Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@byzloey

Instagram ; Byzloey
İyi okumalar'

 

11. Bölüm | Kemik kıran yükler

Be My First One, Talkin Toys

Ölüm ve gelecek birbirine zıt iki kelimeden ibaretti, bazıları için.

Baktığınızda ikisi de insanları birbirinden ayıran nokta gibi görünüyordu çünkü insanların çoğunluğu ölmeyi dilerken çoğunluğu da ölümünü bilmeden geleceği için çalışıyordu. Aslında bakarsak ölmek isteyenlerde geleceği için çalışıyordu. İnsanları sonsuz bir çelişkide bırakıyordu. Ölmek istiyorlardı ama ölümden korkuyorlardı. Ölmek istiyorlardı ama ölüm başa geldiğinde ondan kaçıyorlardı. İnsanlar büyük yalancıydı.

Yaşamak isteyenler de ölmek isteyenlere benzerdi. Yaşamak istiyorlardı ama sigara, alkol ya da uyuşturucu gibi ölüme yol açan şeyleri kullanıyorlardı. Onlara açılan yolun sonunun neresi olduğunu biliyor ona rağmen yoldan geri dönmüyorlardı.

Olursa diye.

Zeyd'den duyduğum en ağır kelimelerden biriydi. Yaşamak istiyordu, bunu umuyordu ve bunun için geleceğine yatırım yapıyordu ama ölüme yürüdüğü yoldan dönmüyor bataklıktan çıkmak için elini uzatmıyordu.

Gece boyu tuttuğum göz yaşlarımı bahçeden eve girene kadar geçen o dakikalarda dökmüştüm. Hepsi inci tanesi gibi düşmüştü, yerdeki yeşillikler yağmur sanmıştı belki de göz yaşlarımı.

Buna neden bu kadar üzüldüğümü ve kendimi neden onlar ölecekmiş gibi ya da her an ölüme gideceklermiş gibi hissettiğimi bilmiyordum. Belki de öyleydi, belki de bir anda gideceklerdi ve ben yıllar geçse de onların gittiği tarihte takılı kalacaktım. Aynı bozuk plağın tek şarkıda kalması gibi.

Derin bir iç çektim, bir gün Zeyd giderse gördüğüm her yeşil şeyde onun gözlerini mi görecektim? Neden bununla lanetlenmiştim? Neden bana bu duygunun güzel olduğu kadar kötü de olduğundan kimse bahsetmemişti. Neden henüz kavuşamadığım bir duygudan kopma korkusu yaşıyordum?

''Kızım Günaydın diyorum, Günaydın.'' Gözlerimin önünde bir el sallanmaya başladığında gözlerimi asla incelemediğim yerden yukarı kaldırdım. Tuna'nın renkli gözleri bana bakıyor kirpikleri hızlı hızlı kırpışıyordu. Elinde tuttuğu yarım tostu yeni görüyordum, kokusu şimdiden etrafımdaydı ama algılarım yeni açılıyor gibi hissediyordum. Onu yeni görüyor tostun kokusunu yeni alıyordum. İşte bu yüzden düşünceler yasaklanmalıydı belki de. İyiliğimiz ve sağlığımız için.

Zaten bizi ölüme de yaşamada sürükleyen zihnimizdeki susmayan sesler değil miydi? Zihnimizde hiç olmayan görüntüler görmüyor muyduk?

''Günaydın.'' Diyerek Tuna'nın yanıma çektiği sandalyeye baktım. Gözlerim ağlamaktan gece kızarmıştı, yanağımı gizleyen makyaj akmıştı bandanayı da çıkarmıştım ve sabah uyandığımda yanağımın geçmek üzere olduğunu görmüş gözlerimin de eski haline döndüğünü fark etmiştim. Sadece bileğimdeki ufak kızarıklık kalmıştı o berbat günden geriye.

O da beni bu okula karşı ayakta tutuyordu.

''nerede senin esmer?'' dedi yanımdaki boş sandalyeye bakarak. O sırada İzel'in sabah attığı cenazemiz var mesajı aklıma düştü. ''Cenazeleri varmış, bir iki gün yok.''

Tuna sırıtarak bana baktı. ''İyi iyi, bir süre gelmesin de kafamızı dinleyelim.'' Gülerek ona baktım. ''neden öyle diyorsun?''

''Seni benden çalıyor, sevmedim bunu.''

''Kimsenin kimseyi çaldığı yok.'' Tuna omuz silkti. ''Yine de sevmedim.'' Tostundan büyük bir ısırık aldı. Normalde bu görüntü karşısında karnımın şimdiye orkestraya dönmesi gerekirdi ama iştahım o kadar yoktu ki baygın bakışlarımla yemesini izlemekten başka bir belirti veremiyordum.

''Siz ne yaptınız dün?'' dedi gözlerinde yine fesatlık parıltısı yanarken. ''Ödev.''

Dün dendiğinde aklıma sadece dün gece boğulduğum düşüncelerim geliyordu. Zeyd'in ölmek istemeyişi ama ona rağmen her gün ölüm korkusuyla kalkışı gözümde canlanıyordu. Başka bir yaşam istiyordu ama umut istemiyordu. Kendi duyguları çelişiyor o ise arada kalıyor gibi görünüyordu.

Belki de İkra'yı geçen zamana kadar almamasının sebebi buydu, beni almak istememe nedenleri de buna dayanıyordu. Diğerlerinin yükünü zor taşırken bir kişi bile daha fazla yüklenmek istemiyordu.

Belki de daha fazla birini taşıyacak gücü yoktu.

''Ödev.'' Dedi tek kaşını kaldırarak benim onaylamamı beklerken. Ona başka bir şey söyleyebileceğimi sanmıyordum çünkü ödev yaparken geçen konuşmaların çoğu özele dayanıyordu ve Tuna'ya anlatacak pek bir şey de kalmıyordu.

''Sadece ödev.'' Diyerek konuyu kapatmasını ima ettim. Kısa kesmek istiyordum ve üstelemeye kalktığının farkındaydım ama ben sadece ödev diyerek üstüne basarak söylediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. Bir süre sonra bitirdiği tostundan sonra ellerini silip sıkkın bir ifadeyle ''bende ödevi Atilla ile yaptım.'' Dedi.

Buruşturduğu yüz ifadesine belli belirsiz gülümsedim. Arkasına yaslanıp ''O kadar tarihten uzak ki götürdüğüm her yer için burası hiç tarihi eser güzelliğinde değil yorumu yaptı ve tam dört saat boyunca bize mekân arattı. Yetmedi acıktım ve yoruldum diyerek yemeğe götürüp hesabı bana kitledi.'' Diyerek isyan etmeye başladığında kahkahamı bastıramadım. ''Öğretmen herkes erkenden yaptığı için erken alacakmış ödevleri gördün mü gruba attığı mesajı.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''bana ekstra puan vermeli, dünü görse tüm yıl başka bir ödev bile vermezdi muhtemelen.'' Tekrar güldüm o içeceğinden yudumlarken. Gerçekten Atilla onu dün oldukça yormuş ve kızdırmış olmalıydı. ''Keşke onlar Zeyd ile yapsaydı biz seninle yapsaydık.'' söylediğine tepki vermeden baktım.

Şahsen ben Zeyd ile yapmış olmaktan hiç şikayetçi değildim ama bunu Tuna'ya söylersem net derimi yüzerdi. Dünün tek kötü yanı o geçtiğimiz karanlık dar sokaktı. Zeyd bana o görüntünün uzaklaşmam için yeteceğini söylemişti ama ona düşündüğünden fazlasıyım dediğim anı unutmuş olmalıydı çünkü gördüklerim beni tatmin falan etmemiş aksine onu da İkra'yı da bu bataklıktan daha çabuk kurtarmam için beni daha da teşvik etmişti. Korkup kaçacağımı sanıyordu ama beni daha çok hırslandığının farkında bile değildi.

''Olsun, bir dahaki ödeve.'' Diye mırıldandım. Eğer ona benim için fark etmezdi dersem, derse başlamadan başıma ağrılar saplardı. Dilinin ne kadar güzel işlev gördüğünü en iyi ben biliyordum.

Zil çaldığında ikimizde ayaklandık, Tuna içeceğini çöpe attıktan sonra burnunu cebindeki peçeteyle sildi. ''Sana dedim ama şimdi de ben hasta oluyorum galiba.'' Ona dönüp baktım, burnu hemen kızarmıştı. Ben onun aksine gayet iyiydim. İyileşmiştim ve ne kadar derslerime okul içinde odaklanamasam da evde boş vakit buldukça ödevlerimi yapıyor deneme çözüyordum. Bedenen de ruhen de ne kadar yorulursam yorulayım düzenimi bozmamaya çalışıyordum, bu bir yerlere gelebilmem için tek şansımdı.

Tuna büyük bir iğrençlikle sümkürdüğünde yüzümü buruşturdum. ''Ayh, nefes alamadım bir an.'' Peçeteyi merdivenin kenarındaki çöp kutusuna fırlattığında gülerek omuzumla omuzuna çarptım. ''Gülme komşuna gelir başına.''

Sınıfın kapısını açarken bana ters bir bakış attı, ona aldırmadan içeri girdiğimde sıramın üzerinde beyaz şeffaf bir dosya gördüm. Tuna sırasına geçerken ben de kendiminkine geçmiştim. Dosyayı elime alarak yerime oturdum. Görünene göre Zeyd tüm ödevi yapmıştı ama benim çektiğim resimleri benden almamıştı? Kendi eklemiş olmalıydı. Gözlerimle onun sırasına bakacağım sırada gözüm güzel el yazısında takılı kaldı. El yazısı kullanıyordu ve italiğe dönük yazışı göz kamaştırıcıydı. Dosyayı hafif kaldırırken içinden küçük bir not düşer gibi oldu, son anda notu yakalayarak dosyayı masaya bıraktım. İçinden böyle bir şey çıkacağına karşı hazırlıksızdım.

'Bu son olsun, Dünden sonra karanlık olan her yerden ve herkesten uzak durman dileğiyle.'

Gözlerimi nottan onun yeşil gözlerine kaldırdım. Duvara sırtını yaslamış bedeniyle bana dönmüştü. Bir eli arka sıradan sarkıyor diğeri ise masaya uzanmış duruyor masanın üzerinde ritim tutuyordu. Gözleri hareketsizce bana bakıyordu, eğer saçıyla aynı renk kirpikleri ara sıra kırpışmasa nefes alıp almadığından şüphe ederdim. Kafamı ağır ağır sağa sağa ve sola salladım. Vazgeçmeyecektim ve bunu bilmesi gerekliydi. O bana son kez yardım etmiş olabilirdi ama ben karanlık yollarda yürüyemeyeceksem bile o yolları aydınlatmayı deneyecektim. Belki de karanlıkta yanımda yürüyen birden fazla insan vardı ama ışık olmadığından bunu göremiyordum. Işık görmediğimiz her şeyi ortaya dökerdi, aynı gerçekler gibi.

Kâğıdı avuç içimde büzüştürdüm, gözleri top haline gelen kâğıda döndü ve kafasını olumsuzca salladı. En azından beni kolay bezdiremeyeceğini fark etmişti. Beni pes ettirmek için çok daha fazlası gerekliydi, ben böyle şeylerle pes edecek bir kız değildim. Kafayı bir şeyi taktığımda onu kafamdan kimse söküp alamazdı. Bende onun gibi önüme dönerek büzüştürdüğüm kâğıdı cebime koydum ve açılan kapı ile ödev dosyasını sıranın altına bıraktım. Önde Dağhan arkasından da öğretmen içeri girmişti. Kimse yine ayağa kalkmadı, saygı sadece ders anında gösteriliyordu.

Dersin devamında hala yarısı boş kalan sınıfa baktım, garip bir sessizlik ve boşluk vardı. Bu öğretmenin dikkatini çekmese de benim çekmişti çünkü ders garip bir rahatlıkla geçiyordu. Hatta o kadar rahat geçmişti ki dersin ne ara bitip zilin ne ara çaldığını bile anlayamamıştım.

Dağhan hızlıca kalkarken ben de onunla aynı anca kalkıp Tuna'nın boş yanına oturdum. Zeyd hemen önümden geçerken bana bir bakış atmıştı ama benden karşılığını alamayınca Dağhan'a yetişerek sınıftan çıktı. Bende burnunu silen Tuna'ya neşeyle döndüm. ''Keşke sınıf hep böyle olsa.''

O da gülerek bana baktı. Gerçekten okul hep böyle olsa bana cennet olurdu. ''Nerede o günler...'' Tuna derin bir iç geçirerek ayağa kalkıp beni de peşinden sürüklerken peçeteyi çöpe attı. ''Terasa mı çıksak? Hava güzel gibiydi sabah.'' Dedim yürüyerek geldiğim için havanın nasıl olduğunu bilerek.

''Olur.'' Tuna koluma girerek merdivenlere yürürken ben de şarkı mırıldandım. Eh bu huzurun ne kadar süreceğini bilmiyordum ama bitene kadar keyfini sürebilirdim. Merdivenlerden çıkmaya başladığımızda bedenimden garip bir ürperti geçti. Terasın kapısı açılıp kapanırken bana kadar uzanan soğukla irkildim. Terastan telaşla inen kıza Tuna ile bakakaldığımızda yukarıdan bir bağırış yükseldi. Ne olduğu anlaşılmıyordu ama sesin sahibinin kim olduğu çok net anlaşılıyordu. Tuna ile birbirimize baktıktan hemen sonra gözlerimizle anlaşmış gibi hızlı adımlarla terasa çıktığımızda kapı tekrar açıldı ve bedenime bir soğuk hava dalgası çarptı.

Beni irkilten soğuk hava değil Murat'ın yakasına yapışarak onu duvara çarpan Burçak oldu.

''Çek lan elini kolunu.'' Murat Burçağın bir elini indirse de diğerine yeltenemedi bile. ''Nerede sahibiniz söyleyeyim de tasmanızı sıkı bağlasın.'' Burçak bu sözlere öfkeyle gülerek karşılık verdikten hemen sonra Murat'ı bir kez daha duvara vurdu. Hemen yanında İkra telaş içinde duruyor Burçağa uzanmaya yeltenip vazgeçiyordu. Sonunda dudaklarını ısırarak Burçağın koluna sarılarak ''Burçak tamam bırak artık.'' Dediğinde Burçak kısa bir an İkra'ya döner gibi oldu.

Murat buna sadece alayla gülmüştü. Ne Tibet ne de Hazal şimdilik ortalıkta görünmüyordu. Hatta bakarsanız şu an bizden başka kimse görünmüyordu. Tuna ile göz göze geldiğimizde bilinmezliğin ve şaşkınlığın verdiği durgunlukla yerimizde çakılı kaldık. ''Sen o kıza dua et.'' Burçak ellerini Murat'ın yakasından yavaşça çekmeye yeltenirken Murat yandan bir gülüş attı ve dağılmış yakasını düzeltirken gözlerini İkra'nın üzerinde gezdirdi. Dudağına sıçrayan kanı yüzünü yana dönerek tükürdükten hemen sonra gözleri benimle kesişti. Dudaklarındaki sırıtış daha da genişlemişti.

Bu bakışı biliyordum, Burçağın ya da benim damarıma basacaktı. Belki de ikimizin.

Gözleri İkra'nın üzerinde bir kez daha gezinirken Burçak bunu fark ederek kaşlarını çattı. '' Şimdi baktım da dua edeceğim kız oldukça güzelmiş.'' Burçak burnundan solarcasına bir kez daha üzerine gitmeye yeltendiğinde İkra onu zar zor tuttu. Ben de İkra için ortaya atılmamak için tırnaklarımı avuç içimdeki yaralara bastırıyordum. Kabuğunu parçalayacağını bile bile, canımın yanacağını bile bile kendimi tutuyordum.

Yakına yakın, uzağa uzak.

