Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@byzloey

Instagram : Byzloey

'Sizleri çok seviyorum. İyi Okumalar '

14. Bölüm | Yeşeren Umutlara Yenilgi

Wicked, Miki Ratsula

Çok sık rüya görmeye başladım, rüyalar demeye başladım hatta. Eskiden rüya kelimesini hiç bu kadar çoklu kullanmamıştım, zihnim yorgun olsa da topluydu. Tek bir şey düşünüyordu.

Gelecek.

Tek bir kişi düşünüyordu.

Ben.

Şimdi zihnim karmakarışık, darmaduman ve kayıptı. Zihnimde birden fazla isim ve görüntü yankılanıyordu. Rüya diyorduk, adı üstünde. Sadece bir rüya. Rüyalar gerçek değildi ama rüyalarımızda gördüğümüz insanlar gerçekti.

Keşke rüyalarımda sarılabilsem sana. Keşke rüyalarımda bari korkmasam sana yaklaşmaktan ve bataklığında yürümekten, rüya desem ve çeksem kokunu korkmadan içime. Düşse gölgen üstüme de bırakmasa hiçbir zaman.

Eğer böyle bir rüya görsem Zeyd Vuran, inan senin için ölüme gözüm kapalı giderdim. Gözlerimi aralamadan ve gerçekleri umursamadan derin ve sonsuz uyurdum seninle olan rüyaya.

Çünkü rüyalarda her şey mümkündür. Sen mümkünsün, biz mümkünüz.

Belki de bu hayatta sadece rüyalarda... biz mümkünüz.

Telefonuma gelen mesaj sesiyle saçlarımı toplamayı bitirip aynada son kez kendime baktım, evet elim yüzüm şimdi çok daha düzgündü ve insana benziyordum. Göz altı torbalarım kapatıcı tarafından kusursuzca kapatılmıştı, göz kapaklarım dengesiz uykunun gazabına maruz kalsa da uykunun gazabı da makyaja maruz kalmıştı.

Sonuçta çivi çiviyi sökerdi, öyle değil mi?

Telefonum yatağımın üzerinde kısa bir titreşim sızdırınca aynadaki gözlerimi yatağıma çevirdim ve ağır adımlarla ilerleyip telefonu elime aldım.

- Orman Kralı;

Aşağıdayım.

Tetiklenen heyecan duygumla koşarcasına adımlarım pencereyi buldu, perdeyi araladım ve motoruna yaslanmış deri eldivenlerini saran parmaklarının arasındaki sigarayı dudaklarına yaslayışını izledim. Ardından cebinden çıkardığı çakmağı ucuna tutarken kafasını eğişini saniye saniye zihnime kazıdım. Bu saatte kapımın önünde olacağını hiç düşünmemiştim ama buradaydı ve gerçekti. Bunu dudaklarından dışarı bıraktığı dumandan gözlerini buraya çevirmesinden ve göz göze gelmemizden biliyordum. Saçlarından bir iki tutamın ucu alnına düştüğünde onu geri itme dürtümle ellerimi yumruk yaptım ve çarpık bir gülüşle camın önünden çekilip sandalyede duran çantamı omuzuma attım. Annem evden çıkmadan hemen önce gece fark etmediğim çantamı Tuna'nın eve bıraktığını söylemişti. Alelacele hastaneye gittiğimde çantalar aklımdan çıksa da arkamı anne dikkatiyle toplayan arkadaşa sahiptim. Onun sayesinde aklımda soru işareti kalacak bir şey daha hafızamdan silinmişti.

Sessiz kaldığım evden hızlı adımlarla botlarımı giyip çıktıktan sonra bahçe kapısını büyük bir gürültü ve heyecanla açtım. Zeyd'in içine göçen yanakları eski halini alırken dudaklarından çıkan duman rüzgarla burnuma doldu. Ağır bir sigara kullanıyordu ve kokusu sigaranın altında kalıp kayboluyordu. Bunu sevmiyordum.

''Hayırdır bu saatte? Rüyanda mı gördün?'' diye mırıldanarak yanına ilerlediğimde yüzümdeki makyaja baktı. Hiçbir zaman bu kadar kapatıcı kullanmadığım ve aksi gibi yüzümü açan sıkı bir at kuyruğunu yapmadığım için dikkatini çekmiş olmalıydım. ''Günaydın.'' Diyerek gözlerini kıstığında batırdığı iğnelerle irkildim ve uzattığı kaska tek kaşım kalkık baktım. ''Evet rüyamda özel şoföründüm. Çok havalı gözüktüğü için gerçekleştirmeye karar verdim.'' Dudaklarımdaki arsız gülüşle elindeki kaskı aldığımda bitmeye yakın sigarasını yere attı ve nemli zeminde botuyla ezdi. Sözlerindeki iğneyi tabi ki de anlamıştım. Sadece bunu kimden duyduğunu ya da kimin yüzünden şak diye anladığını merak ediyordum. Ceyda mı, Dağhan mı? Yoksa son anda söylemeye karar veren bir Burçak mı onu hayal kırıklığına uğratmıştı?

Kafamda bunun fırtınası arasında kaldığımı anlamış gibi gülümsedi. ''Anlamam için birinin söylemesine gerek yok, hareketlerinizden zaten belliydi.'' Motora binerek bana arkasını işaret ettiğinde kulağıma dolan sesle beklemeden arkasına atladım. Demek ki Burçağında dediği gibi saklanmaya o kadar da gerek yoktu. Çünkü bu saklambaç oyununda kaç kişi olursak olalım Zeyd bizi yeniyordu. Nedeni bu oyunu hepimizden iyi oynamasıydı.

Bu aramızdaki sessiz sinemaya karışan saklambaç oyunumuzu öğrendiğinde tam olarak ne tepki vereceğini kestirememiştim ama az buçuk tahminim asabi olmasıydı. Şimdi gördüğüm ise resmen uysal bir kediydi. Evimizin sokağından çıktığımızda okul yolunu izleyen yollara kısa bir bakış atıp kafamı omuzuna yasladım ve gözlerimi yumdum. Beni rahatlatan sayılı anlar ve alanlar vardı. Bu alanların en güzeli onun teni ve bedeniydi. Bunu seviyordum, ona sırtımı yaslamayı değil onun sırtına yaslanmayı seviyordum, bana arkandayım hissi veriyordu. Dünden sonra Zeyd bana sadece hasta bir kadına verilen ilaç gibi gelmişti. Etkili ve nefes aldırıcı.

Daha önce hiç bu kadar duyguların derinine inmediğim için her daim yabancılık duygusu beni dürtüklese de alışkanlık duygumla ona karşılık veriyordum. Hepsiyle aramızda o kadar çok bilinmezlik ve uzaklık vardı ki, yavaş yavaş bunların çözülmesi omuzlarımdan yükleri teker teker değil üçer üçer hatta belki de beşer beşer alıyor gibi hissettiriyordu. Omuzumdan hızla çekilen bu yüklerle kendi hafifliğimde uçacak gibi hissediyordum.

Motor yavaşlamaya başladığında gözlerimi araladım ve acısını duymazdan gelerek kafamı kaldırdım. Okulun girişinden tam şu anda geçmiştik. Kısa süren yolculuğun ardından sonunda durduğumuzda kaskımı çıkararak ağır adımlarla arkasından indim. Çok ders kaçırmamayı umut ediyordum. Elimdeki kaskı Zeyd'e uzatarak yüzümü etrafa çevirdiğimde duvara yaslanan İzel ve Tuna'yı gördüm. Yüzleri bana dönüktü. Günlerdir olmayan İzel sonunda döndüğünde tam da tahmin ettiğim gibi yanına gitmemi işaret etti ama kafamı olumsuz salladığımda bunu kesmişti. Tuna muhtemelen günlerdir olan biteni hiçbir eksik olmadan olduğu gibi ona aktarmakla görevliydi. Zeyd yanımdan geçer geçmez göz temasımız kesildi, adımlarım ondan öne geçip köşedeki banka yığılan bir grup tanıdık yüzlere ulaştı.

''Günaydın.'' Hepsi birbiriyle konuşuyordu ki ben olabildiğince gülümseyerek günaydın dediğimde konuşmaları bölündü ve ilk göz teması kurduğum Burçak bana yanına oturmamı işaret etti. ''Günaydın.'' Onun yanına otururken İkra'nın garip bakışları Burçak ile benim aramda top misali sekti. Diğerleri ise her zamanki gibi sessizlerdi, sadece ara sıra sohbet ediyorlardı ama sohbet ederken bile mimikleri fazla değişmiyordu.

Atilla yine dalıp dalıp gidiyor, oldukça keyifsiz görünüyordu. Dağhan sürekli onu sohbete dahil etmeye çalışıyor muhtemelen milyonuncu kez başarısız oluyordu. Burçak ve İkra birbirine kaçamak bakışlar atıyor Ceyda ise tırnağındaki ojeleri soymaya çalışıyordu.

''Bugün beden dersi var. Voleybol seçimleri yapılacaktı.'' Dağhan Ceyda'ya dönerek çarpık bir gülüş attı. ''Tek başıma ne yapacağım takımda, girmem.'' Ceyda omuz silkerken bir an İkra ile göz göze geldik. Küçükken beraber voleybol kursuna gidip sonra bir kız yüzünden kavga ederek bırakmıştık ama iyi oynadığımızı biliyorduk. Her ne kadar bıraksak da iyi oynardık. Dudaklarımı aralayarak ''ben gelirim.'' Dediğimde tek sesin benden çıkmadığını fark ettim. Ceyda ikimizden de aynı anda bunu beklemediğinden olsa gerek ki afalladı.

''Ben zaten gelirim demiştim sana.'' İkra Ceyda'ya alınmış bir ifadeyle bakınca Ceyda yeni hatırlamış gibi kafa salladı ve ''Unutmuşum.'' Diye mırıldandı. ''Vera da gelirse üç kişi oluyorsunuz işte, Hazal ve yılanları da net gelmek ister yarıştırırlar sizi.'' Ceyda bu duyduklarına keyifle gülümseyerek arkasını banka yasladığında bir dirseğini de kırıp Dağhan'ın geniş omuzuna yerleştirdi. ''Desene bugün ben de hıncımı birilerinden çıkartabileceğim.'' Ceyda'nın kurduğu cümle ve kurarken ki yüz ifadesi bedenimde kasılmaları dürtüklemeye başladığında irkildim. Çünkü Atilla hırsını çıkardığında bu pek hoş olmamıştı, ki Atilla Ceyda'dan çok daha uysal duruyordu.

En azından şimdiye dek.

''Uzun süredir kaşınıyordu zaten, benimde almak istediğim bir hınç var Vera-'' çatılmış kara kaşlarımın altında ki meraklı gözlerimle göz göze geldiğinde duraksayıp boğazını temizledi ve ''Yani Vera kuzenim ve onunla çok uğraştılar. Bahanem oldun yani.'' Diye mırıldandı. Ne kadar toparlamaya çalışırsa çalışsın başarısızdı. Sadece onun da diğerleri gibi kendi elleriyle diktiği buz dağını kendi ateşiyle eritmesi gerekliydi. Ben de ona bunu yapacak kadar bir zaman tanıyacaktım.

En azından ömrüm yettiğince.

Tuna sonunda İzel ile ayrılıp bu tarafa geldiğinde Ceyda da benim gibi onun geldiği yöne döndü. Esneyerek yanımıza vardığında gözü açık olsa da bizi pek göremiyor gibi bir hali vardı, benim aksime uykudan mahrum kaldığı gözlerinden belliydi. ''Günaydın.'' Kimseden ses çıkmayınca diğerlerine gözlerimi devirerek ''Günaydın.'' Diye mırıldandım.

Yüzünü benden diğerlerine çevirdi. Muhtemelen nasıl olduklarını sorsa cevap alamayacağından yüzlerinden anlamaya çalışıyordu. Süren tahmini on dakikalık sessizliğin ardından zil sesi duyulduğunda herkes bir anda ayaklandı. Zeyd ve Burçak ise sadece bir saniyelik bir göz temasıyla sigara içme kararı alarak arkaya geçip sırtlarını bize döndüler.

Sanırım aralarındaki bu dili hiçbir zaman anlayamayacaktım. Bu bana fazlasıyla yabancıydı.

Diğerleri kısa bir bakışla ikisine bakıp aldırmadan içeri yürümeye başladıklarında bende onlar gibi ikisini arkamda bıraktım ve peşlerinden sıcak okula giriş yaptım. Girer girmez yüzüm sıcakla hoş bir simaya bürünürken bu anında bozuldu çünkü Tuna koluma koala gibi yapıştığında yerini buruşmuş bir yüz almıştı. ''Ne bu böyle sürekli yanlarındasın, hiç de kovmuyorlar seni. Benim bilmediğim bir şey olmuş dökül bakayım çabuk ne oldu?'' kolumu ondan kurtarıp adımlarımı yavaşlattım. Diğerleri öncen gitmeye başladığında dikkat çekmeyeceğime emin olana kadar yine de bekledim çünkü Tuna'nın sağı solu hiç belli olmuyordu.

