@byzloey
|
17. Bölüm | Tozlu Raflar Seçimi düşündüğümden çok daha iyi atlatmıştım, o kadar akıttığım tere ve endişeye asla değmemişti. Sonuçlar birkaç gün sonra açıklanacak olsa da Tuna benim kazanacağımdan emindi, söylediğine göre oy pusulasını toplayan sandık başındaki kıza para verip yerine geçmiş, tüm oyları saymıştı. Eğer geçemiyor olsaydım hepsini değiştireceğini ama buna zaten gerek kalmadığını da eklemişti. Söylerken ki ifade ve mimikleri karnımı ağrıtacak kadar beni güldürmeyi başarmıştı. Son zil sesi de çaldığında biz hariç herkes yerinden kalkıp sınıfı boşaltmaya başladı, İzel bana kolay gelsin dedikten hemen sonra üzgün bakışlar göndermişti. Sınıf yavaş yavaş boşalırken Atilla hepimizin aksine ayaklanıp çantasını omuzuna taktı ve sırıtarak bize döndü. ''E kolay gelsin.'' Ona gözlerimi kısıp küfürlü birkaç bakış gönderdim ama karşılığında aldığım tek şey bir adet öpücüktü. Kapıyı çarpıp çıktığında Ceyda da arkasından ayaklandı. ''Kalkın hadi, işler oturarak bitmiyor.'' Çantasını omuzuna takarak Atilla'nın arkasında açık bıraktığı kapıya doğru adımladı. Burçak ve İkra da bizimle aynı anda ayaklanmıştı. ''Pezevenk onun yüzünden ceza alıyoruz ama o çıkıp gidiyor, yarın onu şikâyet edeyim de götü tutuşsun.'' kıkırtıma engel olamadım. Öyle bir şey elbette ki yapmayacaktı ama aklında bu düşünceyle yarına kadar mücadele edeceği kesindi. Atilla hastaneye gideceği için onun kaytarmasına göz yummuştum, ayrıca bu aralar kendini toparlamaya başlamış görünüyordu. Bunun için diğerlerine karşı onu idare etmek istemiştim. Aynı zamanda hastaneden gelecek herhangi bir haber ya da ihtiyaç için birinin orada olması şarttı. İkra ve Burçak gözden ışık hızında kayboldu. Kütüphaneye inene kadar kimseden çıt çıkmamıştı. Ben önden tek başıma, Tuna da Zeyd ile arkamda Ceyda ve Dağhan ile geliyordu. Kütüphaneye vardığımızda bizden önce varmış ama kapıda durmuş Burçak ve İkra'ya döndük, ikisi de yüzünü buruşturuyordu. Önlerindeki vileda kovası, bezler ve temizleme suları masanın üstünde öylece bize bırakılmıştı. ''Şimdi bu koca kütüphaneyi biz mi temizleyeceğiz?'' diye söylendi Burçak önündeki temizlik eşyalarını işaret ederken. Hiç mutlu gözükmüyordu. ''Evet kardeşim, transtan çıktıysan buyur seni sahneye alalım.'' Dağhan'ın omuzuna ağırlığını verip onu ittirmesiyle kendine geldi. Ben de onlara gülüyordum ki bir anda kolumdan çekilmemle sarsıldım, gülmem yarı da kesilmek zorunda kalmıştı. ''Siz ne yapıyorsanız yapın, biz edebiyat bölümünü düzenleyeceğiz.'' Zeyd beni kitaplığın arka tarafındaki edebiyat raflarına doğru sürüklerken ''Ne yapıyorsun?'' diye fısıldadım arkama bakmaya çalışırken, diğerleri gram etkilenmemiş kendi aralarında görev paylaşımı yapmaya başlamışlardı. Görünene göre bizi pek de takmıyorlardı. ''Hm... Atilla'nın yediği bokları temizliyor gibi duruyorum sanırsam, şanslı pezevenk.'' dudaklarımı ısırarak güldüm. Böyle küfrettiğinde nedense gülesim geliyordu. Zeyd'i pek küfrederken duymuyordum zaten, duyduğumda ise nedense ederken ki tipi komiğime gidiyordu. Mimikleri daha ciddi ve daha keskin oluyordu, bu da tatlı görünmesine sebep veriyordu. ''Alfabetik dizmek için rafları indirmek gerekecek.'' O raflarda göz gezdirirken arkasında dikilip kollarımı birbirine bağladım. Onun baktığı yerlere zaten boyum yetmezdi, o yüzden o bölge benim sorumluluğumda sayılmazdı. ''Anladık bizden kaçıyorsunuz da. Bezde almanız lazım hani illa kargocu gibi ayağınıza mı getireyim.'' Dağhan elindeki bezleri suratımıza fırlattığında ikimizde gözlerimizi refleksle yumup düşmek üzere olan bezleri yakaladık. Bana sırıtarak attığı bakışı görünce elinde ki temizleme suyunu alıp omuzundan bir şey söylemeden öteye doğru ittirdim. Muhtemelen yüz ifademden zaten söylemek istediğimi anlamış olmalıydı. ''Tamam tamam yalnız bıraktım sizi.'' diye söylenince tam ona bir tane geçirecektim ki adımlarını hızlandırıp uzaklaştı. Zaten hep böyle diyeceklerini deyip sıvışıyorlardı. Atilla'yla Dağhan'ı bazen terastan sallandırasım geliyordu. Tabi bu fizik kurallarına maalesef ki uymuyordu. Arkamı dönüp kızmış halimle elimdeki bezi de Zeyd'in yüzüne fırlattım. ''Beğendin mi yaptığını?'' Bezi yüzünden çekip gülümseyerek rafın birine koydu. ''Onlar salak, ben bir şey yapmıyorum.'' kendimi tutamadan kahkaha atarken ona rafı işaret ettim ''Çenen değil elin çalışsın.'' Bende kendi içimde onu cezalandıracak daha fazla çalıştıracaktım. Böylece düşünmeye fırsatım olacaktı, gözlerim üzerinde onun her hareketini ve her kimliğini içimde tartacak nasıl davranmam gerektiği konusunda kesin bir kanıya varacaktım, yani en azından öyle olmasını umuyordum. Yüzüme kısa bir süre baksa da başka bir şey söylemeden dediğimi uyguladı. Raflardan yavaş yavaş kitapları indirip köşedeki masaya koymaya başladı. Üst rafları o indirirken bende alttakilerden yavaş yavaş karışık olan kitapları çıkarmaya başladım. Raflardan birini yere, yer kalmayınca ikincisinde masaya indirdikten sonra alt raflara temizleme suyunu sıkıp Zeyd'e uzattım. O da arkama geçip üst kısma sıktı ve üst rafları uzun boyuyla silmeye başladı. Sırtımda onun Göğüsünü de hissetmem gerilmeme sebep olsa da dikkatimi dağıtmamaya özen göstererek bezle güzelce rafları sildim. Üç rafı ben iki rafı Zeyd silmişti. Ardından ben kitapların tarafına geçtim, Zeyd'de rafın önünde duruyordu. ''A'ları uzatmaya başla bakalım.'' dedi ellerini çırparken. Üst üste dizdiğimiz kitaplardan tek tek A ile başlayanları ayırıp Zeyd'e uzatmaya başladım. Bazı kitapların içine baktığımda bazılarının çizildiğini fark etmiştim ama çok işimiz olduğu için okuyamamış Zeyd'e uzatmak zorunda kalmıştım. B harfine geçtiğimizde ilk iki raf neredeyse sadece B harfiyle başlayanlar ile dolmuştu. Kalan kitapları da harflerine göre tek tek ayırırken eğil kalk yapmaktan belim ağrımaya başladı. Sonunda orta rafa geldiğimizde kitapları uzatmak için eğilmek üzereydim ki, Zeyd beni belimden çekti ve Rafın önünde bırakıp kendi kitapların tarafına geçti. ''Kolum ağrıdı. Yer değişelim.'' diye mırıldanınca eğil kalk yapmayacağım için rahatlayarak uzattığı kitapları tek tek düzgünce dizmeye devam ettim. Aramızda başka hiçbir konuşma geçmiyordu, göz göze geldiğimizde de derste başlayan kovalamaca devam ediyordu. Rafların arası dardı ve bu iki beden için daha da darlaşıyordu. Bu sıcaklık yükselttiği için ve hareket halinde olduğum için bunalmıştım. Saçlarımı alttan düzgünce topladım ve işime devam