İkra için kendini bir kez daha köpeklerin önüne atma, seni düşünmeyeni düşünme.

Kendime tekrar ettiğim cümleleri duymamak için kulaklarımı kapatasım vardı ama bir yanım da bu sese kulak vererek bir yerlerde buz tutmuş kardeşlik duygusunu eritmek istiyordu. Öfke ateşi tehlikeli bir ateşti. İstemediğiniz her buz tutan duyguyu eritebilirdi.

Burçak İkra'yı bir milim bile ittirmeden sadece göğsüne koyduğu eliyle olduğu yerde kalakaldı. Gözleri ona temas eden elinde ve ona korkuyla bakan gözlerinde gezindi.

İki mavi göz.

Bana birilerini hatırlatmış dudaklarımda bu anda bile bir gülümseme belirmesine sebep olmuştu. İki çift mavi göz.

Burçak derin bir nefes aldığında göğsü şiddetlice kalkıp indi. Kafasını belli belirsiz salladı. Murat hala önlerinde tehlikeli bir gülüşle duruyordu ama Burçak gözlerini ona öldürürcesine çevirdiğinde gülüşü ağır ağır soldu. ''Son günlerinin tadını çıkar serseri.''

Burçağın tehditkâr sesi ortadaki tüm soğuk havayı cehennem sıcağına çevirdiğinde gerginlikle Tuna'ya döndüm. Soluksuz karşısındaki görüntüyü izliyordu. Bana dönmemiş ona baktığımı göz ucuyla bile görmemişti. Dudaklarımı yalayarak tekrar önüme döndüm.

Az önce bu sessizliğin keyfini çıkarmaktan bahsediyordum ben değil mi?

''Kimin okulda son güleri göreceğiz. Burçak. Esef.'' Murat gözlerini kısarak Burçağa en az onunkiler kadar sert karşılık verdiğinde Burçak alayla güldü. Bu sırada Murat'ın gözleri bize doğru dönmüştü. Neden bu bakışın başıma bela olacağını hissediyordum?

Keşke hislerim hep yanılsalardı.

''Bizden önce ne oldu burada?'' Tuna dudak büzerek beni kenara doğru çektiğinde Murat bizden uzakta kalan kapıya doğru yürümeye başladı. Yürürken dudaklarında yine o tiksindirici gülüş vardı, parmaklarını kaldırarak bana el salladı. Çıkana kadar bakışları üzerimden bir saniye olsun ayrılmamıştı.

''Bekle burada.'' Tuna köşede olduğunu fark etmediğim Esel'e doğru ilerlediğinde kaşlarımı çattım. Esel mi?

Terasın en görünmez köşesinde duruyor sigara içiyordu. Gözleri Burçak ve İkra'daydı. Onlar ise kendi arasında konuşuyordu. Burçak kollarını demirden sarkıtmıştı İkra'nın bir eli kolunun üzerinde geziniyor dudakları kıpırdıyordu. Burçağın yüzü İkra'ya dönüktü. Birkaç dakika sonra Burçak İkra'ya kafa işaretiyle çıkmalarını işaret ettiğinde İkra kafasını salladı ve beraber konuşarak kapıya ilerlediler. Burçağın gözü bu tarafa kayar gibi oldu ama gözlerimiz kesişmemişti. Göz ucuyla görmüş olmalıydı ama bunu belli etmedi. Elini İkra'nın beline koyarken kafasını yan çevirip tahminimce boynunu kıtlattı.

Onların ardından kapanan teras kapısından gözlerimi çeker çekmez renkli gözler önümde belirdi. ''Galiba birileri kuzenini özlemiş.''

''ne?'' Tuna terastan çıkan Esel'e göz ucuyla bakarken ''Murat yine sesin hakkında atıp tutuyormuş telefonda sanırım. İkra'da ona karşılık vermiş oradan patlamış olay.'' Diye mırıldandı.

Hayretle kaşlarımı kaldırarak dinledim Tuna'yı. ''Murat'ta İkra'nın üzerine yürümeye kalkınca vaziyet bu.'' Gözleri bana döndüğünde onun da benim kadar şaşkın olduğunu gördüm. Dudaklarını büzerek bana baktı. Duyduklarım gerçekten doğru muydu? ''İkra mı benim yüzümden lafa atlamış, İkra?'' Emin olmak için birden fazla kez sorabilirdim. Tuna'da en az benim kadar şaşkın olduğundan o da ikna olana dek birden fazla aynı cevabı verebilir gibi duruyordu. Yüzümdeki bu hayret sesime kadar yansımıştı. Acaba İkra'nın kafasına büyük boy bir saksı falan mı düşmüştü? Yoksa bu davranış onun da bağımlı olmaya başladığının göstergesi miydi? Umarım bu dengesizliğinin sebebi bu değildi.

Zil çaldığında şaşkınlığımı atamamış halde Tuna ile nefes almak için çıktığım terastan nefesler boğazımda kalmış vaziyette sınıfa indim. Birbirlerini az önce okuldan atmak ile ilgili tehdit ettiklerinin farkındalar mıydı? İş neden bu raddeye uzanmıştı?

Murat okul sahibini okuldan atmakla tehdit etmişti. Burçağı, okul sahibinin oğlunu.

Sınıfa girerken gözlerimi etrafta gezdirdim. Burçak ve İkra yerlerindeydi. İkra arkasını dönmüş Burçağın elinin üzerine elini koymuştu. Neden içimden bir ses bunun bildiklerimle sınırlı kalmadığını söylüyordu?

Şakaklarımı ovuşturarak sırama geçerken Hazal ve Tibet'le göz göze geldik. Onların her zamankinden daha keyifli bakışları başımdaki ağrıyı şiddetlendirdi. Tuna da aynı şeyi düşünmüş gibi bana döndüğünde henüz ayrılmadan ''Bir boklar dönüyor, çıkar kokusu.'' Diye mırıldandı. Başımı aşağı yukarı sallayarak sırama geçtim. Gün kötü başlıyordu ve devamının da öyle olacağını seziyordum.

Telefonum titremeye başladığında cebimden çıkardım. Mesaj İzel'dendi. Murat'ın Hazal yüzünden bana kinlendiğini ve bir şey yapabileceğini düşündüğü için o gelene kadar dikkatli olmamı söylüyordu. Murat'ı ikimizde az buçuk tanıyorsak bunun sessizlikle kapanmayacağını zaten bilirdik ama bu kadar keyiflenmesi ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaması beni daha da korkutuyordu. Özellikle İkra ile bu denli olaylara girmesi belki de her şeyin başlangıcıydı.

Derin bir of çekerek kapıdan giren Dağhan'a baktım. Benim aksime o kadar keyifliydi ki kaşlarım çatılmış onun keyifli olmasından ötürü benim canım sıkılmıştı. Sıraya otururken bana baktı ama yüzünde mimik oynamamıştı hala keyfi nirvanadaydı. Elini sıraya uzattı, sırtıma sıcak eli değiyordu. ''Ne haber yavrum?'' gözlerimi devirerek ona döndüm. Yine duvara yapışmış vaziyette olmanın rahatsızlığını da taşıyordum. ''Kötü senden yavrum?'' tek kaşımı kaldırarak ona baktığımda sırıttı. Sinsi bir gülüş dudaklarındaydı, bana bir şey söyleyeceği belli gibiydi. Ne olduğunu dört gözle bekleyerek ona yanaştım. Zaten aramızda pek de bir mesafe yoktu.

''Bak şu işi sevmedim. Bu yavrum muhabbeti özel bir durum, bir daha yavrum falan demezsen sevinirim. Ben diyeyim sen de başka ne istiyorsan söyleyebilirsin. Bebeğim de bebek de, bebiş de ne istiyorsan de.''

''Bebiş mi?'' diyerek yüzümü buruşturdum. ''Sana mı?'' gözlerimi baştan aşağı üzerinde gezdirdim. ''Hiç de bebeğe benzer bir halin yok.'' Sıraya yasladığı elini değil, diğer elini yüzüne uzattı. ''Hadi ya, yüzümde de mi yok?''

''Çı, yok.''

Gözleri Buğlem ve Begüm'ün sırasına doğru kayar gibi oldu. Derin bir iç çekerek tekrar bana döndüğünde ''Neyse.'' Diye mırıldanmıştı.

''Sen neden bu kadar keyiflisin?'' diye sordum çalan ikinci zili duymazdan gelerek. Solmaya meyilli suratı tekrar geniş gülümsemeyle bana baktığında ellerimle sıranın üzerinde ritim tutmaya başladım. ''Aslında keyifli değildim. Keyfimi yerine getiren yakaladığım kerizler oldu. Kerizlere bayılırım.'' Anlamamış vaziyette ona bakarken kıstığım gözlerimi ovuşturdum. Bakışlarım tekrar üzerine sabitlendiğinde o açıklayamadan bende soramadan sınıfın kapısı açıldı, içeri öğretmen girdi ve giren öğretmenle konu asılı kaldı. Ona dönen bedenimi mecburen önüme döndürdüm.

''Günaydın çocuklar, derse başlamadan hemen bir yoklama alayım. Daha sonra arama yapılacak. Kimse yerinden kıpırdamasın.'' Kaşlarım çatıldı, Tuna kafasını arkaya çevirdiğinde göz göze geldik. Bana ne olduğunu sorar şekilde kafa salladı. Bilmediğimi ima etmek için dudak büzerek omuzlarımı silktim. Göz ucuyla Dağhan'a bakarken onun rahatlığı bir kez daha sinirimi bozdu. Bu kez gözlerimi sabahtan beri görmediğim yeşil gözlere çevirdim. Kafasını sıraya gömmüştü. Yine mi başı ağrıyordu? Yoksa karanlıkta mı kalmak istiyordu?

Sahi, karanlığı neden bu kadar seviyordu?

Orada ne görüyordu, ya da kimi görüyordu?

Kitabımı sıranın altına koyarken gözlerim Burçağın, Atilla ve Ceyda'nın arasında gezindi. Hepsinin bana bakması beni birden germişti. Neden hepsi bana odaklıydı?

Nedenini sormak için Dağhan'a döneceğim sırada yoklamada ismim okundu. ''Burada.'' Diyerek bir kez daha Dağhan'a dönecektim ki kapı yine açıldı ve içeri bir kadın bir erkek iki öğretmen girdi. Hazal ve Murat'ın bakışlarının da üzerimde olduğunu Dağhan arkasına çok daha fazla yaslanınca fark etmiştim. Bir şeyler dönüyordu ve bu dönen her neyse benim etrafımda dönüyordu.

Başım da onlar gibi dönmeye başlıyordu.

İçeri giren erkek öğretmen tek el hareketiyle tahtaya kalkmamızı işaret ettiğinde sınıfta sıra sesleri duyuldu. Herkes kalkıp tahtanın önüne ilerlerken bende Tuna'ya doğru ilerledim ve yanına geçip serçe parmağımla onun serçe parmağını tuttum. Biz buna kızlarla dost desteği diyorduk. Öğretmenler kendi arasında konuşurken etrafa kaçamak bakışlar attım, arama yapıldığına göre ya bir şikâyet ya da şüphelendikleri bir durum olmalıydı. ''Neler oluyor?'' diyerek dirseğimi Tuna'ya geçirdim ve kulağına doğru eğildim. Tuna'nın hemen yanında Zeyd, Ceyda ve Defne sıralanmıştı. Atilla, Dağhan, Burçak ve İkra da benim tarafımdaydı. Etrafıma duvar örmüş gibi duruyorlardı. ''hiçbir fikrim yok.'' Diye fısıldadı Tuna da etrafımdaki diğerlerine bakarken. Gözleri Atilla'yla kesiştiğinde ona ne olduğunu sorar gibi kafa salladı. Atilla ise sırıtarak ona orta parmak çekti. Tuna yüzünü buruşturarak ona tiksinç bir bakış attığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Öğretmenin biri bir sıradan diğeri de diğer sıradan aramaya başladığında Tibet'in ve diğer sınıfın çoğunluğunun çantasından sigara paketi çıktı. Hepsini almak için poşet getirmişlerdi.

Öğrencilerin bazılarından homurdanma duyulsa da sonuç değişmedi. Sigara paketleri poşet dolusuydu. Sıra Murat ve Hazal'ın çantasına geldiğinde diğer öğretmende Dağhan ve benim çantamı karıştırmaya başlamıştı.

Benim çantamdaki parfümü aldılar, Dağhan'dan çıkan iki paket sigara da poşete atıldı. Ardından Hazal'ın çantasından küçük bir poşet çıktı. İçinde toz taneleri duruyordu. Sınıf birden sessizleşti, herkes küçük dilini yutmuş gibiydi. Tuna ile birbirimize döndük, bu sırada öğretmen elindeki poşetle yüzünü bize dönüp derin bir nefes verdi. Gözleri herkesin üzerinde dikkatle gezindi. ''buydu sanırım şikâyet edilen.'' Kapının ağzından ufak bir tıkırtı geldiğinde herkesin yüzü kapıya döndü. Kenan Esef kapıda dikiliyor kızgın bir yüzle bize bakıyordu. Sınıfın yarısı Kenan Esef'in gelişinin hemen ardından yüzünü yere eğdi. Kenan bey içeri doğru ilerleyip ortada durduğunda içeriyi saran sessizlikle herkesin karışan kalp atışlarını duyabileceğimi hissettim.

''Müdürüm. Benim değil, yemin ederim değil. Şikâyeti yapan benim zaten. Benim olsa neden Şikâyette bulunayım.'' Hazal öne atılarak ağlarcasına itirazda bulunmaya başladığında Kenan Esef ona göz ucuyla baktı. Şikâyette bulunan o muydu? Kimi etmişti?

Herkesin gözünü üzerimde hissettiğim ve Murat'tan aldığım tehdidi hatırladığımda dudaklarımı ısırarak gözlerimi yumdum. Siktir! Şikâyet ettiği ben miydim? Oyuna getirip hayatını karartma kararı verdikleri kuklalardan biri ben mi olmuştum? ''haklı müdürüm, şikâyeti o yaptıysa onun koyması çok mantıksız ama sınıfın Hazal'ın çantasına uyuşturucu koyanın kim olduğu hakkında bir fikri var.'' Burçağın sesiyle Kenan Bey oğluna döndüğünde ona bir adım öne çıkmasını parmağıyla işaret etti. ''Kim koydu bu paketi Burçak?''

''Erdemli kolejinden gelen Murat olduğunu düşünüyorum. Vera ile sevgililerdi ama Hazal ile görüştükleri için ayrıldılar. Belki de aralarına girdiği için intikam almak istemiş olabilir.'' Dudaklarımın yüzümü ikiye ayıracak kadar açılmaması için ellerimi dudaklarıma sertçe bastırdım. Bu çocuk aklını kaçırmış olmalıydı, resmen elinde saati belirsiz bir bombayla oynuyordu ama bu zekasıyla o bombayı patlatmadan söndürebilirdi de.

Murat kısık sesle bir küfür mırıldandı. ''Burçak haklı müdürüm, bende okul çıkışı kavga ettiklerini gördüm.'' Dedi Ceyda gayet samimi bir sesle. Kaşlarım çatıldı. Onun hemen ardından Esel de bana bakarak ''İzel ile biz de Hazal'ı telefonda Murat'la tartışırken duymuştuk. Aynı sitede oturuyoruz. Bence sebebi çok makul.'' Esel'in bana kırptığı gözle ona iri gözlerimle baktım.

İzel ile demişti.

Esel bunu İzel için değil, Edis için yapmıştı. Ona borcu vardı. Onun için bize göz kulak olacak koruyacaktı.

