Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@byzloey

Küçükken... Çok küçükken muhtemelen babam gittikten hemen sonra yanlış hatırlamıyorsam Atlas'ın hala benimle olduğu zamanlardı, Annem babamın sözünü evde ettirmiyordu gidişinin acısı hala soğumamış dün gibi tazeydi, annem bana babamla tanışma hikayesini ve annemi kendine nasıl aşık ettiğini anlattırdı. 'Senin de karşına böyle bir adam çıkarsa, sakın inanma tamam mı kızım? Yoksa sonun annen gibi olur.' bu cümle o zamanlar için anlamsızdı. İnsan annesine benzemek isterdi, o yaşlarda tek örnek aldığı kişi annesiyken annesinin ona sonun benim gibi olur demesini yadırgardı. Çünkü onun gibi olacağını sanırdı.

Babam annemi üniversite kazandığında tanımış, babam o zamanlar okulun muhasebesinde çalışıyormuş. Tabi babam biraz alkolik olduğu için zamanla iş yerinde anlaşmazlık yaşayıp kovulmuş ama annemin desteğiyle yıkılmamış. Annem oldu olası varlıklı bir kadınmış aslında ama babam için ailesine sırt çevirmek zorunda kalmış. Babam annem onu ilk tanıdığında çok nazikmiş, centilmen ve ağzı iyi laf yapan bir adammış. 'Zaten beni başka türlü tavlayamazdı. Tüm kadınların zaafıdır kibarlık.' derdi. Yine anlamazdım. 'Babam nasıl biri anne?' derdim kızmasından çekinerek, onun kendisinin bu konuyu açıp konuşmasından cesaret alırdım. 'Tanımasan daha iyi kızım. Sen iyi bilme, ama ne kadar kötü olduğunu da bilme.' der daha fazla konuşmazdı. 'Sadece sana her iyi davrananın iyiliğini düşündüğünü her kötü davrananın da kötülüğünü düşündüğünü sanma.' Annemden şu zamana kadar anne öğüdü olarak tek duyduğum buydu, Annemi bu hale getiren de alkole başlatan da babamdı.

'Sana her iyi davrananın iyiliğini düşündüğünü, her kötü davrananın da kötülüğünü düşündüğünü sanma.'

Bu söz aklımda bu yaşıma kadar kalıcı bir yer edinmişti. Hiç bir zaman da çıkmamıştı.

Annem bana babamı anlatmamıştı ama babam gibilerden uzak durmamı söylemişti hep. Bilmiyordum, kimin ne niyetle geldiğini. İyiyi kötü, kötüyü iyi sanıyordum çoğu zaman. Setenay bu düşünceme 'Merak etme bizim de senden farkımız yok, normal insanlar da bunu hep yapıyor.' diyerek ciddiyete almamıştı. Belki de öyleydi, haklıydı.

Yine de her zaman diken üstünde korkuyla yaşamak, sonsuz azap gibiydi.

Şimdi ise güvendiğim ve güvendiğimi gerçekten hissettiğim biri vardı karşımda. İnsan güvendiği biri olunca, sevdiği biri olunca kaybetmekten korkuyormuş.

Bilmiyordum.

Öğrendim.

Ve öğrenmekten pişman olmadım, onunla olan huzursuzluk onsuz olan huzurdan daha mutlu etmişti beni çünkü.

''Ne dersin şurda bir bilek güreşi yapmayalım mı? Ata sporumuz sayılır bence.'' Gözleri bedenimi baştan aşağı alıcı gözüyle süzdü, dudakları sola doğru kıvrılırken montunun önünü biraz açarak dudaklarında ki sıcak havayı soğuk havaya üfledi. Onun bakışları altında utandığımı hissettim ''Sende beni yenebilecek ışığı görüyorum.''

Mübadele müzesinden yeni çıkmıştık, her şeyi özellikle yazıları telefondan çekmiştik. Atlas büyük hayranlıkla hepsini tek tek incelemiş bildiklerini de büyük bir heyecanla bana anlatmıştı, o heyecanla etrafı izliyordu bense onu.

Mübadele müzesinde kendini kaptırmıştı, etraftaki hiç bir şeye bakmamış sadece onu kaçamak bakışlarla izlemiştim. İçeri de ne olduğuna bile bakmamıştım, baktığımı da görmemiştim.

Şimdi ise çıktığımız müzenin hemen çaprazında ki yüksek duvarı göstermiş orda bilek güreşi yapmayı teklif etmişti.

Cevap vermemem onu cesaretlendirmiş olmalıydı ki hızlı adımlarla duvara oturup öne doğru eğilerek bana döndü. Bu haline gülmekten kendimi alamadım ''Sen ciddisin?'' bana 'Şaka yapıyorsun?' der gibi baktı ve karşısını gözleriyle işaret etti.

Karşısına oturup derin bir nefes vererek tek elimi onun koyduğu elinin hemen yanına uzattım, dirseğimi soğuk duvara yaslayıp elimi eline yaklaştırdım.

Ellerimiz yaklaştıkça, sanki elinden vücuduma sıcak hava esti. Bedenimin tekrar heyecandan kasılıp sıcaklaştığını hissettim, Sakin ol Mabel.

''Eskiden, kadınlar kendilerini yenebilen adamlarla evlenirlermiş. Kadını yenerse onu koruyabileceğini kanıtlarmış çünkü. Aksi taktirde kadınlar kendini koruyamayan güçsüz erkeklerle evlenmezlermiş.'' bu söylediğini tamamen kendimize yorarak alaylı şekilde güldüm. ''Beni yenmene izin mi vereyim? Evlenmek için.''

Atlas beklemediğim kadar eğlendi bu söylediğime, ''İyiydi.'' kaşları keyifle kalkıp indi. ''Ne o benimle evlenmek mi istiyorsun? İki gündür tanıdığın bir erkek olmama rağmen?''

İki gün değil, yıllardır beklediğim erkek olmana rağmen.

Gülerek sessizliğimi korumaya devam edip duruşumu düzelttim. Alay içinde bile olsa bu düşünce oldukça hoşuma gitmişti, yüzümdeki gülümsemeyi engelleyemediğime emindim.

Elimi sıktı, kalbimin teklediğini hissettim. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, nefesi yüzüme çarparken benimkinin de ona çarpmasını beklediğine emindim, ama bu gidişle daha çok bekleyecek gibiydi çünkü şu an nefes alamıyordum. ''Ben beni yenen kadınla evlenirdim muhtemelen, çünkü bu devirde eski devirdeki gibi güçlü kızlar yok. Halbuki eskiden savaşta ok atarken takılmamak için sol göğüsünü keserlermiş amazonlar.'' bu söylediğini duyduğumu hatırlıyordum iskitler de amazon kadınlar savaş için böyle bir şey yapıyordu,tekrar hatırlayınca bedenimden bir titreme geçti.

