Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm | Ölümü Aldatmak

@byzloey

Okumadan önce oy vermeyi, okurken yorum yapmayı lütfen unutmayın.

Sizi sandığınızdan çok seven yazarınız.

I: Byzloey

M : sin city - black atlass

Ölüm ve yaşam insanın son bulmayan kendi içinde yaşadığı tek savaştır. Önce ruhunuz ölür, bedeniniz yaşam için savaşmaya devam eder. Bunun ne kadar süreceği sizin savaşınıza bağlıdır. Bazıları sonunu göremez, sonunu göremeyen kimse sonun başlangıcını da göremez. Buzların arasına girmek ve tüm bu savaşı bir anda kesmek yenilmek demek değildir. Sadece biraz dinlenmektir, kendini karanlığa hapsetmek zaman dilimini yok etmektir.

Kendini dondurma işlemi yıllardır denenen bir şey olmasının yanı sıra ufak da bir kaçış yoludur. Biri sizi ateşe verse hissetmezsiniz, karşınız da âşık olduğunuz kişi size aşkını ilan etse ya da sevmediğiniz biri küfürler yağdırsa duvar gibi dikilirdiniz. Tek bir hücreniz bile hareket etmez, kirpiğiniz bile kıpırdamaz saçlarınız savrulmazdı.

Bu insanlar zayıf insanlar değildi, bu insanlar sadece çaresizdi. Yorgun ve yalnızlardı. Buza gömülmek için para baymışlardı bizlere ve ne elimize aldığımız iğnelerden ne de içindeki sıvılardan korkmuşlardı. Bu kapsüle gireceksiniz, ölmeyi göze almalısınız dediğimizde bile robot gibi bizi dinliyor sadece onay veriyorlardı.

Buna bazılarınız aptallık diyebilirdi, ben çaresizlik diyordum.

Önce para ödemesi yapılırdı, anlaşma imzalanır bu sürecin nasıl ilerleyeceği hakkında bilgi verilirdi. Bundan hemen sonra dondurma işlemi başlar. Hücreler ölmeye başlamadan bu insanların beyin dokuları, vitrifikasyon denen buzsuz dondurma yöntemiyle muhafaza edilir ve bu işlemin hemen ardından buza yatırılan kişiler yasal olarak ölü sayılır ve yanına buza gömüldükleri yazılır, öldükten sonra ise bu kurumlara getirilen kişilerin kanları damarlarından boşaltılırdı. Daha sonra bu kişilerin vücutlarına antifriz ve organları korucuyu kimyasal bir karışım doldurulur. Bu işlemden sonra bedenler -196 derecedeki sıvı nitrojenli tüplere yerleştirilir.

Bilim bu yolda ilerlerken ölü sayılan kişi için mezar kazınır ve mezar taşı üstünde ismi yazılı halde toprağa dikilir. Cenazesi yapıldıktan sonra ise kayıtlarda ölüden farkı yoktur. Sadece bir tabutta değil bir kapsülde yatar. Eğer ileride uyanırsa kimliğini yanında not alınan buza gömdürme işlemi sayesinde yeni halde ve yeni yıl zamanlı alabilir.

İşte dondurma işlemi bu kadar uzun süren ve zamanın her saniyesini ayrı ayrı hesaplama gerektiren bir iş. Kişinin her zerresini öğrenmek sağlık durumunu takip etmek ve o kişiyle birebir uzun zaman ilgilenmek durumunda kalırsınız, onun canı artık sizden gibi olur.

Peki ya uyuduktan sonra ne mi olur? Kapsülün içindeki sıvılar takip edilir, gerektiğinde yenilenir ve kişi uykudayken takviye ile her hücresi donmuş vaziyette kalmaya devam eder. O orada uyur biz burada onun yaşama devam edişini sağlarız, işimiz bu olur. Zamanı geldiğinde ise kapsülün kapağı tamamı ile açılır, soğuyan beden çözülür ve organlar tekrardan çalıştırılır.

Biz kişinin bedenini ve yaşamını ona geri verebiliriz ama kapsülde karanlığa hapsolan zihnini düzeltemez onu eskiye döndüremeyiz. İnsanlar gözlerini açar açmaz karşılarında inanamayacakları şeyler gördüğünde aklını kaçırırsa yıllar boyu hayatta kalmak için verdikleri tüm çaba bir anda yok olur, çünkü aklını kaçırarak kendi ruh halini parçalar.

Geldikleri yıla, zamana uyum sağlayamayabilir yeni bir yaşam kurma sorunuyla karşı karşıya kalabilir.

Aklını kaçırmayanlar ise aynı benim gibi yüzyıllar ötesinde teknolojik bir şehrin ortasında gözleriyle inancı arasında sarsılır. Gözlerim mi beni yanıltan yoksa aklım mı?

Ya gerçek, gerçek ne? Bir adım gerimdeki yirmi birinci yüzyıl mı yoksa önümde duran yüzyıllar sonrası mı?

''Eee, şimdi koştuğum şartı haklı buluyor musunuz profesör?'' derin bir nefes aldım, hala benden ses alamadığından olsa gerek sesi belli belirsiz bir gerginlik içeriyordu. ''Victoria, profesörün durumu ne?''

Nereden mor ışıklar saçtığını bilmediğim Victoria'nın sesi arkamdan geldi, yapay zekâ olmasına rağmen duygu yüklü gibi gülmüştü. ''Henüz şoktan çıkmadı Deniz Bey, vücudunda bir miktar alkol bulunuyor ama nefes alışverişi düzenli, kalp atışı artık stabil. Tahminimce birkaç dakika içinde şoktan çıkar.'' Sertçe yutkunup hareket edebileceğimi hissettiğim an arkamı döndüm.

Deniz Aras.

Bu şehrin sahibi, bu şehrin tasarımcısı.

Karşımda ellerini arkada birleştirmiş vaziyette bana bakıyordu.

Biri benimki gibi sağlıklı bir elken diğeri protez parmakları olan ve taktığı ışıklı eldivenle robotunkilere benzer bir el.

Dudaklarımı araladığımda gözleri oraya kilitlendi, konuşmaya kendimi hazır hissetmediğimden aralanan dudaklarımı kapattım. Bu sırada kolumdaki çanta bir anda benden önce firar etti ve yere 'çat.' Diye bir sesle düştü. ''Size ağırsa bana verin demiştim.'' Dedi iç çekerken. Havanın ortasında Victoria'nın robotik yüzü göründüğünde mor ışığın şehre uyum sağladığını yeni fark etmiştim. Havada sadece boyun bölgesine kadar görünen robotik bir yüz vardı, kısa saçlara sahip bir yapay zekâ.

''Deniz Bey Benjamin profesörle tanışmak için iniş izni istiyor.'' Deniz bey kafasını gök yüzüne kaldırdığında bende kaldırdım. Garip şekiller oluşturan havada nasıl durduğunu bilmediğim yolda ışıklarla donatılmış küçük bir araba gözüme çarptı. ''Önce anlaşma netleşsin.'' Deniz Bey'in sözlerinin hemen ardından Victoria'nın ''Benjamin Selas, inişiniz ertelenmiştir.'' Deyişi duyuldu.

Kurumuş dudaklarım dilimle ıslanırken boğazımı temizledim ve yere düşen çantamı kollarından tutup kaldırdım. ''Böyle bir şart koşmak ne kadar ağır olsa da...'' diye başladığım sözle Deniz beyin dikkatini çekerken Victoria'nın Deniz beye dönmüş yüzünü de kendime çevirmeyi başarmıştım. ''Bunu korumak için sözleşme şartları makul.''

Bunu derken gösterdiğim etrafa kısa bir bakış atıp gülümsedi. ''Victoria, Benjamin'in aracına iniş izni ver.'' Gökyüzündeki yolda tur atan yeşil ışıklı araç bir anda aşağı doğru ışık süzmesiyle inmeye başlarken gözüm ışığın arkasında kalan iki robota kaydı.