Kenan bey seslice nefes verip bir elini alnına uzatarak ovuşturdu. Olan biten her şeyi Tuna ile hayretler içinde izliyorduk. ''Nereden çıktı bu uyuşturucu anasını satayım?'' diye fısıldadı Tuna. Zeyd göz ucuyla bize dönmüştü ama daha fazlasını yapmadı. Tüm bedenim kasılmaya yer arıyordu, Tuna'nın gergin sesi buna yeterken elimi enseme atıp ovuşturdum. Aklımı kaçıracaktım, gerçekten aklımı kaçıracaktım. Hem de o kadar gün değil, bugün kaçıracaktım. Ortada çok büyük bir tezgâh dönüyordu ama bunun ne ara olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

Bu tezgâh durduk yere kurulmamıştı, aklımda az önce Burçak ve Murat'ın birbirine söyledikleri sözler geldi. Okuldan attırma konusunda birbirlerine meydan okumuşlardı.

Poşet Hazal'dan çıkmış, koyan kişinin Murat olduğunu söylemişlerdi. Eğer Murat bana koymuş olsaydı suçu Burçağa atıp ikimizi birden mi yakacaktı? Planı bu muydu?

''Murat ve Hazal, odama geliyorsunuz.'' Kenan bey erkek öğretmenin elinden poşeti aldıktan sonra çıkışa yöneldi. Bu sırada bakışlarımız birbirine değdi. Derin bir nefes alıp sınıftan çıkarken arkasından giden Hazal ve Murat'ı izledim. Hazal ağlıyordu, Murat ise şaşkındı. Kurduğu tezgâh ona patlamıştı.

Aynı kendi inşa ettiğiniz evin bir depremle başınıza yıkılması gibiydi.

Dağhan'ın Keriz yakaladık deyişi aklımda yankılandığında onlara doğru eğilerek baktım. Sırıtarak giden Hazal ve Murat'ı izliyorlardı. Yavaşça Tuna'nın yanından Burçağa doğru yürüyüp onu ittirerek Atilla ile arasına girdim. Burçağın çatık kaşlarına aldırmıyor ona tam olarak bakmıyordum bile.

''Beyler.'' Seslenişimle Dağhan ve Atilla bana döndüğünde Burçak da kısa bir an bana bakar gibi oldu ama bakmadan tekrar önüne döndü. ''Neler dönüyor anlatmak ister misiniz?'' diye sorduğumda Atilla ''hayır.'' Derken Dağhan onun aksine bunu sormamı bekler gibi anlatmaya başladı. ''Uyuşturucuyu senin çantana koyduklarını görünce Ceyda ve Atilla Hazal'ın çantasına koydu ama Burçağın Murat'a suç atması bize de sürpriz oldu.'' Göz ucuyla Burçağa baksa da Burçak dönüp arkadaşına karşılık vermemişti.

Atilla kötü bakışlarını Dağhan'a çevirdiğinde açık ağzımı bu kez kapatmadan onlara baktım. Artık başıma gelen olaylar öyle çığır açmıştı ki benim bile başımdan geçtikten sonra haberim oluyordu.

''Şaka gibi...'' diye mırıldandım yine. Ne diyeceğimi bilmiyordum ama Ceyda ve Atilla'ya büyük bir teşekkür borcum olduğunu biliyordum. Onlara karşı git gide borçlanmaya başlamam kendimi kötü hissetmeme sebep olsa da bir yandan arkamı kolladıkları için onlara minnettardım.

Ne kadar beni kullanıyor olsalar da.

Kendimi ilk günlere göre çok daha güvende hissetmeye başlamıştım. Bu duyguya alışmam kötü müydü yoksa iyi mi bilmesem de alışmaktan geri kaçamıyordum. Atilla'ya dönerek ''Çok teşekkür ederim.'' Diye mırıldandım. Bana samimi şekilde gülümserken yanağımdan bir makas aldı.

''Şşşt, sen bir şey duymadın biz de bir şey yapmadık.'' Gözleri arkama kaydı. ''Hem biri bir şey yaptıysa bu biz değiliz. Şu yakışıklı.'' Arkama döndüğümde Zeyd'in yoğun bakışları etrafımı sardı. Kokusu burnuma dolmaya başlamıştı.

Haklıydım. Kokusu o varsa vardı yoksa yoktu.

Belki de bunu yapmaları için onları yönlendiren Zeyd'di. Tam olarak olanı anlamlandıramasam da gülümsedim. Zeyd mimik bile oynatmadı yüzünde ama gözleri kısıldı.

Sende mi çizmek istiyorsun bazı anları sonsuza dek saklamak için ama hafızanın saklayamadığını nasıl saklar bir kâğıt parçası? Nasıl kaybolmaz o soğuk dört duvarının içinde? Nasıl bulabilirsin kitaplarla dolu o rafların arasında? Nasıl unutursun ya beni?

Öğretmen duyuru yaptığında Tuna fark etmediğimi anlayarak beni kolumdan çekiştirdi ve sırama doğru itekledi. Ben Ceyda'ya ve Zeyd'e bakarken Tuna çekmese tahtada öylece tek başıma aptal gibi dikiliyor olacaktım. Bana sorarcasına baktığı yüzünün hemen arkasından dudaklarını araladığında ''Teneffüste anlatacağım.'' Diye fısıldayarak kolumu çektim. ''Bu ne ya reklam arası gibi hep teneffüs teneffüs.'' Yakınmasına göz devirerek Dağhan'ın izin verdiği aradan yerime oturdum.

Acaba Tuna Bey bir teneffüs bekleyemezken benim günlerdir beklediğim cevapları hiç düşünmüyor muydu?

Sırama oturmak üzereyken öğretmenin ismimi söylemesiyle duraksayıp yüzümü ona döndüm. ''Vera arkadaşın eski okulunda da madde kullanıyor muydu?'' Dağhan oturmam için beni çekiştirdiğinde oturup derin bir nefes aldım. Buraya gelene kadar kullandığını bende bilmiyordum ki, öğretmene ne diyebilirdim?

Daha önce onun kullandığını görmemiş bundan da şüphelenmemiştim çünkü o kadar da görüşmüyorduk. Açıkçası çok dikkatte etmiyor, yaptığı şeylerle de ilgilenmiyordum. Tabi onu ayda yılda bir gördüğümden ötürü de kullanırken görmemiş olmam çok olasıydı.

Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda Tibet'in alaylı cümlesi beni engelledi. ''En doğru kişiye soruyorsunuz, sevgilisi daha iyi bilir.'' bana attığı bakışlarla öfke içinde ona baktım. Arkadaşı okuldan atılırken bu rahatlıkla hala benimle uğraşmaya devam ediyordu. Ona karşı kendimi savunmak için dudaklarımı araladığımda yine bir ses benimkini bastırdı ama bu kez bu ses istese ağzımı açamayacağım tek kişinin sesiydi.

''Eski sevgili.'' Zeyd'in kafasını sola doğru çevirişi ile Tibet'e bakışının ardından verdiği cevapla herkesin yüzü ona döndü. Etrafı bir sessizlik sarmaya başladığında gözlerini Tibet'ten çekti ve benimkilere değdirdi.

Yeşil gözler,

Ormanı anımsatan gözler.

Orman kralı.

Tenime ve gözlerime değen en güzel dokunuşsun, orman kralı.

Öğretmen boğazını temizlediğinde herkesin dikkati sessizlik arasında fink atan bakışlardan çekildi. ''Vera?'' öğretmen bana doğru dönünce gözlerimi Zeyd'den alarak ellerimi masanın üzerinde birbirine kenetledim. ''Ben şahit olmadım, pek görüşmezdik zaten okula sık gelmezdi.'' Öğretmen yüzümü bir süre inceledikten sonra doğruyu söylediğime inanmış olacak ki kafasını aşağı yukarı salladı. ''Yazık... Çok yazık.'' Derin bir iç çektikten sonra ''Parlayan ışıkların birer birer sönmeye başlaması.'' Diye devam etti. Sesindeki kırgınlık içime işlerken gözlerimi yanımdaki Dağhan'a ardından İkra, Zeyd ve diğerlerine çevirdim.

Yazık, çok yazık.

Parlayan ışıkların birer birer sönmeye başlaması.

Zeyd onu izlediğimi hissetmiş gibi tekrar bana döndüğünde dudaklarımı oynatarak 'Teşekkür ederim.' Dedim. Gözleri dudaklarımda oyalandı, gözlerime çıkmasını bekledim ama bir süre çıkmadı. İçimde bir heyecan duygusu belirirken dudaklarında bir gülümseme peydahlandı ve önüne döndü. Ben de arkada oturan Ceyda'ya baktım. Kafasını sıraya gömmüş Defne'nin saçlarını okşuyordu. Kafasını Defne'nin kafasının üzerine koyunca önüme dönerek öğretmenin anlatmaya başladığı derse odaklandım.

Dersin neredeyse yarısından çoğu arama ve sonrasında derse adapte olmakla geçmişti. Kalan dakikalar da sessizlikle son bulurken gözüm İkra ile Zeyd arasında gezinip duruyordu. İkra Zeyd'e takıntılı olduğunu söylüyordu, herkes öyle biliyordu ama onu en çok Burçakla görüyordum. Onun yanında yüzünde gülümseme eksik olmuyordu ve güvende hissettiği yüzünden belliydi. Burçağı sevmiyordum ama İkra'nın onun yanında güvende olduğunu hissediyordum. Bu nedensiz bir histi, öylece içime doğuvermişti.

İkra Burçağa dönüp genişçe gülümserken Burçağın yüzünde tebessüm oluştu. Bunu fark ettiğimde yüzüme yerleşen gülümsemeye engel olamadım. Bazı kan bağı olmadan edindiğimiz kardeş bağları ne olursa olsun kopmuyordu. Ortada işlenen kötülük, eksiklik ve daha kırıcı olan her ne varsa bir anda ortadan kayboluyordu.

Sınıfın içi havasız ve boğucu olmaya başlarken bastırmaya başlayan uykuyla Dağhan'ın sıkıştırdığı yerde olabildiğince yayılıp kafamı sıraya koydum ve gözlerimi kapattım. Günlerdir düzgünce uyuyamıyor kendime gelemiyordum. Her gün fazla yorgundum ve her şeyi olduğundan fazla düşünüyor stres ediyordum. Henüz İkra için bulamadığım çözüm de aklımı patlatmama sebep oluyordu.

Elimden gelen hiçbir şey bulamamıştım. Teyzeme söylemekle tehdit ettiğimde başıma geleni görmüştüm ama bununla pes edecek de değildim. Belki onu gözümün önünden ayırmazsam ve aldığı mallara sürekli el koyarsam bir süre daha geçici de olsa engellerdim. İzel'in de dediği gibi geçici de olsa çözüm çözümdü.

Keşke bu konuyu onunla da uzun uzun konuşabilseydim, eminim o bir yol bulurdu ama konuşmak için ikimiz içinde yanlış bir zamandı.

Derin bir nefes vererek gözlerimi daha sıkı yumdum. Belki de ev satıldığında taşınma süreci bahanesiyle teyzemlerde kalabilir bu sırada İkra'yı çok daha yakından gözümün önünde tutabilirdim. Bu fikir zil çalana kadar aklıma daha çok yatmaya başlarken zilin kesilmesiyle gözlerimi araladım. Dağhan kalkmıştı, bunu totomun daha geniş yayılabilmeye başlamasından anlıyordum artık. Onun bıraktığı boşlukta başka bir gölge belirdiğinde yüzümü hafif çevirdim. Bu gölge tabi ki de benim kıvırcık saçlı meraklı Melahat olan arkadaşımdı. Kolumun deşilircesine dürtüklenmesinden ve parfümünden kendini belli ediyordu.

''Hadi kalk, sonra uyursun ne olmuş onu anlat.'' Ayakta dikildiği için ona sırayı işaret ederek kafamı daha çok koluma yasladım. ''Hiç kalkacak halim yok, otursana.'' Oturup kafasını benim gibi sıraya koyduktan sonra sırada bana doğru kaydı. ''Dökül, gene ne olmuş. Yeminle sınıf senden önce bu kadar atraksiyon yaşamıyordu.'' Gözlerimi devirerek ona baktığımda omuz silkti. ''Gideyim istersen.'' Dedim alıngan bir sesle. Şahsen bunu ister miydim isterdim ama istemez miydim sorusu sorulsa ona da istemezdim cevabı verebilirdim.

Kafasını sağa sola sallayarak ''Asla saçmalama. Allah korusun.'' Dediğinde güldüm. Gözüm sınıfı şöyle bir taradı. Neredeyse kimse yoktu. ''Hazal ve Murat o poşeti benim çantama atmışlar...''

''tahmin etmiştim.'' Dedi Tuna gözlerini kısıp küfür mırıldanarak. ''Ceyda ve Atilla'da poşeti Hazal'ın çantasına koymuş. Onlara büyük bir teşekkür borçluyum anlayacağın. Onlar olmasa başım büyük derde girerdi.'' Gözlerinde ufak bir parıldama belirdi. Sonra alayla güldü. ''Sende İkra gibi ödevlerini yap, dönem boyu yaparsan ödeşmiş sayılırsın.'' Bende alayla gülerek ''Ha ha ha.'' Diye mırıldandım.

Söylediği hiç komik olmamasına rağmen ona o kadar komik gelmiş olmalıydı ki hala gülüyordu. Zil çaldığında bir daha ki derste de böyle uykulu olmak istemediğimden ellerimi sıraya yaslayıp ayaklandım. ''Kalksana, lavaboya gideceğim.'' Tuna'nın izin verdiği aradan çıktıktan sonra saçlarımı kulağımın arkasına geçirip lavaboya ilerledim. Koridor sessizdi.

Lavaboya girdikten sonra soğuk suyu önce ellerime ardından enseme ve makyajımı bozmayacak şekilde yanaklarıma vurdum. Eğer kalkıp gelmeseydim derste muhtemelen uyuyor olacaktım hatta yorgunluğumu hesaba katarsam horlayabilirdim bile ve bu fazla utanç verici olurdu.

Aldığım peçetelerle ensemi ve yanaklarımı düzgünce sildikten sonra koridordan gelen sesle aniden yerimden sıçradım. ''Geri zekalı daha sınıfa gitmeden sırayı kıracaksın.''

Dağhan'ın sesine benziyordu. ''Bana gerek mi var sen oturunca da kırılır bu sıra aptal herif.'' Atilla'nın da sesini duyduğumda koridora çıkmıştım. Onlar çoktan sınıfa girmiş görünüyorlardı. Arkalarından hızlıca sınıfa girerken zil sesi koridorda yankılandı. Şimdi burası kalabalık görünüyordu.

İçeri girdiğimde sıramın yerinde olmadığını gördüm. Dağhan ve Atilla sırayı kenarı doğru çekmişti. Tuna da üstüne yeni bir sıra koyuyordu. ''Ne yapıyorsunuz siz?'' Tuna yamulttuğu sıraları düzelttikten sonra üst üste koyduğu sıranın ucundan tuttu ve bana döndü. ''Sıraya sığmıyormuş ya beyefendi.'' Atilla ile sırayı indirip eski sıramızın yerine yerleştirdiğinde ona çatık kaşlarla baktım. Dağhan ''Lan yamuk koydunuz. Sola ittirin.'' Diyerek araya girdi. Tuna ona ters bir bakış attıktan hemen sonra bana döndü. ''Yan sınıftan bir çocuğun sırasını getirmişler.'' Sırayı yerine koyduktan sonra Atilla ile ellerini çırpmaya başladılar. Dağhan'a döndüğümde hala gevşetmediğim kaşlarımı görüp o da kaşlarını aynı benim gibi çattı.

''Ne bakıyorsun yavrum? Ne yapayım sen İkra kadar küçük değilsin sıra zaten küçük. Ne sen sığıyorsun ne ben.'' Tuna ve Atilla bizim sıramızı taşıyarak çıkışa doğru geçmeye başladığında kapı açıldı, içeri öğretmen girdi. ''Ne oluyor çocuklar?'' Kollarımı birbirine dolayarak Dağhan'a 'Açıkla şimdi yediğin boku.' Der gibi imayla bakış attım. Kaşlarımla aynı zamanda öğretmeni işaret ediyordum.