''Burçak.'' Diye mırıldanarak onu kendime daha çok çektiğimde merak duygusuyla bana sokuldu. ''Diğerleriyle beraber onları kurtarma teklifimi kabul etti. Yeni Best Friend Forever... amacımıza ulaştık.'' Tuna adımlarını durduğunda refleksle bende durdum. Bana inanmayan bakışlarla kitlenircesine baktı. Tahmini beş dakika kadar düzelmesini bekledim ama hala dümdüz bana bakıyordu. Kirpiklerini oynatmasa ve burnundan nefes alıyor olmasa net bir şey olduğunu düşünürdüm ama yaşıyordu. Elimi kaldırıp gözü önünde sallarken kaşlarımı kaldırdım. ''Hello! Dünya'dan Tuna'ya.'' Sonunda hala kendine gelmediğini görünce yüzüne hafifçe vurdum. Gözlerini yumdu ve kaşlarını çatarak kendine geldi. ''Sonunda.''

''Bu kadarına ihtimal bile vermemiştim.'' O bana hala nutku tutulmuş inanıp inanmamak arasında kalan bakışlar atarken sinsice gülümsedim ve göğsüne dostane iki kez vurarak zafer gülümsemesiyle onu da arkamda bırakıp sınıfa çıkmaya başladım. Ben başaracağımı söylemiş, kimse inanmıyorken başarmıştım.

Artık Zeyd'de diğerleri de benimle beraberdi, artık ne dersem yapacaklardı. Tabi bunun hemen olmasını beklemiyordum ve onları zorlamayacaktım çünkü alışkanlıkların hepsi yavaş başlardı. Artık okul onlar içinde benim için de cehennem olmayacaktı, ben bu cehennemi cennete çevirecektim. Ben onlara yardım ettiğim kadar farkında olmadan onlar da bana yardım edecekti.

Sınıfa girdiğimde çoktan sırasına geçen İzel'le göz göze geldim ve Dağhan'ın çekildiği alandan sırama geçip duvara yaslandım. ''Nasıl oldun?''
''İyi, çok yakınımız değildi zaten. Yemek yedim, bir Fatiha okudum geldim.'' Dağhan sessizce güldüğünde bende göz ucuyla görüp onun gibi güldüm. İzel onun arkasında kaldığı için görmese de benim gözümden kaçmamıştı. ''İyi bari.''
''Defne nasıl oldu? Çok mu kötüydü?'' sırada öne eğilerek kulağıma fısıldadıktan hemen sonra geri çekildi. Kafamı aşağı yukarı salladım ve susmasını işaret ederek açılan kapıyla önüme döndüm. Beklediğim ilk dersten ötürü biyoloji öğretmeniydi ama içeri giren o değildi.

''Merhaba Günaydın çocuklar.'' Herkesin dikkatini üzerine çektiğine emin olduğunda tam dudaklarını aralamıştı ki kapı bir daha açıldı ve içeri Burçak ile Zeyd girdi. Öğretmene attıkları umursamaz bakışları gözden kaçmamıştı. ''Okul başkanlığı için seçimler başladı, dersinizi çok çalmadan size özet geçeceğim. Adaylar şimdiden bana isimlerini yazdırsın ve bir konuşma hazırlamaya başlasın. Bir kaç gün sonra konuşma ve oylar tamamlanıp başkanlık seçimi gerçekleşecek.'' Öğretmen elindeki dosyadan bir kâğıt çıkardığında herkes büyülenmiş gibi onu izlemeye devam etti. ''Bizim okulumuzda bir temsilci bulunmuyor bu yüzden yeni gelen arkadaşlar için özet geçeyim. Başkan aynı zamanda temsilciği de üstleniyor ama dilerse temsilciliği yakınından birine müdür onayıyla devredebilir. Her türlü aktivite etkinliklerini ilgili kulüplerle iş birliği içinde düzenliyor. Bu görevde bulunmak isteyen var mı?''

Bir de onunla mı uğraşacaktım? Burun kıvırarak kafamı sıraya yaslamak için kollarımı yastık şekline sokmuş kafamı gömecektim ki aklıma gelen ani fikirle gözlerim fal taşı gibi açıldı ve sıramdan sıçrayarak doğrulup elimi alelacele kaldırdım. ''Sikeyim.'' Dağhan küfrederek irkildiğinde sınıftan bazıları gülmüş öğretmenin uyarısıyla seslerini kesmişlerdi. Bu haline bende diğerleri gibi gülmek istesem de dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeyi başardım. ''İsmin nedir?''

Diğerleri bana aval aval bakarken Tibet'in attığı çarpık gülüşe ters ters baktım ve öğretmene döndüm. ''Vera. Vera Mehan.'' Öğretmen kapıda sıraya yaslayarak ismimi yazarken aval aval bakan cam kenarı sırasındaki yüzlere baktım. İşte bu onlara hayatın güzelliklerini tattırmak için attığım ilk adımdı. Kimseden el kalkmadığı için benden başka gönüllü de çıkmamıştı. Sonunda öğretmen bunu gördüğünde umutsuzlukla sınıftan çıktı. O çıkar çıkmaz yerine asıl dersi olan biyoloji öğretmeni girmişti. Dağhan sırada bana doğru kayarak kulağıma eğildi. ''Delirdin mi, Başkanlıkla nasıl uğraşacaksın? Hem dersler hem biz hem başkanlık?'' ona gülümseyerek kafamı hafif eğdim. ''Tam da sizin için uğraşacağım.'' Yüzümü ona çevirip yanağından bir makas aldım ve gözlerimi kısarak ''İzle ve gör, yavrum.'' Diyerek önüme döndüm. İçimden zafer nidaları yükseliyordu ama tabi kimseye kafamdakini olduğu gibi anlatacak değildim. Son yılımız hayatımızın en eğlenceli yılları olacaktı, öyle olmalıydı.

Yani sanırım.

Diğerleri göz temasından aklımdakini okuyamasa da Tuna ile göz göze gelince yüzündeki gülümsemeyi gördüm ve onun da benimle aynı şeyi düşündüğünü anlayıp göz kırptım. İşte Best Friend forever olmak bunu gerektirirdi. Üstelik ben başkan seçilsem de bu işi tek başıma yapmayacaktım. Tuna da temsilci olacak hemen baş ucumda duracaktı. Benim her zaman yanımda olan bir ortağım vardı ve o planı sadece gözlerime bakarak anlamıştı.

Onlar yaşamdan, hayatın güzelliğinden kopmuş çocuklardı. Şimdi onlara yaşamayı ve hayatın güzelliğini tattırma fırsatım vardı. Onlara yaşadıklarını hissettirecek, ölmek sizin seçiminiz ben size yaşamı vadediyorum diyecektim.

Havalar fazlasıyla soğuduğundan, yakında kar yağacak gibi hissediyordum. Camdan dışarı bakarken esen rüzgarla bu hissim daha da kuvvetlenmişti. Belki bunu fırsata çevirebilir etkinlik ayarlayabilirim diye düşündüm. Kar azalır azalmaz birçok aktivite için vaktimiz olacaktı, derslerimi bunların yanında yürütmek gerçekten zor olacaktı ama elimden geleni yapacaktım.

Dersin kalan tüm vaktinde herkes sessizdi. İzel telefonuyla oynuyor, Dağhan'da parmağındaki iple uğraşıyordu. Tibet'in gözleri Ceyda'daydı. Sürekli Ceyda'ya bakıyor Ceyda ona döndüğünde ise gözlerini kaçırıyordu. Hazal arkadaşlarıyla fısır fısır dedikodu yapmaktan nefes bile almamıştı. Zil çaldığında ise sıkıntı verici sessizlikle süren ders sona erdi, herkes bir anda ayaklanarak sınıftan çıkmaya başladığında Tuna'yı yanıma çekip İzel'in arkamda olup olmadığını kontrol ettim.

Diğerleri öndeydi ve gittikleri yöne bakılırsa bizim gibi kantine değil terasa yöneliyorlardı. Onların çıktığı merdivenlerin aksine biz inerek kantine vardığımızda İzel adımlarını hızlandırdı ve köşede kalabalıktan uzak olan ilk boş yeri kaparak bana merakla oturmamı işaret etti. ''Okul başkanlığını etkinlikler için istedin değil mi?'' İlk göz göze geldiğimiz an anladığını hissettiğim için gülümsemekle yetindim. ''Ne etkinliği?'' diye sordu İzel.

''Burçak ve diğerleriyle... bir anlaşma yaptım. Sadece İkra'yı kurtarmayacağım.''

''Saçmalama Vera, o kadar bağımlıyı nasıl kurtaracaksın? Onlar bağımlı, adı üstünde.''

''Ama isteyerek bağımlı değiller.'' Diye çıkıştım ona. Kaşları çatıktı ve kafasını onaylamadığını gösterircesine sallıyordu. ''Ya onlar seni çekerse bağımlı taraflarına.''

''Öyle bir şey olmayacak. Buna izin vermem.'' Tuna İzel'e sert bir bakış attığında ikimizde ona döndük. ''Vera neredeyse bende orada olacağım.''

''Yine de hayatını ortaya koyduğunu kabullenmen gerek.''

''Peki, koyuyorum. Tamam mı? Onları kurtarmak istiyorum.'' Ellerimi iki yana açarak söylediklerini kabullendiğimi İzel'e gösterdim. Gözlerini kısarak hareketlerimi inceledi ve Tuna'ya döndü. ''Sen... Bunu sadece İkra için yapmıyorsun.''

''Yapmıyorum.'' Diyerek doğruladım.

''Sadece diğerleri de yapmıyorsun.''

''Evet.'' Sonunda sözün sonunun nereye gideceğini idrak ettiğimde yutkundum ve ellerimi masanın altında gizledim. Tırnaklarım yine tenimi deşiyordu ama önemi yoktu.

''Sen Zeyd'e a-''

Hemen başımızda birinin durduğunu bile fark etmemiştik, İzel'in dudaklarına o kadar odaklanmış nefesimi tutarak bedenimin dengesini bozmuştum ki başımızda dikilen bedenden boğaz temizleme hırıltısı gelmese anlamama imkân olmazdı.

''Gelmişsin, günlerdir sana ulaşamayınca benden kaçtığını düşünmüştüm.'' Kenardaki sandalyelerden birini masada oturanlara sormadan çekip İzel ile aramıza oturduğunda derin bir nefes verdim ve beni bilmeden kurtardığı için içimde ona bir teşekkür töreni düzenledim. Gerçekten bunu hak ediyordu.

''Ne o beni mi özledin?'' dedi İzel anında odağını benden ona çevirerek. Kahve gözleri İzel'e gülümsedi. ''Daha çok köprü görevini özledim. Senin için geldiğimde bu görevi kendim gördüm.''

''Defne'yi mi kastediyorsun?'' dedi İzel içimdeki soruyu karşılayarak.

''Evet. Nasıl oldu?'' bakışları bana döndüğünde o gün neden okulda olduğunu şimdi anlamıştım. İzel için gelmişti.

''Aynı, sen neden ders saati buradasın?'' diye mırıldandım Zeyd'in gelip bizi göreceğinden endişe duyup. En son ki karşılaşmaları pek hoş olmamıştı çünkü.

''Ders saatlerini iplediğimi kim söyledi?'' kantinin girişinde tam da düşündüğüm şeyi aklımdan geçirir geçirmez görmek nefesimi ikinci kez kestiğinde irkildim. Zeyd çatık kaşları altındaki o derin yeşil gözlerini bize kilitlediğinde Edis huysuzca kıpırdanıp ayaklandı ve ''Sevgili pozları için dışarı çıkalım mı güzelim?'' diyerek İzel'e elini uzattı. İzel ise ''Konuşmayı kaldığımız yerden sürdüreceğiz.'' Diyerek beni uyarıp o şekilde Edis'le beraber dışarı gitti.

Edis'in gidişiyle Zeyd'in çatık kaşları gevşemişti. ''Başkanlık çok akıllıcaydı ama devamsızlık ve notlarla daha fazla ilgilenmen gerektiğinin farkındasındır umarım.'' Tuna az önce olanların hiçbirini umursamadan olmamış gibi davrandığında ona ayak uydurarak kendimi rahatlatmaya çalıştım ve tırnaklarımı tenimin üzerinden çektim.

Yoksa bedenime yeni bir yara izi daha merhaba diyecekti.

''Maalesef ama bunun için Kenan Bey'in bana tolerans geçebileceğini düşünüyorum.''

''Pekâlâ, onları vazgeçirme yolunda aklınızdaki plan nedir Vera hanım, duyabilir miyiz?'' sırtımı sandalyeye yaslayarak gülümsedim çünkü tam da tahmin ettiği gibi güzel bir planım vardı.

''İlk yapmamız gereken psikolojik değil fiziksel yardım. Bize yardım edebilecek bir doktor ayarlamalıyız çünkü doktordan yardım almak şart. Tanıdık biri olmalı ki tedavi olurken bize yardımcı olup ilaçlar yazsın ve bunu kimseye duyurmasın., biraz meslek kurallarını ihlal edecek.'' Kafasını anlayışla sallarken gözlerini etrafta fıldır fıldır gezdirdi. Bu onun düşünürken yaptığı bir hareketti. Bu yüzden o düşünürken sessizce sözlerime devam ettim. ''İkinci yapmamız gereken de umut olmak, bu hayatın kötü yanlarını gördükleri kadar iyi yanını da görmeliler ve bu görev tam olarak bize düşüyor. Şimdi siyahın üstünü rengarenk boyalarla örtmemiz gerek. Aralarındaki o güzel bağın farkına da varmaları gerekiyor.'' Tuna beni dikkatle dinlemeye devam ederken bir yandan da düşünceyle gözlerini etrafta gezdiriyordu ki sözümün bitmesiyle o da gözlerini gezdirmeyi kesti ve bana döndü. ''Annem doktor, istersen ilaç işini ben halledebilirim.''