Hemen ortalarında belli belirsiz gördüğüm bir görüntü vardı. Küçük bir görüntü, küçük bir insan görüntüsü.

Küçük bir kız çocuğu görüntüsü.

Yeşil ışıklı araç hemen önümüze rüzgâr akımıyla bir anda çekildiğinde nefesimi tuttum, aracın etrafından geçen yeşil ışıklar göz yoracak kadar fazlaydı. Kalan her yer cam olduğundan içerisi tamamen belli olan aracın kapısı açıldığında içeriden çıkan genç adamın görüntüsüne hayretle baka kaldım. Neredeyse benden de Deniz Bey'den de genç duruyordu.

Üzerindeki önlüğe kısa bir göz gezdirdim.

Yazılım Uzmanı

Benjamin Valerio Selas.

''Senorita.'' İndiği araçtan bana doğru adımları gelen gözlüklü ela gözlü sarışın adama baktım. Tam önümde durarak elime uzandığında Deniz Bey derin bir nefes verdi. Elim Benjamin'in eline kaydı, havaya yükselen elimi dudaklarına uzattı ve tahminimce İspanyolca olan birkaç cümle kurdu. ''Doktorun yanında Türkçe konuş Benjamin.''

''Elbette, sizinle tanışmak büyük şeref profesör.'' Elime değen buz gibi dudakları içimi titretmişti. Canlı bir şey nasıl bu kadar soğuk olabilirdi? Keza dışarıda buz kesmesine rağmen bu şehir dışarıdan kat be kat daha sıcaktı.

Şehri nasıl sıcak tutabiliyordu? Ah, adam gökyüzünde kuzey ışıkları döndürüyordu bir ısıtmayı mı yapamayacaktı?

''Teşekkür ederim.'' Kafasını aşağı yukarı salladıktan sonra bıraktığı elim diğer elimin yanında yerini buldu. ''Victoria size şehri gezdirip kalacağınız yeri göstersin, çalışmaya ne zaman başlamak isterseniz o zaman başlayabilirsiniz. Başka bir sorunuz var mı?''

Benjamin ''Ben de eşlik edebilirim.'' Dediğinde Deniz Bey ona ''Sen bana lazımsın.'' Dedi ve Benjamin'in üzgün bakışları beni buldu. ''Şey...'' etrafı göz ucuyla birkaç kere daha süzdüm. Hala alışmak zor geliyordu ve bir yanım hala rüyadasın aptal diye bağırıyordu.

O son bardağı içmeyecektim!

''Çalışma alanım neresi olacak ve nasıl geleceğim... yani burası...'' kelimeleri doğru dürüst kuramadığım için kendime küfürler yağdırıyordum. Neyse ki bu duruma Victoria yetişti ve ''Ben size fiziksel olarak yardımcı olup göstereceğim. Kalan yerleri Deniz Bey ile göreceksiniz profesör. Ayrıca işe başlamak istediğiniz zaman ismimi söylemeniz yeterli.''

Deniz Bey kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Victoria ismini söylediğin an istediğin her yerde belirebilme yetkisine sahip tek yapay zekâm. Yardıma ihtiyacın olduğu durumlarda ya da sormak istediğin soruların olduğunda onunla irtibat kurabilirsin.'' Dediğinde dudaklarımı ısırarak elimdeki çantaya kısa bir bakış attım. Böyle bir iş için bu çanta sadece günü birlik geziye gitmişim gibi kalmıştı.

''Anlıyorum... peki ne kadar kalacağım belli değilse yakın zamanda eşyalarımın kalanını falan almaya gidebilir miyim?''

''Eğer isterseniz elbette ama size uygun kıyafetler çoktan hazırlandı.'' Kaşlarım çatık Benjamin ve Deniz beye baktım. Vücut hatlarıma kadar da öğrenmiş olamazdı bu adam değil mi? Yani o kadar da olmasındı?

''Siz kapıda belirir belirmez ölçülerinizi saptayarak kıyafetlerinizi dolabınıza yerleştirdim profesör. Dilediğiniz özel eşyaların da hepsini temin edebilirim.'' Yüzümü karşımda beni izleyen iki adamdan alıp Victoria'ya döndüm. Kirpiklerimi kaç kere kırpıştırdığıma kadar öğrenebiliyordu ve bu korkutucuydu. Tamam, röntgenci bir yapay zekaya sahip olmak pek de ürkütücü olamazdı. Sonuçta o bir yapay zekaydı.

Röntgenci bir yapay zekâ!

''Gidin ve biraz dinlenin profesör. Kendinizi işe başlamaya hazır hissettiğinizde sizi SB ye bekliyor olacağım.''

''Sb?''

''Sonun Başlangıcı'' Kafamı anlamış halde sallarken bir yandan da onaylar mırıltılar çıkardım. Bu sırada paltoma hala sıkı sıkı sarılıydım ve hala üşüyordum. Çantayı omuzuma taktıktan sonra tekrar kabanımın açılan önünü tekrar örttüm.

''Victoria, şehrin ısısını yükselt.''

''Tabi Deniz Bey.'' Victoria ortadan mor ışığıyla beraber kaybolduğunda bende gülümseyerek ''Teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım. Deniz bey teşekkürümü sadece kafasını sallayarak aldı ve aramıza giren Benjamin'e döndü.

''Ben gidiyorum öyleyse önden, Sb'de buluşuruz. Tanıştığıma tekrar memnun oldum profesör.''

''Bende Benjamin Bey.'' Yeşil ışıklı tasarımını tam olarak anlayamadığım araca bindiğinde kapanan cam ışıklı kapıda Deniz Bey ile yüzümüz yansıdı. Benjamin bize el sallayarak göğe yükselmeye başladığında az önce camda birbirimize bakan yüzümüz şimdi cam vesile olmadan birbirine bakıyordu.

''Ailemle telefonda görüşme yapabilir miyim peki?''

''Tabi ki. Victoria'ya arama yapmak istediğiniz kişiyi söylemeniz yeterli.'' İkimizin arasında mor ışıklar birden belirmeye başladığında ''Korkmayın.'' Dedi Deniz Bey.

Işıkların arasından beyaz robotik bir kadın vücudu belirdi, kısa peruğu andıran saçlarının ardından mor ışıklı gözler bana baktığında bunun kim olduğunu anlamıştım. Bu Victoria'nın yapay bedeniydi. Deniz Bey Victoria'nın arkasından çıkıp yanıma geldiğinde teniyle uyuşmayan sağ eline baktım. Normalde açık tenli bir adamdı ama sağ kolu teniyle garip bir şekilde uyuşmuyordu.

Bu kadar gördüğün şeylerden sonra buna mı inanamıyorsun gerçekten Hazel?

''Başka bir sorunuz olursa ya da beni görmek isterseniz...''
''Victoria'ya söylerim.'' Dedim papağan gibi cümleleri tekrarlamaktan rahatsız olmuş şekilde. ''Kendiniz de gelebilirsiniz diyecektim.'' Dedi gülerek. Ben de güldüm.

Ve hatta, Victoria'da güldü.

''Gidelim mi profesör?''

''Gidelim Victoria. İyi geceler Deniz Bey.'' Victoria bileğini kaldırıp ileri doğru uzattığında illüzyonu andıran mavi ışıkların ardından bir araba önümüzde belirdi. Tamamen camdandı, sadece beyaz tekerleklere sahipti. Tekerleğin içinde dönen mavi ışıklar mevcuttu.

''İyi geceler profesör.'' Başımla ona selam verirken açılan cam kapıya doğru ilerledim ve arka koltuğa oturup koltukların içine çöküşümü hissettim. Bu kadar yumuşaklık ve rahatlık hayal ürünü olmalıydı.

Victoria da metalden olduğunu düşündüğüm vücuduyla yanıma geçtiğinde cam kapı otomatik olarak kapandı. Deniz bey arabanın hemen önünde yine elleri cebinde duruyor camdan yansımama bakıyordu.

''Havadan mı, yoldan mı gitmek istersiniz?''