O ise bir elini beline diğerini de sıraya koyup sanki tüm işi kendi yapmış da terlemiş gibi eliyle alnını sildi. ''Vera yüzünden sığamadığım sırayı değiştiriyordum hocam. Kusura bakmayın.''

Aman ne hoş! Bir kilolu olmadığım kalmıştı.

''Seni şu parmaklarına doladığın iple boğmama az kaldı.'' Bana sırıtarak baktığında ona omuz atarak atmaya çalışarak ve aynı zamanda başarısız olarak eski sıramızın yerine gelen yeni sıramıza oturdum. Bu sıra gerçekten çok daha geniş ve rahattı. Belki de Dağhan'a kızmazdım.

Tabi bana kilolu olduğumu söyleyip sıra değiştirmek için suçu bana atmasaydı.

Öğretmen ödevleri çıkarmamızı söyledikten hemen sonra artı eksi kağıdını dosyadan alıp kalemini çıkarırken herkesin kâğıt sesleri duyuldu. Sıranın altına koyduğum ödevi kontrol ettim. Neyse ki Tuna ya da Atilla sırayı değişirken altına koyduğumuz eşyaları buna geçirmeyi akıl etmiş görünüyordu. Ödevi sıranın üzerine bıraktıktan sonra yandaki hareketliliğe döndüm. Ceyda arkadan dolanarak Dağhan'ın önüne bir kâğıt bırakmış geri yerine geçmişti. Bu ödevi de diğer ödevler gibi Defne'nin yaptığını düşündüm.

Karışmak bana düşmezdi ama onun adına ben rahatsızlık duyuyordum. Ona doğru eğilip baktığımda Ceyda'nın önüne kâğıt bırakıyordu. Gözleri çok daha içe doğru çökmüştü, ilk gün gördüğüm halini hatırladığımda her geçen gün daha da eriyip gittiğini fark ettim. En azından sürdüğü kapatıcı uzaktan çok da belli olmuyordu eskiden ama şimdi o kadar belirgindi ki altında sakladığı karartının ne kadar kötü olduğunu düşünmeden edemedim. Çöküşüne karşın yaşadığım farkındalık bir kez daha kalbimi sıkıştırıyordu. Son zamanlarda çoğunlukla sınıfta kalıyor dışarıda da ayakta asla dikilmiyordu.

Sıkıntıyla iç çekip gözlerimi ondan alarak önümdeki dosyayı incelemeye başladım. İlk sayfa isimlerimizin yazılı olduğu Zeyd'in el yazısıyla ikimizin ismini kâğıda döküşüyle doluydu.

Zeyd Vuran.

Vera Mehan.

Öğretmen bizim sıraya gelene kadar ilk sayfayı açtım. İlk sayfada Zeyd'in masasının üzerinde beraber incelediğimiz resimler vardı. İkinci sayfada şimdiki hali görünüyordu. Deri koltuklar ve duvardaki tablolar vardı ama yataklar ve bilgisayar masalarının olduğu kısım çekilmemişti. Bir resimde de bir çift mavi göz ve boydan boya kitaplık görünüyordu. En arka sayfaya geçtiğinde bir kâğıt dolusu Zeyd'in el yazısı gözler önündeydi. Burası hakkında bana anlattığı hikâyeyi yazdığını aralardan okuduğum cümlelerle anlamıştım. Öğretmen Dağhan'ın ardından benim ödevime de uzandığında ona gülümseyerek uzattım.

Topladığı ödevleri elinde düzenledikten sonra masanın üstüne bıraktı ve kollarını birbirine dolayarak kalçasını masaya yasladı. ''Sınavlar yaklaşıyor gençler, çalışmalara başladınız mı?'' Tuna kafasını çevirip dudaklarını ısırarak bana baktığında güldüm. ''Sınavdan önce genel değerlendirme sözlü yapalım diyorum. Ne diyorsunuz?'' Sınıftan ses çıkmayınca gözündeki gözlüğü düzeltip kaşlarını çattı. Sanırım en azından hayır da olsa bir cevap bekliyordu. ''Peki madem kimsenin itirazı yok.'' Sınıftan yine bir ses çıkmadı.

''Öyleyse bana ilk savaş hakkında bildiklerinizden bahsedin.''

''Birinci dünya savaşı mı?'' dedi sınıftan biri. Elimi alnıma götürüp cahilliğine göz devirerek ovuşturdum. Sınıfın kalanı ona gülüyordu. Çıkan kahkaha tufanı öğretmeni rahatsız etmişti, tek kaşını kaldırarak çocuğa baktı. ''bende notlarınla dalga geçeyim istemezsin bence Kutlu.'' Adının Kutlu olduğunu öğrendiğim çocuk sus pus olurken daha önce nasıl hiç dikkatimi çekmediğini düşündüm. Gerçi bu sınıfta Zeyd ve Tibetler hariç kimsenin adını bildiğim söylenemezdi çünkü varlıklarıyla yoklukları birdi.

Öğretmenin sözleriyle bende hafif gülerken sıranın titreşimi bacağımı titretti. Dağhan sıranın altından telefonunu çekerek ekranı açtığında ekranın parlaklığıyla dikkatim de dağılmıştı. Kafasını eğerek gelen mesaja girdiğinde merakıma yenik düşerek mesajı görebilmek için hafif geriye yaslandım.

Mesaj Veliaht isimli birinden gelmişti.

Akşam yarış var, altıda mekânda ol.

Dağhan mesaja okey emojisi gönderip ekranı kilitlediğinde direk derse odaklanmış gibi görünmeye çalıştım ama gözlerim Zeyd'le kesiştiğinde yakalanmanın verdiği utançla gözlerimi kaçırarak kendime bir küfür savurdum. Tam bir aptaldım, eğer birini izliyorsam etraftakilerin de beni izleyeceğini akıl etmem gerekirdi.

Bir işi de doğru becer Vera!

Ders zili çaldığında Dağhan'ın bana dönen yüzüne bakmamaya çalışarak ayaklandım, yerimde daha fazla duramazdım çünkü Zeyd beni yakaladığı yetmiyormuş gibi bakışlarını üzerimden çekmeyerek hala utanç duygusunun bedenimde gezinmesine izin veriyordu.

Aklımda sınıftan çıkarken bir fikir düştü. Bu fikir gördüğüm mesajla ilgiliydi ama bundan henüz kimseye bahsetmiyordum. Sadece birine bahsetmem gerekliydi o da onun bana yardımı dokunacağı içindi. Sınıfın kapısına geldiğimde arkamdan gelen Tuna'yı kolundan yakaladım ve terasa doğru çekiştirmeye başladım. Bana ne olduğunu bile soramamıştı çünkü Zeyd'in beni sıkıştırmasından korkarak Tuna'yı koşarcasına kapının önünden çıkarmıştım. Hangisi daha kötüydü bilmiyordum. Zeyd'e yakalanmak ve gözlerini üzerime mühürlemek mi yoksa Dağhan ile kilitlenmiş ekranda göz göze gelip mesajını okuduğum için yakalanmak mı?

Sınıf'tan uzaklaşır uzaklaşmaz Tuna'yla terasın önüne geldiğimizde duraksadık. Otuz iki diş gülümseyerek ona baktığımda kaşlarını çatarak bana baktı. Gözlerinde korku ve tereddüttü görebiliyordum, bu görüntü bende gülme isteği doğurdu ama gülmedim ve ona dönüp gülümseyerek ''Tuna, motor kullanmayı biliyor musun?'' diye sordum.

O gülüşümden anlayamasa da cümlemden her şeyi anlamış gibi kaşlarını daha da çattı. Eh eğer İzel yoksa ben de eksikliğini aratmamalıydım değil mi?

Sonuçta ilerde olmayacak olsa da şimdi arkamızda duran bir Edis vardı.

Saatler Sonra

Tuna motor ehliyetini meraktan dolayı aldığını ama iyi olmadığını söylemişti. Açıkçası benim için önemli olan tek şey de kullanmayı biliyor olması ve benimle yarışa gitmeyi kabul etmesiydi. Gerisi çok da önemli değildi. Aynı şekilde ona da önemli olmadığını sadece benimle gelmesinin yeterli olmasını söyleyip inat ederek yarışa gelmesine ikna etmiştim. Bu gece gitmemin tek amacı İkra değildi. Tuna sadece İkra'yı gözümün önünde tutmak istediğimi biliyordu ama asıl amacım bu geceki ödülün uyuşturucu olduğuna emin olmaktı. Tuna eve uğrayıp üzerini değiştirerek bize gelmeden hemen önce bende üzerimdeki formaları değiştirip yarış pistine daha uyum sağlayacak kıyafetleri üzerime geçirdim. Ardından boy aynamın karşısına geçip hafif ama alıcı bir makyaj yaptım. Bu gece isteğim onları uzaktan izlemekti ama ben üzerinde Gps takılı bir robot gibi her an her yerde yakalanabilme potansiyeline sahip olduğumdan paspal gibi gitmek istemiyordum.

Bu akşamki yarışta yüksek ihtimalle Murat ve Tibet'te olacaktı ama bu gece onlardan ne kadar uzakta durabilirsem o kadar duracağımdan bu gece onlarla muhatap olmamayı umuyordum. Telefonumun zil sesi odanın içine dolduğunda elimdeki ruju bırakıp telefona baktım. Tuna arıyordu. Aramayı reddederek deri ceketimi üzerime geçirdim ve Zeyd'e ait olan atkıyı boynuma dolayıp kapıya doğru yürüdüm. Bu sırada cebimde anahtarımın, paramın ve telefonumun olduğuna emin oluyordum. Hepsinin üzerimde olduğuna emin olduktan sonra botlarımı giyip bahçe kapısına ilerledim. Soğuktu ama rüzgârı bile bana getirdiği kokudan sonra sevmeye başlamıştım.

Sen Zeyd Vuran, bana soğuğu ve rüzgârı bile sevdirdin hiç bilmeden.

Evden çıkmadan önce annemle konuşmam aklıma geldiğinde dudağımı ısırdım. Ona eve erken geleceğimi söylemiştim ama eve erken gelmeyeceğime emindim. O hala olan her şeyden bir haber olduğu için arkadaşımla çıktığımı söyleyerek evden kolayca çıkmıştım.

Tuna kaskı bana uzatırken yanına vardım ve durup kaskı alarak kafama geçirdim. Hava gerçekten esiyordu ama önemi yoktu. ''Yarışa henüz yarım saat var neden biz erkenden gidiyoruz?''

Tuna'nın yakınan güzünü göremesem de kaskının açık kalan göz hizasından bezgin bakışlarını görebiliyordum. Kaskı kafama geçirdikten sonra gözümü açıkta bırakarak ona döndüm. ''Önce can güvenliği, tek ve en yakın arkadaşını kaybetmek istemezsin dimi?'' gülerek ellerimi omuzuna yerleştirdikten sonra arkasına binerken ''Erken gidiyoruz çünkü bizim şu çok bilmiş ölüme dört nala koşan tayfayı gözetlememiz gerek. Yani yarış pistinden önce Meyus'a gidiyoruz.'' İtiraz etmesine izin vermeden kollarımı beline sardığımda hayıflanarak motoru çalıştırdı ve evin önünden ana yola sürmeye başladı.

O Meyusa sürerken ben de kafamı sırtına doğru yasladım. Yine yağmur çiselemeye başlamıştı. Yanımızda duran arabaya baktım. Bizde durduk. Bu görüntü bana Zeyd'den kaçtığım günü hatırlattı. Koşarak yanıma gelmiş alnıma bakmıştı, ben Meyus'dan kaçmıştım o da peşimden gelmişti. O günler daha dün gibi gelse de üzerinden uzun zaman geçmişti.

Çok garipti, şimdi bile yan yana motor ve araba gördüğümde sanki o anda gibi hissediyordum. Sanki şu an motoru süren oydu, yan arabanın şoför koltuğunda oturan bendim. Sanki birbirimize bakıyorduk.

Mavi ve yeşil birbirine bakıyor birbirinde kendini görüyordu.

Motor tekrar ilerlemeye başladığında çiseleyen yağmurla rüzgârın soğuğunu bir kez daha hissettim. Bu sırada orta hızda giden Tuna Meyus'a yaklaştığında yavaşladı. Üç katlı tarihi eser binası yakınımızdaydı. Yıkık dökük dış görünüşünün yanında boydan boya camları ve camın önündeki tül perdeler şimdi belli oluyordu.

Meyus'un köşesine geldiğimizde motor durdu ve kilit indi. Bu sırada geldiğimiz yere bir daha bakarken kaşlarım çatılmıştı. Çünkü Tuna'ya adresi vermediğimi sadece mekânın adını vermeme rağmen yolu bildiğini fark ettim. O da burayı biliyorsa bunun nedeni ne olabilirdi?

Bir daha demiştim, merak edip cevabımı almadığım soru olmayacak çünkü sabrımın sonu. Bu soruyu sorarsam ve Tuna yine cevap veremezse aramızın bozulabileceğini ya da aramıza girebilecek buz dağlarını oluşmaya başlayacağını hissettiğimden bu soruyu sormak istemedim. Susarak ona arkasından baktım. Ona baktığımı bildiği için mi yoksa gözlerini Meyus'a diktiği için mi bana dönmüyordu bilmiyordum ama dönmeyişinin ardından pes ederek bende Meyus'u izlemeye koyulmuştum.

En alt kısımdaki kepenk yukarıdaydı. Kilitli görünmüyordu. Herhangi bir ses ve görüntü de yoktu. Gözlerim boydan camlarda gezindi. Hiç kimsenin gölgesi bile yoktu. Ayağımı yere basarak ritim tutmaya başladım.

''Bizi sapıklarımız diye şikâyet ederler görürlerse bak.'' Tuna'nın alayla kurduğu cümleye hayretle kaşlarımı kaldırıp baktım. ''Saçmalama, hangisi edecek?'' O da benim gibi hayretle bakarken kaşlarını kaldırdı. ''Hangisi mi? Dağhan, Atilla, Burçak ya da Ceyda?''

Ona saçmalıyorsun der gibi baktım. Atilla benim için yapmazdı, Dağhan ile de son zamanlarda yakınlaştığımızı hissediyordum. Ceyda da böyle şeylerle uğraşmaz gibi görünüyordu ama Burçak... onda hissettiğim ters bir tarafa sahipti. O ters tarafı onu bunu yapmaya itebilirdi. Yine de Tuna'ya ''Saçmalama, fark ettirmeyiz kendimizi.'' Diye mırıldandım.

Kafamı tekrar sırtına yasladığımda ''tabi tabi.'' Diyerek güldü. Bu aslında tabi tabiden çok kesin öyledir gibiydi. En azından ben öyle tahmin ediyordum.

Soğuk bir rüzgâr saçlarımı savurduğunda burnuma bir koku doldu, bu kokunun hemen ardından ardı ardına duyulan motor sesleri beni k9 köpeği gibi birden doğrultmuştu. Gözlerim yan yana çıkan motorlara baktığında gözlerim irileşti. Bu kez her zamankinden fazla motor sayısı vardı. Beş motor yan yana Meyusun altından çıktığında açık kalan kepenge baktım. Onların pek de umurunda değilmiş gibiydi. Burnuma dolan Sandal ağacı kokusu beni bir kez daha kendime getirdiğinde Tuna'nın belini işaret verircesine sıkıp boynumda olduğunu unuttuğum atkıya baktım. Yıkamadan bu atkıyı boynumda taşısaydım keşke, o zaman her daim kokun burnumun ucunda olurdu ve hiç gitmezdi.

''Bu yarışa Ceyda da giriyor.'' Dedi Tuna kilidi kaldırıp motoru çalıştırırken. Hızları her zamanki gibi görünüyordu ama biri diğerlerinden şaşırtıcı şekilde geriden gidiyordu. Bu geriden gelen mavi şeritli motor Zeyd'indi. Nedense bu yavaşlayışının sebebinin Defne olduğunu düşündüm.