''Gerçekten mi? Yardım eder mi tüm bunlara rağmen?'' Kafasını aşağı yukarı sallarken ''Ben onunla konuşurum, daha önce bağımlı olan birine yakından tanıklık ettiğinden durumu anlayacaktır.'' Sevinçle ellerimi birbirine çarparken beni izleyen yeşil gözler bir anda beni kendine esir etti ve gözleri yerini kıvrılan dudaklarına bıraktı. Ellerimi yavaşça dizlerime indirdim ve heyecanımı dizginleyerek göz hapsinden kurtulup gözlerimi tekrar zorlukla Tuna'ya çevirdim. Kantinde tek başına öylece oturmuş beni izliyordu.

Sanırım bu çocuk Instagram'da haberimizin yapılmasını hiç umursamıyordu.

''Peki o zaman sağlık işi sende umut işi bende.'' Diyerek ellerimi masanın üstünde birleştirdim. İşte bu tam olarak hayatın bana sunduğu bir kolaylıktı.

''Geriye tek bir şey kalıyor.'' Tek kaşımı kaldırarak arkasında kalan Zeyd'le göz göze gelmemeye çalıştım ve Tuna'ya baktım. ''Okul konuşması.'' Tüm okulun önünde yapmam gereken konuşmayı hatırladığımda buruşan yüzüme engel olamamıştım. ''Hiç benlik de değil böyle şeyler.''

Tuna keyifle kahkaha attı. ''Canım okulum beni çok sevdiğiniz için ve bana oy verirseniz sizi kaçırabildiğim kadar dersten kaçıracağım için oy verirseniz çok sevinirim. Bence gayet yeterli bir konuşma olur.'' Gülerek omuzuna vurdum ve kafamı olumsuzca salladım. ''Çok komik.''

Öyle der gibi bir bakış attığında o da karşılık olarak omuzuma vurdu ama gücümüz bir olmadığından resmen sandalyem öteye doğru kaymıştı ve düşmemek için masaya tutunmak zorunda kalmıştım. ''Yavaş.''

Kafasını aşağı yukarı sallarken ''pardon.'' Mırıltısı duyuldu. Sonra zil sesi okulda yankılandı. ''Bence doğaçlama yap gitsin, zaten kazanan sen olmazsan kazananı sıkıştırırız. Etkinlik yapma zorunluluğu olduğundan yapmama gibi bir şansı yok. Hiçbir şey yapamazsak kulübe girer oradan fikir sunarız.'' Söyledikleri bana oldukça mantıklı geldi. Söylediği gibi bir şekilde bir şeyler yapılabilirdi.

Okula geldiğim zamandan bu yana kısa süre geçmesine rağmen dağlar kadar fark vardı. O zamanlar bu kötü gerçekleri bilmiyordum ve mutlu değildim. Şimdi ise kötü gerçeğin ağırlığı omuzumda yük olmasına rağmen mutluydum ve içime dolan sığmayan bir huzur duygusu vardı. İlk günler okula gelmeyi hiç istemiyor kaçmak için delik arayarak zil sesiyle kaçarcasına koşa koşa eve gidiyordum. Şimdi ise okula geleceğim içindi bu heyecan ve acelecilik. Tuna'nın bana kırptığı göze karşılık vererek ''O zaman tüm hedeflerden önce...'' diyerek ayaklandım. ''Amacımız başkanlığı kazanmak.'' Diyerek cümlemi tamamladı ve ayaklandı.

İlk derse Zeyd sağ olsun geç gelmiştik ama duyduğuma göre öğretmen de geç gelmişti ve bu yüzden kimse sınıfta değildi. İlk ders hiç yokmuş gibi geçmişti. Şimdi ise ders beden olduğundan sınıftan herkes çantalarıyla spor salonuna doğru yürümeye başlamıştı.

İçeri girdiğimizde Tuna ile birbirimizden ayrıldık ve soyunma odasında İzel ile baş başa kaldım. Herkes çoktan giyinmiş geçmişti, İzel ise Edis ile anca ayrılmış benim gibi son ana kalmıştı.

''Edis ve Tibet... konuşmuyor mu?'' diye merakla sordum İzel'e üstümdekileri çıkarırken. ''Bilmiyorum, konusu geçmedi ama birbirlerini tanımıyor gibi davranmalarına ve Edis'in Tibet'e zıtlaşmasına bakılırsa aralarında kötü bir şey olmuş.''

Kafamı anlayışla sallayarak eşofmanlarımı giymeye başladım. O da çoktan giyinip saçını at kuyruğu yapmıştı. ''Tibet bu aralar fazla sessiz, dikkatimi çekti.''

''Defne için hastaneye gittiğimizde yanıma geldi ve bana nasıl olduklarını sordu.''

İzel saçını düzgünce yapmayı bitirdikten sonra aynanın önünden çıkarak bana hayretle baktı. ''Sessizliğinin sebebi bu mu? Herkesin hassas bir anda olması mı? Pek korkacak birine benzemiyordu, artist duruyordu hep.''

''Sen bir de Dağhan karşısına dikildiğinde gör onu.'' Diyerek gülüp aynanın karşısına geçtim ve sadece ön kısmımdaki saçları toplayıp kalan yarısını omuzumdan arkaya attım.

''Öyle bir çocuktan okulda korkmayan birini göster bana?'' soyunma odasından çıkarak spor salonuna ilerlerken içimden Zeyd dedim ama dışımdan bir isim vermemiştim.

''Gençler, Sıraya.'' Beden öğretmeni beyin zonklatıcı düdüğüyle kulağımı kanatırken yüzümü buruşturarak adımlarımı hızlandırdım. Herkes yan yana sıraya dizilmiş yoklamayı bekliyordu.

Ben de çaktırmadan Zeyd'in yanına geçerken Tuna'yı da yanıma çekiştirdim. Zeyd bana yandan gülümsese de aldırmamıştım çünkü onun yanına geçmeye yeltenen Buğlem'i engellemekle ilgileniyordum. Tuna sonunda yanıma geçtiğinde yoklama hızlıca alındı ve öğretmenin seçtiği temsilci olan Esel öğretmenin kaş göz işaretiyle bir voleybol topu çıkardı.

Şimdiye kadar hiç olmamıştım ama şimdi fark ediyordum ki ilk kez bir voleybol takımında oynayacaktım. Gerçekten arkadaşlarımın olduğu bir voleybol takımında.

''Erkekler Serbest, kızlardan da voleybol takımında oynamak isteyenler hariç diğerleri serbest. Bugün takım kurulacak ve deneye tabi tutulacak o sebeple gönüllüler kalsın diğerleri de ya seyirci koltuğuna geçsin ya da sahanın öteki ucunda istediği şekilde oyalansın.'' Sınıfın çoğu sıradan dağılırken Ceyda ve Burçağın tahmini doğru çıkmış kalanlarda bize Hazal ve yılanları katılmıştı. İzel ise bana beden dersini sevmediği için bahçede olacağını işaret ederek anında gözleri üstüne toplamadan sıvışmıştı.

Hazal ve yılanları lakabını hatırlayınca günlerdir sayfada yapılan haberlere hiç bakmadığım aklıma geldi ve içimi amansız bir merak kapladı. Acaba olanlar hakkında neler yazılmıştı?

''Tam altı kişiniz madem... Ferit fileyi yerleştir. Üçlü takım olun, kalanı diğer sınıflardan seçeceğim.'' Ferit denen çocuk fileyi yerleştirirken Begüm Esel'in elindeki topu ona atılmasıyla hava da yakaladı ve diğerleriyle karşı takıma geçti. ''Ben öndeyim.'' Ceyda öne geçerken İkra ile göz göze gelip bizde pozisyonumuzu arkada aldık ve aramızdaki boşlukları fazla tutmadan yerleştik. Yerimiz iyiydi, birbirimizi engelleyemeyeceğimiz aynı zamanda topu yakalayıp birbirimize rahatça paslayabileceğimiz bir mesafemiz vardı.

Bu zaten şu anlık sıkı bir yer belirlememizi gerektiren ya da kurallarına göre oynamamızı gerektiren bir oyun değildi, sadece takım da oynayacak oyuncular seçilecekti ve oynayışımıza bakılacaktı.

Begüm elindeki topu döndürmeyi kestikten hemen sonra ortaya doğru adımladı ve öğretmenin işareti ile parmak pasla oyunu başlattı. Ceyda da önden topu aldığı gibi aynı şekilde karşıya göndermişti, Buğlem topu manşetle karşıladığında İkra topa atıldı. Yerimi koruyarak dikkatini dağıtmadım. Oyun sakin başlamıştı, İkra topu karşıya gönderdiğinde Hazal topu smaç atarak bize yolladı ve Ceyda topu havada yakalayarak karşı tarafa büyük bir sert atışla geri postaladı. Tam bu anda top onların tarafından yerde sekmeye başlamış öğretmen düdüğü çalmıştı.

''Bir sıfır.'' Hazal ters bakışlarla Ceyda'yı süzerken Ceyda çarpık bir gülüşle topu havaya attığında maçın ikinci turu başladı. Parmak pasla karşıya giden top Buğlem tarafından bize geri yollandığında İkra ile bakıştık, ondan önce atılıp topu yakaladım ve manşetle karşıya gönderdim. ''Güzel.'' Topu yere değmekten son anda kurtarmıştım. Öğretmenin memnun sesi kulağıma dolarken top ikinci kez bana doğru geldi ve yine manşetle karşıya yolladım ama bu kez daha seriydim. Karşılayamadıkları top yere düştüğünde bir düdük sesi daha etrafı sardı. ''İki sıfır.'' Gözüm seyirci koltuğuna döndüğünde gördüğüm görüntüyle huzursuzca gerildim. Erkekler bizi izliyordu, hepsi.

Zeyd ve diğerlerinin gözü bizim üzerimizdeyken tek birinin gözü Ceyda'dan başkasını görmüyordu.

İkra öne geçtiğinde dikkatimi seyirci koltuğundan çektim. Ceyda ile yer değişmişlerdi. Ceyda orta kısımda kalarak gözlerini seyirci koltuğuna çevirdiğinde sadece onu izleyen Tibet'i fark etti ve dudaklarını ısırarak yüzünü anında çevirdi. Tibet Ceyda'yı, Burçak ise İkra'yı dikkatle nefes almadan izliyor gibi görünüyordu. Bu görüntü hoşuma gittiği için gülümsedim.

Kendi içimizde birbirimize karşı berbat insanlar olabilirdik ama bu görüntü iki tarafı da aynı duruma sokuyordu ve bu dışarıdan hoş görünüyordu.

Samet ve diğerleri somurtuyor görünse de Tibet onlara aldırmadan Ceyda'yı izlemeye devam etti. Sonunda cesaret ederek Zeyd'e bakabildiğimde onun da doğrudan benimle ilgilendiğini gördüm. Böyle olacağını tahmin ediyordum ve bu ilk kez olmuyordu ama ilkmiş gibi heyecan vermeye devam ediyordu.

İkra sonunda topu karşıya yolladığında maç yine başladı ve top bize geldi. Ceyda topu karşılayarak bana pasladığında bende karşıya parmak pasla gönderdim. Hazal bize manşetle karşılık verirken Ceyda İkra'ya yönlendirdi, İkra da manşetle sertçe topu karşıya attı. Hazal ve diğerleri oldukça zayıftı. Seri koşmuyor, ortaklaşa yer belirlemiyorlardı. Aralarında tek topu güzel karşılayabilen Begümdü, o da arkada duruyordu.

Sanki bunu düşündüğümü anlamış gibi İkra'nın karşısına öne geçtiğinde ikisinin arasında anlamsız bir iddialaşma var gibi sezdim. İkra topu gönderdiğinde aralarında paslaştılar ve manşet ile bize geri gönderdiler. Ben parmak pasla Ceyda'ya pasladığım sıra Ceyda da manşetle karşıya gönderdi. Begüm hırsla sıçrayarak topu bize savurdu ama İkra öyle bir smaç atmıştı ki Begüm yakalamaya çalışırken yere kapaklandı.

''İŞTE BENİM KIZIM!'' Burçağın sesi tüm dikkatlerini üstüne toplarken sesi yankılanarak birden fazla duyuldu. Aslında çok yüksek söylememişti ama sessizlikte tüm ses ona ait olduğundan birden fazla yankılanmıştı. Öğretmen tek kaşını kaldırarak baktığında kendini toparlayıp dudaklarını kapattı.

Ceyda ile göz göze geldiğimizde Burçağın bu tepkisine gülmüştük. İkra da bizim gibi gülmüş Burçağa kısa bir bakış atarak bize dönmüştü ama döner dönmez utançla gözlerini bizden de kaçırdı. Top bu kez benim elimde duruyordu, hocanın yüz ifadesinden bir işaret bekliyor bunu yaparken topu elimle döndürüp duruyordum. Öğretmen sonunda başlamamı işaret ettiğinde topu havaya atıp parmak pasla maçı başlattım. Topu karşıdan geri geldiğince Ceyda karşılamış İkra'ya paslamıştı. İkra karşıya attığında Begüm arkaya geçerek topu yakaladı ve bize güçlü bir manşetle attı ama dışarı attığından geçersiz olmuştu. Öğretmen sonunda eziyetlerine dayanamamış gibi eliyle alnını ovuşturdu ve ''Yeter bu kadar.'' Diyerek ellerini etrafa savurdu. Bir şey değişmeyeceğini anlamış olmalı ki Hazal'ın aldığı topu elinden alarak ''Vera, Ceyda ve İkra takımdasınız. Yedekte de sadece Begüm olacak bu sınıftan.'' Dedi.

