Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@byzloey

Instagram : Byzloey

Sizleri çok seviyor, iyi okumalar diliyorum. ^^

 

16. Bölüm | Kuçu Kuçu

7 rings, ariana grande

Ömürde bir olacak bir kalp tutulması yaşıyordum.

Dün gece ömür de bir yaşanacak bir aşk duygusunu ve bunun yanı sıra kalbimin beni arkasında bıraktığı her saniye parçalanıp tekrar birleşmesini hissettim. Hem de saatler boyunca, bu duygu hiç geçmedi. Oraya yaşamam için şart olan bir organmış gibi yerleşti, belki de yavaş yavaş sonumu getirecek bir virüs gibi yapıştı. Hangisi daha uygundu karar verecek akli düzeye saatlerdir sahip değildim. Geceden beri tek düşündüğüm o gördüğüm tek şey ise yeşil gözleriydi. Kulaklarım gece boyu bana sesini üflemişti, tüm güzel sözlerini ve en sonunda sırtını çevirip gidişini.

Buz gibi soğuk havanın bedenime hiç yememiş olduğum kadar sert esişiyle vurduğu tokatla titredim. Kış artık kapıda değildi içerideydi. Kalın Zeyd'e ait olan atkıyı sıkı tutarak boynuma iyice doladım ve beremi aşağı indirdim. Yavaştan karlar atışmaya başlamıştı ve o piti piti yaparcasına bizi yokluyor gibi bir yağıyor bir yağmıyordu. Bunun tek güzel yanı yerlerin buz tutamıyor olmalıydı. Onun harici her belirti dengesiz hayatıma uyum sağlayacak derecede dengesizdi.

Bu yıl kar beklenmiyordu ve beklenmediği halde yağdığına göre herkes kışın geldiğini kabullenmiş görünüyordu. Dışarı çıkıp evin kapısını kapattım, esiyordu. Hatta esmek az kalır vücudumu tokatlıyordu. Önümü iyice kapattığımdan emin olduktan sonra bahçe kapısını araladım ve hızlıca arkamı dönüp kapıyı kapattım.

Gelmişti.

Dün geceden sonra gelmesini beklemiyordum ama gelmişti. Motoruna yaslı vaziyette yorgun gözleriyle beni izliyor sigarasını içiyordu, en azından kapıyı kapatmak için hızla arkamı ona döndüğüm sırada gözlerimin yakaladığı saniyeler içinde bunu görmüştüm. Eğer kokusu rüzgarla bana ulaşmasa bunun uykusuzluğun gösterdiği bir halüsinasyon olduğunu düşünürdüm, çünkü o ve ona ait her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Akıl kaybettiriyordu.

Kapattığım kapının önünde derin bir nefes bıraktım seslice ve ona yüzümü dönüp ağır adımlarla ilerlemeye başladım. Bitmiş bir yüz ifadesiyle ona attığım adımları izliyordu. Üzerinde sadece siyah kapüşonlu bir sweat ve altında siyah dar bir pantolon vardı. Kazağının altından çıkan beyazımsı görüntüyle tarz görüntüsü nefes kesiciydi ama üzerine palto bile giymemesi beni endişelendirdi. Dün öylece arkasına bakmadan giderken de üzerinde bir şey yoktu, çırılçıplak yara içinde kalan vücuduyla soğuk gecenin karları altında öylece dikilmişti.

Dudaklarımı ısırdım, o halde kendisi üşümese de ben arkasında kalmış halde soğuktan tüm hücrelerimle donmuştum. Ceyda kaç dakika sonra gelmişti onu bile hatırlamıyordum, geldiğinde de tek kelime etmemiş sadece motora yönelmiş hassaslıkla beni eve bırakmıştı. Bakışları yumuşaktı ama soru sormamıştı.

O beni eve bırakır bırakmaz attığım her adımdan aldığım her nefese kadar sözlerinin doğruluğunu tarttım. Zeyd'i gerçekte o kadar da tanımadığımın farkına varmıştım ve hala bunu kabullenmeye çalışıyordum. O sandığım elinden kitap düşürmeyen sessizlikle bile etrafı ürkütüp başka bir yola başvurmaya ihtiyaç duymayan çocuk değildi. Onun sessizlikle ürküttüğü etraf onun gerçek yüzünü biliyordu, onun diğer maskesini tanıyordu ve ben onunla henüz yeni tanışma fırsatı bulmuştum.

O güzel, edebi anlamları barındıran sözleri ve o sözlerin çıktığı dudaklarından bir ağız dolusu küfür ve bağırışlar da çıkıyordu.

Onu çok yanlış tanımıştım ama yargılayamıyordum da sessiz değildi sadece öfkesini dışarı yansıtmıyor kafesin içine girmeyi bekliyordu bu da sakin kalmasını sağlıyordu. Kimse durduk yere bu hale gelmezdi, onu ya iten ya da engellemeyen bir şeyler olmalıydı.

Şu an karşımdaki Zeyd ile dün geceki Zeyd gözüme onca şeye rağmen o kadar farklı geliyordu ki, aynı kişi olduklarına inanmakta güçlük çekiyordum. Bir elmasının iki yarısıydı sanki. Bir yarısı çürüktü, diğeri de yarısından ötürü çürümeye başlıyordu. Derin bir iç çekerek soğuğu tüm hücrelerime yaydım. İkimizde konuşmaktan ve birbirimizi anlamaktan aciz birbirimizin karşısında dün geceki gibi kar altında öylece dikiliyorduk. Dün kafeste gözü dönmüş ve sadece hırsla intikam hisleri taşıyan biriydi, bugün ise orman yeşili gözlerini kaldırmış bana bakıyordu. Fazla masum ve fazla iç yakıcı şekilde.

Sonunda bu sessizlik savaşında yenilgi kabul ederek sigarasını yere attı ve ''Günaydın.'' Diye mırıldandı. Nemli zeminde ıslanan sigaranın dumanı yükselmeye başladığında gözlerimi ondan az önce dudaklarında olan sahibine kaldırdım. Tek görünen kaskı alıp bana uzattığında kafamı olumsuzca salladım. ''Sen tak.'' Kaskı uzattığı elini hafif geri çekti ve düşen yüzüme baktı. Aramızdaki boşluğa doğru bir adım attığında bağcıklarını düzgün bağlamadığı botları tam göz hizama gelmişti.

Bir süre aramızdaki kısa mesafede birbirimize baktık ve an kafama geçirilen kaskla sona erdi. Kafama geçirdiği kaskın kemerini takarken gözlerimi açığa çıkardı ve yüzüm tamamı ile sıcakla kaplanırken gözlerim soğuğun tek hedefi haline geldi. ''Bu kalsın, gözlerini hiçbir şey gölgelesin istemiyorum.'' Sesi kısılmıştı, dün gece o kadar bağırıştan ve gülüşünden olsa gerekti.

Gözlerime derin bakışlarla bakarken çektiği derin nefesler boğazına takıldı gibi hissettim, bir süre yutkunamadı ve buruk bir şekilde gülümsedi. Sessiz kaldım çünkü ne diyeceğimi bilemiyordum ve ona nasıl davranacağım konusunda da hala bir karara varamamıştım. Ona yardım etmekten ve yardım eli uzatmaktan vazgeçmeyecektim ama ona karşı duygularımı engelleyebilirdim. Tabi engellemek istiyorsam.

Bana dün geceki gibi sessizce arkasını döndü ve motora binip bekledi. Arkasına desteğini almadan binip ellerimi her zamanki kavisli bel bölgesine sardım. Sıcaklığını kollarımın arasında hissedebiliyordum ama tutuşuma dikkat ediyordum çünkü yaralıydı ve canını yakacağımdan korkuyordum. Ben motora biner binmez ayağımı yerden keser kesmez motoru çalıştırdı ve bir dakika bile beklemeden sürmeye başladı. Bugün yapmam gereken konuşma birdenbire aklıma düşünce gözlerimi yumdum ve yüzümü buruşturdum. Tamamen unutmuştum.

Yüksek ihtimalle kazanan olamayacaktım çünkü beni kimse tanımıyor muhtemelen bana acıyor ve beni sevmiyorlardı. En az yarısının Tibet'ten ötürü bana karşı böyle olduğuna emindim çünkü okul tam anlamıyla ikiye ayrılmıştı ve yarısını sadece bu sebepten kaybettiğim açıktı. Tuna ile dünden bu yana da hiç konuşmamıştık ve bana şaşırtıcı şekilde hiçbir şey sormamıştı. Bu inanılmaz garip ve inanılmaz bir durumdu çünkü benim bildiğim Tuna dün gece neredeydim, neden Ceyda'yla bir anda okul sonrası kayboldum ve ona haber vermedim diye tonla sorular sormalıydı.

