafasını deftere eğdi, bir süre o şekilde kaldı. Deftere bir şey yazmadı, öylece baktı. Gözleri sağa sola hızlı şekilde gitti bir şey düşünüyordu. Anlayamadığım durumlar da oldum olası rahatsız hissederdim, yine rahatsız hissettim, kıpırdandım. Kaşlarım çatıldı, kuruyan dudaklarımı ıslattım. ''İdil hanım?'' Kafasını tekrar bana kaldırıp zoraki gülümsedi. ''Evet.'' ''Bir sorun mu var?'' kafasını sağa sola sallayıp dudağını büzdü. ''Yo, hayır. Sadece sana uygun bir ilaç getirmiştim uyku sorunun için ama sanırım yan etkileri daha büyük olur.'' böyle bir şey beklememiştim aslen, ama çözüm olabilecek bir şey bulmuşken daha kötüye sürükleyebileceği için kullanamayacak olmam yüzümün düşmesine sebep olmuştu. Artık rahat bir nefes almak istiyordum, biriyle uyuduğumda kafam rahat oluyordu kabus görmeden uyuyabiliyordum. Kızlar ile beraber uyumak istemiştim burada kalmaları benim için fırsattı ama yaramdan dolayı benimle uyumamışlardı, ikisi de deli yatıyordu. Hatta Setenay öyle deli yatıyordu ki benim kabuslarıma bir, Rüveyda'nın yeri boylaması ikiydi uyanma sebebimiz olarak. Birine sarılmak, yanımda olduğunu bilmek beni karanlıktan uzaklaştırıyordu. Annemin gelmesini bir çok kez bu sebeple de istemiştim. Bir süre sonraysa, anneme ümit bağlamayı kesmiştim. ''Peki, başka garip bir şey geldi mi başına? Seni rahatsız eden, korkutan?'' Bir süre düşündüm. Aklıma beni ürküten, hatta duyduğumda titrememe sebep olan ses geldi. 'Benim gibi' ''Aslında bir şey daha var İdil hanım. Ben sanırım düşündüğünüzden daha çok etkilendim bu katilden ya da aklımı falan kaçırıyorum. Aklımda kendi kendime olmayan birinin sesini duyuyorum, başta sanki kulaklarımla duydum gibiydi. Yanınızda biri konuşur ya, aynı öyleydi. Evde biri var sandım ama ses aklımın içindeydi, başka bir seçenek yoktu çünkü evde kimse yoktu ve ses oldukça yakındı.'' Bakışları ciddileşti, tekrar endişeyle elini ensesine attı kaşıdı. Bir bacağı ritim tutmaya başladı, durumun ciddi olduğuna işaretti. İdil hanımın Bacağı kolay kolay titremezdi, Kendi bile fark etmeden yapardı çünkü bunu. Şimdiye dek sadece üç kere bacağı titremişti seanslarımızda. İlki benim ona ilk gittiğim gün anlattıklarımdandı, ikincisi birini babam sanıp peşinden gitmiştim, daha on yaşındaydım ve adama gözümün önünde araba çarpmıştı. Bu da üçüncüydü. ''İdil hanım?'' dedim sorgulayıcı bir ses tonuyla, ses tonumu ılımlı tutmaya çalışıyordum ağzından bir şeyler öğrenebilmek için ama İdil hanım oldu olası kontrolcü bir kadındı. Bana asla ne olduğunu, durumun ciddiyetini söylemezdi. Sadece çözmeye yönelik şeyler yapar beni yönlendirirdi. ''Ne zamandır duyuyorsun, ne sıklıkla duyuyorsun?'' Şimdiye dek kaç kere duymuştum? 'Benim gibi.' 'Dur', 'sana, dur dedim.' ''Şimdiye dek üç kez duydum. Sadece iki kere konuştu, Biri okulda yaralandığım gündü. Diğer ise ondan önce çiçeklerimi sularkendi.'' Gözleri yine etrafta fıldır fıldır dolandı. Yutkundu ve hızlı hızlı adeta nefes nefese deftere bir şeyler not aldı. Soğuktan kurumuş dudaklarını ıslattı ve yazmayı bitirip defterini kapattı. ''Peki, başka bir şey ya da rahatsız olduğun bir şey oldu mu?'' Kafamı olumsuzca salladım. ''Hayır. Olan her şey bu kadar.'' Yüzümü dikkatlice inceledi, bir dakika kadar ortam da ölüm sessizliği oluştu. Bir kaç dakika sonra gülümsedi ve dikkatini yüzümden çekip tatlıya yöneldi. ''Anlıyorum, biraz annenden bahsetmek ister misin? Yine ortalarda görünmüyor. Arkadaşların evine döndükten sonra ne yapacaksın?'' Annemden bahsetmek istemiyordum, Annemi istiyordum. Anne şefkati istiyordum, annemin beni kabuslardan