''Fark etmez.'' Dedim gözlerimi Deniz Bey'in laciverte çalan gözlerinden ayırmadan.

Victoria parmağını bir yere dokunduğunda bir cızırtı sesi geldi ve camdan araba birden havalanmaya başladı. Bu sırada Deniz beyle arama giren rüzgâr akımı Deniz beyin yerini kuzey ışıklarıyla sarılı gökyüzüne bırakmıştı. ''Bu gökyüzü görüntüsünü Deniz Bey mi ayarlıyor?''

''Evet, şehrin tüm yetkisi ona aittir. Kalan hiç kimsenin şehir içinde bir yetkisi yok.'' Kafamı anlamış şekilde salladım. Bir dakikalık yükselişin ardından sabit gittiğimiz yukarı yönü durdu ve yön artık ileri bakmaya başladı. Artık yukarı değil karşıya doğru gitmeye başlamıştık, kuzey ışıklarının gerçek olmayan görüntüsünün içinden geçtik. Yüzümü cama yaklaştırarak o görüntüye daha yakından bakmaya başladım. ''Ama ben sizin için görüntüyü değiştirebilirim.''

''Nasıl yani?''

''Deniz Bey size şehir yetkisi verdi Hazel Hanım. Şehirde yapmak istediğiniz değişiklikleri bana söylemeniz yeterli.'' Şaşkınlığımı gizlemeden gözlerimi dışarıdan aldım ve Victoria'nın mor parlak gözlerine çevirdim. Tamam, bu fazla korkutucuydu ama alışabileceğimi umuyordum.

''Neden kimse de olmayan bir yetkiyi bana verdi?''

''Size hoş görüyle yaklaşıyor.'' Kaşlarım da irileşen gözlerim kadar şaşkınlık belirtisiyle havalandı. Şahsen ben sözleşme maddelerini konuşurken sesinden pek de hoş görü tonu duymamıştım. Tamam sözleri hoş görü olarak kabul edebilecek kadar nazikti ama altında yatan ima hiç öyle değildi. Derin bir nefes vererek arkama yaslanıp saçlarımı karıştırdım. Tamamı ile cam olan aracın yanında yeşil ışıklı bir araç belirdiğinde sıkıntılı yüzüm bir anda gevşemişti. Benjamin işaret parmağı ile orta parmağını birleştirerek alnına vurdu ve bana asker selamı vererek kafamı eğişimi izledi. Bunu beklediği bir dakikanın hemen ardından ise abartmadan söylüyorum, ışınlanarak yok oldu. Geriye sadece incecik yeşil bir çizgi kalmıştı, o da saniyeler içinde yok oldu.

Yaslandığım yerden hızlıca doğruldum. ''Bu da neydi?''

''Aracın ışınlanma özelliği var.'' Victoria'nın rahat ve stabil değişmeyen ses tonu beni çok daha fazla çileden çıkaracak gibi duruyordu. Burada her şey herkese göre normaldi ama ben... ben her yeni şeyde alkolün etkisi olduğunu düşünüyor ya da tımarhaneye yatırılıp hayali dünyada yaşayıp yaşamadığımı sorguluyordum.

''İsterseniz ışınlanalım bizde.''

''Ne, hay-'' araç kısa bir savrulmayla, sadece bir göz kırpma süresi kadar bir evin önünde durduğunda ellerimi korkuyla sağa sola uzattım. Bir elim Victoria'nın Benjamin'in dudaklarını andıran buz gibi yapısında diğer elim ise camdaydı. ''Sana hayır dedim Victoria!''

''Teknik olarak henüz söylememiştiniz.'' Mor gözleri bana gülerek baktığında gözlerimi yumup derin bir nefes daha aldım, artık üşümediğimi hissettiğim için paltomun önünün açıldığını bile fark etmemiştim. Hatta sesini duyduğum kapının açılışından içeri soğuk bile girmemişti. Victoria gerçekten de şehrin ısısını yükseltmiş olmalıydı.

Gözlerimi araladığımda Victoria indi ve benim tarafıma gelip ellerini önünde birleştirdi. ''Deniz Bey burayı size hazırlattı, karşıda gördüğünüz ev de ona ait.'' Elini kaldırarak karşıyı gösterdi. Aramızda uçurumlar vardı ama uçurumları dolduran ışıklı başka binalar ve robotlar da görünüyordu.

Arabadan inerek ayağımı sert zemine bastım, ses kısa süre yankılandı ve aniden kesildi. Önümdeki camdan, eve baktım.

İçerisi boydan boya görünüyordu. Camın önündeki oturma takımı, sol odadaki yatak odası ve sağ da kalan odadaki mutfak ve üst katta beliren içi boş kapsüller. ''Camın içeriyi gizleme özelliği mevcut, dilerseniz dışarıdan kimsenin sizi görmeyeceği hale getirebilirsiniz. Deniz Bey'in özel emri var, kendisi istese bile evinizin içinde sizin istemediğiniz ya da haberiniz olmayan hiçbir değişiklik yapılmayacak.''

''Buna sevindim.'' Diye mırıldanarak gözlerimi önümdeki evden çekip arkamda kalan eve doğru çevirdim. Onun evi de baştan aşağı camdandı ve içerisi görünüyordu. İki katlı evin üst katı çalışma alanına benziyordu. Büyük boy birden fazla bilgisayarını ve cama yazılı formülleri görebiliyordum. Evin alt katında da gri bir oturma takımı ve yemek masası falan vardı. Sade oturma düzeni kurmuşa benziyordu, yatak odasına dönüp baktım. Yatak yoktu.

''Deniz Bey'in yatağı yok mu?'' diye mırıldandım. ''Pek uyumaz, uyuduğunda da genelde uzanmıyor. Ya çalışma odasında otururken uyukluyor ya da ayakta dakikalar süren dalışlar yaşıyor.''

''Nasıl ayakta kalabiliyor?'' çatık kaşlarım Victoria'yı güldürdü. Gerçekten insana inanılmaz benzer özelliklerle tasarlanmıştı, yapay zekâ daha önce görmüştüm ama Victoria gibisini ilk defa görüyordum ve açık söylemek gerekirse şimdi aklımı okuyabildiğini söylese inanın hiç şaşırmazdım. ''Bazı karışım enjekte ediyor kendine, bu karışımları kendisi buldu. Bedeninin uyku ihtiyacı olan hormonları doyuruyor.''

''Yani bedenini mi kandırıyor?'' Victoria kafasını aşağı yukarı sallarken bir yandan da evin içine doğru yürümeye başlamıştı. Evin zemininden aşağı baktım, evler resmen havada denecek kadar yüksekteydi ve uçurumu andırıyordu.

''Eğer yürümek isterseniz bana yol açmamı söylemeniz yeterli, araca binmek yerine Deniz beyin evine yürüyerek de gidebilirsiniz.''

''Dur tahmin edeyim, köprü falan kuracaksın?''

''Aslında hayır, yolun devamı uçurumun kenarında katlı halde duruyor. Merdiven gibi düşünün, ben sadece yolu kaldıracak karşı kaldırıma bağlayacağım.'' Kapının önüne geldiğimizde kırmızı ışık yüzümden bedenime kadar üzerimde gezindi ve ''Hazel Alvers, ev sahibi.'' Diyen bir robot sesiyle kapı açıldı.

''Harika.'' Diye söylenerek hem kırmızı ışığa hem de Victoria'ya baktım. Elini kaldırarak önden içeri girmemi işaret etti. Kafamı aşağı yukarı sallayarak içeri girdim ve... şaka mı bu?

İçeride gezinen robotlar mı?

''Evin tasarımı henüz yeni bitti, bu yüzden bu seferlik maruz görün. Sizinle sadece biri kalacak o da yemeğinizi yapıp deneylerinizde size yardımcı olmak için.''

''Yani bana özel bir yapay zekâ mı?''

''Sayılır. Eğer pabucumu dama atmazsanız ben de yardımcı olabilirim.'' Pabucumu dama atmazsanız mı?