Tabi eğer tüm bu soruların cevabını bilmiyorsa.

Okula kadar geçirdiğimiz yol boyu soğuk yüzüme yüzüme vurdu ve gözlerimi yaşarttı. Hatta birkaç damla düşmüştü bile. Gözlerimi yumup gelmemize dakikalar kalan yol sonlanmadan kafamı onun sırtına yasladım. Öyle uykum vardı ki tam bu anda yolculuk esnasında bile uyuyabilirdim. Soğuk her ne kadar buna imkân vermeyecek gibi olsa da gözlerimi yummanın iyi geldiğini hissedebiliyordum. Kafam Zeyd'in sırtında gözlerim yumulu şekilde okula girdiğimizi artan gürültülerle anladım. Zorunlulukla araladığım gözlerimden isteksizlik akıyordu. Zeyd yavaşlayıp her zamanki park yerine geçtiğinde gözlerim bahçeyi taradı. Araçlarını bazen bahçe içine bazen bahçe dışına bırakıyorlardı, bunu kafalarına göre yaptıklarına neredeyse emindim.

Köşede dikilen ve telefonla konuşan Tuna'yı gördüğümde ellerimi Zeyd'in belinden çektim, ondan başka bizden kimseyi okulda göremiyordum. Motorları da yoktu. ''Herkes nerede?'' diye mırıldandım, Tuna bize döndüğünde belli belirsiz gülümsedi. Sanırım o beni çekmeden ben onu sağlam bir sorguya çekecektim. Zeyd yüzüme bile bakmadan motordan inerken ''Meyustalar.'' Diye cevapladı sorumu.

''Gelmeyecekler mi bugün?'' bilmiyorum dercesine dudak büzdü. ''Hastaneye geçtim gece, onlarla geceden beri konuşmadım.'' Anlamış bir edayla kafamı aşağı yukarı salladım. Çıkardığım kaskı ona uzattığımda içimi kemiren bir soru zihnimi delicesine işgal etti. Arkamı dönüp telefon konuşmasını sonlandırmış Tuna'ya gitmeye yeltenmiştim ama zihnimi işgal eden o soru beni olduğum yerde durmaya zorladı. Ona döndüm ve boğazımı temizleyerek kaçamak bakışlarımla dudaklarımı araladım. ''Dün... Geri döndün mü?'' Motorunun yanından ağır adımlarla bana yaklaştığında tuttuğum nefesi sessizce dışarı bıraktım. ''Hayır.'' Net sesi içimden büyük bir yükü başka eve taşınan kiracı gibi taşıdı ve yok etti. ''Dağhan'a onunla ilgilenmesini söyledim.'' Yanımdan geçip giderken yarıda bıraktığı ilk iş olmasına rağmen bırakmakla kalmayıp ilgilendiği için sevinmiştim. Onun gittiği yerde öylece dikilmeye devam ederken arkamdan biri omuzuma kol atınca sarsıldım ve kendime gelerek çatık kaşlarımla arkamı döndüm.

Uykusuzluğun ve dengesizliğin salgıladığı öfke hormonum tavana yaklaşmıştı o yüzden kolay sinirlenebiliyordum. ''Günaydın güzellik abidesi.'' Yüzümü çevirdiğimde keyifli yüzü benim yüzümden saniyesinde düşen Tuna ile göz göze geldik. ''Bir şey olmuş.'' Diye mırıldandı ve kolunu omuzumun üzerinden sallamayı kesti. ''ne oldu anlat.'' Dudaklarımda zorla oluşturduğum tebessümle ''Bir şey olmadı uykusuzum sadece. Bir de konuşma falan...'' dedim onu geçiştirircesine. Gözlerini kısıp doğru söyleyip söylemediğimi tartarken elim omuzuma uzatıp kolunu indirdim. ''Hadi okula girelim, üşüdüm.''

Onu beklemeden beremi düzelterek okulun girişine hızlı adımlarla yürüdüm, yürürken aynı zamanda ısrar etmemesi için dualar ediyordum. Neyse ki etmedi ve arkamdan sessizce gelmekle yetinerek beni soru yağmuruna tutmadı. Bu aralar onda bir farklılık seziyordum ve oldukça şaşırmadığımı söylesem yalan olurdu. Okula girdikten sonra kantine yönelerek beremi çıkardım ve havalanan saçlarımı ellerimle düzelttim. Tuna bana yetişip içeri girdiğinde ikimizde karşımızdaki görüntüyle aynı anda adımlarımız durdu ve duvara çakılan resimler gibi öylece asılı kaldık. Yüzlerimiz şaşkınlıkla birbirine döndü ve tekrar karşımızdaki görüntüye emin olmak ister gibi döndük. Çünkü bu görüntü hiç hayra alamet değildi.

Hazal ve Murat yan yana gayet samimi şekilde kantinin ortasındaki masada oturuyordu. Murat'ın yüzü tamamı ile dağılmış, burnu sargılı şekilde duruyordu ama canı yanmıyor gibi Hazal'ın yanında oturuyordu. Onlara tiksintiyle bakan köşede oturan İzel'i görebiliyordum. ''Bu itin ne işi var burada?'' Tuna öfkeyle ileri adım atmaya yeltendiğinde elimi önüne bel hizasına indirdim. Bu hareketimle Murat'ın bakışları hissetmiş gibi anında bize döndü ve dikkati dağılan Hazal da Murat'ın nereye baktığına bakmak için kafasını çevirdi, böylece ikisinin de bakışları ayakta duvara asılı resimler gibi duran bize kenetlenmişti. Tuna'nın dün gece dahil olan her şeyi bildiği belliydi, ona son zamanlarda bir şey sormak içimden gelmiyordu çünkü bu bizi atışmaya sürüklerdi ve son ihtiyacım olan şey onu da kaybetmekti. Bu yüzden sanki ben anlatmış gibi varsayarak sessizce ondan destek aldım.

''Sevgilime alıcı gözüyle bakmaya devam mı edeceksiniz?'' Hazal tek kaşını kaldırarak bize doğru masanın üzerinden hafif eğildi. Sesindeki ters tını öfke duygumu kontrolsüzleştiriyordu ama sakinliğimi korudum. Tuna bu sözlere kendini tutma gereksinimi duymadan güldü. ''Sana da ona da anca hurdacı olursam o gözle bakarım.'' Hazal alayla gülerek Tuna'ya karşılık verirken İzel ile göz göze geldik. ''Aa! Ben seni zaten öyle biliyordum.'' Sinirden ellerimi yumruk yaparak çenemi sıktım. Hayır, kesinlikle dün geceden sonra bir de bugün karşılık verip başımı ağrıtmayacaktım. Murat bacaklarını keyifle sandalyeye uzatırken yüzünü ekşitmemek için kendini nasıl sıktığını gördüm. ''Neden yanında Vera'yı gezdirdiğin belli oldu.'' Diye mırıldandığı sırada şimdiye dek aklıma yatan tüm düşünceleri siktir ettim ve karşılık vermek için dudaklarımı araladım ama benim yerime arkamdan ürkütücü tonda beni bastıran bir ses duyuldu.

''Kalan kaburganı da biz mi kıralım aslanım?'' hemen arkamdan yanıma geçen Atilla'yı gördüğümde içimde heyecan ve mutluluk parıltıları belirmişti. Onları her daim arkamda görmeyi ve hissetmeyi seviyordum. Hepsi üzerine anlaşmış gibi giydikleri deri ceketlerle siyahlar içinde etrafımı sardığında etrafını silüetlerin sardığı bir köprü gibi hissetmiştim. Murat diğerlerinin yüz ifadesi ve Atilla'nın korumacı tavrına alayla gülümsedi ama sonunda canı yanmış olmalı ki gülüşü yarıda kesmek zorunda kalmıştı, keşke beter olsaydı.

''Düşene bir tekme daha vurabilecek kadar şerefsiz olduğunuzu biliyordum ama herkesin içinde bunu kabul edeceğinizi beklemezdim.'' Kantinde belli bir gerginlik seviyesi oluşmaya başlarken Tibet'in tarafında kalan okulun diğer öğrencileri hafif kıkırdadı ama bu kıkırtılar Burçağın öne adım atmasıyla kesildi. Gülerek burnunu kaşır gibi yaptığında yüzündeki bu ifadenin ne olduğunu kesinlikle tahmin edebiliyordum. Belki hala içlerinde sayılmayabilir ya da onlar gibi göz göze gelir gelmez düşüncelerini anlayamayabilir bakışma dilini bilmeyebilirdim ama artık onları hissedebilmeye başlıyordum.