ettim. İkinci kitaplığın İlk rafı da bittiğinde ikinciye geçtik, kitaplardan yarısı kadarı kalmıştı. Aklımı kurcalayan sorulardan biri yine varlığını belli etti, kitapları güzelce dizerken kurumuş dudaklarımı yaladım. Daha fazla sessiz iş yapmaya ve zihnimde kendimle tartışmaya devam edebileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden bu tartışmayı kendimle değil onunla yapmaya karar verdim. ''Derste, en sevdiğin en güzel gördüğün yer konusunda denizler okyanuslar demiştin.'' dedim çekingen bir tavırla. ''Bir tarafı bilinmezlik bir tarafıyla kum ve suyla berrak dedin.'' Zeyd ciddi bir şekilde beni dinliyor nereye bağlayacağımı merakla bekliyordu. Eli hala kitapları yerleştirme işinde olsa da gözleri bendeydi ve bir an olsun ayrılmıyordu. ''Neden? Yani mesela seni en sevdiğin yere götüreceklerini söyleseler okyanusa mı dalmak istersin dipte neler olduğunu görmek için?'' Bu soruyu gerçekten merak etmiştim. O gün de sormak isterdim ama şartlar bugün ki kadar makul değildi. ''En sevdiğim yere daha önce gitmediğimi nerden biliyorsun?'' Gözleri gözlerime kenetlenirken elinde ki kitapları rafa öylece bırakıp bana döndü ve bir adım attı. Verdiği cevap ve bana doğru attığı adımla afallayarak geri çekildim. ''Nasıl yani? Etkinlik olan dalıştan bahsetmiyorum. Derin, bazı yerleri derin bazı yerleri berrak olan bir Okyanustan bahsediyorum. Oraya mı dalmak isterdin? Korkmadan ya da bir şey olur demeden.'' Bu sorumla sanki saçma bir şey söylemişim gibi tebessüm etti ve iki geniş adım daha atarak yine burnumun dibinde bitti. Bu hareketi iyice alışkanlık haline getirmişti, geriye doğru bir adım attığımda rafla arasında kendimi buldum. Kollarını rafın kenarlarına doğru uzattı ve yüzünü yüzüme doğru eğdi, hatta o kadar fazla eğmişti ki nefesi yüzüme çarpıyordu. Ben nefesimi tutuyordum, tuttuğum için ona çarpmayan nefesimi anlamaması için dua ettim içimden. ''Ben bir süredir o Okyanus'a dalıyorum. Sadece daha önce bunun mümkün olduğunu bilmiyordum.'' Yüzü yüzüme fazlasıyla yakın olmasına rağmen daha da yaklaştı, nefes alsam dudaklarımızın birbirine değeceği mesafeye geldiğinde gözlerimi yumuyordum ki kulağıma dolan öksürük sesiyle ikimizde sıçrayarak kapatmış olduğumuz gözlerimizi açıp birbirimize baktık. Öksüren kişi hemen arka rafımızdaki Burçaktı. Zeyd ona yüzümün yanında kalan boşluktan bir bakış atıp kafa işareti yaptı. Sanırım şu an az da olsa bir nefes alabilirdim. Zeyd'in bakışları tekrar gözlerime kitlendi, muhtemelen Burçak gitmişti. Zeyd'in az önce söylediği cümle beni farklı düşüncelere savurunca yüzüm belli belirsiz asıldı. Küçükken gözlerimi hep babamınkine benzetirlerdi. Gözleri güneş vurduğunda cam gibi parlardı, karanlıkta ise Okyanus'un derinliği gibi karanlık olurdu. Yine de çok güzeldi, annemde onun gözlerine âşık olmuş bana hamileyken gözlerimin onun gibi olmasını çok istediğini söylemişti. Şimdiye dek hiç gözlerin anlamını düşünmemiştim. Gözler insana ne hissettirir? Gözler hangi duyguya daha yakındır? Hiç düşünmemiştim. Benim gözlerim insanın hayatında neyi anımsatıyor, insanlar gözlerimde ne görüyor? Sanırım Zeyd bir tarafı bilinmezlik olan bir tarafı ise berrak olan bir okyanus görüyordu. Bu beni ne kadar şaşırtsa da bir yandan üzdü, okyanuslar insanlar için yaşanacak bir yer değildi hatta Okyanus'a dalan bir insanın ömrü sınırlı olurdu ve bu tanım bizimkine oldukça uyuyordu. ''Öyle mi?'' diye fısıldadım. Ben onun gözlerine baktığımda onun da bazen berrak bazen ise karanlık olduğu anları anımsadım. Belki de gözün berraklığı ve karanlığı insanın içindeki iyiliği ve kötülüğü yansıtıyordu. Belki de bu her insanda vardı sadece biz dikkat etmiyorduk, ama aşk ediyordu. ''Evet, üzüldün mü?'' dedi kaşları çatılırken, gözlerimin yanmaya başladığını hissettiğimde yalan bir şekilde gülmeye başladım. Dolmaya başlayan gözlerimi saklamak istiyordum, dikkatini gözlerimden çeksin istiyordum. ''Neden üzüleyim ki?'' bana inanmayan gözleri üzerimde geziniyordu, ne düşünüp neye üzüldüğümü anlamaya çalışıyor olmalıydı. ''Vera, neye üzüldün?'' ne diyeceğimi bilmediğim için sessiz kaldığım sırada çattığı kaşları gevşedi ve güldü. ''Okyanuslarda insanın yaşam süresi kısıtlı olur diye üzüldüysen eğer... Senin Okyanus'un diğerlerinden farklı. Beni boğmak istemediğin sürece boğulacağımı sanmıyorum. Nasıl olsa sahibi sensin.'' eli çeneme değdiğinde hafif dokunuşuyla kafamı kaldırdım. Tüylerim ürpermişti, elleri soğuktu. Soğukluğu yüzünden irkilmiştim, sıcak olan bedenim daha da sıcaklamaya başlamıştı. Heyecandan kalbimin sıkıştığını hissedince kaçmak için konuyu değiştirdim. ''O zaman fazla kaşınma.'' Cevabım ona keyif vermiş olmalıydı ki gür bir kahkaha attı. ''Zeyd.'' kahkahası bittiğinde ciddileşmiş ifademe bakıp o da gülmeyi keserek efendim dercesine bana baktı. Çünkü sırada aklımı kurcalayan daha önemli bir soru vardı. ''Hazal ve Tibet, Atilla'yı kışkırtırken bir planları var gibiydi. Senin de bir planın var mı?'' Bu sorumu beklemediği gerildiği yüz hatlarından belli oldu. Afallasa da kurumuş dudaklarını yaladı ve belli belirsiz gülümsedi. ''Sayılır.'' diye mırıldandı konuşmak istemiyor gibi. ''Zarar görebileceğin bir plan mı?'' gözleri yukarı kaydı, kafasında tartar gibi bir süre düşündü. ''Riske girebileceğim bir plan.'' ''Peki, anlatacak mısın?'' anlatmasını ümit ediyordum ama anlatmayacağının da farkındaydım. Ümit fakirin ekmeğiydi, eh bende artık fakir sayılırdım. ''Sanmıyorum, onlara bağlı. Onlar başlatmadan ben bir şeye kalkışmam.'' anlamış gibi kafamı salladım ama aklımda dolanan tilkilere bir türlü engel olamıyordum. ''Zeyd, Tibet neden sizin ölmenizi istiyor?'' dedim kendimi tutamayarak. Bu soruyu da beklemiyordu çünkü yine yüzünde belli belirsiz gülümseme oluşmuştu, afallamıştı. Bir süre sessiz kalınca cevap vermeyeceğini anladım. Dudaklarımı birbirine bastırıp rafları sessizce dizmeye devam ederken arkamdan sesi duyuldu. ''Tibet, Ceyda'ya saldırmadan önce bizimkilerle kavga etmişti. Bizimkiler kızlar için endişe ediyordu bu yüzden Tibet'le konuşmaya gittiler ama olay kızıştı. Tibet'i önce Samet için uyarmaya gitmişlerdi, çünkü Samet kuyruğunu kıstırıp kaçmıştı onu aradığımızı duyunca. Konuşma farklı yerlere kaymaya başlayınca Tibet bunlara diklendi bizimkilerde ona derken hırpalandı sonra üstüne Ceyda gidince öfke patlaması yaşadı ve Ceyda'ya yaptıkları için bizi suçladı.'' derin bir nefes alıp etrafı kontrol etti ve ardından devam