@byzloey
|
Onu yarı yolda bırakmayacak karakterler arayan tüm okuyucularıma, sevgilerle.
1. Bölüm | İlk An Hypnotic, Zella Day 🌲 Onu ilk kez gördüğüm rüyadayım, motorun üstünde duruyorum. Hava karanlık, çok karanlık. Gök yüzünde bir yıldız bile yok, hepsi karanlığın ardına saklanmış çünkü ışık tam karşımda, uzakta ama bir o kadar da yakınımda. Hava soğuktu, çok soğuktu ama karşımda bana gülümseyen bir kadın vardı, yüzü güneş kadar parlak gülüşü güneş kadar sıcaktı. Gözlerini gözlerimden çektiğinde rüya son buldu. O rüyanın peşinden koştum, çok koştum ama Bin kez dalsam da rüyaya o rüyayı ve o güneşi bir daha bulamadım. Sonra bir rüyada o kadınla tekrar karşılaştım. Zeyd Vuran 🌲 Başlangıçtayız. Mavi'nin yeşile karıştığı o ilk anda. Hatalar, göz göre göre yapılan en büyük iradesizliktir. Birçok insan hatalara koşar sonucunu bilmeden, düşünmeden ve buna rağmen pişman olacağını bile bile koşmaya devam eder. Bazısı alışır yaptığı hatalara, hatalar onun hayatı olmuştur. Bazıları ise hatadan dönmek için daha fazla hata yapar ve kendini bir bataklığa saplanmış dibe çekilirken bulur. Çekene bakmak için kafasını eğdiğinde ise bataklıkta olmasını hiç beklemediği berrak bir su görür. O su da yansıyan yüz, kendisinindir. Hayatın bizi nereye sürükleyeceğini bilmek mümkün değildi ama bataklığa battığınızda bunu bilmemeniz de aynı şekilde mümkün değildi. Başta fark etmeyebilirsiniz belki, çünkü o da her yol gibi düz görünür. Batmaya başlayana kadar fark edemezsiniz bunu, ayağınız kirlense de aldırmazsınız çünkü bu devir de her yol kirletir ayaklarınızı. Ama bataklık, sadece ayaklarınızı kirletmekle kalmaz. Bedeninize yayılır ve sizi karanlığa çeker. O karanlıktan sizi kurtarmaya kim gelirse gelsin kendisini sizin gibi bir bataklıkta bulacağından sizi kimse kurtaramayacağı gibi, kurtarmaya geleni de kimse kurtaramaz. Böylece hepiniz dibi boylar karanlığa mahkûm olursunuz. Eğer biri size bataklığa değmeden el uzatmazsa. Ben, şimdiye dek karanlıktan uzak adımın anlamı gibi günahtan kaçınandım. Benim geleceğim aydınlıktı, parlaktı. Karanlık yollar ise aydınlığa hiçbir zaman çıkmazdı. Bu yüzden yolum da baktığım yerler de hep aydınlıktı, aydınlık olmak zorundaydı. Çünkü ben karanlıkta yürümeyi bilmiyordum. Karanlıkta görebilecek kadar karanlığa alışmak ve orada yaşamak zorunda kalmamıştım. Ta ki bir çift göz de huzur bulana kadar. Karanlık bakan bir çift gözün, karanlık ormanlarına âşık olana kadar. O ormana adım attığım ilk an ışığımın yavaş yavaş sönmeye başladığını hissetmiştim ama sizin de tahmin edebileceğiniz gibi Karanlıkta bataklığa batana kadar bataklığın üstünde yürüdüğünüzü anlayamazdınız. Ben de bilmiyordum, batana kadar anlamamıştım da. Karanlıkta bataklığa batana kadar bataklığın üstünde yürüdüğünüzü anlayamazdınız. Anladığımda da geç olmuştu ama yine de baktığım her yer, benliğimi oluşturan her şey o kadar aydınlıktı ki, bu karanlık benim ışığımı söndüremedi. Çünkü hiçbir karanlık yıldızları söndüremezdi. Gölgesine saklayabilirdi ama hiçbir zaman söndürmezdi. ''Senden bir ricam olacak teyze.'' Dedim kararlılıkla deri koltukta dik duruşumla otururken. Bunu söylerken hayat çizgimin tam ortasında olduğumu bilmiyordum. Bir adımla, ilk adımımla olacaklardan habersizdim. Hayatıma, gördüğüm sadece bir saniyelik görüntünün ya da bir saniyelik alacağım kararın nasıl bir etki edeceğini düşünememiştim. Ama yaptığım bu büyük hata, hayatımın en güzel hatasıydı. Ben az önce bahsettiğim hataların hayatı olduğu o kız olacaktım ve bundan hiç şikayetçi olacağımı hiç düşünmüyordum. ''Tabi kızım.'' Teyzem Yeliz Yaman, İstanbul'un en başarılı savcılarından biriydi. Adı bilinen, hatırı sayılır birçok iş adamının işini çözdüğünü biliyordum. Birçok kişinin kendisine borçlu olduğunu da, manevi anlamda. Yeliz Yaman güçlü başarılı olmanın yanında aynı zamanda ailesine körü körüne bağlı bir kadındı, özellikle de yeğenine. Bunu bildiğim için şu an bu koltukta karşısında oturuyor önümde dumanı tüten kahveden gözlerimi çekip onunkine bakıyordum. Gözlerimden kararlılığımı ve ona olan ihtiyacımı anlamasına ihtiyacım vardı. Çünkü geleceğim söz konusuydu. Işığımın kesilme noktasında bana gerekli ışığı vermesine ihtiyacım vardı. ''Teyze okulumdan alınıyorum, nedenleri sorgulamamanı rica edeceğim. Bu konuda sana tek söyleyebileceğim şey Ailemin tercihi olması.'' Kısa ve öz. Annemin teyzeme maddi çöküşte olduğumuzu söylemememi rica ettiği sözler aklımda yankılandı. Ona bir cevap vermemiştim, çünkü tutamayacağım sözleri vermekten kaçınmak oldum olası tercihimdi. Bu yüzden sessiz kalarak aslında cevabımı anneme vermiştim ama annem o darmaduman olmuş kafasıyla sessizliğimin içinde verdiğim cevabı duymamıştı. Ben bir şey söylemesem de teyzem sebeplerini duymadan her şeyi bir düğümmüş gibi çözdü. Bu sadece saniyelerini aldı, kafası tam bir zehirdi. Bu yüzden davaların korkulan ismiydi, ona hayranlığımın sebebi buradan geliyordu. ''Açtığı kliniğin masraflı sizi aştı değil mi?'' dedi kollarını birbirine bağlayıp sırtını sandalyesine yaslarken. Burnundan verdiği nefes anneme üzüldüğünü hissettirmişti. Yüz ifadesini incelediğimde bu hislerim doğrulandı, kaşları titrekçe kalkmıştı. Bakışları yumuşak ve gözlerimden ne istediğimi anlamış gibiydi. ''Aştı.'' Dedim sadece. Konuşmamız gereken konu bu değildi çünkü bu konuda teyzem hiçbir şey yapamazdı. Yapmaya kalktığı an annemle araları bozulurdu, annemin yardım kabul etmeyeceğini bildiği için de bunu göze almayacaktı ama ben yardım istediğim için anneme edemediği yardımı seve seve bana edecekti. Teyze anne yarısıydı, benim teyzem yarıdan fazlasıydı. ''Okuluna devam ettirmemi mi istiyorsun? Yoksa başka bir okula geçmek mi istersin?'' Söylediği sözlere güldüm. ''İkra'nın okulunu mu kastediyorsun?'' İkra anne yarımdan fazlası olan teyzemin tek çocuğu, aynı yaşta olduğum süt kardeşimdi. Aynı zamanda saçma nedenlerden ötürü yıllardır konuşmayı kestiğim tek arkadaşımdı. Teyzem için anne yarısından fazla diyordum çünkü aynı zamanda süt annemdi. O sebeple annemden sonra güveneceğim tek kadın olmakla beraber anne yarısından daha fazlasıydı. ''İkra'nın gittiği kolej Türkiye'nin en iyi koleji bunu sende biliyorsun. Aynı zaman da yurt dışında okuma hayalin için sana çok güzel imkanlar sunabilecek bir okul.'' ''Erdemli koleji de Türkiye'nin en iyi okullarından.'' Dedim İkra'yla aynı okula gitmek istemediğimi hissettirmek ister gibi. ''Esef koleji kadar değil.'' Dediğinde ellerini birbirine kenetlemişti. ''Sana sadece seçenek sunuyorum Vera, karar senin eğer Erdemli kolejine devam etmek istiyorsan ücretini seve seve karşılarım. O okulla yakın bir bağlantım yok yani bana borçlu birini oradan bularak tek bir sözümle devam etmeni sağlayamam.'' Gözlerimi kısarak yüzünü inceledim. Yıllar boyu teyzemin o sinsi zekasının başaramadığı tek bir şey vardı. O da kızıyla beni eski halimize döndürmekti ama şimdi ona araladığım o kapıdan bir gölge gibi sıkışacak ve zihnimi kendine esir edip bana istediğini yaptıracaktı. Zeki kadınlar korkulması gereken insanlar listesinin başında gelmeliydi. İkra ile çocukken ayrı bile uyumazdık. O kadar yakın, can ciğer olan iki küçük kardeş şimdi birbirinin yüzüne bile bakmaz bir hale gelmişti. Annem üstümüze düşmese de teyzem bunun peşini hiç bırakmamıştı. Bunun sebebi biraz ikimizin de yalnız kalması biraz da başarıya olan takıntısıydı. Ama bilmediği şey bu kopuşun çocukluktan gelişiydi. Çocuklukta oluşan yaralar saçma da olsa unutulmazdı. ''Esef kolejinde var mı?'' dedim şüpheyle. Önünde dumanı tüten kahvesini alırken sandalyesinin çıkardığı garip sese karşı yüzümü buruşturdum ve önümdeki kahveyi alırken göz ucuyla saati kontrol ettim. ''Kenan Esef, geçen hafta onun için çok önemli bir davayı çözdüm. Bu ricamı kurtardığım dava karşısında iyilikten bile saymaz.'' Kaşlarım hayretle kalktı. Teyzem kahve bardağını tabağına bırakırken bana parlayan gözleriyle bakıyordu. ''Bunu sadece imkânın olduğu için değil, İkra'yla tekrar yakınlaşmam için de yapıyorsun değil mi?'' ''Benimki sadece bir dilek. Olup olmaması kadere kalmış.'' Dudaklarına yayılan masum tebessüme aynı şekilde karşılık verdim. Aklında geçen tilkileri görebiliyordum ama önemli olan görmek değil duymaktı, henüz o rütbeye ulaşamamıştım. ''Yeni okulun hayırlı olsun diyelim mi öyleyse?'' masadan telefonunu alırken yutkundum. Yeni bir okula hazır mıyım diye düşündüm. Benim için önemli olan şimdiye dek pek de okul olmamıştı. Verdiği eğitim her zaman ön plandaydı ama şimdi ilk kez verdiği