Tuna onlara sol taraftan yaklaştığında Defne kafasını Zeyd'in sırtına koydu. Kasktan ötürü kafası biraz daha yüksekteydi, göz kısmı açık olduğundan yüzünü net olarak görebiliyordum. Gözlerinin kırmızılığı bu mesafeden bile belli oluyordu. Tuna'nın beline elimi sıkıca sararken onları izlemeye devam ettim. Hepsi yola odaklanmış görünüyordu, aksi halde mutlaka içlerinden biri yüzünü etrafa çevirirdi ama bu kez hiçbiri kafasını yoldan çevirmiyordu. Defne'nin dolu gözlerinden akan yaşları tam sokak lambasının altından geçerken gördüğümde bir an içimin sızladığını hissettim. Onu bu hale getirecek şey neydi? Hepsini bu bataklığa süren şey neydi? Buna yükselen merakımı neden engelleyemiyordum?

Onlar beni kullanıyordu, bunu yüzüme söylemişlerdi. Peki ya ben? Ben neden beni kullanan insanları bu kadar düşünüyor ve önemsiyordum?

Çünkü aptalsın!

Hayır. Çünkü hala iyiyim.

Yarış pistine gelene kadar sessizce geçen takibimiz piste yaklaşmamızla son bulurken arkamızda kalan diğer motorlara son kez baktım. Onlar alt yoldan pist alanına doğru ilerliyordu. Biz ise yolun üst kısmından tepeciğe benzer bir yere ilerliyorduk. Çünkü onları yüksekten izleyecektik. Onlar bizi görmeyecekti en azından ben öyle umuyordum biz ise onları saniye saniye izleyebilecek olan biten her şeyi görebilecektik.

''Yarışa girmeyeceğiz demiştin.'' Diye yükselti sesini duyabilmem için. ''Evet!'' diyerek bağırdım bende. Ardından yolun sonundaki bir köşeye motoru çekti. Kilidi indirerek kaskını çıkardıktan sonra inmem için elini uzattı. Ben de kaskımı çıkarıp diğer elimle onun elini tuttum. ''Amacımız izlemek.'' oturduğum kısma kaskı bıraktıktan sonra tepenin en ucuna olmasa da ucuna sayılabilecek bir yere oturdum. Motora sırtımı yasladım. Tuna tam ona tarif ettiğim yerde durmuştu. Yanıma kıvrılıp benim gibi sırtını motora yasladıktan sonra ayaklarımızı aynı anda uzattık. Aşağıda henüz piste yeni gelen şeritli motorlar göründü. Her zamanki köşelerinde yan yana durdular ve anlaşmış gibi aynı anda kasklarını çıkarıp motordan indiler. Gözüm tek bir bedenin üzerinde her zamanki gibi yerini aldı.

Geniş omuzları, alnına her zaman bir tutam düşen saçları, uzakta olduğum için istediğim kadar net göremediğim gözleri ve nefes kesici diğer detaylar.

Sertçe yutkunarak yüzümü Burçağın olduğu tarafa çevirdim. İkra'nın ona uzattığı çakmağı alıyordu. İkra elindeki sigara paketini Zeyd ve Ceyda'ya uzattı. İkisi de aldığı sigaraları dudaklarına yerleştirdikten sonra Ceyda cebindeki gümüş tam olarak desenini anlayamadığım çakmağı çıkararak önce kendi sigarasını sonra da Zeyd'in sigarasını yaktı.

Bu sırada Zeyd'in gözleri etrafta dolanmaya başlamıştı. Sigaradan derin bir nefes içine çekti ve elini saçlarına daldırıp etrafına bakındı. Birini mi arıyordu yoksa etrafı mı kolaçan ediyordu tam olarak bilemiyordum ama...

Eğer beni arıyorsan Orman Kralı ben buradayım, her zaman seni görebileceğim bir yerde. Ne kadar sen beni görmesen de.

Dudaklarıma belli belirsiz bir tebessüm yayılırken Tuna'ya doğru yaslandım. Bu sırada Burçak ve Zeyd'in yanına Atilla ve Dağhan anonsçu çocukla geliyordu. Onlar bir arada daire oluşturur gibi bir pozisyon aldığında Defne elini kaldırarak onlarla selamlaşıp seyirci koltuğuna doğru ilerledi. İkra da onunla gidiyordu. Onları izlerken köşede 'Burçak My First.' Yazılı pankartla duran Begüm'ü görmemle yine gözlerimi devirdim.

''Sen de gördün değil mi gördüğümü?'' diye mırıldandım gülercesine. ''Görmez olaydım.'' Dedi Tuna da gülerek. Bu sırada anonsçu çocuk sadece Dağhan ile görüşüp diğerlerinin yanından ayrılmıştı. Bir süre onu izledim. Kapüşonunu geçirdi ve köşede duran başka kapüşonlu birinin yanına uğrayıp elinden bir şeyler aldı. Umarım düşündüğüm şey değildi.

Ama maalesef ki öyleydi.

Aldığı mallarla kime gittiğini izledim. Tibet ve Murat'ın yanında durdu. Tibet ile selamlaşırken eline malları bıraktı. Tibet elini kapatıp cebine koydu.

Ardından ardı ardına burnunu çekip diğer elini ensesine atarak Zeydlerin olduğu yere döndü. Yine Ceyda'yı izliyordu.

Gözlerim Ceyda'ya döndü bu kez de. Zeyd ile bir şeyler konuşuyor gülüyordu, bu görüntüyü nedensizce kıskandım. Kıskandığım Ceyda değildi, Zeyd'le böyle olamamaktı. Belki de hiç olamayacağımızdı.

Derin bir iç çektiğimde Tuna ''Ne oldu?'' diye mırıldandı. Bu sırada anons yapılmıştı, herkes dağılarak motorlarına ilerlemeye başladı. ''Sence bu yarışı kim kazanacak?'' dedim konudan kaçıp havayı değiştirmek için. ''Tüm yarışları genelde Zeyd ya da Burçak kazanır. Özellikle de Burçak ama...'' ayağa kalktığında bir anda yalpalar gibi oldum. Kaşlarımı çatarak ayaklanmış Tuna'ya baktım ama onun pek de umurunda değildim. Motorun arkasından olduğunu fark etmediğim motosiklet çantasından iki cips paketi çıkardığında şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.

''Ama... o Ceyda yokkendi. Ceyda hırslı kızdır eğer bu yarışa o girerse o kazanır.'' Aldığı paketlerle yanıma tekrar oturup paketleri kucağıma bıraktı. Kendimi gerçekten film izleyecekmiş gibi hissediyordum. Esiyordu ama garip bir şekilde üşümüyordum. Kucağımda iki paket cips vardı ve motosiklete yaslanmış arkadaşımla izleyeceğimiz yarışın başlamasını bekliyorduk.

''Zeyd ve Burçak onu yenemez mi?'' dediğimde güldü. ''Yenebilir belki zorlarlarsa ama hırsa bağlamayacaklardır. Kazanan yine onlardan biri sonuçta.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak piste yüzümü döndüm. Yarış başlamıştı. Bayraklar yerde duruyor kızlar boş pistin ortasında dikiliyordu. Motorlar çoktan gürültüyle birbirini geçmeye başlamıştı.

Gözüm bizimkilere kaydığında sırıttım. Hepsi en öndeydi, aralarına giren başkaları olsa da çoğunluk arkalarında kalmıştı. Ben geldiğimden beri kazanan onlar olduğu için bu yarışı da onlardan birinin kazanacağını hissediyordum. Murat'ın her yarışta birinci olduğu zamanları düşündüm, bizim girdiğimiz hiçbir yarışta Esef koleji öğrencileri yoktu. Onlar bizim girdiğimiz yarışlarda olmayınca Murat birinci oluyordu ama onların olduğu yarışta birinciliğe yakın bile değildi.

Tuna cipsleri açarken ben de bacaklarımı uzatarak kafamı yine omuzuna yasladım. Pistin tepesinde olmamıza rağmen sesler sanki aşağıdaymışız gibi yüksek ve yakından geliyordu. Pistin yarısına bile ulaşmamışlardı ama şimdiden başa baş gidenler birbirini geçmek için hırslı görünüyordu.

Gerçekten şu an burada oturmuş cips yiyerek motor yarışı izlediğimize inanamıyordum. Bu görüntü oldukça komikti ama bir o kadar da eğlenceliydi. İçim heyecanla tutuşuyordu, sanki yine motorun arkasındaydım ve yarışın içindeydim.

İşte motor yarışları insanda böyle bir heyecan bırakıyordu. Derin bir nefes alıp cipsten ağzıma bir tane attım. Ceyda ve Burçak başa baş gidiyorlardı. Burçak motoru sola doğru yatırarak hızını arttırdığında Ceyda kısa bir an ona döndü ve o da motoru yan yatırıp hızını yükselterek ona yetişti hatta onu geçti. Hayretler içinde Tuna'ya döndüğümde sırıtarak bana bakıyordu. Bu sırıtışın adı 'ben demiştim.'di. Yüzünde gururlu bir ifade vardı. Yüzümü tekrar piste döndüm ağzıma yine cips atarken. Pistin bitiş çizgisi ilerideydi. Ceyda ve Burçak yine başa baş gidiyordu ama Ceyda biraz daha öndeydi. Dakikalar saniyelere dönüşürken bir gürültü koptu. Kızlar çığlık çığlığa zıplayarak bitiş çizgisinden geçen Ceyda'ya bakıyordu. Ceyda motoru durdurdu kaskını çıkarıp motordan inerken saçını arkasına savurarak eliyle düzeltti. Herkes gururla ve kıskançlıkla ona bakıyordu. Benim ise yüzümde geniş bir gülümseme vardı.

''İyiymiş gerçekten.'' Diye mırıldandım.

''Ne zamandır onlarla beraber olacak o kadar.''

''Ceyda'ya motor kullanmayı onlar mı öğretti?'' Tuna ağzına attığı cipsi çiğnemeyi kestiğinde sorumu yanlış bir zamanda sorduğumu fark ettim. Ağır ağır çiğnemeye başlarken ''Hayır.'' Diye mırıldandı. ''Tibet'ti. Motor kullanmayı ona öğreten.''

''Tibet mi?'' şaşkınlığım sesime yansıyordu. Yüzümü piste döndüm, Tibet kollarını dolamış Ceyda'ya büyük bir hayranlıkla bakıyordu. Kalabalıktan uzaktaydı ama gözleri Ceyda'dan ayrılmıyordu.

Köşeye çekildiğinde karanlıkta kalıyordu. Gözlerindeki ışığı buradan görebilirmiş gibi hissediyordum. Sanki karanlıktan ışığına bakıyordu.

İç çekerek Tuna'ya baktım. O da Tibet'e bakıyordu ama kaşları çatıktı. Cipsi kenara bırakıp ellerini birbirine çırptı. Bu sırada ikinci tur için anons yapılmıştı. Zeyd Ceyda ile tokalaştıktan sonra kaskını takarken Burçak da sırıtarak Ceyda'ya sarıldı ve kendi motoruna yöneldi. Bu sırada durup kafasını çevirdiğinde benim de gözlerim kafasını çevirdiği kişiye yöneldi. İşaret ve orta parmağını birleştirip oturaklardaki İkra'ya gelmesini işaret etti. İkra Defne ile konuşup oturaklardan kalkarak neredeyse zıplarcasına Burçağın yanına ilerlemişti.

Bu görüntüye sırıttım. Tam bir aptala benziyordu.

Herkes motorlarına binerken İkra da kaskını taktı ve Burçağın arkasına geçti. Motorlar yarış çizgisine ilerliyordu. Anons tekrar yapılırken iki kız bayrağı havaya kaldırdı ve geriye saymaya başladı. Onları izleyen kalabalığın elinde alkol şişeleri, bayraklar ve pankartlar vardı. Gözüm oturaklardaki Begüm'e kaydığında bir kez daha yüzümü buruşturdum.

İkinci turun başladığını yüksek motor sesleriyle anladığımdan ona daha fazla bakma tenezzülünde bulunmadan tekrar piste döndüm, yarış saniyelerle değişiyordu. Bu kez en önde Zeyd vardı, Burçak hemen arkasında Ceyda ise ikisinin arasındaydı. Onların hemen arkasında Murat vardı. Onlara yetişmek üzere olan iki motoru tanımıyordum ama arkalarındaki iki motorda olan Dağhan ile Atilla'yı çıkarabilmiştim.

Ben cipsin devamını yemeye başladığımda Tuna da dizlerini kendine çekerek koluma girdi ve yarışı dikkatle izlemeye devam etti. ''Yine Ceyda mı kazanacak?'' dedim heyecanla. Hala Zeyd en öndeydi. ''Muhtemelen.'' Dedi Tuna da emin şekilde.

Yarış pistinin ortasına yaklaştıklarında bir düdük sesi pistin alanından duyuldu ve pistin dışından bir motor ortalığı toza dumana katarak alana girip yarışa katıldı. Heyecanla doğrularak piste daha dikkatli baktım. Kucağımdaki paketten bazı cipsler etrafa doğru uçmuştu ama onu bile görememiştim. Yarışın ortasında dışarıdan yarışa atlayan bu motor da kimdi?

''Bu da kim?'' diyerek Tuna'ya döndüğümde ağzımdaki cips neredeyse boğazımda kalacaktı. Zorlukla onu yuttum. Pistin dışındaki kalabalıktan ıslıklar ve çığlıklar bu giren motorla yükseldi. Herkes pistin ortasına ulaştığında yarışa girdiğinden Ceyda ve diğerlerinin arkasından başlamıştı ama öyle kontrollü ve hızlı sürüyordu ki Burçak ve Ceyda'ya yetişti. Murat'ı geçerken yüzünü ona dönüp kafasını sallamıştı.

Gözlerimi etrafa çevirdiğimde göremediğim kişinin ismini dilime getirecektim ki Tuna benden önce davrandı. ''Tibet.'' Sesinde huysuzluk vardı. Gözlerimi tekrar piste çevirdim. Rüzgâr daha soğuk esiyordu ve hava çok daha karanlıktı ama pistin ışıkları karanlığı örtüyordu. Pistin dışında yakılan ateşler de oldukça fazlaydı.

Tibet hızını yükseltip Zeyd'le kafa kafaya geldiğinde şaşkınlığım yükseldi. Beyaz bir motorun üstündeydi, motorun yeşil şeritleri vardı. ''Nasıl, neden?'' diye mırıldandım.

Daha önce Tibet'i hiç yarışa girerken görmediğimden şimdi de inanamıyordum. Çünkü oldukça iyi motor kullanıyordu ve bu Ceyda'nın nasıl bu kadar iyi kullandığını da açıklıyordu. Tuna söylediğime keyifle güldü. ''Ceyda için girmiştir, hep böyle yapar.'' Sesindeki rahatlık gerçekten hep böyle yaptığını kanıtlar nitelikteydi ama Tuna bunu biliyorsa bu benden önce de yarışlara geliyor demek oluyordu. Göz ucuyla ona baktım. Onun hakkında açıklanmamış bir sır kutusu vardı önümde, kilitliydi ve Tuna bu kilidi açmayı reddediyordu. Zamanı var diyordu ama ben o sır kutusunun üzerinde bomba misali geri sayım olan bir zaman dilimi göremiyordum.