etti. ''Tibet'in ailesi yok onu terk etmişler. Tibet, evlatlık ve okula geldiğinden beri Ceyda'ya takıntılı. Hayatındaki tek güvendiği insan Ceyda'ydı. Hiçbir arkadaşına güvenmez sevmezdi, ailesine bile tam güvenmez severken bile tereddüt duyar. Ailesiyle yan yana görsen anında sende fark edersin. Ona göre bu hayatta sadece Ceyda vardı ama bizi suçlayarak onu kaybedince gözü karardı, bağımlılıkta onu bambaşka biri haline getirdi zamanla. Tibet artık çok dengesiz ve tehlikeli.'' duyduklarım karşısında empati kurduğumda Tibet'in yalnızlığı içimi kavurdu ama hiçbir neden bu yaptıklarını ve vicdansızlığını temizlemiyordu sadece içindeki acıyı biraz olsun anlayabiliyordum, çünkü insandım. Bu cümleler zihnimden geçerken yaşadığım her bir anı karabasan gibi üzerime çullandı ve boğazıma sıkı bir düğüm attı. ''Peki siz, siz ne düşündünüz hissettiniz?'' diye mırıldandım. Zeyd kollarını gevşetti ve derin bir nefes verdi. Sanki gözünde o anlar tekrar canlanıyor gibiydi. Harelerinde hüzün vardı, bunu görebiliyordum. ''İlk başta onu yanımıza almak istedik, ta ki Ceyda dayak yiyene, Defne'de bağımlı olana kadar. O saatten sonra hepimiz birer baruttuk. Bizden intikam almak için kızların üzerine oynadılar. Defne'nin kapalı alan korkusu vardı onu depoya kitlediler tüm gün onu aradık, onu bulduğumuzda bayılmıştı. Atilla deliye döndü Samet'in evini bastı gecenin bir saati karakolluk oldu. Yetmedi Ceyda'ya başkalarını saldırttılar. Tabi Tibet'in bundan haberi yoktu olsa izin vermezdi hepimiz bunu biliyorduk. Bize ne kadar düşman olursa olsun onun bu hayatta tek güveneceği kişi Ceyda. O gün Dağhan şans eseri denk geldi ve kurtardı Ceyda'yı. Güçleri bize yetmiyordu, onlarda zayıf noktamızdan vurmayı tercih ettiler.'' duyduklarım karşısında şaşkınlıktan dudaklarım aralanmıştı, elimde rafa koymak üzere olduğum kitap yere düştü. Bu nasıl bir insanlıktı? Bu insanlık mıydı? Bu neydi? ''Defne vazgeçtiğinde yani vazgeçmek istediğinde Tibet onun masasının altına uyuşturucu koymuş yani onu tekrar başlatan aslında Tibet'ti. İkra bize yaklaşınca Burçağın zayıf noktası olmaya başladığını anladılar...'' gerisi için derin bir nefes alıp gözlerini yumduğu sırada arkadan başka bir ses devam etti. ''Sonra da onu köşede sıkıştırıp gözünü korkuttular üzerindekileri abartmadan hırpaladılar. Onu bulduğumda korkudan titriyordu. Benden bile korkuyordu hatta bana vurdu onu kollarımın çok zor arasına aldım.'' Burçak gözlerinde ateş ile bana bakıyor rafın kenarına yaslanmış o anları hatırladığı için tekrar öfkeleniyordu. ''Kollarımın arasında yavru kedi gibi İkra'yı öyle düşünmek kalbimi durdu, yanında değildim haberim bile yoktu, ben nasıl süt kardeştim. O neler yaşamıştı, hiçbirini ruhum bile duymamıştı. Böyle anlarda beni hiç yanında aramamıştı. İçimde bir pişmanlık haykırırken ağlamamak için dikkatimi Burçağa verdim. ''Hepsini bir yere kitledim, bir süre sonra hepsi teker teker uyuşturucu istemeye başlayıp krize girdi. Birbirine saldırdı, sanki düşman gibi. Oradan bir süre çıkmalarına izin vermedim ama orayı terk eder etmez biri bulup çıkarmıştı, şanslılardı.'' Dudaklarını ısırıp keyifle gülümsedi, bu gülümseyiş oldukça korkutucu görünüyordu. '' Çıkana kadarsa ölmekten beter oldular içerde. Bir insanın canını yakmak, onu paramparça etmek istersen sadece iki seçeneğin vardır. Ya sevdikleriyle oynarsın ya da aklıyla. Psikolojik şiddet, şiddetin en büyüğüdür Vera. Aslında cezası olmayan tek suçtur ama en ağırıdır aynı zamanda.'' Burçak öyle keskin ve korkutucu şekilde konuşuyordu ki amacının Tibet gibi okuldan attırarak ya da başka yollar deneyerek onları yerle bir etmek olmadığını onu psikolojikman yıkmak istediğini anladım. ''Bende onların aklıyla oynadım, birbiriyle sınadım onları. Bu benim en hafif intikamımdı. Bu onlara iyi ders olmuş ki bir daha İkra'ya bulaşamadılar, diğerlerine de öyle ama o günlerin hepsi hepimizin dün gibi aklında.'' Zeyd'e döndüğümde onun da gözlerindeki öfkeyi görebilmiştim. Söylediği gibi hepsinin aklındaydı, Hepsi bunların hesabını kapatmaya çalışıyordu ama tahammülleri dolmuş en ufak şeyde geçmişin de hesabını şimdiyle beraber alıyorlardı. ''Yani sizin bu düşmanlığınız zamanla harmanlandı ve bu kadar ciddileşti.'' Zeyd kafasını sallarken Burçak burukça gülümsedi. ''Bu yolun sonunda biri mutlaka ölecek Vera ya onlardan biri ya da bizden ama bu savaş kayıpsız sona ermeyecek. Onlar yaparsa cinayet olur, ama biz yaparsak bunun nefsi müdafaa olacağına hepimiz yemin edebiliriz. Bizi kurtarmak istiyorsun, önce bizi tanı ve bize ne konuda güvenip güvenemeyeceğin konusunda emin ol ki yarın bir gün birinden bir şey duyarsan doğru mu yalan mı bunu bize sormadan anla.'' Burçak söylediklerinde çok haklıydı. Onlar sadece hayatta kalmaya çalışıyor kendilerini koruyorlardı. Buna bizzat şahit olmuştum, hem de birçok sefer. Onlar yıkık dökük, daha çok yeni reşit olmuş çocuklardı. Tek istedikleri hayattı, yaşamaktı. Önlerinde hayatları için savaştıkları iki şey vardı, biri düşmanları diğeri ise uyuşturucuydu. Bu yaşta bu kadar yük onlar için çok fazlaydı, adaletsizdi. Yıllardır bu yükle yıkılmadan bu zamana kadar gelebilmeleri bile olağan üstüydü. Tabi bu sürede aralarında buna dayanamayan tek kişi vardı, Defne. ''Anlıyorum... peki bu yıldan sonra ne olacak?'' diye sordum merakla. ''Bu senin ellerinde.'' diye mırıldandı Zeyd. ''Ve bizim.'' diye ekledi sonra. ''Ama çoğu senin elinde, malum başkan sensin.'' Burçağın espriyle karışık söylediği cümle yüzümde gülümseme oluşturdu. ''Ben sizi yalnız bırakayım. Bitirdiniz mi diye bakmaya gelmiştim.'' Burçak arkasına dönüp gitmeye başladığında bende arkamda kalan Zeyd'e döndüm. ''Bunun yükünü sadece kendi omuzlarında hissetme, sen sadece bizim umudumuzsun. Kalan tüm yükler bizim omzumuzda tamam mı?'' gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. En azından hepsi inanmaya başlamıştı, sonuçta inanmak başarmanın yarısı sayılırdı. Şimdi tek üzüldüğüm nokta geçmişte yaşadıkları onca şeylerdi. Ben ne kadarını biliyordum bilmiyordum ama bu kadarı bile çok zor ve çok ağır gelmişti. Defne'nin yaşadığı travma, Ceyda'nın yaşadığı travma ve diğerlerinin ettiği kavgalar yıllar geçmesine rağmen hala devam ediyordu. Derin bir iç çektim. ''Peki o zaman bitirelim şu kalan işi.'' diye mırıldandı Zeyd yaslandığı yerden doğrulup kollarını gevşetirken. Ben de onunla beraber yere düşen kitabı alıp raf dizmeye hızlıca devam etmeye başladım. En