Az önce bir yapay zekâ gerçekten bana pabucumu dama atmak dedi ve üstü kapalı tehdit etti.

''Selis, size özel yardımcı olarak tasarlandı. Deneylerinizde ikinci bir kişi olarak görebilirsiniz onu.''

Benden biraz daha uzun at kuyruğu olan saçıyla teni tamamen metalden ve beyaz renkten olan robot önümde durduğunda gözlerinde yanan mavi ışığa şöyle bir baktım. ''Merhaba efendim, ben Selis. Size özel Deniz Bey tarafından tasarlandım.''

''Merhaba Selis.'' Diye mırıldanarak ona bakmaya devam ettim. Victoria ile aynı görünüyordu, tek fark farklı göz renklerine sahip olmaları ve birinin kısa siyah saçı varken diğerinin sarı at kuyruklu saça sahip olmasıydı.

Victoria girdiği içeriden yatak odasına doğru ilerlemeye başladığında onunla beraber yatak odasına ilerledim ve ardından kapıyı örttüm. ''Sana bir şey sorabilir miyim Victoria?''

''Elbette.''

''Sanki aşağı da küçük bir kız çocuğu görür gibi oldum, o... Deniz Bey'in kızı mıydı?'' Victoria bana döndü ve elini karnına koyarak gülmeye başladı. Nedense gözüme şu an tam bir Arçelik reklamındaki robot kızı andırmıştı.

Onun gülmesine ters bir bakış atarak çantamı kenara bıraktım ve paltomu çıkarıp yatağın üzerine koydum. Gerçekten ben bunları ortalama üç dakikada yapmıştım ve bu üç dakika da Victoria duraksız gülüyordu. ''İlahi Hazel Hanım. Deniz Bey hiç evlenmedi.''

Şaşırmıyorum, yemin ederim artık şaşırmıyorum.

''Larissa'dan bahsediyor olmalısınız. O Benjamin beyin kızı, burada bizimle yaşıyor.''

''Ya annesi?'' sürgülü dolaba elimi okutarak açılan dolaba dizilmiş kıyafetlere baktım. Evet içeride her türlü kıyafet bulunuyordu. Pijamalar, eşofmanlar, özel gece elbiseleri, ciddi iş kıyafetleri ve en çok... gömlek ile etek. Yani tam da benim kombinasyonum vardı.

Buna sevinerek elime gelen pijamalardan birini aldım ve yatağa bıraktım. Victoria ''Selis, camlar.'' Dedi ve odaya peşimizden girmeyen Selis'in sesi evin içinde yankılandı. ''Görünmez mod açık, rahat davranabilirsiniz.''

Yüzümü cama çevirdim, rengi bir tık koyulaşmış duruyordu. Gömleğimin düğmelerini açıp üzerimden çıkardım. Eh zaten Victoria tüm hatlarımı biliyordu, pek çekinme fırsatı bırakmamıştı insana.

''Deniz Bey'in elinde bir ton uyuşmazlığı fark ettim, sebebi var mı?'' Victoria ilerleyip yatağa oturdu, eğer dış görünüşü insan teninde olsa ve gözleri herkes gibi olsa robot olduğunu bile unutabilirdim. ''Deniz Bey burayı ilk kurduğu zamanlarda bir kaza geçirdi, parmaklarının birkaçını kaybetti ve bileğinde güç kaybı gerçekleşti.''

Gömlek elimden bir anda yere düştü. ''N...nasıl yani parmaklarının koptuğunu mu söylüyorsun?'' Victoria kafasını aşağı yukarı salladı. Dudaklarım ve gözlerim aynı mesafede açık karşısında öylece yarı çıplak duran bana bir süre baktı ve gözlerinden ışıklar havaya süzülerek bana bir görüntü gösterdi. Karşımda Deniz duruyordu ama daha gençti, bedeni daha zayıftı ve parmaklarının birkaçı yoktu. İçimin sızladığını hissettim, kaşlarım çatılmış ekrana bakarken elim boynuma gitmiş boynumu bilinçsiz cimciklemeye başlamıştı.

''Deniz Bey kendine metal robotik bir el tasarladı.'' Görüntü değişti ve Deniz'in şimdiki hali ile kolundan parmağına uzanan koyu gri metal bir kol göründü. Kolunun üzeri tamamen ten rengine bürünmüştü. O bölgelerde de devam eden duyu kaybı olmalıydı. Üzerinde siyah bir sıfır kollu vardı ve bir omuzundan kendi teniyle kolu inerken diğerinin yarısından gri bir metal iniyordu. ''Başta Deniz Bey'in psikolojik olarak toparlayamayacağını düşünmüştüm ama kendi kolundan daha çok sevdi tasarladığı eli. Şimdi ise sizin onu o şekilde görmenizi istemediği için illüzyon ile metal görüntüsünü kapattı.''

''Utandı mı?'' yere düşen gömleği alıp paltomun üzerine bırakırken Victoria'nın gözlerinden ince bir ışıkla süzülüp havada beliren Deniz'in yüzüne baktım. Koluna bakarken dudakları kıvrılmıştı, gerçekten hoşuna gidiyor olmalıydı. ''Sizin rahatsız olabileceğinizi düşündü. Kolunda hala yara izleri var.''

''Ona olmadığımı açık açık söylemeden nasıl belli edebilirim?'' diye mırıldandım onu izlerken. ''zahmet etmeyin ben ima ederim.''

''Gerçekten mi?'' diyerek ona döndüm, yüzümde saçma bir gülümseme belirmişti. ''Elbette.''

Yatağın üzerine bıraktığım pijamayı alıp üzerime geçirdikten sonra eteğimi de çıkardım ve altımı da değiştirip derin bir nefes alarak dağılmış saçlarımı düzgünce topuz yaptım.

''İç çamaşır, ped gibi gerekli tüm özel eşyalarınız şu çekmecede.'' Bana gösterdiği banyonun yanındaki komodine baktım. ''Uyandıracağım kişinin kim olduğunu biliyor musun?''

Yatağın üzerine bıraktığım kıyafetleri alıp dolaba yerleştirdim. ''Deniz Bey'in babası. Görkem Aras, Kendisi de Deniz Bey'in şimdi olduğu gibi profesördü. Sizden ve Deniz Bey'den çok daha erken bu unvanı aldı.''

''İsmini duymuş olabilirim ama tam olarak hatırlayamıyorum.''

''O da Asaf beyin öğrencisiydi, hatta bakarsanız Asaf beyin ilk öğrencisi Görkem Aras.''

Kaşlarım hayretle kalktı, yatağa Victoria'nın yanına oturdum. Ellerimi kucağımda birleştirmiştim. Kenarda duran ıslak mendili uzanarak yakaladıktan sonra yüzümü ıslak mendille temizlemeye başladım, Şu an yıkmaya inanılmaz üşeniyordum ve uyku üzerime çok ağır gelmeye başlamıştı.

''Peki annesi?''

''Annesi maalesef sizlere ömür.'' Yüzümü sildiğim mendili avucumda buruşturdum. Görünüşe göre Deniz Bey'in cidden zorlu ve acı dolu bir geçmişi vardı. Böyle bir adamın sert ve mantık adamı olması oldukça normaldi.

''Anladım.'' Yüzümü yere eğerek makyajımı sildiğim ıslak mendile bakındım, bu konu da tam olarak ne diyebilirdim bilemiyordum ama yaşamının böyle olmasına üzülmüştüm. Victoria'nın gözlerinden çıkan görüntü ortadan kaybolduğunda yüzümü kaldırdım. ''Biraz dinlenin, işe başlamaya hazır olduğunuzda sizi hazırladığımız çalışma alanına götüreceğim.''

''Yarın başlayabilirim, burada öylece oturmak istemiyorum.'' Victoria başını sallayarak ayaklandı. ''Öyleyse uyandığınızda Selis kahvaltı hazırlamış olacak, kahvaltıdan sonra sizi alması için araç yollayacağım.''