arındıracak, kirlerden arındıracak kollarını istiyordum. Ne zaman aile konusu açılsa yaptığım gibi kafamı önüme eğdim. Mahcubiyet hissediyordum, mahcup olması gereken onlardı ama mahcubiyet duyan bendim. Dünya ne kadar adaletsizdi. Belki de adaletsiz olan dünya değildi, bizdik. ''Gelmiyor, artık ona 'Gelmeni istiyorum.' demekten yoruldum. Gelmesin, her zamanki gibi yalnız kalmaya devam ederim. Ya da Neriman hanımı çağırırım benimle kalması için.'' Ağızına attığı tatlıyı çiğneyişi yavaşladı. Gözleri tekrar buğulanmaya başlayan gözlerimi buldu. Gözlerinin içi benimle aynı ifadeye büründü anında, Hüzün. ''Anlıyorum, gelecek kimse olmazsa. Ya da yanında birini istersen beni arayabilirsin biliyorsun değil mi?'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Biliyorum, teşekkür ederim.'' ''Özellikle bu aralar ne olur ne olmaz yalnız kalmamaya dikkat et, sakin hiç bir konuda üzülüp fazla düşünme. Tekrar panik ataklar, krizler geçebilirsin bu senin için çok riskli bir durum.'' Biraz azarlar biraz uyarır şekilde kurduğu cümlesine ve ses tonuna gülümsedim. Önemsenmek, bazıları için bunaltıcı olabilirken bazı insanların muhtaç olduğu en büyük mutluluk kaynağıydı. ''Tamam İdil hanım.'' ''Hadi arkadaşlarını çağır onlarla da tanışayım.'' Gülümseyerek kafamı kapıya doğru seslenmek için eğdim. ''RÜVEY-'' ''GELDİK!'' Kapının arkasından çıkan Setenay ve Rüveyda'yı görmenin şaşkınlığıyla dudaklarımı araladım. Setenay Rüveyda'ya gizlice vurmaya çalıştı ama pek gizli olmamıştı çünkü görmüştüm. ''Siz-'' ''Merak etme kapıdan maşallah hava bile geçmedi sizi duymadık. Merhaba doktor hanım.'' Setenay İdil hanımla tanışıp yanıma otururken Rüveyda da İdil hanımda tanıştı ve ilk söylediği şey ''Ne kadar güzelsiniz.'' oldu. ''Teşekkür ederim, siz de çok güzelsiniz.'' İdil hanım zariflikle, memnun bir şekilde karşılık verip gülümseyerek ikisini de inceledi. ''Doktor hanım eğer kuralları çok iplemeyen bir doktorsanız ben arkadaşımın durumunu çok merak ediyorum da öğrenebilir miyiz?'' İdil hanım Rüveyda'nın bu tepkisine sesli şekilde güldü. ''İlahi Rüveyda, alemsin.'' Setenay dirseğiyle Rüveyda'yı dürttü. ''Salak salak konuşma, burnunu da her halta sokma.'' Rüveyda kaşlarını çatıp karşılık vermek için dudaklarını aralamıştı ki ben gülerek ''Katilin izini sürüyor biliyor musunuz İdil hanım.'' diyerek konuyu değiştirdim. Buna daha çok gülsün, eğlensin hem de sonra Rüveyda'yı uyarsın diye yapmıştım ama İdil hanım beklemediğim şekilde tam tersi bir tepki vermişti. Gülüşü anında kesilmiş yüzünü ciddiyet kaplamış, dudakları aralık kalmıştı. İdil hanımın bu ciddiyetiyle kızların İdil hanım ve benim aramda git gel bakışları attı. ''Ne oldu, yanlış bir şey mi söyledim?'' İdil hanım boğazını temizlemek adına öksürdü. ''Hayır, şaka değil mi?'' biz Rüveyda ile birbirimize bakarken Setenay gayet rahat bir şekilde ''Ne yalanı doktor, kızın odasına harita bile çıkardı.'' diyerek yanıtladı. İdil hanımın bakışları yerden Setenay ve Rüveyda'ya çevrildi. ''Görebilir miyim?'' Bu ciddi duruşu ve sesi gerilmeme neden olmuştu, neden bu kadar ciddileşmişti ki? ''Elbette.'' dedi Rüveyda önden ayağa kalkıp odama ilerlerken. Bende İdil hanım ile aynanda ayaklandım ama Setenay'ın elimi tutmasıyla duraksayıp İdil hanıma arkasından bir bakış attım. ''Ne bu ciddiyet?'' dedi anlamamış bir ifadeyle. Dudaklarımı büzüp omuzlarımı kaldırdım, ben de beklemiyordum ki böyle bir şeyi. Setenay ile arkalarından gidip odama girdik, Rüveyda tabloyu indirirken İdil hanım ciddiyetini bozmadan ''Baya ciddiye alıyorsun, bu işi ha?'' diye sordu. Rüveyda