Hazal belli etmemeye çalışsa da fazlasıyla bozulmuş ve sinirlenmişti. Biz fazla iyi olmasak da onların fazla kötü olması maçı çok kısa tutmuştu. Birinci ders çoktan bitmek üzereydi. Seyirci koltuklarına vardığımızda Tuna bize alkış tutarak sırıttığından kendimi gözlerimi devirmekten alıkoyamadım.

Kendimi onun yanına atar atmaz bana su uzatmıştı, susuzluğum kendini görür görmez belli ettiği için elinden hızla kaptım ve suyu kafama diktim. Burçaklar biraz daha yukarımızda otursa da sesleri duyuluyordu. İkra ve Ceyda yanlarına oturduğunda ''Gözlerim kanadı.'' Diye mırıldandı. Göz ucuyla o tarafa baktığımda kolunu İkra'nın oturağına doğru uzattığını gördüm. Hala ona temas etmekten kaçınıyor ona yakın davranmamaya özen gösteriyordu.

''Öyle deme Begüm gayet iyiydi bence.'' Hepsi hayretler içinde Dağhan'a döndüğünde o hepsinin içine iki kişi daha eklendi.

Aşağılarında oturan ben ve Tuna.

Biz bile anlık şekilde ona dönmüş hayretlerle bakmaya başlamıştık.

''Ne var yani? Bence dedim.'' Daha fazla konuşmadan gözlerini biz dahil herkesten kaçırdığında bu haline gülmek istedim ama hiç yeri değildi. Utanmış görünüyordu, sesi de sonlara doğru kısılmıştı.

Burçak Dağhan'ın bu haline belli belirsiz sırıtıp yerine daha çok yayılırken ''Fiziksel olarak baktıysan...'' dediği sırada İkra'nın ona kötü bakışlarını fark etti ve toparlanıp lafını kesti. ''Kes sesini.'' Demişti Dağhan'da karşılık olarak.

Ben ikisi arasındaki bu duruma hafif gülerken hepsinin durgunluğu tekrar üstlerine sindi, aslında bakarsan arkadaşlarının koma da olmasına rağmen böyle olmaları şaşırtıcıydı ama bunu Zeyd'in herkes kendini hazırladı demesine bağlıyordum. Zil sesi tekrar duyulduğunda sabahtan beri sessizliğini koruyan Atilla yine kimseyle konuşmadan ve göz temasına girmeden kalkıp önden spor salonundan çıktı. Aklım onda kalıyordu, onun için endişeleniyordum çünkü ellerindeki yaralar hala ilk gün ki kadar kırmızı ve canlı gözüküyordu. Gözlerim Samet'e dikkatle yakından kaydığında yüzündeki yaraları fark ettim, makyaj ile kapatmış görünüyordu çünkü morluklar ışıkta sadece belliydi. Gerçekten de Samet'i güzel hırpalamıştı.

''Keşke kafasına atsaydın topu.'' Burçağın sözleriyle gözlerimi Atilla'nın gittiği yerden ve Samet'ten çektim. İkra Burçağa gözlerini deviriyordu, Burçak da saçlarını kısa sürecek şekilde onu gıcık etmek ister gibi karıştırdı. ''Devirme bana gözlerini.''

Sonunda onların kendi aralarındaki konuşmadan kendimi alabildiğimde yine beni kovalayan gözler karşımdaydı. Bazen onu avını uzaktan izleyen ve sabırla bekleyen bir avcıya benzetiyordum. İşin kötüsüyse av olduğumu bilsem de avcımdan kaçmak istemiyordum.

Kafasını yana doğru eğip boş oturağı işaret ettiğinde Tuna'ya kısa bir bakış atıp onun yanına doğru adımladım. Ceyda da tam yanımızda duruyordu. ''Sen şimdi okul başkanı olacaksın ha?'' Ceyda'nın sırıtan bakışlarına karşılık derin bir iç çektim ve ''Sanırım...'' diye mırıldandım Zeyd'in hemen yanına otururken.

''Kolay gelsin o zaman, bu okulla başa çıkmak zor.''

Söylediğine gülmeden edememiştim. ''Sizle çıktıktan sonrası kolay.'' Hepsi sesli olmasa da gülümsemişti. ''Eee o zaman sana başkanım mı diyeceğiz?''

''Aman sakın.'' Burçak çıkışmamı es geçerek söyleyeceğini ifade ederek ''Şimdiden hayırlı olsun başkanım.'' Dediğinde homurdandım. Tuna da önümüzde dikiliyordu, göz göze geldiğimizde ben demiştim der gibi bir yüz şekline büründü mimikleri.

Zeyd bana omuzuna yaslanmamı gözleriyle işaret ederken ben de anlık gafletle kafamı omuzuna bıraktım, ona yaslanmak istediğimi nasıl anlamış ya da hissetmişti bilmiyordum ama tam ihtiyacım olan zamanda imdadıma yetişmişti. Üzerimize çekilen bakışlar yüzünden çekinsem de artık geç olduğunu fark ederek bakışlarımı aynı az önceki Dağhan gibi kaçırdım. Tam bu sırada zil sesi tekrar duyuldu ve herkesin irkilmesine sebep oldu.

Öğretmen içeriden hiç çıkmadığı için zil çalar çalmaz bize serbest olduğumuzu söylemişti. Ardından üst kısımda kalan odasına yöneldi ve kapısını örterek görevi beden dersi başkanı olan Esel'e bıraktı. Gitmeden önce tek söylediği şey oturaklarda kimseyi görmeyeceği ve bir şey oynamak zorunda olduğumuzdu.

Bu yüzden herkes söylenerek kalkıp öğretmenin arkasından kötü bakışlar atsa da öğretmen bunu hiç umursamamıştı. Burçak ve İkra voleybol topuna yöneldiğinde Ceyda ve Tuna'yı da onların yanına yürürken gördüm. Dağhan, Atilla'nın yanına bahçeye çıkmıştı. Hazal ve yılanları da öbür köşede kendi içlerinde voleybol oynamaya başlamıştı. Bende gözümü basket sahasına diktim, basket oynamakta da fena değildim ama tek başıma oynamaktan çekinmiştim ve en sın oynadığımda başıma gelenleri dün gibi hatırlıyordum. Bacağımın o sızısı hala aklımdaydı. Yanımda oynaması için Tuna'ya baktım ama o da eğlenerek diğerleriyle voleybol oynuyordu. Bahçedeki İzel'i çağırmayı düşünerek arkamı dönmeye yeltendim ama o sırada çok yakınımdan bir fısıltı kulağıma ilişip beni olduğum yere mıhladı. ''Oynamak ister misin?''

Arkamda bir beden ve omuzumun üzerinden ellerime bırakılan basket topuyla yüzümü çevirdiğim an Zeyd ile burun buruna geldim. Gözleri dün geceki kadar koyu değildi. Açık yeşil gözleri bana nehirleri andırmıştı. Sanki her kişiliği farklıydı ve her kişiliğinde gözlerindeki benzerlik değişiyordu. Birinde karanlıkta gizlenen ormanlar dururken diğerinde berrak bir nehir duruyordu. Karanlık ormanları ise inanılmaz korkutucu oluyordu.

Bu tabirlerin hepsi de aklımda sadece Zeyd'e aitti. ''Başla...'' elimdeki toptan gözlerini bana çevirdiğinde ağzının içinde ''Sana karşı kazanmam imkânsız ama...'' bir şeyler mırıldandı ama tam olarak anlayamadım. ''ne?''

''Boş ver.'' Bana başlamamı işaret ettiğinde beklemeden topu sektirmeye başladım ve yönünü değiştirerek onu arkamda bırakıp potaya doğru koşmaya başladım. Hemen arkamda olduğundan beni yakalamasından korksam da koşmayı bırakmadım ve hızımı arttırıp yaklaşır yaklaşmaz topu kaldırarak potaya fırlattım. Etrafında dönüp dönüp girmekten son anda vazgeçerek yere düşmüştü.

''Hm... fena değil.'' Potanın altına doğru hızlı hareketlerle varıp topu aldığında topu sektirmeye başladı. Onun gibi eğilerek topu sektirdiği yönü izledim. ''Rakibinin eline değil ayaklarına bak, nereye gideceği yönü ayakları gösterir.'' Dediğini yaparak ayaklarına bakmaya başladığımda ise topu arkama atıp gülerek arkama geçti ve ona kızarak döndüğümde zıplamama aldırmadan benden kurtulup geri çekildi. Ona doğru zıpladığımda burunlarımız birbirine çarpmış bir saniyeliğine nefeslerimiz birbirine karışmıştı. Saçım yüzünü okşarken gözlerim dudaklarına kaymış bu görüntü tüm dikkatimi alıp götürmeye yetmişti.

Geri çekildiğinde toparlanabilmek için biraz bekleyip ona yaklaşmadım. O da inip kalkan göğsünü zapt ederek olduğu yerden topu potaya fırlattı. Top bir saniye bile beklemeden filenin içinden girmişti. ''Eh sende fena değilmişsin.'' Memnuniyetsiz sesime bir kez daha sırıtarak karşılık verdi ve arkama geçip topu yine ellerime bıraktı.

''tutuşun yanlış.'' Arkama geçip elini dirseklerime yerleştirdiğinde gözüm daha önce dirsek kısmını tuttuğu koluna döndü. Yüzünü buruşturarak dudaklarını ısırdığını görmüştüm. ''Çok kırıyorsun.'' Diyerek dikkatimi tekrar topa çektiğinde kollarımı hafif yukarı kaldırdı ve ''Şimdi.'' Diye fısıldadı. Arkamdan birkaç adım geri çekildiğinde topu potaya attım, bu kez girmişti.

Topu tekrar alıp yanıma geldiğinde atış pozisyonunda tuttu ve bana döndü. ''Bu şekilde.'' Anlamış bir ifadeyle topu elinden kaptım ve onu taklit ederek tekrar potaya fırlattım. Kollarımı çok az indirdiğimden potanın kenarına çarpıp düştü ama bir dahaki atışta doğru yaparak potadan içeri girişini görmüştüm. Aynı arkasına bindiğim gece ona nasıl tutunmam gerektiğini gösterdiği gibi.

O gece aklımda tekrar oynamaya başladığında dudaklarımı ısırdım. Oradan buraya bu kadar zamanda... Kim bilebilirdi, nereden bilebilirdim öylece arkasına bindiğim yeşil gözlü çocuğa bugün böyle savunmasız kalacağımı?

''Son bir maç'' diyerek topu önümde sektirmeye başladığında kendime gelip kafamı salladım. Topu bacak aramdan attı ve arkama geçip yakaladı. Ona omuz atmaya çalıştım ama hiç etkilenmemiş aksine bu çabama gülmüştü. Elimi elinin altına atarak topu çektiğimde tenimiz birbirine değdi ve üzerime gelerek beni heyecanlandırıp topu yine kendi elinin altına çekti. Şu an resmen ben eğilmiş vaziyette o da üzerime eğilmiş vaziyette duruyordu ve benim eğildiğim yerle aramda kalan boşlukta elinin altında duran top yerle eli arasında sekiyordu.

Nefesimi sıkı sıkı tuttum ve aralanan dudaklarına baktım. Bir şey söylemeden beni doğrulttu ve elini belimden çeker çekmez topu potaya attı.

''Hile yaptın.'' Dedim kaşlarımı çatarak. ''Hile mi? Nasıl yaptım?''

Siktir.

Cevap veremediğimi görünce yandan gülümsedi. ''Beni şaşırttın.''

''Neden şaşırdın?''

''Beklemiyordum.'' Dedim hızlıca. ''neden beklemiyordun, alıştığını sanıyordum?'' dediğinde ellerimi arkamda birleştirip yumruk yaptım. Dudaklarımı ısırmaya devam ettiğimi henüz yeni fark ediyordum. Elini öne uzatıp dudaklarımı dişlerimin arasından çektiğinde tam olarak şimdi fark etmiştim.

''Hile yaptım de yoksa uyuyamam.'' Dediğimde topu sepetin içine attı ve omuz silkerek ''Hile yaptım.'' Dedi. Onun arkasından çalan zil sesiyle soyunma odasına yürümeye başlarken ''Biliyordum.'' Diye mırıldandım.

Bunu bana yakınlaşmak için değil hile yapmak için yapmıştı. Emindim, başka hiçbir nedeni olmamalıydı.

Olmamalı mıydı gerçekten?

Potaya topu yanlış attığım zamanlar bu görüntüyle oldukça eğlenmişti. Gözleri yine ara ara dalıyordu ama bana tebessüm etmekten de vazgeçmiyordu. Soyunma odasının kapısında Tuna belirdiğinde yüzüme attığı çantayı son anda Zeyd yakaladı ve Tuna'ya ters bir bakış atıp ''Dikkat etsene.'' Diyerek sertçe karşılık verdi. Tuna buna sadece omuz silkmişti.

