Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@byzloey

İnsanın duyguları ne kadar değişik bir şey, resmen bünyemizle oynuyor. Şu an mesela, kalbim öyle hızlı atıyor ki sanki dünyayı turlayan bir hızlı trene binmişim gibi hissediyorum. Bedenim öfkelendiğimde alevler içinde yanarken, üzüldüğümde kutupta yaşayan biri gibi buz kesiyorum. Her duygu çok farklı hislere yol açıyor bende ama şimdiye dek öfkemi, bedenimde yanan alevi geçebilecek bir duygu hiç olmamıştı.

Şimdi de yanıyordum, ilk kez öfkeyle harlanan ateşime rakip olabilecek başka bir ateşle yanıyordum ama.

Geçmişin buzları ve şu anın ateşi içimde birleşip buharlaştı. Bu duygular Anka kuşu gibi küllerinden doğdu, buhardan tek biri baskın geldi ve tek hissettirdiği yine ateş oldu.

Ateşi sevmezdim, ateşten korkardım, uzak dururdum. Şu an ise koşa koşa ateşe ilerlemek istiyordum, nefes alırken bile havanın nefesi içime çekemeden buharlaştığını hissediyordum. Öfke ateşini yendi bu ateş, aklımda ki ses tamamen sustu. Sanki şimdiye dek deliydim ama ilacımı bulmuşlardı. Saniyeler içinde iyileşmiş gibi hissediyordum.

Yüzümde ne ara belirdiğini anlamadığım bir gülümseme belirdi, gözümün ucuyla aynada ki yansımamdan görebildim bunu. Tuvaletin ortasında Atlas ile karşı karşıya duruyorduk, ne ortam ne ortamdan dolayı oluşan pis koku dikkatimi çekiyordu. Sadece ondan yayılan parfüm kokusu ve onun güzel yüzü vardı tüm duyularımı kapatan.

''Ben.... Burayı erkekler tuvaleti olarak biliyorum ama?'' dedi ve gülümsedi, inci gibi beyaz ve düzgün dişleri, yanağında oluşan derin ama küçük gamzesi sertçe yutkunmama sebep oldu. Gözleri beş yaşında ki ile aynıydı, derindi, güzeldi, nefes kesiciydi, ve benim için hala bir taneydi.

''Hey! İyi misin?'' Elini kaldırıp gözümün önünde salladı, dona kalmış şekilde ona bakıyordum. Neden olduğunu anlamamış görünüyordu, kaşları hafifçe çatıldı ve yüzümü inceledi. Bu hali aklıma anlayamadığım gerçeği haykırdı, beni tanımamıştı.

''Ş..şey affedersin.'' sesim de ilk defa istemeden kırgınlık oluşmuştu. Beni hatırlamamıştı, ben onun yüzünü bir an bile unutamazken, unutmak istemezken o beni hatırlamamıştı.

''Sorun değil, seni anlıyorum. Okulda geldiğimden beri benimle dalga geçiyorlar, merak etme ben sana bunu yapmayacağım.'' söylediklerini algılayamıyordum bile, karşımdaydı. On iki yıl önce daha neyin ne olduğunu bilmediğim halde aşık olduğum çocuk yıllar sonra karşımdaydı. Bu inanılmaz bir şeydi! Beni hatırlamaması ne kadar üzücü olsa da karşımda olmasının sevinci her şeyi örtüyordu.

Şu an boynuna atlayıp 'Geldin, inanamıyorum geldin buradasın.' diye bağırarak zıplamak istiyordum. İçimde öyle bir heyecan kıpırtı vardı, yine de yapmadım. İçimde beni bir şeyler engelledi. ''İzin verir misin? Geçeyim.'' tekrar genişçe gülümsedi.

Kendime geleceğim anda bir kez daha irademi kaybettim. ''Hey!'' kirpiklerini art arda kırpıştırınca rezil duruma düştüğümü fark edip kendime gelmeye çalıştım. ''Tabi, affedersin.'' sabah yüzüme makyaj yapmadığım için kendime söverek arkamı döndüm ve çıkmak için adım attım.

Kapıya varana kadar kafamı eğip kendimi azarlıyordum ki duyduğum ses ile duraksadım. ''Şey, daha önce karşılaştık mı? Yüzün, siman daha doğrusu sanki tanıdık gibi geldi.'' dudaklarımı ısırıp kafamı kaldırdım. İçim tekrar alevlendi, söylemeli miydim?

Tanımamıştı, sadece öyle gibi gelmişti. Beni tamamen hatırlamasını istiyordum, zamanla hatırlayıp hatırlamayacağını görmek istiyordum. Eğer bana değer verdiyse hatırlayacaktı, öyle olmalıydı. ''Şey, sanmıyorum.'' diye mırıldandım ve hızlı adımlarla lavabodan çıktım.

Yüzüme su vurmuş gibi değil de kendime tokat atmış da kendime gelmiş gibi hissetmiştim. Atlas buradaydı gelmişti aynı okuldaydık, çok değişmemişti. Gözleri hala masmaviydi, kirpikleri hala kıvrıktı, dudakları küçüktü ama yanağında küçük derin bir çukur vardı. Kaşında bir yara vardı. Yüzü hafif uzamıştı, çenesi keskinleşmişti, teni de biraz daha koyulaşmış gibi duruyordu.

İnanılmaz çekici olmuştu, aklıma ilk düşen içimi huzursuz eden sevgilisi olup olmadığı oldu. Ben ondan başka kimseye bu yaşıma kadar güvenemediğim için bakamamıştım, yanaşamamıştım. Korkuyordum, güvenemiyordum.

Atlas ise o kadar zaman geçmesine rağmen her zaman güvendiğim tek erkek olmuştu, evet saçmaydı. Yıllar geçmişti, beş yaşında ki çocuk ile şu anki değişmiş olmalıydı ama güveniyordum işte. Belki aşkımdan belki de insan yedisinde neyse yetmişinde odur sözünden her neyden olursa olsun güveniyordum.

Günüm daha mı aydınlanmıştı yoksa bana mı öyle geliyordu? Yüzümde güller açarak merdivenden indim ve kantine doğru yol aldım. Aklımda ki ses, tamamen susmuştu. Az önce ki halimden eser bile yoktu, sanki hafızam silinmiş aklım boşalmıştı.

''Kızım nerdesin, seni beklerken çay içe içe az daha patlayacaktım.'' Rüveyda'ya cevap bile vermedim, sandalyeyi hızlıca çekip oturdum. ''Bu halin ne senin, ağzın kulaklarında.''

