@byzloey
|
İyi okumalar, sizleri seviyorum. ^^ 12. Bölüm | Ufak Bir Lades The Feeling, Simon blaza - razah Bataklık. Karanlık. Son zamanlar da en çok korktuğum iki kelime. Bu okul uyuşturucudan beter bir bataklık. İçinde saklanan beni dibe çekmeyi bekleyen timsahlar var, gözleri yılana benziyor ama onlara şerefsiz deniyor. Burası böyle bir okul, okulun çoğunluğu bir gezi gibi gitmişler bu bataklığa. Biri diğerini çekmiş, diğeri diğerini çekmiş. Kimse önemsememiş sevdiğini, kimse düşünmemiş geleceğini. Herkes anı düşünmüş ve yürümüşler görmedikleri o yolda. Şimdi yürümelerine gerek kalmadan ilerliyor ama ileri doğru değil, aşağı doğru. Hem de öyle hızla ilerliyorlar ki parçalanıyor ruhları. Önce dışarıdan başlıyor yırtılmaya, sonra başlıyor yok olmaya. Şimdi karanlıktalar, ruhları ve bedenleri parçalanmış. Karanlıkta tek ışıkları sönmeyen yıldızlar. Boş boş kütüphanede oturmuş rafta yamuk, şekilsiz ve asla uyumsuzluğun oluşturduğu güzelliği tasvir etmeyen kitaplığa bakıyordum. Kütüphanedeydim, saat sabahın yedi sularıydı. Zeyd'in dün ki söylediği sözler ve azarı sinirimi inanılmaz bozmuş uykuyu bana haram etmişti. Onu bana hatırlatan atkısını sinirle çıkarmıştım ama çıkardıktan sonra garip bir şekilde daha da sinirlenmiştim. Şimdi de aynı sinirle buradaydım, atkıyı da boynuma takmamıştım. Olduğum raftan bir sonrakine gittim. Edebiyat. Dokundun mu bu kitapların hepsine? Okudun mu içinde yazanları? Okudun mu bunu yazan insanların duygularını? Sence nasıl biriler, ne çekmişler? Ne sürüklemiş onları biriyle konuşmaktan çok herkesin okuması için yazmaya? Neden konuşmayı değil de susmayı tercih etmişler Zeyd? Hangi cümle seni susturdu da konuşmaktan vazgeçip yazdın? Elimi edebiyat kitaplarının üzerinde gezdirmeye başladım. Her rafta ele takılan bir kitap olurdu, o kitap rafın yaramaz çocuğuydu. Ben de yaramaz çocuğu bulmak için gözlerimi yumdum. Önce dokunmak isterdim hep. Önce dokunurdum, soğuk ya da sıcak mı onu hissederdim. Derdim ki bu sıcak beni yakar ya da bu soğuk beni üşütür. Bazen de derdim ki ben sıcağım o soğuk, o soğuk ben sıcak. Dudaklarımda tebessümle parmaklarımı kitapların üzerinde gezdirdim. Tırnağım birinin üzerinden bir sesle geçti. Durdum, gözlerimi araladım ve yaramaz çocuğu kitapların arasından zorla çıkardım. Tüm kitaplar sıkışmış vaziyette sığdırılmıştı, çıkarmak zordu. Kitabın ismine bakmayı es geçerek içini açtım, sütlü kahve renginde sayfalarında yazılan kalın puntolu sözler küçük olduğu için zor okunuyordu ama arka sayfada kalan altı çizili cümle dikkati üzerine çektiğinden gözlerimi zorlayarak o paragrafı çevirdim ve okumaya başladım. ''Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, günler şu heyulayı da er geç silecektir. Rahmetle anılmak ebediyet budur amma, sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir.'' Dudaklarımdan bir keyif nidası çıktı sessiz şekilde. Fısıltıyla da diyebilirdim hatta. Bazı insanlar gerçekten duygularını dile dökebiliyordu. Bazı insanlar da bu dilden çok iyi anlıyordu. Kitabı kapatıp yerine koymaya üşendiğim için en üste bıraktıktan sonra tekrar gezindim rafların arasında. ''Söyle Zeyd, hangi rafın hangi kitabında saklanıyorsun?'' Burada saklandığını biliyordum. Birçok kitabın altını çizdiği sayfaları olduğunu da biliyordum. İstiyordum, tek tek hepsini indirip altı çizili sayfaları aramayı ve onu anlamayı istiyordum ama onu anladığımda çok geç olmasından korkuyordum. Kaybetmek bazen ölümle kalmıyordu çünkü. Bazen insan kendini kaybettiğinde kendini sadece o değil etrafındakiler de kaybediyordu. Elimi bir an raftan ateşe dokunmuş gibi çektim ve sadece gözlerimle devam ettim gezinmeye. ''Bir gün orman toprağın üstünde değil altında kalırsa yine seni burada bulabilir miyim Zeyd?'' Dün ona sormuştum ki onlardan birine bir şey olursa bunu kaldırabilir misiniz? Ama kendime hiç sormamıştım, ona bir şey olsa ben kaldırabilir miydim? Daha önce bir kitabını almıştım rafından, demişti ki aşkını kaybeden kadının feryadını anlatıyor. Tüylerim ürpermişti, aynı şu an ki gibi. Kafamı sağa sola salladım, keşke rüzgâr esseydi de götürseydi aklımdaki matemleri. Gözlerimi arkamda kalan rafa çevirdim kafamı dağıtmak için başka kitaplara dönerken. Hepsi birbirinden farklı kitaplar gibi duruyordu, beğenmedim ve tekrar önüme döndüm. Çok sık kitap okuyan bir insan değildim ama merakım uyanmaya başlıyordu. Kitap okumaya vermediğim tüm vakti paragraf çözmeye veriyordum. Ellerimi açıp avuç içime baktım, kendimi uzun zamandır bu kadar yaralı görmemiştim. Sen kendini hiç böyle görmemiştin Vera. Avuç içimi kapattım ve bir elimi yine raflara uzattım, bu kez dolaşmak istemiyordum. Bir tane üstte, arasında ayraç duran kitap gözüme çarptı. Aldım ve ayracın olduğu yeri açtım. Burada da bir yerin altı çiziliydi. Mavi kalemle. Buldum seni Zeyd. ''Hadi seninle saklambaç oynayalım. Yüreğime saklanırsan eğer, seni bulmak zor olmaz. Ancak kendi kabuğunun ardına gizlenirsen, seni bulmaya çalışmak bir işe yaramaz.'' '' Yüreğime saklanırsan eğer, seni bulmak zor olmaz. Ancak kendi kabuğunun ardına gizlenirsen, seni bulmaya çalışmak bir işe yaramaz.'' Kısık sesle okuduğum cümleyi benimle beraber yorgun bir ses devam ettirdiğinde cümlenin sonunda kafamı kitaptan kaldırdım ve sesin geldiği kitaplığın köşesine döndüm. Zeyd kitaplığa yaslanmış, kollarını birbirine dolamış şekilde beni izliyordu. Göz temasını kesmeden kitabı kapatıp elimi indirdim. ''Aynı seni anlatıyor değil mi?'' biraz hüzün, biraz da memnuniyetle soruma gülümsedi. ''Ne zamandır buradasın?'' Dudaklarını yaladıktan hemen sonra dişlerinin arasına aldığında dikkatim dağıldı, kaçmak için bu yöntemin işe yaradığını umarım hiçbir zaman anlamazdı yoksa ufak tefek alabildiğim cevapları da aklımla beraber kaybedebilirdim. ''Altını çizdiğim cümleleri okuduğunu duyacak kadar.'' Kafamı belli belirsiz sallayarak kitabı az önceki yerine hiç dokunmamış gibi bıraktım ama bunu yaparken parmaklarım onun dokunduğu yerlere dokunmuş olma sevinciyle sızlıyordu. Kendimi saklamayı ve maske takmayı bu okulda inanılmaz güzel öğrenmiştim. Belki de burası kolej olmak yerine oyunculuk eğitimi vermeliydi. Çünkü bu konuda hepsinden çok daha iyiydi. Rafa bıraktığım kitapla temasım kesildiğinde bedenimle Zeyd'e döndüm. Yine karşımdaydı, gözlerini kısmış yüzümde gezdiriyordu. Bu haline alıştığım için artık neye ne tepki verdiğini anlayabiliyordum. Bu bakışın adı sessizlikti. Sen sessiz ol ben seni izleyeyimdi. Beni izlemesini ne kadar istesem de sessizliğini aynı eş değerde istemiyordum. Bu yüzden kafamı olumsuzca sallayarak ona doğru ilerledim. Ona gitmiyordum, sadece çıkışım onun yanındaydı. Rafın başındaydık, sonunda ise ders yapan bir öğrenci vardı ve rafla geçişin arasını neredeyse kapatmıştı. Kulağında kulaklık olduğu için dünyadan bir haber görünüyordu. Zeyd'le aynı ortamda daha fazla kalmak istemediğim için adımlarımı hızlandırıp yanından geçmeye yeltendiğim sırada kollarını çözdü ve bir elini bileğime sarıp beni yaslandığı raf ile kendisi arasına çekti. Bunu yaparken diğer elini rafa yaslamıştı. Bir eli bileğimde diğeri ise yüzümün hemen solunda göz hizamda rafa yaslıydı. ''Ne yapıyorsun Zeyd?'' gözlerimi rafa yasladığı kolundan gözlerine çevirdim. Derin bakıyordu. Bağırmamak için fısıltıyla ve azarlayıcı bir ses tonuyla konuştum, kolunu rafın kenarından içine yaslarken yüzünü yüzüme doğru eğmeye başladı. Kıstığı gözleri bana ilk defa farklı bir bakışla bakıyordu. Bilinmezlik. ''Sana sormak lazım, sen ne yapıyorsun? Gerçeklerden mi kaçıyorsun Vera?'' Gözlerimle etraftakilerin dikkatini çekip çekmediğimize baktım ama zaten etrafımızda tek bir kişi vardı, o da kulaklık takıyordu. Tamam, aklımı dağıtma yöntemim geçersiz olmuştu. Yenilgiyle tekrar Zeyd'e döndüm. Bana ilk defa bu kadar yakın değildi, nefeslerimiz ilk defa birbirine karışmıyordu ama içimde her şeyi siktir edip dudaklarına yapışma isteği kendini ilk kez belli ediyordu. Ve bu ben değildim. ''Gerçeklerden korkaklar kaçmaz mı?'' dedim belli belirsiz gülümseyerek. ''Senin küçük şovun beni korkutmadı Zeyd, istersen iddiaya girelim?'' Uykusuzluk insanı çok farklı bir kişiliğe büründürebiliyordu ama eğer bir katkısı varsa bu kesinlikle cesaretti. Serçe parmağımı yüzlerimizin arasına kaldırdım, kaşlarını kaldırıp yüzüne zevkli bir gülümseme yerleştirdi. ''Kabul.'' Bileğimi kavrayan elini çekip serçe parmağını benimkine sardı. Elleri ne büyüktü ne küçük, benimkiyle neredeyse aynıydı ve bu görüntü gözüme fazlasıyla güzel geldi. ''İçinizden birisi bile, yardım kabul eder ya da kendisi isterse, benim özel şoförüm olursun. Yılın sonuna kadar.'' Kahkaha atmamak için sertçe dudaklarını ısırdı, dudakları resmen renk değiştiriyordu ama bunu yapmaktan vazgeçmemişti. ''Malum artık arabam yok ve gidip gelmek zor oluyor en azından bu konu da işe yararsın.'' Dişlerini dudaklarının üzerinden çekip dudaklarını