@byzloey
|
İyi okumalar dilerim^^ 13. Bölüm | Gölgelenmemiş Yıldızlar Pain & Pleasure, Black atlass Hayatında hiçbir sorunu olmayan insanlar ağladığında onlara neden ağlıyorsun diye sorulur mu hiç? onların bile bilmediği bir cevabı alabilir miyiz gerçekten? Sadece ağlıyorlar, öylece gök yüzüne bakarak kendilerini karanlığa hapsederek ağlıyorlar. Belki de tanrı ağlayan insanlara haksızlık olmasın diye ağlatıyor sebebi olmayanları. Belki de öyle şeyler oluyor ki zihnimiz bile duymak istemiyor ağırlığını, örtüyor üstünü ve yatıyor bilinmezliğe. ''Sen İkra'ya gerçekten aşıksın.'' Dedim bilinmezliğe yatan karşımdaki zihne. Gözleri kaçamaktaydı, eğer kardeşi gibi gördüğü kız yoğun bakımda yatıyor olmasaydı buna güleceğine hatta dalga geçmem için söyleneceğine emindim, şimdi tek yaptığı durgunca gözlerime bakmaktı. Gece mavisi gözleri benimkilerde gezindiğinde içeride bir çocuğun bu sözlerime gülümsediğini hissettim. Annesiz yetişen bir çocuğun, kadınlardan yana yarası olan ve hassas davranan çocuğun. ''Peki ya diğeri, onları nasıl ikna edeceksin?'' cevap alamayacağımı anladığım için az önce hiç olmamış gibi davranarak yeni sözler sarf ettim. Dirseğini kırarak kenara yasladı ve çenesini sıvazlayarak ''Orası kolay, hepsi umuda aç. Tek biri hariç.'' ''Onun haberi olmayacak, o sadece seninle arkadaş olmaya sıcak baktığımızı ve bizi hayata döndürmene izin verdiğimizi zannedecek.'' ''Eninde sonunda öğrenecek ama biliyorsun değil mi?'' ''Evet, zekasına hafife almak aptallık olur ama en azından... şimdi öğrenmemeli.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak bedenimle ona döndüm. Şöminenin ateşi yüzüne yansıyordu, eğer şu an böyle cana yakın konuşuyor olmasak hayalimde elinde bir bıçak belirirdi ve bir anda etraf bir korku filmi sahnesine dönerdi. ''Kabul.'' Diyerek ona gülümsedim. ''Gerçek hayat gördüğünüz hayal dünyasından daha güzel olmasa bile olabilecek bir ihtimal var ve ben o ihtimal için her şeyi yapacağım. Öncelikle tanıdık yardımcı olacak bir doktorla görüşmek gerekli bu süreçte doktorlardan yardım alırsak çok daha yararlı olur. Sadece bir şekilde diğerlerine de kullandırmak gerekli.'' Diye mırıldandım sonlara doğru sesim kısılırken. Sabahtan beri kemirdiği dudağını dişleri arasından serbest bırakarak yaladı, bu sırada o da bedeniyle benim gibi ortaya doğru yani daha doğrusu bana doğru dönerek elini koltuğun kenarına yasladı. ''O işi beraber çözebiliriz.'' Gülümseyerek aramızdaki kısa mesafeye elimi uzattım. ''Sana kavga ettiğimiz gün bunu hatırlatacağımı söylemiştim.'' Tek kaşımı kaldırışıma keyiflenerek o da elini uzattı. ''Sana yenilmediğimi biliyorsun değil mi?'' ''Ah elbette, sen aşka yenildin... öyleyse anlaştık mı ortak?'' bana belli belirsiz gülerken elimi kavrayışı bana soğuğunu hissettirdi. Kavradığı ele baktım, ten rengimiz bronza dönük duruyordu ışıktan. Tırnaklarım hafif tenini çiziyordu ama aldırmadan elimi sıkarak salladı. ''Bu durumlara düşecek adam değildim de.... Neyse.'' Derin verdiği nefesle göğsü inip kalktı. Ardından elimi kavrayan elini hafif çevirip bileğindeki saate baktı, gün doğumuna pek de fazla kalmamıştı. ''Hadi gel daha fazla geç olmadan eve bırakayım seni.'' Ellerimiz yavaşça ayrıldıktan hemen sonra ikimizde ayağa kalkmıştık ki arkadan hiç beklemediğimiz birinin sesi duyuldu. ''Burada kalmaz mısın?'' duyduğum sesle yerde olan bakışlarım ağır ağır Burçağa çıktı ve kirpiklerim ardı ardına kırpıldı. Acaba fazla mı uykum gelmişti? Halbuki ben kahveden sonra açıldığını düşünmüştüm. Yüzümü yana doğru çevirdiğimde duvara yaslı olan karanlığın ardına saklanmış gölge ışığa doğru yürümeye başladı. Uzun siyah saçları savruluyordu omuzundan. Sonunda ışığa doğru yaklaştığında beliren yüzü ortaya çıktı, mercan yeşili gözleri her zamankinden daha yorgundu ve kızarıklığı görünüyordu. Gözünün akı, göz çevresi ve kapağı kızarmıştı. Yaslandığı yerden yanımıza kadar attığı adımda topuklu ayakkabısının sesi üst katta yankılanmıştı. Burçak onun gelmesine sevinmiş gibi dudaklarına tebessüm yaydığında Ceyda'nın gözleri ikimiz arasında gidip geldi. ''Aslında bu konuşmayı yapma fikri ilk ondan çıktı ama... İkra söz konusu olduğu için ben önce davrandım.'' Burçak Ceyda'ya doğru ilerleyerek kolunu onun omuzuna attığında Ceyda zorla ve kısa sürecek gülümsemeyle ona bakıp ardından bana döndü. ''Bizi mi dinliyordun sabahtan beri?'' diye mırıldandım Ceyda'ya doğru bir adım atarken, attığım adımdaki yaşadığım o çekingenliği fark etmiş miydi acaba? Burçak onun yerine salladığı kafasıyla cevap verdiğinde hayretle kaşlarım kalktı ve bu kez benim bakışlarım o ikisi arasında gidip geldi. Baştan beri oradaydı ve bir kere bile açık vermemiş miydi? Belki de Burçak bundan ona çoktan bahsetmiş konuşma zamanı da gelip gelmemeyi ona bırakmıştı. ''Gerçekten yapıp yapamayacağını duymak istedim.'' Dedi yüzünden okunan yorgunluğun yansıdığı sesiyle. Yani beni tartmak geçmişi bildikten sonra tereddüt edip etmeyeceğimi görmek istemişti, az önce bilmeden resmen bir sınava tabi tutulmuştum ama uykudan mı yoksa onlara yardım etme isteğimin büyüklüğünden midir bilinmez bunu hiç önemsemedim. ''Yapabilirim.'' Diyerek ona doğru bir adım daha attığımda yine karanlıktaydım. ''Ne kadar mümkün değilmiş gibi gelse de yapabilirim ve yapacağım, sizi kurtaracağım.'' Ceyda'nın dudaklarında nadir beliren samimi gülümseme yanan şömineden daha sıcaktı. Yakın olduğundan mı bilemem ama onun gülümsemesi beni daha çok ısıtmış gibi hissetmiştim. Ben içimdeki rahatlamayla nefes alıp vermek üzere dudaklarımı araladığımda arkadan bir alkış sesi geldi ve neredeyse tükürüğümde boğulacaktım. Olduğum yerde sıçrayarak arkadan çıkan ikinci gölgeye baktım. Bu gölge Ceyda kadar ufak değildi. ''Sıra arkadaşıma güvenmeyeceğim de kime güveneceğim, yavrum benim be.'' Dağhan sırıta sırıta az önce Ceyda'nın geldiği yönden gelmeye başladığında kaşlarım çatıldı. Eee çıkın çıkın, Atilla da çıksın, İkra da çıksın hatta Zeyd ve Tuna da çıksın. Hepiniz çıkın şu sürpriz yumurtaya benzeyen karanlıktan. ''Sen...'' diyerek işaret parmağımı bana gelen Dağhan'a doğrulttuğumda ''He ya ben.'' Diyerek yanıma iki adımda ulaştı ve kolunu aynı Burçağın Ceyda'ya yaptığı gibi omuzuma attı. Bir an beyin sarsıntısı ve vücut çöküşü yaşıyorum zannettim ama Dağhan beni sıkı sıkı tuttuğunda buna pek de imkân bırakmadan beni kendime getirdi. Gerçekten, çok ağırdı. ''Bende sana ilk destek veren kişiyim içeriden, eğer onların akıllarına giren varsa bu... tam olarak ben oluyorum.'' Diyerek işaret parmağıyla kendisini gösterdi. ''Belki birazcık da esmer güzelinin parmağı olabilir.'' ''Atilla'nın aklımıza girdiğini ve kendisinin birazcık parmağı olduğunu söylemek istiyor arkadaş.'' Diye mırıldandı Burçak keyifsizce. Belli belirsiz gülüştüler aralarında, bende alı koyamamıştım kendimi onlar gibi gülümsemekten. Sanki hepsi bu anı bekliyor gibiydi, hepsi kendi iradelerini bir anda bana bırakmışlardı. Uzaktan görünen bu resimde dört yakın arkadaş olarak karşı karşıya dudaklarımızda tebessümlerle dikildiğimizi görebiliyordum. Gerçek her ne kadar eksik ve başka olsa da hepimizin yüzünde yine de aynı tebessüm vardı. Nedense kendimi daha önce hiç bu kadar mutlu hissettiğimi hatırlayamıyordum. Onların bu hale nasıl geldikleri ve benim nasıl karanlığa adım attığım bu hikâyenin ilk sayfalarıydı. Uzaktan çekilen şömine karşısında bu resim ise hikâyenin ortalarından bir anıydı. Her ne kadar uzun zamandır gizlenseler de bugün ölüm korkusunu hepsinin gözerinde görmüştüm, işler ciddiye bindiğinden onların da korkusu ancak zirveye çıkmış onları ölüm korkusuyla yaşam korkusu arasında sıkıştırmış olmalıydı. ''Oradan Atilla'da çıkacak mı peki?'' diyerek geldikleri yönü işaret ettiğimde herkesin sessiz gülüşü birbirine karıştı. ''Çok istedi ama Defne'yi bırakıp gelmez. Şimdilik bu dörtlü ile devam edeceğiz plana, sen yolunu çiz ışıkları yakmayı bize bırak.'' Burçak kolunu Ceyda'nın omuzundan çektikten hemen sonra üzerini düzelterek elini saçlarından geçirdi. Gözleri kapanmamak için büyük bir savaş veriyordu. ''Biz hastaneye gidiyoruz, sen bu gece güzelce uyuyor kafanı toparlıyorsun. Zaten dün gece de uyumadın.'' Burçak Ceyda'ya emir verircesine sarf ettiği sözlerden hemen sonra Ceyda kafasını aşağı yukarı salladı ve Dağhan'ın ağır omuzumu çürüten kolu üzerimden çekildi. Resmen omuzumda büyük bir boşluk ve hafifleme belirmişti. Elimi çaktırmadan omuzuma atıp ovuşturdum. ''Haber vermeyi unutmayın ama.'' Dedi Ceyda kapıya ilerlemeye başlayan Dağhan ile Burçağa. ''Tamam.'' İkisinin verdiği baş selamını alarak kafamı salladım. Yüzleri bana döndüğünde Dağhan'ın ilk olmasa da Burçağın dudaklarında ilk kez bana karşı sıcak bir gülümseme vardı. ''Vera... şimdiden her şey için teşekkür ederim.'' Diyerek Dağhan'ın önüne geçtiğinde sıcacık gülümsemesine karşılık vererek ben de gülümsedim. ''Kurtulduğunuzda edersin.'' Verdiğim cevaptan sonra Dağhan ile birbirlerine baktılar ve gülümseyerek kapıdan çıkıp merdivende yankılanan sesleriyle bize veda ettiler. Baş başa kaldığımızda ikimizin de birbirimizde izlediği tek şey ateşin yansıdığı yüzümüz oldu bir süre, ben tam olarak nasıl yaklaşacağımı bilemiyor Ceyda da muhtemelen söze nasıl gireceğini bilmiyordu. Bir süre geçen sessizliğin ardından rahatsızlıkla kıpırdanıp boğazımı temizledim. Buradan sanki artık gir söze uyarısı almış gibi dudaklarını araladığında ilk gelen ses onunki değil topuklusunun sesiydi. ''Aşağı inelim mi?'' bunu ne kadar soru gibi yöneltse de bana daha çok zaten cevabını biliyormuş gibi