''Bende senin bu yüzsüz halinle hala karşımızda durup nefes alıyor olmanı beklemezdim ama hayat işte, bazı şeyleri insanlara mecbur kılıyor. Mesela ben kendimi şu an sağlam kalan her yerini kırmaya mecbur hissediyorum.'' Burçağın bu asi tavrı Murat'ın oturmasının toparlanmasına sebep oldu, bacaklarını uzattığı yerden çekmiş dik durmaya çalışmıştı ama bu halde hiç şansı yoktu. Hatta normalde de ne Atilla'ya ne Burçağa ne de Dağhan'a karşı şansı yoktu, Zeyd'i söylemiyordum bile.

Murat'ın bu ürkek tavrına gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırıp ısırdım, sanırım yaralı kuş sadece bizimkiler gelene kadar ötüyordu.

''Sevgilim.'' Dedi Hazal kelimenin her bir hücresine baskı uygulayarak. ''Biz bahçeye çıkalım en iyisi. Temiz hava sana da iyi gelir.'' Ona yardımcı olmak için koluna girdiğinde Ceyda keyifle kollarını çaprazlama bağlayarak arkamda gölge olmaktan çıktı ve sesini incelterek ''Sevgilim.'' Dedi, dudaklarına yayılan gülüş hiç hoş hisler uyandırmıyordu. ''Biz bence dayak yemeden sıvışalım.'' Sesini normalde dönüştürerek ''Demek istedi aslında.'' Diye eklediğinde bu kez bizim tarafımızda olan öğrencilerin gülüşleri kantinde yankılandı. Hazal Ceyda'nın sözleri üzerine sakinleşmek istercesine gözlerini yumdu, burun kenarları aldığı sık ve keskin nefeslerle genişliyordu. İkra yandan gülümsediğinde bu kez bakışlarım korkuyla ona döndü, sanki Ceyda'dan pas almayı ve ona bekliyor gibi bir hali vardı ve gülümseyişi istediği pası almış gibi hissettirdi. ''Sevgilinle beraber olmak istiyorsan biz de seni hastanelik edelim tatlım, bedavadan okuldan yırtar yan yana erkek arkadaşınla yatarsın.'' Hepsi yan yana dizilmiş intikamla fokurdayan kanları ve istekli bakışlarıyla Hazal ve Murat'a hatta arada da Tibet'e bakarken bende yüzlerinde gözlerimi gezdiriyordum. Bu basit bir dalaşma değildi, bu Hazal'ın Ceyda'ya yaşattığı krizin intikamıydı. O gün nasıl onların zayıf anlarında vurdularsa onlar da şimdi onlara vurmak istiyorlardı, hatta belki de paramparça etmek istiyorlardı.

Ki açıkçası eğer hala sağlam duruyorlarsa bunların yanımdaki şahısların merhametinden olduğunu anlamaları gerekiyordu.

Hazal sonunda hâkim olamadığı siniri gülüşüyle dışarı vurmaya başladığında hemen solumdan Buğlem ve Begüm geçti, Dağhan'ın dikkati kısa süreliğine dağılsa da uzun sürmeden toparlandı. İkisinin suratında da ne olduğunu anlamaya çalışır bir ifade dolanıyordu, Hazal'ın yanına geçtiklerinde bile ikisi birbirine bakıp Hazal'ın mental durumunu gözleriyle tartışıyor gibilerdi. Muhtemelen arkamızdan geldikleri sırada konuşmanın ufak bir kısmına kulak misafiri olmuşlardı ama eksik parçaları toparlayacak zekaya sahip olmadıklarını düşündüğüm için bir şey anlamadıklarına emindim.

Hazal gözlerini aralayarak dudaklarına sinirle yayılan gülümsemesiyle bize baktığında gözlerim kaçamak şekilde İkra ve Ceyda arasında gezindi, damarlarına basacaktı. Bunu gözlerinde yanan zevk ateşinden anlayabiliyordum. ''Çok meraklıysan hastane görmeyi, biraz daha şeker ye küçük kız. Böylece kendin deneyimlemiş olur kızıl arkadaşını hastanede tek bırakmış olmazsın.'' İkra'nın avucunun sıkılaştığını ve keskin tırnaklarının aynı benimkiler gibi avucunun içine battığını fark ettiğimde araya girmek istedim ama ben araya girmeye yeltenemeden İkra'nın dudakları aralandı. Tuna öfkeyle yumruk yaptığım avucumu sardığında sakinlikle elimi gevşettim. ''Senin deneyimlemeni tercih ederim, bir ömür boyu ve tek başına.'' Begüm ve Buğlem aralarında yaşadığı bakışmayla olayı kavradıkları yüz ifadesiyle bize döndüklerinde hazırda bekler gibi onlara bakışlarımı diktim. Bu sırada köşede durduğunu fark ettiğim Tibet gürültüyle doğrultu ve çarptığı sandalye sesi içeride yankılandı. Herkesin gerginliği altında ezildiğimi ve bunaldığımı hissederek bir adım gerilemeye yeltendiğim sırada güçlü bir bünyeye sesle çarpıp olduğum yerde sektim. Arkamı dönmeme bile gerek yoktu çünkü kokusundan bu bedeni tanıyabilirdim, sıcaklığını tenim tanıyabilirdi.

''Neden ayakta dikiliyorsunuz?'' dedi keskin bir ses tonuyla. Sesi yine cızırtılı geliyordu ama bu hoşuma gidiyordu. Bu sorunun bana değil diğerlerine olduğunu herkes hareketlenip az önce olanların hiçbiri olmamış gibi davranınca anladım. Yavaş adımlarla köşeye geçmeye başladıklarında Tuna kolumdan beni sürükleyerek onların yanına ilerlemeye başladı. Önümüze geçen Zeyd çıkardığımız hışırtıyı duymazdan gelerek yanlarına adımlıyordu.

''Ne yapıyorsun?'' diye fısıldadım kolumu kurtarmaya çalışırken ama ne mümkündü. ''İkimizi de iki ateş arasında yanmaktan kurtarıyorum. Şimdi kapa çeneni ve otur.'' Endişeli haliyle beni önümüzdeki sandalyeye omuzuma uyguladığı baskıyla oturttuktan hemen sonra kendine de arkadan bir sandalye çekti ve geri sayısız birden fazla bombaların yanında yerimizi aldık.

''Ben de diyorum benim pezevenk nerede?'' Atilla'nın sesiyle dikkatim karşımda oturan Zeyd'den ona döndüğünde gözlerinin takip ettiği noktayı izledim ve sarı saçlarıyla kantinin girişinden Tibet'e yürüyen Samet'i gördüm. Benimle beraber diğerleri de göz ucuyla bile olsa o tarafa dönmüştü ve Tibet'in adımladığı Muratların masasına Samet'te geçti. Esel de hemen arkasından girerken gözü bana dönmüştü. Kısa bakışlarından ve gözlerini kısışından bizim tarafımızda olduğunu anlayabiliyordum.

Edis sayesinde.

''Atilla şimdi değil.'' Burçak uyarıyla mırıldanarak bakışlarını masaya çevirdi, Atilla yine de Samet'e kenetlenmiş saf nefret ve intikam arzusuyla bakmaya devam ediyordu. Gözlerim camdan dışarıyı taradı, İzel'i arıyordum ama henüz ortalıkta görünmüyordu. Belki onun gelişiyle bu gergin ortamdan sadece nefes almak için de olsa uzaklaşabilirdim. Tuna kafasını bana çevirince nedense düşündüklerimi hissettiğini düşündüm, camdan ona yüzümü çevirdiğimde aynı anda anlaşmış gibi ayaklandık ama onu oturttum. ''ben sıcak bir şeyler alayım.'' Eğer o gitseydi ben burada kalmak zorunda kalacaktım, beraber gitsek konuşmamız gerekecekti. İki ihtimali de istemediğim için diğerlerini arkamda bırakan büyük ama ağır adımlarla kantinci ablaya yaklaşmaya başladım. İçecek kokuları şimdiden burnuma yaklaşmıştı. Cebimden parayı çıkarırken kantinci abla da iki bardak çayı köşedeki gence uzattı ve önüne varan bana döndü. Burası sadece içecek değil yemeklerin de karıştığı ağır bir kokuyla sarılıydı. Sipariş ettiğim sıcak içeceklerin hemen ardından cebimdeki tüm parayı uzattım, kantinci alıp kenara bıraktıktan hemen sonra karton bardakları çıkarıp makinenin tuşuna bastı. Hemen çaprazımda olan düşman masasını yok saymaya çalışarak kendi masamıza bakıyordum. Onların hemen dibinde sayıldığım için kasılmıştım ve bunu belli etmemekte zorlanıyordum.