eğitimden önceye okulu koyuyordum. Çünkü sınava kalan son yedi ayımı yeni okula adapte olmakla harcamakta istemiyordum ama teyzemin alttan alta verdiği imayı da sezmiştim. Ben erdemli kolejinde kalmayı seçseydim bile benim vicdanıma oynayacak İkra'yla aynı okula gitmeye ikna edecekti. Teyzemin zeki olduğunu söylemiştim, zekâ eşittir tehlikeydi. ''Ben arkadaşlarımla vedalaşayım öyleyse.'' Diyerek ayağa kalktığımda zafer gülüşü dudaklarına yayıldı. İçinde sevinç patlamaları koptuğuna yemin edebilirdim. Ortaya çıkardığı beyaz dişlerinin yanında telefonunda numara tuşlarken ''Yarın başlayabilirsin.'' Dedi. Ardından telefonu kulağına yaslayarak bana el salladığında ben de çantamı omuzuma attım ve el sallayarak kapıya yöneldim. ''Merhaba Kenan Bey, müsait miydiniz?'' dediğini duydum kapıyı açarken teyzemin. ''Sizden ufak bir ricam olacaktı, okulunuz hakkında.'' Kapıyı örttüğümde teyzemin sesi artık uzaktan ve boğuk geliyordu. Teyzemin odasından çıkar çıkmaz elinde dosyalarla koşuşturan lacivert takım elbise giymiş siyah dalgalı saçları omuzuna dökülen Avukat Elif ablayı gördüğümde gülümsedim. O da önümden geçerken duraksayıp derin bir nefes verdi, durduğunda topuklu ayakkabısının tıkırtısı da kesilmişti. Nefes almaya ihtiyacı var gibi görünüyordu, yüz ifadesine bakılırsa benim sayemde o nefesi az da olsa alabilmişti. ''Ne haber fıstık?'' diyerek yanağımdan bir makas aldığında ''İyi abla senden?'' diye sordum. ''Koşuşturmaca gördüğün gibi, okula mı?'' ''Evet.'' Platin sarı saçları, dolgunlaştırdığı pembe dudaklarıyla Elif ablaya seslenen Banu abla aramızda girdiğinde Elif abla ''Geldim! İyi dersler ablacım.'' Diyerek yanağımdan bir makas daha aldı ve topuk tıkırtısını ritimle vurarak Banu ablanın yanına doğru aceleyle yürümeye başladı. Ben de derin bir nefes alarak otomatik kapıdan çıkmış arabamın anahtarını montumun cebinden çıkarmış, kilit açma tuşuna basarak yanan ışıklarını izlemiştim. Ofisin camından teyzemin beni izlediğini görüyordum, kulağına yaslı bir telefonda gülümseyerek konuşuyordu. Elimi kaldırarak ona görüşürüz işareti yaptım, ardından kapımı açarak arabamı arkaya atıp anahtarı kontağa taktım. ''Türkiye'nin en iyi okulu Esef...'' kendi kendime mırıldanıyordum. ''Söyledikleri kadar var mısın gerçekten?'' Anahtarı çevirdiğimde araba sesinin yanında müzik de içeri yayıldı. Saat on iki otuzdu. Bu saatte ailem beni okuldan almaya gelmeden önce teyzemin yanına gelmiştim. Çünkü üç yıldır yurt dışına çıkma hayali için nefes bile almadan ders çalışıyordum. Adıyla ünlenen Oxford üniversitesi için bu çalışma anca yetiyordu. Ömrümü vermiştim hayalime ulaşmak için ve sonunda bu ömrün karşılığını yeni bir ömürle almayı istiyordum. O beyaz önlüğü giyip stetoskopu boynuma takmak istiyordum. Baktığım her yerin aydınlık olduğunu söylemiştim, çalışmayı istediğim yer de en az baktığım yer kadar aydınlıktı işte. Arabayı geri geri sürerken avuç içimi direksiyona yasladım ve döndürmeye başladım. Erken doğmanın bir avantajı varsa o da erken reşit olmaktı, zenginliğin avantajı da reşit olur olmaz altına araba çekebilmekti ama bu avantaj da son günlerine yaklaşmıştı. Veteriner olan annemin büyük bir klinik açma hayali benim yurt dışında okuma hayalimin üstüne toprak atmıştı. Veteriner kliniği batmıştı, babamın yüksek geliri bile bizi kurtaramıyordu. Bunun üzerine benim okul masraflarım da eklenildiğinde zengin bir aileden geçinemeyen bir aileye dönmüştük. Ailede fedakâr olan her zaman ebeveynler olurdu, olması gereken daima buydu ama bazen de çocukların fedakâr olması gerektiğini bu anda öğrenmiştim. O fedakarlığı yapmıştım, hayallerim için başka bir yol bulacağımı söylemiş bulmuştum. Annem bunu elbette ki olduğu gibi bilmeyecekti, yoksa teyzeme karşı mahcup hissedeceğini biliyordum. O yüzden arabada çalan annemden gelen aramayı açtığımda hiçbir sözümle ve ses tonumla bunu belli etmemeyi başardım. ''Efendim anne.'' ''Neredesin Vera, okula erken mi gittin kızım?'' Direksiyonu okulun olduğu sokağa dönmek için sağa döndürdüm. ''Teyzeme uğradım, Merak etme durumdan bahsetmedim. Bahane uydurarak beni yeni bir okula alması için bağlantılarını kullanabilir mi diye sordum, asıl ayrılma sebebim içinde yalan söyledim.'' ''Ne dedin?'' dediğinde sesindeki şüpheyi sezdim. Dudaklarımı ısırarak kırmızı ışıkta durduğumda arabada annemin numarasının gözüktüğü ekrana baktım. Yalan söylemeyi sevmiyordum çünkü ağızda alışkanlık yapıyordu ama kaçan bir insanın en sevdiği alışkanlığı haline de geliyordu. ''Okulda üzerime suç atıldığını anlaşmazlık yaşadığımı söyledim. Ödemeyi yıllık peşin yaptığımız için geri de alamıyoruz o yüzden başka bir okula geçerek aileme de yük olmak istemiyorum dedim.'' ''Keşke yalan söylemeseydin kızım.'' Keşke yalan söylemeseydim anne. ''Teyzem geleceğimin etkilenmemesi için ona borçlu olan birinden iyilik istedi.'' Daha fazla bir şey söylemeden lafı çevirerek konuyu kapattım. Cevap vermek istemediğim zaman her zaman yaptığım bir şeydi. Annem güldü. ''Ona iyilik değil karşılık denir kızım.'' Birkaç dakika sonra yeşil ışık yandığında arabayı okulun yolunda sürmeye devam ettim. Annemin yudum sesinin yerine kendi sesi tekrar arabanın içinde duyuldu. ''Öyle, umarım bu zekasıyla maddi durumumuz hakkında bir çıkarım yapmamıştır.'' Annemin sözlerinin ardından teyzem hariç hiçbir akrabamızla yakın olmadığımıza bir kez daha sevindim. Annem bu tarz şeyleri yerli yersiz kafaya taktığından en büyük çekincesi hep teyzem olmuştu. Her şeyi kendi başına halletmek istiyordu, teyzemin bilmesini ve gizliden gizliye yardım etmesini istemiyordu. O da böyle bir kadındı. ''Sanmıyorum.'' Diyerek ikinci yalanımı dillendirdim. ''Hangi okula geçiyorsun peki? Umarım en az Erdemli kadar iyi bir okuldur.'' Sesindeki telaş merakından kaynaklanıyordu. ''Esef.'' Diyerek arabayı park ettiğimde kontağı kapattım, anahtarı alıp aramayı telefondan devam ettirirken bir yandan da çantamı omuzuma asıyordum. ''Esef mi, şu seni ilk kaydettirmeyi düşündüğümüz okul mu?'' İkra ile lise çağımız geldiği zaman, Esef koleji en iyi okul olduğundan benim ilk istediğim okuldu ama İkra benden önce davranmıştı. Dönem başlamış olmasaydı rica etmeden burs ile girebileceğim bir okuldu. Bursluluk sınavını geçeceğime emindim ama hayat bu fırsatı kaçırmama vesile olmuştu. Üç yıl önce gidemediğim Esef kolejine gitmek şimdi nasip oluyordu. Bu zamanlama içimi huzursuz etse de o sese kulak vermemeye çalışıyordum. ''Evet tam olarak o okul annecim.'' ''Bu senin için çok iyi bir haber.'' Annemin söylediklerine seslice güldüm. ''Evet, mükemmel.'' Sesimdeki alayı fark etti. Bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğimi belli ederek kapatmam gerektiğini söylediğimde annem halimden anlamış halde öpücükle aramayı sonlandırdı. Birbirimizi bu yönden anladığımız için aramızda ki bağı seviyordum. Bahçenin gürültüsü kulağa gelmeye başladığında zilin henüz çalmadığını anlamıştım. Okula yürürken etrafın kalabalıklığını gördüğümde öğle arasının hala devam ettiğine sevindim, arkadaşlarıma gitmeden düzgünce veda edebilecektim. Derse girme gibi bir düşüncem yoktu, artık maddi imkanlarımızın elimizden gideceğini biliyordum ve okulumun değişmesi gerektiğini de kabullenmiştim. Bir anda aklıma yayılan bunca gelecek kaygısını gidermem için önce dinlenmem gerekiyordu. Bu kafayla ders algılayabileceğimi de düşünmüyordum zaten. Bahçeden okula girmeden önce etrafı gözlerimle taradım, sözde sevgilimi arıyordum ama her zamanki gibi okulda olmadığını anlamam uzun sürmemişti. Olsaydı eğer her zamanki köşesine geçmiş hayatı hedefsiz baba parasıyla yaşayan arkadaşlarıyla iğrenç sohbetler ediyor, saçma sapan sesler çıkararak gülüyor olurdu. Murat Ulu böyle bir çocuktu. Benimle on gün arayla doğarak reşit olmuş motor yarışlarına katılan, okulu genelde asarak dışarıda serseri hayatı yaşayan gençlerden biriydi sadece. Diğer gençlerden tek farkı benimle sevgili olmasıydı ama buna sevgililik demekle sevgili değiliz demek bile aynı şeydi. Çünkü benim bildiğim sevgililer ayda bir iki kez buluşmazdı ya da hiçbir erkek arkadaş sevgilisini sadece motor yarışında arkasında bir kız olsun diye çağırmaz bu sebeple görmek istiyor, özlüyor ayağı çekmezdi. Murat Ulu çekiyordu ve hala sevgilimdi. Onu göremeyen gözlerim rahatlıkla okul kapısına döndüğünde içeri adımım atar atmaz dışarıdan çok daha gürültülü bir ses kargaşası kulaklarıma doldu. Gözüm girişin sağında kalan kantine kaydığında okuldaki tek arkadaşlarım olan İzel ve Ece'yi aradım, burada