iyi okullardan birinde okuyorduk, en zengin ailelerin çocuklarıyla aynı okuldaydık ama hiç biri hayal edildiği gibi ya da sanıldığı gibi değildi. Zorbalık ve kavga dendiğinde akla buradaki yaşananlardan kat kat basit şeyler geliyordu buradaki hayat ise bambaşkaydı, fazlasıyla ciddi ve korkutucuydu. Hiçbiri hakkında bu konuda tek bir tahminde bulunamazdım. Bana düşündüğümden daha kolay ısınmış aralarına almışlardı. Bunda ne kadar Defne'nin etkisi olsa da hepsi kurtulmak için can atıyor onları kurtarması için bir melek bekliyorlardı, o melek bendim. Onlar sadece el uzatılmasını istiyorlardı ve bunu benden önce yapan olmamıştı. Hepsi yardıma muhtaçtı ama hiç kimse onların yardım çığlığını duymamıştı, onlara bakmamışlardı bile. Ben de şans eseri duymuş sayılırdım, hayatta hep güzel şeyler tesadüfle olmaz mıydı zaten? Aklıma 'Ya bende olmasaydım?' sorusu düştü. Anında kafamdan soruyu atmaya çalıştım çünkü daha fazla kötü şey duymaya ya da düşünmeye tahammüllüm yoktu. Bazen hayatı akışına bırakmak gerekirdi bize yeni tesadüfler getirmesi için. Bende artık akışına bırakmıştım, çünkü tesadüfen karşılaştığım her şey nefesim olmaya başlamıştı. Zeyd ile tek kelime konuşmuyor sadece rafları diziyorduk, sanırım o da benim gibi düşünceleri içinde boğuşuyordu. Ya da kendi aklında benim ne düşündüğümü tartıyor da olabilirdi. Son rafı da bitirdiğimizde ellerimizi aynanda birbirine çırptık. ''Atilla bir daha rahat durmasın tasma takacağım ona.'' diye söylendi yorgunlukla belini tutarak. Söylediğine kısık sesle gülerek rafların arasından çıkıp ''Diğerlerine bakalım.'' diyerek önden ilerledim. Hepsi rafların sonuna gelmişti, saat de oldukça ilerlemiş hava kararmıştı. Ceyda'nın yanına vardığımda yanına eğilip ''Yardım edeyim mi?'' diye mırıldandım. ''Olur.'' Bunu bekliyormuş gibi elime yüzümü kapatacak kadar uzun kitapları tutuşturdu, yorulduğu tükenmiş yüzünden ve bakışlarından belliydi. Bakışları solmuş ve donuklaşmıştı. Kucakladığım kitapları müsait olan yere koydum ve Dağhan'ın hemen arkasında alfabetik olarak ayırmaya başladım. Ben ayırıp uzatıyordum Ceyda da yerleştiriyordu. Zeyd ise İkra ve Burçağa yardıma gitmişti. Zeyd gittikten sonra İkra'nın tüm bakışları onun üstündeydi ve ona rahatsız edici derecede dikkatli bakıyordu. Burçak İkra'ya baktığında bunu görmesiyle yüzünde kocaman buruk bir gülümseme yerleştirdi ve son kitapları sessizce yerleştirdikten sonra İkra'ya bakmadan yanından ayrılıp Dağhan'ın yanına gitti. Sanırım onun dudaklarında yer alan o buruk tebessüm benimkinde de yer alıyordu, aynasız bunu hissedebiliyordum. ''Yardım etmek istediğine emin misin?'' Ceyda'nın sorusuyla irkildim ve elimdeki kitapları beklerken bana bakan ona uzatmaya başladım. Gördüğüm görüntü içimi burkmuştu, Burçağın renkli gözlerinin bir an için acı kahveye döndüğünü görmüş gibiydim. Ne hissettiğini çok iyi anlayabiliyordum. ''İkra, Zeyd'i seviyor değil mi?'' bu soruyu sormak beni çok germiş ve kendimi aptal gibi hissettirmişti ama sormak zorundaydım. Hem kendim için hem de Burçak için. ''Evet.'' dedi tek kelimeyle. ''O da bizi Zeyd ile gördükçe Burçak gibi üzülüyor mu?'' gözlerim yerdeydi, nedense bu konuda onlara karşı istemsizce çekiniyordum. Salağa falan yatmayacaktım, sadece üstü kapalı konuşuyordum. Çünkü Zeyd'le arkadaştan fazlası olduğumuzu bunun da apaçık ortada olduğunu biliyordum. ''İlk zamanlar üzülüyordu, bence şu an işler çok farklı. Sen geldikten sonra değişen şeyler oldu.'' dedi elimden son kitapları alırken. Normal basit bir konudan bahseder gibi bahsediyordu ama benim için hassas bir konuydu. Her cümlemi her kelimemi kafamda tartarak soruyordum. ''Umarım öyle olmuştur.'' Diye mırıldandım. Ceyda son kitapları aldıktan sonra boğazını temizledi. ''Öldüm açlıktan.'' O söyleyince fark ettiğim açlığım baş göstererek guruldarken bana döndü. ''Yemek yemek varken böyle saçma şeyler düşünme salla, keyifle yemek ye.'' bu haline gülerek üstümü ve ellerimi çırptım. Her yerim toz olmuştu. ''HADİ GENÇLER YETER BU KADAR AÇLIK HADİ YEMEĞE.'' Ceyda'nın bağırışı ile sabahtandır ortalıkta görünmeyen Tuna kafasını arka rafın arasından uzattı. O kulağına kulaklık takmış tek başına masaları silip düzenlemişti. ''BENCEDE!'' diye katıldı Ceyda'ya. Koca kütüphaneyi saatler içinde bitirmiştik, e bu taraftan bakınca bizde bitmiştik. Herkes birbirine baktıktan sonra Dağhan yanımıza geldi. ''Hadi gidelim o zaman.'' hep birlikte bitirdiğimiz kütüphaneden çıkmaya başladığımızda hemen önümde olan Burçak bezi Vileda'nın içine attı. ''Bu da benim onlara şerefsizliğim olsun.'' Yaptığına gülerken önüme geçmesiyle onu ittirdim ve merdivenlerden arkasından çıkmaya başladım. Hava baya kararmıştı ve rüzgâr vardı. Hepimiz okuldan çıktığımızda yüzümüze yediğimiz soğukla şekil değiştirirken Dağhan bir küfür mırıldandı. ''Puşt Atilla arabayı da aldı gitti hem cezadan yırttı hem sıcacık gitti kısacık yolu.'' Bende bir an araba olsaydı da sıcacık gitseydik diye hayaller kurmuştum ama Dağhan'ın dediği gibi Puşt Atilla hayalimi suya düşürmüştü. Ceyda söylenen Dağhan'a eliyle hafifçe vurup göz kırptı. ''seni arkama alırım yakışıklı.'' Dağhan Ceyda'ya gözlerini devirerek ''ay ne olur al, kapmasınlar kardeşini.'' Diyerek kollarını Ceyda'nın omuzuna yerleştirip arkasından Motor'a doğru ilerlemeye başladı. Bu halleri gülümseme sebep oluyordu. Belki dışardan aileleri yok gibi görünüyordu ama ben karşımda çoğu aileden daha sıcak bir aile görüyordum. Ebeveynlerin olmadığı ama kardeşlerin hem kardeş hem ebeveyn olduğu bir aile. Burçağa döndüğümde yüzünü yere eğmiş sigara yakmıştı ve damarları gözüküyordu. Üzülmüştü, öfkelenmişti ve haklıydı. Motor'un önüne geldiklerinde İkra'ya kaskı uzatırken yüzüne bile bakmadı, sigarasından derin bir nefes çekerek motora binerken göz göze geldiğimizde onu izlediğimi fark etti ama tek yaptığı yüzünü tekrar yere eğmek oldu. ''Vera.'' ismimi duymamla gözlerimi Burçaktan çekerek arkamda kalan Zeyd'e döndüm. Olduğum yerde durmuş üzgün bir ifadeyle Burçağa bakarken ayakta tek kaldığımı yeni fark ediyordum. Herkes motorlara binmişti, tek ayakta ve ortada duran bendim. Zeyd kaskı uzatmış beni bekliyordu, onu daha fazla bekletmeden elinden kaskı aldım ve kafama dikkatle geçirdim. Dağhan Ceyda'nın arkasına binerken Tuna kendi motoruna Burçakta İkra ile kendi motoruna biniyordu. ''Nereye gidiyoruz?'' dedim kafamı omuzundan öne doğru uzatarak. ''Bizim yemek yeme mekanımıza.'' motoru