''Madem iyi değilsin, bu kadar pis dayak yedin neden hala dikleniyorsun?'' Tibet'in azar dolu fısıltısı kulağıma ilişti, ne kadar zor olsa da kısık konuşsa da duyabiliyordum. Memnuniyetsiz surat ifademle ve göz ucuyla Murat'a baktım. Ciddi manada kötü görünüyordu, yüzünün görünen kısımları morluk ya da en iyi haliyle kızarıklıkla doluydu. Nasıl geldiğini ve ayakta durduğunu idrak etmekte zorlanıyordum. Onun inatçı ve kinci bir insan olduğunu biliyordum ama kendi canını es geçecek kadar olacağına ihtimal vermezdim. Eli bir kaburgasının üstünde nazikçe dolaşırken omuz silkti.

Gözlerimi önüme konan saleplere çevirdim ve tepsinin kenarını tuttum. ''Siparişiniz.''

Kantinci ablaya gülümseyerek teşekkür ettikten hemen sonra yavaşça ve dikkatle masamıza doğru ilerlemeye yelteniyordum ki benim tarafımda oturan birinin çelmesine takıldım ve düşercesine sarsıldım. Hissedeceğim sıcaklığı ve yerin bedenime çarpacağı sertliği hayal bile edemeden gözlerimi yanacağımdan emin şekilde yummuş vaziyette ikinci kez sarsıntı yaşadığımda birkaç saniye bekledim. Yerin sertliğini ya da sıcaklığın hiçbir zerresini hissetmemiştim. Düşmekten son anda kurtulmuş sadece büyük bir gürültüyle elimdeki tepsiyi düşürmüş herkesin dikkat duygusunu bir anda üzerimde toplamıştım.

Kulağıma bir inleme geldiğinde bileğimi sıkan ele ve elin sahibi olan yüze döndüm. Murat yüzünü ekşitmiş acıyla inliyordu ama yine de bileğimi bırakmadı. Ona baktığım birkaç saniye içinde Hazal şiddetle yerinden ayaklandığında dikkatim dağıldı, kendime gelerek doğruldum ve bileğimi tutan elinden kurtuldum. ''NE YAPIYORSUN SEN?!'' diye bağırdı İkra hiddetle Hazal gibi yerinden kalkarken. Onun hemen ardından Begüm ve Buğlem anlamadığım hızda İkra'nın önünü kesmeye kalktı ama Ceyda önüne geçtiğinde adımları gerilemişti. Bedenimi saran acıyla yüzümü yere eğdiğimde bacağıma sıçrayan sıcaklıkla yüzümü ekşittim ve tam o anda birinin belimi kavramasıyla geriye çekildim.

''İyi misin?'' diye fısıldadı, sesinden çok kokusu zihnime ulaşmıştı. Dünden bugüne kalan kuruyan kanlı elleri bana hiç ama hiç dünkü kadar soğuk gelmemiş ya da bedenimi sarmasını istemiyor gibi hissettirmemişti. Kafamı aşağı yukarı sallayarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve ona baktım, bu yakınlık her zaman akıl çelici bir andı.

Her zaman beni büyüleyen ve kokusu huzur veren tek şeydi. Bedeni, yüzü varlığı ve her zerresi aklımı karıştırıyordu ama ben karışıklığına bile âşık oluyordum. Siktir! Elim yanıyordu.

İnleyerek elimi aramızdan yukarı kaldırdım, kızarmıştı. Anın etkisine öyle kapılmıştım ki elimin yandığının yeni farkına varıyordum. ''hani iyiydin.''

''Hani sende sessizdin.'' Diye karşılık verdim. ''hiçbir zaman bunu söylemedim.''

''teknik olarak bende söylemedim. İkimizin de yüzünde o ifadeler vardı sadece.'' Çarpık bir gülüşle beni kenara çekerken ''O zaman ikimizde yalancıyız.'' Diyerek karşılık verdi.

Hazal'ın sesi neredeyse kantini inletecek kadar yükseldiğinde dikkatim tekrar dağıldı, uzaklaştığımız kantinin orta kısmına döndüm. Zemine yayılan salebin üzerine basan Ceyda, İkra ve diğer kızlar kendi aralarında yine ve yine zıtlaşıyordu. Benim gözümse sadece siyah saçların üzerindeydi çünkü onun tekrar bir nöbet geçirmesinden korkuyordum. Tuna'nın köşede tetikte izlemesine bakılırsa o da aynı korkuyu taşıyordu.

''Ben o ses tellerini teker teker koparmadan desibelini düşür.'' Diye uyardı Ceyda Hazal'ı tam önünde dimdik dururken. Elim sıcak bir elin üzerine konulduğunda gözlerimi onlardan çektim. ''Endişelenme.'' Diye mırıldandı. Onun da benim gibi endişeleneceğini düşünmüştüm ama öylece kıvrılmış dudaklarıyla olanı izliyordu. En azından önlem alır diye düşünmüştüm ama görünene göre pek öyle olmamıştı.

''Teşekkürler.'' Kantinci ablanın uzattığı yanık kremini avucunun içinde duran ve kızaran elime sürmeye başladığında ''Canın yandı mı?'' diye sordu.

''yanmadı.''

Kafasını aşağı yukarı salladı, o elime krem sürerken bende onunkilere baktım. Elimi kemiğinin üzerine uzatmıştım, dokunmak ve belki de iyileştirmek istedim ama buna izin vermedi. Elini çekerek boğazını temizledi ve elimi sıcaklığına terk etmek zorunda bırakır gibi bıraktı.

Kremi kapatıp bana arkasını dönerek kantinci ablaya uzatırken arkasında buruk bir şekilde tebessüm ettim. ''Şimdi yandı.''

''Yeter Ceyda, köpeklerini al ve geç masana.'' Tibet'in öfkeyle söylediği sözler Zeyd'in bile o bölgeye dönmesine sebep oldu. Ben de elimin ve bacağıma sıçrayan yanığı unutmuş şaşkınlıkla kantinin ortasına dönmüştüm. Tibet'in uzun boyu kızların arasından göründü. Bakışları doğrudan Ceyda'ya kenetliydi ve sözleri de bakışlarını takip ediyordu.

Dağhan Ceyda'nın önüne geçti, muhtemelen yeterince öfkelendiğini düşünüyor daha fazla artmaması için onu koruyordu ama Ceyda buna izin vermedi. Tibet'i ilk defa bu kadar keskin bir şekilde karşılarında dikilirken gördüğüm için fazlasıyla şaşkındım, yüzünden hiçbir şeyi önemsemediği ve bu durumdan sıkıldığı belliydi.

''Köpek mi dedin lan sen?'' diye fısıltı düzeyinde konuştu Atilla. Şu an üzerine oynanması gereken en son kişi oyken çok yanlış yerden üzerine oynamıştı. Burçak sıkıntıyla gözlerini yumarak nefes verirken ''hay sikeyim.'' Diye mırıldandı. Tuna Ceyda'nın hemen arkasından bana bakıyordu, gözlerimiz kesiştiğinde dudaklarımı araladım. Bu bakışı biliyordum, artık kavgalar başlamadan bunu anlayabiliyor önceden neler olabileceğini hayal gücümüzle gözümüzde canlandırabiliyorduk. Çünkü bu okulda olaysız bir gün bile geçmiyordu.

''Atilla, uzatma geç yerine.'' Dedi bir kez daha Tibet. Sesi bu kez durgun olsa da alacağı karşılığın bu kadar durgun olmayacağına kalıbımı basardım. ''Tekrar söylesene köpek diye. Bak seni lime lime edip yedirmiyor muyum köpeklerine.'' Atilla Tibet'e doğru bir adım attığında yine göz ucuyla Zeyd'e baktım, arkasındaki kantinin kilitli kapısına yaslanmış keyifle onları izliyordu. Yüzüm düştü, tekrar önüme döndüm. Tibet'te Atilla'nın karşısına dikelmişti. Elimi alnıma koyup ovuşturdum, bazen lisede olduğumuzu ve bu ergenliklerin normal olacağını kendime hatırlatmaya çalışıyordum ama yine de iğrençlik hissi içimden gitmiyordu. ''Geç yerine...'' Atilla'nın yüzüne eğildi. ''kuçu kuçu.'' Tibet'in bunu demesinin hemen ardından en az benim tepsiyi düşürmem kadar yüksek bir patırtı koptuğunda yerdeki salebe karışan kanı gördüm. Atilla Tibet'e sağlam bir kafa çakmıştı. Gözlerim irileşti, yere akan kana ve Tibet'in yakasını tutan Atilla'yla arasında gidip geldi. Zeyd doğruldu, elleriyle belimi arkamdan kavradı ve yüzünü yine saçlarımın arasına geçirerek ''Sakin kal, Tuna ile sınıfa çık.'' Diye fısıldadı. Ardından tenimden ve saçlarımdan çektiği derin nefes tenimi karıncalandırdı. Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Zorluk çıkarmadığın zamanlar gözümde çok daha tehlikeli bir hal alıyorsun.''