gelmişti çünkü kapıyı çoktan aralamış merdivenlerden inmeye başlamıştı. Peşine takılarak merdivenlere yöneldiğimde merdivenin kısık da olsa önünü görmeni sağlayan ışığı yandı. Çıkarken yanmadığını fark ettiğim için bozuk olduğunu varsayıyordum. Alt kata vardığımızda açılan kapıdan merdivenlere ışıklar yansıdı. Kenarı yerleştirilmiş birçok lamba bir anda yanarak ortalığı loş bir ışıkla aydınlatmıştı. Ceyda ona yetiştiğimi omuzunun üzerinden bakarak fark ettiğinde ''Bu gece burada kaldığın için teşekkür ederim.'' Diye mırıldandı ve duvarın öteki tarafına geçerek bu kadar büyük olduğunu fark etmediğim dolabı açtı. Sanırım odadaki eşyaları gerçekten görebilmem için çok daha yakınından gezmem gerekliydi. ''Rica ederim.'' Diyerek ona doğru ilerledim. Açtığı kapaktan birkaç parça kıyafet çıkarıyordu. Sonunda bana dönerek elindeki kıyafetlerin bir kısmını uzattı. ''Senden son bir şey isteyebilir miyim?'' sesi kısılırken zorlukla yutkunuşu içimde kötü hisler uyandırdı. Yine de ellerimle kulaklarımı kapattım ve o kötü sesi hiç duymamış gibi devam ettim. ''Tabi.'' Elindeki kıyafetleri alırken buz gibi teni tenime değdi. Üzerinde incecik şeyler vardı, içerisi ne kadar sıcak olsa da tenine bakarsa ısınmıyordu. ''Bu gece benimle uyur musun?'' diye fısıldadı elindeki kıyafetlere yüzünü indirirken. Anlık bir gafletle ''Efendim?'' diye sordum. Sorumun hemen ardından elim sanki refleksmiş gibi havalandı eğer söze girmese kendime sert bir tokat patlatacağımdan adım kadar emindim. ''Bu gece yalnız uyuyabileceğimi sanmıyorum.'' Bunu beklemediğim için dakikalar süren bir afallamaya maruz kalmıştım ama yüz ifadesi sonunda kaldırdığı kafasından görüş açıma girdiğinde atmadığım tokadı gözlerinden yemiş kadar oldum. Gerçekten nefes almakta zorlanıyor görünüyordu, fiziksel olarak değil psikolojik olarak. ''Elbette.'' Diyerek karşılık verdim gülümseyerek. Tabi ne kadar becerebildiğimi bir tek Ceyda görmüştü ama yüzünden okunmuyordu. ''Şu kapı lavaboya açılıyor, genelde orada üzerimizi değişiriz.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak lavaboya doğru ilerlediğimde kıyafetleri sıktığımı yeni fark ediyordum. Ne zaman gerginlikten kıyafetleri iki büklüm ettiğimi anlayamasam da kapıyı araladığımda zaten tutuşum gevşemişti. Gerginlik üzerimden sıcak havada yağan yağmurun ortamı serinletmesi gibi kayboldu. Elim üzerimdeki kıyafetlere gitmeden hemen önce burnuma hoş bir koku dolmuştu, yumuşak bir parfüme benziyordu. Solumda kalan dolabı gördüğümde o tarafa doğru ilerleyip içini açtım, bu bir havlu dolabıydı. Havluları dizdikleri kısımda kalan ufak tefek boş yere elimdekileri bıraktıktan sonra üzerimdekileri çıkarmaya başladım ve rafa koyduğum Ceyda'nın kıyafetleriyle değiştim. Kalın içi yünlü bir tayt aynı şekilde içi yün olan bir kazak vermişti. İkisi de siyah renk görünüyordu, sadece kazağın üzerinde mor lacivert karışımı yazı vardı. Sonunda kıyafetleri giydiğimde yüzümü aynaya kaldırdım. Otomatik yanan ışık bir an beni kör eder gibi oldu ama alışmam uzun sürmemişti çünkü bu da canlı sayılan ışıklardan değildi. Dağılan saçımı sıkıca bileğimdeki tokayla at kuyruğu yaptım, yaparken aynı sırada ilk kez girdiğim banyoyu inceliyordum. Bizim banyomuzdan daha fazla genişliğe sahipti. Solumda kalan beyaz ovalimsi bir küvet vardı, küvetin hemen çaprazında bir duşa kabin ve ortalarından köşeyi donatan dolaplar vardı. Duvara asılı askılıklarda duran bornozlara baktım. Hepsi grinin ayrı tonuna sahipti, belki de takım almışlardı. Bu kadar kalabalık olurken bu kadar düzenli olmaları şaşırtıcıydı ve dikkatimi çekmişti ama demek ki buna özen gösteriyorlardı. Elimi yüzümü açacak kadar sıkı bir toplama işlemini bitirdikten hemen sonra kıyafetlerimi katlayarak kenara bıraktım ve kapıyı açıp ağır adımlarla Ceyda'nın yatağına doğru ilerlemeye başladım. ''Yakışmış.'' Diyerek üzerimde gezdirdi gözlerini. Dudaklarından bir tebessüm fırlamasa da gözlerinden yanan gülümseme mumlarının yandığını gördüm. Okuldaki Ceyda ile karşımda duran Ceyda arasındaki fark düşüncelerimin ortasına saplanan bir baltaya benziyordu. Baktığımda hepsinin dengesizliği birbirini andırıyordu ama buna sebep olan beraber yaşamaları mıydı yoksa bağımlı oldukları ortak bataklık mıydı bilemiyordum. Sadece buna alışabileceğimi sanmıyordum. Onun da değiştirdiği üstüne şöyle bir baktıktan hemen sonra önünde durduğumuz yatağa ilerleyerek yorganı kaldırdım ve yatağın soluna kayarak ona gelmesini işaret ettim. Yatağın içini soğuk bekliyordum ama bedenimi içeri yaydığımda hiç de soğuk olmadığını aksine ev sıcaklığında olduğunu görmüştüm. İçerisi de aynı bu yatak gibiydi, malikaneye benzemesine rağmen burası için asla sadece bir malikane demezdim. Burası evdi yıkık dökük ev, yıkık dökük bir grup çocuğun sıcaklık bulduğu ve aile kurduğu bir evdi. ''Burçak sana benim hikayemi tam olarak anlatmadı.'' Diye mırıldandı yanıma yatıp ayaklarını uzatırken. ''Eğer bu işe gireceksen hepimizi daha iyi tanımalısın, yaralarımızı bilmelisin. Çünkü herkes kanayan yarasına yapıştırdığı bir yara bandı sandı uyuşturucuyu.'' Yüzümü ona çevirerek derin bir nefes aldım. Onun keskin ama hoş kokusu burnuma dolmuştu. Saçlarından ve üzerindeki kıyafetlerden geliyordu ama onunla yarışan bir sigara kokusu da varlığını belli ediyordu. ''Hikâyeyi bir de benden dinlemek ister misin?'' diye sorduğunda sesindeki boğukluk tereddüt etmemi sağladı. Bedenimle ona döndüm bu kez, kollarımı da birbirine dolamıştım dinleme moduna geçmek için. ''Anlatmak istersen, dinlemeyi çok isterim.'' Diye fısıldadım. Cevabıma gülümseyerek boş boş bakındığı tavana bakmaya devam etti. Sanki o bir resim defteriydi ve Ceyda oraya kendi zihninden resimler çiziyordu. Çizdiği bu resimlerin biraz sonra anlatacağı şeyler olduğunu düşündüm ve bunu düşünerek göz ucuyla karanlığın bize açtığı boş sayfaya baktım. ''İkinci sınıftan beri zihnimi ve bedenimi kontrol edemediğim bir duyguya esir düştüm. Benimle beraber Defne'de aynı duygu kuyusuna düştü. Atilla'nın Defne'yi Samet'le gördüğünde nasıl çöktüğünü hatırlıyorum.'' Dedi nefeslenircesine gülerken. Bu an bir anda gözümde canlanınca hem üzüldüm hem de Atilla'nın Samet'e o günden beri her gün küfrettiğini düşünerek gülümsedim. ''Defnelerin hemen ardından ayrı kalmamaya karar verdik, zaten bizi bu konuda gaza getiren de Defne'ydi. Kötülüğümü istemediğini biliyorum ama iyiliğimi isterken beni büyük bir karanlığa itti. Kendisinin karanlıkta olduğunu söylememişti, uyuşturucu kullandığından haberimiz yoktu daha. Onunla beraber Tibet'in de kullandığını bilmiyorduk, daha önce fark etmediğimiz için bize bunu açık edişi büyük bir enkazla oldu. Sürekli küfürler, şiddette meyillilik, ortadan kayboluşlar falan derken ondaki garipliği herkes fark etti. Başta beni aldattığını falan düşündüm, aynı senin Burçak ve İkra'yı ettiğin gibi takip ettim meraktan. Sonra öğrendim uyuşturucu kullandığını, onu öğrendikten ertesi gün zaten okulda büyük bir kıyamet koptu. Herkes kaçacak delik arıyordu. Atilla ve diğerleri ardı ardına Samet'i hırpalıyordu, onu gördükten sonra Defne'nin de kullandığını öğrendim.'' Gözlerinden akan yaşları acele etmeden parmak uçlarıyla sildi, baksanız kirpiğini bile kırpıştırmıyordu ama kapatmadığı o gözlerden akan yaşların pıt sesi onun sesine eşlik eden bir melodiye benziyordu. Sildiği göz yaşlarının ardından kirpiklerini sonunda kırpıştırdı ve yatakta bana dönerek aynı şekilde kollarını birbirine doladı. ''Benim için tam bir yıkımdı.'' Mercan yeşili gözleri pencereden sızan sokak ışıklarıyla parlıyordu ama aynı kedi gözleri gibiydi. Sertçe yutkunduktan sonra içine çektiği nefesten sonra sözlerine devam etti. ''Tibet bir gün uyuşturucu kullanmak üzereyken onu yakaladım ve uyuşturucuyu elinden aldım. Kullanmasın diye yapmıştım ve en fazla üzerime gelir bağırır diye düşündüm ama... bana vurdu.'' Gözlerini yumduğunda ona doğru yatakta kayıp ellerimi çözdüm ve birini birbirine doladığı koluna uzattım. Belki dilimden sözler dökülmezdi ama bedenim yanındayım diyordu. ''Öyle sert bir tokat atmıştı ki kulağımın çınlayışını dün gibi hatırlıyorum. Yüzümdeki izler uzun süre kapanmadı, dudağım kanla kaplanmıştı patlaktan. Hayatımda babamdan bile bu kadar ağır bir darbe aldığımı hatırlamıyorum...'' göz yaşları hızla akmaya başladığında dolan gözlerimi durduramadım. Çok zor olmalıydı, sevdiği adamın ona üç beş toz parçası yüzünden vurması... ona atlatılamaz bir aşk travması yaşatmıştı. ''Önceleri öfke nöbetleri geçirdiği olurdu ama o günden sonra kontrol edilemez oldu. Öfke konusunda büyük problemleri var, kendine hâkim olamıyor ve... uyuşturucu kullandığında ne yaptığını kendisi bile bilmiyor. Ben bıraktım ama onu ama bırakmadan önce sigarama koyduğu uyuşturucuyu tam olarak algılayamamıştım. Ayrılmak üzereyken oldu her şey, bende bağımlı oldum diğerleri gibi. Tibet çok uğraşmıştı düzeltmek için ama her şey için çok geçti. Bırakmaya çalıştı beceremedi, bize yardım etmeye çalıştı yine beceremedi ve en sonunda Hazal'ın aklına girmesine izin verdi. Çabasının işe yaramadığını görünce çabayı da bıraktı.'' Son sözleri nedensizce aklımda yankılandığında bedenimden bir titreme geçti. Çabasının bir işe yaramadığını görünce çabalamayı da bıraktı. Bırakmazdım. Ben yarı yolda sevmediğim bir insanı bile bırakmazdım. Gözleri yavaş yavaş kapanıp açılmaya başladığında ''Ailen peki?'' diye fısıldadım. Belki o konu da güzel bir anısı olabilirdi, yüzünde sorumla belli belirsiz bir tebessüm oluştu. ''Ailem ayrı, ben kardeşimle babamda kalıyordum eskiden...'' ağzını