''Tamam, teşekkür ederim.''

Victoria kapıya doğru ilerlerken ışıklar kapanmaya başladı. Tek parlayan şey dışarıdaki kuzey ışıkları ve Victoria'nın parlayan gözleriydi. ''Kuzey ışıklarını bol yıldızlı bir gökyüzüne dönüştürebilir misin?''

Adım sesleri kesilirken mor gözleri bana döndü ve kapının önünde duraksayarak ''Elbette.'' Diyerek mor ötesi gözlerini dışarıya çevirip birkaç dakika sonra ışıkları yıldızlara çevirdi. ''İyi geceler profesör.''

Kapının açılışını ardından da kapanışını duydum. İçeriyi dolduran sessizliğin hemen ardından camdan dışarıya bakarak oturduğum yataktan kalktım ve elimdeki peçeteyi komodine bırakıp camın önüne gelerek parmaklarımı soğuk cama yasladım. Bu gökyüzü inanılmaz güzeldi, hayatımda hiç bu kadar fazla yıldızı bir arada gördüğümü hatırlamıyordum.

''Nefes kesici.'' Diye fısıldadım kendi kendime, uykunun ağırlığı git gide artıyordu. Ağzımı kocaman açıp seslice esnedim. Bu sırada gözlerim dolmuştu. Yatağım camın tam karşısında olduğu için sanırım oldukça şanslıydım.

Yatağa geri yürüyerek içine girdiğimde sıcaklık ve rahatlık duygum zirveye çıktı. Bu yatak gerçekten... inanılmaz rahattı ve böyle bir yatakta uyumuyor muydu? O adam aklını kaçırmış olmalıydı.

Yatakta yan dönerek elimi yanağıma aldım ve yıldızları izlemeye koyuldum. Bu müthiş bir şeydi, artık her gece istediğim görüntü gökyüzünde canlanacaksa... uykuyla aramız baya bozulacak görünüyordu.

Sadece bozulmak için bugün uygun değildi çünkü uyku her zamankinden daha çok omuzumda yük olarak hissettiriyordu. Bir kez daha ağzımı yırtılırcasına açıp esnedikten sonra gözlerim kapandı ve o anda üstümdeki yük kalktı. Kuş gibi uçtum özgürlüğe, uykunun en güzel yanı buydu. Zihninin de bedeninin de tüm ağırlığı kuş olup uçuyor kayboluyordu.

Ve ben umuyordum ki, bu gördüğüm şeyler alkolün ya da uykumun hayal ürünü değildi. Bu şehir de , bu adam da gerçekti.

*

Hayatta bazı anlar olur ve siz bu anları ne yakalayabilirsiniz ne de kaçabilirsiniz. O anlar gözlerinizin önünde olur ve siz sadece izlersiniz. Hisleriniz size olan biteni tercüme eder, zekâ kadar hızlı ve net olmadığı için duyguların azizliğine uğrarsınız. Zaman kaybeder bir şeyleri ve siz olurken değil olduktan sonra hissetmeye başlarsınız.

Aşk gibi mesela.
Ben âşık oluyorum diyen çok az insan gördüm. Herkes âşık oldum derdi genelde etrafımda, kimse olduğu anı fark etmezdi. Olurdu ve evet ben aşığım derdi ama âşık olduğu zamanı sorduğunuzda anında cevap veremezdi. Çünkü kimse oluş anını bilmiyordu.

Acı mesela. Acı anında vurmazdı bedene ve gözlere. Önce bir şeyler duyar görürdünüz. Bunu anlamadığınızdan değildi inkâr edişiniz sadece duyguları beklemek için kendinizi oyalıyor kandırıyordunuz. Duygular bedene vurmaya başladığında ise kabulleniyordunuz.

Kabullenmekse hayatınızı sıfırdan başlatan tek kelimeydi. Kabullenmek açtığınız yeni bir sayfaydı, oraya acınızı ya da yeni hayatınızı yazmak ise size kalmıştı.

Ben de kabullendiğim bu hayatın ilk sayfasını açmış elimde kalemle bekliyordum, çünkü henüz ne yazacağımı bende bilmiyordum.

Gözlerimi yumuşacık rahatlık duygumla dans eden yatakta araladım, ellerimi uzatarak ağzımı kocaman açtım ve esnedim. Kaç saat uyuduğumu bilmiyordum ama bu yataktan hiç çıkmadan çalışmayı çok istiyordum. Acaba iş bittiğinde çek yerine bu yatağı mı isteseydim?

Gözlerimi araladığım yatakta ellerimi yatağa yaslayarak doğruldum. Kaşlarım belli belirsiz çatıldı karşımdaki görüntü karşısında. En az on saat deliksiz uyuduğuma emindim ama hala gece miydi?

Bu imkansızdı.

''Selis.'' Diye mırıldandım evin içinden sesinin gelme umuduyla. Birkaç saniye sonra ''Evet efendim.'' Diyerek cevap verdi bana. ''Ne kadar uyudum?''

''On iki saat efendim.''

Yataktan ayaklarımı sarkıtarak yüzümü camdan çektim ve ışıkları yanan odaya bakındım. Düşündüğümden de fazla uyumuştum. ''Victoria'ya havayı gündüze çevirmesini söyleyebilir misin, havanın aydınlanmasını istiyorum.''

''Elbette.'' Evin içini sessizlik sararken ışık kapandı ve gökyüzünde güneş doğmaya başladı. Cama kısa bir bakış atıp dolaba ilerledim, işte tam şu an uyandığımı hissediyordum ve gündüz ışığı içeriyi çok daha güzel aydınlatıyordu.

Ellerimle gözlerimi ovuşturdum ve siyah bir gömlek ile siyah beyaz bir kalem etek çıkarıp yatağın üstüne bırakarak lavaboya ilerledim. Banyonun içi de tahmin ettiğim gibi sönmeyen ışıklarla donatılmış teknolojik bir banyoydu. Aynanın karşısına geçtim, elimi çeşmeye doğru tuttuğumda önce sabun sıkıldı ve ardından sabun elimde dağılıp su açıldı. Bahsettiğim lavabo da sanırım her işini kendi yapan bir robottu.

Suyu yüzüme vurup kendime bir güzel geldikten sonra havluyu tutan kol bir anda bana doğru uzandı ve tam önümde durdu. Havluyu ucundan tutup yüzümü kuruladım ve kol geri çekilip tekrar duvara yapıştı.

Lavabodan işimi bitirip çıktıktan sonra üzerimi çıkarıp yeni kıyafetleri üzerime geçirdim ve çekmeceleri karıştırarak bulduğum tarakla saçlarımı tarayıp tutturmalı tokayla arkadan tutturdum. Bu sıra da Selis'in sesi yine evde duyuldu. '' Günaydın Hazel Hanım. Yemeğiniz hazır, gözlüğünüz baş ucunuzda.'' Baş ucumdaki gözlüğüme bakındım. Oraya ilerleyip gömleğimi düzelttikten sonra camları pırıl pırıl olan gözlüğü gözüme taktım. ''Selis, bu ne?'' takar takmaz ışıklarla beni kör eden gözlüğü aniden gözümden çıkarırken şaşkınlıkla elimde ki gözlüğe bakındım.

Gözlüğü takar takmaz evde robotik olan ne varsa ismiyle göreviyle mavi ışıklar halinde gözlerimin önüne çıkmıştı. ''O çalışmanızda kolaylık sağlamak ve etraftaki her şeyi daha rahat anlayabilmeniz için Deniz Bey'in size tasarladığı özel çalışma gözlüğü.''

Elimdeki gözlüğe bakınıp kaşlarımı çattım, bu gözlükle bırakın çalışmayı önümü bile göremezdim. ''Dilerseniz sadece çalışma modunu açıkta tutabilirsiniz, size yapay zekâ gibi yardım edecek özelliklere sahip.''