görünmüyorlardı. Terasta olduklarını düşünerek merdivenlerden çıkmaya başladım. Bu sırada teyzemin okula söylediği gibi yarın başlayabileceğimi söylediği mesajda gözlerim gezindi. Sınıf, 12-B. Teşekkür eden kısa bir mesajla teyzeme karşılık verip ekranı kilitleyerek terasa çıktığımda köşede yaslanarak öylece duvarı izleyen dalgalı saçlara sahip çocukla göz göze geldim. Okulda nadir gördüğüm yüzlerden biriydi. Kahve rengi ucu dalgalı saçlar, kahve gözler, keskin çene hattı ve çukurlu yanaklar. Üzerindeki üniforma oldukça dağılmış görünüyordu ama pek de umurunda değil gibiydi. Onun da gözleri açılan kapıyla bana döndüğünden kahve gözleri güneşte çok daha açık görünmüştü gözüme. Bakışları boş ve soğuktu, saniye süren bakışma onun yüzünü tekrar duvara dönmesiyle kesildiğinde bende yüzümü ondan aldım ve etrafa çevirdim. İzel ve Ece kenarda duvara yaslanmış telefona bakarak bir konu hakkında tartışıyorlardı. Ben onlara yürürken etraftakilerin seslerinden ne ben onları duydum ne de onlar benim geldiğimi duydu. Önlerine vardığımda beni fark edeceklerini sanarak dudaklarımı araladım ama yanılmıştım, konuştukları konuya kendilerini kaptırmışlardı. Ellerinden telefonu çekene kadar geldiğimi fark edemeyecek kadar hem de. ''Vera, ödümüzü kopardın!'' İzel'in azarlayan sesine gülerek karşılık verip elimdeki telefonu salladım. ''Geldiğimi bile görmediniz.'' ''Dedikodu yığıldı. Biliyor musun Meltem yüzünden yine okulda kavga çıkmış okul çıkışı, herkes onu konuşuyor hem sen neden bu saatte geldin? aradık açmadın da? '' Nefessiz ardı ardına sıraladığı sorular ve sözler bittiğinde uzun süren bir nefes çekti içine. Bunu yapması için ona izin verdikten sonra telefonu kilitleyerek ona uzattım. ''Okul değiştiriyorum.'' ''Ne? Neden?'' Ece İzel'den çok daha yüksek sesle sorduğu için etrafta bize dönmeyen birçok insanın dikkatini çektiğimizi fark ederek ona sessiz olmasını işaret ettim. ''Öyle gerekti.'' Omuzumun üzerinden bize dönen gözleri izlerken az önceki kahve gözlerle tekrar gözlerimiz kesişti. ''Hangi okul peki?'' İzel'e dönmeden, omuzumun üzerinden arkamda duvara yaslanan çocuğu izlemeye devam ederken ''Esef koleji.'' Diyerek cevapladım. Esef Koleji'nin adını duyar duymaz arkamdaki çocuğun vücudunun gerildiğini hem yüz ifadesinden hem de yaslandığı duvarda doğrulmasından anladığım gibi önüme döndüm çünkü aynı gerginliği karşımdaki bir esmer bir sarışın olan arkadaşlarımda da görmüştüm. Gözlerimi şüpheyle kısarak ikisinin birbirine olan bakışını bir süre izledikten sonra ''Ne oldu?'' diye sordum. Terasın kapısı açıldığında cevap bekleyen gözlerim arkama kaydı, kahverengi gözlere sahip çocuk terastan çıkmıştı. Bakışlarım kapanan kapıyla tekrar kızlara döndüğünde Ece kaş göz ile İzel'e lafa girmesini işaret etti. ''Şey... bizim sitede Esef kolejinde okuyan birkaç kız var. Onlar da buraya geçtiler geçen yıl.'' ''Neden?'' sorumla beraber çatılan kaşlarımın onları daha çok gerdiğini fark ettiğimde gevşettim. Merak bir anda içimi kemirmişti. Türkiye'nin en iyi okulunu bırakıp neden buraya gelmeyi tercih etmişlerdi? ''Her aydınlığın bir karanlık yüzü vardır Vera.'' Dedi Ece İzel'in sözünü devam ettirerek. ''Orada ileri düzeyde zorbalık, şiddet gibi olaylar dönüyor. Birçok haberi silseler de sosyal medya da yayınlanan her şeyden haberimiz var.'' ''Bu okulda da çok ciddi zorbalık, şiddet dönüyor. Geçen hafta Meltem için kavga eden Hakan'ın merdivenden yuvarlandığını hatırlatmama gerek var mı?'' Ece kafasını olumsuzca salladı. ''Bu olay oradakilerin yanında hiçbir şey. Bak o okul kendi içinde ikiye ayrılmış, herkes taraf tutuyor. Senin arada kalmanı istemiyorum çünkü sen orada kişilerle ilgilenmeyeceksin ama onlar seni buna mecbur bırakacak buna emin ol. Bence o okula gitme burada kal.'' Kaşlarım hayretle kalkarken gözlerim İzel'e döndü. Kafasını aşağı yukarı sallayarak Ece'nin anlattıklarını destekliyordu. İkisi aynı sitede oturduğu için arkadaşları ortaktı, biri ne kadar biliyorsa diğeri de o kadar biliyor olmalıydı. ''Bak bu okula en son o okuldan gelen öğrenci, tarafların başında geliyormuş ama kim olduğunu henüz bilmiyoruz. O bile okul değiştiyse söylenenlerin gerçek payı vardır demektir.'' ''Saçmalık.'' Diyerek kollarımı birbirine bağladım. ''Böyle bir okulun bu tarz olayları olduysa nasıl hala Türkiye'nin en iyi okulu olabilir?'' ''Esef soy adı...'' dedi İzel gülümseyerek. ''Bazen tek bir ada bakar karanlığın aydınlığa dönmesi.'' ''Nasıl yani, Kenan Bey mi örtüyor bunların üstünü. Neden yapsın ki bunu?'' Kenan Esef'in okul sahibi olduğunu ilk gitmek istediğim andan beri biliyordum, Teyzemin aradığı Esef de tam olarak okul sahibi olan Esef oluyordu. İzel dudaklarını büzerek omuz silkti. ''O kadarını bilemeyiz. Öğrencilerin ağzı sıkı, sadece sosyal medyalarında yayınlanan kadar anlatıyorlar.'' ''Adı ne sosyal medya hesabının?'' İzel gülümseyerek telefonunu uzattı. ''Sadece öğrencilere açık, yayılması yasak haberler var. Bu da sitedeki arkadaşımın hesabı al bak neyi merak ediyorsan.'' İzel telefonundan başka hesaba geçerek sosyal medya hesabına girdiğinde ilk gördüğüm görüntü profil resmiydi. Renkli gözlü bir çocuğun kafasına şopla taç koymuş, altına da Esef Kolejinin sahibi yazmışlardı. Bu görüntüye yüzümü buruşturarak baktıktan sonra altındaki isme baktım. Esef Koleji Gıybet Dudaklarımı gülmemek için bir süre bastırdıktan sonra gözlerimi ekrandan kaldırarak İzel ve Ece'ye baktım. ''Gerçekten mi? Adı Gıybet olan bir sosyal medya hesabına sahip okuldan mı korkuyorsunuz bu kadar?'' ''Sen hesaba değil de içinde yazanları oku güzelim, o zaman göreceğim bu alaylı ifadeni ayrıca...'' telefonu kendine çevirip başka birkaç isim yazarak tekrar bana çevirdiğinde gördüğüm görüntüye sadece aralanan dudaklarım ve ardı ardına kırpışan kirpiklerimle karşılık vermiştim. Ekran da Erdemli Koleji Gıybet yazıyordu. Bizim profilimizde de okul sahibi olan Fatma müdürün kafasına taç koyulmuş altına da aynı Esef kolejinde olduğu gibi Erdemli Kolejinin sahibi yazıyordu. ''Bu hesabın sahibi tabi Esef kolejinden özenerek böyle bir hesap oluşturmuş ama al bir bak istersen.'' İzel'in uzattığı diğer telefonu elime alırken ona bu söylediklerine inanmadığımı gösteren bakışlar atmayı ihmal etmiyordum. Devirdiğim gözlerimi ekrana çevirdim. Son haberler diye atılan başlıkla öne çıkanların olduğu görsele girmişti. Baş parmağımı ekranın üstüne koyarak yazıyı okumaya başlayacaktım ki İzel'in ''Sesli oku biz de duyalım.'' Dediğini duyunca kafamı sallayarak yazılanları sesli şekilde okumaya başladım. Haber tam iki dakika önce girilmişti. ''Okulumuzda Flaş transfer.'' Diye başladım. Başlık büyük harflerle ve kırmızı renkle yazılmıştı, altında yazılanlar beyaz renkte daha küçük harflerle devam ediyordu. ''Okulumuzun birincisi bizi terk etti arkadaşlar, Gözlerim yaşlı. Az önce müdürün odasından çıkarken şans eseri duydum, daha önce hiç bu kadar hızlı girdiğim bir haber olmamıştı. Terk edilme travmam tetiklendi, o yüzden bir süre kendime gelemeyeceğim. Gideceği okul anladığım kadarıyla Esef kolejiymiş o yüzden yavaş yavaş Vera'mızın helvasını yapıp okula dağıtabiliriz. Okul değiştirme sebebini bir yandan Murat'a bağlıyorum çünkü uzun zamandır onları yan yana gören yok ama Murat yüzünden çok büyük bir hataya düştüğünü de söylemeden edemeyeceğim. En son profiline baktığımda Vera'nın hesabının hala profil fotoğrafından ibaret olduğunu Murat'ın da motor resimlerinden başka resimleri olmadığını gördüm yani ayrıldılar mı ayrılmadılar mı o da sevgili olup olmadıkları sorusu kadar cevapsız.'' Ara vere vere okuduğum bu yazıdan kafamı kaldırdığımda yaşadığım şaşkınlığın yüzüme nasıl vurduğunu bilmiyordum ama her nasıl vurduysa bu ikisini de kahkahaya sürüklemişti. Bir sonraki habere geçtiğimde merakla okumaya devam ettim. ''Bugünün bomba haberi Hakan Meltem yüzünden Yavuz tarafından merdivenlerden...'' benimle ilgili haber olmadığı için devam etmekten vazgeçip haberden çıkarak arama kısmına girdim ve az önce girdiğimiz Esef kolejinin hesabına baktım. ''Bizim hesabımıza bu kız nasıl girebiliyor? Esef koleji öğrencisi değil mi?'' Az önceki profil tekrar gözlerimin önüne geldiğinde en son ki habere öne çıkanlardan girdim. ''Hesap sahibi kimse sadece kızları alıyor, Esef kolejinin hesabı daha sıkı. Onlar sadece öğrencilere yazıp hesabı onayladıktan sonra istekleri kabul ediyorlar.'' Bakışlarımı ekrandan kaldırıp sinsice gülümsedim. ''Siz o kadar kişiyi takip eden, gıybetin dibine vuran iki zeki kız... gizli hesaplara ücretli