açıp seslice esnedikten hemen sonra burnunu çekti. ''Sonra şikâyet edilince babam bana hakaretler etmeye baskı uygulamaya başladı. Ben de mecburen anneme geçtim, onun da eve geldiği yok. Nerede kimle belli değil sadece paramı eksik etmiyor.'' Aileleri vardı ama aynı zamanda yoktu. Bir insan nasıl hem var hem yok olabilirdi, nasıl ikisini aynanda başarabilir ve bunu yıllarca devam ettirebilirdi. Derin bir nefes alarak ona daha çok yaklaştım ve sarıldım, çekinmiştim bunu yaparken ama bir yandan da bir şeyler itmişti beni bunu yapmaya. Aynı Tuna'nın da söylediği gibi, hepsi dağılıyordu. Hepsinin ruhu parçalanıyordu ve daha da kötüsü ne sevdikleri ne de aileleri vardı. İçimdeki anne şefkatiyle Ceyda'yı daha çok kendime bastırdım. ''Merak etme, ben sizin için elimden gelen her şeyi yapacağım.'' Göğsüme sıcak ıslak damlalar yayılmaya başladı, ağlıyordu ama sesi bile çıkmıyordu. Çıkmayacak kadar yorulmuş muydu yoksa buna alışmış mıydı merak ettim o an. Bazıları acıdan her yeri yıkıp inletirken bazıları çığlığını fısıltıya dönüştürmeye alışıyordu. Bazıları acıdan sessiz kalmayı öğreniyordu. ''Eğer Defne savaşmazsa... bunu kaldıramam. Hiçbirimiz kaldıramayız.'' Dedi ağlayışının arasından. Ceyda ve diğerleri bile böyleyse Zeyd ne haldedir diye düşünmek bile istemedim. Dışarıdan hepsinin aksine güçlü dimdik ayakta duruyordu ama içimden bir ses dimdik durabilmek için, içindeki gemileri teker teker yaktığını söylüyordu. Hatta belki de gemileri değil, limanı ateşe vermişti. ''Savaşır, sizin gibi arkadaşları var. Sizi bırakmaz.'' Diye fısıldadım kulağına doğru. Bu dediğime kendim bile inanmakta zorluk çekiyordum ama inanmak zorundaydım. Defne zayıftı, güçsüzdü ve uzun zamandır bağımlıydı. Tüm bunlar göze alındığında zamanla erimiş ve ölüme yaklaşmış olduğunu söylemek kolaydı. Kurtulma ihtimali ne kadardı ki? Yüzde elli mi yoksa on falan mı? Ceyda'nın ağlayışı derin iç çekişlere döndüğünde ben de çenemi kafasına yaslayarak gözlerimi yumdum ve ellerimi bedenine sıkıca doladım. Onu ısıtmak ve göz yaşlarına toprak olmak istiyordum, Tekrar yeşermek ve umut olarak açmak için. Saat git gide sabaha yaklaşıyordu ve uyku fazlasıyla bastırmıştı. Düşüncelerime sonra diye fısıldadım içimden. Ceyda'nın nefesi düzene girmeye başladığında zihnimdeki soruların ağzına karanlık bir el sarıldı ve etraf sessizliğe büründü. Bende Ceyda'nın saçlarını okşayarak kendimi uykunun kollarına bıraktım. Ne kadar olmuştu uykuya dalalı bilmiyordum ama uykuya dalar dalmaz uyandırılmış gibiydim. Adım uzaktan bir uğultuyla başlayıp içimde yankılanmaya başladığında sesi duyar duymaz gözlerimi açtım. ''Vera.'' Omuzumda hissettiğim dürtüyle daha çok kendime geldim. Hemen önümde Burçak yanında da İkra dikiliyordu. Hava aydınlanmış içerisi daha da sıcaklaşmıştı. Aydınlık havada onların yorgunluktan çöken gözleri çok daha ön plana çıktığında bundan rahatsızlık duyarak yüzlerine baktım. ''Ne oldu?'' kollarımı yavaşça Ceyda'dan çekmeye çalıştım, birbirimize çok sıkı sarılmıştık. Bu yüzden ayrılmak zor oldu çünkü o da kollarını belime güvenle sarmıştı ve uyanmamasına özen gösterdiğim için ayrılmak düşündüğümden uzun sürdü. Yavaşça yataktan doğrulup esneyerek ayağa kalktım. ''İkra'yı bırakmaya geldim, hastaneye geçeceğim. Zeyd eğer istersen dönüşte seni de almamı istedi.'' İkra gözlerimizin kesişmesine izin vermeden Burçağın olduğunu düşündüğüm yatağına doğru ilerlemeye başladığında arkasından ona ters bir bakış attım ve ''Olur'' diyerek yüzümü sıvazladım. O da en az benim kadar uykulu görünüyordu, üstündekilerle olduğu gibi kendini yatağa atmasından bunu çıkarmıştım. Ceyda'nın açıkta kalan yerini örttükten hemen sonra bir kez daha esneyip yaşaran gözlerimi sildim ve önüme gelen saçları kulağımın arkasına sıkıştırıp köşede duran montumu üzerime giyindim. İkra çoktan arkasını bana dönüp uykuya dalmıştı. Burçağın açtığı kapı biraz ses çıkardığında montumun önünü kapatıp ayakkabılarımı giyerek peşinden ilerledim. Sessiz olmamaya özen gösteriyordum ama bu pek kolay olmuyordu çünkü sessiz adımlar bile yankılanıyordu. Sonunda bende çıktığımda Burçak beklediği birinci kattan kapıları kilitledi ve en alta indikten sonra son kilidi de takarak bana döndü. ''Ceyda ile anlaşmış gibisiniz.'' Gözlerimi ovuşturarak onun motoruna doğru ilerlemeye başladığımda ''Sanırım...'' diye mırıldandım. Kepenk açık olduğundan oraya gitme gereksinimi duymamıştı. ''Bana kendi hikayesini anlattı.'' Diye eklediğimde memnun bir şekilde gülümseyerek kafasını salladı, sanki bunu duymayı istiyor gibiydi. ''Yalan yok, senden başta hoşlanmamıştım ama zamanla fikrim değişti. Diğerleri seni arasında görmek istediğinde canla başla karşı çıkan tek bendim.'' Baştaki bir yakın bir uzak davranışlarının sebeplerini buna bağlayarak kaşlarımı kaldırdım ve sonra sözlerini hatırlayıp gözlerimi kısarak ona sinsi sinsi sırıttım. ''Eh işte Dünya... insana tükürdüğünü yalatıyor.'' Bana kaşlarını çatarak baktığında güldüm. ''Fikrinin değişmesinde İkra'nın kuzeni ve süt kardeşi olmam etkili miydi?'' o da benim gibi belli belirsiz sırıtarak kaskı elime tutuşturdu. ''hayır onu öğrendiğimde her şey için çok geçti.'' Kaskı kafama geçirirken ''Zeyd nasıl?'' diye mırıldandım. Yanında olamadığım için kendimi inanılmaz kötü hissediyordum ama beni oraya gitsem bile görmeyeceğini de adım kadar iyi biliyordum. Burçak motora binip çalıştırdığında bende arkasına binerek omuzlarına tutundum. ''Aynı, dalıp gidiyor. O yüzden seni götürmeyi pek istemedim aslında çünkü kimse şu an kendini toparlayabilmiş sayılmaz. Etkilenmeni istemem.'' Meyus'un alt katından çıktıktan hemen sonra köşede durduk. Burçak kepengi indirip kilitledi ve ardından tekrar motoru çalıştırıp hızlı şekilde hastaneye doğru sürmeye başladı. Hastaneye gelene kadar tenime çarpan soğuk sık sık titrememe sebep olsa da geldiğimizde alel acele motordan inerek hastaneye girmemiz beni bu soğuğa daha fazla mazur kalmaktan kurtarmıştı. İçeri girdiğimizde bedenimize vuran sıcak hava buz kesmiş bedenimize hiçbir etki etmedi, sadece merdivenlere yöneldik ve hızla yukarı çıkıp yoğun bakım kapısının önünde dağılmış vaziyette dikilen gençlerin olduğu koridora girdik. Gözüm ilk Zeyd'i aramış ve onu çömdüğü yerde bulmuştu. Hala aynı yerdeydi ve gözleri kapanıp açılıyordu, uykuya direniyordu. Dağhan sandalyede oturmuş elinde tuttuğu çayla öylece yoğun bakım yazan beyaz iki kanatlı kapıya bakıyordu. Dünden daha kötü görünüyor daldığı yere bakarken gözünü bile kırpmıyordu, yüzümü çevirip Burçağa ''Polisleri nasıl atlattınız?'' diye fısıldadım. ''Babam araya birilerini soktu, bu durumla alakamız olmadığı hakkında ifade verdik. Test yapmak istediler bize de ama babam araya girince vazgeçtiler.'' Kenan Bey'in bunca şeye ne sebeple olursa olsun sessiz kalışını anlayamıyordum. Oldukça ağır başlı birine benzemesinin yanında mantık adamı gibi görünüyordu halbuki. Bunu Burçağa sorarsam ters bir zaman olduğundan ötürü ters bir cevap alacağımı düşündüm ve bu sorudan vazgeçerek sessiz kalıp Zeyd'e doğru adımlar atmaya başladım. Uyumaya ihtiyacı olduğunu tüm bedeniyle bas bas bağırıyor bir yandan da uykuya şaşırtıcı şekilde direniyordu. Yanına vardığımda dizlerimi kırıp eğilerek kapanıp duran gözlerine baktım. ''Uykuya ihtiyacın var.'' Düşmüş göz kapaklarına inat gözlerini gözlerime çıkardı. ''Senin okulda olman... gerekmiyor mu?'' sesi boğuk ve kısıktı. Yanına kayarak onun gibi duvara yaslandım göz temasını kesmeden. ''Senin yanında olmak daha iyi bir fikir gibi geldi.'' Burçak bir anda yanımızdan geçerek Dağhan'ın olduğu yere vardığında gözlerim onların üzerinde gezindi. Dağhan'ın elinde tuttuğu soğumuş çayı alıp çöpe atmıştı. ''Yanımda olmana gerek yok.'' ''Var mı diye sorduğumu hatırlamıyorum.'' Diyerek tekrar Zeyd'e döndüm. Kafasını yasladığı duvarda yüzünü bana çevirdi. Bende aynısını yaparak kafamı hastane duvarına yasladım ve bir dizimi kırarak ellerimi arasında topladım. ''Biraz Uyu, dirensen de birazdan uykuya dalacaksın zaten.'' Gözleri artık dayanamadan kapanmaya başlarken kafası yavaşça omuzuma düştü. ''E, ben demiştim.'' Diye mırıldanırken kaldırdığım kolumun arasından kafasını göğsüme yasladım ve kolumu omuzuna doğru uzattım. Koridorda sadece biz olduğumuz için ortalık fazla sessizdi, Burçak ve Dağhan sessizce oturuyordu. Biz ise Zeyd ile yere çökmüş duvara yaslanmıştık. Sessizliğin içinden bir gürültü duyulduğunda gözlerimi refleksle sesin geldiği yöne çevirdim. Burçak Dağhan'ın sırtını sıvazladıktan hemen sonra ayağa kalkmıştı, sandalyenin çıkardığı cızırtılı sese yüzümü buruşturdum. Önce Dağhan'a ardından bana dönerek ''Kahve?'' diye mırıldandığında ''Olur.'' Diyerek cevapladım. Eğer bir süre buradaysak güne kahve ile başlamak çok iyi olurdu. Hem açlığı bastırır hem de ayık tutardı. Burçak aldığı cevaplarla koridorda yürümeye başladığında karşımda sadece Dağhan kaldı. O da uykusuz görünüyordu. Bu halde onları görmek gözlerimin dolmasına sebep olurken bunun ne yerinin ne de zamanı olduğunu biliyordum ama bunu engellemek çok zordu. Daha aramız düzeleli saatler olmuştu ama ben kendimi sanki uzun zamandır onlardan biriymiş gibi hissediyordum. ''Komaya alacaklar.'' dedi Dağhan çatallaşmış sesiyle, gözünü sabitlediği yerden ayırmamıştı. Göz kapakları yarı açık yarı kapalıydı. ''Ne?'' durum git gide ciddileşirken içime bir ağırlık çöktü. ''Defne'yi komaya alacaklar iki güne. Görüş de yok o yüzden sık sık gelip gidemeyeceğiz. İçeri almıyorlar doktor da sık sık gelmeme şartıyla görüşebileceğimizi söyledi.'' onlar için bu