''Onu nasıl yapacağım?'' gözlüğü tekrar gözüme taktığımda Selis ''Kulağınıza değen yere dokunun. O modun tuşu orada dilediğinizde dokunarak tekrar açabilirsiniz.'' Dedi. Dediğini yaparak tuşa dokundum, ışıklar bir anda yok oldu.

''Oh be.'' Diye mırıldanarak sonunda görebildiğim odadan çıkıp mutfağa ilerledim. Selis elindeki her sabah genelde içtiğim böğürtlen çayını masaya koyuyordu.

''Dilediğiniz başka bir şey var mı?''

Masaya konulmuş iki tane içi malzeme dolu tosta baktım. ''İçinde zeytin yok.''

Yemediğim zeytinin olmayışını duyduktan sonra tostun gözüme farklı gelmesine bir an güldüm ve masaya oturup ''Teşekkür ederim bunlar kâfi.'' Diyerek peçeteye sarılı tostu elime aldım ve yemeye başladım.

''Deniz Bey çalışma alanında sizi bekliyor, size orayı kendi gezdirecek.'' Yediğim lokmayı yuttuğumda aynı zamanda kafamı aşağı yukarı salladım. Yemek yerken genelde bir şeyler izlerdim ama şu an bir şey izleyecek kadar uzun sürmeyen kahvaltının sonuna geldiğim için buna pek de gerek kalmamıştı. Dün doğru düzgün yemek yemediğimi ve alkolle kafamı bulandırdığımı varsayarsak bu kadar hızlı yemem hiç de göze batmıyordu.

Ellerimi çırparak böğürtlen çayımın son yudumunu da içtim ve ayağa kalkıp ellerimi yıkadım. Aynı lavabo ben hiçbir şeyi yapmayan yerime yıkama işlemini halletmişti. Uzanan havluda ellerimi kuruladım ve lavabodan çıkıp ''Gitmeye hazırım.'' Diyerek kapıda beni bekleyen Selis'e baktım.

''Aracınız kapıda Hazel Hanım, akşam ne yemek istersiniz?''

''Tavuk sote ve soslu makarna güzel olabilir.'' Selis gülümseyerek kafasını aşağı yukarı salladı. ''Kolay gelsin profesör.''
''Sana da Selis.'' Gözlüğümü biraz daha yukarı çıkararak alışamadığım evin kapısına ilerledim, kapı otomatik olarak açıldıktan hemen sonra dün ki camdan araç kapısı açık vaziyette önümde belirdi.

İçeride kimse yoktu ama sanırım buna gerekte yoktu. Dün gece kafamın bir kısmı gidik olduğundan belli belirsiz şeyleri hatırlayamıyordum.

Elimi enseme atarak ovuştururken bindiğim aracın kapısı kapandı ve ''Sb'ye gidiliyor.'' Dedi bir erkek sesi. ''Evet.'' Dedim sadece.

Bundan hemen sonra araç hareketlendi ve hava yolundan bilmediğim yerlerden gitmeye başladı. Belki de dün giderken görmüştüm hatırlamıyordum ya da bizim dün ışınlanarak yok olduğumuz yerlerdi buralar. Bu ihtimalden ötürü cama doğru yaklaşarak dışarıyı inceledim. Havada asılıymış gibi duran binalar, şirkete benzer yerler ve teknolojik aletler vardı. Birkaç robot havada duruyordu ve birkaç görüntü yanımızda süzülüyordu. Bazısı robot görünümleriydi, bazısı ise çocuk filmlerini andıran oyuncak tarzı görsellerdi. Bu görselleri Larissa dedikleri kız için yaptıklarını düşünüyordum.

Geçtiğimiz onca binadan hemen sonra ışıklarla SB yazılı yine her yeri cam olan başka bir binanın önüne geldik, bina oldukça yükseğe uzanıyordu ve camdan sadece dışarıdaki görüntüler yansıyordu. İçeride ne olduğu belli değildi.

Araç tahmini on ya da on beşinci katın hemen önünde durduğunda o katın camı boydan boya açıldı ve aracın kapısı tam da odanın içine doğru açıldı. Tamı ile içeride sayılmazdık ama inerken aşağı düşme tehlikemde yoktu.

Açılan kapıdan beyaz döşenmiş laboratuvara iniş yaptım. Ayaklarım yere değdiğinde çıkmadan son anda giydiğim rahat ayakkabıların sesi içeride duyuldu. ''Hoş geldiniz.''

''Hoş buldum.'' Deniz Bey karşımda giydiği buz mavisi gömleğinin üstündeki önlüğüyle beni karşıladı. Altında beyaz rahat bir kumaş pantolon vardı ve önünde birleştiği bir elinden metal parmaklar görünüyordu. Victoria sanırım gerçekten de benim yerime bunu söylemişti.

Deniz Bey'in gözleri yüzümde gezinirken alışık olmadığım görüntüye rağmen kendimi toparladım ve onun bana yaptığı gibi gözlerimi yüzüne çevirdim. Gülümsedi ve aldığı nefesle göğsü inip kalktı.

''Burası size özel hazırlattığım laboratuvar ama ortak alanda beraber çalışmak isterseniz arka alanda çalışabiliriz.''

''Ortak alan?'' odanın öbür ucuna doğru yürümeye başladığında arkasından sessizce onu takip ettim, bu sırada araç geri çekilmiş boydan boya açılan cam da kapanmıştı. Adımları durduğunda dikkatimi arkadan önüme çektim, Önüne geldiğimiz camdan aşağısı görünüyordu ve boylu boyunca en alt katta olan bir çalışma alanıydı. Bir kısım tamamen metal eşyalar, robotlar ve bilgisayarlarla doluyken diğer kısmı kapsüller deney masası ve sedyelerle doluydu. Aynı zamanda havada asılı duran teknolojik mavi renk bir tahta da vardı. Her köşe yeşillikle kaplanarak doğallık görüntüsünü de çalışma alanına ekmişti ve bu çok hoş görünüyordu. Köşelerden uzayan ağaçları ve sarkan geniş yaprakları görebiliyordum.

''Çalışma düzeninizi tam olarak bilmediğim için hem beraber çalışabileceğimiz hem de ayrı çalışabileceğimiz alanlar hazırladım. Bu bina da gerekli malzemeler, deneyler ve geçmiş çalışmalar var. Benim asıl çalışma alanım orası, sizin içinde yanıma yer açtım.''

''Daha önce bir ortağımla çalışıyordum.''

''Alya Ersan.''

Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Sizin adınıza ona profesör haber verdi ve üstünüzdeki leke temizlendiği için ona referans olduğum yerde kendisi de bugün işe başladı.''

Çatık kaşlarımla ona doğru bir adım attığımda yüzü camdan bana dönmüştü. Hava aydınlık olunca laciverte kaçan gözleri biraz daha maviye yakın gözüküyordu ve durgun... fazla durgun.

''Ne demek referans olduğum yere bugün başladı?''

''Sabah kendisi alkan şirketi tarafından arandı ve iş teklifi aldı. Profesör ve ben de şirkete alınabilmesi için ona referans olduk çünkü kendisi yetenekli bir bilim kadını ama sizin kadar değil. O yüzden karşımda o değil siz duruyorsunuz. Arkadaşınız çalışmalarınızı geliştirmekte fazla yetenekli olabilir ama bana yardımcı değil tasarımcı lazım. Çünkü anca kendi deneylerini oluşturan biri başkasının deneylerini çözümleyebilir.''

''Pekâlâ, sanırım buna sevinmem gerekiyor.''

Tabi ki de sevinmedim! En yakın arkadaşımla resmen ayrılmıştık nasıl sevinebilirdim?

Aşağıdaki çalışan robotların arasında onu göremediğim için ''Victoria yok mu?'' diye mırıldandım. ''O yapay zekâ olarak çalışır genelde.''

''Anladım, peki ikimiz birden onunla nasıl çalışacağız farklı alanlar...''

''Victoria kendini klonlama yetisine sahip, sınırlı sayıda kendini klonlayabilecek şekilde tasarlandı.''