adeta gururla gülümsedi. ''Eh, kendi çapımda yapıyorum bir şeyler.'' Rüveyda'ya gülümsedi ve gözlerini Rüveyda'nın özenle aldığı notlara çevirdi. Gözlerini kıstı ve oldukça dikkatli şekilde yazılanları okudu. ''Hm...'' diye mırıldandı, ''Bu Baş harfler kurbanların baş harfleri mi?'' Rüveyda şaşkınlıkla gözlerini irileştirdi. ''Oha... Yani şey affedersiniz. Tek attınız.'' İdil hanım tekrar memnuniyetle gülümsedi ve haritada göz gezdirip gözlerini Rüveyda'ya çevirdi. ''Çok başarılı bir harita olmuş ama Rüveydacım bu iş bildiğinizden çok daha tehlikeli ve bu işlerden uzak durmalısın. Özellikle rica ediyorum, başına dert alırsın. Lütfen bu işin peşini bırak polisler bulsun olur mu?'' Gelişme kısmı istediğim gibi gitmese de sonuç istediğime varınca rahatladım. Rüveyda bize baktı ama Setenay ile tek verdiğimiz yanıt kaşlarımızla 'Biz demiştik.' oldu. Rüveyda hüsranla omuzlarını düşürdü. ''Peki.'' İdil hanım çenesine uzattı elini ''Eminim en yakın zamanda bulacaklardır, lütfen üzülme.'' Rüveyda belli belirsiz kafasını salladı. ''Tatlıdan fazla getirdim sizde yersiniz diye kızlar, ben artık gideyim.'' ''Biraz daha kalsaydınız.'' İdil hanım bana kollarını doladı ve ''Maalesef seansım var Mabelcim.'' diye mırıldandı. Bende az önce Rüveyda gibi hüsranla omuzlarımı düşürdüm. ''Peki.'' Setenay ve Rüveyda ile görüştü ardından onu yolcu etmek için kapıya kadar ona eşlik ettik. İdil hanım gittikten sonra aramızda sessizlik oluştu ama içimin daralmasıyla sessizliği ilk bozan ben oldum. ''Artık dışarı falan mı çıksak bizde, çok sıkıldım evde bir hava falan alırız.'' dedim hevesle ama Setenay buz kraliçesi olarak ''Unut o işi çıkamayız.'' diyerek anında hevesimi kursağımda bıraktı. ''Nedenmiş o?'' Rüveyda memnuniyetsiz bir tavırla ve az önceki İdil hanımın söylediklerinden dolayı yaşadığı hayal kırıklığıyla bana dönüp ''Haklı çıkamayız, Müdür aramıştı bugün seni ziyarete gelecek.'' dedi. Derin bir nefes alıp seslice bıraktım, altı üstü bir iki tur atmak istemiştim ki aklıma öyle bir fikir geldi ki. Filmlerde ki gibi beynimde sanki şimşek çaktı, ampul yandı gibi oldu. ''E biz okula gidelim, onu ziyaret ederiz hem.'' Kızların itiraz edeceğini düşündüğüm sırada aksi bir durum oldu ikisi de birbirine baktı ve ilk konuşan Setenay oldu. ''Olur bende sevgilimi göreyim valla üç gündür göremiyorum.'' Ardından Rüveyda koluna girip ''Bende günlerdir flört bakmıyorum. Gideyim de kendime flört bulayım, çok yalnız kaldım.'' diye mırıldandı. Setenay kolunda ki elini ittirirken gülerek üzerime göz attım. Bence gayet normal bir takım vardı üzerimde, bol İspanyol paça vardı, kot değildi. Üzerimde de hafif boğazlı bir takım üstü vardı. Üzerime kabanımı alıp gitmem yeterli gibi görünüyordu. Makyaj yapacak halim olmadığı için ve zaten yaptığımda da çok yapmadığım için hasta kimliğine bürünerek yapmadım ve kabanıma yöneldim. Rüveyda sabah dışarı gitmek için hazırlandığı için zaten makyajı yerindeydi, Setenayda sadece eyeliner çekmişti. Sanırım İdil hanım bizdeyken odada sıkıntıdan bir şeyler yapmış sonra bizi dinlemeye gelmişlerdi. Kabanımı üzerime geçirip kuşağını bağladım ve dün taramış olduğum saçımı elimle düzelttim. Kızlar montlarını giyerken çekmeceden anahtarımı alıp diğer cebime de telefonumu ve paramı sıkıştırdım. Setenay önden çıkarken bende Rüveyda'dan önce çıkarak botlarımı ayağıma geçirdim. Rüveyda rujunu tazeledikten sonra botlarını giyip kapıyı çekti ve arkamızdan hızlı adımlarla bize yetişmeye çalıştı. Dışarısı penceremden gördüğüm kadar soğuktu. Yüzüme tokat gibi çarpıyordu, keşke bere alsaydım