çok zor olmalıydı. Hele ki Atilla için... Atilla demişken yeni aklıma gelmişken gözlerimi etrafa çevirip onu aradım ama yoktu, panikle dudaklarımı ısırdım. Burada olmamasının tek bir ihtimali vardı o da aklıma düştüğünde kanımı donduruyordu. ''Atilla nerede?'' dedim etrafı bir daha kolaçan ederken. ''Muhtemelen Samet'in ağzını burnunu kırıyordur. Gelenek haline getirdi.'' anlamsızca ona bakarken aklıma sonradan dank etti. Defne'nin bu duruma gelmesinin sebebi Samet'ti, Atilla Defne'yi seviyordu. İşte kanımı donduran düşünceler tam olarak buydu. ''Siz neden gitmesine izin verdiniz?'' arkasına yaslanıp gergince nefes aldı. ''Kimse tutamazdı ki onu, ayrıca en azından onun kendini rahatlatmaya çalışacağı bir şey var.'' nedense onu haklı bularak sessiz kaldım. En azından Samet bunu hak etmişti, Atilla'da biraz içini boşaltabilirdi. Yani umarım... Birkaç dakikanın ardından elinde kahvelerle Burçak geldi. Gözleri yerdeydi, hiç yukarı çıkarmadan yanımıza gelerek birini bana uzatırken ''Teşekkürler'' diye mırıldandım. Kahvemi çok hareket etmemeye özen göstererek alıyordum, Zeyd yeni uyuyabilmişti ve şimdi onu uyandırmak istemezdim. Hatta kahveyi içip içmemekte bile kararsızdım. Burçak Dağhan'ın yanında yine yerini alarak kahvenin birini ona uzattı ama ikimizde biliyorduk ki uzattığı kahve de az önce çay gibi avuçlarında soğuyacaktı. İkisi de ellerini kahve bardaklarına sardığında ben de yanıma bıraktığım dumanı tüten kahveye bir bakış attım. Kokusu burnuma dolar dolmaz beni ayıltan soğuk su etkisi yaratmıştı. Sağ kolumu uzatıp kahveyi aldım ve dudaklarıma götürdüm. Yanmamak için üflediğim birkaç nefesin ardından aldığım yudumların tadı damağımdaydı. Karşımda duran iki adamdan biri sadece birkaç yudum alırken diğeri çayı gibi onu da soğutmuştu. Uzun süren dakika belki de bir saat süren vaktin ardından gözleri kapanan Burçak da kafasını duvara yasladı. Uzattığı bacaklarının üzerine kahvesini koyup elleriyle ağız kısmını sarmıştı. Onun uyumasının ardından da Sessiz geçen saatler uyuşan vücudumu rahatsız etti. Dağhan'la birbirimize tek kelime etmemiştik. Koridora birden fazla kişiler gelip gitmişti ama sadece göz ucuyla bakmakla yetinmiştik. Ben ara sıra Zeyd'in saçlarına bakmış içimde uyanan okşama dürtüsüyle savaşmıştım. Ona rağmen hareketsiz durmayı başardığım saatlerin ardından merdivenlerden bir topuk tıkırtısı duyuldu ve koridorun ucundan gelen Ceyda görüş açıma girdi. Dağhan uyukladığından pek fark etmemişti, Burçak ve Zeyd zaten gidikti. ''Günaydın.'' Diyerek aşağıdan uzun boyuna ve kalın topuklu duran botuna bir bakış attım. Bağcıkları açıktı. ''Günaydın.'' Gözleri göğsümde uyuyakalan Zeyd'den diğerlerine döndüğünde adımları da görüntülerin sahibine doğru ilerlemeye başladı ve Burçağın yanına oturup dirseğini ona geçirdi. ''Burçak.'' Burçak onu duymuyor gibi görünüyordu. Ceyda elini saçlarına geçirerek bir kez daha onu dürtüklediğinde Burçak sersemlemiş vaziyette uyandı ve tam o anda merdivenden hepimizi kendine döndürecek başka adım sesleri koridorda yankılandı. Dağhan gözlerini aralamış algılayamayan bakışlarla, Burçak uykulu, Ceyda ve ben ise endişeli bakışlarla elleri kıpkırmızı olmuş dağılmış yüz ifadesiyle buraya yürüyen Atilla'ya baktık. Ellerinin kemik kısmı kenarlarına kadar kurumuş kanla kaplıydı, gözleri kıpkırmızı kesilmiş yanağında bir kızarıklık ile kesik gözüme çarpmıştı. Sersemce burnunu çekerek elini ensesine attığında adımları Dağhan'ın yanında durdu. ''Haber var mı?'' Sesi o kadar kısık ve boğuktu ki bir anda okyanuslarda boğulmaktan son anda kurtulduğunu zannettim. Sanki tonlarca su yutmuştu ve su her zerresini aşındırmıştı içinde. Dağhan kafasını olumsuzca salladığında onların oturduğu sandalyeye sert bir tekme geçirdi. Bununla beraber Burçak yerinde sıçrayarak ayılamamış haliyle bir küfür savurdu. ''Hay sik... ödümü kopardın aptal herif!'' Atilla öfkeyle ellerini yüzüne geçirip sıvazlamaya başladığında hiçbir şey duymayan ve hala mışıl mışıl uyuyan Zeyd'e döndüm. Atilla'nın bu hali en az Burçak kadar beni de korkutmuştu ama neyse ki sıçramamayı başarmıştım. Belki de bedenim hareketsizliğe alışmıştı. Gözlerimi tekrar Atilla'ya çevirdim. Bir elini duvara yasladı ve yüzünü yere doğru eğdi tam ben onu izlerken. O an yanına gidip ona destek olmak, yanında olarak dostluğumu göstermek istedim ama omuzumda yatan üzgün adamı bırakamadım. Burçak kafasını sağa sola sallayarak kirpiklerini ardı ardına kırpıştırarak ayaklandığında bu kez tüm bakışlar ona dönmüştü. ''Hava alacağım.'' Cebinden çıkardığı paketi gördüm arkasından en son. Onun çıkışıyla Ceyda'nın ''Ne zaman uyudu?'' sorusunu işitmiştim çünkü. Tekrar Zeyd'e döndüğüm soruyla dudaklarıma bir tebessüm yayıldı. Saçları boynumu, tenimi gıdıklıyordu ama hareket etmemek için o kadar çaba göstermiştim ki saatlerdir hareketsiz kalan vücudum kendimi derin bir uykuda zannediyor olmalıydı. ''Oldu birkaç saat.'' Diye mırıldandım ona dönerken. Kafasını aşağı yukarı salladı. ''Dün gece için teşekkür ederim.'' ''Önemli değil, hem... sana şu arama gününden kalan bir borcum vardı. Tabi bunu borç için yapmadım yanlış anlama.'' ''Biliyorum.'' Dedi. Bu konuşmadan sonra da etrafı bir sessizlik sarmıştı ve saatler nasıl geçti anlayamadım. Sadece her duvara asılı saate baktığımda görüyordum dakikaların saate döndüğünü. Bana sorsanız saniyeler dakikaya dönüyor derdim ama karşımdaki saat hiç öyle söylemiyordu. Atilla bu süreçte sakinleşmişti, birkaç kere tur atmış sonra oturmuş oturduktan bir süre sonra yine dayanamadan tur atıp yorularak geri oturmak zorunda kalmıştı. Dağhan da artık daha fazla direnememiş uykunun esiri olmuş, Ceyda ise sıkıldıkça Atilla gibi tur atıp durmuştu. Gözlerim sürekli üçü arasında gidip geliyor, her an bir şey olacakmış gibi kendimi tetikte tutuyordum. Bunun sebebi hiçbirinin tepkilerini kestiremiyor olmamdı ama bir süre sonra daha fazla bunu yapmama gerek kalmadı çünkü omuzumdaki o üzgün adam kıpırdanmaya başlamıştı. Kafasını omuzumdan yavaşça çekti, gözlerini ardı ardına kırpıştırmaya başladıktan sonra yapışan kirpikleri ayrıldı ve gözleri tamamı ile açıldı. Saat öğleyi baya geçtiği için uykusunu az da olsa alabildiğine sevindim. En azından kendini biraz toparlayacak, ayakta kalabilecek kadar uyumuştu ve karnım o uyanana kadar birçok kez guruldamıştı. Neyse ki kimse bunu duymamıştı. ''Günaydın.'' Dedim gülümseyerek. ''Günaydın, dalmışım.'' Diye mırıldandı o da. ''Merak etme yeni bir şey yok.'' Omuzlarını ovuşturduktan sonra etrafa bakındı. Onu gördükten sonra bende kıpırdanarak gerindim, sanırım gerçekten de her yerim hareketsizliğe inanılmaz alışmıştı çünkü hareket edemiyordum. Her yerim çığlık atacak kadar uyuşmuş durumdaydı. Tam kendime gelerek tekrar sırtımı yaslayacağım sırada kapı açıldı ve beyaz önlüklü doktor içeriden çıkıp doğruca bize baktı. Bizim halimizi görür görmez ilk yaptığı saçlarını savurup elini anne edasıyla beline koymaktı ve yüzünde bize azar çekeceğine dair bir sima vardı. Bu simayı tanıdık bularak gözlerimi kıstım, evet daha önce gördüğüme emindim sadece yüzünü çıkaramıyordum. ''Size dünden beri gitmenizi söyledim ve siz burada mı sabahladınız çocuklar?'' hepsinde gözleri gezindikten sonra en son benimle kesişti ve orada durdu, eliyle alnını ovuştururken gözlerini benim gibi kısmıştı. Sanırım o da beni hatırlamaya çalışıyordu ama bir sıfır öne geçen ben bu doktoru nerede gördüğümü hatırlamıştım. Daha birkaç gün önce Hazal'ı getirdiğimiz zaman gördüğüm doktordu bu kadın. Sonunda aklımı okumuş da hatırlamış gibi gülümseyerek yüzünü çevirdiğinde bende bana dönen Zeyd'e döndüm yüzümü. ''Gece nöbetim var, eğer sizi gece de burada görürsem ara sıra görebileceğinizi söylediğim cümleyi geri alacağım. Eğer arkadaşınızı çok görmek istiyorsanız ayağıma dolanmayın, bir taneniz bile burada kalmayacak. Zaten görmeniz imkânsız şu an boşu boşuna burada beklemenizin bir yararı yok.'' Doktor sözlerini bitirdikten hemen sonra gergin nefes vererek Ceyda'ya son bir bakış attı ve herkesin mecburen olumluca salladığı kafasına ''Sonunda.'' Diye mırıldanarak koridordan kayboldu. Hepsinin bu kadar çabuk söz dinlemesi şaşırtıcıydı. Bunu Defne'yi az da olsa görebilmek için kabul ettiklerini düşündüm. Ben bunu düşünürken doktorun gitmesiyle hepimiz öylece birbirimize baka kalmıştık. Yine de kimseden çıt çıkmıyordu, doktorun gittiği on dakikanın ardından tek ses sonunda solumdan geldi. Zeyd ayaklanmıştı, üzerini düzelttikten hemen sonra elini hala yerde oturan bana uzattı. ''Nereye?'' aldığı derin nefeslerin ardından elini tutmam için sallayınca uyuşmuş bedenime aldırmadan elini tuttum ve sıcaklığının tenime ulaşmasına izin vererek ayağa kalktım. ''Karnın zil çalıyor, sürekli uykum bölündü o yüzden önce senin şu karnını doyuralım.'' Ceyda gülümsemekle gülümsememek arasında kalmış vaziyette gözlerini kaçırırken Atilla ve Dağhan bizden bağımsız kendi aralarında konuşmaya başlamışlardı. Atilla'nın dinmeyen öfkesi gözlerinden taşıyordu. ''Şey... dünden beri bir şey yemedim de.'' Diye mırıldandım. Gülümsedi. ''Bende, hadi gel bir şeyler yiyelim. Ceyda?'' Zeyd yüzünü ona döndüğünde kafasını olumsuzca salladı. ''Ben gelmeden birkaç lokma atıştırdım, diğerleri de şimdi yemez. Siz gidin.'' Zeyd diğerlerine de bir bakış attıktan sonra Ceyda'nın haklı olduğunu gördü ve elimi tutarak merdivenlere doğru yürümeye başladı. Elimi tuttuğundan ötürü mecburen bende. Eh, mecburiyetin kötü bir şey olduğunu sanırdım. O kadar da değilmiş galiba. Merdivenleri inmeye başladığımızda fırsat bildiğim