''Al bakalım Başkanım.'' Kapıda Burçak belirdiğinde Tuna'dan duyduğum sözler yüzünden ona ters ve öfkeli bakışlar atmıştım. Bu sırada diğerleri de kapıya çoktan çıkmıştı. Burçak bakışlarıma karşılık ellerini suçsuzca kaldırdı. ''O özendi, benim yaptığım bir şey yok.''

Gözlerimi kısarak işaret parmağımı ona doğrulttum. ''Yılanın başı sensin.''

''Hazal mıyım ben?'' hepimiz bir anda Burçaktan beklemediğimiz bu cevapla gülmeye başladığımızda koridorun başındaki öğretmen orada olduğunu çaldığı yüksek ıslık sesiyle belli etti ve bizi sağır ederek salondan kovdu. Kovulmayla herkes kulağını tutarak salondan kaçarcasına çıkmak zorunda kalmıştı.

Bahçeye çıktığımızda herkes okula yönelirken adımlarımı yavaşlattım. Ceyda, Burçak, Dağhan, Atilla ve Tuna öndeydi ama biri eksikti. Gözlerimi etrafa çevirdiğimde salondan hepimizden önce çıktığını yeni fark ettim. Motorunun yanında bana arkası dönük duruyor elinde kulağına yasladığı telefonla konuşuyordu. İzel elimi tutup ''Hadisene.'' Dediğinde ''Siz gidin geliyorum.'' Diyerek onu başımdan savdım. Baktığım kişinin Zeyd olduğunu anlayınca bir şey demedi ve onaylayarak diğerlerinin arkasından okula doğru yürümeye devam etti. O gider gitmez adım seslerimi dikkatle kamufle edip ona doğru yaklaştım. Defne için doktorla falan mı görüşüyordu? Yoksa uyuşturucu için yine yarış hakkında mı konuşuyordu?

Hangisi birbirinden kötü olabilirdi bilmiyordum ama içimde en kötüsü hangisiyse o olacak diyen bir ses vardı ama yaklaştığımda duyduğum seslerden açık ara anladığım iç sesimin yanılgıya uğradığıydı. Zeyd ne bir doktorla ne de bir yarış düzenleyen çocukla konuşuyordu.

''Yarın akşam, mekân fark etmez. Bunu kıyağım olarak farz et, sen seç.'' İçimi kaplayan korkuyu susturup belli bir mesafede durdum. Ona yaklaştığımı hissetsin istemiyordum, böylece konuşmanın devamını dinleyebilirdim. ''Merak etme, kafes dövüşünü sana öğreten ilk kişi ben olacağım.'' Yüzünü bana döndüğünde nutkum tutulmuş gibi kalakaldım ve sendeledim. O yeşil gözleri benimkileri görür görmez kısıldı ama hiçbir tepki göstermedi.

Bende bir tepki vermedim ve ne kadar zor olsa da onu dinlediğimi belli etmeyerek ''Kimle konuşuyorsun?'' diye sordum. Telefonu ben dudaklarımı aralar aralamaz kapatmıştı. ''Neden sordun?'' diyerek bana doğru adımladığında ''Yüz ifadenden, biraz öfkeli duruyorsun.'' İşaret parmağımı yüzüne doğrulttuğumda ifadesini düzeltti ve kafasını olumsuzca salladı. ''Hiç, hadi geçelim.''

Elini belli belirsiz belime koyup okula yönlendirdikten hemen sonra geri çektiğinde sessizce tuttuğu koluna kaçamak bir bakış attım. O kolunda neyin canını bu kadar yaktığını bulacaktım. Yaralıysa neden gizliyordu ve nasıl yaralandığını neden söylemiyordu?

Okulun kapısından içeri girdiğimizde hızlı adımlarla sınıfa yöneldik. Öğle arasından hemen önce tek bir ders kalmıştı. Bu dersi de kaçırmak istemediğim için aklımı kurcalayan her soruyu sonraya bırakma kararı almıştım.

Zeyd bana kapıyı açtığında önden girerek sırama oturdum ve hemen arkamızdan giren öğretmenin sesini duyarak kitabımı çıkardım. ''Tünaydın çocuklar.'' Herkes yine kalkmak yerine oturduğu yerden ''Tünaydın'' demekle yetinmişti.

''Evet Vera, seni tahtaya alayım. Harita burada.'' Masaya bıraktığı kıvrık haritaya bakarken yüzümü ekşittim. Önceki ders güldüğüm için bu derse harita çizmek zorundaydım ve çirkin çizeceğime emindim.

Keşke Ceyda gelse de kurtarsa diye ona kaçamak bir bakış attım ama hiç kahramanlık modunda görünmüyordu. Umutsuzlukla beni kurtarmayacağını kabullendim ve öğretmenin uzattığı kalemi alıp haritayı açtım. Bakarken derin bir nefes vermiştim çünkü çizimim en az Tibet kadar kötüydü ama yapacak bir şey ve beni kurtarabilecek bir kahraman görünmüyordu. Kendi kendime rezil olmasam bari diye düşünerek kalemin kapağını açtığımda öğretmen de yoklama defterini açmıştı.

''Benim çizimime herkes gülmüştü, şimdi de gülmeyen olursa hepinizin ismini aklıma kazırım.'' Tibet'in sinir bozucu sesinden sonra tekrar tahtaya dönecektim ama dikkatimi karşısında olan iki yüz çekti. İkisi de gülümseyerek ona karşılık vermişti ve bu gülümseme Tibet'in sözlerinin havada kalmayacağını gösteriyordu. ''Eee sonra?'' Ceyda'nın ona karşılık vererek sessizliğini bozmasıyla Tibet kısa süreliğine afallasa da kendini hemen topladı ve ''Sonrasını sonra görürsün güzelim.'' Diyerek onların sırıtışına karşılık verdi. Ceyda ve Zeyd gülüşlerini kısıp birbirlerine bakmışlardı, Tibet'in Ceyda'ya bakarken parlayan gözlerini görmemek mümkün olmadığım için etkilenmekten kendimi tahtaya veremedim. Birinin sana bu şekilde bakması nasıl bir histi ki acaba?

''Çocuklar benim sınıfta olduğumu unutuyorsunuz herhalde ama unuttuğunuz bu öğretmen sizi şimdi sınıftan atabilir ve notlarınızda çok canınızı sıkacak bir düşüş sağlayabilir. Bilmem anlatabiliyor muyum?''

Sınıfta sessizlik hakimiyet kurmaya başladığında öğretmen gözleriyle sınıfı şöyle bir taradı ve kapalı dudakları izledikten sonra ''Güzel.'' Dedi. Eh, yine beklediğim kadar sert bir tepki vermemişti.

Sonunda sessizlikle odağımı tekrar bulup kalemin kapağını ağzımla açtım ve düzgünce haritayı tahtaya çizmeye başladım, ''Amacım size resim dersi vermek değil, size bölgelerin yerini öğretebilmek.'' Bitirdiği yoklamanın ardından lacivert kadife defteri kapattı ve bana dönerek bacak bacak üstüne attı. ''Gayet güzel, yerine geçebilirsin Veracım teşekkür ederim.'' Son çizgiyi de attıktan sonra kalemi kapatıp yerine, masanın üstüne bıraktım ve sırama geçtim. Tibet öğretmenin üstü kapalı tehdidinden sonra bir şey diyemediği için sadece öfkeli bakışlar atmakla yetiniyordu. ''Anca bakarsın öyle, şerefsiz Tibet.'' Diye mırıldandı arkamda oturan İzel.

Sessiz olmaya özen göstererek gülüşümü bastırdım. ''Böyle mum ederler adamı.'' Diye ekledi. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda öğretmen aniden ayaklandı, az daha yine güldüğüm için beni azarlayacak yanılgısına kapılıyordum ama hedefi ben değildim, sınıftı.

''Size bir ödev vereceğim. Bu ödev Vera ve Zeyd'in önceki ders aralarındaki tartışmayı izlerken aklıma geldi ve fazlasıyla yararlı olabileceğini düşünüyorum. Bu size sınavlardan önce sözlü notunuz olarak işleyeceğim bir ödev olacak.'' Herkes kaçamak şekilde birbirine bakarken bizim de bakışlarımız Zeyd'le birbirini buldu ve kaçmadı. ''Herkesten gördüğü en güzel yeri çizmesini istemiştim hatırlıyor musunuz? Şimdi de sizden bunu resmederek konumunu resmin altına bırakmanızı istiyorum. Karakalem ya da boya ile yapılabilir nasıl yaptığınız önemli değil önemli olan bir sonuç elde etmek. Beğendiklerimi okul girişine de asabilirim.'' Öğretmen sözlerini bitirdikten hemen sonra Tibet geriye yaslandı ve gözlerini yine Ceyda'ya dikti.

''Birinin gözleri de buna dahil mi? Onun kadar güzel başka hiçbir şey görmedim çünkü.'' Öğretmen sesiyle beraber arkasında kalan Tibet'e döndü ve kollarını çaprazlama bağladı. ''Konum nasıl vereceksin Tibetçim?''

''Onu ilk gördüğüm yeri yazabilirim.'' Gözlerini hala Ceyda'nın üzerinden çekmemesi erkeklerin öfkeli bakışlarını direk kendine hedef biçerken sınıftaki diğer herkesin de kıkırtı konusu oldu. Arada dalga geçenler bile duyuluyordu.

''Sen o berbat resim yeteneğinle tüm güzellikleri mahvedersin. Bırak güzel kalsın, millette çirkin çizimlerin yüzünden o gözlerin güzelliğinden mahrum kalmasın.'' Tuna'nın bu keskin ve net çıkışı sınıftaki tüm sesleri kesti, şaşkın ve hayretli bakışlarım şimdi ondaydı. Ceyda da bu çıkışla Tuna'ya öyle bir bakmıştı ki sarhoş gibi yalpalamıştım. Ona öyle bir duygusal bakmıştı ki bu bakışı daha önce onda görmediğimin yeni farkına vardım. Tibet Tuna'ya sadece hayal kırıklığı ile baktı ve bir şey demeden hayret edici şekilde cevap vermeden önüne döndü.

''Çocuklar son kez uyarıyorum sizi. En güzel gördüğüm şey onun gözleri edebiyatını mümkünse adı üstünde edebiyat dersine saklayın. Bu ödevde en soyut Zeyd'in bahsettiği gibi okyanuslar Vera'nın bahsettiği ormanlar ya da nehirler serbest olacak. Tropikal ya da yağmur ormanları olabilir mesela. Dediğim gibi güzel olmak zorunda değil sizden beklediğim şey en güzel bulduğunuz şeyi kendi emeğiniz ve dokunuşunuzla kaleme dökebilmeniz ve yer hakkında dünya üzerinde daha detaylı bilgi edinebilmeniz.''

Tibet öğretmen söze başladığından beri tırnak etlerini yolmaya başladığından sonunda iki baş parmağını da kanatmıştı. Ona kızamıyor, onu tek bir konudan ötürü de olsa anlayabiliyordum. Çünkü ben de Zeyd'in gözlerinde gördüğüm o kararmış ormanları çizmek istiyordum. Derinleştikçe daha da kararan bir orman. Aklıma Zeyd'in gözlerime bakıp yatağının karşısına çizeceğini söylediği o saniyeler hücum ettiğinde sanki o andaymışım gibi tüm bedenim karıncalandı ve bir sıcaklık çarptı. O kadar utanç ve mahcubiyet içindeydim ki aynı hisler o gün ki gibi üstümde barındı. Gözlerimi tam da buna neden olan kişiye çevirdiğimde yüzünde gülümseme olmasa da gözlerinde varmış gibi baktı.

Kaçamak şekilde git gele maruz kalan bakışlarımız zil sesiyle sonunda kesilirken tenimdeki sıcaklığı bastırmak için dikkatimi dağıtmayı seçtim ve kitabı çantama koyup öğle arası olduğundan ötürü Tuna'ya kantini işaret ettim. O da sırasından kalkar kalkmaz benimle aynı fikirde görünüyordu ki elini karnına koyup aç olduğunu belli edercesine ovuşturdu.

Tibet'in hala oturuyor ve elini kanatıyor oluşunu görmezden gelerek ve Hazal'ın attığı lafları duymamayı seçerek Tuna'nın koluna girdim ve öğretmenin açtığı sınıf kapısından hızlı adımlarla çıktık. ''Tibet'e fazla sert çıkışmadın mı?'' arkamızdan adım sesleri geliyordu, muhtemelen diğerleri de kantine inmeye ya da terasa çıkmaya başlamışlardı.

''Hak ettiği cevabı verdim.'' Verdiği cevaba karşılık tek kaşımı kaldırsam da kafası eğik olduğu için tepkimi görememişti. Öğrenecektim, bunu da öğrenecektim. Sadece şu an üzerine gitmek istemiyordum çünkü pek doğru bir zaman gibi gelmiyordu.

''Yarın konuşmam var, başkan olsam da olmasam da ilk ne gibi bir etkinlik yapabiliriz?'' Tuna düşünceli şekilde kafasını vardığımız kantinin yemek tabelalarına kaldırdı. ''Bilmem, belki teleferikte kahvaltı yapabiliriz.'' gülerek omuzuna vurdum. ''Ciddiyim ben, Kayağa ne dersin?'' kafasını tabeladan indirip bana döndü. ''Bence çok güzel fikir, ben çok güzel kayak yaparım.'' sevinçle elimi çırptım. Bu sırada kantinci abla bize dönmüştü, ikimizde tost siparişi vererek kenara geçtik. ''Ben bilmiyorum ama hep öğrenmeyi istemişimdir.'' Tuna dudak büzdü ve dirseğini tezgâha yaslayıp hafif bana doğru eğildi. ''Vah yavrum, sende beni izlersin ne yapalım.'' Kötü bakışlarımı ona gönderirken elini saçlarıma atmaya yeltendi ki eline vurup onu engelledim.