Setenay'ı da duymazdan geldim, Atlas'ın yüzüme yakın olan yüzünü canlandırdım. Dakikalar öncesi aklımda tekrar tekrar oynadı.

''Ben.... Burayı erkekler tuvaleti olarak biliyorum ama?''

Sonra gülüşü geldi gözümün önüne, bembeyaz dişleri, yanağında ki küçük ama derin gamzesi.

''Setenay...'' dedi Rüveyda ağır bir şekilde, kulaklarım onları duyuyordu ama aklım tamamen Atlastaydı. ''Hı.'' dedi Setenay da garip ve şaşkın bir tonda. ''Bu kız bir şey kullanmıyor değil mi?''

İkisi kendi arasında benim halimi tartışırken burnuma az önce ki kokunun aynısı çalındı, Oryantal koku içime işlediğinde bakışlarımı daldığı yerden çektim, Kantinci Rıza abiden çay isteyen Atlas'a döndüm. Dudaklarım aralandı, Kızların bana seslenişine bile tepki veremiyordum.

Aklım yerinde değildi, aklım ondaydı. Çayı alıp parasını uzattı, tekrar yanımdan geçerken bana gülümseyip kafasını hafifçe eğdi ve yanımdan öylece geçip gitti.

''Alo... Kime diyoruz. Dünyadan Mabel'e.'' Setenay iki elini de gözümün önünde sallarken Rüveyda ''Yeni çocuk dedikleri kadar varmış, ama tipim değil. Ben asi ruhlu erkek seviyorum bu çok tatlı duruyor.'' diye mırıldandı. Setenay seslice nefes verdi ve sandalyesinden kalktı. ''Birinizin hiç bitmeyen, diğerinizin de hiç olmayan erkek derdine sıçayım. Yeter artık.'' Sandalyemin arkasında ki demirlerden tutulup yere doğru eğilmesiyle kendime geldim, düşüyordum. Hızlıca başımda ki Setenay'ın kollarından tuttum can havliyle. ''Şükür.'' diye mırıldandı.

''Ne yapıyorsun?'' dedim sonunda kendime gelerek, evet bu kez cidden kendime gelmiştim. ''Sana ulaşmaya çalışıyoruz yavrum.'' ellerimle yüzümü sıvazladım, gerçekten bir an düşeceğim diye korkmuştum. ''Kızım ne öyle filmlerde ki aşıklar gibi geldin oturdun sırıtarak, sesleniyoruz duymuyorsun, el sallıyoruz bakmıyorsun.'' oturuşumu düzelttim ve gözlerimi Atlas'ın az önce çıktığı kantin kapısına kısa bir çevirip kızlara geri döndüm. Atlas'ın çocukluk aşkım olduğunu onlara söylemek istiyordum ama onlara söylemek demek anında Atlas'ın öğrenmesi demekti. Rüveyda bir kere anında gider enişte hayırlı olsun ne zaman gelinlik bakalım derdi, Setenay ise katiyen inanmaz bana rüya falan gördüğümü söylerdi.

İkisi de beni Atlas'a rezil ederdi. Bunu bildiğim için kocaman gülümsedim, ''Hiç, şey keyfim yerine geldi. Hava falan aldık ya çok bunalmıştım evde, çok iyi geldi.'' İkisi birbirine şaşkınca bakıp bana döndü, Setenay işaret parmağını etrafı gösterir gibi döndürdü. ''Bizim yarı hapishaneye benzettiğimiz okula geldiğin için mi bu halin yani?'' Alnımı kaşıyıp ''hı..hı hı ondan.'' diye mırıldandım. Tabi yüzüm şekilden şekle girmişti, Setenay bana şüpheli bir bakış gönderirken Rüveyda etrafta göz gezdiriyordu.

''Şimdi bir tık daha önemli bir konuya dönelim. Mabel sen yokken ben biraz okulda kalan erkeklerden seçtim. Zaten kaçmadıklarına göre çok da korkak değillerdir diye düşünüyorum. Bak şurada sarışın, çilli bal rengi gözlü bir çocuk var hafif yapılı etrafa böyle 'Ben belalıyım' der gibi bakıyor. Nasıl? Çok çekici değil mi?'' Gözümü Rüveyda'nın baktığı masaya çevirdim. Çaprazımızın karşısındaydı, arkadaşlarıyla konuşuyor ayaklarını Setenay gibi karşısında ki sandalyeye uzatmış gerçekten 'ben belalıyım.' der gibi bakıyordu. Arkadaşlarından da bir tanesi dövmeli bir tanesi küpeliydi. Esmer kahve gözlüydü ikisi de, onlar da aynı şekilde bakıyorlardı. Yüzümü masadan çektim, Setenayla göz göze geldiğimizde tahmin ettiğim gibi bezmiş bir şekilde gözlerini devirdi. ''Senin şu keko sevdan için İdil hanımdan randevu almalıyız.'' Rüveyda'nın Setenay'a attığı kötü bakışları umursamadan gülmeye başladım. İdil hanımı Rüveyda'ya erkek konusunda yardımcı olurken düşünemiyordum.

Setenay da benimle beraber gülmeye devam etti. ''Sen bir manitandan ayrıl, bak aynısını ben sana söylemiyor muyum?'' Setenay burun kıvırdı, önünde ki kahvesini tek dikişte bitirdi ve ağzından garip bir ses çıkardı. ''Hadi eve gidelim, bugün son günümüz. Pijama partisi falan yapalım biraz abur cubur falan da alırız.'' Setenay ayağa kalkıp montunu giyinirken Rüveyda hüsranla yüzünü düşürdü, dudak büzüp Setenay'a döndü. ''Bari şu çocuğun numarasını alsaydım, az cilve falan yapsaydım.'' Rüveyda'nın bu haline gülerek ayağa kalktım. Bence de bugün son günümdü, kızlarla eğlenceli vakit geçirmek bana da iyi gelecekti. Üstelik bu gece en azından Rüveyda ile uyuyabilir rahat bir uyku çekebilirdim.

Bunun mutluluğu ile Setenay'a Rüveyda'yı işaret edip sol kolundan tuttum, Setenay da sağ kolundan tuttu ve zorla oturduğu yerden onu kaldırdık. ''Hadi kızıl fırtına hadi. Daha eve gidicez hava daha da soğumasın hazır öğlen güneşi çıktı.'' Gözümü pencereden dışarı çevirdim, güneşli görünüyordu. Hafif rüzgarın estiği belliydi ama o bile beni üşütemezdi, İçimde aşk ateşi yanıyordu.