birbirine bastırdığında rengi atan dudağı kırmızıyla renklendi. Kafasını aşağı yukarı sallayışına bile odaklanamadım dudaklarından. Dakikalar sonra tekrar aralandığında verdiği nefesle kendime geldim, gözlerine baktığımda gözlerime gülerek baktığını yeni idrak etmiştim. ''Öyle olsun, sana bir ay mühlet. Eğer kimse konumunu bozmazsa bundan sonra İkra dahil hepimizden uzak duracaksın. En azından motor yarışlarında ve tehlikeli yerlerde. Sadece gerektiğinde irtibat kurduğun sınıf arkadaşlarından ibaret oluruz. '' Ya hep gerekirs3? Ya seninle hep irtibat kurmam gerekirse? Serçe parmaklarımız ayrıldığında elini bana doğru uzattı. Serçe parmak yetmemişti anlaşılan. Herkesin anlaşma şekli farklıydı tabi. Kitaplığa sinmiş duruşumu dikleştirerek elini sıktım, bu sırada gözüm yine kızarmış ve yara olup kabuk bağlamış ellerindeydi. ''Desene benim için pek bir şey fark etmeyecek.'' Dedim gözlerimi ellerinden gözlerine çıkarırken. ''Kaybedeceğini şimdiden görmen güzel.'' Elimi elinden çekerken yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Bu kez burun uçlarımız garip bir şekilde birbirine değmediği halde rüzgarla değiyormuş gibi hissettiriyordu. Sıcaklığını hissedebiliyordum. ''Oyun daha yeni başladı.'' Yüzümü rafa yasladığı koluna çevirip elimle kolunu indirdiğimde güç kullanmadan elini indirdi. Ona son kez baktım, sana birçok savaşta yenilmiş olabilirim ama bu savaşta yenilmem der gibi baktım. Çünkü Zeyd Vuran, bu savaş sana karşı değil. Çünkü Zeyd Vuran senin için. Kütüphanenin kapısını açıp dışarı çıktığımda açılan okul kapısıyla içeri soğuk hava sızdı, derin bir nefes aldım. Neden Zeyd'in sıcaklığını hiçbir soğuk söndüremiyordu? Bileğimi kaldırıp saate bakarken merdivenlere doğru yürüyor yolu göz ucuyla takip ediyordum. Saat hala oldukça erkendi ve her gün bu kadar erken gelip gelmediği hakkında bir fikrim yoktu. Belki de bugüne özeldi çünkü daha önce sabah hepsi gelirken önlerini kesmiştim. Merdivenlerden çıktıktan sonra sınıfa sessizce yürüdüm, o buradaysa diğerleri de mi gelmişti? Diğerleri... İçinizden birisi demiştim, biri bile yardımı kabul eder ya da kendi yardım talebinde bulunursa bu savaşın kazananı ben olurum demiştim. Madem hiçbiri isteyerek kullanmıyordu birisi mutlaka kurtulmak için yardım isteyecek ya uzattığım ele umut edip tutunacaktı. Öyle olmalıydı, eğer olmazsa bunu sağlamalıydım. Sadece süre koymamız sorun gibi görünüyordu ama içimden bir ses onun sorun olmayacağını fısıldıyordu. Birbirine zincirlenen halkalardan güçlüleri çıkaracaktım kalan zayıfları ise birbirine bağlayacak biriyle beraber diğerini de yanıma çekecektim. Amacım birine kabul ettirmek değildi, hepsine kabul ettirmekti. Zeyd ile anlaşmam bir kişi üzerine olsa da ben biriyle yetinecek değildim, başlangıçtan onu şaşırtacak ve birden fazla kişiyi tarafıma çekecektim. Böylece ne kadar yanıldığını kendi görecekti. Ben söylemeden. Sınıfın kapısını açtığımda içeride en azından Zeydlerin sırasında birden fazla insan beklemiştim ama yoktu. Kimse yoktu. Buna sevinerek sırama yönelip duvara yaslandım ve bacaklarımı kendime çekip testimi kucağıma alarak cebimdeki kulaklığı telefonla kulağıma taktım. En azından günün stresi başlamadan test çözmek iyi bir başlangıç olabilirdi. Diğerleri geldiğinde çözmek artık bana zor geliyordu. Kulaklığımı taktıktan sonra başladığım teste sınıf dolana kadar devam ettim, hatta o kadar dalmış ve kendimi kaptırmıştım ki yeni konuya bile geçiyordum ama yanıma biri oturup kulaklığımı çıkardığında duraksayıp kendime geldim. Sınıfın dolmaya başladığını ve kalabalığın çıkardığı gürültüyü ancak idrak edebilmiştim. Dağhan yine her zamanki gibi rahatça yayılmış kulaklığımın tekini kulağına takarak yüzünü buruşturmuş bana bakıyordu. ''Çok zevksizsin yavrum.'' Kulaklığı çıkarıp sıraya bırakınca bende diğer ucunu çıkarıp testi kapattım. ''Sensin zevksiz.'' Testi çantama koyup ders kitabını çıkardıktan sonra kulaklığı sıranın altına bıraktım. Bana dönüp kaşlarını kaldırarak 'hiç de bile.' Der gibi bir bakış attı bacak bacak üstüne atarken. Hareketlerini her zamankinden dikkatli izledim, sonra yüzüne baktım ve gözlerimi kısarak ruh hali hakkında bir çıkarım yapmaya çalıştım. Aralarında en zayıf halka kimse ona oynamalıydım ama zayıfı bulmak için önce güçlüleri zincirden çıkarmam gerekliydi. ''Ben asla kendime laf söyletmem yavrum.'' Ona göz devirip baygın bakışlarla bakarken sınıfın kapısı bir daha açıldı, bu kez içeri giren yüz beklediğim kişinin yüzüydü. Gülümseyerek ayağa kalkıp Dağhan'ın bacaklarını ittire ittire aradan çıktım ve Tuna'ya doğru ilerledim. Bu sırada o da çantasını sıraya bırakıyordu, yüzünü bana döndüğünde demek istediğimi anlayarak çantasını bırakıp koluma girdi ve sınıfın çıkışına doğru yürümeye başladı. Dün neler olduğunu merak ediyor olmalıydı ve bugün ki çekeceği sorgudan ürkmüyor değildim çünkü gece sadece eve vardığımı yarın konuşacağımızı yazmıştım. Meraktan çatlamış olmalıydı ama buna rağmen şaşırtıcı şekilde beni dinmeyen mesajlara boğmamış arama yağmuruna tutmamıştı. Terasa doğru peşimden sürüklerken ona kaçamak bir bakış attım. Çok sakin duruyordu ve bu beni korkutmuştu. Üst kata çıktığımızda açılan otomatik kapıdan çıktık, teras köşesine doğru ilerleyerek yan yana trabzanlara yaslandık. Kollarını birbirine doladı ve ifadesini alacağını andıran bir şekilde yüzünü bana döndü, açıklama bekliyordu. Bu kadar sabırlı ve sessiz olması gerçekten fazla şaşırtıcıydı. ''Dün geceyi anlatmamı istiyorsun.'' Dedim kaşlarımı kaldırarak. Kafasını salladı sadece. ''Özetle hiçbir şey olmadı. Yardım etmek istediğimi ama ön yargılı oldukları için izin vermediklerinden bahsettim sonra bir posta azar yiyip evime gittim.'' Devam etmemi bekler gibi bakmaya başladığında ''Yemin ederim.'' Diye mırıldandım. ''Hayır Zeyd'in kabul edeceğini mi düşündün?'' dedi bana umutsuz bir ifadeyle bakarken. Dudaklarımı büzerek omuz silktim. ''Diğerlerini düşünür belki diye ummuştum.'' Sözlerim de dürüsttüm. Bana gelmesini umduğum Zeyd değildi. Zeyd hariç herkesti. Ama buna üzülmüyordum da çünkü kimi çekersem çekeyim Zeyd'de zincire bağlı bir halka gibi gelecekti. Yani birini tutup çekmek hepsini çekmek demekti. ''O düşündü mü?'' diye üsteleyerek bir daha sordu, umutsuzca kafamı sağa sola salladım. Derin bir iç çekerek elimi tuttu. ''Merak etme, buluruz bir yolunu. Best friend forever.'' Gülerek ''Best friend forever.'' Diye mırıldandım bende. ''Kendimi bazen boğulacak gibi hissediyorum. İkra için girdim bu işe ama onu zapt edebileceğimi sanmıyorum, diğer tarafta ise...'' Tuna'ya utançla bir bakış attım. ''Anladım.'' Diye mırıldandı o da. Bazen beni anlayıp zor durumdan kurtarmasını çok seviyordum. ''bazen bende boğulacak gibi oluyorum.'' Dedi kafasını omuzuma bırakırken. Kaşlarım belli belirsiz çatıldı, Tuna'nın bu konuya bu kadar yüklenmesi sadece benim için olabilir miydi? Neden ben öyle değilmiş gibi hissediyordum? Zil sesi kulaklarımıza dolduğunda ikimizde aynı anda söylenerek doğrulduk. Evet yeni bir gün ve yeni bir yaşam mücadelesi başlıyordu. Gözlerimiz birbirimizden dikkat çeken bir sesle kapıya çevrildiğinde Zeyd'i ve Ceyda'yı yan yana gördük, ellerindeki sigaraları çöpe atıyorlardı ve Zeyd yine kapıya çarpmıştı. Tuna'yla kısa bir bakışma yaşadık. Onların geldiğini ve orada olduğunu fark etmemiştik. Belki de sadece ben fark etmemiştim, bilmiyordum ama giderken sadece arkalarından bakmış bu düşünceyi sonraya bırakmıştım. Arkalarından Tuna ile sessizce yürüdük, ona karşı iddiamız sonuçlanana kadar mesafeli olmak zorundaydım. Aksi halde iddiayı kaybedersem ona bir daha eskisi gibi davranamazdım ve bu benim için alışma süreci gibi bir şey olurdu. Arkasından bedenini izlerken bu düşünceyle içim burkuldu. ''Her şey İkra için.'' Diye fısıldadım kendime. Sadece İkra için mi? Diye fısıldadı zihnim de karşılık olarak. Onu duymazdan geldim, yanımdaki Tuna bana döndü. ''Efendim?'' Anlamamış ifadeyle bana bakıyordu, kafamı olumsuzca sallayarak ''Yok bir şey.'' Dedim. Sınıfın açık kalan kapısından geçmemi işaret etti. Önden sınıfa girer girmez kimseyle göz teması kurmadan sırama yöneldim. Dağhan kalktı ve bana yer verdi ardından sessizliğime ayak uydurarak yanıma oturdu. Eline doladığı ipi görebiliyordum, sessiz kalmasının nedeni bu olmalıydı. Birkaç dakika sonra öğretmen içeri girdiğinde herkes ayağa kalktı ve el işaretiyle geri yerine oturdu. Kafalarına göre kalkıyor, kafalarına göre kalkmıyorlardı. Tam bir dengesizler sürüsüydü. Ki bu sürünün içinde bende vardım. Öğretmen eşyalarını masaya bırakıp sandalyesine oturduğunda gözlerimi Dağhan'ın arkasına yaslanmış olmasından ötürü rahatça cam kenarındaki sıraya çevirebildim, gözlerim sadece üç sırayı görüyordu. Altı halka güneş ışığının altında oturmuş dışarı ve öğretmene bakıyordu, bunu fırsat bilerek en önden izledim bedenlerini ve gözlerini. Onların da bedenlerinde Zeyd gibi ölümün kokusu