''Saçımı toplu görmüyor musun? Sakın bozma'' gülerek omuz silkti ve elini benim zorumla indirdi. Kantinci abla ikimize tostlarımızı uzatır uzatmaz sıcak dumanı tüten tostları peçeteye sarılı halde aldık ve cam kenarındaki boş ikili masaya oturduk. İzel hala yemek bekliyor beklerken de telefonla konuşuyordu, sonunda telefonu kapattığında bize başlamamızı işaret etti. Tuna ile birbirimize bakıp sıcak tosttan alel acele ısırık alırken ikimizin de bakışları bahçenin köşesine yürüyen Zeyd ve Ceyda'ya odaklandı.

Zeyd cebinden çakmağını çıkarırken Ceyda paketi Zeyd'e uzattı ve içinden kendine de alarak beline paketi tıkıştırdı. Zeyd ateşi yaktığında Ceyda da Zeyd gibi ateşe yaklaştı, yine ikisi beraber tek ateşte sigaralarını yakıyordu.

Tuna ile sessizce onları izliyorduk ki bakışları bize dönünce ikimizde hızlıca çekip birbirimize baktık. Bu halimiz çok komikti, neden bize döndüklerinde paniklediğimizi bilmiyordum ama sanırım bu artık alışkanlık olmuştu. ''Neyse ki bizim öyle kötü alışkanlıklarımız yok.'' Buruşturduğu yüzüne karşılık bende buruşturarak onu onayladım ve tostumdan büyük bir ısırık alıp tadının güzelliğiyle mırıldandım. Gerçekten deli gibi acıkmıştım. Günlerdir üzerime çöken yorgunluk stres ve dengesiz kahvaltı bana kendimi yemek bulamamış sokakta kalan insanlar hissini vermişti.

Sessiz geçen tost yeme süresinin ardından Tuna ile son lokmalarımızı ağzımıza atıp aynı anda ellerimizi çırptık. Zeyd ve Ceyda sessizce sigaralarını içerken Tuna ile gözlerimiz onlara kayıp duruyordu. Bizde en az onlar kadar sessizdik, ki yanımıza sandalye çekildiğinde bu sessizlik bozuldu. İzel anca alabildiği hamburgerini açlıkla buraya gelirken yarılamış görünüyordu. ''başkanlık ha? Tam senlik.'' Yarım yemeğinden büyük bir ısırık alırken ona ters bir bakış attım. Ağzındaki lokmayı yutmayı bile beklemeden ''tamam be bakma öyle.'' Dedi isyan edercesine. ''Sen yiyince gelirsin biz gidiyoruz canım.'' Tuna İzel'e yanından geçerken kalçasıyla hafif çarptığında hamburgerin içindeki sos İzel'in yanağına süründü. ''Hay senin göt-'' elinde ki yemeğe bakınca edeceği küfrü yuttu ve ayaklanan bana gülerek baktı. ''Çok mu aradın bu çocuğu cidden?''

''Ben aramadım, o beni buldu.'' Omuz silkerek İzel'in hadi git der gibi yaptığı kafa işaretiyle yanağına öpücük bıraktım ve hızlı adımlarla Tuna'ya yetişip koluna girdim. ''Kıskanıyor bizi değil mi?''

''Kesinlikle.'' İkimizin de gülüşleri önümüzde yürüdüklerini gördüğümüz Ceyda ve Zeyd ile sessizleşti. Onların önümüzde olduklarını görmesek adımlarından bile anlamazdık çünkü o kadar sessiz ve hayaletlerdi.

Onların bizi fark ettiğine emin olsak da sınıfa girene kadar pek ses çıkarmadık. Zile çok kalmadığını varsayarsak sınıfta herkes vardı ama Atilla'nın sırası boş görünüyordu. ''Hastaneye gitti.'' Dedi Tuna hemen ayrılmadan önce. Kafamı aşağı yukarı sallayarak sırama geçtim. Bizim hemen ardımızdan yokluklarını hiç fark etmediğim Hazal, Begüm ve Buğlem sınıfa girdi. Kimse yokluklarını fark etmişe benzemiyordu, keşke öyle kalsalardı.

Dudaklarına yaydığı gülümsemenin yanından ön sıranın yanından geçerken Tibet'in yanağından makas aldığında Ceyda'nın gözleri de bir saniyeliğine o tarafa kaydı. Hazal bunu görmese de yılanları görmüş çarpık şekilde gülümsemişti. Tibet huzursuzca kıpırdandı, Hazal yerine oturup keyifle bacak bacak üzerine attı ve dudak büzerek Ceyda'ya döndü. Dudaklarındaki o gülümseme hiç hoşuma gitmiyordu. Yüzümü Tuna'ya döndüğümde bakışlarımız kesişti, ikimizde oluşacak gerilimi önceden hissederek erkenden kasılmaya başlamış görünüyorduk.

Harika.

''Arkadaşınız düştüğü yerden kalkamadı mı hala?'' Ceyda ve diğerleri komple sırada oturanlar aynı anda Hazal'a dönünce onun yerine bu sözleri ben söylemişim gibi stresten gerildim, alnımdan resmen ter akacaktı. Öyle bir bakıyorlardı ki ürkmemek elde değildi, yerime sinmiştim.

''Ölüme yürüyor aptal.'' Diye mırıldandığını duydum Tuna'nın. Sıralarımız yakın olduğundan muhtemelen Tibet, ben ve Dağhan'dan başka pek de duyan olmamıştı.

''Ah yoksa hala yatalak mı gerçekten?'' Ceyda ona yeltenmeye kalktığı an da bileğini sıkı bir el kavradı, Zeyd Ceyda'yı öyle iyi bir zamanda yakalamıştı ki aksi olsa Ceyda sıradan kaşla göz arasında Hazal'ın üzerine atlar muhtemelen onu paramparça ederdi. ''Senin... dilini koparır... o hastane köpeklerine büyük bir zevkle yediririm.'' Kendini dizginlemeye çalıştığı sesinden ve aldığı sık nefeslerden o kadar göz önündeydi ki, Hazal bunu her anıyla görüyor kullanmaktan geri durmuyordu. Ceyda'nın bu bakışları Hazal'ı her halükârda korkutmalıydı ama Hazal hiç korkmuş görünmüyor aksine daha da gaza gelmiş gibi konuşmaya devam ediyordu. ''Sizin tayfaya yani? Benim tadımı kaldırabilecek bir damak zevkinizin olmaması ne yazık.'' Erkeklerin hepsi sırayla gözlerini yumduğunda sanki olacaklardan kaçmaya çalışıyor gibi hissettirdiler. Olacakları o an anladım, hatta önceden saniye saniye görür gibi oldum. Korkuyla Dağhan'ın kolunu sıkıca tutmaya başlamıştım. Sabahtan beri sessizlik içinde yanımda oturuyordu ve o tarafa elinden geldiğince bakmamaya çalışıyordu. Keşke ben de gözlerimi yumarak olacak görüntülerden kaçabilseydim ama her şey için çok geçti. Ceyda çoktan Zeyd'in sıkı tuttuğu o elden kaçmıştı. Saniyeler içinde sıradan kalkmış Hazal'ın yanına varmıştı ve bu kez onu Zeyd bile yakalayamamıştı. Sınıfta kopan çığlık ve devrilen sıra sesleriyle ayaklandım. Dağhan ve Tuna çoktan kalabalığı aşmış ayırmaya yeltenmişti bile. İkra Ceyda'ya yeltenen Begüm'ün ayağına sert bir şekilde vurarak onu engellediğinde diğer yeltenen yılan Buğlem'i de Zeyd engellemişti. Onun önünü kestiğinde Buğlem resmen erircesine Zeyd'e ve yüzüne yakından baktı. Neden kanımın fokurdadığını bilemedim ama Buğlem'i saçlarından tutup ben geriye çekmek istemiştim, neyse ki öyle bir şey yapmadan kendime hâkim oldum. Önce hangisine yeltensem de geri çeksem karar verememiştim çünkü hepsi birbirine saldırmaya başlamıştı ve büyük bir gürültü yığını kulaklarımı çınlatıyordu. Begüm İkra'nın elinden kurtulur gibi olduğunda İkra bu kez onu saçından yakalayıp geri çekerken ayağına bir kez daha vurdu ve onu yere doğru itekledi. Sonunda Burçak İkra'yı belinden yakalayıp geri çektiğinde Dağhan'da Hazal'ı yerle Ceyda'nın arasından çekti. Ceyda'nın gözü Dağhan'ı bile görmüyordu, Hazal'a doğru hırsla gelmeye kalkıyordu ama biri arkasından sıkıca sarılıp ''Sakin ol güzelim, sakin ol.'' Diye sayıklamaya başladığında dikkati dağıldı. Tibet arkasından onu yakalayarak kucaklamıştı. ''Bırak beni!''

''Ne zaman bıraktım?'' Ceyda hala ''Bırak!'' diye bağırarak elinden kurtulmaya çalışırken Zeyd Buğlem'in önünden çekildi ve Tibet'e nefret dolu bir bakış attı. ''Bırak, çek ellerini üzerimden.''

''Bırak da dokunma fırsatını bulmuşken özlem gidereyim.'' Tibet yarı alaylı yarı ciddi bir ifadeyle kimseyi iplemeden Ceyda'yı dışarı sürüklemeye başladığında hayretler içinde ikisine baktım. ''Sen beni bırak göstereceğim sana özlemi.'' Tibet gülerek ''Olur, sen ne göstermek istersen.'' Ceyda Tibet'in onu kavgadan çektiğini sanarak tutuşunu gevşettiğini fark ettiğinde kasıklarına büyük bir tekme attı ve onun yere yığılmasına sebep oldu. Bu tam kapı ağzında gerçekleştiği için Tibet'in acı çığlığı sadece sınıfta değil koridorda da yankılanmıştı. ''Bak al sana özlem, özlemle attım tekmemi.'' Dağhan'ın elinden kurtulan Hazal hiçbir şeyi duymadı Ne Ceyda'nın ona gelişini ne bizim Ceyda'ya koşuşumuzun hiçbirini duymayarak yüzünü bilmeden Ceyda'ya döndü. Döner dönmez refleksle elini kaldırmıştı ki Ceyda o eli havada tuttu ve diğer eliyle en az Tibet'in inleyişi kadar yankılanacak sertlikte tokadı Hazal'ın yüzüne geçirdi. Öyle bir tokat savurmuştu ki parmaklarını geri çektiğinde kızın yanağı tamamı ile kıpkırmızı kesildi ve anlık bir şoka girdi. O an Hazal'ın tüm sesi kayboldu, gerçekten bir şey olduğunu sanmama saniyeler vardı. Bu kez Ceyda'yı geri çeken Dağhan olduğunda onun elinden Tibet'te olduğu kadar rahat kurtulamayacağını anlayarak rahatladım ama savurduğu küfürlerle çığlıklar bana hala huzursuz hissettiriyordu. Çünkü tokadı atarken elinin nasıl titrediğini görmüştüm, gözlerinde kendini tanıyamadığını da görmüştüm.

Ceyda'nın sınıftan çıkarılışıyla Hazal'ın yüzü gözle görünür olduğunda az öncekinden çok daha kötü bir hale büründüğünü fark ettim. Dudağı patlamış, yanağında Ceyda'nın parmak izleri derinin altına kadar sızmış gibi görünmüştü. O şok içinde öylece baka kalmaya devam ederken kapının eşiğinde olan Ceyda'nın diğerlerine katılan çığlığı bir kez daha duyuldu.

Onu bırakmaları için tepiniyor şiddet göstermekten kaçınmıyordu. Sınıfın kalabalığından ancak sıyrılan Tuna yanıma varana kadar hareketsizliğimin şoktan olduğunu anlayamamıştım. ''Vera! Kendine gel.'' Omuzlarımdan beni sarstığın da kirpiklerim ardı ardına kırpıldı ve bedenim sonunda hareket haline geçti. Ceyda kapıdan çıkarken eli ayağı titrer vaziyette bağırmaya devam ediyordu, dirseğini Dağhan'a geçirdi ama kurtulamamıştı. Aksine Zeyd yanlarına varıp önden onu kaçmaması için baskıladı. Şu an sınıfın içinden gelen tek ses hıçkırık sesleriydi, yüzümü çevirdiğimde yere düşüp elleriyle yüzünü kapatan ve yanında iki kızın desteğini alan Hazal'ı görmüştüm. Onu ilk kez böyle görmek afallatmıştı. Gerçekten yanağını tutarak ağladığına göre canı yanmış olmalıydı, sadece gördüğüm halde bile canının çok yandığına emindim.