Onu görmenin mutluluğu içimi sıcacık etmişti, bir an önce yarın olması için dua ediyordum. Banu 'Bizim sınıfta.' demişti. Demek ki sınıflarımız yan yanaydı. Keşke bizim sınıfta olsa diye düşündüm.

Yine de sorun değildi, aynı okulda olmamız bile bana yeterliydi. Şu an ki tek isteğim beni hatırlamasıydı. Tereddüt ederek değil, çocukluğumuzu anımsayarak hatırlamasıydı.

Rüveyda söylene söylene montunu giydikten sonra önce kantinden ardından da okuldan çıktık. ''Evin yakınında inelim, orada ki markete uğrarız.'' Rüveyda Setenay'ı duymazdan gelip hala onu çocuğun numarasını almadan kaldırdığımız için söylenmeye devam ediyordu. Ben ise.... Sabah ki beş dakikayı aklımda dakikalardır tekrar döndürüp döndürüp duruyordum.

Şu an zıplaya zıplaya bile yürümek istiyordum ama kızların bana olan bakışları aklımda canlanınca bunu yapmak yerine oturup kahkaha atasım gelmişti. Rüveyda 'Bu kız kesin bir şey kullanıyor, İdil hanımı arayalım.' derdi, Setenay ise 'Yok yok, azıcık aklı vardı o da gitti. Sonunda tamamen delirdi.' derdi.

Aklımda olmayan senaryoları döndürürken içimde ki kahkahayı bastıramadım ama dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim. Kızlar kendi aralarında hala tartışıyorlardı, bu kez umurumda değildi. Durağa geldik, ben durağın kenarına omuzumu yasladım. Kızlar da önümde ki oturağa oturdu.

''Ya kızım şu seri katil yanında ki çocuğa taksa bok yoluna gidersin azıcık korksana şu katilden. Ulan adam ya da kadın her neyse okulun yarısını kaçırdı bizim Rüveyda'yı korkutamadı ya. Şaka gibi.'' Setenay'ın sitemine sessizce güldüm. Rüveyda hafif Setenay'a doğru yan oturduğu için bana biraz arkasını dönmüş gibi duruyordu. ''Kızım erkekleri öldürüyor ben niye bok yoluna gidiyorum. Hem belki yanımda kötü çocuklar var diye beni korur böyle peşimde dolanır erkekleri yakalamanın kolay yolu diye, sonra bana aşı-''

''Ay! Yeter valla senin şu fantezilerin tüm hayal gücümü yerle bir ediyor. Yeter ben daha fazla katil fantezilerini duymak istemiyorum. Sen katili görsen ilk yapacağın söyleyeceğin şey ne olur çok merak ediyorum.'' Rüveyda kahkaha attı ve arkasına yaslanıp ellerini cebine koydu. ''Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Şimdi önce Mabel'e neden bunu yaptığını sorarım, baktım cevaplamak gibi derdi yok kötü kötü bakıyor. Tüm fantezileri nasip değilmiş diyerek sallar-''

''Topukları kıçına vura vura kaçarsın değil mi?'' dedi ve kahkaha attı Setenay.

Rüveyda ve bende ona katılarak gülmeye başladık, gerçekten bu ikisinin iletişim şekli beni öldürüyordu. Sanırım daha derine batmamamın, tamamen yaşamayı bırakmamamın bir sebebi de bu ikisiydi. Yalnızdım, birini çok sevmeniz ona her şeyi anlatabileceğiniz her an ona sığınabileceğiniz anlamına gelmiyordu. Ben de yapamıyordum ama yanımda olduklarını biliyordum.

Onları seviyordum ama geçmişim bu arkadaşlık düzeyi için fazla derindi, benim geçmişimi ben bile kaldıramazken onlar nasıl kaldırabilirdi? Bana bakışları değişecekti, bana acıyacaklardı. Bunu istemiyordum, şu an ki halimizi seviyordum.

''Dolmuşa binelim.'' dedi Rüveyda ayaklanıp gelen dolmuşu durdururken. Otobüs bayadır gelmemişti, Rüveyda önden binip parayı uzattı. ''Üç öğrenci.''

Setenay ve ben arkasından binip ikinci sıradaki boş hafif yırtılmış deri kaplamalı yere oturduk. Rüveyda da hemen sağımızdaki tekli yere geçti ve rüzgardan bozulmuş saçlarını eliyle düzeltti.

''O çocuğu ben bir stalklıyayım gece.'' Setenay ile kafamızı sağa doğru eğip Rüveyda'nın kendi kendine konuşmasına karşın ona baktık. Saçını cama bakarak düzeltirken yansımadan bizi görüp kafasını çevirdi ve kaşlarını çattı. ''Ne var be! Ulan ben kendi evimde daha rahattım cidden bu ne böyle.'' diye söylendi ve önüne dönüp saçını düzeltmeye devam etti.

Setenay ile bir şey söylemeden arkamıza yaslandık, yüzünü bana doğru eğdi, ''Bu kız akıllanmaz.'' diye mırıldandı. ''Bence de.'' ona hak verip gözümü pencereye çevirdim.

Dışarı da pek insan yoktu, aklımda Müdürün odasında ki Melodi yankılandı. Evet, Atlas'ı gördüğümde fazlasıyla uzaklaşmıştım aklımda ki sesten ve geçmişten ama yine de ordaydı. Aklımdaydı, duyuyordum. Hatırlıyordum bedenimin alev alev yanıp anında buza dönüştüğünü.

Bu hiç geçmeyecek miydi?

İçimden 'Hadi buna da cevap ver?' diye söylendim aklımda ki sese, tabiki de ses falan yoktu. Gündüz varken şimdi yoktu, ''Çünkü aklını kaçırıyorsun.'' diye mırıldandım kendi kendime. Cevap verse ödümün bokuma karışacağını da biliyordum.

''Efendim.'' Rüveydayla sohbeti kesip bana dönen Setenay'a çevirdim cama yasladığım kafamı. ''Ha?''

''Bir şey söyledin sanki?'' Rüveyda'nın da bakışları bana dönünce hafif tebessüm ettim. ''Ha yok bir şey.'' dolmuşun kapısı açıldı, içeri soğuk hava girdi. Kızlar tekrar önlerine dönerken derin bir nefes alıp tekrar pencereye döndüm.

Dolmuşun için soğuktu, soğuk havanın sertliği vardı içeride. Benim içimdeyse... karma karışık darmaduman bir duygu vardı. Bir yanımda Alevler varken diğer yanım buz tutmuş, ikisi içimde buhar olmuştu.