diye düşündüm ama oldukça geçti. Otobüs durağına kadar kol kol yürümeye devam ettik. Rüveyda kedi gibi sırnaşıyordu ama bulabileceği bir sıcaklık yoktu çünkü bende buz gibiydim. Durağa geldiğimizde oturup birbirimize daha çok yaklaştık. Üçümüzde çok zayıftık, kansızdık da. Normalden daha fazla üşüyorduk, üstelik üçümüzün de üstü ince sayılırdı. Dışarıda ise sert bir rüzgar vardı. Dakika da bir dudaklarımı ıslatmak zorunda kalacağım bir rüzgar hem de.. Dakikalar sonra uzaktan gelen ışıkla otobüsün numarasına baktık, bizim otobüsümüzdü. Ayağa kalkıp bizden önce gelenleri bekleyerek peşlerinden bindik ardından kart basarak ortaya doğru ilerledik. Yüzüme çarpan sıcak havayla, akan burnumu çektim. ''Hava alalım diye çıktık da hava bile vermiyor ki bu soğuk.'' Setenay' a gülerek hak verdim. Gerçekten nefes aldığımızda içimiz titriyordu resmen. Öylesine bir soğuktu, yakında kar yağmaya başlayacak olmalıydı. Yoksa bu ara art arda gelen bu hava normal değildi. Köşeye geçip kafamı pencereye yasladım. Okula gitmeyi teklif eden bendim ama yaralanmadan sonra okula hiç gitmemiştim. Gittiğimde kendimi kötü hissedecek miydim? Ya da korkacak mıydım? Polislerin etrafta dolaştığını hatırlayarak kendimi rahatlatmaya çalıştım. Evet polisler etraftaydı, bu kadarına cesaret edemezdi. Anında yakalanırdı, polislerin olduğunu akıl edebilecek bir zekaya sahipti. Kendini yakalatmayacak kadar zekiydi, bir süre rahattım. En azından ben öyle düşünüyordum. Ya da tamamen kendimi kandırıyordum, en azından bugün rahatlamak istiyordum. ''Mabel.'' Setenay'ın dürtüp seslenmesiyle yaklaştığımızı anlayıp pencereden kafamı çektim. Onların arkasından orta kapıya ilerleyerek kenardan tutunup açılmasını bekledim. Otobüs gayet boştu ama oturmamıştık, yolumuz uzun değildi. Orta kapı açıldı, önce içeri ve bedenimize soğuk çarptı. Otobüsün sıcaklığının ardından bu kadarını beklememiştim. ''Uy Dondum.'' dedi Rüveyda içimi okuyarak. Setenay da oldukça nefes almamaya çalışıyordu, kafasının yarısını montunun içine çekti. ''Ne yapıyorsun?'' dedim gülerek. Sadece gözlerinin göründüğü yüzüyle bana döndü. ''İçim üşüyor anasını satayım oldukça az nefes almaya çalışıyorum.'' Rüveyda ile bakışıp gülerek okulun bahçesinden girdik. Gözüm eskimiş Turkuaz rengi okulumuza döndü, camların sadece bir tanesi açıktı. Öğrenciler azalmıştı, sanırım son olay çok fazla okulu etkilemişti. İçeri girdiğimizde dışarda olan tek tük kişilerin gözleri bana döndü. Okuldan içeri girdik, kantinden biri benim sesimi haykırdı, bir kızdı. ''MABEL!'' Koşar adımlarla gelip boynuma sarıldı, ben yüzümü dönemeden yanımda bitmişti bile. Kim olduğunu idrak edemediğim için hafif geri çekildim ve yüzü karşımdaydı. Karşımda ki Banuydu, Orçun'un sıkıştırdığı voleybol oyuncumuzdu. ''Banu.'' Kaşları üzgünce kıvrıldı ''İyi misin? Numaran yoktu adresin de öyle merak ettim seni.'' Setenay kaşlarını çatmış Banuyu süzerken, Rüveyda da kızı baştan aşağı tek kaşını kaldırarak izliyordu. ''İyi oldum sayılır, sen peki sen nasılsın?'' Dudaklarını ısırıp saçlarını çekiştirdi. ''Karmaşık, şoku yeni atlatıyorum da denebilir.'' anlayışla kafamı aşağı yukarı salladım. Bir erkek grubu yanımızdan anlamadığım bir sohbetle gülerek kantine girince kızlarla birbirimize baktık. Bu zamanda böyle gülerek kantine girecek ne olmuş olabilirdi ki? Olanlardan hiç mi etkilenmemişlerdi? ''Sadece bir hafta gelmedik ve herkes kendi hayatına geri mi döndü? Bak bir de bana duygusuz dersin.'' dedi Setenay Rüveyda'ya doğru buru kıvırarak. ''Halitleri mi diyorsunuz? Ha onlar normale dönmedi ya okula yeni bir