Tuna'nın elleri bedenimden çekildiğinde adımlarının sınıfın çıkışına olduğunu görerek bende peşine takıldım. Sınıftan çıkmadan önce Hazal'ın sesini duymaması için kapıyı da kapatmıştım. Koridorun sonunda kalabalık şekilde toplandıklarını görünce terlemiş avuç içlerimi dizlerime silerek onlara yaklaşmaya başladım. Burçak İkra'yı bırakmıştı, cama yaslı dikiliyorlardı ve yanlarında biri daha vardı. Atilla geri gelmiş görünüyordu. Dağhan da Ceyda'yı bırakmıştı ama Zeyd ile ellerini etrafta hazır halde bulunduruyorlardı çünkü Ceyda ayakta bile zor duruyor gibi görünüyordu. Titremeleri o kadar artmıştı ki dudaklarına kadar varmıştı. ''Tamam yok bir şeyim...''

Zeyd ve Dağhan kısa bir bakışma yaşayıp ellerini geri çektiğinde Zeyd'in tam arkasına geçtim. Tuna da Ceyda'nın tam önünde duruyordu. Titreyen ellerini geldiğini yeni fark ettiği Tuna'ya uzattığında kirpiklerinin bilinçsiz açılıp kapanmaya başlaması dikkatimi çekti. İçimi kötü hisler kapladı, öne doğru bir adım attım ama ben atana kadar Ceyda çoktan yere yığılmıştı.

Herkes telaşla ona yöneldiğinde kalabalık arttı, kulağıma dolan küfürler ve çığlıklar yükseldi. Zeyd o çığlıkların ve kalabalığın arasından Ceyda'yı kucaklayarak çıkardığında hızlı adımları merdivene yönelmişti ki şoka girmiş vaziyette bizi izleyen Tuna'yı fark etti. ''Tuna!'' Tuna onu duymuyordu. Hızlı adımlarla ve aldığım sık nefeslerle yanına varıp titreyen ellerimle onu sarstığımda kendine geldi. ''Revire haber verin.''

Ellerimi Tuna'nın üzerinden çektim, kendine gelir gelmez Zeyd'in önüne geçmiş merdivenlerden ikişer üçer inmeye başlamıştı. Ona yetişmeye çalışmak yerine Zeyd'in yanına geçerek kucağında titremeye devam eden ve yakasını tutan Ceyda'ya baktım. Ağzından tükürükleri baloncuk baloncuk çıkmaya başlamıştı.

''Ne oldu ona?'' Zeyd kendine kızar gibi kafasını sağa sola salladı.

''Günlerdir...almadı, Defne de komalık olup Hazal üstüne gelince sinir krizi geçirmiş olmalı, vücudu uyuşturucu istediği için krizi şiddetleniyor.'' Bir yandan dikkatimi ondan ayırmıyor bir yandan da hızına yetişmeye çalışıyordum. Günlerdir almıyor dedi, uyuşturucunun adını bile kullanmak istemedi.

Arkada kalan Dağhan ve Burçak küfürler savuruyordu. Sesleri o kadar yüksekti ki odağımı koparıyordu. Hemen arkamızdan gelen adım sesleri, öğretmenlere seslenen öğrenciler ve ne olduğunu anlamadan önümüzden çekilen öğrenciler sonunda gözden kaybolduğunda boş koridorda hemşire ve revirin kapısında Tuna göründü. ''Neyi var?'' Zeyd hemşireye bir şey diyemeden içeri girip Ceyda'yı sedyeye dikkatle yatırırken hepimiz merakla onu izliyorduk, endişeyle hepimiz sedyede titreyen Ceyda'ya bakarken revirdeki görevli teker teker bizi çıkarmaya çalıştı. ''Tamam lütfen siz dışarıda bekleyin.'' Tuna'ya yaptığı işaretle en son onunla beraber herkesi çıkarıp kapıyı üzerimize örttüğünde sessiz koridorda öylece kalakaldık. Tuna da bizim peşimizden Zeyd ile çıktığında ikisi de birbirinden bağımsız ellerini yüzlerine geçirdi. Tam bu sırada koridorun ucundan da Atilla geliyordu. Kaşları çatıktı ve anladığım kadarıyla olan biteni olayın hemen ardından tazeyken öğrenmişti. Soluduğu nefeslerle göğsü olduğundan daha da kabarıyordu.

Burçak boynunu kütletirken ''Bir bu eksikti...'' diye mırıldanmıştı. Sesinde öfke vardı. Atilla gelir gelmez ''O piç yaptırmış olamaz değil mi?'' diye sorarken yüzünü Zeyd'e çevirdi, sorusu onaydı ve sorusundaki o piç kastının kime ait olduğunu biliyordum.

''Eğer öyleyse onun dalağını ellerimde sökerim.'' diye bağırdı Dağhan.

Zeyd ise sadece ''Sanmıyorum.'' dedi. Kollarını çaprazlama bağlayıp etrafa bakınırken Atilla ''Böyle olacağı belliydi, sikeyim bağlılığı.'' diyerek oturağa tekme geçirdi. Olduğum yerde sıçrasam da bu hareketim göze çarpmadı. Köşeye sinmiş İkra ve gözü dalgınca etrafa kayan Tuna tepki bile vermemişti, Burçakta öfke içinde koridorda dört dönüyordu.

''Atilla.'' Zeyd'in uyarı dolu sesi boş koridorda yankılanınca Dağhan onu omuzlarından tutup zorla da olsa oturttu. ''Sen bir sakin ol istersen koçum.'' Atilla öfkeyle derin nefesler alırken Dağhan ağlamak üzere olan İkra'yı kolları arasına çekti. Defne'nin ardından bu onlar için hiç iyi olmamıştı. Hepsi şu an darmadağındı, en kötüsü de öfkeden gözleri kör olmak üzereydi. Zeyd'in ensesine uzanan ellerini gördüğümde ona doğru ilerlemek istedim, hatta izin verirse sarılmak ve kendimden onda eksik ne varsa verebildiğim kadar vermek istedim ama ayaklarım gitmiyordu.

''Artık gör olanları ve vazgeç İkra.'' İkra Dağhan'ın göğsüne gömülürken bir yandan onu korumaya çalışma çabalarına minnetle baktım. Burçak İkra'yı görünce dayanamadı, onu o halde görür görmez tüm öfkesi uçup gitmiş olmalıydı ki gidip yanına Dağhan'ın kollarından onu aldı. Dağhan Burçağın kafa işaretiyle kendini oturaklara Atilla'nın yanına bırakmıştı.

''Yine bana kaldın dostum.'' dedi kolunu Atilla'nın omuzuna atarken. Bir şekilde onları konuşturmaya çalışıyordu, en azından durumun ciddiyetini hafifletmek için bir çabası vardı.

Dağhan ve Atilla oturaklarda bacaklarını sektiremeye başladı. Zeyd yine duvara yaslanmış kafasını yukarı kaldırmıştı, İkra Burçağa sarılmış vaziyetteydi. Tuna'nın ise aklının yerinde olduğunu bile düşünmüyordum. Onun yanına yaklaşıp elimi omuzuna koydum, tepki vermemişti ama o sırada hepimizin tepkisini uzaktan gelen bir ses kendine çekmeyi başardı.

Koridorun başından adım sesleri geldi, yüzümü çevirdiğimde Tibet'i koca koridorda elinde sigarasıyla yürürken görünce hayretler içinde baka kaldım. Okulun içinde mi sigara içiyor ve buraya gelme cesaretini mi gösteriyordu? Bu çocuk canına mı susamıştı?

Atilla gözünü koridora çevirdiği anda kıyametin ufak çapta kopacağını anladım, sadece bunu idrak edip kabullenecek kadar vaktim olmamıştı çünkü Atilla Tibet'i görmesiyle aniden yerinden ayaklandı ve koşarak Tibet'i yakasından tutup duvara sertçe çarptı, Tibet'in elindeki sigara düştü ve koridorda inleyişleri duyuldu. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, geriye tek kalan şey Atilla koridorda yankılanan küfür sesleri oldu. ''Ulan orospu çocuğu, bunda parmağın çıkarsa var ya tek tek parmaklarını kıracağım. Andım olsun tek başıma her gün birer parmağını kıracağım.'' Dağhan Burçakla beraber Atilla'yı zorla Tibet'in üzerinden almaya çalıştığı sırada Tibet Atilla'yı göğsünden ittirdi. Yanında kimseyle gelmemişti, tek başına gelmiş hepsinin burada olacağını bile bile kendini onların arasına atmıştı.

''Ulan bir anlamadınız, sadece Ceyda konusunda bir bok yapmayacağımı. Okulu içindeki herkesle yakarım, kendimi de yakarım ama onun saç teline bile değdirmem ateşi. Hala odun kafalısın, öyle geldin öyle gidiyorsun. '' Tibet Atilla'nın dağıttığı üzerini düzeltirken sessizce duvara yaslanmış yere boş boş bakan Tuna'ya döndü. Kendini çok çabuk toparlamıştı, ki açık konuşmak gerekirse bunun bu kadarla kalması beni de oldukça şaşırtmıştı ama sözlerinin samimiyetine güveniyordum. Ona illa bir konuda güvenmem gerekseydi güveneceğim tek konu bu olurdu. Yüzümü bir kez daha onunla beraber Tuna'ya çevirdiğimde ne hale geldiğini ancak fark edebilmiştim, gözleri dolu doluydu. Ah! Ben gerçekten iğrenç bir arkadaştım! ''Ceyda nasıl?'' Tuna onu duymamış gibi yere bakmaya devam etti. Yanına gidip elimi iki yanına uzatıp sıktım. Hala tepkisizdi, omuzunu hafif sıksam bile bir tepki vermemişti. ''Tuna.'' kafasını seslenişime rağmen kaldırmadı. Zeyd ''Rahat bırak Tuna'yı.'' diyerek Tibet'in karşısına geçtiğinde Tibet ''Sana sormadım.'' diyerek Tuna'nın önünde geçmeye yeltendi ki Zeyd'in yakasından tutmasıyla sendelemek zorunda kaldı. Ne kadar onlara yeltenmek istesem de göz göze geldiğim Dağhan kafasını olumsuzca sallayarak beni yerime mıhlamıştı. ''Bak aslanım, benim sabrımı sınama. Eskisi gibi dağıtmayım bir tarafını.'' Aralarında geçen kısa iddialaşma taşıyan bakışlar son bulduğunda ikisinin de gözleri kısa bir an bana döndü, ardından Tibet Zeyd'in ellerini üzerinden çekip boğazını temizledi ve ''Ceyda nasıl? Biriniz cevap versin.'' diye sorusunu tekrarladı, az önce neden bana öyle baktıklarını anlayamadığım için sessizliğimi koruyarak Tuna'nın yanından kıpırdamadım. Kimseden bir süre cevap gelmedi, ardından Tuna hızla kafasını kaldırdı ve Tibet'e baktı. Gözlerinde öyle bir öfke vardı ki ilk defa onu böyle gördüğüm için içimi bir korku kapladı. Sabahki gördüğüm öfke bunun yanında bir hiçti.

''Siktir git buradan, yine elimde kalmak istemiyorsan.'' Tibet Tuna'ya şaşkınca baktı, bende en az onun kadar şaşkındım ve dudaklarım aralanmış elim havada kalmış şekilde ona bakıyordum. Kimse ifadesini değiştirmemişti, sadece nefret dolu bakışlarla Tibet'e bakıyorlardı. Sonra kendini toparladı, kafasını belli belirsiz salladıktan sonra arkasını döndü ve elinden çoktan düşürdüğü sigarasına basıp sessizce gitti.

Tuna kafasını tekrar eğerken onu kendime çekerek sarıldım. Az önce olanları tabi ki deli gibi merak ediyordum ama şu an daha fazla merak ettiğim bir şey varsa o da değer verdiğim insanların nasıl olduğuydu.

''Ben yanındayım.'' diye mırıldandım onu sıkı sıkı sararken. Kollarını belime sardı ve kafasını omuzuma gömdü. Ağlıyor muydu bilmiyordum ama yanında olduğumu bilmesini çok istiyordum. Sırtını sıvazlayarak sıkı sıkı sarıldım. Sadece nefes alışını duyabiliyordum. Gözlerimi dinmeyen sarılma ihtiyacıyla Zeyd'e çevirdim, gözlerinde yerleşik ve bir o kadar da silik bir tebessüm vardı.

Sana sarılmak istiyorum, sana nerden eksildiysen oradan gelmek istiyorum. Nereden yaralandıysan oraya dikiş olmak, nereden yandıysan oradan su olarak akmak ve sana varmak istiyorum.

Ama yapamıyorum.

Birkaç dakika o şekilde Tuna'ya sarılı vaziyette durdum ama sonra içerden çıkan kadınla ikimizde ayrıldık, Herkes kapının önüne alelacele adımlarla varmış merakla kadının iki dudağının arasından çıkacak şeyleri bekliyordu. Kadın hepimizin yüzünü bir süre incelediğinde yüzünden anladığım rahatlık sözlerden önce kalbime yerleşti. ''Merak etmeyin, sakinleştirici verdik. Şu an uyuyor siz derslerinize dönün muhtemelen siz çıkana kadar uyanmış olur.'' Hiçbirimiz tabi ki de bunu kabul etmeyecektik ve ne kadar öyle söylerse söylesin hemşirenin de bunu bildiğine emindim. Yine de görev gereği bu uyarıda bulunmuş gibi gelmişti. Uyarısının hemen ardından koridordan sessizce gitmeye başladığında kontrol bile etmeden hepimiz içeri girdik.