vardı ama gözlerinde parlayan ışık az da olsa hala oradaydı. Bana baktıklarında o parlayan ışık ben mi yoksa onların ışığı mıydı tam olarak anlayamasam da onların olduğunu düşünerek hareket etmeye karar vermiştim. Öyle değilse bile öyle olmasını istemiştim. Gözlerimi önce Atilla'ya çevirdim. En ön sıranın solunda oturuyordu. Yine siyahlar içindeydi ve Tuna'nın dediği gibi tam bir esmer güzeliydi. Yani erkek olarak güzeldi. Tuna'nın onunla dalga geçmek için ne kadar o manada söylemediğini bilsem de ben erkek olarak güzel manasında bu kelimeyi kullanıyordum. Önce bedenine baktım, zayıflığı orta halli duruyordu. Belki yakınlığımıza güvenerek uzattığım eli tutabilirdi. Göz ucuyla yanımda simsiyah giyinen adı gibi dağ olan çocuğa baktım. Onu da deneyebilirdim elbette ama ters tepebilirdi. Onunla varla yok arası bir yakınlık kurmuştuk ve bunu kaybetmek istemiyordum. O yüzden onu eleyecektim. Tekrar cam kenarına dönerek İkra'ya baktım ve anında es geçtim. O halka değildi, hepsine bağlı zincirdi. O yüzden onu görmeden arkaya kaydırdım gözlerimi. Bir çift gece mavisi bana dönmüştü, o bakışından bile anlamıştım yardımı kabul etmeyeceğini. O sebeple onu da geçtim. Bu kez de gözlerim bir çift orman yeşiliyle kesişti ama o bir numaralı olmazdı. Derin bir nefes aldım, ne yaptığımı anladı ve buna gülümsedi. Umursamadan yüzümü Ceyda ve Defne'ye çevirdim. Ceyda asla asla ama asla olmazdı. Sanırım bir numaralı olmaz Zeyd'se iki numaralı Burçak üç numaralı olmaz da kesinlikle Ceyda olurdu. Geriye zayıf halka olduğu kesin olan tek bir kişi kalıyordu. Defne. Defne Hazin. Bir deri bir kemiğin canlı kanlı hali, gözleri çökmüş ve kemikleri ortaya çıkmış hayatımda gördüğüm korkunç zayıflığa sahip olan tek kişi. Bu zincirde en zayıf halka sensin, özür dilerim ama yeni avım da sensin. Gözlerimi izlenme hissiyle sıranın önlerine çevirdim. Tahmin ettiğim gibi birinin gözleri yine üzerimdeydi, bir alışkanlık gibi. Kimi seçtiğimi anladı ve bundan huzursuz oldu. Bence de derin nefesler al orman kralı, çünkü iddiayı kazanacağımı söyledim ve ben söylediğim her sözü yaparım. Ders ziline yakın bir zamanda gelen gürültülü hareketlenmelerle dikkatim dağıldı. Gözlerimi sabitlediğim sıranın önünden birden fazla öğrenci geçiyordu, kendime gelerek önüme döndüğümde Dağhan da yanımdan huzursuzlukla kalkmıştı ki bu sırada bir şey oldu, herkes durarak dikkatini arka sıraya çevirdi. Defne elini ağzına yaslayarak gürültüyle ayaklanmış koşarak sınıftan çıkmıştı. Hemen peşinden kapıyı daha geniş açmak için Ceyda'nın vurduğu darbe sesi duyuldu. Herkes ne olduğunu idrak etmeye çalışırken Zeyd ve Burçak da küfür savurarak sınıftan koşarcasına çıkıyorlardı. Tuna ile göz göze gelerek ayaklanmaya kalktığımızda sınıftan henüz çıkmayan öğretmen eliyle herkesi engelledi. ''Sınıfta kalın çocuklar.'' Ben ve Tuna ile beraber geri kalan herkes öğretmenin engeliyle kalktığı yere geri oturmak zorunda kalmıştı. Neler olup bittiğini ben de sınıftakiler gibi idrak edememiştim çünkü kafam çok dalgındı ve her şey çok hızlı gelişmişti. Defne'nin öğürmeye benzer çıkardığı rahatsız sesi duysam bile görene kadar ne olduğunu anlamamıştım. Hele Ceyda'nın arkasından nasıl bir hızla gittiğini hiç anlamamıştım. ''Neler oluyor?'' diye mırıldandım Tuna ile bizim sıraya geçerken. Dağhan da çıktığı için yanıma oturmuş elimi tutmuştu. Belki de gerginlikten ben tutmuştum, bilmiyordum. ''Bilemiyorum. Uyuşturucudan veya başka bir sebepten olabilir ama hepsi peşinden gittiğine göre ilk seçenek daha doğru gibi görünüyor.'' Gözlerim sınıfın içinde İkra'yı aradı ama o da yoktu. Hepsi gitmişti. Korkuyla yüzümü avuçladım. Uyuşturucu muydu bunu yapan? Bu ilk kez mi yaşanıyordu yoksa alıştıkları bir şey miydi? Hepsi bunları yaşıyor muydu? İçimdeki korku gel gitlerle yükseliş yaşadı, öğretmen sınıftan çıkana kadar sıkıntıyla bacaklarımı sayı sayar gibi sektiriyordum. Tuna da benden farklı sayılmazdı, dudaklarını yiyor bacağını benimle aynı ritimde sektiriyordu. Öğretmen ise açık kapıdan koridorun başındaki lavaboya bakıyordu ama bir gözü de içeriyi yokluyordu. Sınıftaki fısıltılar artık birbirine karıştı, hiçbir şey duyamıyordum. Hepsi bir uğultudan ibaretti ve anlaşılmıyordu. ''Tamam çıkabilirsiniz.'' Öğretmen koridorda yürümeye başladığında bıraktığı kapıya Tuna ile aynı anda neredeyse koşarcasına varıp sınıftan çıktık. Diğerleri merdivene yaslanmıştı, Defne Ceyda ve İkra lavabonun kapısında duruyordu. Defne'nin yüzüne su vurmuşlardı, su damlaları görünüyor saçının önleri ıslak şekilde göze çarpıyordu. ''İyi misin Defne?'' Defne öğretmene bakmadan kafasını salladığında onlara yaklaşmıştık. Öğretmen ''Revire gidin bir görünün yine de.'' Dedi çalan telefonunu açıp merdivenden inmeden hemen önce. Kimse onu iplememişti ama ipleselerdi de bunu yapmaya zamanları kalmayacaktı. Onlara yaklaştığımızda Tuna yavaşladı, yanlarına gitmek istemiştim ama gidip ne diyeceğimi ve yapacağımı bilmediğim için duraksadım. Tuna da hemen arkamdaydı, Defne destek istemediğini söyleyerek Ceyda'nın ellerini üzerinden çektiğinde Ceyda bir süre ona değmese de ellerini hemen arkasında tuttu. İkra korkuyla Burçağa bakıyor Zeyd Defne'nin yanında ne yapacağını bilemez şekilde duruyordu. Dağhan ise ellerini yumruk yapmış zorlukla yutkunan Atilla'nın yumruklarını tutuyor muhtemelen öfkesine hâkim olabilmesi için ona yardımcı oluyordu. İkra ve Ceyda kısa bir an birbirine bakarken Defne ''Susadım, kantine inelim.'' Dedi. İkisi de ellerini üzerinden çekmişti ama tetikte bekliyorlardı. ''Ben alıp gelirim.'' Dedi Atilla ama Defne kafasını olumsuzca salladı ve merdivenin kenarından destek alarak ''Ben almak istiyorum.'' Dedi. Atilla'nın yüzü anında Zeyd'e döndü. Onların hemen arkasında Tuna ile önlü arkalı durmuş onları izliyorduk. Bir adım inen defnenin adım seslerini duyduğumuzda herkes ona baktı. Ceyda da tam onun arkasından gidiyordu ki Defne elini merdivenden çekti ve aniden dengesini kaybedip merdivenlerden yuvarlanmaya başladı. Büyük bir çığlık koridoru inletmişti. Kızlar şaşkınlığa uğrarken ben de bir adım gerilemiş Tuna'ya çarpmıştım. Dengemi kaybettiğimi anladığında kollarımdan destek verircesine tuttu. Defne'nin yuvarlanma seslerine erkeklerin küfürleri ve koşma sesleri eklenmişti ama yine de o darbe sesini bastıramamışlardı. Defne merdivenin sonundaki zeminden duvara kadar yuvarlandı. Kızıl saçları etrafına dağılmıştı. ''Vera kendine gel.'' Tuna'nın desteğiyle ve beni sarsışıyla kendim ayakta durup hızlı adımlarla merdivenden inmeye yeltendim. Tuna benden önce inmeye başlamıştı ama Defne'nin önüne diğerleri geçtiğinden zaten görmesi yeterince zordu. Telefonla merdivenlerden inen öğretmenimiz koşarak yukarı çıktığında kalabalık geri çekildi. Atilla Defne'yi kucağına almıştı, boğazından çıkan damarlar ürkütücü görünüyordu ve yüz ifadesi onu gördüğüm en sert haline bürünmüştü. Defne'nin kızıl saçları Atilla'nın kollarından aşağı sarkarken Ceyda'nın dengesini kaybeden Zeyd'i tuttuğunu gördüm. En büyük şoku o yaşıyordu ve ilk defa kendini saklayamıyordu. Sertçe yutkunurken gözlerini etrafa çevirdi. Bana bakması için sabırla bekledim. Bekledim, bekledim, bekledim. Baktı ve dolan gözleri keşke dedirtti bana, keşke bakmasaydı. Bir anda aramızdan geçen kalabalık ikimizi de kendimize getirdiğinde uğultular yine çığlıklara döndü. Öğrencilerin neredeyse hepsi merdivenlerde duruyor bizi izliyordu. Telefonla gelen öğretmen ise ambulansı arıyor durumun aciliyetinden bahsediyordu. Kendimi toparlayabildiğimde Atilla'nın ''AÇILIN!'' diye bağırdığını duymuştum. Herkesin açtığı yoldan koşarak iniyordu. Peşinden hepimiz sırayla gitmeye başladığımızda kalabalıktan biriyle göz göze geldim. Kaşlarım çatıldı. Onun burada ne işi vardı? Bana kafasını olumsuzca salladı, bende ona olumsuzca salladım ve onun olduğu kattan aşağı indim. Bahçeye kısa sürede varmıştık. En önde Atilla vardı ve hala koşuyordu, arkasından Zeyd ve diğerleri gidiyor öğretmeni dinlemiyorlardı. Tuna ise elimi tutmuş beni arkalarından sürüklüyordu. ''Ambulans geliyor çocuklar.'' Diye bağırdı öğretmen peşimizden gelirken. Atilla ise sonunda öğretmene yanıt vererek ''Ambulans geç kalır, ben götürürüm.'' Dedi. ''Tamam gel, benim arabam burada.'' Öğretmen Atilla'nın hemen önünde duran arabasını açıp ona işaret ettiğinde Ceyda da arka kapıyı açmıştı. Atilla Defne'nin yanına arka koltuğa biner binmez kapı kapandı ve öğretmen hızla manevra yapıp okuldan çıktı. Az önce merdivende sıralanan öğrencilerin hepsi bahçeye çıkmıştı ve etrafımızdaydı. ''Şimdi ne yapacağız?'' diye mırıldandı Tuna arabanın peşinden duyulan motor sesleriyle beraber bana dönerken. Çaresizlikle etrafa bakındım. Gözlerimiz kapıda olan burada hala ne aradığını bilmediğim onunla çakıştı ama o bir seçenek değildi. O hastaneye gelmeyecekti, buna emindim. Yüzünü sağa doğru çevirdiğinde baktığı yere baktım, Dağhan arabaya henüz