çalıştırmaya başlayınca merakla kafamı çektim ve kollarımı ona sardım. Soğuk git gide içime işlemeye başlayınca daha sıkı Zeyd'e sarılarak hem onu hem de kendimi ısıtmaya çalıştım. Onun bedeninin sıcaklığını hissedemesem de sanki hissedebilirmişim gibi sıkı sarılmıştım. Ona sarılmak hissetmesem de hissediyormuşum gibi geliyordu. İki yanımda motorlar son hızda giderken bu görüntü içimde daha önce tatmadığım bazı duygular hareketlendi. Hava karanlık olmasına rağmen etrafım ışık doluydu. Motorlar dört bir yanımda sokağı aydınlatıyor motor sesleriyle sokağı inletiyorlardı. Yüzümü sola çevirdiğimde Ceyda'yı Zeyd'e dönmüş vaziyette gördüm. Saniyeler sonra Ceyda motorun üstünü biraz kaldırarak ilerleyince Dağhan can havliyle Ceyda'ya sarıldı. Kendimi tutamadan bu görüntüye gür bir kahkaha attım. ''Sıkı tutun güzelim.'' Zeyd'in söylediğiyle onun da karşılık vereceğini anlayıp bende Dağhan gibi can havliyle ona tutundum. Beni çok zorlamadan motorun önünü kaldırdı yüzümü çevirdiğimde Tuna ve Burçağında bunu yaptığını gördüm. Yan yana ilerleyen dört motordan kahkaha sesleri gelirken uzun zaman sonra gerçekten mutlu olduğumu bir kez daha fark ettim. Uzun zamandır cehennemde yanmış ve damgasını yemiştim, şimdi rüzgar beni cennetin kapısına bırakmış o kapıyı da bana Zeyd açmıştı. Motorların önünü art arda indirdiklerinde rahat bir nefes aldım. Yolun ilerideki ayrımında kahkahalarımız bitmişti, sola döndükten çok kısa süre sonra bir çay ocağının önüne gelmemizle durduk. Yan yana sırayla boş alana motorları park ederken karşıda karavanla köfte ekmek yapan bir yer olduğunu fark ettim. Umarım orası için gelmiştik çünkü ben köfteye bayılırdım. Zeyd'in arkasından inip kaskımı çıkardıktan sonra gülümseyerek ona uzattım. Ceyda ve Dağhan da inerken Tuna da onlarla karavana önden ilerlemişti. Bende arkalarından gideceğim sırada Zeyd kolumdan beni tuttu ve tam tersi yönünde kalan çay ocağına doğru çekiştirmeye başladı. ''Kemal abim.'' Diyerek güler yüzle bize dönen adama sarıldı. ''Ooo aslanım. Hoş geldiniz.'' Burçakta güler yüzle sarıldıktan sonra İkra da aynı şekilde adama yeltendi. ''Hoş geldin çitlembik.'' dedi İkra'ya gülümseyerek. Gözleri hepsiyle görüştükten sonra bana döndü, fazlasıyla yaşlı ve yüzü kırışıklarla dolu zayıf bir adamdı ama yüzü çok tatlı duruyordu. Nedense siması da sanki tanıdık gibi gelmişti. ''Merhaba kızım, hoş geldin.'' gözlüklerini düzeltti. Ben ona elimi uzatacağım sırada beni beklemediğim anda uzattığım elimden çekip sarıldı. ''Merhaba, ben Vera memnun oldum.'' sarılışına karşılık vererek sıkı sıkı kollarımı onun gibi boynuna dolarken ''Bende Kemal kızım.'' dedi tatlı bir şekilde. ''Kesinlikle amca dede gibi kelimeler kabul etmiyorum yasak kelimeler, benim ruhum hala abiniz olacak yaşta.'' Gülerek sarılan kollarımı çekerek geri çekildim. Demek sürekli geldikleri mekân burasıydı. Gözüm karavandaki köfteye kaydığında köfteleri alan Ceyda ve Tuna'ya sırıttım. Neyse ki o köfteler içimde kalmayacaktı. Pardon, içimde kalacak aklımda kalmayacaktı. ''Abi bize sıcak bir şeyler ayarla çocuklar yemek alıp gelene kadar.'' Kemal amca kafasını sallayarak '' hemen geliyor.'' diyerek bize oturmamızı işaret etti ve mutfak olduğunu düşündüğüm döner kapıya doğru ilerleyip gözden kayboldu. Zeyd elini belime nazikçe yerleştirip oturaklara doğru beni geçirince utana sıkıla oturup ilerde ellerinde ekmek arasıyla gelen Dağhan, Ceyda ve Tuna'ya baktım. Neyse ki Dağhan bunu görmemişti yoksa bunu da başıma tüm gün kakacağına emindim. ''Sıcacık köfteler geldiiii.'' dedi Ceyda neşeyle. ''tanesi elli lira.'' Tuna'ya herkes göz devirirken kıkırdamadan edemedim. Kütüphaneden beri sesi çıkmıyordu saatler sonra ilk kez konuşmuştu. Sanırım aklı hala gündüz Tibet ve Hazal'ın konuştuklarında kalmıştı. Şimdi ise karşımda eski Tuna var gibi görünüyordu. Ya da her zaman ki gibi kendini çok iyi saklıyordu. ''Teşekkürler.'' diye mırıldandım elinden uzattığı köfteli ekmeğimi alırken. Öyle mis gibi kokuyordu ki karnımın iyice guruldadığını hissettim. ''Başkanım artık okulda da böyle koli koli yemek dağıtırsın.'' dedi Dağhan gülerek. ''Aynen, istersen açık büfe yapayım okula.'' Dağhan elini şıklatıp beni işaret etti köftesinden bir ısırık alırken. ''Efso fikir.'' Gözlerimi devirmeme engel olamadan köftemden büyük bir ısırık aldım. ''Bence de.'' Devirdiğim gözlerimi saniyesinde Tuna'ya çevirdim. ''Hesabı sen ödeyeceksen yapalım Tunacım.'' Tuna ağzına attığı lokmayla öksürürken ''Yok artık.'' diye mırıldandı. Tuna'ya sırıtarak bakarken arkasından gelen Kemal abiyle elimdeki köfteyi masaya bıraktım. ''Çaylar geldi çocuklar.'' Masaya tek tek çayları bırakan Kemal amcaya teşekkür eder imasıyla başımı sallayarak uzattığı çayı alıp köftemin yanına koydum. Çay, kahve bardaklarını tutmakta oldukça başarısız olduğum için yanmamaya özen gösteriyordum. ''Afiyet olsun evlatlar. Bir şey olursa içerdeyim.'' çayları bırakmanın ardından Dağhan ''Ne yapcan içerde?'' diye sordu giden kemal amcayı yolundan döndürerek. ''Maç var evlat.'' ''Harbi mi? Dur bende geleyim.'' Dağhan eline çayı ve köftesini alıp giderken Ceyda'yla aynanda arkasından baka kalıp güldük. Ciddi ciddi maç için bizi satıp gitmişti. Onun gidişiyle masa sessizliğe gömüldü. Tuna yine kütüphanedeki gibi sessizleşirken kalanımız hala kütüphanedeki gerginliği taşıyor ve aramızda bölüşüyorduk. Köftemi masadan alıp yemeye devam ederken gözüm karşımda oturan İkra'ya kaydı, suskundu. Sanırım Burçağın onu görmezden gelince alındığını anlamıştı. Herkes sessizce köftesini yemeye devam ederken buranın ne kadar hoş bir yer olduğunu etrafı incelerken fark ettim. İçerisi sıcacıktı ve gayet genişti, küçük sandalyelerin arkasında küçük minderler vardı, yerde ise eski model halı serilmişti iki tane yan yana orta boydaydı. Duvarlarda Osmanlı tabloları vardı. ''Sevdin mi?'' bu soru Ceyda'dan gelmişti. ''Çok sıcak ve samimi duruyor.'' dedim bir ısırık daha alırken köfte ekmeğimden. ''Öyledir, liseye başladığımızdan beri buraya geliriz. Kemal amca Defne'nin dayısı yani buradan başka yere çok gitmeyiz genelde beraberken.'' Yemek yerken duraksayıp bakışlarımı köfte ekmeğimden Ceyda'ya çıkardım. ''Durumdan haberdar mı?'' kafasını olumsuzca salladı ''Dershanede diye biliyor.'' diye mırıldandı mutsuzca. Cebimden telefonu çıkarıp Atilla'nın numarasını tuşladım ve hoparlöre aldım. Birkaç dakika çalmanın ardından Atilla'nın heyecanlı sesi duyuldu. ''Atilla, Defne