Burnuma Atlas'ın oryantel kokusu ilişti, burada yoktu. Etrafta koktuğundan değildi, onu anımsadığımdandı. Çok güzel bir kokuydu, hafifti. Aklımda kalmıştı, bu koku aklımda ona ait olmuş ona kazınmıştı.

''Mabel.'' kolumdan dürtülmemle Setenay'a döndüm. ''Müsait bir yerde.'' diye bağırdı Rüveyda. Setenay'ın arkasından ayaklandım ve peşlerinden dolmuştan indim.

''Evde İdil hanımın getirdiği tatlı duruyor,cips de vardı gördüğüm kadarıyla. Çikolata ve kola alalım yeter bence.'' Rüveyda önden önden giderken arkasını döndü ve geri geri yüzünü bize dönerek yürümeye başladı. ''Cips var ama yetmez bence bir tane daha alalım. Filmi de ben seçerim şimdiden söyleyeyim.'' Kolumu setenay'ın koluna doladım. Bir zıtlaşma daha yükleniyordu, Setenay bunu katiyen kabul etmezdi. Çünkü ikimizde Rüveyda'yı tanıyorsak katil ve kurban aşkı gibi saçma bir film açacağını biliyorduk.

''Rüyanda seçersin Rüveydacım. Sanki biz senin ne tarz bir şey açacağını bilmiyoruz, hem sen ne düşüncesiz kızsın. Ya kız neler yaşadı hiç demiyorsun korkar, hatırlar uyuyamaz falan diye.'' Rüveyda marketin önüne gelince sırtıyla kapıyı açtı ve önden içeri girdi.

''Ya kızım öyle aman aman Cinayetli bir şey açmayacağım zaten böyle polisiye işte polisin kovaladığı ama adamın kızı görünce böyle bir aşkla baktığı bir film açacağım hatta bak cinayet yeri hiç olmayacak hepsini geçeceğim söz.'' Rüveyda'nın ikna çabasına gülmeden edemedim. Bunu dert etmemiştim çünkü Rüveyda'nın böyle düşüncesiz bir şey yapmayacağını biliyordum.

Setenay ise ufacık bir şeyi bile istemiyordu, yalnız kalacağımı bildiği için ufacık bir korku bırakmak istemiyordu, bunun için ona minnettardım.

Dudaklarıma bu halleri için bir gülümseme yerleştirdim, böyle beni düşünmeleri ve bu konuda tartışmaları bile beni duygulandırmıştı.

''Şimdi evdeki cips peynirliydi bir tane de her zamanki sevdiğimiz yoğurtludan alıyorum.'' hafifçe kafa salladım. Rüveyda cipsi alıp Setenay'ın kucağına attı. Setenay cipsi havada yakalayıp kolunun arasına aldı. ''Bir de hanım efendi taşıma zahmetine girse kurban keseceğim.'' diye mırıldandı derin bir nefes verirken.

Rüveyda tamamen kendini kaptırmış gidiyordu, hiç bir zaman alacağımız şeyleri taşımazdı. Bir kere mağazada Setenay'ın canına tak etmişti ve taşımayacağını söylemişti, ben Rüveyda'nın eşyaları bırakacağını düşünürken o 'Ay kolum, ay kolum kopuyor sanırım.' diye bağırarak bizi mağazaya rezil etmiş Setenay'ı taşıma konusunda zorla ikna etmişti. Benim zaten ellerim dolmuştu daha fazla bir şey taşıyamayacak kadar doluydum.

''Şimdi kolamızı da alalım.'' İki buçuk litrelik kolayı alıp bana doğru uzatınca aldım ve arkasından Setenay ile ilerlemeye devam ettim. Dolabın önüne gelince soğuğu bize de vurmuştu, önümü iyice kapattım.

Hızlı hızlı çikolata kısmına döndük, Rüveyda dört farklı çikolatadan üçer tane aldı ve Setenay'a uzattı. ''Yeter bence.'' Setenay bıkkın bir yüz ifadesiyle çikolataları aldı. İkimizde Rüveyda'yı onayladık ve arkasından hizmetkarları gibi kasaya doğru ilerledik.

Setenay elindekileri kasaya bıraktı bende kolayı yanlarına bıraktım. Cebimde ki cüzdanıma uzanacağım sırada Setenay çoktan cüzdanını çıkarmış kağıt parayı kasiyere uzatmıştı.

Aramızda para muhabbeti olmazdı, hiç de olmamıştı. Kasadan geçen abur cuburları Rüveyda ile poşetlere yerleştirdik ama Rüveyda tabi ki de almadan kapıyı bize açtı. Setenay ile poşetleri alıp Rüveyda'nın açtığı kapıdan çıktık. Setenay geçerken kaşlarını kaldırıp Rüveyda'ya iğneleyici bir sesle ''Zahmet oldu.'' diye mırıldandı.

''Ay yok canım. Ne zahmeti.'' Rüveyda'nın alayla söylediği söze gülerek tekrar Setenay'ın koluna girdim. Eve doğru salına salına yürümeye başladık, artık soğuğu çok hissetmiyorduk, öğlen güneşi biraz olsun ısıtmıştı.

Cebimde ki telefon titreyince kolumu Setenay'ın kolundan çıkarıp kolayı öbür elime aldım.

Cebimden telefonumu zorlukla çıkarıp parlayan ekrana baktım, annem arıyordu. Hastaneden çıktığımdan beri hiç konuşmamıştık, kızları arıyordu ama beni aramıyordu. Sadece bir iki kere mesaj atmıştı, cevap vermemiştim. Ona kızgındım, kırgındım. Ona en ihtiyacım olduğu anda yine yalnız bırakmıştı beni.

''Efendim.'' Rüveyda Setenay'ın koluna girip ona bir şeyler söylemeye başlayınca adımlarımı biraz hızlandırdım. ''Mabel, nasıl oldun?'' sesi boğuk geliyordu, nedenini anlamamıştım.

''İyiyim, iyileşiyorum.'' dedim düz bir şekilde, ona karşı tavrımı kırmayacaktım. Bunu hak ediyordu, on sekizine girmeyen bir kızı tek başına bırakıyordu. Kızın travmaları vardı, yaralanmıştı yine de bırakıyordu, Vicdansızdı.

''Güzel, sevindim. Mesajlarıma dönmedin?'' alayla güldüm, gerçekten bunu sorabiliyor muydu? ''Kızlar yerine beni arayıp sorsaydın, nedenini söylerdim.'' Sıkıntılı bir nefes verdi, bir süre sessizliğin ardından bir bardak sesi duyuldu. Masaya bardağını koymuş olmalıydı, yine içiyor muydu?