yeni biniyordu. Tekrar ona dönüp kahve gözlerine baktığımda bana gülümsedi. Ben de ona gülümseyerek kafamı teşekkür imasıyla salladım. Sadece kirpiklerini kırpıştırdı ve kafasını gidin dercesine eğdi. Tuna'yı yakasından tuttuğum gibi Dağhan'a doğru koşmaya başladım. Bir yandan da tüm okulun dikkatini çekebilecek kadar yüksek sesle ''DAĞHAN!'' diye bağırıyordum ama beni duymazdan gelerek arabayı çalıştırmıştı. Sonunda nefes nefese kalsak da arabaya yetiştiğimizde arabanın kapısından tutarak içeri atladık. Neyse ki bugün üstü kapalı değildi. Elini anahtardan çekerek direksiyona koyarken çatık kaşlarıyla bize döndü. ''Sizin ne işiniz var burada?'' ''Sür hemen bizde geliyoruz.'' Dedim kesik nefeslerimle beraber. Direksiyonu çevirirken ''Vera.'' Dedi. Koşmaktan mecalim kalmamıştı çünkü yetişemeyeceğiz diye ödüm kopmuştu. Tüm duygular içimde karmaşaya girmişti. Korku, endişe, öfke ve panik. ''Dağhan inmeyeceğiz.'' Dedim ve derin bir nefes alıp ''Bunun kavgasını yaparak şu an geç kalıyoruz sür işte.'' Diye devam ettim. Söylenmeyi keserek sıkkın bir ifadeyle yola döndüğünde tartışmanın yersiz olduğunu anlamış olmalıydı ki gaza kökledi. İçinden küfürler yağdırdığına emindim ama aklı Defne'de olduğundan şu an bizimle o kadar da vakit kaybedemezdi. Dağhan sonunda yükselttiği hızla diğerlerini yakalayabildiğinde derin bir nefes aldık. Dirseğini kırarak araba koluna yaslamış elini ensesine atmıştı. Diğer eli ise direksiyonu öyle sıkı tutuyordu ki parmakları bembeyaz kesilmişti. Zeyd, Ceyda ve Burçağın motorları hemen önümüzdeydi, Dağhan onlara yaklaştığında hızını sabitledi. Öğretmenin siyah Volkswagen'i en öndeydi. Kırmızı ışıkta geçtiğinde Zeydler hemen peşlerinden de biz kırmızı ışığı görmemişiz gibi hızla geçtik. Dikiz aynasından Tuna ile göz göze geldiğimizde onun da benden farkı olmadığını gördüm. Gerginlikten tırnaklarını kemirmeye başlamıştı. Herkes çok gergin ve sessizdi, Dağhan yola konsantre olmuş derin derin nefesler alıyordu, korktuğunu biliyordum. Hastaneye varana kadar hepimizin alnında terler boncuk boncuk oldu. Kış günü terletecek bir korku yaşadığıma hala inanamıyordum. Araba tam olarak durmamasına rağmen yavaşladığı anda kapıları hızlıca açıp çıktık. Diğerleri motordan iner inmez motorları rastgele bırakmış çıkardıkları kaskları yere fırlatarak büyük bir gürültüye sebep olmuş tüm dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi. Onların hemen peşinden Tuna'nın çekiştirmesiyle koşarak bizde hastaneye girdik. Atilla en önden koşarak Defne'yi kucağından sedyeye yatırmıştı. Defne'nin dudaklarında beliren tükürük köpüklerini görünce bir an tüylerim ürperdi. Hazal'ın üstüme düşüşünü anımsadım, tenim buz kesiyordu. Sedyeyi tutan sağlık görevlileri Defne'yi acil müdahaleye almak için götürdüğünde hastanenin öteki ucuna kadar hiç yorulmamışız gibi koşmaya devam ettik. Artık kesik kesik bile nefes alamıyor gibi hissediyordum ama durmadan ilerleyecek güce de sahiptim. Defne'yi soktukları yerin otomatik kapısı kapandığında herkesin adımları durdu. Atilla en önde ellerini ensesinde birleştirmişti, yüzünü camın yansımasından görebiliyordum. Gözleri kızarmış ve dolmuştu. Arkasını döndüğünde köşede duran sehpaya bir tekme savurdu. Tuna ile olduğumuz yerde sıçradık. Dağhan yanına adımlarken onu gördü, elini gelmemesi için uzattı ve duvara yaslanarak dizlerini kendine çekip ellerini kafasının etrafına sardı., kafasını yere eğmişti. Gözlerimi hemen yanında duvara yaslanmış ayakta zor duran Zeyd'e çevirdim. Boşluğa dalıp gitmişti, yavaş yavaş Atilla gibi yere doğru kaydığında ellerini dizlerine yaslayıp sarkıttı. Burçak ise karşımızda ona korkuyla sarılan İkra'yı sarmalıyordu. Ceyda ve Dağhan ise yan yana birbirlerine bakıyordu. Hepsi dağılmış kopmuştu. Zincir duruyordu ama halkalar zincir kımıldamadığı halde koparcasına sallanmaya başlamıştı. Tuna'nın ne zaman tuttuğumu bilmediğim elinden elimi çekip yavaş adımlarla Zeyd'e doğru ilerledim. Gözleri kızarık şekilde karşıya bakıyordu ama hiçbir şey görmüyor gibiydi. Zihninde beliren görüntüleri görmek için gözlerine ihtiyacı yoktu. Gözünü bir an bile daldığı yerden ayırmadı, önüne geldiğimde ona baktım. Bana bakmıyordu bile. ''Zeyd.'' Diye fısıldadım duymasını umarak ama duymadı. Elimi çekinerek eline uzattım. Şimdi o soğuktu, ben sıcak. ''Zeyd.'' Ona tekrar adıyla seslendiğimde gözünden bir yaş düştü. Ağlamıyordu ama gözü kıpkırmızı kesilmişti ve o bir damlanın devamı gelmemişti. Kendini tutuyordu, ağlamamak için bedenini geriyordu. Çenesi kasıldı ardından vücudu tekrar gerildi. Onu bu halde gördüğüm için derinlerimde bir yerde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Sanki beni ayakta tutan bir köprü vardı ve bir anda bir ucu koptu, savruldum. Nereye düştüğümü bilmeden düştüm, neye çarptığımı bilmeden yaralandım. Onun bir damla göz yaşı bana yara açtı. ''Konuş benimle.'' Dedim ağlamamak için kendimi sıkarak. Fısıltım sonunda ona ulaştığında yüzünü bana doğru çevirdi. Gözlerinde orada olmasını beklediğim tek ifade vardı. Pişmanlık. Sertçe yutkunduğunda daha fazla kendime engel olamadan üzerine eğildim ve kollarımı boynuna dolayıp sarıldım. Ağlamamak için kendini ne kadar tutsa da ben sarılır sarılmaz bunu bekliyor gibi ellerini belime dolayıp beni kendine daha çok çekmişti ve omuzum onun göz yaşlarıyla ıslanmaya başladı. Omuzuma onun göz yaşları düşmüyordu, ateş damlaları düşüyor her damlanın ardından tenimde yanık izi bırakıyordu. Ondan gelen her ize razı olduğum için kendimden de nefret etmeliydim ama edemiyordum. O belki sever diye kendimi de seviyordum. Dolmuş gözlerimle kapanan yoğun bakım kapısına baktım, yansımamız korkunç görünüyordu ama huzur veren de bir yanı vardı. İnsan huzurda boğulur muydu? Biz boğuluyorduk. Düşünceler huzurun içine atlıyor ip olarak çıkıp boynumuza dolanıyordu. Bir gün o sedyede yatan Defne yerine İkra ya da Zeyd'de olabilirdi, diğerleri de olabilirdi. Bir gün baktığımız kapı yoğun bakım değil morgda olabilirdi. Bundan korkuyordum, Zeyd'in yerinde olmaktan daha çok Zeyd'in orada olmasından ölesiye korkuyordum. Bu nedensizce ölesiye korkutuyordu. Bu hayatımın en korkunç kâbusu olurdu. Bir daha uyanamayacağım bir uykuda esir olduğum bir kâbus. Yoğun bakımın kapısı açıldığında Atilla aniden ayağa fırladı, doktorun hemen karşısında duruyordu. Zeyd ile kollarımız birbirimizin teninden yavaşça ayrıldı. Beraber ayağa kalktık, doktor bu sırada hepimizin tek tek yüzünü inceliyordu. ''Arkadaşınız madde mi kullanıyor?'' dedi özellikle Zeyd'e bakarak. Atilla yüzünü Zeyd'e dönerken Zeyd yutkunarak zorlukla ''Evet.'' Diyerek cevapladı doktoru. ''Bakın çocuklar, birazdan polis gelecek. Sizi sorgulayabilir o yüzden bir yere ayrılmayın ve arkadaşınızın ailesine ulaşabilmemiz için ailesinin iletişim bilgilerini verin.'' Atilla doktora daha çok yaklaştı, ağlamaya hazır bir ifadesi vardı. ''Ona ne olacak'' Doktor kaşlarını çattı, Atilla'nın elini doktorun koluna koyduğunu yeni fark etmiştim. Tam şu an beynimde bir ampul patladı. Şimdiye kadar fark etmediğim bir şey daha vardı. Atilla Defne'yi seviyordu, gözlerinden bunu anlamak zor değildi ama ben o kadar Zeyd'in gözlerine odaklanmıştım ki başka kimsenin gözlerinde yanan aşk ateşini görememiştim. ''Arkadaşınız aşırı dozdan yoğun bakımda. Ona maddeyi kimin getirdiği ve ne zamandır kullandığı hakkında bize ve polise bilgi verilmeli. Burada bekleyin ve arkadaşınızın iyiliği için tüm bildiklerinizi dosdoğru anlatın. Özellikle de sen.'' Son cümlesinde gözlerini Zeyd'e kenetledi. Zeyd ağır ağır başını sallamıştı. Endişe tüm bedenimi kaplarken korku dolu gözlerimle Tuna'ya baktım. Hala giriş kapısında dikiliyor sessizce bizi izliyordu. Şimdi ne olacaktı? Doktor yanımızdan geçip gittiğinde Zeyd bana dönüp ellerini ellerime doladı. ''Buradan gitmen gerek Vera, hemen.'' Kafamı sağa sola sallarken çatılan kaşlarımı daha da çatıyordum. Onu bu halde bırakmamı mı istiyordu? Çok beklerdi. Ellerimdeki baskı arttı. ''Bir kez, sadece bir kez dinle beni.'' Yüzünü arkamızda kalan Tuna'ya dönüp gelmesini işaret ettiğinde ''Hayır.'' Dedim ama beni dinlemiyordu. Tuna'nın kollarını bedenimde hissettiğimde onu ittirdim. ''Zeyd hay...'' ''Neden?'' sesim ağlamaklı çıkmıştı. Tuna bana hüzünle bakarken açılan kapıdan çıkıp merdivenlere yürüyorduk. Ben gitmek istemiyordum ama Tuna'nın gücüyle ayaklarım dengede kalabilmek için yürüyordu. ''Öyle olması gerekli. Zeyd işin kötüye gideceğini biliyor.'' Merdivenden inerken yüzünü bana dönmüştü. ''Bak birazdan buraya polisler gelecek ve bunun sonrası da var. Bizim hemen gitmemiz gerekiyor anladın mı beni?'' hala demek istediklerini tam olarak idrak edemiyor kafamı olumsuzca sallıyordum ama bedenimde karşı koyacak gücü bulamıyordum. ''İyi de bizim suçumuz yok ki.'' dedim öyle saf ve masum bir sesle. ''Yok evet ama uyuşturucuyu Defne'ye veren kişiler onları ele verip vermediğini görmek