''O ne demek?'' diye mırıldandım, ellerini belimden yavaşça çekmeden hemen önce beni kendine döndürdü ve baş parmağını dudağımın üzerine koydu. ''Dudaklarından çıkanlar bazen kontrolsüz bir öfkeye yol açarken bazen de kontrolsüz bir şehvet uyandırıyor. Bunu ne kadar göstermek istesem de şimdi yeri değil.'' Beni tekrar ona sırtımı dönecek vaziyete getirdiği sırada dudaklarından bir küfür kulağımı çınlatacak bir ıslıkla beraber döküldü. Tibet Atilla'ya kanayan burnunu umursamadan sert bir yumruk çakmış Atilla ise yumruğun ardından dirseğini Tibet'in karnına geçirerek onu belinden yakalamış ardı ardına ona vurmaya başlamıştı. Ortalık karışmış gürültüler yükselmeye başlamışken beden öğretmeni ikinci kez düdüğüne üfledi ve herkes bu kez yüz buruşturarak ayrılmak zorunda kaldı. Kızlar da birbirine dalmıştı ve onlara yönelen adımlarım ikinci düdükle öylece havada asılı duruyordu. ''NE OLUYOR BURADA? BU NE HAL?'' diye bağırdı eşofmanlı kızgın gözlerini üzerimizde gezdiren bir beden öğretmeni, hemen arkasında İzel belirmiş bize anlamsız gözlerle bakıyordu. Öğretmen Atilla ve Tibet ayrıldıktan hemen sonra ayrılan kızlarda da göz gezdirdi. ''Ne yapıyorsunuz kantinin ortasında?'' bize doğru hızlı adımlarla geldiğinde Zeyd önüme geçerek diğerlerine yakın mesafede durdu ama benden fazla uzakta sayılmazdı. Gözlerim köşede duran İkra'yla kesişti. Kolunda bir tırnak izi ve saçındaki dağınıklığı fark ettim, ona doğru dikkat çekmeden ufak ufak adımladım. Tuna benden daha uzakta görünüyordu ve ilgisi öğretmendeydi.

''İyi misin?'' İkra'nın yüzüne kısa bir bakış attım sesimi kısık tutmaya özen göstererek, kafasını aşağı yukarı salladı. Ellerinin hafif titrediğini fark ettim yumruk yapmasına izin vermeden parmaklarımı onunkine doladığımda bana döndü. Gergin ve öfkeliydi, destek olmak için elini tutarak titremesini kesmiştim. Bu uzun zamandır aradığım bir destekti ama aynı zamanda görmediğim de bir destekti.

İnsan görmeyi isteyip göremediği neyse onların bir bütünüdür. Açık yarası başkasına merhem, hayal kırıkları başkasının mutluluğudur. Çünkü yalnız ve kırgın insanlar herkesi kendi gibi sanır ve kanadığı halde başkasının kanayıp kanamadığını daha çok önemser. Onlar merhem görmez ve başkasıyla iyileşmez.

Çünkü onlar iyileşmenin ne demek olduğunu bilmez.

Bunu şimdiye dek hiç fark etmemiştim. Şimdiye dek birine ihtiyacım olduğunu ve sarılabilecek bir yalnızlık içinde takılı kaldığımı anlayamamıştım.

Bazen ağlamak için kendini tutan biri güvende hissettiği an tuttuğu göz yaşlarını saklayamıyor. Ben de o insanlar gibi, güvende hissettiğim yerde yalnızlığımı saklayamıyorum. Hayallerimi ve onların yanında olma arzumu bastıramıyorum.

Aşk mı daha büyük zayıflıktı gerçekten yoksa yalnızlık mı?

''Siz...'' eliyle bizi ve diğer düşman olarak belirlediğimiz şahısları işaret etti. ''Doğruca Müdür'ün odasına gidiyorsunuz.'' Tibet'in burnuna ekşimiş bir suratla baktı, ardından Murat'ın dayak yemiş haline. ''Sakin bu hale şimdi geldiğini söyleme.'' İzel ile gözlerimiz kesiştiğinde keyifle güldü. Sanırım ne olduğunu az buçuk anlamış bundan hoşlanmıştı. Gerçekten Tuna'yla bu kadar ortak noktaları olup nasıl anlaşamıyorlardı anlayamıyordum.

''Okulun öğrencisi bile değil hocam.'' Diye göz devirdi Dağhan beden öğretmenine. ''Sen müdür yardımcısıyla görüş.'' Murat Hazal'ın desteğiyle kalkarken Zeyd'in bana attığı kısa bakışa dudak büzerek karşılık verdim. Yapacak bir şey yoktu, böylece giden müdür odasına bende gidecektim. Teknik olarak olayın başlamasında benim de istemsiz payım vardı. Beden öğretmeni bize kantin çıkışını gösterirken tıpış tıpış sırayla müdürün odasına doğru yürümeye başladık. Önden giden Hazal ve Tibet'in hasarlı yüzlerini görünce gülme dürtümü bastırmaya çalıştım. Onlar bizden önce müdürün odasına girmişlerdi. Suçun üzerimize kalacağı apaçık ortadaydı çünkü Ceyda ve Atilla ayarlarını kaçırmışlardı.

''Bir bu eksikti.'' Diye mırıldandı Burçak bir kez daha kızlarla Atilla'ya sert bir bakış atarken. Zeyd sessizdi, yüzünde sadece keyifli bir ifade vardı ama bu keyfi ona veren şeyin ne olduğuna karar verememiştim. Tuna ise yanıma gelmiş bıkkın bir ifadeyle hemen arkamdan yürüyordu, ben yavaş yürüdüğüm için de arkamdan beni ittirip duruyordu. En arkada ise söylene söylene gelen bir Dağhan vardı.

Müdür'ün kapısının önünde durup diğerlerinin çıkmasını beklerken kapı aralandı ve diğerleri yüzünde zafer ifadesiyle yedikleri darbelere aldırmadan aramızdan geçip gitti. Kapanan kapının hemen önünde duran Burçak seslice derin bir nefes verdi ve kapıyı tıklatarak önden Zeyd'le beraber içeri girdi. Müdür hepimizin içeriye girmesini sabırla bekliyordu. Atilla girdiğinde ise yüzüne yediği yumruktan ötürü kızaran yanağına çatık kaşlarıyla baktı. Bugün okulda Kenan Bey yoktu, Kenan Bey kadar ilgili bir müdür yardımcısı bugün müdürlük görevini üstlenmiş görünüyordu.

''Neden kavga ettiniz?''

Diğerleri sessizce birbirine baktı, bende sözü Burçağın ya da Zeyd'in alacağını düşünmüştüm ama Atilla buna fırsat vermeden atılmıştı. ''Ya hocam o ibn-'' diye başladığı sırada Burçak sertçe dirseğini ona geçirerek susturdu. Onun sessizliğinde konuşmayı Dağhan devraldı. ''Yani çok sevgili arkadaşımız Tibet ile Hazal bizi kışkırttı müdürüm.'' Müdür tek kaşını kaldırarak bize baktığı sırada Dağhan eliyle beni işaret etti. ''Yemin ederim ki, Hazal Vera'nın ayağına çelme taktı kız az daha elindeki saleplerle elini yüzünü yakıp yerli deadpool olacaktı.'' Öğretmen sabırla dinlemeye devam ederken, ona da devam et dercesine başını salladı ama bu sırada herkes gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Eğer bu ortamda birimiz patlarsak emindim ki kalanımız da onu it sürüsü gibi takip edecekti ve buradan basit bir cezayla kurtulamayacaktık.

Öğretmenin devam et uyarısını gördüğümde Dağhan'a yandan baktım. Eğer devamı yoksa muhtemelen sağlam bir azar işitecektik, hala bizi haklı çıkaracak bir bahane bekliyor gibi görünüyordu.