uygulamadan bakılabileceğini düşünemediniz mi? Ya da çok zeki Esef koleji sayfasının sahibi düşünemedi mi saklıyor hesabını mücevher gibi?'' İzel ve Ece birbirine bakarak muhtemelen bunu nasıl düşünemediklerini sorgularken ben sadece güldüm. Gözlerimi onların şaşkın suratlarından haber sayfasına indirdiğimde yine kırmızı başlıklı bir yazı beni karşılamıştı ama bu yazı sadece bir cümleden ibaretti. Öne çıkanlar kısmındaki adı da Yeni Öğrencilere Duyuruydu. Kırmızı cümleyi seslice okurken çatılmaya başlayan kaşlarımı engelleyemedim. Yeni öğrenciyseniz, haberlerde bahsi geçen kişilerden uzak durun. Bakışlarım kızlara göz ucuyla kaydı ardından diğer öne çıkanlara geçtim. Burada haberler yazılıydı. ''Esefte sıradan gün.'' Diyerek söze girdim abarttıkları okulun okuduğum ilk haberine başlarken. Başlığın hemen altında yine beyaz küçük harfler devam etmişti. Bu haber girileli gün bile sayılmazdı. ''Merhaba Koalalarım, dedikoducu sülüklerim. Bugün üzülerek bir o kadar da sevinerek veriyorum size haberi. Üzüntümün sebebi tek bir haber veriyor olmam. Şu Hazal ve yılanlarının karşısında her zaman tek başına dikilen Ceyda'ya âşık olduğumu söylemiş miydim? Evet evet her Ceyda haberinde bunu belirttiğimi biliyorum, bir kez daha belirteyim dedim. Üç kız bir kızla baş edemiyorlar insan nasıl âşık olmasın ki bu endama, ben oldum siz devam edebilirsiniz. Ekstra ufak bir bilgi ekleyeyim, akşam Erdemli kolejiyle olacak yarışa Zeyd ve Tibet'lerinde katılacağı haberini aldım. Bu okulla ilk kez karşı karşıya geldiğimiz için biraz heyecanlanmadığımı söylesem yalan olur ama okul sahibimizin okuldaki herkesi tekleyeceğini bildiğimden içim rahat. Yine de o karşılaşma heyecanı için orada olacak her haberi size bildireceğim. Kulaklarınızı şimdiden bunun için hazırlayın derim çünkü Burçağımıza takıntılı sakız Begüm'ün de orada karga sesiyle tezahürat yapacağını az çok hepimiz biliyoruzdur. Bugünlük haberlerim bu kadar umarım bu kadar ufak yazıları okurken kör olmamışsınızdır. Bir süredir okulda sakinlik devam ettiğinden tahtalara vurun nazar değmesin. Sonra altımıza sıçıyoruz, haber girmesi güzel ama o anlara tanık olan gözlerimin düzelmesi uzun sürüyor. Haydi gıybetle kalın, elveda.'' Gerçekten kör olmaya başlayan gözlerimi ovuşturduğumda İzel telefonu elimden almıştı. ''Bundan çok da korkmadım.'' Dedim. Bu sırada İzel başka bir habere girmiş olmalı ki okuma işini o devraldı. ''Ağzım yüzüm Kaydı.'' Dediğinde gülmüştü. Ece de telefona eğilmiş hem gülüyor hem de İzel'le okuyordu. Bense karşılarında baygın bakışlarla onları dinliyordum. ''Günaydın dedikoducu sülüklerim. Bugün sizleri güzel sabahla karşılamak için bomba bir haberle geldim. Dün neler olmuş neler, yokluğumu fırsat bilmişsiniz ama benden kaçar mı? Kaçmaz. Haberleri alır almaz soluğu burada aldım. Duyduğuma göre uzun zamandır sessizliğini koruyan Zeyd Tibet'e sağlam bir kafa çakmış, Tibet beyimizi ambulansla götürdüklerini duydum umarım beyni patlamıştır, o görüntüyü görmek için bu hesabı bedavaya bile verirdim. Sebebini bilmeden şerefsizlik olduğunu söylesek pek de yalan söylemeyiz. Malum Tibet okulda Tibet olarak bilinmez şerefsiz Tibet olarak bilinir. Bugünlük bu kadar, bir sonraki olaya kadar bu olayı idareli sindirin. Gıybetle kalın daha nice kavgalara, elveda.'' İzel telefonu yüzünün yakınından uzaklaştırdığında yüzümde nasıl bir ifade bekliyordu bilmiyordum ama beklediğini alamayarak hayal kırıklığına uğramıştı. ''Ne düşünüyorsun?'' ''Bunu yazanın kaostan beslenen bir manyak olduğunu düşünüyorum.'' Dediğimde ikisinin gülüşünün yanında çalan zil okulda yankılandı. ''Ayrıca hala etkilenmedim. Hakan'ı da hastaneye götürmüşlerdi. Nedense buradan pek bir farkını göremedim.'' İkisi omuzlarını indirerek bana gözlerini devirdiğinde omuz silkerek etkilenmediğimi vücut dilimle de ifade ettim. ''Gittiğinde demek istediğimizi göreceksin.'' ''Görmeyeceğim çünkü böyle şeylerle ilgilenmeyeceğim. Nasıl burada zorbalığa uğradığım birkaç gün susup Haleleri başımdan defettiysem orada da ederim.'' Ece kafasını olumsuzca salladığın da bu konudan sıkılarak nefes verdim. ''Sıktı bu konu, hadi vedalaşalım gitmem gerekiyor artık.'' Cebimdeki telefon ben İzel'e sarılırken titrediğinde cebimden çıkarıp elime alarak Ece'ye de sarıldım. ''Özleyeceğiz seni...'' diye mırıldandı Ece üzüntüyle. ''bende sizi özleyeceğim.'' Kollarımı ondan ayırdığımda İzel işaret parmağını bana doğrultarak anne edasıyla ''Orada olan her şeyi haber ediyorsun bak kendini iyi koru orada yoksa oraya gelmek zorunda kalırım.'' Dediğinde gülerek kafamı salladım. ''tamam, hadi ben gidiyorum.'' ''Biz de birazdan geçeriz derse. Dikkat et kendine.'' Parmak uçlarımı dudağıma bastırarak onlara salladıktan sonra açılan kapıdan okula girmiş elimdeki telefonun ekranını gelen mesaja tıklayarak açmıştım. Sözde Sevgilim. - Akşam benlesin bebek, plan yapma. Uçuracağım seni. Murat'ın mesajını baygın bakışlarla okuduktan sonra ekranı kilitleyerek cevapsız bıraktığım mesajı gözümün önünden sildim. Ayrılmak için aradığım zamanı bana verdiğinin farkında bile değildi. Benim için sevgi başlarda çok değerliydi. Sevdiğin insan senin kanındanmış gibi hissetmeliydin. Onun canı yandığında senin de yanmalıydı, onun mutluluğu seni de mutlu etmeliydi. Onun gözlerindeki parıltı senin karanlığını aydınlatmalıydı. Herkesin gözlerinde ışık gördüğü Murat bana sadece karanlığı gösteriyordu. Aşk bu değildi, bu olamazdı. Aşk insana şiirler yazdırırdı, şair ederdi ve insanın benliğini değiştirirdi. Ben hala bendim, kendimden geçmemiştim, dudaklarımdan şiirler dökülmemişti. Murat'la olduğum ilk zamanlarda derslerime de vakit ayırabildiğim için çok mutluydum. İkimizde kendi sevdiğimiz işi yapıyorduk ama görüşmüyorduk. Bunun aşk olmadığını çok sonra anlamıştım. Geçen iki yılın ardından biraz geç olsa da ayrılma kararını aldığım için huzurluydum. Yeni başlangıç yapacaksam eğer ardımda geçmişten bir ayak bağı bırakmamam gerekirdi. ''Yeni sayfa açarken... önceki sayfalardan daha iyi şeyler yazacağını nereden biliyorsun?'' arabamın önünde düşürdüğüm anahtarı almak için eğildiğim sırada duyduğum sesle yüzümü okul duvarına yaslanmış bedene çevirdim. Okul forması üzerindeydi bej rengi pantolonunun altına spor ayakkabısı giyinmişti. Gözlerim yukarı doğru tırmandı. Beyaz yakası açık gömleğinin üstünde bej rengi okul amblemi olan ceketi vardı ama dağınıktı. Ardından gözlerim gözlerini buldu. Kahve gözler az önce terastaki gibi bana bakıyordu. Bu kez çok daha dikkatle ve çok daha yoğun bir şekilde. ''Anlamadım?'' diyerek anahtarı elime aldım ve ayağa kalktım. Okulun dışında kalan duvardaydı, parmaklarının arasında duran sigarayı dudaklarına götürüp derin bir nefes aldı ve dumanı dudağını yana doğru büzerek ters tarafa üfledi. ''Yeni bir sayfa açacağım diye mırıldanıyordun ya...'' dediğinde sesli düşündüğümü fark ettim. O söyleyene kadar bunun farkında bile değildim. ''Yeni sayfanın önceki sayfalardan iyi olacağını nereden biliyorsun?'' ''İhtimaller yarı yarıya.'' Dedim sırtımı arabaya yaslanırken. Bu söylediğime güldü. ''Değil.'' Gözlerimi kısarak kafasını eğişini ve sigaradan yere dökülen külünü izledim. ''O okulun yoluna serilen kırmızı halının neden kırmızı olduğunu biliyor musun?'' dedi yine gülerek. Gülüşü sahte mi gerçek mi ayırt edemiyordum, tanımadığım biri hakkında kanıya varmak benim için çocuk oyuncağıydı ama karşımdaki tanımadığım yabancı bu konuda benden çok daha iyi duruyordu. Bu beni ürkütmüştü. ''Çünkü o okulda kan akmadan gün geçmiyor.'' dedi sigarasından büyük bir nefes çekerken. ''Nerden biliyorsun?'' Sigarasını çekerken çukurlaşan yanağına gözlerim kaydı. Sigarasını uzunca içine çekerek orta parmağıyla bitik sigarayı arabamın altına doğru fırlattı, tam isabet. ''Bulman uzun sürmez. Okul birincisisin sen.'' ''Sen...'' ''Evet, ben.'' Dediğinde dudaklarında alaycı bir gülüş belirmişti. Kelime yarışmalarındaki sunucuları andıran bir duruşu vardı. ''Sen Eseften gelen o son öğrencisin.'' ''Bingo!'' ellerini birbirine vurarak yaslandığı yerden doğrulduğunda bu değişken tavrına gözlerimi diktim. Yalpalamıştım. ''Sen tarafların başında gelen çocuksun değil mi?'' ''Tarafların başında gelen?'' gülen yüzü yerini buruşmuş bir yüze bıraktığında bu kez gülen bendim. ''Öyle yazıyor.'' ''Neden oradan buraya geldin, fazla şiddet olduğundan mı? Burada da var şiddet?'' Kaşlarım alacağım cevaba duyduğum merakla kalkmıştı, kollarımı birbirine dolamıştım. Ellerini cebine yerleştirerek duvara yaslandığında verdiği