sessizlikle ellerimize baktım, onunkiler yine yaraydı ve soğuktan çatlamış görünüyordu. Benim de avuç içlerimden belli belirsiz görünen yaralar vardı. Benim yaram içerideydi onunki dışarıda. Sanırım ikimizin de yanında artık krem taşıması gerekliydi. Boğazını temizlediğinde vardığımız kantin kapısına çektim gözlerimi, içeriden sanki hiç acıkmamışım da koku geldiğinde deli gibi aniden açlık bastırmış gibi hissettiren yemek kokuları geldiğinde Zeyd'in karnın zil çalıyor demesini şimdi daha iyi anladım. Gerçekten, zil çalıyordu. Çok uzun olmayan sıraya doğru ilerlerken gözleri yukarıya asılmış yemek görsellerinde gezindi ve ellerimiz ayrılmadan durduğumuz sırada ''Ne yersin?'' diye sordu. Onun gibi gözlerimi yukarıda asılı olan yemek görsellerine çıkardım. ''Tost olabilir.'' Çok açtım ama tam olarak bir şey yiyesim de yoktu, gözlerini yukarıdan bana çevirdiğinde kafasını sallayarak masaya doğru ilerledi ve ellerimizi yavaşça ayırıp sandalyemi çekerek oturmamı işaret etti. ''Hemen geliyorum.'' Gülümseyerek oturduğum sandalyeden ona sadece kafa sallamakla yetindim. Sıraya girdi ve arkasını bana döndü. Arkadan baktığınız da bile biri nasıl sarılma isteği uyandırıyordu bilmiyordum ama ben şimdi kalkıp arkasından sıkı sıkı sarılmak istiyordum. Aşka engelin gurur olduğunu mu düşünüyordunuz? Ben Gururla kapışabilecek başka bir duygu daha biliyordum, korku. Etrafımdan kulağıma henüz yeni ulaşan ağlayış sesleri beni kendime getirdiğinde gözlerimi Zeyd'den çektim. Etrafta yakınan, endişe ve korkuyla dizlerine vuran ve hıçkıra hıçkıra ağlayan birçok insan vardı. Bir an burnumun direğinin sızladığını hissettim, gördüklerimden çok fazla etkilenen biriydim ve bu kadar içli ağlayan kişilerin arasında ruh gibi dikilmem imkansızdı. Eğer montumun cebinde olduğunu unuttuğum telefonum delicesine titremeseydi kesinlikle bende o ağlayanlara katılmış olurdum. Neyse ki arayan kişi beni bu durumdan kurtardı. Elimi cebime atarak telefonumu çıkardığımda bu kurtarıcının annem olduğunu görerek yüzümü buruşturdum, kesinlikle çok büyük azar yiyecektim. ''Efendim anne.'' Diye mırıldandığımda sesimdeki korkuyu hissetmemesini umdum ama o bir anneydi anneler konu çocukları olduğunda tam bir kâhin kesiliyor her şeyi anlayabiliyorlardı. ''Kızım, sabah çok mu erken çıktın bir sorun mu var?'' sesi telaşlı geliyordu ama azar çekecek bir tını yoktu sadece bir yere yetişmeye çalışıyor gibiydi. Anneme cevap vermek için dudaklarımı araladığım sırada karşımdaki sandalye aniden çekildi. Karşıma oturan kişi tüm lafları bir anda ağzıma tıkmıştı. Çatık kaşlarımı üzerinde gezdirirken sertçe yutkundum ve ''Seni sonra arayacağım anne, Beni merak etme İkra ile beraberim.'' Ve çat. Telefonu suratına kapatarak kucağıma indirdim. Bu sözler anneme güven verecek tek sözler olduğundan sadece bunu söyleyerek sorgudan kurtulabilirdim. İçimde beliren korkuyu ve endişeyi tüm oyunculuğumu sergileyerek sakladım, çünkü Zeyd'in gözleri buraya kayarsa burada neler olabileceğini hayal bile edemiyordum. ''Bence de şu an ilgini yönlendirmen gereken kişi benim.'' Rahat bir ifadeyle arkasına yaslanırken gözlerini etrafta dolandırdı. ''Bu arada, İkra'yı göremiyorum.'' Ona dümdüz baktığımı gördüğünde boğazını temizleyerek oturuşunu düzeltti ve ellerini masada kenetleyerek ilk defa pişkin bir gülümseme olmayan ifadesiyle bana bakmaya başladı. Ben ise onun bu ifadesine hiç inanmamış şekilde ona öfke ve biraz da kırgınlıkla bakıyordum. ''Ne istiyorsun Tibet?'' Masaya koyduğu kenetlenen ellerini hareket ettirerek gözlerini benden kaçırdığında çatık kaşlarımı daha da çattım. Onu ilk defa böylesine gergin gördüğüm için şaşırmış ve altından ne çıkacağını fazlasıyla merak etmiştim. Etrafı kolaçan eden bakışlarını takip eden nefesinin ardından sonunda dudaklarını araladığında tüm odağımı ona çevirdim. ''Sadece Defne ve Ceyda'nın nasıl olduğunu merak ediyorum. Nasıl olduklarını söyler söylemez gideceğim.'' Ona inanmıyordum, ona inanmak demek açık ara Dünya'nın en saf ve aptal insanıyım demekle aynı şeydi. Bunu yüzümden anlamış olmalı ki gözlerini yumup derin bir nefes aldı mağlubiyetle. ''Yemin ederim Vera, sadece bu. Bak okuldaki olaylar okulda kaldı. Zeyd gelmeden Ceyda'nın nasıl olduğunu söyle sessizce gideyim.'' Bende onun gibi ellerimi masaya koyarak ona doğru eğildim, yüzlerimiz her eğilmemde daha çok yaklaştırıyordu ve bu an bana bir deja vu yaşatmıştı. ''Sana tek kelime etmemi istemezdi bence, sende tam bu yüzden geldin ayağıma. Zeyd gelmeden gitsen iyi olur çünkü fazlasıyla gergin, seninle sinir topu gibi oynar.'' Gözlerim bu sözleri söylerken ona kaymıştı. Kadının uzattığı tostları alıyordu ve Tibet'in sınırlı zamanı bu görüntüyle sona erdi. Kum saatinin son kumu yere düştü, geri sayım sona erip büyük bir gürültüyle zamanın dolduğunu haykırdı. Benimle aynı görüntüyü gören Tibet bunları duyup gördükten hemen sonra cevap vermeyeceğime ikna olarak sessizce masadan kalktığında derin bir nefes vererek kendimi arkaya attım ve sandalyeye yaslandım. Tibet çoktan hızla kantinden çıkmış gözden kaybolmuştu. Zeyd onun aksine aceleci olmayan sakin adımlarla bana doğru geliyor görüş açımdan bir an bile çıkmıyordu. Az önce olanları görmediğini varsayarak yanıma vardığında uzattığı tostu gülümseyen bir ifadeyle aldım. Bu gülümsemenin altında saklanan korkuyu ve paniği sadece ben görebiliyordum. Bana uzattığı tosttan sonra kendisininkini masaya bıraktı ve tekrar gitti, muhtemelen içecekleri alacaktı. Açlığıma dayanamayarak onu beklemekten vazgeçip tostumdan büyük bir ısırık aldım ama alır almaz yanmanın verdiği acıyla ağzımı kocaman açıp elimle hava vermeye başlamıştım çünkü inanılmaz sıcaktı. Resmen ağzım fokur fokur kaynıyordu ve çığlık atmamak için kendimi çok zor durdurmuştum. Elime gelen sıcaklığın dudaklarımın arasındakiyle yakından uzaktan alakası yoktu. Zeyd elindeki içeceklerle masaya varıp beni gördüğünde bu halime gülerek yanıma oturdu ve içeceğimi açarak bana uzattı. Gülüşünü duymazdan gelerek sudan çıkmış balık gibi can havliyle içeceği alıp kafama dikledim. Dilim, dişlerim resmen sıcaktan sızlamıştı ve yanık tadı içime yerleşmişti. ''Pardon, yeni çıktı diye uyarmayı unutmuşum.'' İçeceği dudaklarımdan çekip derin bir nefes aldıktan sonra büyük bir yudum daha aldım ve sonunda serinlediğimi hissederek masaya bıraktım. Bırakana kadar tadından ne olduğunu bile anlayamamıştım. Şeftalili soğuk çay almıştı ikimize de. ''Geç kaldın.'' Dedim yanmış ağzıma hala hava yapmaya devam ederek. Dilimde yanığın verdiği sızı kalmıştı. ''Fark ettim.'' Kendi içeceğini açarak tostundan büyük bir ısırık aldığında kendi tostuma şöyle bir baktım. Sanırım soğumadan yemeye devam edemeyecektim. Ben onu beklerken de Zeyd çoktan tostu midesine gönderecekti. ''Ne istiyormuş?'' diyerek tostundan bir ısırık daha aldığında ''Gördün mü?'' diye mırıldandım çatık kaşlarımla. Elimle yaptığım hava kesilmiş, elim öylece hava da duraksamıştı. Görmemiştir diyerek kendimi nasıl avuttuğumu fark ettiğimde kendimi her zamankinden daha aptal hissettim, tabi ki de görmüştü. Onun gözünden kaçar mıydı? ''Sadece Defne ve Ceyda'yı merak etmiş.'' Söylediklerime inanmadığını gösteren bir bakış atarak gülümsedi, soğuk bir gülümsemeydi dudaklarındaki ve bunun anlamını artık anlamıştım. Onca şeyden sonra bende Tibet'in söylediklerine inanmıyordum ama yine de gözlerindeki endişeyi görmediğimi söyleyemezdim. Bu konuyu daha fazla konuşmak istemez gibi değiştirmek için üzerimi süzdüğünde yerimde huzursuzca kıpırdandım. ''Üzerindekiler Ceyda'nın.'' Diyerek bir ısırık daha aldı. ''Nereden biliyorsun?'' ''Üstündeki kazağı ona ben almıştım, doğum gününde.'' Şimdi ne diyeceğimi bilemesem de insanları zor durumdan sıyıran ve bilinmezlik anında kötülük olarak ortada beliren bir şey vardı, yalan. ''Dün size gelirken Burçağa rastladım ama geç olmuştu. O da beni Meyus'a götürdü, Bende Ceyda'dan üzerime yeni kıyafetler istemiştim.'' İnandı mı inanmadı mı anlayamadığım bir bakışla bir süre baktı ama bir şey söylemeden bir yandan da tostunu yemeye devam etti. Onun sorgulayıcı bakışlarına maruz kalmayınca bende rahatlayarak ılıyan tostumu yemeye devam ettim. ''Sanırım seni ne kadar itersem bir yandan da o kadar çekiyorum.'' Dudaklarındaki tebessüme aldanarak bende tebessüm ettim. ''Sanırım.'' Tostu yediğimiz dakikalar boyunca bir daha konuşmamıştık. Aklıma gelen onlarca soruyu tostla beraber sürekli yuttum, şu an zamanı değildi. Aslında bakarsanız benim için zaman hiç gelmiyordu ve bu gerçekten rahatsız ediciydi. Tostumun son ısırığını da başka bir soruyla yuttuğumda ellerimi birbirine çırptım ve kenardaki ıslak mendille sildim. ''Bugün neden okula gitmedin?'' dedi Zeyd'de ellerini silip benim gibi plastik tabağın üstüne bırakırken. ''Sizi yalnız bırakmak istemedim. Hem siz ne zaman döneceksiniz ki?'' peçeteyle sildiği dudaklarını yolmaya başladığında dikkatim anlık olarak oraya kaydı. Zaten yeterince yara yapıp kabuk bağlatmıştı hala nereyi yolmaya çalışıyordu? ''Doktoru duydun, burada beklersek zar zor edindiğimiz görme hakkını da kaybedeceğiz. Yarın ya da en geç sonraki gün döneriz. Aileleri falan bilgilendiren olursa bir de onlarla uğraşamayız.'' Bu kadar erken dönecek olmalarına şaşırsam da bir yandan da sevindim. Söylediklerinin geri kalanında da yeterince haklı olduğunu düşünüyordum çünkü başları yeterince kalabalıkken bir de bununla uğraşamazlardı. Aynı anda ayaklanarak çıkışa yürürken burnuma dolan çay kokusuyla duraksayıp ona döndüm. Benim duraksamamla o da durup bana döndü. ''Çıkmadan