ve göz dağı vermek için buraya gelecekler. Polisler yüzünden değil torbacılar yüzünden burada olmamamız gerekiyor o yüzden hemen şimdi gidiyoruz.'' Hastanenin kapısı açıldığında yüzüme çarpan soğukla dolan gözlerimdeki yaşlar aktı, Tuna yerdeki iki kaskı alıp birini kendi kafasına ardından ötekinde benim kafama takarken bir yandan da etrafı kolaçan ediyordu. ''Edis'in okulda ne işi vardı?'' diye mırıldandım birdenbire. Bana Dağhan'la gidebileceğimizi işaret etmişti ve okula gelmişti ama okulda İzel yoktu. ''Onu da sonra öğreniriz, atla.'' Tuna'nın arkasına omuzundan destek alarak bindiğimde hastaneye öylece bakıyordum. Bir gün İkra'nın da böyle olabileceği fikri aklımda yankılanıyordu. İkra'yı kaybedebilirsin. Zeyd'i kaybedebilirsin. Dağhan'ı veya Atilla'yı da kaybedebilirsin. Tuna hızla eve doğru sürdüğünde aklımdaki sesler motorun sesiyle kesildi, eve gidene kadar ikimizde o kadar sessizdik ki aramızda süren en uzun sessizlik bu olabilirdi. Motor kırmızı ışıkta durduğunda burnumu çektim, ardından yeşil yandı ve ben eve kadar ağlamaya devam ettim. Orada onu yalnız bırakmak en son istediğim şeydi ama zorluk çıkarmak ve başlarını ağrıtmak da istemiyordum. Uzaktan yanan sokak ışıklarıyla villamız göründüğünde Tuna yavaşladı ve evin önüne geldiğinde durdu. İnerken titreyen elimi fark etmemesine imkân yoktu. Muhtemelen makyajım da yüzümde korkunç bir görüntü bırakmıştı. Tuna benden hemen sonra motordan inerek bana sarıldığında ''Lütfen bana kızma seni koruyorum.'' Diye fısıldadı. ''Yanlarına geri gideceksin değil mi?'' dedim umutla ona bakarak. ''Polisler gider gitmez evet, sana hemen haber vereceğim ama söz veriyorum.'' Kafamı belli belirsiz sallayarak kapıya ilerledim. Tuna motora binip gitmeden hemen önce bana son bir kez bakmıştı. Bakışlarında huzursuzluk sezdim ve bahçenin zil düğmesine bastım. Bu sırada titreyen ellerim çok daha belirgindi. İkra için korkuyordum, Zeyd için daha çok korkuyordum. Defne ise... ona ne olacağını düşünmek bile istemiyordum çünkü bunefesimin kesilmesine sebep oluyor kalbimi sıkıştırıyordu. Bahçe kapısı açıldığında ellerimi göz altlarıma koyup göz yaşlarımı olabildiğince silmeye çalıştım ama yenileri aktığı için bu oldukça zordu ve uzun sürmüştü. Evin kapısı açıldığında açana bakmadan ''Yorgunum yatacağım.'' Diye mırıldanarak hızla odama ilerledim. ''İyi misin Vera?'' anneme ''İyiyim anne, klasik okul sorunları.'' Diyerek sorusunu geçiştirdim ve doğruca banyoya girip üzerimdekileri çıkararak sıcak suyu açtım. Suyun ısınmasını beklerken gözlerim öylece boşluğa bakıyordu. Bir süre sonra gözümde yeşil gözler burnumda sandal ağacı kokusu canlandı, gözlerim yine doldu. Banyo buharlanmaya başlamıştı. Kabini açarak içine girdim ve suyun altına girip göz yaşlarımı saklamadan akmalarına izin verdim. Şu an onun yanında olup onun sana verdiği gibi sende ona nefes verebilirdin. Aptal. Kendimi aşağıladığım ve diğer insanlardan çok daha küçük gördüğüm pek fazla an olmuştu ama kendimi daha önce bu kadar aptal hiç hissetmemiştim. Aşk eksik hissetmekti ama aptallık eksiklik miydi? Suyun altında boşluğa dalmaya devam eden gözlerim ve sıcağa alışan bedenimle saatlerce kaldım. Bir belki de iki saat. Sonra sıcaktan ve buhardan her zerrem bayılmıştı. Midem bulanmış parmaklarım fazla hassaslaşmış başım dönmeye başlamıştı. Suyu kapattığım buharlar etrafta olsa da soğuk yavaş yavaş bedenimi sardı. Kabinden çıktım ve bornozumu giyip kendimi yatağa attım. Gözlerim inanılmaz yanıyor, uyku inanılmaz bastırıyordu. Karanlık bana gel diyordu. Burada bataklık yok. Burada Zeyd'de yok. Gitmek istemiyordum ama bedeninize biri sarıldığında tüm gücünüzü eline geçirmiş gibi oluyordu. Sizi çektiğinde gider ve buna mâni olamazdınız. O sizi çekerdi, siz de paşa paşa giderdiniz. Çünkü gitmek istediğiniz yere gidebilecek tek şey ayaklarınızdı, onlar da bedeniniz nereye giderse oraya adım atardı. Bedeninizin hakimiyetini kaybederseniz, gideceğiniz yerin hakimiyetini de kaybederdiniz. Göz kapaklarım kirpiklerim acıyordu ama saatler geçen uykuya yattığımda bunu anlamak zor olmuştu. En son bedenime dolanan karanlığın gölgesini hissetmiştim ve uykuya kendimi kaptırmıştım. Şimdi ise gözlerimi araladım. Dışarıdan sızan ışıklar odama gölgeler girmesine sebep oluyordu. Duvarlarımda birden fazla desenlerin gölgesi dört nalaydı ama algılamakta zorlanıyordum. Yatağımdaki ısrarlı titreşimi yeni idrak edebiliyordum. Beni uyandıran bu muydu? Elimi yatağa yaslayarak doğruldum. Hala bornozumla yatağın içindeydim. Üstüm örtülmüştü ve bunu muhtemelen annem yapmıştı. Saat gece yarısı olmuş olmalıydı ve ben... aptal gibi uyuya kalmıştım. Israrla ikinci kez titreşen telefonun yatağın altında kalan ışığına döndüğümde kaşlarımı çattım. Elimi yatağın içine uzatarak telefonu aldığımda arama yine bitmişti ve ben kim olduğuna bakamadan üçüncü kez titreşmeye başladı. Numara yabancıydı. Bu yüzden ürkerek de olsa, gözlerim tam olarak görmese de aramayı açtım. ''Efendim.'' Sesim boğuk çıkmıştı, uykudan uyandığımı karşıdaki her kimse anlayabilirdi. Boğazımı temizlerken bir yandan da gözlerimi ovuşturdum. Aklım hala dağınıktı ve en son hastanede olduğumu düşününce bu kadar uyuduğum için kendime kızıyor bu durumda uyuyabildiğim için de büyük bir şaşkınlık yaşıyordum. ''Aşağıdayım.'' Tek bir kelime. Kelime biter bitmez suratıma kapanan telefona öylece baka kaldım. Ardından dışarıdan yansıyan ışığın izin verdiği kadarıyla karşımdaki aynadan suratıma baktım. Şaşkındım ve hala ayılmamış görünüyordum. Ayrıca üzerimde kuşağı sıkı bağlanmış bir bornoz vardı. Saçlarım nemliydi ama başım ağrıyordu. Numaradan gelen tanıdık sesi idrak edebildiğimde küçük dilimi yutacağımı sandım. Sanırım okulun hepsi o hariç arasa bu kadar şaşırmazdım. Kötü bir şey olup olmadığını düşünerek korktum yataktan kalkarken. Bornozumu çıkarıp kalın şeyler çıkardım dolabımdan ve hızlıca giyindim. Bu sırada aklımdan hastanede neler olduğu hakkında bin bir türlü senaryo geçiyor hepsi beni öncekinden daha çok korkutuyordu. Sonunda giyinmem bittiğinde saçlarımı elimden geldiğince düzgün topuz yapıp üzerime kalın bir hırka alarak odamdan çıktım. Koridor fazla sessizdi, muhtemelen annemde babam da odasına çekilmiş çoktan uyumuştu. Sahi saat kaçtı? Telefonun ekranını açtığımda parlaklığından ötürü kısa bir körlük yaşayıp panikle parlaklığını sona indirdim. 02.27 Bu saatte bir çift gece mavisi gözün beni araması ve buraya tek başına gelmesi kötü bir şeye mi delaletti yoksa çok kötü bir şeye mi delaletti? Sanırım bunu önümde duran bahçe kapısını açtıktan hemen sonra öğrenecektim. Bahçe kapısını açıp onu da aynı evin kapısı gibi özenle aralık bıraktım, araya koyduğum yerdeki büyük taştan sonra ellerimi birbirine çarparak silkeleyip gözlerimi bir kez daha ovuşturdum. Üzerime kalın bir şey giyindiğime sevinmiştim çünkü kıyamet koparacak bir rüzgâr dışarıda dört nalaydı. Gözlerimi etraftan sonunda sokak lambasının altında duran motoruna yaslanmış bir çift gece mavisi gözlere kaldırdığımda şaşkınlıkla onun sigara içişine baktım. Şaşkınlığımı gizleme konusunda berbattım ama karşımdaki insan beni bu hale sokuyordu. Saçı başı dağılmıştı, gözleri kızarık duruyordu. ''Defne nasıl?'' diğer elindeki kaskı motorun üzerine bıraktığında tekrar bedeniyle bana döndü, yorgun görünüyordu. Omuzları çökmüştü ve normalde sık çektiği sigarasından şimdi sanki elinde olduğunu unutup unutup hatırlıyor gibi ağır nefesler çekiyordu. ''Aynı, yoğun bakımda.'' Aklım Zeyd diye merakla bağrınsa da bunun şimdilik yanlış olacağını düşünerek ''Diğerleri nasıl?'' diye mırıldandım. Baş parmağını ensesine uzatıp kaşırken derin bir nefes verdi. Onu sanırım ilk defa İkra olmadan görüyordum, tanıdığım günden bu yana İkra ile hiç ayrılmıyorlardı. Bu da nedensiz bir korku hissetmeme sebep oldu ama bir şey olsa Burçağın burada bu sakinlikle kalmayacağını bildiğim için kendimi rahatlattım. ''Zeyd biraz daha iyi, diğerleri de aynı.'' Aklımı okumuş gibi Zeyd'i diğerlerinden ayrı cevaplamasıyla dudaklarımı ısırdım ve bakışlarımı ayak ucuma indirdim. Ayağımın önündeki taşla sessizce oynuyordum. Soğuk bir rüzgâr estiğinde elimi önümdeki hırkaya uzatıp kalan iki düğmesini de ilikledim ve yüzümü onunkine kaldırdım. ''Sen peki, sen nasılsın?'' Normal bir zamanda Burçak ile geçen en son ki sert konuşmamızdan ötürü bu şekilde konuşabileceğimizi sanmıyordum ne o ne de ben birbirimize bu şekilde yaklaşmazdık ama biri yaklaşacak olsa bu kesinlikle Burçak olmazdı. Yani en azından bugüne kadar buna emindim ama bazen emin olduklarımız boş bir düşünceden ibaret olabiliyordu. ''Kötüyüm.'' Dedi sigarası bitmediği halde su birikintisine atarken. Yüzünü yağmur damlalarının arasına düşen sigaradan tekrar bana çevirdiğinde bir adım attı. Aramızda iki adımlık mesafe kalmıştı. ''Bu yüzden geldim.'' Sertçe yutkunup yüzünü yana çevirdiğinde bir eliyle gözlerini ovuşturuyordu. ''Benimle