Sorunlardan kaçma yöntemi olarak alkol kullanıyordu, her zaman içmiyordu ama içtiğinde zıvanadan çıkabiliyordu. Bir keresinde hastaneye kaldırmıştık, o günden sonra eve gelmeyi azaltmıştı. Merak ediyordum ama onun beni etmediğini her gördüğümde, her hissettiğimde ona olan merak duygum azalmıştı. Bir evladın annesine olan hissiyatı azalır mıydı? Benim azalıyordu, bir annenin çocuğuna olan sevgisi azalır mıydı? Onun azalmıştı.

''Haklısın, yakında eve geleceğim. Çok kalamayacağım şehir dışına çıkmam gerekecek yine ama geleceğim. Gelene kadar Neriman hanımı sık sık eve yollayacağım.'' Bir cevap vermedim, vermek istemedim. Eve yaklaştığımızda telefonu omuzum ve boynum arasına sıkıştırıp cebimden anahtarı çıkardım.

''Gelmemi istemiyor musun?'' dedi boğuk bir şekilde yine, anahtarı kapı deliğine geçirip çevirdim. Açıldığında telefonu elime alıp derin sıkıntılı bir nefes bıraktım. ''Ben sana daha önce çok kez gelmeni istediğimi söylemiştim anne. Bir işe yaramadığını gördüğümde bıraktım. Bırakmadan önce önemsemen gerekiyordu söylediklerimi.'' İçeri girip kapıyı aralık bıraktım. Kızlardan daha hızlı yürümüştüm, botlarımı çıkarıp ayakkabılığa koydum.

''Doğru, yine haklısın.'' sesi üzgün geliyordu, içimin sızladığını hissettim. Hayır sızlamamalıydı, ben daha kötü durumdaydım. O benim için üzülmüş müydü, içi sızlamış mıydı?

Ona yine içimi açmayacaktım, muhtaç olduğumu ona belli etmeyecektim. Çünkü hevesleniyor umutlanıyordum, karşılığını alamadığımda da kırılıyordum. ''Bir şeye ihtiyacın olursa, mutlaka ara. Kapatmam gerekiyor şimdi.'' Kızlar kapının önünde görününce ''Görüşürüz.'' diyerek telefonu kapattım. Yüzüm düşmüştü, hala umursamaz şekilde konuşuyordu.

Merak ediyordu sözde ama onu bile beceremiyordu, anneliği beceremediği gibi bunu da beceremiyordu. Babam gittikten sonra çökmüştü, babama gerçekten aşıktı. Evde onun hakkında konuşmayı yasaklamıştı, konuştuğumda beni cezalandırıyordu. Adını bile duymak istemiyordu, o zamanlar alkole başlamıştı. Hatırlıyordum çünkü bende ne olduğunu bilmeden içmiştim.

Ortada bırakmıştı öylece, o içtiği için ben de içmiştim. Tek istediğim tadına bakmaktı ama annemin bana o kadar kızacağını bilmiyordum.

Derin bir nefes verdim üzerimi çıkarırken. ''Mabel. Bir şey mi oldu?''

Setenay'a dönüp kafamı olumsuzca salladım. ''Yok, annem nasıl olduğumu merak etmiş.'' Yere bıraktığım kolayı alıp mutfağa yönelirken ''Tamam.'' diye mırıldandı.

Rüveyda da üzerini çıkarıp değişmek için odama ilerlerken salonda ki yatağıma ilerledim. Zaten üzerim rahattı, değiştirme ihtiyacı duymadığım için uzandım. Setenay mutfakta abur cuburları yerleştirirken Rüveyda üzerindeki kazağı boğazından geçirirken kapıda göründü. ''O zaman perdeleri kapatalım, siz abur cuburları hazırlayın bende filmi seçeyim.'' ardından kazağın kollarını geçirdi ve saçlarını toplamak için kafasını yere doğru eğdi.

Saçları uzundu, beline kadar geliyordu. Yüzünde ki makyajı hala duruyordu, saçını toplayıp eşofmanının belini düzeltti. ''Tamam o zaman ben ayarlıyorum.'' diye seslendi Setenay mutfaktan.

''O zaman siz hazırlayın ben de odamda bir işim var halledip geleyim.'' Rüveyda ne olduğunu soramadan yeni oturduğum yerden kalkıp odama ilerledim. Günlüğüme bugün olanları yazacaktım.

Odama girip kapımı kapattım, yatağıma dikkatlice uzandım ve çekmecemden defteri aldım. Sabah ki ağrı kesicileri içtiğim için azalan ağrılarım neredeyse yok gibiydi. O Yüzden gün boyu rahat etmiştim, gece biraz azıyordu ama o da azaldığı için kabus görmedikçe uykum bölünmüyordu.

Defteri açıp, kalemi yanında ki yuvarlaktan çıkardım. Bugün ki olanları yazmak için bile heyecanlıydım. Çünkü Atlas'ı görme hikayemi bilmem kaçıncı kez aklımda tekrarlayacaktım.

Dudaklarıma kocaman bir gülümseme yayıldı, kalemi açıp deftere ilk kez yazmadan heyecanlandım.