Bir motor sesi buraya kadar sesini yükselttiğinde dikkatimi yine piste verdim. Tibet ve Ceyda yan yanaydılar. Burçak ve Zeyd ise hemen önlerinde duruyorlardı. Aralarındaki mesafe yok denilecek kadar azdı. Ceyda ve Tibet bir anda yüzünü birbirine döndüğünde ''Ne yapıyorlar?'' diye mırıldandım. İkisi de kafasını belli belirsiz sallamıştı. Meraklı gözlerle Tuna'ya döndüm. Nereden çıkardığını bilmediğim çikolatalı sütün pipetini dudaklarının arasına alıyordu. Bir yudum çekip bana huysuzca baktı. ''Birbirlerine karşı galibiyet kurmaya çalışıyorlar.'' Tekrar pipetini dudaklarının arasına aldığında bende piste döndüm. İkisi de birbirini geçip durmaya başlamıştı ama net olarak öne geçebilen hala yoktu. Bir anda Tibet atak yapıp en öne geçtiğinde heyecanla dizime vurdum. ''ay geçti.'' Tuna gülerek bana bir şeyler söyledi ama o an anlayamadım. Kendimi yarışa fena kaptırmıştım. Burçak Ceyda'ya yetiştiğinde ona kafasıyla bir işaret yaptı, ardından hızını arttırıp Tibet'e yetişti. Ceyda da hemen yanındaydı ve hızları eşit denecek kadar yakındı.

Burçak motorunu yatırarak Tibet'e ulaştığında motoruyla ona hafif çarptı. Bunun Tibet'i yüksek hızından ötürü savurması ya da dengesini kaybettirmesi gerekliydi ama dediğim gibi, Tibet motoru iyi kullanıyordu. Dengesini anında toparlayarak devam etti ama gerilemekten kaçamamıştı. Onun gerilediği alanda Ceyda gaza yüklenerek neredeyse yere değecek kadar motoru yatırdı ve pistin ikinci kez çizgisini geçti. Geçerken hızını net olarak durduramadığından duvara yumuşak bir dokunuş yapmıştı ama neyse ki motor son anda durmuş ona hasar vermemişti.

Tibet motordan iner inmez kaskı kenara atarak Ceyda'ya ilerlemeye yeltendiği sırada Zeyd ondan önce davrandı ve Ceyda'nın bir şeyi olup olmadığını kontrol etti. Bu sırada Tibet'in sıktığı yumrukları görebiliyordum, kalabalığın arkasında kalmıştı. Yumruklarını sıkıyor Ceyda ve Zeyd'e bakıyordu. Zeyd bir şey olmadığına emin olmuş gibi ellerini Ceyda'nın omuzundan çekti ve arkasından gelen Burçağa yol açtı.

Ceyda bir şeyler söylüyordu, muhtemelen bir şeyi olmadığından bahsediyordu. Burçak yere devrilen Motoru kaldırırken gözüm arkasından inen İkra'yı aradı. Etrafta görünmüyordu. Kaşlarımı çatarak etrafa baktım. Defne'nin yanında da değildi, Burçak ve diğerlerinin yanında da görünmüyordu. İçimi garip bir korku kapladı.

Onların dağılan dikkatini kullanarak uyuşturucu almaya çalışmazdı değil mi? Onların burnunun dibinde de buna cesaret edemezdi, etmezdi değil mi? Cips paketini kenara bırakarak panikle ayağa kalktığımda Tuna bana döndü, içeceğinin sonunu çekiyordu. Bunu bittiğini gösteren seslerin kulağıma gelmesinden anlayabiliyordum.

''Ben aşağı iniyorum, İkra ortalıkta görünmüyor.'' Dedim panik içinde üzerimi silkelerken. Tuna bana ayak uydurarak alel acele ayağa kalktığında elimi durması için kaldırdım. ''Bende geleyim.''

''Gerek yok.''

''Motorla inelim, o kadar yol yürümüş olmazsın.'' Göz ucuyla motora ve pistin yokuşuna baktım. Haklıydı, motorla daha hızlı inerdik. ''tamam.'' Diyerek kaskı kafama geçirdiğimde Tuna da aceleyle kaskı kafasına geçirip motora bindi ve ben arkasına biner binmez motoru piste doğru sürdü.

Dudaklarımı ısırmaktan kanatmama çok az kalmıştı. Avuç içlerimin acısı geçmeden bir daha tırnaklarımı avuç içime bastıramazdım, yoksa yine yara olacaktı ve bu kez üstünü kapatamayacaktım da. Dudağımın en uç köşesi hariç diğer yerleri yavaş yavaş piste gelene kadar ısırıp kopardım. En uç kısım hala yaraydı.

Tuna pistin karanlık köşesinde motoru durdurduğunda arkasından inip kaskı oturduğum yere bıraktım. ''Sen burada kal.''

Gözlerim pistin aydınlık tarafındaydı, Defne'yi görüyordum. Zeyd'i ve diğerlerinde görüyordum ama İkra'yı hala görememiştim. Pistin aydınlık kısmına ilerlemeye başladığım sırada Zeyd ve Ceyda'nın yanına gelen bir kapüşonluyu görünce adımlarım yavaşladı. İkisinin de eline birer paket uyuşturucu bıraktı ve Zeyd'den para aldı. Ceyda ödül olarak almış olmalıydı.

Motor yarışlarının ödülü, iç sesimin de haykırdığı gibi uyuşturucuydu.

Aklım bu gerçek olmasın dese de gerçek apaçık ortadaydı. Ellerinde uyuşturucu vardı, ikisi de birbirine bakarak poşeti ceplerine yerleştirdi. Bu sırada ''Öf insan bir peçete koymaz mı?'' diye yakınan tanıdık sesi duydum. Yüzümü çevirdim. İkra üzerinde WC yazan bir yerden çıkmıştı. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım ama o nefes Zeyd'in uyuşturucu aldığı görüntüyle boğazıma dizildi. Birini aydınlığa çekerken diğerini daha da karanlığa itiyormuş gibi hissettim.

Boğazıma bir yumru oturdu. Gözlerimin yine dolduğunu hissettim.

''Bunun için geldin değil mi?'' dedi Tuna her şeyi anlayarak. ''Sadece İkra'yı göz önünde tutmak değil ödülden de emin olmak istedin. Onların aldığı kişiyi ve kazandığı yeri kendi gözlerinle görmek istedin.'' Oturakların hemen arkasında karanlıkta dikiliyordu. Ben ise tam ışığın ve karanlığın ortasındaydım. Tuna'ya omuzumun üzerinden büyük bir hayal kırıklığıyla baktım. Elbette ki biliyordum her şeyi ama inanmak istememiştim. Hala aptal gibi umut ediyordum.

Umutlar hep boşa çıkıyordu.

''Bir yandan evet bir yandan hayır.'' Diye fısıldadım. Orada kalmasını söylememe rağmen kalmamıştı. Bunun için ona kızmayacaktım elbette ama orada kalmasını dilerdim. Bu görüntüye gerçekten alışmam ve kabullenmem için bana biraz zaman vermesini dilerdim.

Zaman istediğim şey uyuşturucu kullanmalarını hazmetmem değildi. Zaman istediğim şey birine kör kütük âşık oluşumdu. Zaman istediğim şey kör kütük âşık olduğum birinin gözlerinde yaşam olurken bedeninde ölüm oluşuydu.

Bunu hazmetmek, zordu.

''Gidelim mi?'' diye fısıldadım uzun bir sessizlikten sonra. Gözümden bir damla yaş çoktan yere karışmıştı. Burada daha fazla kalmak, daha fazla gözümden düşen yaşların buraya karışmasını istemiyordum.

''Tuna!'' Tuna'ya seslenen yabancı bir sesle kafamı omuzumun üzerinden hafif çevirdim. Sınıftan bir çocuktu ama ismini anımsayamıyordum. ''Ne yapıyorsun burada birader?'' Tuna onunla selamlaşırken çocuğun beni fark etmediğini anladım. Tuna bana döndüğünde çocuk da yüzünü dönmüştü. ''Motorun yanında bekliyorum.'' Diyerek yanlarından geçtim. Tuna hemen peşimden gelmeye yeltenmişti ama yanındaki çocuk onu bırakmamak konusunda inatçı görünüyordu. Tuna arkamdan gelmedi. Ben sessiz yolda motora doğru göz yaşlarımın düştüğü yeri izleyerek yürüdüm.

Evet istediğim şey olmuştu, âşık olmuştum. Sonunda biri kalbimin atışını duyurmuştu bana, sonunda kalbimin nasıl attığını ve nasıl durduğunu çok daha iyi biliyordum.

Bunu kimin başardığını da.

Bazen ne dilediğinize gerçekten de dikkat etmek gerekiyordu. Çünkü dilekleriniz gerçekleştiğinde ama istediğiniz gibi olmadığında o dileğin pek de bir önemi kalmıyordu. Aşıktım ama sonsuza dek olamayacaktım, bana gerçekten değer veren arkadaşlarım vardı ama onların da taktığı sır maskeleri suratlarındaydı.

Elimi saçlarıma geçirip burnumu çektim. İşte şimdi esen soğuğu hissediyordum, şimdi içime içime esiyordu. Göz yaşlarımı ittiren bir güç gibi bana yeri ıslattırıyordu. Motorun önüne birkaç adım kala kulaklarıma rüzgârın uğultusunun yanında başka bir ses geldi.

''Pişt, güzellik. Bu gece kimle geldin?'' Onun kulağıma gelen gevşek ses tonu beynime ok gibi saplanırken tüm sinirlerim yay gibi gerildi. Çünkü bu sesin sahibi duymayı en son istediğim kişinin sesiydi. Ellerimi yumruk yaparak çaktırmadan göz yaşlarımı sildim. Üzüntü içine girdiğim tüm anlarım bir anda silinip yok olmuşlardı. Öfke ve nefret gerçekten zirveden inmeyen duygulardı, son zamanlarda emin olduğum tek şey buydu.

Hani Beraberken önemsemeyen ama ayrılınca götünüzden ayrılmayan sevgililer olur ya, işte tam olarak öyle bir eski sevgiliye sahiptim. O zamanlar neden zor katlandığımı şu an daha iyi anlıyordum, çünkü o katlanılmaz biriydi!

Sanki benim çantama uyuşturucu koymaya kalkmamış, beni aldattığı kız arkadaşı yüzünden bana saldırmaya yeltenmemiş ve en kötüsü de beni aldatmamış gibi hala karşımda pişkin pişkin sırıtabiliyor hala bana güzelim gibi anlamlı cümleler kurabiliyordu. Bu çocuk benim midemi kaldırıyordu.

''Sana ne.'' dedim ters bir şekilde. ''Bana böyle davranmamalısın, çünkü okulda bir daha görüşemeyeceğiz.'' dedi dudaklarını büzerek üzgün bir şekilde. Onun aksine ben gayet memnun bir ifadeyle ona döndüm ve yapay şekilde gülümsedim. ''İsabet olmuş.''

Ben yapay şekilde gülümserken yavaş yavaş bana doğru gelmeye başladı. Geriye gidemezdim çünkü tam arkamda Tuna'nın motoru vardı. Nefes alışverişim heyecandan uzak nefret ve tiksintiye yakın şekilde hızlandı. Murat ise önümde durdu ve ellerini arkamdaki motora yasladı, onun yüzünden geriye doğru eğilmek zorunda kaldım. Yüzüme doğru eğilmesi boynumu koparmama sebep olmak üzereydi. Aynı zamanda beni hala etkileyebileceğini düşünmesi ayrı komikti. ''beni ne çabuk unuttun.'' Dedi öfkeli bir şekilde. Gurur bir erkeğin duvarları olmamalıydı, bir kızın erkekten tiksinmesine sebep olmamalıydı ama bazılarının oluyordu. Ondan ayrılmamı gururu yüzünden hala kabullenemiyordu. ''Seni unutalı baya bir olmuş, o kadar olmuş ki unuttuğumu bile unutmuşum.'' Dedim bende onunkine baş kaldıran bir öfkeyle.

Daha önce de söylediğim gibi yakına yakın, uzağa uzak ama şimdi bir şey daha ekliyorum. Nefrete nefret.

Kinle yüzüme daha fazla yaklaştığı sırada onu ittirmek için ellerimi kaldırmıştım ki arkadan bir ses duyuldu. Bir taş Murat ve benim ayak ucuma kadar yuvarlandı ve tam ayakkabılarımızın arasındaki boşlukta durdu. Bu taş sesi nefesimi kesmişti. Kafamı ağır ağır kaldırdım, Murat'ın omuzunun üzerinden arkaya baktım.

Ve o koku, ölüm anı gelse bile son nefes solumak için yalvarmama sebep olabilecek o koku.

''Öyle uzun zamandır piçmişsin ki...'' diye başladı söze ağır ağır bize doğru elleri cebinde yürürken. ''Kızın sevgilin olduğunu unutmuşsun...'' adımları yavaştı ama öfkesi adımlarının aksine hızla yükseliyordu. Bunu çatık kaşlarından ve sert bakışlarından anlayabiliyordum. Karanlıkta bile. ''Sonra bir hatırlamışsın kız senden ayrılmış.'' Aramızda bir adım kala durdu. Murat doğrulduğunda bende boynum kopmadan sonunda doğrulabilmiştim. Sırf Murat'ın kokusu burnuma dolmasın diye almadığım nefesi onun kokusu gelir umuduyla aldım. Zeyd önümüzde hemen arkasında da Atilla ve Burçak duruyordu. Arkalarında gördüğüm geniş gölge de Dağhan olmalıydı.

Burçak elindeki sigarayı orta parmağı ile Murat'ın ayak ucuna fırlattığında bakışlarında ki öldürücü ifade içimi ürküttü. Biz birbirimizi sevmiyorduk değil mi? En son öyleydi, yani benim yüzümden Murat'a bir şey yapmazdı herhalde?

Murat onların gelişiyle üzerimden çekilmişti ama tüm vücudu gerim gerim geriliyordu. ''Siz hayırdır ya?'' dedi bana sırtını onlara yüzünü dönerken. Tuna neredeydi Allah aşkına?

''Sürekli Vera'nın etrafında korumalar gibi, peşinden ayrılmamalar falan?'' Atilla güldü. Onun gülüşüyle Burçak da sırıtmıştı. Bunda gülünecek tam olarak ne vardı?

Yutkunarak motorla Murat'ın arasından çıkıp motorun ucuna geçtim. Şimdi hepsini daha net görebiliyordum ama bu pek de iyi olmamıştı. Sanırım az önce her şey daha iyi görünüyordu. Bu kadar ciddiyeti kaldırabileceğimden çok da emin değildim. Burçak Murat'ın söylediğine gülümseyerek yanındaki duvara yaslandı. ''Belki de onun değil senin peşindeyizdir. Malum kıza tam bir sülük gibi yapıştın.'' Atilla Burçağın omuzuna vurup ''Sülük deme aklıma Begüm geliyor.'' Dediğinde bu ciddi ortamda bile gülmeden edemedim. Bir an Murat omuzunun üzerinden bana döner gibi oldu ama Zeyd boğazını temizlediğinde dönmekten vazgeçti. Bu hareketiyle gözlerimi Zeyd'e çevirdim.

Neden ilk kez ona bakmaktan korkuyordum?

Göreceklerimden korkacağımdan mı yoksa gözlerindeki öfkenin nelere sebep olabileceğini hayal edemeyeceğimden mi?

''Sen sessiz çocuk.'' Dedi Murat Zeyd'e doğru bir adım atıp ona bakarak. Zeyd cebinden çıkardığı sigarasını dudaklarına uzatırken duraksadı ve yüzünü tamamı ile ona döndü. ''Asıl Vera'nın peşinde olan sensin ama en az senin sesin çıkıyor.'' Zeyd gülümseyerek sigarayı indirdi ve ağır adımlarla Murat'ın önünde durdu. Nedense panikle adım atmaya yeltenir gibi oldum ama bana attığı o bakış yemin ederim 'kal yerinde.' Diye kükrüyordu. Bunu nasıl yaptığını sormayın, yemin ederim bende bilmiyorum.

Olduğum yerde kalakaldığım için duruşumu dikleştirdim, olası bir durumda yine de aralarına atlamaya hazırdım çünkü ikisinin de ne tepki vereceğini tam olarak kestiremiyor bu gece burada kan aksın istemiyordum ve Edis'in inandığım bir cümlesi varsa o da Esef kolejinde her gün kan aktığıydı. Burası Esef koleji değildi ama bu öğrenciler hala Esef kolejinin öğrencileriydi.