''Onu tasarlaman ne kadar sürdü?'' dedim bu kez de merakla. Bir elini cebinden çıkararak baş parmağıyla alnını kaşıdı, yüzünü hafif ekşitmişti. Bana peşine takılmamı ima eder şekilde kafa sallayarak asansöre doğru yürümeye başladığında onu takip ederek odanın sonundaki asansöre doğru yürümeye başladım. Bu sırada hala etrafı süzüyordum, beyaz bilgisayarlar sedyeler ve kapsüller aynı zamanda hazırda bekleyen beş adet robot katı dolduruyordu.

Asansörün önüne geldiğimizde kapı otomatik olarak açıldı içeri girdik ve Deniz Bey'in ''Ortak alan.'' Demesiyle kapı kapandı. ''Victoria'yı ilk tasarladığımda Asil'in içindeki halindeydi. Yani sadece başta ona yüklediğim köpeğimin bilgileri vardı. Sonra zamanla onu geliştirdim, önce sadece kendi bölümüm hakkındaki bilgileri edinebileceği sınırsız bilgiye ulaşabileceği bir yapay zekaya dönüştürdüm. Sonra zamanla başka robotlarda deneyip başarılı olduğum her alanı ve her konuyu Victoria'ya yükledim. Zamanla kişisel yapay zekâm olmasının yanı sıra bu şehrin tasarımını tamamlama yardımcı oldu ve tahmini elli yıl sürecek tüm tasarımları bilgileri sayesinde on yılda bitirmemi sağladı.''

''Vay canına.'' Asansörün kapısı aralandığında ikimizde aynı anda ortak alan dediği yere adım attık. Yukarıdan büyük duran bu alan kapı açıldığında çok daha büyük görünüyordu. Nereden baksanız bir semt kadar büyük görünüyordu. ''Yani onu tasarlamam birkaç ayımı aldı ama bu hale gelmesi yıllar sürdü. Tahmini iki üç yılda çok işe yarar hale geldi bundan beş yıl önce de bu versiyonuna ulaştı.''

Kafamı anlayışla salladım. Bu sırada ortak alanın hemen solundaki askılıktan bir önlük aldı. Önlüğü alıp iç kısmını çevirerek bana doğru geldiğinde kollarımı önlüğün kollarından geçirdim. ''Teşekkür ederim.''

Kafasını teşekkürümü alma manasında salladı. Giydiğim önlüğün yakalarını düzelterek onunla beraber büyük televizyon genişliğindeki bilgisayarlara doğru ilerledim. Bilgisayarların öteki tarafında ekransız tamamen hava da süzülen cam bilgisayarlarda vardı. Camın üstüne elini koyup birkaç şeyi kaydırdığında ''Kahve?'' diye mırıldandı. ''Olur.''

Bir robot bize doğru tekerlekli ayaklarıyla kaydı ve karın bölgesi açıldı. İçeriden buraya kadar yayılan kahve kokusuna sadece güldüm. Dünden beri kendime şaşırmadığımı söylüyordum ama bana sorsanız hala alkolden uyuyakalmış hayal dünyamda olduğumu düşünüyordum.

Aldığım kahveden hemen sonra yerine yeni bir bardak çıktı. Deniz bardağı aldıktan sonra ekran da baktığı şeyi kaydırarak orta Kısıma fırlattı ve hemen çaprazımızda havada süzülen görüntüler etrafa dağıldı.

''Uyandıracağın adam Görkem Aras.''

''Babanız.'' Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Kendini yarışmaya hazırlandığımız zamanlar dondurdu, ardında bıraktığı bir formül defteri var. Victoria bir kısmını çözse de büyük bir kısmı hala bir sır. Nasıl uyanacağı kendini nasıl dondurduğu hakkında ardına bıraktığı günlüğü farklı dillerde ve sembollerde bırakmış.''

''Seni de mi arkasında bıraktı?'' kendimi tutamadan kurduğum bu cümle yüzünden kendime sert bir tokat atasım geldi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. ''Evet.'' Diyerek normal bir şeyden bahseder gibi havadaki yazılarla oynamaya devam ettiğinde onda olmayan hüzün duygusu bir anda benim içimde belirdi.

''Bu teknolojik şehrin tasarımının taslağını bana bıraktı, eğer ömrüm yeterse bu şehri tasarlamaya onu görebileceğimi söylemişti.''

''Sen bu yüzden mi...?''

''Bu şehri inşa ettim, evet. Babamı görebilmek ve ona kavuşabilmek için.''

''Ama neden böyle bir şey yaptı?'' yanına daha çok yaklaşarak kahveden büyük bir yudum aldım. ''Babam takıntılı bir bilim insanıydı, teknolojik bir şehri gençlik yıllarında hayal etti ama aşk peşinde koşarken buna vakit bulamamıştı. Kendi yapamadığını bana yaptırmak içinde böyle bir yol kullandı çünkü onun için bunu yapacağımı biliyordu.''

''Her çocuk babasına kavuşmak ister.'' Dedim bende ona katılarak. Kafasını olumsuzca sallayarak gülümsedi. Nedenini sormak istedim ama ben bunu soramadan bir robottan ''Deniz Bey, Irmak Hanım kapıda bekliyor.'' Sesi duyuldu ve sohbet o anda dışarısıyla içerisi gibi birbirinden ayrıldı.

''Geliyorum.'' Deniz bana dönüp ''Hemen döneceğim, müsaadenle.'' Diyerek geldiğimiz yönün ters yönüne doğru yürümeye başladığında arkasından bir süre izledim ve ''Victoria.'' Diye seslendim onun gidişini izlerken. ''Efendim profesör.''

''Irmak kim?''

''Irmak Hanım Deniz Bey'e karışımları hazırlayan bir doktor. Aynı zamanda Deniz Bey ile kuzenler.''

Kaşlarım hayretle kalkındı, Deniz görüş açımdan kaybolmuştu. Burası belki de semtten daha da büyüktü, tam olarak bilemiyordum ama gördüğüm yer bile bana yetmişti.

''Deniz Bey babam onu uyandıracağımı biliyordu derken neyi kastetti?'' diye sordum, daha sonra bunun özel olduğunu düşünerek ''Özelse anlatmayabilirsin.'' Diyerek sorumdan vazgeçtim.

Birkaç dakika sonra tekrar bu fikrimden de vazgeçip saçımdaki tokayı çıkardım ve saçlarımın omuzuma düşmesine izin vererek elimi arasına geçirdim. ''Bana Deniz Aras hakkındaki internet haberlerini göster Victoria, özel bilgileri koruma altındadır eminim ama en azından onun hakkında herkes kadar bilgi sahibi olayım.''

''Deniz Bey özel bilgilerini size karşı korumamı söylemedi.''

''Öyle mi?''

Gözümü onun gittiği yöne doğru çevirdim. Ortalıkta görünmüyordu, buna güvenerek ve bir anda sağımda ya da solumda belirmemesini umarak söze giren Victoria'yı dinlemeye koyuldum. ''Deniz Bey küçük yaşlardayken bir böbreği iflas etti, uyumlu başka bir böbrek bulunamadığı için doktorlar onun öleceğinden emindi ama Görkem Aras'ı tanımıyorlardı. O elinde tek kalan oğlunu kaybetmek istemeyen bir baba ve başarılı bir bilim adamıydı. Elindeki tüm imkanları kullanarak yapay bir böbrek tasarladı ve tüm etkenleri oğlunun bünyesine uydurdu.''

''Dalga geçiyorsun?'' Victoria'nın yüzü havada mor ışıklarla belirdiğinde kenarda duran masaya yaslanarak onu dinlemeye devam ettim. Yüzüm nasıl bir hale bürünmüştü bilmiyordum ama üstün yapay zekamızı baya güldürmüştü.