08.11.2022

Sanırım bu deftere ilk defa yazarken heyecanlanıyorum. Bugün hayatımın en güzel günü olabilir, kötü anlamda etkenlerle dolu olmasına rağmen hem de. Bugün beş yaşımda ki çocukluk aşkımı gördüm. Atlas bizim okuldaydı, bizim okulumuza gelmişti. Hem de herkes kaçarken o gelmişti, bu kader değil de neydi? Tuvalette ona çarpmıştım, hem de erkekler tuvaletinde, Ah! Tam bir rezillikti. Umarım benimle içten içe alay etmezdi. Aklımda ki sesten kaçıyordum, eğer kaçıyor olmasaydım kesinlikle erkekler tuvaletine girmek gibi bir aptallık yapmazdım ama girmeseydim Atlas'ı kim bilir ne zaman görürdüm. Belki yarın belki daha sonra, bir an bile vakit kaybetmek istemiyordum. Aklımda ki ses ise... Geçen çiçekleri sularken duyduğum ses ile aynıydı. Yaralandığım zaman yazmıştım, ama yazdıklarım hep aynı olduğu için çok kısaydı. Bugün ise sabah İdil hanım gelmişti, hali çok garipti. Katil konusunda fazla ciddiydi, gerilmişti. Onun o hali beni de oldukça germişti ama yine de geldiğine mutlu olmuştum. Müdürü ziyarete gitmiştik, başında onca derdi yok gibi babasının ölüm yılı olduğunu öğrenmiştim. Sonrasında zaten sesler duydum yine, yalnız olmadığımı söylüyordu, ben varım diyordu. Bu ses rüyamda yakında tanışacağız diyen sesin ta kendisiydi. Korkuyordum, beni korkutuyordu. Atlas'ı gördüğümde ise her şeyi unutmuş gibiydim, bir insanın bir insan üzerinde bu kadar büyük bir etkisi olabilir miydi? Atlas'ın vardı. Hem de ilk görüşte... O kadar tatlı ve yakışıklı olmuş ki, kokusu da kendi kadar o kadar güzeldi ki... Hatırladıkça yüzümde güller açıyor. Okuldan çıktıktan sonra Kızlarla eve geldik, son gecemiz olduğu için kızlar gecesi yapacağız, annem aradı eve gelmeden hemen önce. Yine her şeyi eline yüzüne bulaştırdı ama geleceğim demesi bile bana iyi hissettirdi. O kadar beceriksizliğinin ve kabahatinin yanında tek kelimesi bile beni içten içe mutlu etti. Geleceğim demesi yeterdi, geleceği günü ise iple çekiyordum. Ondan hem nefret ediyor hem de onu çok özlüyordum, o benim annemdi. Ondan öğrendiğim en acı şey ise, herkesin anne baba olmaması gerektiğiydi.

M A B E L

Defteri kapattım, kalemi tekrar yuvarlağa geçirirken içeriden Rüveyda'nın bağırışı duyuldu. ''MABEL! HER ŞEY HAZIR"
"GELDİMM!"

--

''Her şeyi aldın mı Rüveyda?'' Rüveyda odaya bir göz attı ve kafasını aşağı yukarı salladı. ''Of ben alışmıştım kız kıza kalmaya ya!'' dedi yakınarak. Ben de alışmıştım, okuldan sonra eve gideceklerdi. Bu beni üzüyordu, bugün evde yalnız kalacaktım.

Onlarla eğlenceli geçirmiştim bir haftayı, ister istemez alışmıştım. ''Bende ya! Ara ara yine yaparız kız gecesi.'' dedi Setenay montunu giyerken.

Ben de kabanımı alıp üzerime giydim. Dün gece iki tane film izlemiştik, Setenay'ın tek izin verdiği romantik komediydi. O yüzden gece boyu hem gülmüş hem ağlamıştık. Rüveyda benimle yatmıştı, tam rahat rahat uyuyacağım diye seviniyordum ki gece kendi kendine yere düşmüş bizi de çığlığıyla uyandırmıştı.

Setenay uykuya dalana kadar sövmüştü, sonra ise uyumuştuk ve ben gerçekten kabus falan görmeden rahatça uyumuştum.

Sabah ise erken kalkmıştık, onlar toparlanmıştı. Rüveyda iz haritasını burda bırakmış fotoğrafını çekmişti, çünkü düşüp duruyor diye haritayı komple duvara yapıştırmıştı. Ben kızdığımda ise tablo kapattığı için görünmediğini söylemiş kendini anında savunmuştu.

Ben de ceza olarak üzerinde ki notları almasına izin vermemiştim. Şimdi ise evi kontrol etmiş botlarını giyiyordu. Ben de yerdeki çantayı omuzuma taktım ve onun peşine botlarımı giydim.

Bugün hava oldukça güzeldi, hatta sabah olmasına rağmen sıcak sayılırdı. Botumun fermuarını çekip kapıyı çektim.

''Anahtarı aldın mı?'' diye sordu Setenay çantasını diğer omuzuna da takarken. Ceplerimi kontrol edip gözlerimi sertçe yumdum. ''Hassiktir ya.''

Rüveyda endişeyle ''Sakın unuttum deme.'' dedi ama çok geçti, anahtarı almayı unutmuştum. ''Ee eve nasıl gireceksin?'' dudaklarımı ısırıp gözlerimi araladım. Neyse ki cüzdanımı almıştım, ''Çilingir çağırırım artık.'' diye mırıldandım.

''Bundan sonra evin yedek anahtarını yaptır ver bize. Ne olur ne olmaz dursun.'' Setenay'ın peşine Rüveyda da ona katıldı. ''Bence de en azından bir tane dursun bizde.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. Onlarda bulunması bence de doğru olurdu, en azından olası bir durumda ikisinden biri gelirdi.

Evden çıkıp durağa doğru yürüdük, kendime nasıl unuttuğum hakkında azarlar çekiyorken Setenay koluma girdi.

''Sen iyi hissettiğine eminsin dimi? bak okula gitmeyiz biz de okul çıkış saatinde eve döneriz istersen.'' Kafamı hızlıca sağa sola salladım. ''Hayır hiç gerek yok. Derslerden yeterince geri kaldık.'' Rüveyda bana hak vererek geldiğimiz durağa oturdu.

''Sınav da yazın öf, hiç sevmiyorum şu sınav zamanlarını.'' Rüveyda'ya gülüp ''Kim seviyor ki?'' diye ekledim. Setenay şansımıza hemen gelen dolmuşu eliyle durdurdu. Hepsinden önce cebimden parayı çıkarıp önden bindim ve şoföre parayı uzattım. ''Üç öğrenci.''

kızlar arkaya ilerlerken bende parayı uzatıp peşlerinden ilerledim. ''İlk ders neydi?'' dedim yanlarında ki tekli koltuğa otururken. ''Coğrafya.'' dedi mutlu şekilde Rüveyda. Coğrafya'yı çok seviyordu. Biz de Matematikten iyidir diyerek seviniyorduk genelde. Yol boyu ikisi arasında dinlemediğim konu hakkında konuşurken bende cama kafamı yaslamış yol boyu öylece dışarıyı izlemiştim.

Kızlar bugün benimle olmayacağı için üzülüyordum, evde yalnız kalacağım için üzülmüştüm.

Bugün günlerden cumaydı, yarın hafta sonuydu. Kızlar pazartesi gitmek konusunda ısrarcıydı ama ben değildim. Ben bugün gitmemiz için diretmiştim çünkü evde yalnız kalmak bir yana, Atlas'ı görecektim.

O olmasaydı belki aksatabilirdim kızlarla dışarı da gezmek için ama Atlas'ı gördüğüm anda tüm diğer ihtimaller yok olmuştu. Onu göreceğim için heyecanlıydım, umarım okuldan kaydını aldırmazdı. Gelip burayı görüp geri gitmesinden dolayı korkuyordum, gidecek olsa hiç gelmezdi diye düşünerek kendimi rahatlattım.