O sırada Atlas sessiz kalsa da beynimde Rüveyda'nın sesi adeta yankılandı 'Azrail yokladı.'

'Mümkünse baya bir süre yoklamasın.' diye düşündüm içimden, kendi kendime konuşmamı görmezden gelerek konuşmaya yeltenen Atlas'a döndüm.

''Bence de ürkütücü ama hayran bırakıcı bir cesaret. Neyse biz Başlayalım.'' Elimi daha sıkı tuttu ve bilek güreşine hazırlandığını belli edercesine duruşunu düzeltti.

'Ben beni yenen kadınla evlenirdim muhtemelen.'

Bu yaş için böyle söylemek kolaydı, yine de bu bile benim için önemliydi.

Gözlerimi hafif kapattım, o yenmesin diye fısıldadım kendi kendime.

Atlas'ı yenmek istiyordum, sadece gözünde diğerlerinden farklı olmak istiyordum.

Sadece beni görsün istiyordum, başka şekilde görsün.

''Peki. Başlayalım bakalım.'' mırıldandıktan sonra derin bir nefes verip aniden sıkıp çevirmeye çalıştığı elini sertçe tuttum. Bunu beklemediğini yüzünden fark ettiğimde gafil avlanmaktan son anda kurtulduğuma sevinerek içimden adeta çıkan ilahi güçle direndim. Elim onun kazanacağı yöne doğru eğilmeye başladığında.

Lütfen, o yenmesin... diye fısıldadım tekrar.

Saniye kadar kısa süre yumduğum gözlerimi açtığımda bedenime alevlerin yayıldığını hissettim. Bedenimde ki oluşan tüm alevleri kontrol edebiliyor gibi güçlükle elime yönlendirdiğimde eğilen elim bu kez eşitliği sağlamak adına git gide doğruluyordu. Evet gerçekten kendimden bile beklemediğim bir hırsla direndim.

''Hadi be!'' Atlas'ın tepkisine masum olmayacak şekilde zafer edasıyla gülümsedim ve kendi tarafıma doğru elini sertçe eğmeye başladım. Bana karşı güç kullanıyordu eşitlemeye çalışıyordu, tekrar eşitlerse bu gücü toparlayamazdım. Bedenimi telaş saracağı sıra damarlarımda dolaşan alev harlandı ve Atlas'ın elini öyle bir sert çarptım ki ''AH!'' diye inleyerek ayağa kalkıp elini tuttu. ''Ah çok özür dilerim... Çok çok özür dilerim. Çok acıdı mı?''

Endişeyle yutkunup kafasını eğdiği yöne baktım. Diğer elini vurduğum elinden kaldırınca hafif soyulup kanadığını gördüm. ''Ben.. Çok özür dilerim Atlas.''

Bana doğru yüzünü kaldırıp derin bir nefes verdi, ardından kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. Hafifçe tebessüm etti ama tebessümünde acısını gizleyememişti. ''Sorun değil, göründüğünden daha güçlüymüşsün. Bu kadarını düşünmemiştim.''

Bende düşünmemiştim..

''Hemen eczaneden krem falan alalım ne yapılması gerekiyorsa işte. Sürelim saralım.'' Atlas acısını yüzünden silip gülmeye başlayınca ani değişimi karşısında afallayarak ona baktım. ''İyiyim Mabel, altı üstü bir kaç çizik. İlk sızladı ama geçer, ha diyorsan ki ben çok kötüyüm ölüyorum pişmanlıktan sözün olsun senden yaramı sarmanı değil başka bir şey isteyeyim.'' Kaşlarım merakla kalktı, kafamı hafif döndürüp sorgularcasına yüzüne baktım. ''Ne gibi?''

Atlas elini tamamen bıraktığında kemiklerinde oluşan kızarıklıklar daha gözle görülür olmuştu, çok derin bir şey yoktu ama iki yerde ki çizik kanıyordu. Gözümü elinden zar zor alıp Mavi'nin en güzel tonu olan gözlerine çevirdim. ''Düşünmem lazım, en sevdiğim tatlı olabilir ya da başka bir ödev olabilir. Ya da maçta herkes sevgilisine tezahürat yaparken kendimi çok sap hissedersem gelip bana tezahürat yapman olabilir.'' Son söylediğiyle endişeli halim tamamen uçup gitmiş yerini keyifli bir kahkaha almıştı.

''Evet bak bunları gayet güzel başarabilirim.'' ve bunlar bize başka bir gün daha kazandırır...

''Güzel. Sözünü aldım bak unutma.'' kafamı aşağı yukarı sallayıp kurumuş dudaklarımı ıslattım, boğazım da soğuktan ve sabahtan beri bir şey içmediğim için kurumuştu.

Atlas'ın gözleri üzerimde gezindi, sonra etrafına baktı. ''Gel gidelim hadi, akşam olacak. Yarın okul var.'' yarın okul olması şu an o kadar umurumda değildi ki, istemeye istemeye de olsa onun peşine ilerledim.

İndiğimiz durağa doğru sessizce yürürken hemen sağımda sallanan eline dokunup dokunmamak arasında kararsız kaldım. Eline yakından bakmak istiyordum ama nedendir bilinmez çekinmiştim.

Yapabilirim. Bunda bir şey yok.

Kendi kendimi gaza getirip parmak uçlarından elini tuttum. Gözleri tuttuğum eline kaydı, evet iki yeri kan toplamıştı, diğerlerinde soyuk ve kızarıklıktan başka bir şey yok gibi görünüyordu. Atlas bu yaptığıma yarı alaylı yarı ciddi gülümsedi. ''Bu kadar dert etme, annem beni bu kadar düşünmüyor.'' son söylediği tamamen alaydan ibaretti.

Haklıydı, fazla düşünüyordum.

Ama ilk kez böyle hissediyordum, ilk defa aşık oluyordum. Bunları yapmak içimden geliyordu, kendime engel olamıyordum. Ufacık ona gelen zarar bana gelmiş gibi hissediyordum, üstelik zararı ben vermiştim.

Belli belirsiz gülümseyip elini bıraktım. Bir şey söylemedi, öylece yürümeye devam ettik. Gözlerimi utandığım için yere eğdim, kendi ayaklarıma ara sıra da onun benimle uyumlu attığı adımlara bakıyordum.

Kendi ayakkabıma bakarak yürüdüğüm bir kaç adımdan sonra yanımda adım göremeyince duraksadım, arkamı döneceğim sırada ben yeltenmeden Atlas arkamdan bir kaç adımda yanıma vardı, sanırım koşar adımlarla gelmişti. ''Al bakalım.'' uzattığı suya baktım.