öğrenci geldi herkes ona millet bu okuldan kaçarken o geldiği için gülüyor, deli olduğunu düşünüyorlar.'' kaşlarım belli belirsiz çatıldı. Setenay ise kıkırdadı ve ''O zaman haklılarmış.'' diye mırıldandı. ''Erkek mi kız mı?'' diye sordu Rüveyda olanları önemsemeyerek. Banu ''Erkek dediğinde Rüveyda hafifçe beni ittirdi ve Banu'ya daha çok yaklaştı. ''Sen gördün mü? Yakışıklı mı?'' Banu kafasını aşağı yukarı salladı. ''Bizim sınıfta, yakışıklı ama daha çok tatlı bir yüzü var. Esmer mavi gözlü..'' Gerisini kulağım duymadı, gözümde esmer mavi gözlü tek bir erkek stili canlanıyordu. Aklımda yüzü canlandığında onu düşünmek istemediğimi fark edip boğazımı yalandan bir öksürükle temizledim. ''Banucum sonra konuşursunuz bunları, Biz Müdürü görmeye geldik gidelim yanına.'' Banu ''Tamam, görüşürüz. Umarım bir an önce dönersin okula.'' diye mırıldandı. Kafa selamı vererek kızları kollarından Müdürün odasına doğru çekiştirmeye başladım. ''Ay kızım bi dur ya, merak ettim çocuğu.'' Rüveyda'ya ters bir bakış atıp Müdürün kapısını bir kaç kere tıklattım. ''Gel.'' dedi yorgun bir sesle, kapıyı aralayıp kafamı kapı arasından içeri uzattım. Masasında boş yer bırakmayan kağıtlara bakınıyor bir tanesini özellikle arıyor gibi görünüyordu. Kapıya bakmamıştı, ''Gelebilir miyiz?'' dedim gülümseyerek. Sesimi duyar duymaz kafasını kaldırıp gülümsedi ve sandalyesinden kalktı. ''Ah Mabel. Tabi gel gel. Hoş geldin.'' ''Bizde Varız!'' diyen Rüveyda'ya güldü ''Sizde gelin kızlar. Hoş geldiniz.'' Müdürün yanına gidip sarıldım ''Nasılsınız?'' görüştükten sonra önünde ki tekli koltuğa geçtim. ''Dava açan veliler, polis görüşmeleri falan falan uğraşıyorum öyle. Sen nasılsın? Nasıl oldun ben gelecektim bugün zaten zahmet etmeseydin.'' Kafamı sağa sola salladım. Bu adamın bu tatlılığı beni öldürüyordu. ''Hayır hayır, gayet iyiyim zaten evde sıkıldığım için sizi ziyarete ben geldim.'' ''Biz geldik.'' diye düzeltti Setenay otuz iki diş sırıtarak. Müdür de güldü ve ''Ne söyleyeyim size, aç mısınız? Ya da sıcak bir şeyler?'' diye sordu. Birbirimize baktık, aç değildik. ''Ben kahve istiyorum zahmet olmazsa.'' dedim, Setenay ve Rüveyda çay istemişti. Müdür önünde ki telefondan muhtemelen kantinin olan numarayı tuşladı ve siparişleri verip tekrar bize döndü. ''Davalar dediniz, o davaların içinde annem yok değil mi?'' dedim endişeyle. Anneme şikayetçi olmamasını şiddetle dile getirmiştim. Olmamalıydı, bu adamın suçu yoktu. Elinden geleni yapıyordu. ''Yok Mabelcim merak etme, bir öğrencim daha... böyle kötü bir kadere kurban gitmişti, Tufan ve Orçundan önce ama okul içinde bir olay değildi. Ondan bizi sorumlu tutamazlardı, Tufan da okul dışında ama Orçun bizzat okul içinde olduğu için başımı biraz ağrıtacak gibi görünüyor.'' Kafasını sağa sola salladı ve devam etti. ''Önemli olan bunlar değil. Benim kabahatim, etrafta katil dolanırken kameraları hemen yaptırmalıydım. Kapıları sürekli kontrol etmeliydim, bir haftadır içim yanıyor, ailesine de ne diyeceğimi bilemiyorum hiç. Hiç bir şey telafi etmez, dindirmez.'' Haklıydı, Tufan'ın evinde bunu çok net görmüştüm. Hiç bir şey evlat acısını dindirmezdi, Müdür beyi de anlıyordum. Gözlerinde ki pişmanlığı görebiliyor, hissedebiliyordum. İçim kötü oldu, Rüveyda da öyle olmalıydı. Elini masaya koydu ''Yapmayın böyle Müdürüm lütfen, hem siz nereden bilebilirsiniz ki?'' Müdür bey eğdiği başını kaldırıp dolan gözlerini sildi. Rüveyda'nın dudağı büzüldü, çok çabuk etkilenen bir kızdı. Setenay ise üzgünce bakıyordu. ''Kusura bakmayın çocuklar. '' Hiç birimiz bakmamıştık, çekmecesinden