derin nefes havada bulutumsu bir şekil aldı. Bu havada sadece gömlek ve ceketle nasıl üşümediğini düşündüm. Çok da yapılı bir vücudu yoktu, ona baktıkça benim içim titriyordu. Yağan yağmurun ardında bıraktığı güçlü bir rüzgâr vardı. ''Buradaki şiddete şiddet mi diyorsun sen? Bak halıya?'' bana okulun girişindeki formalarla aynı renk olan bej rengi merdiven halısını işaret etti. İki adımlık merdiven olduğundan halı da küçüktü. ''Oraya gittiğinde de halıya bak olur mu? İlk bakacağın şey o olsun.'' ''Kimin tarafındaydın?'' onu duymazdan gelerek sorduğum soruyla afalladı. Henüz tarafları bilmesem de gittiğimde eninde sonunda öğrenecektim, en azından onun tarafını bilmek bana sıfır noktasında gibi hissettirmezdi. ''Adım... Edis Karez. Gittiğinde kimin tarafında olduğumu anlayacaksın.'' Yaslandığı yerden doğrularak okula döndü, omuzunun üstünden göz ucuyla adım atmadan önce bana bakmış ''İyi şanslar, ihtiyacın olacak.'' Demişti. Ardından ağır adımlarla elleri cebinde arkasında rüzgarla burnuma gelen sigara kokusunu bırakmış okula doğru yürümüştü. Ben ise onu arkasından bir süre izledikten sonra dediklerini aklımın bir köşesine not ettim, eğer bir konu hakkında çok fazla aynı şeyler tekrarlanıyorsa bu söylenenlerin doğru olduğunu gösterirdi. Yanlışsa bile önlem almak zarar vermez aksine güven sağlardı. Arabamın kapısını açıp içine binerek kontağa anahtarı taktığımda telefonumun titreşimi yine sessizlikte dikkatimi çekti. Ekranda gelen mesaja tıklayarak baygın bakışlarımla Sözde Sevgilimden iletilen ikinci mesaja baktım. - Bir saate alırım seni bebek. ''Gelirken biberonda al istersen...'' Telefonu bir kez daha kapatarak kenara bıraktığımda arabayı park ettiğim yerden çıkararak evin olduğu yöne direksiyonu çevirdim. Murat'a bunca yıl tahammül edebilmemin tek nedeni, onunla olmanın tek güzel yanıydı bu. Motor yarışları. Elbette dışarıdan durgun görünen bir görüntüye sahiptim ve fazla sessizdim. O yüzden bu halimi kimse kale almıyor sonra pişman oluyordu. Bana göre hava hoştu, ben herkese şans tanırdım bunu fark edemeyenler de karşılığını alırdı. Akşamki gideceğim yarışın tahminen son yarışım olduğunu düşününce içimde ufak bir üzüntü peydahlandı. Motor yarışlarına gitmeyi gerçekten çok seviyordum. Bugün son kez gitme ihtimalim olduğundan keyfini sonuna kadar çıkarmalıydım ve bugün ki yarış sadece son olduğundan değil, yeni okulumdaki arkadaşlarımla da olacak bir yarış olduğundan benim için daha bir özel ve önemliydi. Bu kadar korktukları insanları tanımak istiyordum, dışarıdan nasıl göründüklerini ve maske takıp takmadıklarını anlamak istiyordum. Erdemli koleji maskelerle doluydu, Esef kolejin de ki maskeleri merak ediyordum. Arabayı evin sokağına hızla sürdüğümde gelen enerjik müzikle bir yandan müziğe eşlik edip bir yandan da ritim tutmaya başladım. Soğuk olmasına rağmen camı açmıştım, eve az kaldığından üşüsem de bu uzun sürmezdi. Sadece keyfini çıkarmak istiyordum. Arabam satılığa çıktığı için her an elimden alınabilirdi, son anlarımın tadını olabildiğince çıkarmak sonra pişman olmamak istiyordum. Arabanın tavan kısmının da açma düğmesine basarak arkama yaslandığımda karşıdan gelen arabaların sürücülerine baktım göz ucuyla. Hepsi huysuz çalışan orta yaşlı insanlara benziyordu. Yanımdan geçen beş arabadan sadece birinin içindeki şoför gülümsüyordu. O da iki genç kız sohbet ettiğindendi. Bu gülümsemeyi söndüren hayat mıydı yoksa yanımızdaki insanlar mı? Boş olan yan koltuğuma baktım. Belki de yalnızlık gerçek mutluluktu, boştu ama ben mutluydum. Yanımdan geçen insanların yanı doluydu ama yüzlerinden mutsuzluk akıyordu. Hayat ne kadar başkalarının yanında kalmaya zorlarsa zorlasın bence bir yandan da iyi kötü demeden istediğimiz insanların yanında da kalmalıydık. Bize iyi gelmeleri için. Evimin önüne geldiğimde açık olan garaja arabamı özenle park ettim. Arabanın anahtarını kontaktan alırken bir yandan da çantamın gözünden evin anahtarını çıkarıyordum. Anahtarı alıp telefonu da elime sıkıştırarak arabadan çıktığımda bir anda telefonu düşmekten son anda kurtarıp arabayı kilitleyerek anahtarı çantaya attım ve telefonumu sağlam şekilde tuttum. Evin anahtarını kapıya geçirirken ekranını açtığım telefonumdan son aramalara girdim ve annemi seçip telefonu hoparlöre aldım. Evde kalıp kafayı dinleme fikrim tamamen yatmıştı çünkü motor yarışının bana evde oturmaktan çok daha iyi geleceğini biliyordum. Sonuçta olan yine olacaktı, benim evde oturmamla ya da yarışa gitmemle değişmeyecekti ama gitmem benim ruhuma iyi gelecekti. Benim için çok şey fark edecekti. Yeni hayatıma odaklanmam için strese girmeme engel olacak bana özgür olduğumu hissettirecekti. Bazen özgür insanlar bile kendini kapana kısılmış, mahkûm gibi hissedebiliyordu. Çünkü mahkûmiyet her zaman bileğe takılan bir prangalardan ibaret değildi, bazen mahkûmiyet zihninize kendinizin çarptığı bir cezayken özgürlük kendinize tanıdığınız bir ödüldü. Bende bu gece yıldızlara bakarken özgürlüğü tadacaktım, zihnime vurduğum prangalardan sadece kısa süre de olsa kurtulacaktım. Gelecek kaygısı taşımayacaktım, maddi durumumuzu düşünmeyecektim, kiminle olduğumu nerede olduğumu önemsemeyecektim. Eğer yanınızda her saniyenin değerini bildiğiniz biri yoksa, yanında olduğunuz herkes önemsiz kalırdı ve benim uzun zamandır yanında olduğum herkes fazla önemsizdi. ''Efendim kızım.'' Açılan telefonla telefonu tezgâha bırakarak buzdolabını açtım. ''Anne akşam beni beklemeyin ben dışarı çıkacağım, yani izin verirseniz.'' ''Kimle?'' dolaptan çıkardığım yemeği mikrodalgaya koyarak saniyeyi ayarlarken ''Murat'la.'' Dedim. Annem yanındaki birine cevap verdikten sonra geri döndüğünde ''Tamam kızım, çok geç kalma ama.'' Dediğinde ''Tamamdır, yemek yedikten sonra çıkacağım.'' Diyerek öpücük atıp telefonu kapattım. Telefonun kapanma sesinin hemen ardından onu takip eden mikrodalga sesi öttüğünde tabağımı alıp çekmeceden çatal kaşık aldım ve yuvarlak yemek masasına bırakıp su ısıtıcının altını açtım. Çıkardığım bardağa sallama çay koyduktan sonra telefonumdan açtığım belgeseli masanın üstüne sürahiye yaslayarak bırakıp çayımı aldım ardından sandalyemi çekip oturdum. Acıkmıştım, yarışa guruldayan bir karın ile katılmak istemiyordum. Saati kontrol ettikten sonra belgeselin onuncu dakikasına doğru yemeğimi hızlı hızlı yiyerek bitirdiğimde çayımın kalanını ılıdığı için rahatlıkla kafama dikebilmiştim. Ardından sallama çayı çöpe atıp tabak bardağı makineye koyarak ellerimi yıkayıp odama ilerledim. Yarım saatten az vaktim vardı. Sandalyeden aldığım çantayı yatağımın üzerine bırakıp formamı çıkardım, bugün bu formayı son giyişimdi. Üzerimden çıkardığım formayı büzüştürüp futbol topu gibi kapısı açık banyomun köşesindeki kirli sepetine attım, tabi ki de tutmadı. Omuz silkerek iç çamaşırlarımla dolabıma yönelip siyah ince düğmeleri olan bir bluz altına da siyah dar bir pantolon giydim, cep kısmında taşlar vardı. Altına siyah bir ufak topuklu botla güzel gidecek sade bir kombindi. Siyah saçlarımı salarak çekmecemdeki tarağımla bir kat taradım. Sürdüğüm kremle saçım hemen düzgün bir duruş almıştı ama gece boyu böyle duracağından pek emin değildim. Bileğimden saati kontrol ettikten sonra gümüş yüzüklerimi parmaklarıma geçirip makyaj çekmecemi açtım. Yüzüme sadece kapatıcı uygulamıştım, gözlerime ise mavilerimi öne çıkarması için siyah bir göz kaleminin ardından ince uzun bir eyeliner çektikten sonra aynadan kendime baktım. Gözlerimi ön plana çıkarmak istiyordum. Üçüncü denememde bunu başardığımı görebildiğimde derin bir nefes vererek çalan telefonuma aynanın yansımasından baktım. ''tam zamanında...'' Arayan Sözde Sevgilimi reddedip telefonu arka cebime koymadan önce kılıfa kâğıt para sıkıştırdım ardından çantamın gözünden evin anahtarını alarak giydiğim deri ceketimin cebine koydum. Çıkmadan önce önümde, kapıda asılı olan gözüme çarpan gri atkıyı boynuma doladıktan sonra hazırdım. Atkıdan sonra aynadan yansıyan parlatıcıyı çıkmadan hemen önce dudaklarıma sürdükten sonra evi alel acele kontrol ettim. Ardından kapıyı çekip bahçeden çıkarak kapıyı araladım. Tam karşımda koyu kot pantolon, üzerine siyah kapşonlu bir kazak ve altına da siyah bot giymiş uzun boylu sevgilim motora yaslanmış telefona bakıyordu. Kask bileğindeydi, diğer eli telefonda bir şeylerle ilgileniyor gibiydi. Telefonun ışığı kararmaya başlayan bu havada yüzüne vuruyordu. Ben yanına varana kadar vuran hafif topuk sesimi bile duymadı, beni duymayacak kadar ilgilendiği şeyin ne