bir yere gelir misin? Sana anlatmak istediklerim var.'' Yüzünü bana dönüp ciddiyetle baktığında ovuşturduğundan ötürü daha da kızaran gözleri doldu. Kısa bir an eve baktım, kapıları aralık bırakmıştım. ''Sorun olmayacaksa tabi, biraz sürebilir çünkü.'' ''Bekle.'' Diyerek evin kapılarını örtmek için geri döndüm. Kapının hemen yanındaki komodinden anahtar alıp kapıları sessizce örttükten sonra tekrar motorun önüne geldim. Kaskı bana uzattı. Cebimdeki telefon yine titremişti ama pek bakabileceğimi sanmıyordum. Şu an tüm merakım ve ilgim Burçaktaydı. Motora binip kilidi kaldırdığında parmağı kesik deri eldivenli elini destek vermek için bana uzattı. Burçak beni bazen fazla şaşırtıyordu. Dengesizliğin sözlükte karşılığı olabilir insanların aklında yarattığı terazileri kırarak yok edebilirdi. Ondaki dengesizlik işte bu kadar fazlaydı. ''Teşekkürler.'' Elini tuttuğumda derinin soğukluğu sıcak avuç içime yayıldı. Arkasına bindim, biner binmez motor sokağımızın çıkışına doğru ilerlemeye başlamıştı. Ellerimi omuzuna koyarak derin bir nefes aldım. Onun kafasında kaskı yoktu, kaskını bana vermişti. Bazen kalbi paramparça ediyordu ama dışarıdan bakıldığında da bazen kırdığı kalbin canını kendininkinden öne koyuyordu. Evin sokağından çıkar çıkmaz bildiğim yol güzergahından devam etti, nereye gittiğimizi biliyordum. Sadece oraya gitmeyi beklemiyordum. Hızını yükselterek boş yollardan kısa sürede gelmek istediğimiz yere vardığımızda motorlayken çarpan soğuğun etkisiyle titredim. Motor yavaşlamıştı ve eski bina tam karşımızdaydı. Kepenkler açık görünüyordu ama aşağısı boştu. Burçak açık kepenkten içeri girdiğinde karanlık olan giriş motorun ışığıyla aydınlandı. Motorun sesi kısa bir süre yankılanmıştı ama Burçak durup kilidi indirdikten hemen sonra kontağı kapattığında ses kesildi. Sadece onun verdiği derin nefes sesi duyulmuştu. Motordan aynı anda indik, adım seslerimiz yine yankılandı. Motorun ışığı kesildiğinde etraf yine kararmıştı ki Burçak telefonun flaşını açtı. ''Bekle geliyorum hemen.'' Telefonu motorun üzerine bırakarak kepenge ilerledi, indirdikten hemen sonra kilidi kapattı ve tekrar yanıma gelip motorun üzerindeki telefonu aldı. ''Gel.'' Ceketinin cebinden çıkardığı anahtarlıkta birden fazla anahtar sallanıyordu. İçlerinden birini çıkarıp kapıya taktı ve kilidi açıp önden geçmemi işaret etti. Biz girdikten hemen sonra tekrar kilitledi ve yukarı sessizce arkamdan çıktı. Merdivenlerden çıkarken buranın soğuğuyla daha çok üşüdüm ama belli etmemeye çalışarak yukarı çıktım. Ben ikinci katta kalacağımızı zannetmiştim ama Zeyd'in katına gelene kadar Burçak her kilidi açıp içeri girmemizin hemen ardından tekrar kilitledi. Sonun da Zeyd'in odasının kilidini açtığında ''Haberi var mı?'' diye mırıldandım. ''Yok ama girmemize izin vermeyecek olsa anahtarı da vermezdi.'' Diyerek kapıyı açtı. Ne kadar ondan habersiz girmekten rahatsız olsam da Burçağa hak vererek içeri girdim. Bu kez kapıyı kilitlemedi. Alt kat onların olduğundan olsa gerekti. İçeri girdiğimde buranın sıcak olmasıyla rahatlayıp derin bir nefes verdim. Hava bu aralardan ziyade en çok geceleri çarpıcı bir şekilde soğuk oluyordu. Burçak ceketini çıkarıp duvarın öteki tarafında kalan şömineye ilerledi. Şöminenin çaprazında kalan dolaptan birkaç malzeme alıp şömineyi yakarken onu izledim. Ellerim ceplerimdeydi, duvara yaslanmıştım. Burçak ise kıyafetinin kollarını sıyırmış eğilerek şömineyle uğraşıyordu. ''Daha kalın bir şeyler alabilirsin dolaptan.'' Dedi bana bakmadan. ''Gerek yok ısınırım birazdan. Sen üşümüyor musun'' diye sordum. ''Alıştık.'' Dedi sadece. Ardından şöminenin yanışını içeri dağılan ışıkla anladım. Burçak doğruldu ve ellerini birbirine silkelerken kapalı odanın kapısını açtı. İçeri girdiğinde açık tonlarda lavaboya doğru baktım. Gri beyaz renklerdeydi. Ellerini yıkadıktan hemen sonra kurulamadan yüzünü ovuşturdu ve yanıma gelip yaslandı. Onların bataklık dedikleri yerin yani kanepe takımının tam çaprazındaydık. Gözleri benim gibi şömine ışığının aydınlattığı oturma grubuna baktı. Kollarını bağlarken yine derin bir nefes bırakmıştı. ''Her şey bu köşede başladı.'' Zeyd'in uyuşturucu kullandıklarını söylediği koltuk takımından gözlerini ayırmıyordu. Belki de geçmişi anımsıyordu çünkü bana anlatacağını hissediyordum ve geçmişi anlatmanın en güzel yolu geçmişe dönmekti. ''Bundan neredeyse iki yıl önce falandı. İkinci sınıf zamanı. Tibet ve Ceyda az çok bildiğin üzere sevgiliydi. Hiçbirimiz birbirimizle bu kadar yakın değildik ve uyuşturucu denen illetten haberimiz bile yoktu.'' Yüzümü ona döndüm. Işık yüzüne vuruyordu, çenesini kasarak anlatıyordu. Kaşları çatıktı ve kollarını birbirine sıkı doladığından kolları daha şişik görünüyordu. Ceketini tekrar giymedi. İnce kıyafetiyle yanımda dikiliyordu, boyu benden uzun olduğundan yüzümü hafif kaldırıyordum. ''Biz sadece Ceyda'yla öyle ara sıra konuşurduk, Tibet ve diğer iki kıl kuyruğuyla pek alakamız yoktu, hazzetmezdik de.'' Kafamı aşağı yukarı salladım dikkatle dinlerken. ''Sadece Defne bizdendi ve Samet ile sevgiliydi. Başta engellemek istedik ama ona karışmak bizden kaçmasını sağlamak da istemiyorduk bu yüzden onca atlattığı ağır şeylerden sonra mutlu olmasını umarak onu Samet'ten ayrı kalması için zorlamadık.'' Yine çenesi kasıldı. ''Acele etme. Ben beklerim.'' Dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Kafasını aşağı yukarı salladı. Boğazını temizledikten sonra biraz bekleyip devam etti. ''Bir gün Defne yürümekte zorlandı, kusmaya başladı. Dengesi bozulmuştu, herkese bağırıyordu ve Samet'in peşinden ayrılmıyordu. Samet diye deliriyordu ve biz onun kör kütük âşık olduğunu sanıyorduk ama meğerse uyuşturucuya başlatmış kızı. Sürekli gülüyordu, saçma sapan davranıyordu aynı İkra'nın geçen gün ki hali gibi.'' İkra'dan bahsederken belli belirsiz gülümsedi ama sesi boğuklaşmıştı. İkra sana nasıl bir ışık verdi de karanlığında onu söndürmeden taşıyorsun? ''Duygu krizlerine girip çıktı bir süre, sonra Zeyd geldi ve bize ne olduğunu öğrendiğini söyledi. Hepimiz toplanmıştık Zeyd'in anlattığı gün ama sonra Zeyd'de dengesini kaybetmeye başladı. Yürümekte zorlandı, normalden daha da sessizleşti. Ortadan kayboluyordu ve elleri yara halde dönüyordu. Hep sessizdi ama kavga ediyor sesini yumruklarıyla duyurmaya çalışıyordu.'' Zeyd'in ellerinde yakın zamanlarda gördüğüm tüm kızarıklıklar gözümün önüne geldi. Hala mı buna devam ediyordu? Burçak yaslandığı yerden doğrularak bana kafasıyla peşinden gelmemi söylediğinde onunla sessizce diğer kapısı kapalı odaya ilerledik. Kapıyı açtı ve ışığı yaktı. Burası mutfaktı ve tezgâhın üstünde sadece kahve ve çay makinesi vardı. Dolaptan iki kupa çıkarıp kahve makinesine ilerledi ve içine kahve çekirdeklerini koyup bardağın birini makinenin altına bıraktı. Aslında kahveye pek de gerek yoktu ama onu bölmek istemedim. Hem hava da soğuk olduğundan iyi gelebilir diye düşünmüştüm. Duvara yaslanarak kollarımı birbirine doladım, bana döndü ve anlatmaya devam etti. Makinenin sesi onun sesinin haricinde duyulan tek sesti. ''Samet'i pek yakından tanımadığımız için böyle bir şey yapacağını kestiremedik. Dediğim gibi hazzetmezdik onlardan. Defne'yi öğrendikten sonra peşlerine düştük, Samet'in satıcı olduğunu ve paraya düştüğü için Defne'yi bağımlı yaptığını öğrendik. Defne onun daimî müşterisi olacaktı, Samet'te parasız kalmayacaktı. Paraya sıkıştığı için kızı bağımlı yapıp ondan devamlı gelir kaynağı elde etti piç herif.'' Ellerini yumruk yaparak tezgâha yasladı. Yılların öfkesini hala içinde taze tuttuğu belliydi, zaten böyle bir öfkeyi kim dindirebilirdi ki? Zaman mı? Hiç sanmıyordum. ''Defne de uyuşturucu etkisinde onu bulan Zeyd'i çekti kendine, İkisinin de hayatı fazla kötüydü ve kurtulmak için bunu yol sandılar. Beraber büyümüşlerdi, acıları benziyordu geçmişleri benziyordu. Bu yüzden ikisi de bu yolda beraber ilerledi. Zeyd Defne'yi bırakamayacağından başta onu kurtarmaya çalışıyordu ama Defne Zeyd'i de bataklığına çekti. Onlardan hemen sonra hepimizin sınanacağı anlar sırayla başladı. Bir kereden bir şey olmaz dedik aptallıkla. Sonra her kötü anımızda gizli gizli kullanmaya devam ettik.'' ''Burçak.'' Diye fısıldadım. İlk defa onu bu kadar güçsüz görüyordum. Gözünden bir damla yaş düştü, elini kaldırıp sessiz olmamı söylediğinde makineden bir ses geldi. Kahveyi alıp bana uzattı ve diğer bardağı makineye koydu. Uzattığı kahveyi aldım, elim eline değmişti. Buz gibi olsa da üşümeden karşımda duruyordu, üşüyorsa da tek bir belirti bile göstermiyordu. Tekrar tezgâha yaslandı bana dönerken. Ellerimi sıcak kupaya sardım. Başta öyle düşünmesem de şu an çok iyi geldiğini hissediyordum. Burçak boğazını temizleyince kahvemden bir yudum alıp ona döndüm. ''Zeyd bizi dayak manyağı yaptı, kullandığımızı öğrenince. Almamamız için bizi tehdit etti ama bunu şans eseri öğrenen Samet