Uyuşturucu kullandıklarını bilmiyorlar mıydı? Yoksa bilip bilmemezlikten mi geliyorlardı? Tuna içeri herkesten önce girerken aklımdaki soruya bir cevap alabilmek için Zeyd'e yanaştım. ''Uyuş...'' O ise çoktan içimi okumuş gibi sorumu cevapladı. ''Bilmiyor, sadece kriz geçirdiğini söyledik. Ona göre müdahale etti.'' Anlamış şekilde önüme döndüm ve Tuna'nın yanına geçtim ama Zeyd'den de uzaklaşmamıştım.

Ceyda'nın yanındaki koltuğu Tuna'nın önüne çekip onu oturttum ve koltuğa yaslanarak Ceyda'ya baktım. Dudakları aralıktı, gözleri kapalı saçları sedyeden aşağı sarkar şekilde duruyor rahat bir uyku çekiyor gibi görünüyordu. Kirpiklerindeki nemi yüzüne vuran ışıkta net bir şekilde görebiliyordum. Diğerlerinin iç çekişlerini ve kendini sıkarken ki sık nefes alışlarını da en az görüntü kadar net şekilde duyabiliyordum. Sanırım sabır onların en büyük sınavı olduğundan zamanla sadece toz tanelerine değil sabretmeye de alışmışlardı.

'' Uyanınca ne olacak?'' Hepsi bilmiyor gibi birbirine bakarken Zeyd yine sakinliğini koruyarak soruma cevap verdi. ''Uyuşturucuyu arayacak ama şimdiki hale gelmesi için yine sinirlenmesi gerekecek.'' yani lafın kısası yine uyuşturucu alacak.

''Bugün yarış var.'' dedi Burçak kafasını eğdiği yerden gözlerini hafif Zeyd'e doğru kaldırarak. Söylemekten çok ima ettiği bir soru olduğunu sezdim. ''Bugün olmaz.'' diyerek kestirip attı Zeyd. Bugün olmaz tabi, bugün kafes dövüşü var.

Burçak'a kötü bir bakış attım ama bana bakmadığı için bakışlarımı görmemişti. En kısa süre de şu yarış hakkında da konuşup ödül işini unutmalarını söylemeliydim. Burçak Zeyd'e sessizce kafasını salladıktan sonra İkra'yı kolundan tuttu. ''Biz bahçedeyiz, hava alalım biraz.'' Zeyd İkra'ya baktıktan sonra gözünün kızarıklığını ve korkuyla titreyen çenesini fark edip kafasını salladı. İkra'ya baktığımda fazlasıyla korkmuş ve etkilenmiş olduğunu fark ettim. O yüzden Burçak İkra'yı burada bulundurmak istemiyor gibi görünüyordu. İkisi hızlı adımlarla odadan çıkıp kapıyı sessizce kapattı.

Atilla ve Dağhan sessizce ayakta dikiliyorlardı. Yaklaşık on beş dakika kimseden çıt çıkmadı. Zeyd kollarını birbirine bağlamış öylece boşluğa bakıyordu. Atilla ve Dağhan da aynı vaziyetteydi, Atilla sıkıldıkça odada tur atıyordu. Defne'nin durumunu kimse sormamıştı, ya şu an tek önem verdikleri Ceyda'ydı ya da haberi Atilla gelmeden önce mesajla almışlardı.

Bende hala Tuna'nın koltuğuna yaslanmış onları izliyordum. Birkaç dakika sonra Ceyda'nın kirpikleri hareket etti. Hızlıca yerimden doğrulurken Tuna da ayağa fırlamıştı. ''Tuana.'' Ceyda'nın elini tutmuş ona endişeyle bakıyordu, Tuana demesi gözümden kaçmamıştı.

''İyi misin? Nasıl hissediyorsun?'' Ceyda gözlerini araladı ve Tuna'yı görünce gülümseyerek elini yanağına koydu. ''İyiyim merak etme.''

Sesi o kadar zayıf ve cılız çıkmıştı ki bir an konuşanın o olmadığını sanmıştım, sözlerinin ardından güçlü ve korkutucu bir öksürüğe kapıldı. Atilla hızlıca yanındaki sehpadan su doldurup dikkatle ona içirdi. Ceyda suyu içerken ''Onların var ya topunu...'' diye mırıldandı ama devamını getirmedi.

Zeyd Ceyda'nın kana kana içtiği suyu yutarken doğrularak yanımıza geldi ve Ceyda'nın nabzını ölçtü. ''İyi hissettiğine emin misin? Halsizliğin var mı?''

''Biraz.'' dedi Ceyda elini onunkinden çekerken. Zeyd ile göz göze geldiğimizde derin aldığı nefesle sinirlerinin gerildiğini anladım. Yalan söylüyordu.

''Siz gidin, ben Tuna ile kalmak istiyorum. '' Hepsi olmaz dercesine baş ucunda dururken Ceyda gözlerini devirdi. ''Hadi dedim, iyiyim ben gidin siz öbür ders bizde geliriz.''

Zeyd diğerlerine çıkmalarını işaret ederken elimi tuttu. Nasıl bu kadar hızlı söylediğini kabul etmişti anlamamıştım ama asıl anlamadığım bundan daha çok merak ettiğim Ceyda'nın Tuna'yla baş başa kalmak istemesi olmuştu. ''geçmiş olsun Ceyda, hepimiz çok korktuk.'' diye mırıldandım. Bana gülümseyerek karşılık verdi ve ''Teşekkür ederim.'' diye konuştu halsiz bir halde.

''Öbür ders, yanımızda olmazsan seni kucaklayarak kaldırırım.'' Ceyda Zeyd'e gülerek el sallayınca Zeyd elimden çekerek beni odadan çıkardı, diğerleri de mecburiyetten çıkmış kapıda İkralarla karşılaşmışlardı. Ben karşılaşmayı bile sonradan fark etmiştim çünkü gözlerim kapısı kapalı revir odasında ve içeride kalan iki kişideydi. Ceyda'nın iyi olduğunu görmek içimi rahatlattığı için soruların kafama çektirdiği eziyet rahatlıkla geri dönmüş işine devam etmeye başlamıştı.

''Kendine geldi mi?'' Kafamı aşağı yukarı salladığım anda Burçak yanımızda rüzgâr gibi eserek içeri girdi. İkisi içeri girerken gözüm Zeyd'in elimi tutan eline indi. Yeni fark etmiş gibi elini elimden çekmiş, boğazını temizlemişti. ''Zile az kaldı, biz de dışarıda hava alalım biraz isterseniz.''

Adımlarını hızlandırıp önden önden gitmeye başladığında hemen yanımda duran Atilla ve Dağhan'la göz göze gelerek kurumuş dudaklarımı yaladım. İkisi de az önce somurtmuyor gibi sırıtıyor pişkin pişkin bana bakıyorlardı. ''O bakışlarınız beş saniye içinde değişmezse gözlerinizi oyacağım.'' ikisi de ağzına fermuar çekiyor gibi yaparken gözleriyle imalı bakışlar atmaya devam ediyorlardı, yanlarından geçip koşar adımlarla Zeyd'e yetiştim.

Okuldan çıktığımızda çiselemeye başlayan yağmurla üzerimiz ıslanmaya başladı. Bahçe bomboştu, henüz zil çalmamıştı. Boş bahçede gözüm köşeye kaydı, tek başına sigara içen Tibet'i fark ettim. ''Gerçekten merak ediyor.'' diye mırıldandım iç çekerek. Zeyd bana bakıp ardından Tibet'e döndü.

''Onu her gün görmesi bile ödül o piçe.'' tükürür gibi söylediği sözlerin ardından banka oturdu ve sigarasını yakmaya çalıştı ama yağmurdan dolayı zorlanıyordu. Ellerimi iki yanına duvar gibi açtığımda bana bakıp gözlerinde anlamadığım bir imayla izledi. Ardından yüzünde bir sırıtış belirdi ve sigarasını yaktı. Az önceki bu imalı iki göze ettiğim tehditleri şimdi bir çift yeşil göze edemiyordum.

Ellerimi soğuktan birbirine sürtmeye başladığımda Dağhan ve Atilla da yanımızda yaklaşmışlardı Üşüdüğüm için bacaklarımı topladım ve ellerimi yine birbirine çırptım. Dağhan kaşlarını çattıktan sonra ceketini çıkardı ve arkama koydu. Gerçekten tam bir centilmendi. ''teşekkür ederim.'' dedim gülümseyerek.

''Bir şey değil.'' Atilla da kendine bir sigara yakarken ''Benimkini de verebilirim.'' dediğinde gülümsedim. ''Yeterli, sağ ol.'' kafasını sallayarak sigarasını yakamadı sonra sırıtarak bana döndü ''Bana da ellerini açsana.'' Dediğini yapmak için eğildiğim sırada Dağhan ile gülmeye başladılar. Bana ihtiyaç duymadan sigarasını yaktıktan sonra çakmağı Dağhan'a uzattığında söylemek istediğini anlayıp masanın altından ayağına tekme geçirdim. Tepki vermemiş sadece göz kırparak gülmeye devam etmişti. Zeyd'in dudaklarında ise hoşuna gitmiş bir tebessüm vardı.

''Şu it oğlu it bakıp bakıp duruyor, Vera bize gözlerinizi oyarım ayarı çekiyordun. Şu piçinkini bir oyup gelsene ya.'' Atilla'ya baygın bakışlar attım. ''Komik misin sen?'' Dudak büzdü ve Dağhan'a döndü. ''Komik miyim ben kardeşim?'' Dağhan gözlerini belertti. ''Aaaa ne demek komiklik, sen ki cem yılmaz, sen ki bir tolga çevik.'' Atilla yeter dercesine elini salladıktan sonra bana döndü. ''Bak duydun mu, komikmişim.'' Ağzımdan küçük bir kahkaha kaçtı. Şu an hiç yeri ve zamanı değildi ama kendimi tutamamıştım.

''Atilla.'' Zeyd'in uyarı dolu sesini işitince Atilla derin bir nefes verdi. ''Sende papağan kesildin başıma, Atilla da Atilla.'' Zeyd kaşlarını korkutucu şekilde Atilla'ya kaldırınca Atilla ''Anlaşıldı.'' diye mırıldanarak ağzını yine fermuarladı.

Zil sesi okulun tüm köşesinde yankılanmaya başladığında Tibet bize doğru üzgün bir bakış atıp içeri girdi. ''İnşallah Ceyda'nın yanına gitmiyordur pezevenk. Gerçi Burçak onu bir güzel benzetir inşallah gidiyordur.'' Dağhan'ın sözlerinden sonra onun aksine inşallah gitmiyordur diye geçirdim içimden.

''Sarı çiyan nerde?'' dedi Atilla birden. ''Nerde olacak, kuyruğunu kıstırmıştır. Gelemez göt korkusundan.'' Dağhan'ın keyifle söylediği şey beni meraklandırdı. ''Neden ki?'' diye sordum merakla.

''Atilla nerde diye niye soruyor sanıyorsun, Hıncını almak için dalacak gene kafa göz çocuğa.'' Atilla'ya şaşkın bakışlarımı çevirdim. Bunu daha önce de duymuştum ama alışmam ciddi zaman alacaktı çünkü ne bu görüntülere ne de böyle olaylara alışmayı reddediyordum. ''Her şey onun yüzünden oldu, dövmediğim günler için şükretsin.'' Zeyd sessizce içtiği sigarasını bitirdikten sonra orta parmağı ile yere fırlattı ve yine botuyla güzelce ezdi.

''Dağhan, Git Ceyda'yı kontrol et Tibet ordaysa çıkar onu.'' Dağhan kalkmaya yeltendiği sırada Atilla onu eliyle durdurup ''ben giderim.'' diyerek onu kalkmaya yeltenmişti ki Zeyd ağır bir şekilde ''sen, dur.'' diyerek Atilla'yı durdurdu ve Dağhan'a gitmesini işaret etti.

''Ama neden abi ya.'' Zeyd arkasına yaslanırken küçük çocuk gibi küsmüş bakışlarıyla ona bakan Atilla'ya dikkatle bakıyordu. ''Sen beni aptal mı sanıyorsun? Yoksa kendini mi fazla zeki sanıyorsun. Çünkü Vera seni yeni tanımasına rağmen orda Tibet'i görünce çocuğu yamultacağını anlar.'' Bu konu da Zeyd'e hak verdiğime dair mırıltılar çıkardım. Haklıydı, gayette anlardım.

''Sen şimdi bana dolaylı yoldan aptal mı dedin abi?'' Atilla'nın bu sorusuna kıkırdadım. Zeyd'in yüzünde keyifli gülümseme oluşurken ''Buna mı takıldın?'' diye sordu. Atilla beni işaret ederek ''Aldın güzel gacıyı yanına, göm kardeşini. Yazıyorum hepsini ama.'' diye mırıldanınca bu kez kahkaha atmaktan kendimi alamamıştım.

''Yaz yaz, mürekkebin biterse söyle yenisini alayım.'' diye mırıldandı Zeyd'de.

Tuna eskiden çok eğlenceli olduklarından bahsetmişti, bence hala öyleler diye düşündüm. Başından geçen onca şeye rağmen ayaktalar ve hala gülüyorlar, ne kadar içleri kan ağlasa da.

 Başından geçen onca şeye rağmen ayaktalar ve hala gülüyorlar, ne kadar içleri kan ağlasa da

İkra

 

Loading...
0%