nasıl?'' nefes nefeseydi. ''Tepki veriyormuş, yani parmağını falan oynattı içeri girdim gördüm onu baya yalvarmam gerekti ama işe yaradı. Şimdi çıktım yanından.'' Sesi öyle neşeli ve canlı geliyordu ki hepimizin yüzünde gülümseme ve mutluluk simaları oluştu. ''Bu çok güzel haber.'' dedim sevinçle. ''Evet ama şimdi kapatmam gerek.'' Yüzüme kapanan telefonla lokmamı yutup telefonu masadan aldım ve köfte ekmeğimi tekrar elime aldım. ''Sen Atilla'yı bu yüzden mi gönderdin?'' Zeyd'e dönüp kafamı aşağı yukarı salladım köfte ekmeğimden ısırık alırken. Ben Atilla gider gitmez anlar diye düşünmüştüm ama bu kez bir şeyleri anlamakta geç kalmıştı, belki de aklını meşgul eden biri vardı. Bir çift mavi göz mesela. Hepsi neredeyse bitirmişti ama ben yavaş yediğim için elimdeki köftenin hala çeyreği duruyordu. Telefonum çalınınca elimi daha yeni telefonu koyduğum cebimden çıkardım. Annem arıyordu, ona ders yapacağız diye mesaj çektiğim için beni şu an İkra ve arkadaşlarımızla ders yapıyor olarak biliyordu. Bunun için de pişman hissetmiştim ama bu pişmanlık sadece Zeyd'i görene kadar sürmüştü. ''Efendim anne.'' Arkadan gelen hışırtı ve babamla konuşması kesildiğinde yarı sevinç yarı hüzünle konuştu. ''Ev satıldı kızım. Yeni ev bakmaya başlayabiliriz.'' Pekâlâ, sanırım hüzün mü sevinç mi yaşayacağını bilememesinin nedenini anlamıştım. Çünkü şu an tam olarak aynı şekilde duygu arasında kalmıştım. Çiğnediğim köfteyi yuttuktan sonra yan tuştan bir tuş sesi kıstım ve bir ısırık daha aldım. Ne kadar boğazımdan zor geçse de bunu yansıtmamak beklediğimin aksine kolay oldu. Evimi seviyordum ve evden ayrılmak demek İkra'ya bakıcılık yapacağım sürenin başlayacağını olayların daha çok içine girerek muhtemelen onunla daha sık birbirimize gireceğimiz anlamına geliyordu. ''Öyle mi? Çok sevindim. Beklediğimizden erken oldu.'' ''Evet, birkaç ev bakmıştık babanla, sana fotoğraflarını gönderirim. Yavaştan toparlanmaya başlayacağız istersen sen teyzenlere geç biz halledelim toparlanma işini, derslerini aksatma. Teyzene yeni eve geçtiğimizi söyledik zaten durumu çok belli etmeden.'' Söylediklerini beklemediğim için bir süre şaşkınca kaldım. Ağzımdaki lokmayı normalden çok daha yavaş şekilde çiğnerken ''Peki, geçerim.'' diye mırıldandım. Teyzem çoktan her şeyi çözmüş bu sebeple sesini çıkarmıyor olmalıydı. ''Tamam o zaman kızım, sen teyzenlere geç derslerinle ilgilen biz ev işlerini halledelim babanla.'' bana durumu özet geçerken bir yandan da babama toparlaması gereken şeyleri söylüyordu. Sanırım oda oda toparlamaya başlamışlardı bile. ''Yardıma gelmemi istemediğine emin misin anne?'' Annem bana döndüğünde ''Eminim tatlım sen derslerinle ilgilen.'' dedi ama tekrar babama bir şeyler anlatmakla meşguldü. ''Hayır Ural öbür taraftan başla hayatım. Önce büyükleri çıkaralım aradan, Annecim ben seni arayacağım öpüyorum bir tanem.'' bu haline üzgün de olsam gülümsedim. ''Tamam görüşürüz anne.'' telefonu kapattıktan sonra tekrar cebime attım. Yüzüm istemesem de asılmıştı. ''Bir şey mi oldu?'' dedi Burçak merakla, masa fazla büyük olmadığından konuştuklarımı duyduklarını biliyordum ama dikkatini çektiğim kişinin Burçak olduğunu düşünmemiştim. Çayını kafasına dikti sonra bardağı çay tabağına koyarak cebinden bir sigara çıkardı. ''Taşınıyoruz da onun için aramış.'' Burçak kafa sallayıp sigarasını yaktıktan sonra arkama yaslandım. Yarım kalmış ekmeğimi yeme isteğim kalmamıştı. Ekmeği yavaşça masaya bıraktım. ''Ne oldu?'' Zeyd'e bir şey belli etmek istemediğim için ''Hiç, sadece doydum.'' Diyerek geçiştirdim, bana inanmamış gibi yüzümü yine gözlerini kısarak inceledi ama ısrar etmeden ''Peki.'' diye mırıldanıp o da yarım kalmış çayını dikledi. Yediklerim şimdiden zaten boğazıma dizilmişti, daha fazla yersem aşağı gitmek yerine boğazımda kalırdı. ''Ben çayları tazeleyeyim. Dağhan bey içeri de Kemal amcayla maç keyfine oturdu.'' Zeyd bardakları kenardaki tepsiye tek tek dizerken bu haline gülerek ona baktım. Ondan asla böyle hizmet beklemezdim. En azından diğerleri de masada oturuyorken. ''Pek de hamaratsın.'' ''Eh tabi, var öyle hamaratlıklarım. Kemal abiye genelde buradayken yardım ederiz onun dükkânı bizim dükkanımız.'' Tepsiyi tel eliyle taşıyıp içeri doğru gitmeye başlayınca arkasından onu izledim. Şu an bakınca Zeyd'de tam hanımcı bir tip var gibi duruyordu. ''Götümü izleme.'' Dediğini duyduğumda bir kahkaha attım. Tabi bu kahkahamı diğerlerinin özellikle Tuna'nın bakışıyla anında keserek dudaklarımı birbirine bastırdım. Bundan utanmam gerekirdi ama utandığım söylenemezdi. Aksine bundan keyif almıştım, en azından az önce annemle geçen konuşmamızdan sonra. ''Biliyorum çok güzel ama evlenmeden olmaz.'' Bana göz kırpıp Dağhan'ların olduğu odaya girerken kahkaha atmamak için dudağımın içini ısırmaya başladım. ''Peki.'' diye mırıldandım ama sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ben bile duyamamıştım. Diğerleri çaktırmadan sırıtıyordu. Hepsinin bu ifadesi yüzünden kıpkırmızı kesilsem de gülmeden edemiyordum. ''Bakıyorum da siz baya level atlıyorsunuz.'' dedi Tuna imayla. Masanın altından ayağına bir tane geçirdim ama çığlık atan o değil Burçaktı. ''Kızım ne yapıyorsun ya at mısın sen o nasıl tepme.'' Tuna kahkaha atarken bu kez emin olarak ona geçirdim, Burçağın ardından Tuna'da onun gibi acıyla inlerken üzüntüyle Burçağa döndüm. ''Pardon sen arada kaynadın.'' ''Sağ ol ya, anlamamıştım.'' Burçak bana kötü kötü bakarken Zeyd şaşırtıcı hızda doldurduğu çayların olduğu tepsiyi konuşmamız son bulmadan ortaya bıraktı. ''Çaylar...'' dedi gülerek sonunu uzatırken. Herkes bunu bekliyor gibi aynanda tepsiye uzanıp çaylarını aldıktan sonra arkasına yaslandı. Her biri aynı kişi tarafından komut ediliyor gibi görünmüştü. O kadar aynı hareket ve zamanlamaya sahiplerdi. Belki de bu alışkanlık beraber yaşamayla oluşmuştu. ''Eee, ne yapmayı düşünüyorsunuz bize hayatı sevdirme yolunda?'' Burçak keyifle sorduğu sorunun ardından çayından yudum alıp ayaklarını bana çarparak uzattı ''Uzatmaya da korkuyorum anasını satayım.'' diye mırıldansa da ona sadece gözlerimi devirdim. ''İlk hedefim kış geldiği için kayağa gitmek, kaymayı bilmiyorum ama eğlenecek aktiviteler yapabileceğimizden eminim.'' Ceyda da çayından yudumladıktan sonra ''Ben biliyorum öğretirim sana.'' dedi bardağını masaya bırakırken. ''Çok sevinirim. En son denediğimde kar topu gibi yuvarlanmıştım çünkü.'' Hepsi bana gülerken