kahve ya da çay mı alsaydık?'' hepsinin şimdiye dili damağı çöldeki topraklar kadar kurumuş olmalıydı, zaten bir şey yedikleri yoktu en azından bu soğukta midelerinden sıcak bir şeyler geçerdi. ''Sen çık, ben alıp gelirim.'' Zeyd beni belimden merdivenlere doğru ittirince ''Tamam, tamam gidiyorum.'' Diyerek basamakları çıkmaya başladım, o da arkasını dönerek kantine geri döndü ve gözden kayboldu. Ben merdivenlerden çıkar çıkmaz aynı zamanda tanıdık sesler kulağıma dolmaya başlamıştı, seslerin hemen ardından sahipleri de merdivenden iniyordu. ''Siz...'' diye mırıldandım basamakları çıkmayı keserek onlara bakıp. Ceyda sıkıntıyla nefes verdi ve yanıma vardığında durdu. ''Kovulduk, Defne'yi yoğun bakımdan çıkardılar. Doktor da bize gün verdi, burada kamp kurabileceğimizi düşünüyormuş çünkü.'' Ceyda'nın hemen arkasından öfkeyle gergin adımlar atan Atilla'yı görünce ''Doktorla anneme saydırıyor.'' Diye fısıldadı Ceyda. ''Ya ne alakası var anasını satayım kamp kuracakmışız dağ başı mı burası?'' Dağhan onu sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da yoruldukları hakkında söyleniyordu. Yanımızdan geçip giderken Ceyda da bizi iplemeyen ikiliye seslenip ''Ben Veralarla döneceğim. Siz gidin.'' Dedi. ''Bence söylemesen de seni fark etmeden gideceklerdi.'' Diye mırıldandım. Dağhan kafasını sallayarak bize kısa bir bakış attıktan sonra Ceyda'yı hiç duymayan ve hala öfkeyle saydırmaya devam eden Atilla'yı sürükleyerek götürmeye başladı. Onların arkasından hemen yanı başımızda kalan İkra'yı gördüğümde şaşkınlıkla ona baktım. Burada olduğunu nasıl fark etmemiştim bilmesem de buradaydı ve arkamızda dikiliyordu. Biz kantindeyken gelmiş olacağını düşünerek pot kırmamaya çalıştım. ''Burçak nerede?'' ''Dışarı da sigara içiyor.'' İkra'nın memnuniyetsiz sesini duyduğumda ona bakmak yerine sadece kafa salladım, herkes buradayken onu göremediğim için dikkatimi çekmişti. Kantinin kapısında elinde tepsiyle Zeyd göründüğünde hepimiz merdiven basamaklarının ortasında ona döndük. Bize doğru gelmek yerine kapının ağzında kalarak bize baktı. ''Diğerleri nerede?'' ''İkisini eve gönderdim, Burçak da hemen arkanda.'' Ceyda'nın sözleriyle Zeyd arkasına döndüğünde Burçak elindeki kahvelerden birini aldı ve kafa selamı verdi. ''iyi yapmışsın, sakinleşsin biraz. Bir yerleri yıkıyorsa da bize ait olan yerleri yıksın.'' Ceyda belli belirsiz kafa sallayarak merdivenlerden inmeye başladığında İkra ile bizde aynı anda merdivenlerden inip yanlarına vardık. Herkesle beraber aldığım kahveden tüten dumana şöyle bir baktım. Dilim hala sızladığından sanırım bunu da ılımadan içemeyecektim ama ısısını ellerimi ısıtmak için kullanabilirdim. Zeyd elinde tepsiyle dışarıyı işaret ettiğinde sessizce arkasından ilerlemeye başladık, boşta kalan elini arkasında kalan bana uzatıp beni yanına çektiğinde kahveyi dökmemeyi başararak önden hastane kapısından çıktım. Soğuk akşam olmaya başladığından ötürü sert esiyordu ve elimizdeki kahveyle hastanenin sıcaklığı bizi terk etmişti. Üşüdüğümü pek belli etmeyerek Burçağın önden gittiği çardağa doğru ilerledim, Zeyd kahveleri masaya bıraktı ve oturup beni yanına çekti. İkra da bizim karşımızda oturduğunda ayakta dikilen Burçağa yanına oturmasını işaret etti ama Burçak ayakta durmak istiyor gibiydi. İkra'yı görmezden gelerek kahvesini içmeye devam etti. Kimse ses çıkarmadığından ortamda garip bir sessizlik havası oluştu, herkes sessizlik anlaşması yapmış gibi hiçbir şekilde konuşmuyor sadece kahvesinden yudumluyordu. Sessizliğin ortasında bende kahvemi yudumlamaya başladığımda hastanenin kapısından kulaklarımıza uzanan bir motor sesi duyuldu. Bu ses tüm dikkatleri üzerine çekti, en çok da benimkini. Sanki motoru onlardan başkası kullanamazmış gibi her duyduğumda onlardan birinin geldiğini hissediyordum. Alışkanlık böyle bir şey miydi? Gelen yine de sandığım gibi gidenlerden biri değildi, bizden biriydi. Dünden beri konuşmadığım bu okulda edindiğim tek gerçek arkadaşımdı. Motor önümüzde durduğunda kaskını çıkararak motorun üzerine bıraktı ve yanıma gelerek gözleriyle beni buldu. ''Defne nasıl?'' oturduğum yerden kalkıp ona yeltendim, kollarını açarak beni kendine çekti. ''İyi misin güzellik abidesi?'' ''Ben iyiyim ama Defne'yi de komaya aldılar.'' Diye fısıldadım kulağına doğru. Herkes sorusuna karşın sessiz kalmış cevap vermemişti o yüzden bu görevi ben üstlenmeliyim gibi hissetmiştim. Belki de söylemeye dilleri varmıyordu. ''o kadar ciddi demek.'' Sesinde öylesine hüzün ve umutsuzluk yer almıştı ki içime bir kez daha bir ağırlık çöktü. Bir kalp kaç şiddetinde deprem kaldırabilir kaç şiddetindeki bir depremde yerle bir olabilirdi? Can sağlığı için bunu öğrenmek gerekliydi. Tuna'nın gözleri Ceyda'ya döndü ama o öylesine dalmıştı ki onun geldiğini ve kendisine baktığını bile fark edemedi. Zeyd gidenler için aldığı fazladan iki kahveden birini Tuna'ya uzattı. ''Sağ ol, Ceyda çok dalgın görünüyor.'' Kimseden yine ses çıkmadığını görünce çardağın öteki tarafına dolanıp sesli bir şekilde yanına oturdu. Bu sesle Ceyda'nın dalgın bakışları yerden ayrılarak Tuna'ya dönmüştü. ''Tuna...'' elindeki kahveyi bıraktığında her şeyi yapabileceğine inanabilirdim ama Tuna'ya sarılacağına asla inanmazdım. Tuna ellerini onun beline doladığında, doladığı yere inen saçlarını da okşamaya başlamıştı. Tamam, fazla uykusuz olduğum için halüsinasyon çok normaldi. Ama gözlerimi ovuşturduğumda bu görüntünün düzelmesi gerekmiyor muydu? Bu görüntü karşısında kaşlarım birleşircesine çatıldı. Bu da neyin nesiydi böyle? Zeyd ve Burçak onlara hüzünlü bir bakış atarken İkra'nın bakışları da onların aksine bana döndü, onun da bana mı ihtiyacı vardı? Ya da ona sarılmamı ister miydi? Çünkü şu an gözleri tam olarak kollarını açmış bana bakıyor gibiydi. Birbirimize kenetlenmiş bakışlarımız Tuna ve Ceyda'nın ayrılmasıyla dağılırken bu bakışmayı yakalayan Zeyd ve Burçağı fark ettim. İkisinin de bakışları hala aramızda gidip geliyordu ama sessizlik anlaşmalarını bozmamışlardı. ''peki siz ne yapacaksınız? Okulu yani, sonuçta Defne'nin ne zaman çıkacağı belli değil ve görüştürmezler.'' Zeyd onu onaylayarak sessizlik anlaşmasını bozdu. ''Görüştürmüyorlar Zaten, yarın dönüyoruz.'' ''Bu kadar erken beklememiştim.'' Diye itiraf etti Tuna, ben de bu kadar erken beklememiştim. Eh işte boşuna birbirimize best friend forever demiyorduk. Bu konuşmadan hemen sonra yine bir sessizlik oldu etrafta. Gözlerim Tuna'da gezindi bir süre, hala Ceyda'ya bakıyordu ve içimden bir ses bu görüntüyle Tuna ve Ceyda'nın nasıl bir yakınlığı olduğunu sorguladı. Eski dostlar mıydı? Eski sevgililer miydi? Kardeşler miydi? Yoksa İkra ile ben gibi kuzenler miydi? Tuna'nın sonra Vera bu da sonra deyişi gelince bu saçma düşünceleri kafamdan çıkararak gözlerimi onlardan aldım ve bedenimle Zeyd'e döndüm. ''Buradan eve mi geçiyoruz?'' kafasını aşağı yukarı salladı. Kahvemin son yudumunu içtikten sonra tepsinin içine bıraktım, aynı anda Burçak da benimle beraber bırakmış göz göze gelmiştik. Bana belli belirsiz gülümsedi, bende ona karşılık verdiğimde boğazını temizleyerek İkra'ya döndü. İkra Burçak onu görmezden geldiğinden beri asık suratıyla oturuyordu. ''Sahile inelim mi?'' sorusu ortaya olsa da gözleri İkra'da olduğu için daha çok ona sormuş gibi göründü. İkra ise farkına bile varmadan bize döndü ama kimseden ses çıkmamıştı. Sonunda Burçağa döndüğünde dudaklarından ''Olur.'' Sözleri döküldü ve Burçak ona elini uzatarak kalkmasına yardımcı oldu. ''Gelirseniz takılın peşimize, biraz deniz havası iyi gelir.'' Herkes onlara gitmelerini ima eden bakışlar attığında ikisi de kimsenin peşlerinden gelmeyeceğine emin olmuştu. Onların gidişini izlerken Ceyda da kıpırdandı. ''Bende Meyus'a geçeceğim. Geliyor musunuz?'' Zeyd'den ses çıkmadı, bakışlarını ondan bana çeviren Ceyda'ya baktım. O sessiz kalınca bende sesimi çıkarmamıştım. Ceyda cevabını almış gibi ayaklanırken Tuna da onunla beraber ayaklandı, tek kaşımı kaldırarak ona baktım ama gözlerini kaçırıyordu. Benden ne kadar gözlerini kaçırsa da bunun hesabını soracak sonraya bırakmayacaktım. İkisi arkasına bakmadan Tuna'nın motoruna ilerleyip bindiklerinde Tuna ile sadece kaskını takarken göz göze geldik. O bir saniye de tüm söylemek istediklerimi gözlerimden okuduğunu hissediyordum. Gözlerimi kıstım ve hesap soracağım, kaçman da işe yaramaz artık dedim. Kaskı taktıktan sonra Ceyda'nın elleri onun beline dolandı ve motorun sesi duyuldu. Onların gidişiyle yine Zeyd ile baş başa kalmıştık. Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu çünkü kış karanlığı severdi ve erkenden karanlıkla etrafı sarar geç saate dek bırakmazdı. Rüzgâr bedenimde gıdıklarcasına gezinince istemsizce titredim. Birkaç bardak kahve içimi ısıtmış olabilirdi ama rüzgâr önce dışa vururdu ve şimdi kahve bitmiş soğuk içime yayılmaya başlamıştı. ''Üşüyor musun?'' diye sordu her zamanki sakin ses tonuyla. ''Biraz.'' Gülümsedi. ''Sana verebilecek bir hırkam yok ama sıcak bir tenim var, eğer istersen.'' Kolunu kaldırdığında işaret ettiği göğsüne doğru yaklaştım ve yaslayarak kafamı omuzuna koydum. Nedense yersiz bir utanma hissetmiştim ama neyse ki uzun sürmemişti. Burnuma dolan sandal ağacının yanında sıcaklığı tenime yayılmaya başladı, söylediği gibi bedeni sıcacıktı. Kazağına yaslandığımda bunu hissedebilmiştim ve üzerimdeki monta rağmen ısınabiliyordum. Bu vaziyette geçen sessiz dakikaların ardından gerçekten de şaşırtıcı şekilde ısındım ya da psikolojikmen ısındığımı hissetmiştim. ''Seni bir yere götürmek istiyorum, benimle gelir misin?'' kafamı hafif omuzundan kaldırarak yüzüne baktım, yüzlerimiz fazla yakındı ama ikimizin de uzaklaşmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Havaya kısa bir bakış attım, kararıyordu ama eve ne kadar geç gidersem gideyim bir bahane bulabilirim diye düşündüm. Nasıl olsa İkra'da dışarıdaydı ve annem ararsa beni idare edebilirdi, buna emindim. ''Gelirim.'' Diye fısıldadım nefesim yüzüne çarparken. ''Hadi öyleyse.'' sözleriyle o da nefesimi tenime çarpıp derin bir nefes aldı ve ayağa kalkıp elimi tuttu. Cevabımı verir vermez ayağa kalktığından bir an düşecek gibi olsam da belimden destek vererek kalkmama yardım etmişti. ''Gidiyoruz.'' Eklemesinin ardından belimi sıkıca kavrayıp motoruna doğru ilerlemeye başladığında bedenini saran bu heyecana şaşkınca baktım. Şu an karşımda tam bir çocuk gibi duruyor aceleci davranıyordu. Bu heyecanına gülümseyerek ''Tamam sakin ol.'' Diye mırıldandım. Benim söylememle heyecanının farkına varmış gibi elimi yavaşça bıraktı ve motorunu işaret etti. O an dilimi kökünden kesip atmak istedim. O ise benim aksime umursamamış duruyordu, kaskı aldı ve kafama geçirip kilidi taktıktan sonra önden binerek motoru çalıştırdı. Arkasına binerken yüzümün düşmesine engel olamayarak elimi her zamanki yeri olan beline doladım. Nereye gideceğimizi merak etmiştim ve yolumuzun uzun olmayacağını umuyordum. Soramayacağımı bildiğimden merakla dudaklarımı kemirerek etrafı incelemeye koyuldum. Bu kez de hevesini kaçırmak istemiyordum. O yüzden yolculuk boyunda dudaklarımı bile aralamadım. Sadece etrafa bakıyor tahmin yürütmeye çalışıyordum ama bir mağazanın önünde aniden durduğumuzda tüm tahminlerim yerle bir oldu. ''Mağaza mı?'' dedim istemsizce sesli bir şekilde kendi kendime, kaskımı çıkarırken bunu duyduğunu yüz ifadesinden anlamıştım. Sorumu üzerine alınmıştı. ''Önce üzerimize kalın bir şeyler alalım, tekrar hastalanmak istemezsin.'' Motordan inip bana baktığında bende kaskı bırakıp inerek içeride ısınabilme umuduyla peşinden mağazaya girdim. Tam da tahmin ettiğim gibi içerisi sıcacıktı. Zeyd oyalanmadan kıyafetlerin olduğu yere hızlı adımlarla geçerken peşinden ilerlemeye devam ettim, bu sırada ellerimi cebime sokmuştum. Sonunda kadın reyonunda kabanlar bölümünü bulduğunda duraksadı ve bana dönüp ''Renk?'' diye sordu. Omuz silkerek ''Fark etmez.'' Dedim. Kafasını sallayarak siyah kabanlara bakınmaya başladı. ''Beden S mi?'' ''Evet.'' Kabanların bedenlerine tek tek bakarak muhtemelen en küçüğünü aradan çıkardığında dizime kadar inebilecek kabana bakındım. Muhtemelen bu s bedendi. Kabanı askıdan çıkarıp bana iç kısmını çevirdiğinde montumu çıkarıp sıcak kabanı giydim, tam olmuş gibi görünüyordu. ''Gel.'' Elinde tuttuğu montu vermeden diğer elini elime uzattığında sıcak elini tuttum ve onunla erkek reyonuna doğru yürümeye başladım. Erkekler bölümündeki kaban kısmına geldiğimizde aynı renk ve model olan kabanı gözleriyle kısa sürede bulup kendi bedenini aradı ve eline alır almaz denemeye zahmet bile etmeden kasaya doğru yürümeye başladı. Üzerimdeki kabanı çıkarmaya yeltendim ama ''Kalsın.'' Diyerek beni engelledi ve kasadaki kadına alarmını çıkarttırıp kendi kabanı için poşet alarak ödemeyi kartla yaptı. Kasadaki kadın bize fişi uzattığında almak için elimi uzattım ama Zeyd beni çoktan çekiştirmeye başlamış kadına da ''Kalsın.'' Diyerek montla poşeti elime tutuşturmuştu. Bu sırada kendisi kabanını giyiniyordu. O kabanı giyerken anlamıştım poşeti kaban için değil de mont için aldığını. Bu yüzden montu poşete koyarak bileğime doladım ve onunla beraber çıkıp motora doğru yürümeye başladım. Bu sırada ikimizde kabanların önünü ilikliyorduk çünkü rüzgâr savurarak önümüzü açıyordu. Kabanı giyer giymez azalan rüzgâra sinsi bir bakış attım, soğuk fazlasıyla kesilmişti ve giyene kadar bunu fark etmesem de montla fazla üşümüştüm. Zeyd motorun üzerindeki kaskı kafama bir kez daha geçirdikten sonra motora bindiğinde bende arkasına binerek ''Artık kendine de kask al.'' Dedim. ''Tamam.'' Dedi sadece. Motor çalışırken gözlerimi yine etrafa çevirdim, geldiğimiz yerden yola devam ediyorduk ve kaban içimi ısıttığından mayışma bedenimi esir alıyordu. Kafamı sırtına doğru yasladım, gözlerim git gide uykusuzluktan kapanmaya başlıyordu ama tutunduğum için kendimi uykuya tam olarak kaptıramıyordum. Yarım saat süren bir yolculuk geçirmiştik, ben sessizce uyumama savaşı veriyordum Zeyd ise motoru hızla ve dikkatle kullanıyordu. Etraf çok daha karanlıkla sarmalandığında çıktığımız yokuşumsu yola baktım. Hafif bir yüksekliğe çıkmıştık, burası bir tepeciği andırıyordu. Çıktığımız yükseklik düzlüğe döndüğünde motorun sesi azalmaya başladı ve durdu. Duran motorun ardından toprağa inen kilidi duymuştum. Zeyd ayaklarını yere bastığında ellerimi belinden çıkarak kaska uzattım. Uyumamak için fazla direnmiş şaşırtıcı şekilde bunu başarmıştım. Kaskı çıkardığımda Zeyd'de motordan indi, önce etrafıma bakındım. Etrafta hiçbir şey yoktu, her yer toz toprak ve karanlıktı. Buraya neden geldiğimizi anlayamamakla beraber motordan indim. Derin bir nefes bıraktı tam önüme, dudaklarından çıkan beyazımsı bulut aramızdaki mesafeyi doldurmuştu. ''Sana göstermek istediğim şey...'' diyerek bana doğru yaklaştığında nefesim sıkılaştı, kulağıma doğru eğdiği yüzü saçlarımın arasındaydı. ''Gökyüzünde.'' Diyerek cümlesini bitirdiğinde eli çeneme uzandı ve yüzümü yukarı kaldırdı. Yüzü hala saçlarımın arasındaydı ve çektiği derin nefesler kulağıma doluyordu. Dikkatimi ondan gökyüzüne verebildiğimde dudaklarım aralandı ve beyazımsı başka bir bulut benimkilerin arasından kaçtı, şaşkınlığım hissettiğim havanın soğukluğu ve Zeyd'in sıcaklığıyla kapışırdı çünkü gökyüzü hiç görmediğim kadar yıldızlarla doluydu. Bu görüntüyle aklıma günler önce söylediğim sözler geldi, belli ki buraya getirirken onun da aklında aynı sözler belirmişti. ''Bir daha yıldız görebilir miyim diye düşünüyorum...'' Tekrar ettiğim replikle onaylar mırıltılar ulaştı kulağıma. Neden bu ses tonu bana sarhoşumsu bir his bırakmıştı? Yutkunarak yüzümü indirdim gök yüzünden. Tüm yıldızlardan vazgeçmiştim tek bir yıldız yüzünden. ''Gölgelenmemiş yıldızlar.'' Diye fısıldadı yine tüm bedenime uyarı verircesine. Hissettiğim karıncalanmaları yok saymaya çalıştım onu dinlerken çünkü dikkatimi toparlamakta zorlanıyordum. ''Sana göstermek istediğim... gölgelenmemiş yıldızlar. Aynı senin gibi.'' Sonunda yüzünü geriye çekip benden uzaklaştırdığında gözlerinin parladığını gördüm. Bu karanlıkta bile o kadar parlaktı ki yeşil gözleri, onun gözlerindeki yıldızların da düşündüğüm gibi gölgelenmemiş olduğunu fark ettim. ''Çok güzeller.'' Eşsizliğine hayranlığım cümlelerimden sesime akıyordu. Dudaklarını bir şey söylemek ister gibi araladı ama hiçbir şey söylemeden geri kapatıp ellerini cebine yerleştirdi. ''Beğeneceğini söylemiştim.'' Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. Az önce söylemek istediği şeyin bu olmadığını biliyordum ama sormadım. Yüzünü gökyüzüne kaldırdı ve bu kez onu izleyen ben oldum. Keskin çene hattını ve çökmüş yanaklarını, ona rağmen yüzünün ne kadar güzel oluşunu... Az önce parlayan gözleri şimdi yukarı baktığından karanlıkta daha da koyulaştı, o kadar koyu duruyordu ki renkli gözleri bu karanlıkta rengini kaybetmiş gibiydi ama bu karanlığa rağmen kırmızılıklar her yerdeydi, kendini belli ediyorlardı ya da ben bildiğim için gözümde var ediyordum. ''Seni yıldızları izlemen için getirdim.'' Yüzünü yere indirdiğinde onu izleyişimi saniye saniye yakaladı ve gözlerini benimkilere dikti. O yeşil gözleri çok güzeldi, sanki beni hiç bilmediğim bir şehrin ortasına bırakmışlardı da o gözleri uzaktan beni izliyordu, kokusu da elime hiç vermedikleri harita gibiydi. Sesi beni takip et diyordu, bana gelmen için tüm yolları açtım diyordu ama açmayı unuttuğu bir şey vardı. Işıkları açmamıştı, her yer hala karanlıktı. Sertçe yutkunarak ''İ-izliyorum.'' diye mırıldandım. Yakalanmanın verdiği panik ikilememe sebep olmuştu. Benim için onu izlemekte yıldızları izlemekte güzeldi, sadece onun bunu bilmesini istemiyordum. Beni parmak uçlarımdan tutarak motorun yanına çöktüğünde onunla beraber bende çökmek zorunda kaldım, hemen yanına oturmuştum. Yan yana motorlara yaslanarak aynı anda ayaklarımızı toprağa uzattık. Baktığınızda şu an olan her şey basit görünebilirdi ama benim yaşadığım en özel ve güzel geceydi. ''Bana o akşam... ilk kez gölgelenmemiş yıldızları merak ettirdin.'' Diye bir itirafta bulundu. Bunu duyduğuma sevinerek tebessüm ettim. ''Görmediğin bir şey değildi eminim ki ama unutmuş gibiydin.'' Dedim umutla. Onun da diğerleri gibi umutlanmasını istedim yine, belki umutlanırsa diğerlerince önce yenilir ve bana teslim olur diye büyük bir hevesle yüzüne baktım ama orada umudun hiçbir hafi yoktu. ''Böylesi daha iyi.'' Derken yüzünü yere eğdi. ''Sıradaki benim çünkü.'' O an tüm hevesim varlığım yerle bir oldu, kalbin ne kadarlık bir depremde altında kalabileceğini merak ediyordum ve şimdi öğrenmiştim. Kalbimde durdurulamaz depremler ve artçılar vardı. Geçmişten kalanlarla yeniler birbirinin elini tutmuş beni yok etmek için anlaşmıştı. ''Bu da ne demek?'' dedim enkaz altında kalan sesimle. Alacağım cevaptan ölesiye korkuyordum ama cevap alamadan da yerimde duramıyordum. ''Defne... ondan sonra başlayan bendim...'' ''Bu öyle bir şey değil Zeyd, Defne aşırı dozdan girdi komaya yani bunun zamanla değil ne kadar aldığıyla alakası var.'' Sustu. Susması şu an en son isteyeceğim şeydi çünkü sellerin