peçete çıkarıp gözlerini ve burnunu temizledi. Bir tanesini de Rüveyda'ya uzatınca onun da gözlerinin dolduğunu fark ettim. ''Mabel sen, terapi görüyormuşsun zaten sanırım. Umarım atlatabilmişsindir.'' Düşünmedikçe evet... Orçun'u öyle görmek beni tabiki de etkilemişti ama önce ki kabuslarımda ona yakın olduğu için artık tamamen hiç bir şeyden etkilenemiyordum. Ne kabuslar yeniydi benim için, ne cinayetler. Yedi yaşımda cinayeti kendim işlemiştim, ilk ve son kez kana bulamıştım ellerimi. İşte geçmişim yine ordaydı, gözlerimin önünde. Yerdeki ince kilimde, duvarı da asılı öğrencilerin yaptığı resimlerde, satranç tahtasında. Derin bir nefes aldım ve düşüncelerden kendimi anında uzaklaştırdım. Gittikçe daha derine batıyordum, olduğum yerde bile nefes alamazken daha derinde boğulurdum. ''Sayılır, çalışıyorum.'' dedim gülümsemeye çalışarak. ''Güzel.'' Kapı açıldı, içeri kantinci bir abi elinde tepsiyle girdi. Çayları ve kahveyi kızlarla aramdaki ahşap sehpaya bıraktı, ''Başka bir isteğiniz var mı Müdürüm?'' ''Yok teşekkür ederim rıza.'' adam gülümsedi ve baş selamı verip odadan çıktı. Kahveyi ellerimin arasına aldım. Hemen içmeyecektim, dumanı üzerinde tütüyordu. Oldukça sıcak olmalıydı, ağzımı anında yakardı. Ellerimi ılıyana kadar ısıtması için parmaklarımı etrafına dolamıştım. ''Peki, okula ne zaman dönmeyi düşünüyorsunuz. İsterseniz Pazartesi dönün.'' Rüveyda ve Setenay bana baktı, tamamen bana bırakmışlardı. ''Yarın döneriz, evde gerçekten sıkıldım. Üstelik bugün kızların son günü, Annem işte evde tek kalmak yerine kızlarla gelirim.'' Müdür anlayışla kafasını aşağı yukarı salladı. ''Evet biz onu evden alır eve bırakırız Müdürüm rahat olun.'' Müdür bey memnuniyetle gülümsedi. ''Tamam, afferin size çocuklar.'' derin bir nefes bıraktı ve çayından bir yudum aldı. Bugün ayrı bir hüzünlü gibiydi, sanki başka bir derdi daha var gibiydi. Sormak istedim, ama özel bir durum olabileceğinden belki anlatmaz diye düşünüp vazgeçtim. Kahvemden üfleyerek bir kaç yudum aldım. Kızlar da çayını hızlı hızlı içti, ''Biz kalkalım artık, sizde işlerinizi halledin.'' Rüveyda'nın peşine Setenay da ayaklandı. ''Evet işiniz başınızdan aşkın zaten.'' Müdür başıyla onları onayladığında kızlar bana döndü. Daha kahvemi bile içememiştim, ''Siz gidin ben geleceğim.'' dedim gülümseyerek. Müdür beyle Orçun hakkında daha detaylı konuşmak istiyordum. Polislerin yeni bir bilgi edinip edinmediğini de merak etmiştim, bunu bilebilecek tek kişi de Müdürdü. Kızlar sorgulayıcı yüz ifadeleriyle bakıp ''Kantindeyiz.'' diye mırıldanarak odadan çıktılar. ''Müdür bey, Polisler yeni bir şey öğrenebildiler mi?'' Masaya yasladığı ellerini çekti ve arkasına yaslandı. ''Maalesef, ses seda yok henüz.'' Bir ip ucu ya da başka bir şey bulmuşlardır diye düşünmüştüm, hayal kırıklığına uğradım. ''Anladım, peki siz Orçun'u kabuslarınızda görüyor musunuz?'' kafasını salladı. ''Yeni yeni kabus görmemeye başlıyordum ama çok etkiledi evde pek huzurum kalmadı.'' elleriyle gözlerini ovaladı ve avuç ilerini yüzüne bastırarak yüzünü kapattı. ''Bende ilk günlere göre daha iyiyim. '' belki rahatlar düşüncesiyle gelişi güzel mırıldanmıştım. Ellerini yüzünden çekti, ''Güzel, en azından aklım sende kalmayacak. İyi olduğunu da gördüm ya.'' Gülümsedim, yine de başka bir derdi olduğu konusunda ısrarcıydım. Ne olduğunu merak ettim, daha fazla dayanamayarak ''Müdürüm.'' diye seslendim. ''Evet.'' ''Başka bir sorununuz daha mı var?'' belli belirsiz gülümsedi. Ardından kafasını salladı ve çay bardağını eline alıp hafif sağa sola doğru sallandırdı, gözleri çayın