Okula yaklaştığımızı görünce kızlara döndüm. ''Hadi kalkın.'' İkisinin konuşması devam ederken benim peşime ayaklandılar. ''Müsait bir yerde.'' diye seslendim.

Dolmuşçu durdu, kapı açıldı. Yüzüme ılık hava vururken heyecanla okulun önünde indim. Kalbim pır pır atıyordu. Sanki içimde bir kuş uçmak için savaşıyordu biri onu zar zor tutuyor gibi hissediyordum.

Kızlarla beraber okula doğru ilerledim. Gözlerim fıldır fıldır etraftaydı, içeri girdiğimizde okulun sıcak havasını hissettim.

Kantine döndük ve hızlı hızlı kantine ilerledik. Gözlerim hala etraftaydı, Atlas'ı arıyordu.

Gözlerim aradığım bedeni gördüğünde kocaman gülümseyecektim ki yanında bir kızı görmemle gülümsemeye başlayan yüzüm anında soldu.

Kızlarla yanlarından geçerken saçlarımı kulağımın arkasına ittirdim ve kulak kabarttım. ''Eğer okulda bir konuda yardıma ihtiyacın olursa ben temsilci olarak yardım etmekten çok memnun olurum. Hatta numaralaşalım istersen ne olur ne olmaz diye.'' Kaşlarım anında çatıldı ve gevşek gevşek konuşan okul temsilcisine döndü.

Yanlarından geçtiğimiz için Atlas'ın yüzü bana ve kızlara dönünce endişeyle çatılmış kaşlarımı anında gevşettim. Gözlerimiz kesişti, gözüm tekrar yanında ki kıza değerek teması kesti. O da yüzünü çevirdi ve kızın eline aldığı telefona baktı. ''Teşekkürler ama bir kaç arkadaş edinim. Eminim senin kadar yardım edebilirler.'' Kız dudaklarını araladığı sırada cevap vermesine fırsat vermeden kantine ilerledi. Dudaklarımı ısırıp gülmemek için kendimi sıktım ama içime adeta kuş sürüsü salındı. Bir sürü kanat çırpılıyordu içimde, bunu yapmasına sevinmiştim.

Sevinmemem gerekiyordu, belki sevgilisi vardı o yüzden yapıyordu? Hemen kötü düşünme Mabel.

''Ne yiyorsunuz?'' dedi Setenay, biz otururken ayakta kalırken. ''Ben tost.'' dedim en sevdiğim olduğu için. ''Ben de köfte ekmek.'' dedi Rüveyda da kendi en sevdiğini söylerken. Setenay almak için giderken Rüveyda'ya döndüm ama telefona bakıp seslice ''Hİ!'' diye bağırdı.

''Ne var ne oldu?'' bu tepkisi beni endişelendirmişti, ''Ne?'' dedim tekrar ederek. ''Hassiktir ya, bugün Tarih sınavı varmış.'' Gözlerini yumup elini ağzına götürdü. Bende gözlerimi yumdum, ikimizde aynanda anlaşmış gibi ''Sıçtık...'' diye mırıldandık.

--

Çıkış zili çalınca derin bir nefes verip sınav kağıdını masadan kaldırdım ve kağıtları toplayan öğretmene uzattım. Rüveyda ve Setenay da benim kadar gerilmişti, bugün sınav olup olmadığına hiç bakmamıştık. Rüveyda kontrol ettiğinde ise ilk sınavın bugün olduğunu görmüştü, diğerleri önümüzdeki haftaydı. Kalemliğimi çantama attım ve kabanımı üzerime geçirip çantamı omuzlarımdan geçirdim.

Kızlar da montlarını giyip çantalarını omuzlarından geçirdiler, Onlardan önce sınıftan çıktım, teneffüs boyunca Atlas'ı görebilmek umuduyla sınıfının önünden geçip içeriye bakıyordum ama kolay kolay her teneffüse çıkmıyordu. Ben merdivenin başında kızları beklerken çantasını omuzunun tekine yeni geçirdi ve yanındaki çocuğa döndü. ''Atlas, kusura bakma dostum. Annem rahatsız olmasa valla gelirdim yardıma.'' Atlas kafasını sağa sola salladı. ''Saçmalama lan, ne olacak altı üstü bir ödev yaparım ben Tek.'' Yanımdan geçecekleri sırada boğazımı temizleyip beklemediğim şekilde öne atıldım.

''ne ödevi?'' ikisi de sesimle duraksayıp bana döndü. Atlas'ın gözleri hafif kısıldı ve yüzümü inceledi, yanında saçları uzun olan esmer çocuk bana döndü. ''Tarih ödevi, tarihçi performans verdi.'' Az önce sınavda sıçıp sıvamamı görmezden gelerek ''İstersen ben yardımcı olabilirim. Tarihim mükemmeldir.'' dedim gülümseyerek.

Tabi az önce ki sınavı saymazsak, mükemmeldir.

''Öyle mi? Yarın futbol sözüm var arkadaşlara ama istersen pazar günü görüşebiliriz. Ödev için tarihi bir kaç mekan incelememiz gerekiyor, ortak olan noktalarını bulup not almamız gerekiyormuş.'' Aman ne saçma...

''Tamam o zaman....'' devamını nasıl getireceğimi bilmediğim için öylece etrafa bakıyordum ki Atlas ''Numaranı verir misin?'' dediğinde içimde ki çocuksu heyecanı gizleyemeden gülümseyerek ona döndüm. ''Tabi, yaz.''

O sırada içeriden öğretmenle beraber öğretmenden sözlü notu isteyen Rüveyda ve Setenay'ın sesi duyuldu. Öğretmen ile gelirken Atlas'a hızlıca numaramı söyledim kızları kontrol ederken, ''O zaman haber verirsin.'' diye mırıldandım endişeyle. Kızlar görmeden gitse iyi olurdu,çünkü onlar fark etmeden beni ele verebilirdi.

''Tamamdır.'' gülümseyerek önüne döndüğünde yanında ki çocuğun ona ''Yine dört ayak üstüne düştün.'' diyerek güldüğünü işittim ama kızlar merdivenin başına doğru gelmişti bile. Dikkatimi ikisinden alıp kızlara çevirdim. ''Vermedi gıcık ya.'' dedi sinirle Setenay.

Onlar tarih öğretmeni hakkında çekiştirirken ben sessiz kalarak Atlas ile görüşeceğim günü düşündüm. Pazar günü... O ve Ben...