''Sonrasında da Tibet bize it dedi, Atilla'da kafa attı müdürüm. Bu kadar.'' Dediği sırada Atilla yine duyduklarını hatırlamış gibi öfkelendi ve araya girerek ''Ne iti köpek dedi!'' diyerek cümleyi düzeltti. Dağhan sabırla nefes aldıktan hemen sonra olayın devamını kısa cümlelerle müdüre anlattı. Bu sırada parmak uçlarımda hissettiğim farklı ısıyla dikkatim dağıldı. Sağımda Tuna Solumda Zeyd vardı ve sol parmak uçlarımdaki nazik dokunuş devam etti. Yüzük parmağımda oyalanan eliyle muzip şekilde gülümsedim.

Kalbe giden yolu mu arıyorsun?

Boşa arama, çoktan buldun.

''Yani aslında iki tarafta suçlu gibi görünüyor. Ben sadece neden çocuğa kafa attığını merak ettim Atilla.'' Müdür ak düşmüş saçlarının arasındaki elini çenesine kaydırarak aynı renk yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşımaya başlarken asabi görünüyordu. Her an bize parlayacak gibiydi ve açıkçası ürküyordum. Sanki duydukları onu yeterince tatmin etmemiş gibiydi. Ya da belki de bizden önce ona anlatılan hikâye daha inanılır gelmişti. ''Ya müdürüm bize köpek dedi bana köpek dedi, ne yapsaydım yani havlasa mıydım?'' müdür bu söyledikleriyle daha da hiddetlenerek elini ona doğrulttuğunda yüzümü ekşitip tek gözümü kapattım, işte şimdi boku yemiştik. Ya da sadece Atilla yemişti. ''Ulan Köpek! Okul burası okul, her köpek diyene öyle lak diye kafa mı atacaksın? Ben dedim bana da mı kafa atacaksın?'' Müdür'ün bu çıkışıyla ekşittiğim yüzüm yumuşarken dudaklarımı gülmemek için tost makinesine basılan ekmekler gibi bastırdım. Feci kahkaha isteğim tenimin yüzeyinde geziniyordu. Diğerlerinin de benden farkı olmadığını biliyordum. Atilla'nın şaşkın bakışları öğretmenin yüzündeyken bu ortam çok daha komikti. İkra'nın dudaklarından çok kısık bir kıkırtı kaçtığında Burçak bu kez de ona dirsek atıp susturdu. ''A..ama müdürüm. Ayıp oluyor.'' Atilla mırıldanarak yüzünü yere eğip geri çıktığında müdür parmağını bize doğrulttu, öfkesi hala dinmemiş azalmamıştı.

''Hepiniz cezalısınız. Okul çıkışında kütüphaneyi baştan sonra düzeltmeden bu okuldan çıkmak yok. Masaları silip tüm rafları temizleyecek, türüne göre kitapları ayıracak ve alfabetik sıraya göre dizeceksiniz. Hademeye haber vereceğim, sizin için kütüphaneye tüm gerekli malzemeyi bırakacak. Eğer birinizi bile eksik görür ya da yarın kütüphaneyi tertemiz görmezsem canınızı okurum ona göre.'' Herkes boyun eğerek kafasını aşağı yukarı sallamaya başladı. ''Şimdi derse dönebilirsiniz.''

Kızgın ifadesini anında değiştirip sanki bize hiç azar çekip ceza vermemiş gibi gülümsedi. Önden Burçak kapıyı aralayarak çıkarken diğerleri onu bende parmak ucumdan beni tutan Zeyd'i takip ettim. ''Ulan Atilla, Ulan Atilla.'' Burçak kafasını onaylamaz şekilde sağa sola sallarken Dağhan sırıtarak kolunu Atilla'nın omuzuna attı ve kapanan kapının hemen ardından ''Gülmeyin, gülerseniz sizi gebertirim:'' sözleriyle tehdide maruz kaldık. Koridora çıktığımızdan beri hepimizin dudakları gülmemek için içe gömülüydü, içeride atamadığımız kahkaha hala dudaklarımızdan kaçmamak için direniyordu. Atilla'nın içerideki yüz ifadesini hatırladıkça gülmememe rağmen gülmüşüm gibi karnım ağrıyordu. Ceyda Atilla'nın tehdidinin hemen ardından koridorda yankılanacak kadar gür bir kahkaha patlattı, sanki bunu bekliyor gibi tehdidi biter bitmez onu iplemeyerek içindeki kahkahayı salmıştı. ''Ulan köpek!'' dediğinde sesi aynı müdürünki gibi çıkmıştı. Hepimizin kahkahası onunkine karışıyordu. Tuna bile kendini kaybetmiş şekilde kahkahalar atıyordu. ''Hak ettin.'' Dedi Dağhan da onu yanımızdan hızla öne geçirirken. ''Tibet senin ben-'' hemen solunda kalan Burçak'tan yediği dirsekle dışarıdan edemediği küfürleri içinden etmeye devam etti. Bu yüzünden apaçık belli oluyordu.

Sonunda koridordan ve merdivenlerden çıkıp sınıfın önüne geldiğimizde Burçak yine önden kapıyı tıklattı ve içeri girdi. Onun hemen arkasından da biz girdik. Parmağımı istemeyerek de olsa Zeyd'den ayırmaya yeltendim, ayaklarım sıramın yönüne dönmüştü bile ama gidemedim. Parmak uçlarımızdaki o etkileşim beni Zeyd'in sırasına çekti. Çantam buradaydı, önüme baktığımda Burçağın da İkra'nın yanına geçtiğini gördüm. Benim yerime de Atilla geçmişti. Dağhan ile beraber oturuyorlardı.

Çantamı ne ara buraya getirdiklerini anlamasam da üzerine fazla düşünmedim, İzel'in ima dolu bakışlarından kaçtım ve bozuntuya vermeden ders kitabımı çıkardım. Tuna gözlerini kısmış bizi izliyordu, göz ucuyla görsem de karşılık vermemeyi kafaya koymuştum. Çıkardığım kitabın sayfalarını çevirerek dikkatimi dağıtmak istedim ama bunu hep benden daha fazla başaran biri olmuştu ve şimdi de başarısının üzerimdeki etkisini tekrarlıyordu.

''Sanırım artık kurtarmak istediklerin arasında ben yokum.'' Hüzünle kafamı gelen kırgın sesin sahibine çevirdim. Fısıltısından ötürü saçlarıma sinen nefesini hala hissedebiliyordum, sıcaktı.

Onun sıcaklığı gerçekten bambaşkaydı.

Gözlerini çok sevdiği gözlerimden alıp ellerime indirmişti, parmağıma baktığı yere baktım. Yüzük parmağımda kristal şeklinde toz pembe renkli bir yüzük takılıydı ve ona odaklanmış gözünü bile kırpmadan bakıyordu.

''Ne?'' anlamamış olmama buruk bir ifadeyle güldü. Sonra demek istediğini anlamlandırmaya başladım, sadece neden böyle düşündüğünü idrak edemiyordum. ''Neden olmayasın ki?'' diye fısıldadım. Kastettiği şey dün gece ve geceden sonrasıydı.

''Bilmem bana öyle geldi sanırım.'' Gözleri ellerimden gözlerime çıktı ve dudaklarında yine o hoşnutsuz tebessüm yer aldı. ''Sana öyle gelmiş.'' Öğretmen sesini yükselterek bize uyarıda bulununca irkilerek önüme döndüm. ''Hay senin...'' Zeyd'in mırıltısı kulağıma gelse de gülmemi bastırdım çünkü bugün yeterince azar kotamı doldurmuştum.

Derse geç geldiğim için kalanına da odaklanmak zor olmuştu. Gözüm sürekli etrafta diğerlerinin üzerinde gezindi. Hazal ve Tibet yan yana oturmuşlardı, Tibet'in burnu artık kanamıyordu ama yüzünde yaralar vardı. Hazal'ın da çiziklerle dolu bir yanağı görüş açımdaydı. Gözlerinin sürekli Atilla'da olması rahatsız ediciydi.

''Bunlar da kaşınıyor.'' Diye fısıldadı Burçak kafasını bize doğru çevirip. ''Sakin.'' Zeyd'in bakışları da Tibet ve Atilla'ya kaydı ve aralarında gidip geldi. ''Kışkırtıyorlar çocuğu.''

Zeyd kafasını anlamış bir edayla salladı, Burçak daha fazla dikkat çekmemek adına önüne döndü. Ben de onlar gibi Atilla'ya baktım. Ellerini masanın altında yumruk yapmıştı ve muhtemelen Dağhan onu sakin tutmak için bir şeyler söyleyerek aklını dağıtmaya çalışıyordu. Hazal çarpıkça gülümseyip ona elini salladıktan hemen sonra önüne döndüğünde kaşlarım çatıldı. Öne doğru eğilerek Burçağı belinden dürtükledim. Arkasına yaslandı, kulağının bende olduğunu biliyordum. ''Bu da neydi?'' diye fısıldadım. ''Ne olduğunu bilmediğim en az hayırlı bir şey olmadığını bildiğim kadar kesin.'' Sıkıntıyla nefes verdi ama yerini bozmadı. Yüzümü Zeyd'e çevirdim, bakışlar düşmanca hala Tibet'in üzerinde geziniyordu ve bu kez normal bir öfke yoktu. Tehlikeli bir öfkeyle harmanlanmış dudaklarına yerleşen bir kıvrım vardı. Aynı dün geceki gibi.