Zeyd kolunu arkamdan omuzumun üstünde kalan oturak kısmına uzattı. Parmak uçları omuzuma değiyordu, dokunuşuyla titrememek için kendimi zor tuttum. Teni her zamanki gibi sıcacıktı ve kolu belli belirsiz enseme de değiyordu. ''Gerek yok, ben öğretirim.'' Yüzümü ona dönüp gözlerimi irileştirdim. ''Sende mi biliyorsun?'' bana alayla güldü. ''Neden bilmeyeyim ki?'' bir an neden bilmesin ki diye ona hak vererek kendi kendime söylenip bu soruyu sormamış gibi önüme döndüm. Sanırım tek bilmeyen bendim. Bu halim onun gülmesine sebep olurken Tuna ortamın havasını tamamen değiştirmek için yalandan boğazını temizledi. ''Kaç seviye?'' Zeyd ile birbirimize bakıp anlamamış şekilde yüzümüzü Tuna'ya döndük. ''Ne?'' dedim kaşlarımı çatarak. ''Sizin ilişki diyorum kaç seviye, ona göre seviye atlamanızı takip edicem.'' Zeyd sabır diler gibi kafasını kaldırınca Ceyda'nın kıkırtısı duyuldu. ''Niye sen işsiz misin?'' ''Ne alakası var kankamın ilişkisini de mi takip etmeyeceğim?'' Zeyd gülerek ''Bu takip değil taciz.'' dediğinde hepimiz ona hak vererek gülmeye başladık. Ayağıma tekme gelince gülmem inlemeye döndü. ''Pardon, sen arada kaynadın.'' benim peşime Zeyd inleyince Burçak gür bir kahkaha attı. ''Gülme komşuna gelir başına, ayağına sağlık.'' Burçağa kötü kötü bakmak istesem de durumun komikliğine gülmekten bunu başaramamıştım. ''Tuna, elimin tersindesin aslanım.'' Tuna Zeyd'in uyarısına karşı kaşlarını kaldırdı. ''Sen solaksın bebeğim.'' deyince bir kahkaha daha attım. Tuna Zeyd'in tersinde kalmıştı. Herkes kahkahalarla gülerken içerden çayını kafasına dikleyerek gelen Dağhan bizi görünce kaşlarını çattı. ''Ne karıştırıyorsunuz lan siz hepiniz bir kakara kikiri.'' Ceyda elini bir şey yok dercesine sallamıştı ama hala gülüyordu. Gözlerim İkra'ya döndüğünde yüzü asık şekilde bizden bağımsız dışarı baktığını gördüm. Diğerleri kendi aralarında konuşmaya devam ederken içimdeki sesi susturamayacağımı anlayarak sonunda boyun eğdim ve ona doğru eğilip dizinin üzerindeki eline dokundum. ''Bir sorun mu var?'' gözleri bana döndüğünde dolduğunu fark ederek şaşkınca ona baktım. O kadar şey başımıza gelmesine rağmen onu ilk defa böyle üzgün ve sessiz görüyordum. Sanırım Burçak'la aralarındaki bu gerginlik onu gerçekten üzmüştü. Burçağın fark etmesinden telaşlandığı ona attığı kaçamak bakışlardan belliydi. ''Yok, ben bir lavaboya gideyim.'' ayağa kalkıp birden yanımızdan gidince Burçak kaşlarını çatarak bana döndü. ''Ne oldu aranızda?'' dedim hesap sorar gibi, İkra'yı öyle görünce kendime engel olamamıştım. Kardeşlik damarım atıyordu. Burçak kurumuş dudaklarını yalayıp derin bir nefes aldı ve ayağa kalkıp İkra'nın peşine gitmeye başladı. Sorumu cevapsız bırakmıştı, yine İkra'ya kıyamıyor olması ne kadar içimi yumuşatsa da böyle olduklarını görmek beni de üzüyordu. Herkes çayını oluşan sessizlikte bitirirken kimse bu konu hakkında konuşmadı ve görmezden geldi. Sanırım alıştıkları bir diğer şey de bu ikisi arasında bitmeyen ve adı konmayan bu gerilimdi. Bir süre geçen sessizlikten sonra Zeyd ayaklandı, Burçak ve İkra henüz dönmemişti. ''Hadi kalkalım artık geç oldu saat.'' Ceyda onu dinlerken ayaklanmışken Tuna'da onunla beraber Zeyd'in peşine ayaklandı. ''Ben hastaneye uğrayacağım bir de ben göreyim Defne'yi.'' Zeyd ceketini giyerken Ceyda'ya döndü. ''Kızları bırakınca bizde gelir oradan eve geçeriz.'' Ceyda Zeyd'e onay verince bana dönerek ''Yarın görüşürüz Başkanım.'' dedi alayla gülerken. ''Görüşürüz.'' dedim bende onun gibi. Ceyda önden giderken Tuna'da bana sarılıp onun peşine takıldı. Onlar önden giderken Kemal amca içeriden çıktı, Ceyda ve Tuna çoktan motorlara binmişti. ''Gidiyor musunuz evlat?'' Zeyd elini öpüp başına koydu. ''Gidiyoruz abim, bizimkiler gitti şu iki deliyi bekliyoruz.'' Kemal amca arkasında kalan lavabo tarafına dönünce bize doğru gelen İkra ve Burçağı gördü. ''Tamam evlat iyi bakın kendinize özletmeyin.'' Kemal amca Zeyd'in peşinden bana sarılmaya yönelince eğilip sarıldım ve görüştükten sonra İkra'nın yanına doğru çaktırmadan yanaştım. ''Birkaç gün sizde kalacağım akşam konuşmak ister misin?'' İkra ''Bilmem. Belki'' diye mırıldanınca onu ikna ederim düşüncesiyle kafamı sallayıp diğerleriyle beraber motorların yanına geçip Zeyd'in uzattığı kaskı aldım. Omuzumun üzerinden gördüğüm kadarıyla İkra'nın bakışları iç geçirirken bizdeydi. Önüme döndüm ve binerken Zeyd'in omuzundan destek alıp yüzümü yanağına doğru eğdim. ''İkralara gidiyoruz, onlarda kalacağım taşınma süresince.'' anlamış ifadeyle kafasını sallayıp o da bana döndüğünde aramızda bizi birbirimizden ayıran tek şeyin kask olduğunu fark ettim. Gülümseyerek ''Hay hay.'' Dedi ve önüne dönüp anahtarı çevirdi. Burçak ve İkra da bindikten sonra yan yana park ettiğimiz yerden çıkıp teyzemlerin evine doğru yol aldık. İkra'nın neden bu kadar üzüldüğünü anlayamıyordum, Burçağı seviyorsa neden üzüyordu? Zeyd'i seviyorsa neden Burçağa ümit veriyordu? O da kime ne hissettiğini bilmiyor. Burçağa bir şeyler hissettiği ortadaydı ama kendine itiraf edememiş görünüyordu. Eve gittikten sonra belki konuşmak iyi gelebilirdi. En azından anlamadığı ya da çıkamadığı duyguları için ona yardım edebilir, elimden geleni yapardım. Hem buzları eritmeye başlardık hem de aramızdaki bu saçma gerginlik biterdi. Motora bindikten sonra yediğim soğukla kendi içimden Keşke Atilla arabayla gelseydi diye mırıldanırken eve bir an önce gidebilmek için sabırsızlandım çünkü çok üşümüş ve yorulmuştum. Vücudum bir sıcak bir soğuk yiye yiye bir hal olmuştu. Umuyordum ki tekrar bir hastalık badiresi geçirmez ve güce en çok ihtiyacım olduğu zaman ondan bir kapı suratıma çarpmazdı. Bir süre sonra İkra'ların evi ileride görününce rahatladım, Soğuktan titremeye başlamama sadece dakikalar kalmıştı. Isınabilmem için hemen sıcak suyun altına girmem gerekiyordu. Motorlar yavaşlayıp evin kenarına çekildi, önde İkra ardından da ben indim. İkimizde kasklarımızı çıkarıp sürücülere uzatırken Zeyd'e bir adım daha atıp yaklaştım. ''Bugün için teşekkür ederim.'' ''Bugün bir şey yapmadık.'' ''Olsun, yine de çok güzeldi.'' Kaskı alırken elimi özellikle tuttu ve bir süre kaskı almadan o şekilde durdu. ''Peki sevindim.'' diye mırıldandı, gözleri ellerimdeydi. ''O zaman, yarın görüşürüz. İyi geceler.'' Diye mırıldanıp istemeye istemeye de olsa ellerimi yavaşça ellerinden çektim. ''İyi geceler.'' İkra'nın kapıda beni beklediğini görünce Burçakla hızlı