Baş başa, tarihi mekan gezecektik. İçimde öyle bir kıpırtı vardı ki içim içime sığmıyordu.

Bahçeye indiğimizde kapıda bekleyen Atlas'ı görmemiştim ama bana seslendiğinde kafamı kaldırıp onunla göz göze geldim. ''Hey!''

Kızlar ona ve bana bakarken kızlara dönüp ''Siz gidin.'' diye mırıldandım.

''Saçmalama eve bırakacağız seni.'' kafamı hızlıca sağa sola salladım. Gözlerim kızlar ve Atlas arasında gidip geldi. ''Siz gidin, haber vereceğim söz.'' Rüveyda kaşlarını çatıp reddedeceği sırada Setenay'ın araya girmesiyle gitmeyi kabul etti ama gitmeden işaret parmağını bana doğrultup ''Aradığında sağlam bir hesap vereceksin.'' diye uyardı.

Kafamı hızlıca aşağı yukarı sallayıp koşar adımlarla Atlas'ın yanına doğru ilerledim.

''Selam.'' dedi güler yüzle, o güldüğünde ona bakmak istemiyordum çünkü eğer bakarsam gerçekten onun garipseyeceği bir tepki vereceğime emindim. Üstelik ilk karşılaşmamızdan sonra bir rezillik daha kaldırabileceğimi düşünmüyordum.

''Selam.'' dedim bende gülümseyerek. ''Tarih ile aram iyi demiştin. İki mekanı da sen seçsen olur mu? Senin bilgine güvensem, benim Tarihim berbattır da.'' ben hiç bir mekan bilmiyordum ki!

''Tabi ki, olur seçerim.'' Tarihi mekanları pek fazla bilmesem de krizi fırsata çevirmeyi çok iyi biliyordum. Birbirine en uzak iki mekanı seçersem, Atlasla çok daha fazla vakit geçirebilirdim. Bu fikirle gülümsedim. ''Teşekkür ederim. Bu arada adını öğrenebilir miyim? Seni çaldırdım ama ismini bilmediğim için kaydedemedim.'' Telefon cebimde sessizde olduğu için duymamış olmalıydım.

İçimden bu sorusuna Karın diye kaydedebilirsin desem de dışımdan sadece ''Mabel.'' diye cevap verdim. Kafasını hafifçe sallayıp kaydederken yüzünü dikkatle inceledim, belki bir şeyler hatırlar diye düşünmüştüm ki duraksadı, kafasını hafifçe kaldırıp yüzüme baktı. ''Mabel?'' hatırlamış mıydı? Sonunda hatırlamış mıydı? Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu, hatırlamasa neden bu şekilde sorardı ki? Hatırlamış olmalıydı, hatırlamıştı. ''Evet.'' dedim heyecanla, kalbim yine küt küt atıyordu.

''Ne oldu ki?'' dedim cevabını duymak istediğim için bilmemezlikten gelerek sorarken, o ise benim beklediğimde çok farklı bir tepki vererek dudak büzüp omuz silkti, ''Hiç, ismin değişik geldi.'' Az önce güller açan yüzüm yavaş yavaş solarken kaşlarım hayretle kalktı. ''H...Ha öyle mi?'' işte bunu hiç beklemiyordum, bu kez ciddi bir hayal kırıklığına uğramıştım.

''O zaman pazar günü görüşürüz.'' kafamı hızlıca aşağı yukarı sallarken, başımın bir an döndüğünü hissettim. Mideme saplanan bu ağrı da neydi? ''Görüşürüz.'' diye zorlukla mırıldandım. Atlas arkasını dönüp giderken başıma bir ağrı saplantı, hala dönüyordu.

Terlediğimi hissettim, vücut ısım sanki git gide artıyordu. Kanımın fokur fokur kaynadığını hissettim. Atlas git gide uzaklaştıktan sonra içimde ki acıya dayanamadım. ''AH!'' midem daha fazla kasıldı, iki büklüm oldum. Etrafta bir kaç göz bana dönünce hızlı adımlarla zorlukla ileriye doğru yürüdüm.

İleride ki aradan eve gidebilirdim, yolum uzardı ama orda yolda pek insan olmazdı. Öbür tarafta bekleyen bir polis ekibi vardı.

Polisler etrafta olmalıydı. İki büklüm duruşumu düzelttim ve Atlas'ın aksi yönünden ilerleyerek araya girdim. Şu an biraz daha iyi hissediyordum, derin bir nefes aldım ve geçen dolmuşu durdurdum. Normal de yürüyerek gidecektim ama kendimi iyi hissetmiyordum.

Dolmuşu durdurup cebimden parayı uzatarak boş yere oturdum, hala yanıyordum. Kabanımı üzerimden çıkardım ve kasılan vücudumu gevşetmeye çalıştım ama hiç bir şey etki etmedi.

İçimin yandığını hissediyordum. Eve gidene kadar buna dayanamayacak gibiydim, dakikalar boyunca oturduğum yerde kasıldım. ''İyi misin kızım?'' duyduğum sesle yanımda ki amcaya döndüm. Elini omuzuma uzatmıştı ama onu bile hissetmemiştim.''İyiyim İyiyim. Şey Müsait bir yerde inebilir miyim?''

Dolmuşçu aynadan bir bakış atıp kapıyı açtığında ayağa kalkıp dolmuştan indim. Baş dönmem artmıştı, neden hava soğukken yanıyordum?

Kabanım elimdeydi, kenara oturmak için yol ortasından kenara doğru yürümeye başladım, adımlarım bile ikişer ikişer göründü gözüme.

Sertçe yutkunup bir adım daha atmak istedim ama saniyeler içinde dengemi kuramayıp yere yığıldım. Bu göz kapaklarımda ki ağırlık da neydi? Bu omuzlarımda ki ağırlık, yük de neyin nesiydi?

Gözlerim neden kapanıyordu, neden karşı koyamıyordum?

Yanan vücudum yavaşça soğumaya başladı ama göz kapaklarım çoktan karanlığa teslim olmuştu.

-Setenay-

6.Bölüm burada bitmiştir, biraz durgun bir bölüm oldu ama diğer bölümlere hazırlık olarak düşünün. Umarım bölüm akıcı olmuştur, beğenmişsinizdir.

Sizce Atlas Mabel'i ne zaman hatırlayacak? Ya da hatırlıyor mu?

En sevdiğiniz karakter kim oldu?

Sizce bir sonraki bölüm neler olacak?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere diyor, hepinize ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum...

 

Loading...
0%