Zeyd ''Boş konuşmandan fırsat kalmıyor.'' Dediğinde Atilla ile göz göze geldik. Bana sakin olmamı işaret etti cebinden çıkardığı eliyle. Kafamı sağa sola salladım belli belirsiz. Sakin kalmak mı? Zeyd ve Murat karşı karşıyayken mi?

İki bağımlı insan karşı karşıya birbirlerinin damarlarına basarken mi? Benden imkansızı istediğinin farkında mıydı?

Zeyd'in bakışları bana döndüğünde sanki yine emir vermiş gibi iki adım geriledim. Bunu nasıl başarıyordu?

''Okuldan kovuldum. Burçak Esef sağ olsun.'' Murat kafasını Burçağa doğru çevirdiğinde Burçak kafasını olumsuzca salladı. ''Ah Lütfen bu şeref Hazal'a ait. Ben sadece krizi fırsata çeviren zeki herifin tekiyim.'' Bu cümlesiyle yüzüne yaydığı ukalalığa sırıttım. Evet yıldızlarımız barışmamış olabilirdi ama yan yana yaşayan birçok yıldız birbiriyle küs kalabilir diye düşünüyordum.

Murat Burçağı duymazdan gelerek Zeyd'e döndü. ''yani okulda değiliz artık ve beni durduracak bir durum yok.'' Bu bir cümle değildi, bu bir karşılık da değildi. Bu açık açık bir tehditti.

Tuna neredesin sohbetine tükürdüğüm çocuk?

İşlerin kızıştığını Zeyd'in gülümseyerek yaktığı sigarasından hissediyordum. Korkuyla kesik kesik nefesler almaya başladığımda arkadan gelen adım sesleri ve seslerin geldiği noktada bir gölge göründü. Gölgenin hemen ardından karanlıktan çıkan Tuna'ya yarı öfkeli yarı minnettar bakışlarımla baktım. Gözleri önce birbirine zıtlaşan Zeyd ve Murat'ta gezindi ardından arkada korkuyla yerine sinen benimle kesiştiğinde durumu anında kavradı ve güven verircesine bir bakış atıp soğuk kanlılıkla diğerlerine döndü. ''Bir sorun mu var beyler?'' Adımları bana doğru gelmek üzereyken kolumdan ani çekilişimle savruldum. Hatta neredeyse düşüyordum ki Murat'ın beni sert tutuşuyla kurtuldum ama bu kurtuluşun benim canımı yakmasına mal olacağını fark etmemiştim. Murat'ın bu hareketi Tuna'nın ve Zeyd'in aynı anda kaşlarını çatmasına sebep olurken diğerlerini hareket geçirir gibi yapmıştı ama kimse yerinden kımıldamadı. ''Görüyor musun Vera, kaç erkeği parmağında oynatıyorsun?'' Kolumu daha da sıktığında henüz yeni iyileşen bileğime baktım, bilerek elini oraya indirerek sıktığında acıyla inledim ama bu inleyiş bir anda kesildi çünkü inleyişimin sebebi aniden ortadan kalkmıştı. Murat'ın eli tenimden çekildi. Onun eli benden çekilir çekilmez yalpalamıştım ama belimden biri beni tuttu ve duvara çarpma sesi geldi.

Tuna beni tutmuştu, Zeyd ise ani bir hareketle Murat'ın yakasına yapışıp onu duvara sertçe çarpmıştı. Zaten eskimiş duvardan birkaç parça yere döküldü ufak seslerle. ''Zeyd.'' Gitmeye yeltendiğim sırada Tuna beni daha sıkı tuttu, yüzümü ona çevirdiğimde bana gitmemem için olumsuzca kafa sallıyordu. ''Zeyd.'' Zeyd elleri hala Murat'ın yakasında sesi karanlıkta yankılanan Tuna'ya döndüğünde birkaç dakika gözlerini yumdu. Yüzü hala bize dönüktü. Çenesini sıkıyordu, burun delikleri aldığı düzensiz ve öfkeli nefeslerle genişlemişti. Gözlerim ellerine kaydı, kemik kısmı geçen gün ki gibi kıpkırmızı ve yaralarla doluydu. Sonra yüzüm yanağına indi, yanağında hafif bir morluk mu vardı onun?

Kaşlarım çatıldı, ben onun yüzünü incelerken o hayran edici yeşil gözleri aralandı ve beni buldu. Elleri yavaşça Murat'ın yakasından çekilirken gözlerimde gördüğü duygunun ne olduğunu merak ettim. Ona nasıl bakıyordum? Korkuyla mı? Endişeyle mi? Yoksa sadece gitmek ister gibi mi?

Kendisine hâkim olamadığı belliydi ve bunun o da farkındaydı. Tuna'nın sesi ona uyarı gibi gelmiş kendisine gelmesine yardımcı olmuş olmalıydı çünkü ben seslendiğimde beni duymamıştı bile. ''Niye müdahale ediyorsun kıvırcık, daha yeni ısınıyorduk.'' Murat yakasını düzeltirken Zeyd'e bana ve Tuna'ya daha fazlasını ister gibi baktı. Kışkırtıyordu, burası kan revan olsun diye resmen Zeyd'i de beni de Tuna'yı da diğerlerini de kışkırtıyordu.

Ne için?

Gurur ve İntikam için mi? Eskiden insanlar kitaplar yazarlardı Aşk ve Gurur, Akıl ve Tutku, Suç ve Ceza gibi isimlerle ve bu kitapların hepsinde aşk, suç ve suçlu olurdu ama hikâyenin büyük kısmı gururdan oluşurdu. Peki şu an bu hikâyede gurur neredeydi?

Ona söylediğim sözlerin altında mı? Yüzüne tükürdüğüm gecede mi? Yoksa başkasına âşık olmamda mı?

Peki bu hikâyedeki suç neydi? Aşk mı, uyuşturucu mu? Suçlu kimdi? Ben mi, Zeyd mi?

Her hikâyede bunlardan biri vardı, olmalıydı da ama ben nedense bu hikâyede suçun da suçlunun da sadece aşk olduğunu hissediyordum.

Zeyd Murat'ın kışkırtmasını duymazdan gelerek gözlerini üzerimden çektiğinde birkaç adım geriledi. Ellerine baktığımı görmüyordu. Dağhan, Atilla ve Burçak hala yerinden kımıldamamıştı. Bunu Zeyd mi söylemişti yoksa onlar mı yapmaları gerekenin farkındaydı bilmiyordum ama müdahale etmelerini istiyordum. Ben Zeyd'e bir adım atsam o geri adım atıyordu, beni istemiyor muydu yoksa beni bir umut olarak mı görüyordu onu da bilmiyordum ama kendi isteğimi biliyordum.

Ona sarılıp yaşayabilirsin, bu en az herkes kadar hakkın demek istiyordum. Buna inanmayacağını bile bile, belki de yalandan bana gülümseyeceğini bile bile istiyordum.

Yalanları sevdirdin sen bana, farkında mısın?

Bana demiştin ki bir kere yaşamaktan korkuyorum çünkü ölüme daha yakınım, en azından söylediğin buraya geliyordu. Eğer sende benim kadar âşık olursan bir gün yine aynı düşünür müsün? Yoksa arkanı dönüp gider misin bana hiç gelmeden.

Gerçi gelmediğin bir yoldan dönemezsin öyle değil mi?

Tuna'nın belimde olduğunu unuttuğum eli üzerimden çekildiğinde kendime geldim. Gözlerim yine ne ara dolmuştu? ''Gidelim.'' Tuna bana motoru işaret ettiğinde kafamı olumsuzca salladım. Tabi ki bu iki bombayı yan yana bırakıp gitmeyecektim, üzerlerinde geri sayım bile yoktu ve hangisinin diğerinden önce patlayacağından bir haberdik. Onları bırakıp gitmek demek ikisinden birini kan revan içinde bırakmak demekti. ''Tuna sen git, Vera'yı ben bırakırım.'' Tuna'nın bakışları Burçağın yanında sigara içen Atilla'ya döndüğünde Atilla ona kirpiklerini hızlı hızlı kırpıştırarak baktı. ''Sen git, ben Atilla ile dönerim.'' Diye mırıldandım bende Atilla'yı destekleyerek. Tuna kısa bir an tereddütte kalsa da Atilla'nın yaptığı kafa işareti ile kulağıma eğilip ''Haber ver.'' Diyerek motoruna ilerlemeye başladı. O gidince etrafımdaki boşluktan rahatsız olarak Atilla ve Burçağın yanına doğru ilerledim. İkisinin de gözleri benimle Murat'ın arasındaydı. Atilla beni Burçak ile arasına çektiğinde hala gölge gibi arkalarında kalan Dağhan'ın duvara yaslanıp öylece olan biteni izlediğini gördüm. Sessizce ona kafamla selam verdiğimde o da bana selam vermiş cebinden paket çıkarmıştı.

''Eee Beyler, bugün ki oyununuza karşılık ben oyunsuz bir karşılık istiyorum. Bir kapışma, hanginiz ister?'' Murat kollarını birbirine dolayarak gözlerini üzerimizde gezdirdiğinde Zeyd'in dudaklarındaki yabancı gülümseme genişledi. Ardından burnunu çekip çenesini sıvazlamaya başladı. ''Dövüşmek mi istiyorsun hem de teke tek?'' Murat pişkince ''Evet.'' Dediğinde arkamızdaki Dağhan'ın da sessiz gülüşü kulaklarıma gelmişti. Bir şeyler dönüyordu, bu dördünün arasında anlayamadığım bir şeyler dönüyordu. Atilla ve Burçak Zeyd'le kısa bir süre bakıştığında bu düşünceden emin oldum ama sormak için hiç yeri değildi. Sorsam bile cevap alabileceğim belirsiz görünüyordu.

''Ben ama kafes dövüşünde.'' Kafes dövüşü? Bildiğimiz dört bir yanı sarılı bir alanın içinde edilen kavgadan mı bahsediyoruz? Hani şu yumrukların ve zekanın karıştığı karşı tarafın nakavt olduğu ve yerin kanlarla sarıldığı bir yerden bahsediyoruz değil mi?

Gözlerim Zeyd'in elindeki kızarıklıklara tekrar indi, kafes dövüşü.

Dövüş.

Kafes.

Eldeki yara ve kızarıklıklar.

Siktir.

Murat'ın kaşları kısa bir an çatıldı, bunu beklemiyordu. Evet vücudu yapılıydı ve spora gidiyordu ama kafes dövüşü... bunu kabul etmesi sadece aptal bir ego yığını olduğunu gösterirdi. Kafamı olumsuzca salladım onları izlerken. ''Kafes dövüşü serttir sessiz çocuk, seni orada dilsiz sanmıyorlar mı?'' Zeyd yere baktı gülümseyerek. Sık gülümsediğinden bir yanım korkarken diğer yanım tadını çıkarmaya çalışıyordu.

Aşk aptal bir çelişkiydi.

Zeyd keyifle dudaklarını yaladıktan sonra yerden yüzünü kaldırdı. ''Daha önce sesimi çıkarmama sebep olacak bir rakibim olmadı.'' Gözlerinde parlayan o ışık kör ediciydi. Işık her zaman aydınlatmazdı bazen kör ederdi ve her ışığı iyi sananlar çok geçmeden sonsuz bir körlüğe mahkûm olurdu. Zeyd'in gözlerindeki bu ışık aydınlatmak için değildi kör etmek içindi.

Murat Zeyd'in iddialı cümlesine karşın iyice keyiflenmiş şekilde ellerini cebine yerleştirerek altta kalmayan bakışlarla baktı. Korkudan farkında olmadan Atilla'nın kolunu tutmuş tırnaklarımı geçirmeye bile başlamıştım. Kısa bir an bana dönüp elime baksa da umursamadan anında önüne döndü ve Zeyd'le Murat'ı izlemeye devam etti.

''Madem öyle, her şeyin bir ilki vardır. Seni inleten ilk ben olacağım dilsiz çocuk. Ne zaman istersen, yerim belli.'' Yaktığı sigarasından çektiği dumanı bana doğru üfleyerek gülümsedi. Sanırım Murat'ın dudaklarında gördüğüm sayılı içten gülümsemelerden biriydi. Esmer tenine gülümsemek yakışıyordu ama karakteri yakışmıyordu. Bana göz kırparak ''Yine görüşürüz, güzelim.'' Diyerek arkasını dönüp gitmeye başladığında Zeyd ''Sikeceğim şimdi...'' diye mırıldandı. Yumruklarını sıktığında kızarıklıklar daha belirgin olmuştu. Ne zaman o kadar kızarmıştı o elleri? Neden kızarmıştı?

Murat'ın adım sesleri artık duyulmayacak kadar uzakta kaldığında gözlerim üçü arasında gidip geldi. Dağhan hala arkamızda sessizce duruyordu. İlk hangisinden azar işiteceğim diye düşünerek korkuyla onlara bakıyordum. Kesinlikle azar çekeceklerdi, hakları yoktu ama yine de çekeceklerdi. Ben de hakları olmadığını biliyordum ama aptal gibi buna izin verecektim.

''Be işin vardı burada?'' dedi ilk Zeyd atak yaparak. ''İkra'yı gözümün önünde tutuyorum.'' Diyerek cevapladım sorusunu dürüstçe.

''Biz gözümüzün önünde tutuyoru-''

''Aynen o yüzden sizden gizli uyuşturucu aldı değil mi?'' diyerek Burçağa döndüm tek kaşımı kaldırarak. Eğer onlara güveneceğimi sanıyorsa çok yanılıyordu çünkü onlar iradesiz insanlardı ve iradesiz insanlar güvenin ne olduğunu bile bilmezdi. Tam olarak bu sebepten onlara güvenmiyordum. Onlar zarar gelsin istemiyor olabilirlerdi ama bu İkra'ya zarar gelmeyeceği anlamına gelmiyordu. ''Haklısın ama burada böyle tekinsiz yerlerde bulunursan önce kendini düşünmelisin.'' Kollarımı birbirine dolayarak onun gibi gözlerimi kısıp Zeyd'e döndüm. ''Ölümle burun buruna olan ben değilim.'' Zeyd'in damarları belirginleştiğinde öfkelendiğini anlayarak ister istemez kollarımı gevşettim. Elini çenesine uzatıp sıvazlarken bir kez daha bana baktı, ondan gelecek cevabı diken üstünde bekliyordum ama ondan önce hemen yanımdan başka bir diken tenime battı. Bu dikenin adı Burçak'tı. ''Ama bu olmayacağın anlamına gelmiyor.'' Derin bir nefes aldı ve ''Bak üzülerek söylüyorum ki sokakta gezerken ya da buradan eve giderken sırf cinsiyetinden ötürü bile saldırıya uğrayabilirsin. Zeyd'i dinle Vera, bu kez dinle.'' Burçağın bu denli yumuşak bir ses tonuyla bu denli hassas cümleler kurmasını beklemediğim için afallamış ifadeyle ona baktım. Karşımdaki Burçaktı değil mi? Hani şu soğuk nevale olan? Günler önce birbirimize girdiğimiz Burçak?