Gülümseyerek beni sussuzluktan kurtardığı için ona minnet dolu bakışlarımı attım. ''Soğuktan ayrı, gezmekten ayrı ne ses kaldı ne soluk.'' dediğine hak verircesine kafamı salladım suyun kapağını açarken. ''Ödev değil bildiğin liseye uyarlanmış işkence.'' içtiğim su neredeyse boğazımda kalacağı sırada Atlas öne atılıyordu ki benim toparlandığımı görüp ''Aman, aman.'' diye mırıldanıp geldiğimiz durağın oturağına oturdu.

''Açıkçası ben bugünün bu kadar eğlenceli geçeceğini düşünmüyordum, sen yardım etmeyi teklif etmesen kesinlikle yapmazdım. Güzel gün için teşekkür ederim.'' suyun kapağını kapatan elim duraksadı, biraz memnuniyet biraz utanç içinde gülümseyerek çok sevdiğim gözlerine kenetlendim.

''Bakalım ne kadar kırpmadan durabilirsin?'' yine başıma çıkardığı oyuna ''Peki. Bakalım hangimiz daha uzun durabilecek.'' diyerek onu da oyuna dahil ettim.

''Kabul.'' ikimizde gözlerimizi kırpmadan birbirimize bakmaya devam ederken Atlas art arda kırpmaya başlayınca kaşlarım çatıldı ''ama oyunu bozdun.'' Bana gülerek ''Bozdum çünkü otobüs geliyor, nasıl ama can sıkıyormuş değil mi?'' benim ona yaptığımı bana yaparak intikam almasına göz devirip peşinden ayağa kalktım.

Artık eve gitme zamanıydı, üç saate yakın bir yol sonra eve gidecektik. Yorulmuştum, acıkmıştım. Beyler beyi sarayından çıktığımızda bir şeyler yemiştik ama canım istemediği için ben yemeğimi bitirememiştim. Atlas ise benim yarım kalan yemeklerimi de 'Günah olmasın.' diyerek midesine indirmişti.

Beyler beyi sarayı mübadele sarayından kat kat daha güzeldi. İçeride geniş ikiye ayrılan merdiven vardı, merdivenin üzerinde de kırmızı bir halı. Her odası oldukça genişti, ödeve yazacak olsam sadece kocaman göz kamaştırıcı avizeleri yazardım. Beyler beyi sarayının içine girdiğimde tam anlamıyla kendimi eski zamanda gibi hissetmiştim, eski zamana göre oldukça şıktı. Fazla detaylı inceleyememiştim çünkü Atlas o kadar beğenmişti ki her yerin fotoğrafını çekmek bana kalmıştı.

Bende yakınmadan çekmiş hatta bundan oldukça keyif almıştım, dünün aksine bugün kendimi oldukça rahat ve mutlu hissetmiştim. Kötü, kabus gibi geçen günlerden sonra bu bir gün kabuslarımı dindiren rüya gibi olmuştu.

Otobüsün en arkasında ki boşluğa ilerledi Atlas önden, arkasından gelirken önümü sıkı sıkı kapattım. Oldukça üşümüştüm, içerisi sıcak olsa da üşüyordum.

Atlas cam kenarına geçmeyip bir adım geri kaydı ve bana eliyle camı işaret etti. ''Buyurun hanım efendi, normalde cam kenarını kaptırmam ama bugünün ufak bir teşekkürü namına size bile isteye kaptırıyorum.'' bana gönderdiği muzip sırıtışa karşılık kafamı hafif sallayıp dudak büzdüm. ''İş var sende. Teşekkürler beyefendi.'' cam kenarına geçip suyumu sağ elime aldım ve derin bir nefes bıraktım sıcak havaya. Oturduğumda daha çok yorulduğumu fark etmiştim, bugünün acısı eve gittiğimde çıkacaktı. Üstelik henüz yeni ısınmaya başlıyordum, ufacık gelen ısı bile mayıştırmaya başlamıştı yorgun bedenimi.

Atlasta oturduğunda benimle aynı tepkiyi verdi, seslice derin bir nefes bıraktı sıcak havaya. ''Yorulmuşuz.'' kafamı hafifçe salladım. Otobüsün içinde ki ışıklar gözüme vurunca kapanmaya yüz tutan gözlerimi makyajımı bozmamaya dikkat ederek ovaladım. Dün korkudan adam akıllı uyuyamamıştım, evin tüm ışıkları telefon açıktı hattın ucunda Setenay vardı.

Ben uyuyana kadar uyumamıştı, her ona seslendiğimde uykulu olsa da cevap vermişti. Ben uyuya kaldığımda da uyumuş olmalıydı. Sabah ise Rüveyda kapımda bitmiş, bana güzel makyaj yapmış beni Atlasla buluşacağım için güzelce hazırlamıştı.

Setenay benim yüzümden uyuyamadığı için onu uyumaya bırakmıştık, benimse gözlerim hem uykusuzluktan hem yorgunluktan oldukça ağırlaşmış kapanmak için beni zorluyordu. ''Uykun varsa uyuyabilirsin.'' Yaralı elini kaldırıp omuzuna hafifçe vurdu. ''Omuzumda ağlanmasını sevmem, ağlayan kadın sevmediğim için. Hiç bir şey göz yaşlarınızdan kıymetli olmamalı ama uyku için her zaman severim. Çünkü biri uyuduğunda bende kafama yastık bulmuş oluyorum. Üstelik bedava.'' uykum olmasına rağmen gülmeden edemedim. ''Teşekkürler.''

''Gerek yok, bunu da başka ufak bir teşekkür gibi sayabilirsin.'' başımı omuzuna yasladım, soğuk montu başta tenimi titretse de kısa sürede alıştım. Gözlerim tamamen kapanmak üzereyken, kafamdaki berenin yine çekildiğini hissettim. ''Şunu da çıkar artık beynin eriyecek sıcaktan.'' buna da sesli gülmek istedim ama uyku öylesine esir alıyordu ki dudaklarımda tebessüm zor oluşmuştu. Sonrasında ise tek hatırladığım saçlarıma yaslanan başka saçlardı.

Kokumuz gibi, saçlarımızda birbirimize karışmıştı.

Pazartesi

07.35

Duraksadım, hayatımın daha çeyreğine henüz yeni gelmiştim. Hayatımın çeyreğinde duraksadım, beni duraklatan şeyi bilmiyordum. Duraklatan kişiden emin değildim, Devam ettiğimde hayatım ne yönde ilerleyecekti bu duraksamadan sonra. Hayır beni durduran biri ya da bir şey yoktu. Duran tamamen bendim.

Nefes almaya ihtiyacım vardı, bu değişikliğe alışmaya bunu görmeye ve kabullenmeye ihtiyacım vardı.