Öğretmen son cümlesini bitirdikten sonra zilin çalmasıyla gergince ayağa kalktım. Atilla ve Dağhan da sınıftan çıkan keyifli iki yüze ters bir bakış atmış sıramıza varmışlardı. ''İt oğlu it, kuduz gibi kaşınıyor.'' Daha önce Atilla'nın bu kadar sık öfkelendiğini ya da yükseldiğini görmemiştim ama bu halinin sebebini Defne'ye bağlıyordum. ''Sakin ol.'' Diye mırıldandı Zeyd. Sadece kafasını salladı ve Dağhan'a işaret ederek sınıftan çıktı.

Bende İzel'in kapıda beni beklemesiyle oraya yönelerek oradan sıyrıldım. Tuna Atilla ve Dağhan'ın hemen arkasından kaybolmuştu. Kapıya ulaşıp İzel ile sınıftan çıktığımda kolunu koluma dolayarak beni kendine daha çok çekti ve sarsılmama sebep oldu. ''Ne oldu? Ne ceza aldınız?''

''Kütüphane temizliği.'' Yüzünü ekşitti. ''Koridordan kahkahalarınız duyuluyordu çok mu sevindiniz cezaya?'' alayla söylediği cümleye aynı ifadeyle karşılık verdim. ''Ya ya, ne demezsin.''

Boydan boya cam olan yerle duvarın arasına yaslandım, kollarımız ayrılmıştı. Cebinden telefonunu çıkardığında titreşimini bile fark etmemiştim. ''efendim.''

Karşımda dikildiği ve fazla yakın olmadığımız için arayanın kim olduğunu anlayamasam da tahmin etmesi kolaydı. Ya Ece'ydi ya da Edis'ti.

''Tamam akşam konuşuruz. Şimdi işim var, bay bay bebek.'' Telefonu kapatıp cebine attı. ''Bizimki manita yapmış, hani şu Olcay vardı ya.''

''Ee.''

''Manita olmuşlar, onu anlatmak için akşam gurup araması yapalım dedi de ben sana olayları yarın aktarırım.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak en son Ece'yle ne zaman konuştuğumu hatırlamaya çalıştım ama kesinlikle yakın bir tarihte olmadığına emindim çünkü hatırlayamıyordum bile.

''Ee neden kavga ettiğinizi söylemeyecek misin?''

''Beni düşürmeye çalıştılar.'' Kısa keserek omuz silktim. Kaşlarını kaldırıp bana anlamsız bakışlar atmaya devam etti. ''Elinde tepsi mi vardı, yer içecekle doluydu.'' Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Üstlerine dökseydin sende, yansaydı hepsi.''

Gülerek ''keşke.'' Diye mırıldandım, zil sözüm biter bitmez çalmaya başlamıştı. Hemen önünde durduğumuz merdivenden Tuna inmeye başlayınca İzel arkasını döndü ve beklentiyle ona baktı.

''Sen bir gelsene benimle.''

''Hop nereye bensiz?'' Tuna elini koluma sarmış beni çekiştirmeye başlarken İzel'in eli de aramıza girmiş bizi engellemeye çalışıyordu. ''ne oluyor?'' diye sordum bende adımlarımı durdurarak. Tuna'yı böyle panik halde görmeye alışmaya başlıyordum ve bu hiç hoşuma gitmiyordu.

''Sen bir dur kızım.'' İzel'i arkada bırakarak beni boş sınıfa sürüklemeye başlayınca İzel'e dudak büzerek yapacak bir şey yok dercesine baktım. Bende ne olduğunu bilmiyordum ve bilmeden bir tepki veremezdim.

Sonunda sınıfın içine girdiğimizde Tuna kapıyı örttü ve beni sınıfın ucuna kadar götürmeye devam etti. Tutuşu nazik olsa da aceleciydi. ''Yukarıda Tibet ve Hazal'ı dinliyordum.''

''Eee?'' kaşlarım çatık içim merak doluydu. Merakla atan kalbimin hızlanışını hissedebiliyordum. ''Onları okuldan attırmak istiyorlar. En azından hangisinden başlayabileceklerini tartışıyorlardı.''

''Ne? Neden?''

''Çünkü geleceklerini yok edip uyuşturucu batağında ölürler, yani sadece okuldan değil...''
''Onları hayattan da koparmak istiyorlar.'' Diye tamamladım cümlesini acı bir fısıltıyla. Dudaklarım aralık aklım bulanıktı. İnsan nasıl bu kadar gözü kara kalbi paramparça olabilirdi. Nasıl bu kadar ileriye gitmeyi düşünebilirlerdi. ''Hedefleri kim? İlk kimi seçtiler, Atilla mı?''

Kafasını olumsuzca salladı. ''En zayıfın İkra olduğunu düşünüyorlar. Yeni ve hakimiyetsiz.''

''Ceyda ve Atilla şu an zayıf.'' Diye itiraz ettim.

''Ceyda'ya dokunmaz. Ne kadar hoşuma gitmese de Tibet buna izin vermez.'' Revirin önünde koridorda beklerken bize karşı söylediklerini hatırladım. Tuna memnuniyetsizce yüzünü çevirdi ve elini kıvırcık saçları arasına geçirdi. ''Atilla da muhtemelen İkra'dan sonraki hedefleri olacak.''

İkisini nasıl terastan atmadan geldiğini kendi içimden sorgularken bastırmaya çalıştığım korku duygusu yine gün yüzüne çıktı. Bunu yapabilirler miydi? Onları oyuna getirip birini ve sonra devamını sırayla önce okuldan sonra da hayattan silebilirler miydi?

Aralarındaki nefret nasıl bu kadar kuvvetli olabilirdi? Nasıl hepsi zaten günden güne eriyip daha kötü bir hale gelirken ölmelerini isteyebilirdi?

Kapı tıklanarak içeri kıvırcık kızıl saçlı tanımadığım bir kız girince Tuna geriye çekildi, kızın hemen arkasında da İzel duruyordu. Bakışları soğuk bir şekilde Tuna'nın üzerindeydi ve şüpheyle bakıyordu. Kızın yakasındaki nöbetçi öğrenci kartı gözüme ilişti.

''Vera sen misin?''

''Evet.'' Kız içeri daha çok girdiğinde koridordaki kalabalık görünür hale geldi ve sesler yükseldi.

''Müdür seni bahçeye çağırıyor konuşma yapacakmışsın.'' Aklımdan tamamen çıkan konuşmayı hatırlayınca kendime küfrederek elimi alnıma vurdum. İşte şimdi rezil olacaktım, Ne söyleyeceğimi hiç bilmiyordum ve bu da yetmezmiş gibi hiç doğru bir zamanda değildi.

Nöbetçi kıza ''Geleceğim.'' Diyerek onay verdikten sonra onun arkasından aralı kapıdan sıvışarak lavaboya girdim ve elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım. Kendime gelmem gerekliydi, aklımı toparlamam ve benim yaşımda olanların sevdiği şeyleri düşünmeliydim ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Aynadaki gözlerimden bunu anlayabiliyordum. ''Şimdi ne yapacaksın?'' diye fısıldadım kendi kendime. Asıl şimdi alay konusu olacak dillerine daha çok düşecektim. Umutsuzlukla yüzümü avuçlayıp seslice nefes verdim ve kenardan kâğıt havluları çekip yüzümü ve ellerimi kuruladım.

''Gazan mübarek olsun kızım.'' kendi kendime söylenerek lavabodan çekingen bir şekilde çıktım. Ellerim saçlarımdaydı, streslendiğimden saçlarımı hafiften yolmaya başlamıştım.

''Bu kadar gerilme.'' ses çaprazımda duvara yaslanmış, kollarını birbirine çapraz bağlamış Zeyd'den gelmişti. Duraksayarak ona doğru döndüm, içimi yine şu saçma heyecan duygusu kaplıyordu. Sanki onu dakikalar önce değil de saatler belki de günler önce görmüş gibiydim. Bu ani şok etkisini bedenime alıştırmam gerekliydi.