dibine odaklandı. ''Bugün babamın ölüm yıl dönümü. Akşam mezarına gideceğim.'' Yüzü daha fazla düştü, bende böyle bir şey beklemediğim için afallamıştım. ''Ah şey, bilmiyordum. Başınız sağ olsun.'' ''Sağ ol, teşekkür ederim.'' Müdür bey çok iyi bir adamdı, vicdanlıydı. Babası da öyle olmalıydı, nasıl bir insandı merak etmeden edemedim. Kendi babamı düşündüm bir an, nasıl bir insandı? Eğer hayatta olsaydı neler değişirdi hayatımda. Adını çok nadiren ağzıma alırdım, çok nadir düşünürdüm onu. Çünkü ne zaman onu düşünsem yedi yaşımı hatırlıyordum. 'Baba!' diye ağlayıp bağırdığımı hatırlıyordum. Baba kelimesini en acı, en kötü şekilde hatırlıyordum. Sokakta insanlar, çocuklar Baba, Baba diye neşeyle bağırırlardı. Ben de onların yaşındaydım, neden onlar gibi neşeli bağıramamıştım. Acıyla ağlayarak bağırmıştım. Onların babası gelmişti, benimki neden gelmemişti? Benim babam nasıl bir insandı? Onu hiç tanımamıştım, yüzünü bile hayal meyal hatırlıyor kalanını fotoğraflardan tamamlayabiliyordum. Ailesini bırakıp giden bir adam nasıl bir kişiliğe sahip olurdu? Nasıl bir insan olurdu? Ben onu hiç iyi olarak hatırlayamayacaktım. Başkasının bir düşüncesi olamazdı hakkında ama benim için babam nasıl bir insandı? ''Kötü.'' duyduğum sesle olduğum yerde sıçradım. Sertçe yutkunup yüzümü etrafıma çevirdim, tüylerim diken diken olmuştu. Hala Müdürün odasındaydım, Müdür irkildi kaşları çatıldı ve bana döndü. ''Mabel, iyi misin?'' Derin derin nefesler aldım. Zorlukla dudaklarımı araladım bir kez daha etrafımı kontrol ederken. ''Evet.. Şey siz bir şey dediniz mi bana?'' ''Mabel, iyi misin den başka hayır.'' kalbimin atışı hızlandı, bir anda vücudumu alevlerin sardığını hissettim. Kanımda bile alevler dolanıyordu sanki, nefes alış verişimin hızlandığını hissettim. Ona rağmen nefes alamıyordum, hızlı hızlı nefes aldığım halde neden ciğerlerime nefes girmiyor gibi hissediyordum. Girene kadar buharlaşıyor muydu? Sıcaktan bunaldım, her şey dakikalar içinde oldu. ''Şey ben... kalkayım artık. Sizde işinize dönün.'' Hızlıca ayağa kalkıp kabanımın önünü açtım. Yanıyordum, neden yanıyordum? ''Sen iyi olduğuna emin misin Mabel?'' Kafamı hızlıca aşağı yukarı salladım. ''Evet evet. Yarın görüşürüz Müdürüm.'' Başımla selam verip başka bir şey söylemesine izin vermeden odadan çıktım. O ses de neydi? Odadan çıktım ama kapattığım kapının arkasında kapıya yaslanmış şekilde duruyordum. İçeriden bir melodi duyuldu, bu melodi tanıdıktı. Hem de öyle tanıdıktı ki nefesim kesildi, alev alev yanan bedenim yandığı süreden daha kısa süre içinde buz kesti. Kendimi Ateş ve Buz arasında pinpon topu gibi sekiyor hissettim. Öyle buz kesti ki içim melodiyle, titredim. Ellerim titremeye başladı, ardından gözlerim doldu. Melodinin yerini sözler aldı, ''Bana bir masal anlat baba, İçinde bütün oyunlarım, kurtla kuzu olsun şekerle bal...'' melodisi beynimle zonkladı, nefes almaya çalıştım ama az önce alevden alamadığım nefesi şimdi soğuktan alamıyordum, bedenim adeta saniyeler içinde buz kesti. Elim boğazıma gitti. Kapıdan sırtımı ateşe değmiş gibi çektim ve merdivenlere doğru ilerledim. Bu şarkıyı beş yaşımdan yedi yaşıma kadar dinlemiştim, evde açar söyler ağladım. Annem beni açtığım için azarlar elimden her türlü elektroniği alırdı. Hatta beni odama kitler 'Yalnız kal da aklın başına gelsin.' diyerek yalnızlıkla korkuturdu. İlk yalnızlık korkum ve yalnızlığa karşı isyanım o zaman başladı. O günden sonra hep yalnız kalmıştım, o günden şimdiye tek her şeyde tek başımaydım. İlk aldığım belgede, ilk gösterimde, ilk insanlarla tanışmamda, ilk