Uzun zamandan sonra eğlenmiştim, dün günün başından sonuna kadar hayatımın en güzel günlerinden biri olmuştu. O gelmeden bir süre önce, yine yeni bir hayata alışmam gerekiyordu. Artık huzursuz edici derece de kötüydüm. Olur olmadık yerlerde bayılıyor, uyandığımda yattığım yerden farklı yerlerde uyanıyordum. Beni kimin getirdiğine dair hala bir tahmin yürütememiştim. Her şey çok hızlı gelişiyordu.

Bir gün mutluluktan güneşi arasına alan bulutlara çıkarken, ertesi gün yağan yağmur ve şimşeklerle yere çakılıyordum. Biri hayatımda güneş etkisi yaratırken diğer şimşek etkisi yaratıyordu. Kendimi iki kişi arasında kalıyor gibi hissediyordum, sanki iki kişi dalga gibi bana vuruyor her darbede beni yok etmek için aşındırıyorlardı.

Bu düşüncemi desteklemek için Soğuk hava görüntüsünü seslendirmek ister gibi gök gürültüsü de eklenmişti. Belki de hayatımı akışına bırakmalıydım, belki de olan her şeyi düşünmeden ne oluyorsa olsun diyerek yaşamalıydım.

Böylesi katlanılmaz bir baş ağrısı ve cevapsız sorulardan başka bir şey bırakmıyordu elimde. Belki de seri katili, aklımda ki sesi, Atlas'ı tekrar kaybetme korkusunu, peşimde biri olabileceği korkusunu tamamen unutmaya çalışmalıydım. Sanki yeni doğmuş bir bebek gibi hiç bir şeyi düşünmeden sadece yaşamalıydım.

''Müsait bir yerde.'' havadan dolayı sallanarak ilerleyen dolmuş sola doğru hafif çöküntü yaşadı, yağmur dolmuş bir çukura girmiş gibi su sesi içeri duyulurken açılan kapıyla bu ses fikrimi onayladı.

Merdivenlere inmeden dolmuştan atladım, evet yağmur dolu çukura bende basmıştım. ''Güzel hava, güzel başlangıç.'' diye mırıldandım okula ilerlerken.

Dünün ardından bugün bu havada bu saatte okula gelmek gerçekten hayaller hayatlar örneğinin ta kendisiydi. Dün en son Atlas'ın omuzunda uyuya kalmıştım, o da uyuya kalmış otobüste son durağa kadar gitmiştik. Son durağa gittiğimiz için evimizin yoluna geri dönebilmek için tekrar otobüse binmiş orda uyumamamız için sürekli birbirimizi dürtüklemiştik. O da cumartesi yorgun ve geç geldiği için uykusuz olduğunu söylemişti.

Buna gülmeden edememiştim çünkü dün ki gördüğüm otobüs şoförünün yüzü gözümün önünden gitmiyor sürekli gülme isteğimi kabartıyordu. Yüzümde tekrar hatırlamanın oluşturduğu gülümsemeyle kantine doğru döndüm, ağır tost ve kahve kokuları kantini sarmıştı. Gözüm anında uzun dalgalandırılmış kızıl saçlara çarptı. Yine Rüveyda'nın sırtı bana dönük, Setenay'ın yüzü de bana dönüktü.

Onlara yürüyeceğim sırada kolumdan tutulmamla bakışlarım kızların masasından yanımda benim kolumun tutulduğu masaya döndü. ''Günaydın. Uyanabildimişsin uykucu.'' Atlas'ın gülümsemesine aynı sıcak kanlılıkla karşılık verip ''Bana diyene bak.'' diye mırıldandım.

''Otursana. Ödevin yazılarını hallettim sabaha doğru uyanınca, otobüste uykumu alınca evde o kadar da uyuyamadım.'' yanında ki çantasından ödev dosyasını çıkarırken çekingen bir tavırla yanına oturdum, çekinme sebebim Atlas değildi.

Rüveyda ve Setenay'ın görüş açısında olmak beni inanılmaz germiş ve daha bir şey olmadan utanmama sebep olmuştu. Kötüyü çağırma Mabel.

Atlas'ın önüme bıraktığı mavi şeffaf dosyayı açıp yazıları ve çıkarttırıp temiz kağıda yapıştırarak özenle yazdığı yazıyı ve ödevini inceledim.

Göze gayet güzel geliyordu, özenle hazırladığı belliydi. ''Çok güzel olmuş bence, bayıldım.'' Bunu beklediği yüz ifadesinden belliydi, uğraşmış olmalıydı. Memnuniyetle gülümsedi ''Teşekkür ederim öğretmenim. Kaç puan verirsiniz?'' alayla kurduğu cümleye gülerek cevap vermek için dudaklarımı araladım ama çıkan ses bana ait değildi.

''Ben de bakabilir miyim şu ödeve? Eminim yüz puanlık bir ödevdir.'' Benim sandalyeme bir elini, Atlas'ın sandalyesine bir elini koyarak bize doğru eğilen Rüveyda'ya döndüm.

''Merhaba.'' dedi Atlas garipsemiş şekilde. ''Merhaba, Ben Rüveyda. Mabel'in en en en yakın arkadaşıyım.'' Rüveyda'nın benim sandalyemden çekip ona tanışmak için uzattığı ele bakıp sıkmak için elini uzattığı sırada o eli Rüveyda'dan önce Setenay tutup gülümser yüzle sıktı. ''Merhaba bende Mabel'in en en en yakın arkadaşı Setenay.'' En en en derken özellikle baskılamış Rüveyda'ya bakmıştı. Rüveyda memnuniyetsiz şekilde benim yanıma sandalye çekerken bize döndü. ''Oturabiliriz değil mi? Ah tabi ki de oturabiliriz.'' Kendi kendine sorup cevaplamasına bile sessiz kalarak utançla dudaklarımı ısırdım, Atlas'ın şaşırmış yüzü üçümüz arasında dolanırken Setenay da Atlas'ın yanında ki sandalyeyi çekti ve oturdu.

''Memnun oldum kızlar, ben de At-''

''Atlas enişte evet biliyoruz.'' Rüveyda'nın rahatlıkla kurduğu cümleyle masanın altından Rüveyda'ya tekme savurup yüzümü utançla ve öfkeyle eğdim. Setenay yalandan öksürüp gülme karışımı Atlas'a döndü ''Yani evet tanıyoruz okulda çok adın geçti demek istiyor benim kızıl şeytan arkadaşım.'' Setenay'ın dikkatini dağıtmasıyla tuttuğum nefesimi bırakıp kafamı Rüveyda'ya döndüm. ''Geberteceğim seni, seni zebanilere yem edeceğim.'' diye fısıldadım, gözleri irileşip dudakları aralandığı sırada saçmalayacağını anlayıp bir tekme daha attım. ''Ah! Bu acıttı.'' Rüveyda'nın acıyla ekşiyen yüzüne Atlas ve Setenay döndüğünde sandalyenin altından tutup utançla burdan koşarak kaçmak istedim. ''Ne oldu? İyi misin Rüveyda?'' Rüveyda Atlas'ın bu sorusuyla ayağını eğilip ovalarken ona döndü ''İyiyim iyi, zebaniler saldırdı.''