ve depremlerin sesi beni sağır ediyordu ama o sustu. Derin bir nefes içime çekerek elimi çekine çekine uzattım ve parmaklarımı onunkine doladım. Gurur mu? Biraz kenarda dursun. Korku mu? O da Gururun yanında dursun. Ellerine dokunmak bile bana çok farklı duygular tattırıyordu ama o bunları bilmiyordu. ''Uzun zamandır kötü olduğunun hepimiz farkındaydık, sonunu biliyorduk. Buna kendimizi aylar önce hazırladık. Birbirimize söylememize bile gerek yoktu çünkü gözlerimizden anlıyorduk birbirimizi, biliyorduk... hepimiz biliyorduk.'' Sesi öyle titrek ve umutsuzdu ki ona daha çok yaklaşıp diğer elini de tuttum. ''Öyleyse olmasın bu bir daha, izin verme buna. Böyle olmak zorunda değil Zeyd. Sana umut olmama izin ver.'' Güldü, öyle soğuk bir gülüştü ki bu sanki o soğuk sert bir havaydı ve bedenime aynı sertlikte bir tokat atmıştı. Bu kadar sıcaklamış bir hava birden gülüşüyle yerini buz gibi bir havaya bıraktı. ''Defne 'de aynısını demişti.'' ''Sen o değilsin.'' Diyerek tamamladı yarım cümlemi. Sen eksiksin ve ben tamamlıyorum. ''Sen onun gibi değilsin.'' Yüzünü gökyüzüne kaldırdığında ''ben sadece bir umut daha istemek için geç kaldım.'' Diye fısıldadı. ''Ne? Hayır.'' Yerimde doğrularak gözlerimi sildim ve elimi çenesine koyarak yüzünü yüzüme çevirmesini sağladım. Ben doğrulmuştum ama dizlerimin üzerinde duruyordum o ise hala uzanıyor cansız gözlerle bana bakıyordu. ''hiç de sayılmaz aksine reddettiğin her an geç kalıyorsun.'' Ellerini yüzüne yerleştirdiğim ellerime uzatıp tuttu. ''Öyle mi?'' ''Öyle.'' Sesimdeki ciddiyeti öyle bir korumuştum ki bir an kendimi bile şaşırttığımı fark ettim. ''Belki bir gün.'' Dedi sesinde duyduğum ilk umut tınısıyla. Ardından ellerimi tutan ellerini dudaklarına götürdü ve soğuyan ellerime yine bir öpücük bıraktı. ''Belki bir gün güzelim...'' Acıyla gülümsedi, o acıyla hep gülümsedi. En azından çoğunlukla. Bana yeten belki bir gün sözleriyle gülümsedim. Yavaş yavaş edinecekti umudu, yavaş yavaş kabullenecekti kurtulabileceği gerçeğini. Bugün onun inanca attığı ilk adımdı, bunu her zerresinde hissettim. Sesinde, gözlerinde ve gülüşünde hissettim. Onun gibi tekrar motora yaslanıp kafamı gökyüzüne kaldırdığımda içimdeki heyecanı gizlemekte zorlandım, sanki gökyüzü bile gözüme daha bir parlak gelmişti. Ah! tabi ki de bu sevincimin etkisi aklımın oyunuydu ve bana öyle geliyordu. Sessizce ve uzunca ikimizde gökyüzünü izledik. Ben umudun sevincini taşıyordum üzerimde o ise hüznü taşıyordu omuzundaki yüklerle. Kafamı omuzuna bıraktığımda sessizliğini bozmadı. Uykum ona yaslandığımda uyku modunu açmışım gibi üzerime yüklenmeye başladığında kendimi tutamadan esnedim. Gözlerim sık sık kapanıp açılmaya başlamıştı ve kafam omuzundan düşmek üzere son anda düşmekten kurtulup düzgün durabiliyordu. Sonra Zeyd'de bir hareketlenme oldu. ''Hadi, seni eve bırakayım.'' Hareketlenmesiyle kafamı doğrultmak zorunda kaldım. Yerden destekle ayağa kalkmış ellerini silkeledikten sonra kalkmam için bana uzatmıştı. Elini tutarak beni kaldırmasına izin verdim, uyukladığımı fark etmişti ve pek gizleyemediğim de ortadaydı. Kaskı kafama taktıktan sonra motora binerek kilidi kaldırdı ve arkasına binmemi bekledi, ben binerken çalışan motorun sesiyle biraz daha uykum açılmıştı. Ellerime beline sararak yüzümü sırtına yaslama dürtüme direndim, aksi halde tutunurken bile uyuya kalabilir gibi hissediyordum. Motor yıldızların gök yüzünü sardığı tepecikten inmeye başladığında derin bir nefes çektim içime sandal ağacı kokusuyla birlikte. Uzun zamandan sonra ilk defa içimde kafam da bu kadar rahatlamıştı. Beklemediğim, korktuğum şeyler artık iyi şeyler olmaya başlıyordu. Eve gelene kadar yüzümden gülümseme ve rahatlama silinmedi. Yavaş yavaş uykum geliyordu ama önemli değildi. Şu anı bozmayı o kadar istemiyordum ki buna bile dayanırdım, dün ki uykusuzluğuma rağmen. Dün uyuyabilmiş miydim yoksa uykuya dalamadan geri mi uyandırılmıştım tam bilmesem de önemi yoktu. Onunla geçirdiğim vakitler buna değerdi. Hem de her saniyesi ömrümden çaldığı her saniyeye değerdi. Elimi fazla mı sıktım yoksa teninde hisseder gibi okşadım mı bilemedim, yüzünü bir an bana döner gibi oldu ama dönmeden yola bakmaya devam etti. Bende önemsemeden gülümseyerek arkasından onu izlemeye devam ettim. Ta ki evimizin ışıkları uzaktan görünene ve motor yavaşlayıp evin önünde durana kadar. Burası bu gecenin son film sahnesiydi çünkü başroller ayrılıyordu. Ne kadar istemesem de ellerimi belinden çekip kaskımı çıkarırken bunları düşündüm ve motordan inip onun bana yaptığı gibi kaskı kafasına geçirdim. Bir kask vardı ve yol boyunca kaskı hep bana takmıştı. Gözlerini açığa çıkardığında ''Teşekkür ederim.'' Diyerek motorun önüne geçtim, ellerimi motorun önüne koydum. ''Ne için?'' belli belirsiz gülüp diğer yandan da esnedim. ''hangisi için diyecektin herhalde?'' O da elini esnediğim ağzıma uzatıp kapattı. Sonra dolan gözlerime baktı. ''Kaban için, güzel gece için, yanında olmama izin verdiğin için. En önemlisi de bana gerçekleri anlatıp içini açtığın için.'' gülümsedi, kasktan dudaklarını göremesem de gözlerinde o sıcak gülümsemeyi görmüştüm. ''Bende teşekkür ederim güzel gece için, yanımda olduğun ve beni dinlediğin için.'' gülümseyerek yavaş yavaş geri adımlar atmaya başladım. Eve gitmem gerekiyordu ama gitmeyi de hiç istemiyordum. Bir yanım bu gece de gitme diyordu ama bunu yapamayacağımın da farkındaydım. ''İyi geceler o zaman, yarın okulda görüşürüz.'' kafasını salladıktan sonra kaldırıp salladığım elime baktı, arkama döndüm ve bahçe kapısından girip dudaklarımı birbirine bastırdım. Resmen bir gün umut edeceğini söylemişti, beraber ilk defa bu kadar yakın ve uzun bir zaman geçirmiştik ve fısıltısı... o hala kulağımda kokusu ise burnumdaydı. Zeyd'in motor sesi duyulmaya başladığında dış kapıya ilerleyip kapıyı çaldım, saat kaçtı bilmiyordum ama gerçekleri söylediğimde yiyeceğim azardan kurtulmayı diliyordum. Birkaç dakika esen rüzgârda beklememin ardından annem kapıyı açtı. ''Neredeydin kızım sen?'' kızmış yüzüne bir süre mahcup bir ifadeyle baktım. Vakit kazanabilmek adına ayakkabılarımı çözüp içeri girmeye yeltenmiştim ama o sırada unuttuğum bir şey oldu, Annemin bakışları boydan boya beni süzdü ve yeni olan kıyafetlerime baktı. ''Üstündekiler de ne?'' içeri hızlı adımlarla geçip tereddütle salona babamın yanına oturdum. Bana inanacaklarını biliyordum çünkü çoğunlukla onlara doğru söylerdim. Bu kez sadece birkaç detayı gizleyecektim o kadar. ''Şöyle ki, üstümdekiler arkadaşımın kıyafeti. Dün sınıftan bir kız komaya girdi, o yüzden arkadaşlarımın bana ihtiyaçları vardı ve yanlarında olmam gerekti.'' İkisinin bakışları birbirine kaydığında ne düşündüklerini kestiremediğim için devam ettim.'' İkra da benimleydi eve o yüzden gelemedim. Haber veremediğim için özür dilerim.'' Annem babama bir şey söylemediği halde kafa salladı ve öteki yanıma oturup ellerini buz gibi olmuş ellerimin üzerine koydu. ''Neden komalık oldu?'' yalan mı söylemeli miydim? Doğruyu söylesem başım yanar mıydı? Benim yanmasa bile onların yanardı, Tuna'yı dinledim ve aileleri bu işe bulaştırmamaya karar verdim. ''Bilemiyorum o telaşla pek anlamadım neden olduğunu, birden bayıldı.'' Babam sırtımı sıvazlayarak saçıma bir öpücük kondurdu sanırım telaşlı olduklarından bu gece kızma perileri onlardan uzak duracaktı. ''Peki sen iyi misin, arkadaşların nasıl oldular?'' ''İyiyim ben.'' diye mırıldandım. ''Onlar da... iyi olmaya çalışıyorlar.'' ikisi de üzülmüştü, neyse ki bu sebeple üzerime gelmeyeceklerdi. ''Anladım, çok geçmiş olsun. Biz de endişelendik kızım aramadın haber vermedin. İkra da sadece hastanedeyiz demiş teyzene, merak ettik sizi.'' Sessizce ikisi arasında bakışlarım gidip geldi. Annem elini dizine vurup ''Tüh, ailesi perişan olmuştur kızın şimdi. Bizde mi gitseydik bir geçmiş olsuna falan?'' dediğinde Defne'nin ailesinin onu umursamadığı gerçeği içime bıçak gibi saplandı. Annem sanmıştı ki kızı için bekleyen bir ailesi var ama bilmiyordu ki ailesi bir avuç gençti. Onu kollayan abileri onu seven bir platonoği ve iki kız kardeşi saydığı arkadaşlarıydı. Onun ailesi bu kadardı, hepsini toplasan bir avuca sığardı ama bir anne baba etmezdi. Babam bilemiyor gibi dudak büzdü ardından ayağa kalkıp bana döndü. ''Neyse geç oldu yat istersen Veracım, yarın okula mı gideceksin hastaneye mi?'' uykum geldiği için esneyip gözlerimi ovuşturdum. ''Okula gideceğim, zaten kimseyle görüştürmüyorlar.'' Annemde babam gibi ayaklandı, ikisi de ayaklanmışken bende onlara katıldım ve iyi geceler dileyerek odama geçtim. Bir yandan yorgundum ama bir yandan da ruhen büyük bir rahatlama içindeydim. Duşa girip sıcak suyu açarak kendimi suyun altına attım. Güzel bir uyku iyi gelecek gibiydi. En azından güzel duştan sonra biraz kendime getirir diye düşünüyordum. Hastaneye çok gidip geldiğim ve temas ettiğim için duş almadan uyuyabilmem imkansızdı, üstelik Ceyda'nın kıyafetlerini giymeden önce üzerime bulaşan kiri de üzerimde gibi hissediyordum. Bunca zaman üzerimde hissettiğim yükler gittiğinde kabinden yansıyan omuzuma baktım. Bazı yükler Zeyd'in de dediği gibi kemikleri kırardı. Son bulmayan bir acı bedeninde kol gezerdi ve sen hiçbir şey yapamazdın. Yükler omuzuna binerdi ve sen sadece onları sırtlanırdın, canının ne kadar yandığını ya da kırılan kemiklerini fark etmezdin bile. Acı katlanılamaz olduğunda ise bedeninde kırılan kemikler sağlardı fark etmeni. Ve daha kötüsü gelirdi başına. Sen bunu fark ettiğinde, hiçbir şey yapamazdın. Zeyd Vuran ~
|
0% |