resim çizişimde, ilk alışverişimde. Her şeyde tek başımaydım, yalnızdım. Yaşım ilerleyene kadar çocukların yaptığı hiç bir şeyi yapmamıştım. Çünkü korkmuştum, tek başımaydım cesaret edemiyordum. Herkes benimle çocuk diye dalga geçiyordu. Çünkü onların çok küçük yaşta yaptıklarını ben daha yeni yeni yapıyordum. Kimsem yoktu benim, ben yalnızdım. ''değilsin.'' Hızlı adımlarım duvara çarpmışım gibi durdu, ses beynimi bıçak gibi kesti. Yine duyuyordum, yine aklım benimle oynuyordu. Elimi kulaklarıma götürüp kapattım, artık dayanamıyordum. Artık kaldıramıyordum, neydim ben? Şizofren mi? ''Ben varım.'' dedi aklımda olmaması gerek o yabancı ses. ''Kes sesini.'' diye tısladım. ''Seni duymak istemiyorum artık.'' daha sıkı kapattım kulaklarımı. Duymayı engellemediğini fark etmiştim ama elimden bir şey gelmiyordu, sanki engeller gibi daha sıkı kapattım. ''Beni korkutuyorsun.'' dedim nefes nefese. ''Beni korkutuyorsun.'' diye tekrarladım. Lavaboya doğru ilerlemeye başladım, kendime gelmeliydim. Burada herkesin içinde dikkat çekiyordum, daha da çekebilirdim. kendimi tuvalete kapatmam gerekiyordu. Merdivenin son basamadığını çıktım. İndiğim merdivenden tekrar çıkmıştım. Çünkü alt kata iniyordum ve alt kata artık inebilecek cesaretim yoktu, yine ve yine korkuyordum. Üst kata sınıfların olduğu lavaboya koşarak girdim. İçeri bakmadan girip tuvalete yöneleceğim sırada duvarın arasından bir beden çıktı, ona çarpıp gerilemek zorunda kaldım, ellerimi kulaklarımdan çekip kafamı kaldırdım. Öfke bedenimdeydi, içimde geziniyordu. Geçmişin hırsı, kafamdaki sesten kaçma isteği ve içimde ki korku artık öfkeye dönmüştü, Ta ki... Karşımda ki yüzü görene kadar. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, kirpiklerimi bile kırpıştıramadım. Dona kalmış gibi durmuş yüzüne bakıyordum. İşte esmer ten ve mavi göz denildiğinde aklımda beliren bir daha göremeyeceğimi düşündüğüm için, düşünmeyi hiç istemediğim yüz karşımda duruyordu. Henüz beş yaşına yeni girmiştik, o yaşlara dair tek hatırladığım şey babamın gitmesi ve oydu. Mas mavi gözleri vardı. 'Sen bir tanesin.' derdim çocuk sesimle. Anlamazdı, yüzünden anlamadığını anlar etrafımızdaki insanları gösterirdim. 'Bak herkesin gözü aynı ama senin ki farklı, sen bir tanesin.' derdim. Bana gülümser çok bilmiş tavırla 'Tabiki de öyleyim.' derdi. Binalarımız yan yanaydı, bizim eski evimizin hemen yanındaydı evleri. Sonra bir gün akşama doğru ellerimi tutmuştu, 'Mabel, ben gidiyorum.' demişti. 'Ben de gidiyorum.' demiştim ama benim kast ettiğim eve gitmekti, onun da onu kast ettiğini sanmıştım. Bana kafasını sağa sola sallayarak 'Hayır öyle değil, temelli gidiyorum.' demişti. 'Babam kocaman bir şehre gitmek zorundaymış, bizde onunla gitmek zorundaymışız. Ben Mabel ile kalmak istiyorum dedim ama izin vermediler.' çok üzülmüştüm. Ağlayarak sarılmış, o gece ona veda etmek zorunda kalmıştım. Onu hiç bir zaman unutmamış, unutmak da istememiştim. O benim güvendiğim tek erkek olmuştu. O günden sonra aklı yüzümden gitmemişti, bazen unutur gibi oluyordum hayal meyal kalmıştı ama unutmamıştım. Unutmamak için ara ara hatırlardım. Görmem yeterliydi, adını söylemesine bile gerek yoktu. Nerede görsem tanırdım, şu an karşımda olduğu gibi. ''A...Atlas?'' -Rüveyda- 5.Bölüm burada bitmiştir.. Umarım bölümü beğenmişsinizdir, bölüm hakkında yorumlarınızı lütfen buraya bırakın. Sizce bir sonraki bölümde neler olacak? Sizce Mabel'in duyduğu sesler ne? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hepinize ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum...
|
0% |