gidip aldığımız kişilere Zeyd'in bizi engellediğini söyledi. Zeyd'i çok sağlam dövmüşlerdi, Defne bir gece yarısı beni aradı çok kötüydü. Samet'le konuşmak için peşine takılmıştı ve Zeyd'i sokağın ortasında öylece bıraktıklarını gördüğünü söyledi. Yanlarına vardığımda Zeyd acıdan inliyordu ve her yeri kan içindeydi. O gece hastanede sabahladık. Sabah oldu gidip bunu yapanlardan hesap sormak istedik ama bu kez de kızlara zarar verebilirlerdi. Zeyd bunu yapmamamızı söyledi.'' ''Öylece yanlarına mı kaldı?'' dedim araya şaşkınlıkla girerek. Bunları dinlerken gözümde her sahne canlanmıştı ve Zeyd'i öyle görme düşüncesi beni mahvetti. Burçak yandan gülümsediğinde öylece yanlarına kalmadığını anlamıştım ama bu içimi zerre soğutmamıştı. ''Zeyd'in çok sevdiğim bir yanı var. Fazla sessiz falan evet ama onun sesi dudaklarından çıkmıyor yumruklarından çıkıyor. Bunu yapanların hepsi aynı zamanda yasal olmayan yollarla kafes dövüşleri ayarlıyorlardı. Zeyd ona bunu yapanların dövüşe çıkacağını duyduğunda dövüşe çıkacak elemanı indirerek onun yerine karşılarına çıktı. Üç gün, üç gece hepsi sırayla hastaneye yattı. Zeyd'de ağır darbeler almıştı, hatta son gün iki rakipte hastaneye gitti ama Zeyd çok iyi idare etmişti.'' ''Elleri o yüzden mi yara hala mı gidiyor?'' kafasını aşağı yukarı salladı. Kahve elimden düşmesin diye sıkı sıkıya tutuyordum. Makinenin çoktan hazırladığı kahveyi hatırladığımızda Burçak da makineyi kapatıp kahvesini eline aldı. ''Onu orada izleyen bazı adamlar vardı, Zeyd'e bahisle çıkması için ciddi bir miktar sundu. Anlaştılar, anlaşma bir yıllıktı başta ama sonunda adam Zeyd'i bırakmak istemedi. Gözdesi olmuştu ama Zeyd de kalmak istemedi. Sadece kafasına estiğinde kabul ederlerse geleceğini söyledi. Adam da mecburen kabul etti. Kafasına her estiğinde ya da bağırmak istediği halde susmak zorunda kaldığında oraya gidiyor sabaha kadar gelmiyordu. Bazen onu hastanelerden topluyorduk. Motor yarışından ben kazanıyordum, kafes dövüşünden o kazanıyordu. Diğerleri de araba yarışına gidiyordu, kızların her ay hesabına para yatıyordu.'' ''Nasıl? Aileleri onları evden atmamış mıydı?'' Burçak bu dediğime de güldü. Kafasını olumsuzca salladı. ''Bugün sana her şeyi anlatacağım, hiçbir şey atlamadan. Hepimiz hakkında ama duyduklarından sonra hepimizin aslında göründüğümüz insanlar olmadığını anlayacaksın.'' ''Bizim hakkımızda fikrinin değişip değişmeyeceğini görmek istiyorum.'' ''Sence değişecek mi?'' Kafasını olumsuz anlamda salladı. ''Değişmeyecek çünkü buna sebep olacak iki insan da bizim yanımızda.'' İkra ve Zeyd. Aptal gibi sormadım bunu, bahsettiği iki kişiyi biliyordum ve sessizliğim kabul ettiğimin en büyük göstergesiydi. ''Defne'yi ailesi hastaneye yatırdı her ay onun hesabına para yolluyorlardı ama Defne'nin hastaneden çıktığını bilmiyorlardı. Ailesi şehir dışına taşındı, Defne'yle uğraşmak istemedikleri için onu Zeyd'e emanet ettiler çünkü Zeyd'in de bağımlı olduğunu bilmiyorlardı. Zeyd Defne'yi çıkarttı, ailesinin bundan haberi olmadı. Defne'yi hala tedavi görüyor zannediyorlar.'' ''Dalga geçiyorsun.'' Kahvesinden bir yudum aldı, gözlerimde nasıl bir bakış vardı bilmiyordum ama onu bu halde bile keyiflendirir gibi olmuştu. Küçük dilimi yutmamak için devam etmesini işaret ettim. Daha neler duyacağımı deli gibi merak ediyordum. ''Defne'den sonra Atilla kafayı sıyırdı, önce her gün Samet'i dayak manyağı yaptı. Çocuğu bir hafta hastaneden çıkartamadık. Kapısına indiği anda tekrar yukarı kaldırıyorlardı. Atilla gözü dönmüş halde kapıda Samet'i bekliyordu. Ne Dağhan ne ben engel olamıyorduk. Sonra Defne'yi vazgeçirmek için kendisinin de başlayacağını söyledi ama Defne durmadı, o durmayınca Atilla da başladı. Defne'nin olmadığı bir yolda yürümek istemediğini söyledi. Dağhan zaten en başından beri bu işlerin içindeydi, Araba yarışlarına girdiği zamandan sonra evden atıldığında kendini uyuşturucuya vermişti. Ben de Atilla'yla aynı zaman diliminde annemin kaybını atlatamamış uyuşturucuda kurtuluş bulmuştum. Geriye batmayan tek bir kişi kaldı zannediyorduk.'' ''Ceyda.'' Diye fısıldadım. Kafasını aşağı yukarı salladı. Kahvesinden büyük bir yudum alırken. Ben de bir yudum aldım ama duyduklarımdan sonra her yudum boğazıma diziliyor gibi hissediyordum. ''Ama Ceyda çoğumuzdan önce bağımlı olmaya başlamıştı çünkü Tibet şerefsizi sigarasına uyuşturucu koyuyordu.'' ''Ne?'' Kafasını yine salladı, cevap vermiyordu ama sık nefesler alıyordu. ''Ama önceden âşık olduğunu söylemiştiniz ona, yani öyle zannediyordum.'' ''Tibet hiçbir zaman sağlıklı değildi Vera, Ceyda'yı takıntı yapmıştı ve hayatı en az bizim kadar bok gibiydi. Bu yüzden uyuşturucuyu aynı bizim gibi kurtuluş olarak gördü. Ceyda'nın geçtiği zor zamanlarda yanında olamadığını hissedince de ona kurtuluş vermek istedi ama ona ölümden başka bir şey vermediğini fark edemedi. Ceyda uyuşturucuyu hiçbir zaman kullanmak istememişti, bundan nefret ediyordu hala da ediyor.'' Dudaklarını ısırarak mutfaktan içeri geçmemizi işaret ettiğinde önden mutfağın çıkışına doğru yürüdü, onunla beraber şöminenin içindeki koltuklara doğru yürüdüm. Aynı Zeyd'le olduğu gibi şöminenin karşısında oturmuştuk. Elimizde kahvelerimiz vardı ama gözlerimiz koltuk takımındaydı. Orada kimse yoktu ama zihnimde boş boş tavana, duvara bakan Ceyda'yı, Dağhan'ı Zeyd'i ve Defne'yi görüyordum. Zihnimde Atilla koltuğa sırtını yaslamış kafasını koltuğa doğru eğmişti. Burçak ise ayakta zor duruyordu. Kirpiklerimi kırpıştırıp kendime geldim, görüntü yok oldu. ''Tibet ve Ceyda uyuşturucuya battıklarında ikisinin de ölene kadar beraber kalacaklarını düşünmüştük. Çünkü ikisi de birbirini seviyordu ve uyuşturucuya beraber batmışlardı ama bir gün ciddi bir kavga ettiler. Tibet'in kafası güzeldi, fazla güzeldi.'' Devamını getirmekte zorlandığını gördüm, elindeki kahve bardağını sıkıyordu. ''Ne yaptı?'' dedim merakla. Alacağım cevaptan korkuyordum ama cevap alamamaktan daha çok korkuyordum. ''Ceyda'ya vurdu, çok sert vurdu.'' Çenesi yine kasıldı. O anı hayal etmeye çalıştım. Tibet gibi birinin Ceyda gibi bir kıza vurabileceğini asla düşünmezdim. Buna ihtimal bile vermezdim çünkü Ceyda bırakın vurmayı izinsiz kendisine temas bile edilmesine izin vermeyecek birine benziyordu. ''Ondan sonra incecik kalan ip koptu, hepimiz geçmişe ya da geleceğe olan hıncımızı Tibet'ten çıkardık. Bu bardağı taşıran son damla olmuştu hepimiz için. Ceyda'yı yanımıza aldık, günlerce evden çıkmamıştı. O yüzden Tibet'e neler yaptığımızı bilmiyordu.'' ''O hiçbir şey yapmadı mı?'' Kafasını olumsuzca salladı, kahve bardağıyla oynuyordu. Gözleri oradaydı ve dudaklarını ısırıyordu. ''Yapmadı, hiçbir yapmadı. Onun yerine yaptığımız için pek gerek de kalmadı. O günden sonra da yanımızdan ayrılmadı zaten.'' ''Sonra ne oldu?'' kahvemden yine bir yudum aldım. Ilımaya başlamıştı o yüzden daha hızlı içmeye çalışıyordum. Burçak sorumla gülümsedikten sonra o da kahvesinden yine büyük bir yudum aldı. ''Sonra senin en yakın arkadaşın kıvırcık, bizi polise şikâyet etti. Söyledi mi bilmiyorum ama.'' ''Tuna mı?'' koltukta doğrulduğumu gördüğünde güldü, Tuna bundan bahsetmişti elbette ama bunu yapanın kendisi olduğunu söylememişti. Burçak kafasını aşağı yukarı salladı. ''Konu ailelerimize kadar gitti, ben kendimi akladım ama Zeyd evde zaten istenmiyordu o yüzden bu onu atmaları için bir bahane olmuştu. O da kendi yolunu çizdi. Dağhan da evden atılmıştı, Atilla'nın ailesi de yurt dışındaydı ve kuzenim olduğu için bizde kalıyordu. Defne'de zaten dediğim gibi hastanede sanıyorlardı ve onun yakalanmaması için baya uğraştık. Ceyda ise... evden kendi isteğiyle ayrıldı. Orada kalıp ailesine zarar vermek istemiyordu. Hepimiz ailemizde olan irtibatı azaltmıştık. Herkes sokak köşelerinde nefes almaya çalışıyor ama kafası güzel hayal dünyasında mutluluğu yaşıyordu. Sonrasında ise burayı almıştık, burada yerimiz olduktan birbirimize ev olduktan sonra başka bir ev aramamıştık.'' Derin bir nefes aldıktan sonra kahve bardağını kenara bıraktı. Dudaklarında bir tebessüm vardı. Sanki komik bir anı hatırlamış gibiydi ama tebessüm ederken bile anlattıkları yüzünden çektiği acı yüzünden okunuyordu. ''Okulun içinde herkes bağımlı olduğu için kavgalar arttı, sınıflar ikiye bölünmüştü. Bu sırada sınıfa gelen yeni bir kız vardı. Zeyd onu bir kere Tibet'ten kurtardığı için kafayı ona takmıştı ve peşimizde dolanıyordu. Başta hiç ilgimi çekmiyordu ama anne şefkatiyle bize yaklaşmaya başladığında içimde buz tutmuş eksik kalmış bazı duygular tekrar canlandı. Diğerlerine ne kadar gidiyordu bilmiyorum ama bana koşarak geliyordu. İsmini bile bilmediğim o kız her uyuşturucu almaya başladığımda hayalim oldu.'' ''İkra.'' Diye mırıldandım belli belirsiz tebessüm ederken. Sınıfta eski ya da yeni acı ya da tatlı birçok aşık vardı ama eğer aşkı hak eden biri varsa o da İkra ve Burçaktı. Yüzündeki acı tebessüm