olduğunu merak ettim. Gölgem üzerine düştüğünde telefonu anında kilitlemesi bu merakımı olduğundan daha da harmanlamıştı ve ben buna engel olamamıştım. Her zamanki gibi beni fark ettikten sonra sadece bana artık itici gelen gülüşünü gösterdi ve motorun üstünde duran bana ayırdığı kaskı uzatıp telefonu cebine atarak motora bindi. Bu hallerine alıştığım için aldırış etmeden sessizlikle arkasına bindim. Esen rüzgârın uğultusunu kulağımda hissediyordum. Murat'tan aldığım kaskı kafama takıp kemerini taktıktan sonra çalışan motoru duymamla kollarımı omuzuna yerleştirdim. Kilidi kaldırdığında duyulan tıkırtının hemen ardından ayağım yerden kesildi, kararmaya başlayan havadan ötürü açılan motor farları önümüzü aydınlatıyordu. Cam bunu ne kadar gölgelese de ışığı engelleyemiyordu. Murat'ın omuzunun üzerinden ışıklarla dolu yolu, trafikten ötürü bunalmış şoförlerin yüzünü izledim. Bu görüntüyü seviyordum, hayatın her saniyesinde olan bir durumdu ama ben hayatın her saniyesini yaşadığımı hissetmiyordum bu yüzden her saniyesini iyisiyle kötüsüyle yaşayan insanları gördüğümde buna özeniyordum. Bu kendimi engelleyebileceğim bir durum değildi. Baktığımızda birçok konuda onların hayallerini yaşıyor olabilirdim. Birkaç gün sonra kaybedeceğim bu zenginlik, altımdaki lüks model araba, okuduğum okul ve istediğimi alma konusunda olan maddi özgürlüğüm birçok insanın hayali olabilirdi ama benim hayalim değildi. Benim hayalim hayatın her saniyesinde içimde büyüyen yalnızlığı sonlandırabilmekti. Gerek arkadaşlarla gerek bana şiirler yazdırabilecek bir aşkla. Hayattan tek dileğim buydu, hayalim ne kadar gelecekte kazanacağım okul olduğunu söylesem de gerçek dileğimin bu olmadığını içimde bundan çok daha fazla istediğim başka bir şey olduğunu biliyordum. Dediğim gibi hayatın bizi nereye sürükleyeceğini bilmek mümkün değildi ama her sürüklendiğimiz yer gitmemiz gereken yer olmayabiliyordu. Eğer dibe ya da göğe fark etmez sürükleniyorsan, dikkat et. Çünkü sürüklenmek vücudunda derin yaralar açılmasına da sebep olur, eğer yaralar gideceğin yere kadar seni öldürürse göğü de göremezsin dibi de. Murat'ın motoru soktuğu karanlık yol gözlerimin önüne serildiğinde sürüklendiğim yerin dip olduğundan da habersizdim. İçimden birçok fısıltı bu gece hakkında birçok fikir fısıldamıştı bana ama içimizdeki sesler ömür boyu bizimle olduğundan ve susmadığından insanın en büyük tecrübesi artık iç sesine kulak vermemesiydi. Ben de bu tecrübeye ulaştığımı düşünerek bu sesleri duymazdan gelmiştim ve yine büyük bir hata etmiştim. Motorun yaklaştığı kalabalığı görebilmemize neden olan ateşler etrafı aydınlatmıştı, her köşe başında bir kalabalık bir ateş yanıyordu. Bazılarının elinde alkol şişeleri vardı, bazıları yeni gelmiş dostlarıyla selamlaşıyor bazıları gür bir kahkaha atıyordu. Birçok motorun bir arada olduğu karanlık kısma vardığımızda duran motorumuzun ardından ayağımı toprağa bastım ve kaskı açıp kafamdan çıkardım. Saçlarımı bir elimle düzeltirken bir elimle de kaskı bırakıp motordan iniyordum. Yol boyu normalden hızlı geldiğimizi fark ettiğim için indiğimde yarış alanının gerginliğinin üzerine bunun gerginliği de eklendi. Murat oldum olası dengesiz bir insandı bunu biliyordum, beni düşünmediğini ve onun yanında kendimi iki kere düşünmem gerektiğini de biliyordum ama onun normaldeki hızını da biliyordum ve bu geceki hızı normal değildi. Kaskı kafasından çıkardığında beklediğim yüz ifadesi sürüşünden ve daha da soğuk tavrından ötürü öfkeli ya da çatık kaşlıydı ama karşımdaki görüntü ağzını yaya yaya gülümseyen bir görüntüydü. Bunun beni rahatlatması gerekirken içime çok daha huzursuzluk ekti. Benim ardımdan anahtarı çıkarıp cebine atarken ağır ağır motordan indi, keyifli ifadesiyle bir kolunu omuzuma attığında düz yolda sarsıldığını hissettim. ''Sarhoş değilsin, değil mi?'' ''Yarış öncesi mi? Beni hiç tanımadın mı aşkım?'' göz ucuyla yüzünü incelerken ağırlığını bana verdiğini fark edip etmediğini tarttım. Kendini toparlamış görünüyordu ama hala bana yüklenmeye devam ediyordu. ''Özledin mi beni?'' bana beliyle çarptığında onun ağırlığının yanında bir anlığına dengem bozulur gibi oldu ama kendimi toparlamam uzun sürmemişti. ''Ya evet, çok.'' Onun alayına karşılık aynı alaylı ifadeyle mırıldandım, ayrılacağımdan habersiz bana bu soruyu sorması ve ayrılmaya karar vererek benim ona bu cevabı vermem komikti. Yalpalayan adımlarının yanı sıra beni ilerlemeye mahkûm bıraktığı kalabalığa yaklaştığımızda bir çocuğun elindeki bira şişesini havaya kaldırdığını ve gülerek ''Bu gece şahane olacak!'' dediğini işittim. ''Elbette olacak, yarış bizim.'' Bana arkası dönük birasını kaldıran çocuk Murat'ın sesiyle yüzünü bize döndüğünde kahve rengi gözleri ve aynı tonda saçları ateş ışığıyla parladı. Etrafındaki kalabalık kendi içinde konuşmaya başlamış dikkatlerini bizden çekmişlerdi bile. Elindeki bira şişesini bıraktıktan sonra gülümseyerek Murat'a yaklaştı. Murat kolunu omuzumdan çektiğinde üstümden kalkan yükün ardından kendi hafifliğimle bir daha yalpaladım. Ağırlığını üzerimden çekene kadar bana bu kadar yüklendiğini fark etmemiştim. ''Kardeşim gelmiş.'' Buğday tenli, kahve saçlı çocuk Murat'a sarılırken gözlerini bana çevirdiğinde yanağındaki ufak belli belirsiz beni ve keskin burnunu gördüm. Güzel yüz hatlarına sahipti, yüz ifadesi ve bakışları ne kadar tekin görünmese de yüzü bunu yumuşatıyordu. Siması bana hafiften tanıdık gelir gibi oldu, yine içimdeki sesi duymazdan gelerek Murat'tan ayrılıp bana uzattığı ele baktım. ''Tibet.'' Burnuma gelen ağır alkol sigara kokusundan rahatsızlık duyarken burnuma dolan vanilya kokusuyla bir an yumuşak koku gerginliğimi azalttı. Uzatmayı düşünmediğim eli bu kokunun etkisiyle uzattım ve pek de gülümsemeyen sabit bir ifadeyle ''Vera.'' Dedim. Daha önceki yarışlarda bu yüzü görüp görmediğimi düşündüm, tanıdık gelme sebebi belki de oydu ama emin olamıyordum çünkü resmen hiç tanışmamış, bu kadar yakınında hiç bulunmamıştım. Dudaklarındaki gülümseme ben elimi çeker çekmez anında yok olup soğuk ve itici bir ifadeye büründüğünde şaşkınlık içinde yüzüne bakakaldım. Neyse ki ateş ona vurduğundan ben karanlıkta kalıyordum, ona bu kadar dikkat kesildiğimi ve yaptığının sonucunda kaşlarımı çattığımı görememişti. Karanlık Vera, karanlık. Dikkat et, sen karanlıkta göremezsin. Tibet soğuk bakışlarıyla etrafı süzdükten sonra bir elinin avuç içiyle gözünü ovuşturup diğeriyle bıraktığı bira şişesini geri aldı. Bana karşı bir anda büründüğü soğuk bakışlarıyla beraber etrafa karşı da böyle soğuk durduğunu fark ettiğimde bunu kendime yormadım. Murat bile bana karşı böyleyken arkadaşlarının farklı davranmaması çok da şaşırılacak bir durum değildi. Bakışları huzursuz edici ve kötü görünüyordu ama bir anlık davrandığı o sıcaklık da hala gözümün önündeydi. Sarhoş işte. ''BURÇAK!'' Uzaktan duyduğum kulak kanatıcı cızırtılı sesle tüm dikkatim ateşin vurduğu yansımadan arkamda kalan oturaklara kaydı, bir kız gözlerimin gördüğüne inanmak istemediği bir görüntüyle elinde pankart tutuyor zıplayarak bağırıyordu. Üstelik henüz yarış başlamamıştı. Gözümü asıl kanatan görüntü ise pankartın üzerine yazdığı 'Burçak Forever' yazısıydı. Altına giydiği o şortla nasıl üşümediğine en az pankartın üzerine yazdığı yazı kadar şaşırdım. Ben böyle insanları görmemle bile üşürken onların üşümeden saatlerce böyle durmasına asla alışamayacaktım. Burçak diye bağıran kız altında minicik şortlu üstünde kapşonlu kazağı ile ayakta dikiliyor pankartı açarak gülümseyerek karşı hizasına bakıyordu. Gözüm karşısında kalan yarış pistine kaydığında çocuğun birinin kafasını sağa sola salladığını gördüm. Uzakta kaldığı için net göremiyordum. Yanındaki iki siyah giyimli çocuğu ve köşede sigara içen sarışın arkadaşını görebiliyordum sadece. Üç arkadaşı ateşin etrafında çapraz dururken o duvara yaslı aralarında mesafe olan bir duvarın önünde duruyordu. Bu yüzden ateş sadece sigara içen sarışın çocuğun yüzüne vuruyordu ama çocuk dudaklarının arasına aldığı sigaradan çekiyor kafası yere eğik duruyordu. Kafasını kaldırır gibi olduğunu göz ucumla gördüğümde yüzümü çevirdiğim için tekrar o bölgeye bakmak istemedim, gözlerini görememiştim. Burnuma bir anda bir koku gelir gibi oldu, ne kokusu olduğunu ayırt edemedim ama odunsu bir kokuya sahip olduğunu anlayabiliyordum. Varla yok arası geldi ve hemen yok oldu. Rüzgârın estiği yöne baktım, gözlerim yine onlara kaymıştı ama bu kez de sarışın çocuğun ve diğerlerinin arkası dönüktü. Tibet'in ''Sülük bu kız.'' Dediğini duyduğumda dikkatimi onlardan aldım. Bunu söylerken gözlerini yummuştu, bu haline belli belirsiz güldüm ama gözleri kapalı olduğu için beni görmesine imkân yoktu. Ben sesi gerçekten rahatsız edici olan ve tüm dikkatleri haykırdığı isimle çeken kıza ve Tibet'in tepkisine hala sessiz sessiz gülerken kulağıma gelen anons sesiyle bir anda sıçrayacak gibi oldum, neyse ki öyle bir şey yapmamıştım. Tibet anons sesiyle gözlerini araladı, anonsçu çocuk Murat'ın hiç tanışmadığım başka bir arkadaşıydı. Yarıştan yarışa görürdük ama anladığım kadarıyla aralarındaki ilişki sadece yarışlar içindi. İlk defa bu kadar yakından anons yapması başımı ağrıttı, hem çok bağırıyor hem de elindeki megafon sayesinde sesini olduğundan çok daha yüksek duyuruyordu. ''Gençler, Yarış on dakika içinde başlayacak. Bu kadar eğlence yarış öncesi yeterli yerlerinizi alın. Kazananın ödülünü biliyorsunuz!'' Duyduğum ödül kelimesinin ardından derin bir uykuya yatan merakımın tekrar uyandığını hissettim. Ödül benim hiç öğrenemediğim bir bilgiydi, devlet sırrıymış gibi saklıyorlardı. Başta bunun para olduğunu düşünüyordum ama para devlet sırrı kadar saklanacak kadar önemli değildi. Bunu Murat'a ne kadar sorarsam sorayım cevap vermemiş ısrarıma rağmen ya geçiştirmiş ya da cevap vermemeye devam etmişti. Neden bu kadar gizledikleri hakkında mantıklı bir fikir de edinememiştim. Derin bir nefes alarak Murat'ın belime dokunan eliyle yönlendirdiği motora ilerlerken bize eliyle selam veren Tibet'e boş gözlerle baktım. Onun gözleri de bana kaydığında Murat'a gülen bakışları benimki gibi boş bakışlara döndü. Ben yüzümü çevirene kadar bu boş bakışma devam etti ve içimde huzursuz bir şeyler uyandırdı. Yine aldırmadım ve yine hata yaptım. ''Güzelim bu kez sıkı tutun, bu yarışı kazanmalıyım o ödüle ihtiyacım var.'' Kaskı kafama takıp arkasına binerken omuzunun üzerinden uzanıp ''Ödülün ne olduğunu söylersen sıkı tutunurum.'' Dediğimde sesimdeki alayı fark etmemişti. Güldüğümü kasktan ötürü görememiş gülme sesimi de etraftaki gürültüden duyamamış olmalıydı, ters bir bakışla bana döndüğünde ifadesiz bir sesle ''Düş o zaman.'' Dedi. Yüzü ışıktan uzak olduğu için karanlık sözleri çok daha karanlığa karıştı, bu cevabı beklemediğim için alaylı gülümsemem yüzümde solmuş büyük bir hayal kırıklığıyla ona bakmıştım, görmeyeceğini görse bile umursamayacağını bilerek. ''Sıkı tutun, son uyarım.'' Dediğinde elimi isteksizce beline sıkıca sardım. Yoldan beri gergin olduğunu biliyordum ama bunun bana bu kadar yansıyacağını tahmin etmemiştim. Elimi sıkıca beline sardıktan sonra Murat'ın çalıştırdığı motorun sesiyle aynı anda anons sesi kulaklarıma doldu. ''Yerlerine geçmeyenler son beş saniye.'' Murat yarış çizgisine motoru götürdüğünde boş olan ilk yere girdi ve ayaklarını yere basarak etrafına baktı. Onunla beraber bende. Hemen sağımızdaki motorda mat siyahın arasından ufak bir mavi ışık geçiyordu, solumuzdakinden de kırmızı ışık geçiyordu. Ellerinde parmak kısmı kesimli deri motorcu eldivenleri vardı. Mavi ışık geçen motorun üzerinde duran sürücü kafasındaki kaskla yüzünü bize çevirdi. Giydiği deri ceket bedenine yapışmış geniş omuzlarını açığa çıkarmıştı. Arkasında oturan kızın kızıl saçları kaskın altından beline iniyordu, o da sürücüyle beraber bize döndüğünde anons sesi tekrar duyuldu. ''Geri sayıma başlıyorum. Duyayım canavarlarınızın sesini!'' Motor sesleri git gide yükselmeye başladığında anonstan keyifli bir kahkaha sesi yükseldi. Motorunu bağırtmadan sessiz kalan sadece iki kişi vardı, o da sağımızdaki sürücüyle solumuzdaki sürücüydü. Yüzümü soldaki kırmızı ışık geçen motora çevirdiğimde o sürücünün arkasında da siyah saçları kaskın altından çıkan bir kız gördüm. O da üzerine siyah kadife bir ceket giymişti, yırtık siyah dar pantolonun altından siyah taş desenli botları göz alıcıydı. ''3...2...'' geri sayım başladığında elimi Murat'ın beline daha sıkı sardım. Sağımızdaki deri ceketli ve uyumlu giydiği parmak kısmı kesimli deri eldivenli çocuk Murat'ın beline sardığım elime baktı, kaskından ettiğim tahmin buydu. Ardından ''1...'' sesi duyuldu ve bayraklar onları tutan iki genç kız tarafından gök yüzünden yere indi. Tüm motorlar aynı anda yarış çizgisinden öteye geçtiğinde kulağıma gelen o sesler bir anda birbirine karıştı, Murat'ın hızı rüzgâra meydan okur gibiydi ve bu bana ilk defa bu kadar tehlikeli gelmişti. Çünkü rüzgârın kaskıma vurduğu o tokatların tok sesini duyabiliyordum, ayrıca kulağımın kapalı olmasına rağmen gelen uğultulu, motor sesleri şimşek ya da gök gürültüsü çıksa onu bile bastırabilecek kadar yüksekti. İlk defa bu kadar sıkı bir rekabet olan yarışa girmiştik, Murat daha önce birinci olmaya alışmış bir yarışçıydı. Diğer tüm okullar ile girdiği yarışı kazanır bunun için meydan bile okumazdı ama şimdi bu kalabalıkta gerisinde kaldığımız üç kişi bile vardı. İkisi yarış çizgisinde sağımızda ve solumuzda olan motorların sahibiydi, diğerini tanımıyordum. Tanımadığım motorla burun buruna gittiğimiz için önümüzde kalan iki motorcuya daha fazla dikkat kesildim. Ara ara yüzlerini birbirlerine dönüyor kafa sallıyorlardı, ne konuda anlaştıklarını bilmiyordum ama arkadaş olduklarını anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Murat'ın hızına kattığı bu yeni hızla hazırlıksız şekilde tırnaklarımı beline geçirdiğimde inledi. Habersiz yaptığı bu hız beni düşürebilirdi, ne kadar tetikte olsam da bu hıza yabancıydım. Onu daha önce hiç bu kadar hırslanmış ve hıza yüklenirken görmemiştim bu yüzden içimdeki huzursuzluğu bizzat kendim arttırıyordum. Aklımdan tonla kötü düşünceler geçiyordu, tadını çıkarmak için geldiğim bu yarış bana şu an sadece korkuyu hissettiriyordu. Murat ''SIKI TUTUN!'' diye bağırdığında dediğini yaptım, sanki daha fazla tutunabilir gibi elimden geldiğinde sıkı sıkıya tutundum. Gaza her ne kadar yüklendiyse önümüzdeki motorcuların arasına girmeyi başarmıştı. Motorun ucuyla onlarla eşitlenmeyi kaçırsak da yana döndüğümüzde görebilecek hatta elimizi uzatsak değebilecek kadar yakındık. Yüzümü döndüğümde deri ceketli çocuk kısa bir an bana dönüp önüne döndüğünde solumda kalan kırmızı ışıklı motordan bir ses geldi. Motorun yerle arasında çok daha yakın mesafe kalacak kadar eğmiş gaza öyle bir yüklenmişti ki, sanki o koşuyor biz ise yürüyormuşuz gibi bir görüntü oluşmuştu. Hemen sağımızda kalan motor da yerle mesafesini azaltıp motoru yana doğru yatırarak Murat'ı geçtiğinde Murat'ın daha da hırslandığını anladım. Ona tırnaklarımı geçirme pahasına sıkıca tutundum, bunu hissettiğinde aynısını o da yaptı ama motoru yere doğru eğmiş olmasına rağmen yine de onlara yetişemedi. Yaptığı sadece aramızdaki mesafeyi kapatmaya yetmişti. Saçlarım yerin tozunu topluyordu. Yarışa başladığımızda yanımızda olan yirmi bir kişi, arkada kendi aralarında yarışırken birinciliğe yaklaşan üç kişi de kendi arasında yarışıyordu. Murat'ın bu hallerinden o ödüle gerçekten de ihtiyacı olduğunu hissediyordum. Ellerim stresle terlemeye başladığında Murat'ın üzerine silmeye ve kaymaması için daha sıkı tutunmaya çalıştım ama Murat'ın bu dengesizliği beni öyle ürkütmüştü ki bu mümkün değildi. Avuç içimde biriken terler git gide artmaya başladığında kazağının yavaşça nemlendiğini hissettim. Ne soğuk ne rüzgâr avuç içimi soğutamıyor terimi engellemeyi bırakın azaltamıyordu bile. Tırnaklarımın acıdığını ve tutunma gücümün azaldığını hissettiğimde ''MURAT!'' diye bağırdım. Murat bağırışımı duymamıştı, duyulmadığım için kayan elimin paniğiyle çok daha yüksek sesle ''MURAT!'' diye tekrar bağırdım. Bu kez bağırmanın yanında acıyan tırnaklarımı derisine batırdığımda irkilerek bana döndü. ''TUTUNAMIYORUM YAVAŞLA!'' arkasında cebelleşen beni ancak hatırlayabilmişti. Ellerim kaymaya başladığında kuru bir yerinden tutunmaya çalıştım ama elim acımaya başlamıştı, köprücüğümden akan teri hissedebiliyor, çarpan soğuğun beni hasta edeceğini biliyordum ama bu şu en son korktuğum şeydi. ''DAYAN BİRAZ!'' diye bağırdığında bedenimin her zerresinin stresle ve korkuyla terlediğini hissettim. Gözüm ellerine kaydı, hızını yükseltirken gözümden kaçmayan el titremesi korkuma korku katıyordu. ''TUTUNAMI...'' bir anda yüklendiği gazla yalpalayarak elimi kaydırdığımda son anda omuzundan tutarak can havliyle ona yapıştım. Omuzuna koyduğum ellerim onu sarstığında motor savrulur gibi oldu ve yarış alanından çıktı, önümüzdeki duvara dengesizce ilerlerken attığım çığlık pistte yankılanmıştı. Murat savrulan