Atlas kaşlarını çatmış bilmediği olayı anlamaya çalışırken hızlıca sandalyemden kalkıp derin bir nefes bıraktım, ''Hadi sınıfa çıkalım biz bence.'' Rüveyda'nın kalkmaya niyeti olmadığını görünce kolundan tutup baskıyla onu da kaldırdım, Setenay'a kaş göz yapmam yetmişti.

''Peki, görüşürüz. Tanıştığıma... Memnun oldum.'' Atlas'ın kızlara söylediğinden sonra gülümseyip koşar adımlarla kantinin çıkışına Rüveyda'yı sürükledim. ''Ya kızım damar yolu bulamayan hemşireler gibi deldin kolumu bıraksana.'' Fısıldadığı için dikkat çekmiyorduk, Kantinden çıktığımızda kolunu bırakıp Rüveyda'ya hesap sorarcasına döndüm. ''Sen ölmek mi istiyorsun? Yeminle kızıl saçlarını siyaha boyarım senin.'' Rüveyda düşünmeden savurduğum bu tehdide karşı ellerini korumak ister gibi saçlarına kaldırdı. ''Ay Tövbe o nasıl küfür.''

Setenay bizim bu halimize gülerken bir yandan kafasını 'Bunlar iflah olmaz.' dercesine sağa sola sallıyordu. ''Ya yerin dibine soktun beni masada niye çocuğa enişte diyorsun.'' Rüveyda gayet rahat tavırla elini beline koyup kafasını bana doğru eğdi. ''Yalan mı? Bugün olmazsa yarın olur yarın olmazsa günler sonra hatta belki yıllar sonra ama olur yani. Rüveyda demişti dersin.'' Ellerimle yüzümü kapatıp sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Gerçekten en en en iyi arkadaşımın şurada saçını başını yolmamam için saniyelerle savaşıyordum. ''Valla ben tutmaya çalıştım ama biliyorsun kızıl şeytanı.'' Setenay'ı duymamazlıktan gelerek ellerimi sakinleşene kadar yüzümde tutmaya devam ettim.

''Yürü derse Rüveyda. Yürü.'' yüzümden ellerimi indirip merdivene doğru onu çevirip iteklemeye başladım. ''Özür dilerim , zaten doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış.''

''Hala konuşuyor.'' diye söylendim merdivenleri çıkıp bir yandan Rüveyda'yı ittirirken.

''Ya sabır hala konuşuyor.'' Setenay bize kahkaha atmayla meşgulken ona ters bir bakış atarak çıktığımız kata döndüm.

Okulun içi dışarının aksine oldukça sıcaktı, sınıfa girer girmez üzerimde ki montu ve boğazlığı çıkardım. ''Bugün matematik sınavı var biliyorsun değil mi Mabelcim?'' bana imalı imalı gülüş atan Rüveyda'ya döndüm.

Ah! Tamamen aklımdan çıkmıştı.

''Neyse ki sınavlara çalışma gibi değil kopya çekmek gibi bir huyum var.'' Setenay bu dediğime kahkaha atarken bende bozulan Rüveyda'ya göz kırptım. Tabi ki de çalışırdım, eğer hatırlasaydım..

''Eee bırak şimdi sınavı sen dünü anlat neler oldu? Rüveyda'yı engellemişsin dün yüzüncü aramadan sonra.'' Setenay'ın keyifli söylediği cümleyle Rüveyda bozuldu ve işaret parmağını bana doğru sallayıp ''Evet onu da unutmuş değilim.'' diye mırıldanıp Setenay'ın yanına oturdu.

Rüveyda'nın başımın etini yiyeceğini bildiğim için ona bir özür mesajı atmış engellemiştim, Setenay ise aradığında bunu ona söylemiştim ama tek yaptığı dakikalar boyu kahkaha atmak olmuştu. ''Dua et merakım ağır basıyor yoksa var ya yüz yıl savaşları gibi yüzyıl trip atardım sana.'' oturduğum sırada arkama dönüp bacaklarımı sandalyenin arasındaki boşluktan geçirdim ve kolumu sıraya yaslayıp ikisine de tam olarak döndüm. ''Dün beyler beyi sarayına gittik, oradan da Mübadele müzesine.''

''Neden birbirinden o kadar uzak yere gittiniz?'' Setenay'ın bu sorusunu tahmin ettiğim için dudaklarımın içini ısırıp ''Atlas çok merak ediyormuş.'' diye mırıldandım, teknik olarak yalan değildi. Ediyordu ama ben bunu bilmeden orayı seçmiştim, yalan değildi sadece eksik bilgiydi.

''Hm.. Tüm gün beraberdiniz yani..'' Rüveyda'ya belli belirsiz kafa salladım.

''Evet, gezdik yemek yedik bir de bilek güreşi yaptık.'' Son söylediğimle ikisinin de kaşları çatıldı Rüveyda Setenay'a ''Acaba biz bunların yakınlığını yanlış mı anladık?'' Setenay bilememiş gibi dudak büktü ve bana yüzünü çevirip ''Bilek güreşi ne ya? İlk buluşma da bilek güreşi mi olur?'' diye çemkirdi.

Evet çemkirdi.

''Yani... şey meraktan falan yenip yenemeyeceğimi görmek istemiş.'' İkisi de yüzünü ekşitti, onlara güreş yaparken anlattıklarını söylemek istedim ama Rüveyda'nın sabahki davranışından sonra bundan tamamiyle vazgeçip ''Öyleydi işte yorucuydu baya. Günün yarısı yollarda geçti zaten.'' diyerek gülümsedim.

''Eh normaldir, peki böyle bir el tutma ya da bir yakınlık falan hiç....'' Kafamı olumsuzca salladım, yani otobüste uyumuştuk ama o uyumadan ibaretti.

Okulun tamamı zil sesiyle yankılanırken araya sokuşturduğum bacaklarımı çıkarıp önümü döndüm, Setenay'ın yanından kovmasıyla Rüveyda'da arkadan kalkmış yanıma oturmuştu.

''Hadi bakalım kazamız mübarek olsun, eteğimin altında kopya var fazla elleşmeden bakabilirsin.'' Rüveyda'ya gülüp kafamı 'Olur.' anlamında salladım. ''Lan niye demiyorsun kopya yazdığını.'' Setenay'ın öne doğru eğilip fısıldamasıyla Rüveyda kaşlarını kaldırıp Setenay'a omuzunun üzerinden baktı. ''Bilsen kovmazdın dimi şerefsiz.''