tatlı bir tebessüme döndü. O benim zayıf yönümün Zeyd olmasını biliyordu çünkü bunu gözlerimden okuyordu, bana benzeyen gece mavisi gözleri ise her şeyiyle İkra diye haykırıyordu ve bu haykırışı çok yakından duyabiliyordum. ''evet, İkra.'' Kahvemin son yudumlarını içtikten sonra bardağımı Burçağınkinin yanına bıraktım. ''O da senin gibiydi aslında. Hazal ve Tibet'e karşı çıkıyordu, kendini savunuyordu ve ezdirmiyordu. Ceyda'nın ettiği laflara üzülmek yerine hep karşılık verdi, gururu kırılsa bile vazgeçmedi. Sonra zamanla kendini hepimize sevdirdi.'' Cebinden paketini çıkarıp sigarasını dudaklarına yasladığında paketi koyduğu cebinden çakmağını çıkardı ve sigarasını yakıp derin bir nefes çekti. ''27 Şubat 2021 saat altı sularında yağmur yağıyordu. Benim olduğum yolun karşısındaydı, motorumdan inmiştim. Kaskımı çıkarmadım, sadece gözlerim açıktaydı. Islanmış haliyle yüzünü bana döndü, hava kapalı olsa da birbirimizi görebileceğimiz kadar aydınlıktı. Bana gülümsedi, sadece gülümsedi. Sonra hayatımı alt üst eden bir şey fark ettim.'' ''Ona âşık oldun değil mi?'' dedim keyifli şekilde. Gözlerimi kısmıştım, şömineden yansıyan ateş gözlerimizdeydi. Gülümsemesi genişledi. ''Oldum. Onsuz nefes alamadığımı onunlayken Dünya'nın en mutlu insanı olduğumu, ölümün de yaşamın da önemsiz olduğunu hissettim ama...'' sigarasından derin bir nefes çekip bana döndü. ''O Zeyd'i seviyordu. Aramıza da başından beri onun için girmek istemişti.'' ''Sende vazgeçtin.'' ''Vazgeçmedim, bekledim. Aşkımı kalbime gömdüm. Her bakışı her gülüşü için beni sevmese de ne gerekliyse yaptım. Zeyd'i seviyordu ama ne olursa olsun Zeyd yerine hep bana geliyordu. Ona arkamı dönüp gitmek istedim ama o arkamdan bana doğru koşarken bunu yapmak çok zordu. Bende yüzümü döndüm, en azından yüzünü göreyim dedim ve hep ona yüzümü döndüm. O benim sırtımı ve sırtımdaki yaraları hiç görmedi.'' O benim sırtımı ve sırtımdaki yaraları hiç görmedi. ''Senden böyle şeyler duyacağımı hiç düşünmezdim. Hele İkra'yla böyle bir geçmişe sahip olduğunuzu hiç ama hiç düşünmezdim.'' Bu söylediğime aynı anda güldük, gülüşümüz sessiz ve kısaydı ama yine de ortak olarak güldüğümüz tek andı. İçimde Burçak dendiğinde beliren ve yükselen buz kütlelerinin kırıldığını hissedebiliyordum. Bazen nefret dediğiniz kelime bir anda hiç var olmamışa dönebiliyordu, bazen de sevgi dediğiniz şey gökten sanki hep oradaymış gibi düşüyordu. ''İlk tanıştığımız zamanlar benden korkmuştu. Sonradan sonradan yakınlığımız oluştu ve güvendi bana. Zeyd yerine bu güvene tutunarak hep bana gelmeyi seçti. Ben de o gelir diye açık bıraktığım kollarımı hiçbir zaman kapatmadım.'' İkra'nın aslında Zeyd'i değil onu sevdiğini düşündüğümü söylemek istedim. Cümleler bin bir farklı türde dilime geldi ama oradan çıkmadı. Zehir misali ağzımın içine yayıldı çünkü umut vermek bir insanın eline bıçak vermek demekti. Umut etmek uçurumun kenarında ölüp ölmeyeceğinden emin olamadığın iki ihtimalinde yarı yarıya kaldığı bir yerde beklemek demekti. Bunu çok iyi bildiğimden bu kötülüğü Burçağa yapmadım. Belki o bana yapardı ama ben umut duygusunun ne kadar kötü olduğunu bildiğimden ona yapmadım, yapamadım. Çünkü bazı iyilikler sadece başınıza gelen kötülükler yüzünden yapılırdı. ''Onun uyuşturucuya başlamaya yeltenmesi en çok beni hayal kırıklığına uğrattı. Ona verdiğim her şeyi bana karşı kullanabilirdi canım yanmazdı ama... yakmanın tek yolunu buldu ve onu kullandı. Engellemeye çalıştım, hepimiz çalıştık. Senin bize her bağırışında onun için her karşı gelişinde haklı olduğunu biliyorduk ama elimizden bir şey gelmediğini söylemeye cesaretimiz yoktu. Bizden gizli ikinci alışıydı senin onu gördüğün zaman, öyle inatçıydı ki vazgeçmiyordu. Henüz bağımlı olmadı ama bu gidişle olması çok yakın. Defne'yi görüyorsun, bizim nasıl mahvolduğumuzu görüyorsun.'' ''Mahvoldukça güzelleşmişsiniz. Hala öyle mi düşünüyorsunuz?'' dedim Zeyd'le konuşmamızı hatırlarken. ''Her mahvoluşun ardında bir güzellik saklıdır. Kimse düştüğü yerde kalmaz ya yer göğe yükselir ya da düştüğü yer sandığı gibi yer değildir.'' Gözlerimi şömineye çevirdim sözlerini düşünürken, elbette ki uyuşturucu öyle her elini kolunu sallayanın başlamak isteyeceği bir şey değildi. Burçağında dediği gibi sigara ya da alkole benzemiyordu. Bu ölüm kapısının anahtarıydı. Bu yüzden kimse durduk yere başlamazdı. Bir kere deneyeyim diyen biri aslında bir kereyle başlayayım derdi. Denemek demek kapıyı açmak demekti ve bir kapı açıldığında kimse kapının eşiğinde beklemezdi. ''Bu öyle bir şey ki... önünde bundan ölen birini görsen bile onu kullandığında aklına gördüğün duyduğun hiçbir şey gelmez. Sadece onu istersin, sana oksijen olmuştur. Hepimizin yeri geldiğinde hastaneye yattığı komanın ucundan döndüğü anlar oldu ama yoğun bakıma hiç girmedik. Ölümle hiç burun buruna gelmedik. Ölüme yürüdüğümüzü bataklığa batıp oksijensiz kaldığımızı biliyorduk ama dibi ne zaman göreceğimizi bilmemek bize hiç görmeyeceğimizi hissettiriyordu.'' ''Haklısın, insan görmediği bir şeyin gerçekliğini algılayamıyor.'' ''Ceyda her zaman ihtiyacını karşılayacak kadar içer kendine hâkim olurdu. Zeyd'de hepimizin yükünü Defne'nin yerine sırtlanmıştı ve bizim için ayakta kalmaya çalışıyordu ama biz bunu anlayamadan dağıtıyorduk. Bizi sakinleştiren aklımızı dağıtan hep Zeyd olurdu.'' ''Bana bu yüzden mi kızdın, en son konuştuğumuzda.'' Kafasını yine salladı biten sigarasını söndürürken. ''Hem İkra'yı öyle görmek gözümü döndürmüştü hem de bilmeden bu konular hakkında toz pembe düşünmen canımı sıkmıştı. Bu böyle bir illet, sende en az İkra kadar inatçısın. Senin de onun konumuna gelmeni istemiyorum.'' Gecenin sonuna gelmiştik, gün doğuyordu. Sabah olmak üzereydi ama gecenin sonu gelse de bu konunun sonu henüz gelmemişti. Çıkmazlar sadece bir çıkış kapısı bulmuştu. Düşmanlıkları, buraya kadar nasıl gelip bu lanet şeye nasıl başladıkları ve kendilerini nasıl kurtarmaya çalıştıkları gibi aklımda dönen soruların hepsi özenle cevaplanmış yerine oturmuştu. Tuna yapbozun çok parçasının eksik olduğunu söylemişti ve şimdi bulduğum yapboz parçalarını avuçlamış önünde duruyor onları yerlerine yerleştiriyordum. Yapboz yapmak yorucuydu ama sonunda göreceğiniz resim için yapmaktan vazgeçmezdiniz. Saatlerinizi verirdiniz, saniyeler için. Hepsi yeni bir hayat istiyor bu hayattan nefret ediyordu ama bu hayata mahkûm edildiklerini düşünüyorlardı. Umut istememe nedenleri de bu olmalıydı çünkü onlar her dibe battığında umudunu kaybetmeye de o kadar yaklaşmışlardı. ''Çok şey yaşamışsınız.'' ''Çok zaman geçti.'' Dedi bana karşılık olarak aynı anda, seslerimiz birbirini takip etmişti. ''Bana bunları anlattın çünkü benden bir şey istiyorsun.'' Dedim sakince. Gözümü şömineden ona çevirdim, o da bana çevirmiş gözlerime muhtaç şekilde bakıyordu. İçimden az sonra söylemesini beklediğim cümleleri kendim tekrarladım. Bana yardım et. Bize yardım et. İkra'ya yardım et. Bazı gözlerin dili olurdu ama bu dili herkes bilmezdi, ben de bilmezdim. Bazı insanlar konuşmayı bilmeyene bile bir bakışla duymayı öğretirdi. Burçak da tam olarak bunu yapıyordu. Gözleriyle konuşmayı bilmeyen birine öyle bir yardım çığlığı atıyordu ki duymayı öğrenmemek mümkün değildi. Kafasını aşağı yukarı sallamasıyla içimde bir türlü büyümeyen umut tohumu yeşermeye başladı. Sanki biri kurak bir toprakta açmayı bekleyen o tohuma su atmıştı ve yeşermesine yardım ediyordu. ''Eğer bize sunduğun kurtarma teklifi hala geçerliyse, senden birimizi kurtarmanı istiyorum.'' Gözlerimde sevinçle ona baktım, ben buna dünden razıydım. ''Elbette sonsuza dek geçerli.'' Diyerek atıldım. Sesimden sevinç fışkırıyordu ve bu Burçağı gülümsetti. Dudaklarını yaladıktan sonra eğilerek dirseğini dizine yasladı ve bana döndü. Boynundaki kolye dışarı çıkmıştı eğilince. Gözlerimi boynundan gözlerine çıkardım. ''Bizi değil, İkra'yı. Sadece onu, henüz batmadı ama batarsa geri dönüşü olmaz. Senden onu kurtarmanı istiyorum çünkü onu kurtaracak biri varsa o kişi sensin.'' Gözlerimi kısarak ona sinsi bir gülüş gönderdim. Birileri bana ettiği lafları çok çabuk unutmuş, tükürdüğünü çok çabuk yalamıştı. ''Onu sizi kurtarmadan kurtaramayacağımı sen söylemiştin. O artık sizinle beraber. Siz olmadan onu kurtaramam çünkü beni iplemiyor, ne kadar konuşursam konuşayım beni dinlemez ama planın içinde siz olursanız işler değişebilir.'' Gözlerini gözlerimden ayırmadan sessizliği dinledi. Derin düşüncelerde görünüyordu. Dizine yasladığı elini kaldırıp baş parmağını dudağında gezdirdi. Gözlerini bu sırada şömineye doğru çevirmişti. Gözlerini yorgunlukla kapattıktan sonra doğrulup koltuğa yaslandı ve kafasını geriye yasladı. ''Tamam işte, her ne gerekiyorsa onu yap.'' Söylediği cümleye inanabilmek için aklımda birkaç kez tekrar ettim. Tamam işte. Ne gerekiyorsa onu yap.
Ceyda'nın gözleri (bahsettiğim gözlerdeki kırmızılık)
|
0% |