''Bu yola ne için girdiysen, onu anlat. Eminim seni seçeceklerdir.'' birkaç adım atarak ona yaklaştığımda temkinli oluşumu hissetti ama pozisyonunu bozmadı. ''Nerden biliyorsun?'' sorumla dudakları sola doğru kıvrıldı. Gözleri yere indi ve göğsü derin bir nefes ile kalkıp indi. ''Biz seni seçmiştik.''

Biz seni seçmiştik.

Ne diyeceğimi bilemeden suskun şekilde Zeyd'e baktım. Buna sevinmem mi gerekirdi? Yoksa beni küçümsemiş miydi? ''Vera, hadi sıra sana geliyor.'' Diye seslendi az önceki Nöbetçi kız koridordan.

Zeyd'e son kez bakıp kafamı aşağı yukarı salladım ve yavaşça merdivenlerden başladım. İnerken bir yandan da düşünmeye devam ediyordum, kafamda dönen şeyleri toparlamak zordu çünkü ben birini yakalayamadan diğeri kaçıyordu. Sonunda bahçeye vardığımda kalabalığın sesi geldi. Öğrencilerin hepsi bahçeye inmiş sıraya girmişlerdi. Gözlerim Tuna ile diğerlerini aradı, Zeyd okulun arkasından sıraya girerken onu izledim. Bu şekilde diğerlerini de bulabilmiştim. Diğer kapıdan çıkmış olmalıydı.

Öğretmen aday öğrencinin elinden mikrofonu alıp bana gelmemi işaret edince utangaç bir gülümsemeyle üzerimi düzelttim ve öğrencilerin orta hizasındaki kürsünün önüne geçip mikrofonu elime aldım. Soğukluğu içimi titretse de aklımı durgunlaştırmaya yardımcı olmuştu.

''Evet son adayımız, Vera Mehan 12-B sınıfından. Erdemli kolejinden yeni gelmiş bir öğrencimiz ama orda okul birincisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Şimdi onun başkanlık adaylığı için konuşmasını dinleyelim.'' Sözü bana verip diğer mikrofonu kenara bırakan beden öğretmenine gergince gülümsedim. Gözlerim sonunda bizimkileri bulduğunda Ceyda ve İkra samimi şekilde bana gülümsüyordu, Burçak tepkisizdi, Atilla ve Dağhan ellerini yumruk yapmış baş parmağını kaldırarak bana doğru uzatmışlardı. Zeyd ise aralarına yeni girmiş beni izliyordu. Gözüm başlarındaki Tuna'ya kaydığında gözüm dudaklarına kaydı. 'Kap şu işi'. İzel ise ona dönmüş duyduğum kadarıyla ''Şüphen mi var?'' demişti ve öğretmenin ''Şşşt.'' Deyişi duyuldu.

Gülümseyerek diğer öğrencilere baktım, çoğunu zaten tanımıyor sadece okul giriş çıkışında görüyordum. Aslında bu kadar gerilecek bir şey yoktu ama bu okul da öğrencileri de insanı çekingen kılıyordu. Boğazımı temizleyerek omuzlarımı dikleştirdim, doğaçlamadan başka çarem yok gibi görünüyordu.

Aklıma Zeyd'in sözleri geldiğinde gözlerim onun gözlerini buldu. Bu yola ne için girdiysen, onu anlat. Eminim seni seçeceklerdir.

''Merhaba, kendimi tanıtmama gerek yok sanırım herkes bir şekilde zaten beni tanıyor.'' etrafta ses kesildiğinde hepsinin beni dikkatle izlediğini fark edip daha çok gerildim.

''Normalde çok gerilecek bir şey değil ama nedense fazla gerginim. Biliyorum hepiniz kendi içinizde bazı kaldıramadığınız yükler taşıyorsunuz. Bazılarınız geçmişten, bazılarınız ise gelecekten. Ben sadece aylar kalmış vaktimizi en azından mezun olana kadar bu yükleri kenara bırakıp değerlendirmek istiyorum. Unuttuğumuz hayatın eğlencelerini hatırlatıp eskisi gibi gülmek ve kısa sürede de olsa hayatın aslında gördüğümüzden daha güzel olabileceğini fark etmenizi istiyorum. Okulda yeterince gerginlik yaşanıyor, özellikle bizim sınıfımızda...'' gülmeme engel olamadım, özellikle bugün bunu kanıtlayan bir badire daha yaşanmıştı. Birkaç kişinin daha gülmesi kulağıma gelince kurumuş dudağımı ıslatarak devam ettim.

''Bu yüzden okul içindeki gerginliği okulda bırakıp okul dışında eğlenmeyi vaat ediyorum size. Zaten asıl amacım bu olmalı, elimden gelende bundan fazlası değil.'' Derin bir nefes verdim. ''Dinlediğiniz için teşekkür ederim.'' Diyerek sözlerimi bitirip mikrofonu beden öğretmenine uzattım.

Beklemediğim alkışın yanında kulak kanatacak ıslıklar eklenince kaşlarım çatılmıştı, kürsüden inip sıraya yaklaşırken görmüştüm buna sebep olanları. Islık çalan Atilla, Dağhan ve Burçaktı, onlara gülümseyerek gözlerimi devirdim. Bu sırada Tuna'nın ve İzel'in yanına yürüyordum. Onlar da ön sırada beni bekliyor görünüyorlardı.

''Kızııım! Ben diyordum kesin sıçıp sıvayacak ama baya iyi konuştun.'' Ne kadar dediğine kızsam da kahkaha atmama engel olamadım. İzel onu aldırmadan bana omuz attı. ''İnsan kankasını böyle desteklemeyecekse desteklemesin.'' dedim iğneleyici tavırla. ''Bence de.'' Tuna'nın hiç alınmadan kendiyle gurur duyar şekilde konuşmasına karşı gözlerimi devirerek bir kahkaha attım. İzel de ''Tebrikler bebek.'' Diyerek yanağımdan makas almıştı. ''Teşekkürler.''

Arkadan omuzuma bir ağırlık çöktüğünde yalpaladım, dakikalar sonra gece mavisi gözler parıl parlıyor bana sevinçle bakıyordu. ''Başkanım.'' kolunu omuzuma atan Burçağa ''Daha bismillah.'' diye mırıldandım. Diğerleri bu halimize gülse de kolunu taşıyan omuzum gülüyor gibi değildi.

''Sen seçilmezsen bana da Burçak demesinler.'' Tuna gülmeye başlayınca durduk yere gülmesine karşın ikimiz de kaşlarımızı çatıp ona döndük. ''Bisküvi deriz sen anlarsın artık.'' kahkahasının arasından konuşmasını zar zor anladığımızda Burçak kolunu omuzumdan çekip ona bir tane şaplak savuruyordu ki Tuna kaşla göz arasında kayboldu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırsam da Burçak arkasını döner dönmez kendimi tutamadan gülmeye başladım. Çünkü bence de oldukça komikti.

''Duyuyorum Vera!'' bana uyarı dolu bakışlar atsa da onu duymamazlıktan gelerek nereye gittiğini bilmediğim Tuna'nın sol tarafımdan gelişini izledim.

''Bence gayet komikti.'' dedi omuz silkerek. Kafamı sallayarak ona onay verdim.

''Kaşınma, zaten gerginler.'' Diye mırıldansam da hala gülmeye devam ediyordum. Tuna umursamazca göz devirdiğinde herkes yavaş yavaş oy vermek için sınıflara doğru çıkmaya başladığından sıra hızla bize gelmişti. Öğretmenin yönlendirmesiyle okula giriş yaptık ve merdivenleri çıktık. Yarışma sonucu yarın açıklanacaktı.

Diğerleri sıraya girmişti, ben hariç herkes oy verecekti.

Arkamdan dürtüklenince refleksle o tarafa döndüm.''Şşt kız.'' Arkamdan dirseğimi çürüten şahıs Atilla'ydı. Diğerleri oy vermek için sınıflara girerken o kolunu koluma dolayıp yavru köpek bakışlarıyla bana bakmaya başladı. Beni koridorun köşesine doğru çekmeye başlamıştı.

''Ne?'' diye fısıldadım. Beni sürüklediği yere geldiğimizde durdu ve etrafını kolaçan etti, ona 'Ne var?' der gibi kafa salladım. Esmer güzeli oluşunu kullanarak bana kahve gözleriyle babasından şeker isteyecek çocukmuş gibi baktı.

''Senden bir şey isteyeceğim ama yapmazsan oy vermem sana.''

''Bu istek değil bir tehdit yalnız.'' Dedim kollarımı çaprazlama birbirine dolayarak. ''Aramızda öyle şeylerin lafı mı olur? Ben... şey diyecektim.''

''Evet?''

 

Loading...
0%