''Tehlikede olabilirim evet ama siz de İkra'yı tehlikenin içine attınız ister bile bile ister değil. Bu sizden de korkmam gerektiği anlamına mı geliyor?'' Üçünün de sesi kesildiğinde seslice nefes alıp verdim. Dağhan hala sessizdi, Zeyd hala aramızdaki mesafeyi sabit tutuyordu. Kolumu Atilla'dan çekmiştim, Burçak ile ortalarında duruyordum. Burçağın bakışlarından geçen hüznü yakınlığımızdan ötürü net bir şekilde görebiliyordum. ''Bakın, İkra ile ne kadar uzun zamandır konuşmasak da eskisi kadar yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmese de o benim kardeşim. Süt kardeşim ve biz beraber büyüdük. O bu haldeyken öylece arkamı dönmemi görmezden gelmemi bekleyemezsiniz. Onu seviyorum ve yalnız bırakmayacağım, siz birbirinizi bırakabiliyor musunuz? Neden berabersiniz?'' Zeyd diğerleriyle kısa bir bakışma geçirdi. Ne demek istediğimi, hislerimi anlıyordu yine de bu ciddiyetimi anladığını göstermezdi. Bu yüzden sözlerime devam ettim. ''Onu tek başına çekip çıkaramıyorum, ailesine deseniz nasıl söyleyeceğimi veya söyledikten sonra olacakları bilmiyorum ama korkuyorum anlıyor musunuz, Korkuyorum.'' Atilla bana doğru yeltendiğinde gözümün dolduğunu ve sonlara doğru sesimin kısıldığını yeni fark etmiştim. Ellerimi kaldırıp onu durdurdum.

''Ya yarın içinizden birine bir şey olsa, Allah korusun ama biriniz ya ölürse?'' boğazıma ölüm kelimesinde bir yumru sertçe oturdu, sanki yırtıyordu. Keskin bir bıçaktı ve her zerremi kesip kan yutturuyordu bana. Ölüm, sessiz ve ıssız bir sokak gibiydi. Kimsesizdi ama aynı zamanda herkesindi. ''Bunu kaldırabilecek misiniz?'' diye sorduğumda yüzleri yavaşça yere doğru eğildi. Birkaç dakika sessizlik oldu aramızda. Ne diyeceklerini bilmiyorlardı çünkü bildikleri tek şey haklı olduğumdu.

Zeyd'i izlemeye devam ettim, karşımda duruşunu. Yutkunuşunu ve kaldıramadığı o bakışlarını izledim. Saatlerce böyle dursa böyle izlerdim onu. Ne ayaklarım şikâyet ederdi bundan ne bedenim üşür yanardı mevsimlerden. Ben sadece dururdum, onu izlerdim. Onu izlerken yaşamaya devam ederdim ama o beni izlerken yaşamaya devam edebilir miydi? Ya da öylece durup beni izlemek ister miydi?

''Bu bok nasıl bir şey bilmiyorsun sen.'' Dedi Burçak yüzünü yerden kaldırarak. ''Alkol ya da sigara gibi bir şey değil, Hiçbirimiz memnuniyetten kullanmıyoruz. Bir kerelik diyerek aptallık ettiğimiz yılların acısını çekiyoruz hala. Söylemesi çok kolay ama yaşamasına geldiğinde zor demek bile yeterli değil.'' Burçağın bakışlarındaki umut ışığını saniyeler içinde yakaladığımı hissettim, o ışık orada yanıyordu. Görebiliyordum ama Zeyd'in bir cümlesi o ışığı saniyesinde söndürmüştü. ''Sende batarsın, seni riske atamayız.'' Burçak kafasını aşağı yukarı sallarken gözlerine bir daha baktım. Orada ol, ne olur orada ol.

''Ben kabul ediyorum, riski de başıma gelecekleri de kabul ediyorum.'' Dedim aptallık ettiğimi bilerek.

Sen Zeyd Vuran, hatam ve aptallığımsın ama aynı zamanda nefes alışımsın.

Bu aptallığıma gülümseyerek kafasını olumsuzca salladı, gözlerini Burçak ve Atilla'ya çevirdiğinde yaptığı işaret gitmelerini söylüyordu. Burçak ve Atilla arkalarını dönerek gitmeye başladıklarında Dağhan da bana kısa bir gülümseme atarak arkalarından yürümeye başladı. Şimdi koca yalnızlığın sardığı sokakta yalnız ikimizdik. İki kızgın kişi olarak, iki ne olduğu belirsiz kişi olarak karşı karşıyaydık.

Ben ona adım atıyordum o ise geri kaçıyordu. Halbuki konu gözlere geldiğinde kaçan ben kovalayan hep oydu. Neden gözlerin gözlerimden ayrılmazken bedenin benden uzak duruyor? Neden yaşam sakladığın gözlerin bana karışırken ölümü taşıyan bedenin sana hayat vermeme izin vermiyor?

''Seni de koruyamam Vera.'' Diye mırıldandı yumruk yaptığı ellerini sıkarken, sokak lambasının vurduğu yer yüzünün yarısıydı. Tek gözünü net şekilde görebiliyordum ama yeterli değildi benim için. Ben ikisini de görmek istiyordum.

Karşımdaki Zeyd Vuran olmasın Orman Kralı olsun istiyordum.

Bu yüzden geri adım atsa bile kaçmasına izin vermemeye karar vererek ona doğru bir adım attım ellerimi kaldırıp göğsüme vururken ''Korumana gerek yok ben baş edebilir kendimi koruyabilirim.'' Ona yaklaşmak için attığım adımlara baktı ama geri adım atmadı. Bu yaklaşmama izin verdiğin anlamına mı geliyor? Öyleyse koşa koşa gelirim sana.

''Anlamıyor-''

''Bir kere izin ver Zeyd bir kere!'' sesimi fark etmeden yükselttiğimi anladığımda dudaklarımı birbirine bastırdım. Sesim yalvarırcasına çıkmıştı. Ben bu hale gelecek bir insan değildim, hatta baktığınızda ilişki ya da hoşlantı konusunda hep ruhsuz biri olduğumu düşünmüşümdür. Şimdi ise sahip olduğum ruhun ne kadar ağır olduğunu düşünen birine dönüştüm, hayatı söz konusuydu ve bunu düşünmek omuzumda kemiklerimi kıracak kadar ağır bir yük varmış gibi hissettiriyordu. Sadece İkra için değil onun için de diğerleri içinde kurtuluş kapısı açmak istiyordum. Açın kapıyı, içeri de hepinize yeten bir ışık yanıyor demek istiyordum ama onlar o kapının üzerine vurabildikleri kadar kilit vuruyorlardı.

''Zeyd.''

''SENİ DE TEHLİKEYE ATAMAM VERA SEN OLMAZ!'' Sesi tüm sokakta birden fazla kez yankılanırcasına duyulduğunda yerimde sıçradım, gözlerim saniyeler içinde dolmuştu. Böyle bir yükseliş asla beklemiyordum. Ona doğru attığım adımları geri çıktım. Önce bir sonra iki sonra üç adım olarak. Adımlarıma baktığında ''Siktir.'' Diyerek küfür savurup elini ensesine attı. ''Vera özür dilerim.'' Zeyd'in karşısında ağlamak istemiyordum, sadece eve gitmek istiyordum. Sesi sokakta yankılanmayı kesse de kulaklarımda yankılanmaya devam ediyordu. Öyle bir yükseltmişti ki kalbim bile durmuş onu dinlemişti korku içinde. Karşısında ağlamak üzereydim, göz yaşlarım içime artık sığmadığından içeri değil dışarı düşüyordu. Onu ilk defa böyle görmenin verdiği şaşkınlık ve ürkeklik üzerime ikinci bir deri gibi yapışmıştı.

''Eve gitmek istiyorum.'' Diye fısıldadım bir elimle hızlıca gözlerimi silerken. Sesim zar zor çıkmıştı ama umurumda değildi. Bana doğru ilerlediğinde bir adım daha geriledim, yanımda durdu ve derin bir nefes alarak elini uzattı. ''Gel.'' Uzattığı eline baktım.

Şimdi tutarsam kesilir mi kulağımdaki sesin? Yoksa daha mı çok yükselir sözlerin? Ya kalbim, devam mı eder atmaya yoksa yine durur mu korkuyla?

Uzattığı eli görmezden gelerek piste doğru yürümeye başladım, hemen arkamdan geliyordu. Dudaklarımı içeriden ısırırken ellerimi cebime koyup içeriden sıktım. Dikkatimi dağıtmam gerekliydi, birazdan ışığa çıktığımızda göz yaşlarım patır patır dökülmeden dikkatimi dağıtmam gerekliydi. Etrafa baktım o yüzden, karanlık olsa da yıkık iki katlı binalar, otomobil lastikleri, bayraklar ve daha fazla yarış alanı olduğunu gösteren görselleri izledim. Zeyd ışığa çıktığımızda hızlı adımlarıyla önüme geçip motorunun önüne geldiğimizde elindeki kaskı bana uzattı. Uzatırken yüzüme dikkatle baktığını biliyor göz ucuyla görebiliyordum ama görmemezlikten gelerek kaskı kafama taktım. Etrafta diğerlerini görememiştim, görseydim beni Atilla'nın ya da Dağhan'ın bırakmasını isteyebilirdim. Zeyd kendi kaskını takarken ''İkra nerede?'' diye sordum. Sesim hala kısık çıkıyordu. O da bana ayak uydurmak ister gibi kısık sesle ''Burçak eve bırakacak.'' Diyerek yanıtladı.

Kafamı aşağı yukarı salladım onun hemen ardından motora binerken. Herkes gruplaşmış bizden uzakta kalmıştı, o yüzden kalabalığın sesi tam olarak gelmiyordu ama burada olduklarını da seslerinden anlayabiliyordum. Zeyd kilidi kaldırdığında ellerimi beline sardım, sardığım ellerim sızlıyordu ve bu sızlama fiziksel değildi.

Zeyd göğsünü kaldırıp indirecek kadar derin bir nefes aldı. Ardından pistin çıkışına doğru sürmeye başladı. Her uzaklaştığımız dakika ışık da gürültü de eş değerde azalıyordu. Yine ıssızlığın ortasında yalnız ikimiz kalıyorduk.

Bu beni mutlu ettiği kadar da üzüyordu bazen. Çünkü alışıyordum. Üzerinde gidiş tarihi belli olmayan bir bileti elinde tutan bir adama alışıyordum. Onunla geçirdiğim her an beni mutlu ediyor geçirmediğim her an üzüyordu ama eğer biri hayatınızdan gidecekse bazen her şey takla da atabiliyordu. Geçirmediğiniz zamanlar yokluğuna alışmaya başladığınızdan mutlu ediyor, geçirdiğiniz zamanlar alışma korkusuyla üzüyordu.

Yarış pistinden yeterince uzaklaştığımızda önümüzdeki sokaklar çok daha ıssızlaştı. Zeyd her geçen zamanda hızını arttırıyordu. Öfkeliydi.

Bana öfkeliydi, kendine öfkeliydi, Murat'a öfkeliydi, Tibet'e ve İkra'ya öfkeliydi. O herkese öfkeliydi ve öfkesi ona karanlıkta koşma gücü veriyordu ama karanlıkta koşulan yollar asla iyi olmazdı. Karanlıkta koşmak demek önünde ne olduğunu görememek demekti ve ölümün sevdiği bir şey varsa o da insanların onu görmemesiydi.

Öfkesini elimin altında kalan bedeninin aldığı derin nefeslerle hareket edişinden anlayabiliyordum. Yollarda tek yankılanan ses motorun sesiydi ve bu sessizlik hiç hayra alamet değildi. Ben de derin bir nefes aldım, sırtına kafamı yaslayıp gözlerimi kapatmak istiyordum ama içimdeki üzgün ve kırgın kız çocuğu ile büyük kız çocuğunun öfkesi buna izin vermiyordu.

Eve yaklaştığımızda motor yavaşladı, elimi ağır ağır üzerinden çektim. Motor evin tam önünde durdu, kilit yere indi. Ayaklarımı yere basarak ondan ayrılmak istemediğimi belli eder yavaşlıkta ellerimi kaska uzattım. Sessizlikle kaskı çıkarıp ondan destek almadan motordan inerek kaskı ona uzattım. Bu sırada ona bakmak istemediğim için gözlerim yerdeydi ve gözlerimdeki doluluk hala tam olarak geçmiş sayılmazdı. Soğuk da bu konuda bana hiç yardımcı olmuyor rüzgâr soğukla iş birliği yapmış gibi üzerime oynuyordu. Ona kaskı uzatan elimin üzerine elini koyduğunda sıcaklığı tenime yayıldı ve kaskı almadan beni kendine çekerek dizinin üzerine yasladı. Kask elimden kayarak yere düşerken yine burunlarımız birbirine değiyordu. Zeyd'in nefesini yüzümde hissediyordum, yutkunarak gözlerimi bedeninden gözlerine çıkardım.

Villa'nın etrafında yanan ışıklar yüzümüzü aydınlatıyordu ve şu an ışıkta gördüğüm tek şey neredeyse kucağına duruyor gibi olmamdı. Gözlerine baktığımda gördüğüm şey ise... artık bunu söylemek istemiyordum.

''Kızma bana... bağırdığım için deli gibi haksız, pişmanım ve özür dilerim.'' Bir eli yanağıma uzandı ve sıcaklığını yanağımdan yüzüme onun sıcaklığı yayıldı. ''Sadece herkesi düşünemem Vera, omuzumda öyle yükler var ki...'' derin bir nefes aldı gözlerime bakarken. ''Her gün tek tek kemiklerimi kırıyor çünkü asla son bulmuyor.''

''Zeyd.'' Elini dudaklarımın üzerine koyduğunda bedenim alev aldı. Tek bir kokusu sarhoş ediyor bakışı aptala çeviriyordu ama dudaklarıma değişi, dudaklarıma bıraktığı parmak izi kalp krizi yaşatabilirdi.

Söylediklerini düşündüm, gözlerimi yumdum. Yoksa bu yakınlıkta hiç yapmadığım bir şeyi yapmak isteyecektim. ''Anlamıyorsun Zeyd, beni bu kadar düşünmen gereken bir şey yok.'' Dudaklarımdaki eli hala duruyordu ama konuşmamla hareket ediyor tenime daha çok değiyordu ve bu soğukta ısıtıcı olarak onu kullanmak şahane hissettirmişti. ''Bana şans vermedikçe bu yaptığın sadece bir ön yargı, ben siz gibi değilim. Bunu sana kanıtlayacağım, nasıl bilmiyorum ama kanıtlayacağım Zeyd.'' Elimi dizine yaslayarak doğrulduğumda dudaklarımız değer gibi oldu.

Elimi kalbime atıp yavaşlamasına yardım etmeme çok az kalmıştı. Bu yüzden derin nefesler aldım ve bana hala parlayan gözlerle bakan Zeyd'e hüzünle baktım. Şu an böyle ayrılmak zorunda kalmayabilirdik. Birbirimizi durdurmak zorunda olmayabilir birbirimizin karşısında geri adım atmak zorunda olmayabilirdik.

Ama zorundaydık.

''İyi geceler Zeyd.'' Diyerek doğrulduğum yerden geri adım atarak ondan uzaklaşacaktım ama beni öyle sıkı tutuyordu ki buna izin vermedi. Aksine elini belime dolayıp beni kendine daha çok çektiğinde şaşkınlık anıyla ''ne yapıyorsun?'' diye sordum. Nefeslerimiz yine birbirimize karışmış tenimize sinmişti. Lanet olası bu koku beni öldürüyordu.

Bu yakınlık ise öldüren en güçlü silahtı.

Kaşlarım öfke ve anlamsızlıkla çatıldığında ''Gözlerine bakıyorum.'' Dedi. Benim aksime yine sakindi. Söylediğinden tek kelime anlamadığım için kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerine baktım. Yutkundu, sanki dudaklarımla gözlerim arasında bir savaş veriyordu kendince. ''Niye?'' diye sordum fısıltıyla. Bu fısıltımla belimdeki eli belimi okşamaya başladı. Nasıl bu kadar yumuşaktı her dokunuşu ve nefesi anlayamıyordum bilmiyordum ama huzur veriyordu. Artık bunun nedenini sorgulamıyordum. Neden olduğu umurumda değildi sadece olması yeterliydi.

Sorumun ardından yine samimi ama hüzünlü bir gülümseme belirdi dudaklarında. ''Yatağımın karşısına çizeceğim.''

Vera Mehan~

Vera Mehan~

 

Loading...
0%