''Tabi ki, neyse ben burdan da görürüm.''

Sınav stresi ilk dersten sardığı için saçlarımı elimdeki tokayla tepeden olabildiğince düzgün toplayıp v yaka kazağımın içinde ki gömleğimin yakasını düzelttim.

Evet, iki gündür kafamda içimde git gide rahatlamıştı, şimdi tek düşüncem ve korkum önümüzdeki ders olacağımız Matematik sınavını atlatmaktı. Diğerlerinin yanında bu stres oldukça az kalıyordu, içimin rahatlığını bozamamıştı.

Ta ki o korkutucu ve tanıdık bedenimi saran yanma hissine kadar...

Pazartesi

21.07

Küçükken en merak ettiğim ve çalmayı istediğim enstrüman kemandı, sesi kulağıma o kadar naif ve hoş geliyordu ki annemden yalvarıp keman istemiştim. Almıştı, çalmayı denemiş becerememiştim, üstelik kendimi yaralamıştım. Sonrasında ise nasıl olduğunu hiç bir zaman hatırlamadığım şekilde kemanım kırılmıştı. Günlerce ağlamıştım kırıldığına ve hiç bir zaman öğrenememiştim. Ben kırmamıştım, başkası kırmış olmalıydı. Kırmadığıma emindim, çok severek yalvararak aldırmıştım. Neden kıracaktım ki? Annem benim kırdığımı söyleyerek o günden itibaren hiç bir istediğimi almamıştı.

Ama ben kırmamıştım, yıllar geçse bile biliyordum. Yemin edebilirdim, çünkü ben kırmamıştım.

Yine ara sıra dinleyip, tekrar aldırma isteğimi arttıran kemanın naif sesi boş ve karanlık odada duyuldu. Aklımda dönüp duruyordu aynı melodi, telefonumun zil sesi yapacak kadar sevdiğim melodiydi bu.

Bilincim yeni yeni kendine geliyordu ama gözlerimi açamıyor vücudumu hissedemiyordum. Dakikalarca odanın içinde müziğin melodisi duyuldu, büyük bir keyif ve uykunun hoşluğuyla dinledim.

Fakat dakikalar sonra keman sesini bastıracak kadar şiddetli bir kapı sesi duyuldu evin içinde. Korku bedenimi sarsarken gözlerimi açıp yatağımda hareketlendim. Telefonum kaçıncı kez çalıyor kapım kırılırcasına yumruklanıyordu.

Neler oluyordu böyle? Neden içimde inanılmaz bir korku oluşmuştu saliseler içinde?

Elimi yatağımın yanında ki komodinden alıp kim olduğunu henüz açılamayan gözlerimle bakamadan açtım. ''Efendim.''

''Mabel, Kapıyı aç hemen. Rüveyda orda mı?'' Setenay'ın endişeli sesi kulağıma dolarken kapı hala yumruklanıyordu. ''Hayır neden? Bir dakika açıyorum.'' yataktan zorlukla kalkıp olabildiğince hızlı adımlarla aşağı indim.

Evin içini karanlık sarmıştı, girişe indiğimde yandaki lambayı açıp kapıyı araladım. Telefon kapanırken içeri Setenay kızarmış gözleriyle girdi. Eli ayağı titriyor gibiydi.

''Ne oldu? ne bu telaş?'' henüz tam ayılamadığım için sesim uykulu çıkıyordu, gözlerimi sertçe ovuşturup ayılmaya çalışırken tüm ayılma çabalarım duyduklarım karşısında buz tuttu. Tek bir söz onlarca çabamı çöpe atmış beni saniyeler içinde ayıltmıştı. ''Rüveyda yok Mabel.''

''Ne demek yok?'' Setenay hemen kenarda ki tekli koltuğa oturup titreyen dizlerine dayadı ellerini. '' Rüveyda'nın annesi aradı, seni de aramış ulaşamamış. Eve gelmedi sizde mi dedi. Bende yok dedim sonra sen uyuyacağım dediğin için seni aramadan okula gittim baktım etraftaki kafelere bakarken aradım seni. Sen açmayınca uyuduğunu düşündüm aradım her yeri ama hiç bir yerde yok okuldan sonra hiç kimse görmemiş herkesi tek tek aradım en son çare sendedir diye koşarak geldim.'' hızlı kurduğu cümleleri anlayabilmek için kendime biraz zaman tanıdım, Rüveyda okuldan bu saate kadar hiç bir yerde yok muydu yani?

''Aradım telefonu kapalı, annesi eğer bir saate bulamazsam polisi arayacağını söyledi. Senin gibi mesaj falan atsa ya da arasa bu kadar endişelenmezdim ama seni eve bıraktıktan sonra bir anda ortadan kayboldu kaç saat geçti ses seda yok.'' Setenay gibi endişenin vücudumu sardığını hissettim, sertçe yutkunup yüzüme gelen saçları kulağımın arkasına gelişi güzel sıkıştırdım. ''Tamam tamam önce bir sakin olalım. Bugün her hangi bir yere gidecek miydi? ya da biriyle falan buluşacak mıydı?'' Setenay kafasını sağa sola salladı. ''Öyle olsa ailesine haber verirdi bir yerden.'' Haklıydı, Rüveyda habersiz bırakmazdı. Özellikle de bu aralar bu düşüncesizliği asla yapmazdı.

Setenay'ın yanına çömelip telefonu elime aldım. Belki bir mesaj ya da arama bulurum ümidiyle arama kısmına da mesaj kısmına da iki kere göz gezdirdim ama tek gelen arama Setenay ve Rüveyda'nın annesinden gelenlerdi.

''Hemen... Hemen kötü düşünmeyelim. Belki bir yerde bayılmıştır ya da başka bir şey olmuştur.''

Setenay bunu düşünememiş gibi kafasını kaldırıp bana Rüveyda'yı bulmuşum gibi umutla baktı. ''Bakmadınız mı hastanelere ya da karakollara falan?'' hemen kötü düşünmemek için kendimi zorluyordum yoksa bende endişeye kapılacak ve mantıklı düşünemeyecektim. Şu an en ihtiyacımız olan şey ise mantıklı düşünüp Rüveyda'yı bulmaktı.

''O zaman şöyle yapalım, sen buradaki hastanelere bak sor soruştur bende bizim evin ve okulun ordakilere sorayım.'' Setenay üstünde montuyla oturduğu yerden kalktı ''ben gidiyorum sende hemen hazırlan sık sık haberleşelim tamam mı?'' kafamı belli belirsiz salladım, ayağa kalkan Setenay kapıya yönelmiş kapının ucunda tekrar bir şey söylemek için olduğu belli olan bir dönüş yapmıştı. ''Çok dikkatli ol Mabel, etrafını sık sık kontrol et ve sakın beni habersiz bırakma.''