bir şekilde vedalaşıp İkra'nın yanına ilerledim. Burçak da bana sırıtmış ardından ''İyi geceler Başkanım!'' diye seslenmişti. Ona dönüp gözlerimi devirdim. ''Hay senin başkanına...'' bana güldükten sonra kaskı taktı. İkra bahçe kapısını açmış arkasına bile bakmadan içeri doğru yol almıştı. Kapıyı örttükten sonra hızlanıp önüne geçerek zili çaldım. Teyzemin açmasını beklerken vücudumun titremeye başladığını fark ederek ''Çok üşüdüüüm.'' diye fısıldadım. Aslında bu kadar üşümeme sebep olacak kadar ince giyinmemiştim ama giyinseymişim de sonuç değişmezmiş. İkra ellerini cebine koyup ''bende.'' Diye mırıldandı. Sesi üzgün geliyordu. Dudaklarımı araladığım sırada kapı açılmış teyzem bizi güler yüzle karşılamıştı. Açtığım dudaklarımı kapatıp açılan kapıdan içeri kendimi attım. ''Hoş geldiniz kızlar, zahmet oldu.'' Teyzem bir adım gerilemiş gülerek bize bakıyordu. ''Çok üşüdük anne.'' İkra botlarını çıkarırken zıplaya zıplaya odasına gitti. Bende peşinden koşar adımlarla botlarımı çıkarıp odasına gitmiştim. ''Sen benim odamda gir duşa ben daha dün almıştım sadece üzerimi değişeceğim.'' Dolabını açıp her zamanki pijamalarımdan uzattı. ''İç çamaşırı da al çekmeceden zaten senin havlun var dolapta.'' elinden pijamalarla diğer eşyalarımı da alıp koşarcasına banyoya girdim. Suyu en sıcağa yakın açarak üzerimdekileri hızla çıkardım. Hemen hasta olduğum için çok fazla soğukta kalmak hemen beni hasta ediyordu ve bundan nefret ediyordum. Daha yeni iyileştiğim için bir daha hasta olmak istemiyordum, hem yapacak bir sürü işim vardı bir de hastalık omuzuma yüklenmemeliydi. Sıcak su hazır olunca kendimi suyun altına atıp bir an fazla sıcakla rahatsız oldum ama alıştığımda çok iyi gelmiş hatta beni mayıştırmıştı. Saçlarımı şampuanladıktan sonra güzelce suyun altında bunalana kadar durdum. Gerçekten sıcak su hem rahatlatmıştı hem de iyi gelmişti. Uyku bastırıp içerisi buhardan baymaya başlayınca suyu kapatıp arkadaki mor olan kendi bornozumu alarak kabinden çıktım. Bornozumu üzerime geçirip kuşağını sıkıca bağladıktan sonra Kabinden çıktım. Su sesi kesildiği için içeri boğuk bir ses gelmeye başladı. Kapıya yaklaşıp kulağımı yasladığımda sesler netleşmeye başladı. Duyduğum tanıdık sesle kaşlarım çatıldı. Burçak? ''Gidemedim, En azından böyle küs gibiyken. Geri döndüm yoldan.'' Evet bu ses kesinlikle Burçağa aitti. ''Küs değiliz.'' dedi İkra ama sesinden kırgınlık akıyordu ve bunu buradan ben bile fark ettiysem Burçak çoktan fark etmiş olmalıydı. ''Bak İkra, Ben böyle pin pon topu gibi ordan oraya sekemem. Zeyd'e karşı ilgin varsa bende ona göre davranırım. Evet zor olur evet hayatımda olacak en kötü şey olur bu ama elimden bir şey gelmez. Sevdiğim kadın eğer en yakın arkadaşımı seviyorsa bana geri çekilmek düşer. En azından seni rahatsız etmeyecek kadar çekilmem gerekir.'' Burçağın sesindeki titreme içimi burkmuştu, gerçekten dışardan çok sert soğuk duruyordu ama içeride aslında çıt kırıldım bir çocuktu özellikle de İkra'ya karşı. ''Bur-'' ''Ya beni sevdiğini itiraf et ya da artık böyle davranma.'' ''Ne?'' İkra beklemediği cümle karşısında şaşkına dönmüş olmalıydı. Bunu yüzüne şimdiye dek kimse söylememişti ama Burçak acımasızca onun yüzüne gerçeği çarpmıştı. ''İkra aramıza onun için girdiğini hepimiz biliyoruz ama bilmediğimiz şey neden onun yerine hep benim yanımda olduğun.'' İkra bir süre ses vermedi, Burçak da sabırla beklerken tek kelime etmemişti. Dudaklarımı yalayıp suyu tekrar açtım ve kapının ardına aralıktan baktım. Burçak çenesini sıkarak tepesinden İkra'ya bakıyordu. Camın hemen önünde dikiliyorlardı, İkra yüzünü yere eğmiş ellerini arkada birleştirerek tırnak etlerini koparıyordu. ''Zeyd yalnız değil nasıl yanına gidebilirim ki?'' ''Vera'dan öncesinden bahsediyorum İkra.'' Dedi Burçak konudan kaçmasına izin vermeyeceğini belli ederek. Bence de artık birinin bu konunun üzerine gitmesi gerekliydi ama kimin gideceği hakkında tahmin de bulunsam bu kişinin yine Burçak olacağını söyleyebilirdim. ''Bu hareketlerimi yanlış anladığın için özür dilerim.'' Hayal kırıklığı, gece mavisi gözlerin içinden vücuduna akıyordu. Bunu görebiliyordum. Bir adım geriye çekilirken yutkundu. ''Yanlış anlamak mı?'' İkra dudaklarını ısırıyordu ve bunu sadece ağlamamak için kendini tuttuğunda yapardı. Aptal kız her şeyi batırıyordu. ''Bak Burçak ne düşünüyorsun bilmiyorum ama-'' ''Beni sevdiğini düşünüyorum hatta hayır bunu hissediyorum İkra.'' Ona doğru geriye attığı adımı geri alarak yaklaştı ama bu kez İkra gerileyerek onun rolüne bürünmüştü. ''Ben... ben Zeyd-'' ''Sana inanmıyorum. Evet ona hayranlıkla bakıyorsun evet onu ilk tercihine koyuyorsun ama onun yanında değil benim yanımda gülüyorsun, benim yanımda duruyor benim elimi tutuyorsun. Beni kullanıyor musun İkra?'' ''Saçmalıyorsun Burçak.'' Burçağın kaşları çatılmıştı. İkra da kafasını yerden kaldırmış öfkeyle ona bakıyordu. ''seni kullandığım falan yok biz yakın arkadaşız o kadar.'' ''Yakın arkadaş?'' Eyvah. ''Ben sana o yönden duygu beslemiyorum.'' Eyvah Eyvah. Burçak kafasını aşağı yukarı salladı. ''Bu cümleni unutma, bir gün bu replikleri birbirimize karşı kullanacağız.'' İkra'nın sözünü kesmesinin ardından İkra ne dediğini bilememiş olmalı ki birkaç dakika sessiz kaldı. ''Senin seçimin ya bu ateşi harlayacak ya da sel olup bu ateşi söndürecekti. Sen sel olmayı seçtin.'' İkra'nın ağzından küçük bir hıçkırık kaçtığında elimi tam kapının koluna atmıştım ki üzerimdeki bornozu fark edip elimi çektim. ''İyi geceler İkra'm.'' Birkaç adım sesinden sonra hıçkırık sesleri artınca Burçağın gittiğini anlayıp banyodan çıktım. Kapıyı aralar aralamaz önce bir etrafa baktım, evet Burçak gerçekten gitmiş görünüyordu. İkra pencerenin önündeydi, cam açıktı hatta kısa perde dışarı doğru uçuşuyordu. ''İkra?'' Bana arkasını dönüp yüzünü kapatınca hızlı adımlarla ona doğru yürüyüp önüne geçerek sarıldım. Ağlamasını ne kadar saklasa da ağladığını zaten biliyordum. ''Burçak haklı biliyorsun değil mi?'' Göğüsüm'e kapattığı yüzünü kaldırıp bana da ona baktığı gibi öfke ve ters bir bakışla baktı. ''Haklı mı?'' alayla gülerken gözlerini silip geri çekildi. ''Zeyd'e duyguların olduğu için beni aradan çıkarmaya çalışıyorsun ve bunun için Burçağı kullanıyorsun.'' Yüzünde tiksinme belirdi, benimkindeyse şaşkınlık. ''Bakın ne diyeceğim. Madem sevgime inanmıyorsunuz belki de size kanıtlamam gerekiyordur.'' İnstagram; byzloey Ceyda Tuana Halis
|
0% |