''Deniz Bey bu olaydan sonra bilime fazlasıyla meraklıydı, babasının yolundan gitmek ve hayat kurtarmak istiyordu. Babası da bu ışığı gördüğünde oğluna küçük yaşta tüm bildiklerini yavaş yavaş aktarmaktan ve onun bilim zekasını kullanmaktan çekinmedi. Kendini adını bilmediğimiz bir profesörden yardım alarak özel bir şekilde buza gömdü ve ardından Deniz Bey'e sadece şehir taslakları ile üç sayfalık bir mektup bıraktı. Deniz Bey sadece babasını özleyen biri değil, aynı zamanda borcunu geri ödemek isteyen bir Bilim adamı.''

''Yani bunu duygusal açıdan yapmadığını mı söylüyorsun?'' dedim kuşkuyla ellerimi masaya yaslayarak. ''Sadece onun için yapmadığını düşünüyorum. Deniz Bey'i uzun zamandır tanıyorum ve her yüz ifadesini her ses tonu ile duygularını kayıt altına alıyorum. Mesleği asker, polis ya da siyaset olan insanlardan sonra en duygusuz insan niteliğinde çünkü onu sadece tek bir kişinin yanında mutlu görüyorum.''

''Kim?'' merakla dudaklarımı kemirmeye başladığım sırada gözlerim yine onun gittiği yöne kaydı, neden bu kadar paniklediğimi bende bilmiyordum ama garip bir şekilde bana yabancı olan bu hissi üzerimde taşıyordum. ''Larissa, onunla olduğu zamanlar hariç samimi bir şekilde güldüğünü bile duymadım.''

Kafamı anlayışla kendi kendime salladım gözlerimi yere indirirken, sadece bir çocuk sönmüş duyguları açığa çıkaracak kadar aydınlık olabilir. Bunu bildiğim için çok makul bir cevap olduğunu düşündüm aldığım cevabın. Victoria bu konuşmadan sonra başka bir şey söylemedi ben de başka bir şey sormadım, öylece yere bakmaya devam ettim. Yerden geçen mavi ışıklara baktım, etrafı sıcak tutan orası olmalıydı çünkü ayaklarım ayağımdakilere rağmen sıcacıktı ve ısının gelişini hissedebiliyordum.

Birkaç dakika oluşan sessizlikte adım sesleri duyulduğunda yüzümü kollarımın arasından eğdiğim yerden kaldırdım ve sola döndüm. Deniz Aras bir eli cebinde diğer elinde sigarayla ve üzerinde doktor önlüğüyle bu tarafa doğru yürüyordu. Bir kolu yukarı doğru sıyrılmıştı, demek ki uykusuzluğu için kendine yeni bir iğne enjekte etmişti.

Biten sigarasını kenarda duran robotun avucuna bıraktığında sigara bir anda yok oldu ve gözleri sonunda dakikalardır onu izleyen beni buldu.

''Bir şey mi oldu?''

''Hayır, sadece düşünüyordum hangi yerde çalışmak daha iyi olur diye...''
Bana kafasını sallayarak kollarını birbirine doladı. ''Hangi yerde çalışmak daha iyi olur?''

''Sanırım birlikten kuvvet doğar.'' Bu cevabımla dudaklarında bir gülümseme canlandı.

Samimi bir şekilde güldüğünü bile duymadım.

Şimdide rol mü yapıyorsun Deniz Aras yoksa gerçekten gülüyor musun bize? Ne geçiyor o aklından ne hissediyorsun uyanacak baban hakkında? Onu özlüyor musun, uyandığında ona ilk sarılacak mısın yoksa borcumu ödedim mi diyeceksin?

Elini, böbreğini ve gençliğini kaybetmek nasıl bir his Deniz Aras, hissediyor musun eksikliğini yoksa kandırıyor musun kendini kendi tasarladığın bu yüzyıllar sonrasında?

''Sevindim, burada genelde Benjamin ile çalışırız ama arada sırada başka doktorlarda bize eşlik eder. Şehrin dört bir yanında çalışma alanları var ve her yanında başka bir ekip görevli. Zamanla hepsiyle tanışacağını düşünüyorum.''

Onu dinlerken bir yandan da aklımdaki soruları teker teker hayali bir silgiyle zihnimden temizlemeye koyuldum. Karışık bir adam ve karışık bir hayat önceliğim de işim de değildi. O sadece beraber çalışacağım bir adamdı ve beni kendi şehrinde misafir ediyordu. Sadece tek bir şeyi gerçekten merak ediyordum. ''Bu şehri nasıl aldınız? Parayla kimseye şehir verilmez başka bir şey vaat etmiş olmalısınız.''

''Evet, vaat ettim.''

Sırtını arkada kalan camdan duvara yasladığında ellerimi yasladığım masadan çekerek ona döndüm, ikimizin de kahvesi çoktan soğumuş olmalıydı, gözlerimi kaydırdığımda soğumamış olduğunu görünce soğumuş olduğunu düşündüğüm için kendime kızdım. Elbette ki soğumazdı.

Elimi aldığım zamanki kadar sıcak bardağa uzatıp bir yudum aldım, nedense derin bakan lacivert gözleri birazdan bana inanamayacağım başka bir şey söyleyecekmiş gibi hissediyordum.

''Dış devletler ile Türkiye arasında teknolojik bir savaş olacak, çok yakın bir zaman diliminde. Dış devletler buna çoktan hazırlandılar ve bu şehri saymazsan ülkenin kurtulabileceği bir savaştan bahsetmiyorum.''

Elimdeki kahveyi kenara bırakarak önüne doğru yürüdüm, ona yaklaşmamı sessizce izledi ve mimik bile oynatmadan metal elini ensesine uzattı. ''Bunu biliyordum çünkü aynı senin gibi yurt dışında okumuştum ve orada edindiğim çevreden teknolojik silah tasarımlarını kopyaladım. Döndüğümde onun üzerinde etkisiz hale getirecek çalışmalar yaptım ve siyasetçilerle görüşüp onlara bunları sundum. Başta inanmadılar ve kabul etmediler ama sonra...''

''Sistemimiz hacklendi... tam da yarışmadan bir yıl sonra sisteme sızıldı ve insanların bilgisi çalınmıştı.''

''Birçok bilim insanı çalışmalarına virüs girdiği için ulaşamadı.'' Diyerek cümlemi tamamladığında yutkundum. Tam da düşündüğüm gibi söyleyeceği şey hiç hoşuma gitmeyecekti ve robot olmadığım halde bu konuşmanın devamını kolayca tahmin edebiliyordum. ''Siyasetçilerde aldıkları onayla benimle anlaşmayı kabul ettiler, ben şehri aldım onlarda devamlılığı olan teknolojik silah kaynağı elde ettiler.''

''yani sen... milyonları öldürecek silah tasarımlarını öylece onlara verdin...'' bir süre sesini çıkarmadı. Çıkarmasını bekledim, belki de inkâr etmesini ama etmedi. Bende üzerine doğru bir adım attım. ''Neydi?'' gözlerini gözlerime kaldırdığında yutkunuşunu görmüştüm. Aldırmadım ve daha çok yaklaştım. Dudaklarını araladı ama o aralıktan sözcükler çıkmadı, gözlerim bir şeyler duyma umuduyla dudaklarına inmişti ama olan tek şey aklımın bulanmaya başlamasıydı. Bunu engellemek için gözlerimi tekrar gözlerine çıkardım. Uzun siyah kirpikleri gözlerini olduğundan güzel gösteriyordu.

''Onlara verdiğin silah neydi?'' diyerek sorumu tekrarladım, umuyordum ki onun da gözlerinin dudaklarıma ve boğazıma inişi yutkunuşumu duyduğundan değildi.

''İlk ve tek sefer mahsus yaptığım bir silah...'' ona ne bu silah der gibi baktım. Kollarımı birbirine dolamış tam önünde durmuştum. Dudaklarını ısırdığında gözlerimi gözlerinden ayırmadım, sadece göz ucuyla kalan beden hareketlerini görebiliyordum.

Derin bir nefes aldığında inip kalkan göğsünün yanında yaslandığı yerden doğruldu ve beklediğim cevabı hiç beklemediğim sözlerle verdi.

''Canlı bir robot.''

 

Loading...
0%