Setenay'ı onaylayıp kapıyı kapatır kapatmaz odama koşarcasına çıktım. ''Ne olur bir şey olmuş olmasın..''

Rüveyda'nın katilin peşine düştüğünü biliyorduk, onu bulmuş olabilir miydi?

Ya da katil onu bulmuş olabilir miydi?

''Hayır hayır, olamaz.'' sesli bir nefes verdim ve dolabımın önüne gelince sakinleşmek adına bir nefes aldım. ''Sakin ol Mabel bir şey olmamıştır, hemen kötü düşünme.'' dolabımı açıp içinden elime gelen kalın kıyafetleri geçirip, komodin üzerinde duran telefonumu cebime attım.

Buraya yakın olan sadece üç tane hastane vardı, hastanede onu bulursak bu iyi mi olacaktı, yoksa bulmamamız daha mı iyiydi? doğru olan neydi, doğruyu bile düşünemeyecek kadar endişe sarmıştı bile vücudumu. Aklıma bıçaklandığım gün geliyordu, gözümde birden uyandığımda bedenimde gördüğüm yara canlanıyordu, Orçun canlanıyordu. Rüveyda'yı da yaralamış olabilir miydi? ''Yapmamıştır...''

kendi kendimi teselli etmek istedim, ama aklım bunun gerçek olmadığını biliyor bana bunu unutmamam için fısıldıyordu. Yine kendi kendime konuşmaya başlamıştım, stresli ve tek başıma olduğumdan bu alışkanlık olmuştu böyle anlar için bende.

Kapının önüne geldiğimde hemen solumda kalan beyaz komodinin üstünden anahtarımı alıp cebime attım. Komodinden anahtarı alırken gözüm hemen komodinin üzerinde ki yuvarlak büyük aynaya kaydı. Yüzüm neden çökmüş duruyordu, o kadar uyumama rağmen uykusuz gibi görünüyordum. Göz altım çökmüştü, hatta görmediğim için fark etmediğim bir yara vardı alnımın kenarında. Oldukça küçük bir çarpma izi gibiydi, kanamıyordu ama izi vardı. Bir yere çizilmiş olmalıydı, elimi yaranın üstüne uzattım. ''Yatak başlığına falan çizmiş olmalıyım. Belki de baş ucumda ki komodine.'' dokunduğumda hissettiğim sızlamayla elimi alnımdan, gözümü de aynadan çektim ve dış kapıyı açtım.

Kaybedecek zamanım yoktu, Rüveydayı bulmam gerekiyordu. Evden çıkar çıkmaz duraklara doğru ilerledim, taksi bulursam taksi bulamazsam dolmuş ya da otobüse binecek en hızlı nasıl gidebilirsem hastaneleri gezmeye başlayacaktım.

Durağa yürürken hissettiğim soğukla alelacele çıktığım için açık kalan montumun önünü kapattım. Henüz uykudan yeni uyanmış uyanır uyanmaz tam ayılamadan evden çıkmıştım ama neyse ki telefon kılıfımda her zaman para bulunduruyordum. Durağa yaklaştığımda adımlarımı yavaşlattım, hızlı hızlı yürümekten yorulmuştum.

Durak yakın olmasına rağmen uykudan yeni kalktığımdan mıydı bilemiyorum ama üzerimde bir halsizlik vardı. Kendimi oldukça yorgun hissediyordum, tüm gün üzerimde bir sıcaklık damarlarımda ateş parçaları geziyordu. Şimdi ise sanki hepsi buzla çarpışmış gibi buharlaşmış yerini yorgunluğa bırakmıştı.

Rüveyda tüm gün peşimde takılmış benim Atlasla her bakışmam da ve gülüşmem de bize imalı bakışlar atmış sözleri söylemişti, tabi ki tüm gün beni çileden çıkarmıştı ama her zaman ki Rüveydaydı, bir değişiklik ya da göze batan bir hareketi yoktu. Şüphelenecek bir şey de yoktu, tamamen bildiğimiz Rüveydaydı.

Bize okul çıkışı bir işinden bahsetmemişti, ben yorgun ve uykulu olduğum için eve gitmiştim Rüveyda'yı da okuldan sonra görmemiş eve gelir gelmez de uyumuştum.

Şimdi ise uyanır uyanmaz ilk öğrendiğim şey en yakın arkadaşımın ortalıkla bir katil varken kaybolmasıydı, kalbim sıkışıyordu. Ona bir şey olabileceği düşüncesi kalbimi sanki biri tutup sıkıyor gibi acıtıyor, nefes almamı güçleştiriyordu.

Uzaktan gelen dolmuşa el uzatıp hızlı gelmiş olmasına sevinerek cebimden telefonumu kılıfında ki parayı alabilmek için çıkardım ama çıkardığımda telefonumun titrediğini fark edip parayı kılıftan çıkarır çıkarmaz telefonu açtım. ''Buldun mu?''

''Maalesef, Mabel Rüveydaların evine gidebilir misin? Annesi beni aradı ama ben hastaneye doğru yaklaştım sen gider misin polis falan çağırmış kadın tek kalmasın.'' Rüveyda üç kardeşti, bir abisi bir küçük erkek kardeşi vardı. Küçük kardeşi babasında kalıyordu, abisi ise şehir dışında okuyordu. Rüveyda'nın ailesi de ayrıydı ve annesinde kalıyordu.

Küçük kardeşiyle sık sık görüşüyor bazen babasında kalıyordu, abisi ise tatilden tatile geliyordu. Bindiğim dolmuş Rüveydaların evinden de geçtiği için Setenay yerine gitmeyi kabul ettim. ''Olur tamam, sen de bir şey bulursan haber ver olur mu? ben de hastaneleri arar sorarım eve geçince.''

''Tamam haberleşiriz dikkat et olur mu?''

''Sende.'' diye mırıldanarak telefonu kapattım. Telefonu cebime koyarken stresten dolayı bacağımla ritim tutmaya başladım, umarım bu saate kadar ortadan kaybolmasının iyi bir sebebi vardı, yoksa Setenay ve benden çok ciddi azar ve trip yiyecekti. Tabi önce onu canlı kanlı bulduğumuz için baya bir kucaklayacaktık.

''Umarım.'' diye mırıldandım yine kendi kendime mırıldanarak.

''Kavşakta inecek var mı?'' Dolmuş şoförü aynadan arkaya baktı. Gözlerimiz kesişince ''Ben.'' dedim ayağa kalkarken. İçeri de ben dahil üç kişi vardı, bu saatte kalabalık da olmazdı zaten.

Dolmuş kapısının önüne geldiğim de saniyeler içinde açılan kapıdan atlayıp hızlı adımlarla Rüveydaların evine ilerledim.

Annesi çok korkmuş olmalıydı, evde tekti. Setenay sık sık Rüveydalara gitse de ben çok nadir giderdim, çekiniyordum. Kızların evine fazla gitmezdim, onlar bana gelirdi.

Şimdi ise sadece eve varıp kapıda Rüveyda ile karşılaşmak bana saçma da olsa bahane sunmasını istiyordum. 'Kızım yeni flört yaptım onlaydım. Hep siz mi gezceksiniz?' dese bile kızmayacaktım.

Hatta bunu demesine mutlu olacağımı hiç düşünmezdim. ''Umarım bir yerlerde sürtüyorsundur.'' diye mırıldandım uzaktan gördüğüm binasına git gide yaklaşırken. Işıklar açıktı, annesi endişeyle polisleri bekliyor olmalıydı.

Adımlarımı hızlandırıp açık bina kapısından girdim, merdivenleri ikişer ikişer çıkıp ikinci kata geldiğimde zili çalıp kapının açılmasını beklerken bir yandan bağcıklarımı açmaya başladım.

Kapı hiddetle açıldı, yüzümü yerden kaldırdığımda Rüveyda'nın annesinin gözlerinin kızardığını gördüm, ağlamış olmalıydı. Çok endişelenmişti, nasıl endişelenmezdi ki? O bir anneydi.

Bazı anneler böyledir, bazısı da benimki gibi...

''Mabel. Bir haber var mı kızım? Lütfen var de.'' Kafamı mahcup hissederek sağa sola çevirdim. Kafasını yere eğerek geri çekildiğinde içeri girip montumu çıkardım.

''Polisleri daha yeni aradım onları bekliyorum, odasına girip karıştırdım bir şeyler bulurum belki diye ama hiç bir şey bulamadım. Babasını aradım, abisini aradım ikisinin de haberi yok iki üç gündür konuşmadıklarını söylediler. Hiç beni habersiz bırakmazdı, nerede bu kız?'' Odasını karıştırıp bir şey bulamadın.... Çünkü Rüveyda bir şey karıştırıyorsa bunu gizlemiştir, Aynı katilin peşindeyken biriktirdiği ip uçlarını gizlediği gibi. Katilin peşindeyken biriktirdiği ip uçları...

''Bir de ben bakabilir miyim odasına?'' Bana kafasını aşağı yukarı sallayarak izin vermesinin ardından eliyle koridorda ki Rüveyda'nın odasını işaret etti. ''Bir şey bulursan bana da haber ver kızım.''

''Sen otur ben bakıp geleyim hemen.'' Annesi ayakta duramayacak kadar kötü görünüyordu, beni yine onayladıktan sonra içeri ilerledi, bende oturduğunu görür görmez hızlı adımlarla Rüveyda'nın odasının kapısını açtım.

Karşımda ki görüntü, annesinin gerçekten odayı karıştırdığını kanıtlıyordu. Dolap, kitaplar hepsi yatağın ve yerin üstüne inmişti.

Annesi Rüveydayla tek kaldığı için ona oldukça düşkün, yüreği de hemen ağzına gelen bir kadındı. Şimdi bunu yapmasını yadırgamıyordum, akşamları bize gelirken bile Setenay ile beraber izin alıp öyle geliyordu çünkü. Odaya girip kapıyı ardımdan örttüm ışığı yakarken.

Gözüm mor pembe karışık döşenmiş odaya kaydı, yatağın üstünde ki ajandaları elime alıp aralarını karıştırmaya başladım ama hiç birinde ders harici bir şey yazmıyor gibi görünüyordu. Ajandalardan bir şey bulamayınca onları yatağa bırakıp etrafa baktım, dolabı boşalmıştı kapakları açık ve içi bomboş görünüyordu. Baş ucunda ki çekmeceyi açtım ama içinde sadece kulaklık, dudak kremi ve el kremi vardı, bir de göz bandajı.

Çekmeceyi örtüp çalışma masasına bakındım, makyaj masasına baktım ama hiç bir şey etrafta görünmüyordu, makyaj masasına yaslanıp ümitsizlikle etrafa bakarken gözüme çarpan görüntüyle yaslandığım yerden hızlıca dikeldim.

'Çok geç yavrum, Rüveyda çoktan odana bir iz haritası çıkardı. Bulduğu ip uçları ıvır zıvır ne varsa hepsini üstüne yapıştırdı hatta inanamayacaksın biz uyurken böyle katil polis filmleri izleyip onların dikkate aldığı her şeyi almış.'

'Eee? Nerede?'

'Şurada canım, yine filmlerden gördüğü taktiklerle gizlemiş arkadaş.'

Gözüm odada daha önce hiç görmediğim tabloya kayarken aklımda canlanan sahne yüzünden kaşlarım çatıldı. ''Sen bu odada yoktun, yeni gelmiş olmalısın.'' diye mırıldandım tabloya yaklaşırken. ''Katilden sonra gelmiş olmalısın..'' diye mırıldanıp ellerimi tabloya uzattım.

İki kadın figürü vardı, belleri yok denecek kadar ince saçları uzun ve kıvrık, çizgi karakterleri andıran ama oldukça profesyonel olduğu belli olan kırmızı, beyaz ve pembe ağırlıklı bir tabloydu. Tabloyu yerinden çıkarıp yere doğru bıraktım, kafamı kaldırıp duvara bakarken içimde ki rahatlamayla gülümsedim.

Evet, bu Rüveyda'nın yaptığı iz haritasıydı. Aynı şekilde gizlemişti, belki de bulmamızı istediği için aynı şekilde gizlemişti.

Gözlerim üzerinde ki not kağıtlarına kaydı, yarısından çoğuna gözüm aşina olduğu için hızlıca göz atıp geçtim.

Son kağıda geldiğimde okuduğum yazının doğru olup olmadığını görebilmek için yerinden çıkarıp gözüme sokmak istercesine yaklaştırıp tekrar bu kez hayal olmadığını kanıtlamak istercesine fısıltıyla okudum.

''Peşine düştüğüm 4.gün, eğer dönmediysem bilin ki Katili yakaladım, o da beni.''

8.Bölüm burada bitmiştir...

Hepinize geçmiş olsun jhrfhfıferk

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, Bölümü nasıl bulduğunuzu lütfen bu kısma yazın.

Sizce Rüveyda nerede? Nerede bu kızzz öldü mü, kaldı mı?

Buldum diyor katili, sizce Rüveyda gerçekten buldu mu? Yoksa başına başka bir şey mi geldi?

Neyse bir sonraki bölümde zaten biraz biraz geleceğiz asıl yere, bir sonraki bölümde görüşmek üzere, size ölümün peşinizde olmadığı günler diliyorum...

 

Loading...
0%