dengesini çabucak toparlaması sayesinde frene yüklenerek pistin dışındaki tozdan etrafımıza dumanlar yaydığında duran motordan korkuyla ve titreyen ellerimle indim. Çıktığımız pist dışı çizginin hemen ötesindeydi. Yarışın üçüncüsü olmuştuk ve hemen yarış çizgisinin ötesine savrulmuştuk. Birçok kalabalık merakla etrafımızda toplandığında titreyen ellerimi arkama alarak akan burnumu çektim, soğuktan bir anda nefesim kesilmiş terli bedenim çarpılmıştı. Murat kaskını çıkarıp ''GERİZEKALI, NE YAPIYORSUN?'' diye bağırdığında korkunun yerini saliseler içinde alan öfkem Murat'ın öfkesine baş kaldırdı. Benim burada canım söz konusuydu. Elimdeki kaskı önüne fırlatarak nefesimi düzene sokmaya çalıştım. ''AKLINI MI KAÇIRDIN SEN!'' benim sesim ondan çok daha gür çıktığında gözleri bir an büyüdü ardından elini ensesine atarak gergin bir nefes aldı. Önüne attığım kaskta gözleri gezindi ve dudaklarını ısırdı. Gözlerini kasktan bana kaldırdığında bir milim bile azalmayan öfkemle göz göze gelmişti. ''Sesini indir. Senin yüzünden zaten birinciliği kaçırdık.'' Söylediği cümle beni hayretler içinde bırakırken öfkeden dolan gözlerimi kontrol altına aldım, ellerim hala titriyordu ama bunu saklayabiliyordum. Anonsçu çocuk tartışmamızın özel olduğunu anlamış gibi etrafımızı boşalttığında kalabalığın arkasında kalan mavi şeritli motor sahibi olan çocuğun kaskının içinden bizi izleyen bakışlarını hissettim. Kalabalık dağıldığında ilk gördüğüm siyahlar içindeki o görüntüsüydü. Dikkatimi çevreden tekrar Murat'a yönlendirdiğimde ona doğru bir adım attım. Ne desibelimi düşürmüştüm ne de öfkemi dindirmiştim. Kimse bana söyledi diye sesimi kesecek değildim, bağırmak istersem bağırırdım. ''Düşüyordum Murat.'' Dedim fırtına öncesi bir sessizlikle, onun hemen ardından patlattığım fırtınayla ''DÜŞÜYORDUM!'' diye bağırdığımda bir kez daha irkildi. Tüm sinir bedenimde elektrik misali yayılıyordu. Sakin ve sıkkın bir nefes vererek bana boş bakışlarını kaldırdığında canımı biraz bile önemsemediğini anladım. ''Tamam bak düşmedin ama hadi gel ikinci turda telafi edelim.'' Anons sesi kulağıma dolduğunda öfkeden attığım kahkaha anons tarafından baskılandı. Şu an ona kafa atmamak ya da şiddete başvurmamak için kendimi çok zor tutuyordum Gözlerimi yumup sakinleşmek için üçe kadar saydım. Gözlerini ve yüzünü gördüğüm saniyeler beni sakinleştirmekten çok daha da delirtiyordu. Onu görmemek için gözlerimi sımsıkı yumdum. Ben sakinleşmekle uğraşırken ''İkinci tur için son beş dakika.'' Uyarısı yapıldı. Gözlerimi aralayarak Murat'a baktım. Şimdi daha sakindim ama bu sessizlik patlaması içeren bir sakinlikti. Ona doğru dinmeyen ama sessizliğime saklanan öfkemle adım attım. Tam önüne geldiğimde aramızda kalan kaskıma tekme atarak öfkeli bakışlarını kazandım ve yüzünü kaldırır kaldırmaz ortasına tükürdüm. ''Canın cehenneme puşt herif.'' Gözlerini yumarak ona tükürdüğümü sindirmeye çalışırcasına yutkundu. Göz ucuyla Tibet'in dudak büzerek ''Uf.'' Tepkisi verdiğini gördüm. Murat'ın gözlerini açmasını ve gözlerindeki öfkeyi görmeyi beklemeden arkama döndüğümde beni izleyen bakışların birine bile karşılık vermiyor titreyen ellerimi durdurmak için yumruk yapıyordum. Motor hala toprağın arasına tekerleri batmış vaziyette duruyordu. Attığım beşinci adımda Murat'ın arkamdan ''Ayrılıyor musun benden?'' dediğini duyduğumda ona dönerek geri geri yürümeye devam ettim, kollarımı iki yana açmış gülerek ''Buraya ne için geldim sanıyordun?'' dediğimde ifadesinden ilk defa söylediğimi önemsediğini gördüm. ''Eğer beni terk edersen bir daha kim seni arkasına alacak? Sevdiğin yarışlara veda mı edeceksin?'' ''Eski sevgilinin dertleri seni ne kadar da ilgilendiriyor, bilsem daha erken ayrılırdım.'' Dediğimde öfkesinin gözlerine yansıyışını daha net gördüm. Aramızdaki mesafeye rağmen delicesine parlıyordu hareleri. Bu onun hassas noktasıydı. Narsist kişiliğini şimdi çok daha hissedebiliyordum. ''Defol git Vera, bir dahaki yarışları ekrandan izlersin. Kimse arkasına tutunamayan bir kız almaz!'' Geri geri attığım adımlarım durdu, şu an tek tesellim kalabalığın kendileriyle ilgileniyor ve kimsenin bizi takmıyor oluşuydu. ''Öyle mi?'' dedim kaşlarımı hayretle kaldırarak. ''Öyle.'' Dediğinde tek kaşımı kaldırmıştım. Onun ne kadar iddialı bakışları varsa benim karşılık veren bakışlarım da onunki kadar iddialıydı. Bakışlarımı ondan etrafa çevirdiğimde çaprazımda kalan kırmızı şeritli çocuğu gördüm. Kaskı kafasına takarken gördüğüm yüz ve bedeniyle bunun az önce yırtınarak tezahürat yaptığı Burçak olduğunu anlamıştım. Hemen arkasına binen siyah saçlı kızı gördüğümde dudaklarımı ısırarak yüzümü çevirdim. Diğer yanımda kalan deri ceketli çocuğun kaskının kemerini düzelttiğini gördüğümde gözüm boş olan arkasına kaydı. Bakışlarım etrafta arkasına binen kızıl saçlı kızı taradı kısa bir an ama anons tekrar kulağıma dolduğunda ve gözlerim kızı bulamamış aklım bir karar vermişti. Adımlarım mavi şeritli motora doğru ilerledi. Murat'ın bakışlarının sertleştiğini ve kaşlarının çatıldığını hissettim. Çünkü onun tepkisi böyle bir anda bu olurdu. Elimi deri ceketli çocuğun arkasında duran kaska atıp kafama geçirmeye kalkıştığımda kaskla beraber yüzü bana döndü. Gözleri açıktaydı. Gözlerim açıkta kalan gözlerine kaydığında içimde garip bir duygu belirdi. Kendimi ilk anda hissettim, Mavi'nin yeşile karıştığı o ilk anda. Yeşil gözleri bir anda elimin attığım kaskta takılı kalmasına sebep oldu. Dudaklarım aralandı ve o aralıktan içime derin bir nefes girdi, nefesin arasına karışan bir koku. Odunsu ve hafif. Şimdi burnuma gelip çıkaramadığım koku içime yayılıyordu, Sandal ağacı. Hayatınızda size iyi gelecek birçok şey olabilirdi. Bazen bir hata, bazen bir tehlike bazen de yanan bir ışık. Ben de hayatımın bana iyi gelecek o tehlikeli kısmındaydım. Işıktan karanlığa yürümeyi bilmediğim halde bir hatayla adım atmıştım ve karanlıkta yürüdüğüm bataklıktan haberim yoktu. Batana kadar da haberim olmayacaktı. O bir çift yeşil göz, dikkatle ve kısılmış gözleriyle hareketlerimi incelerken anonsun geri sayımı kulağıma ilişti. Bu bakışlardan utanmam gerekliydi ama öfkem tüm duygularıma baskın geliyordu. Yüzümü Murat'a çevirdim ve öfkeli bakışlarına gülümseyerek karşılık verdikten sonra kaskı kafama geçirip göz kısmını açtım. Bunu yaparken deri ceketin omuz kısmından tutunarak karşımdaki çocuğun bakışlarına karşılık verip o yeşil gözlerin sahibinin arkasına binmiştim. Utanç duygusu onun gözlerine baktıkça içimde peydahlanıyordu, bunu engellemek için odaklandığım öfkemi ona yansıtarak ''Ne bakıyorsun, yarış başlayacak geç kalıyoruz.'' Dedim. Dudaklarını ya da nefes aldığı burnunu göremiyordum ama içimden bir his dudaklarını yaladığını ve kısarak baktığı bu gözlerin içinden benim hakkımda sert düşüncelere maruz bırakıldığımı söylüyordu. Benim ona yönelttiğim öfke ve sert çıkışıma aldırmadan motordan ellerini çekerek beline yerleştirdiğim elimin üzerine koyduğunda dudaklarından çıkan ''Elini yanlış yerde tutuyorsun.'' Sözüyle ses tonu kulaklarıma kazındı. Elimi yukarı kaldırarak kavisine yerleştirdi. Eldiveninden tenime geçen elektriğin bedenime yayıldığını hissettim, hayır hiçbir şey yayılmamıştı. Hayır, çok şey yayılmıştı. Sakin sesiyle beni şaşkına çevirdiğini gördüğünde gözlerinde kaz ayakları belirdi, gülümsemiş olmalıydı. Geri sayım sona yaklaştığında kulağıma gelen motor sesleriyle çizgide bile olmadığımızı daha geride kaldığımızı fark ettim. Bu bizi yenen Burçağın arkadaşı olan çocuktu. Sesi dakikalar önce duymama rağmen kulağımda dönüp durmaya başladığında kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırdım. Elimi sıkıca beline gösterdiği yerden sardım. Motor seslerini duyduğumda ve geri sayımın bitmesiyle inen bayrakları gördüğümde ''Geç kaldık.'' Diye mırıldandım. Boyum öyle denk gelmişti ki çenem kaskla beraber tam omuzunun üzerinde duruyordu. ''hiçbir zaman, hiçbir şey için geç değildir.'' Dediğinde kilidi kaldırışını, kaskın açık göz kısmını kapattığını ve gaza yüklenerek tozu dumana katışını izledim. Herkes bizden önce başlamıştı ama biz pistin yarış çizgisinde bile değildik. Kulağıma dolan ses ile Motor piste hızla girdiğini belli etti, terleyen ellerimin kuruduğunu ve tutunmakta zorlanmadığımı fark ettim. Gerçekten de ellerimi yanlış yerde tuttuğumu daha iyi görüyordum, Sarıldığım çocuk pisttekilerin yarısını dakikalar içinde geçtiğinde önümüzde kalan Murat'ın kask bile takmadığını kafasını çevirerek bize baktığını gördüm. Bize baktığındaki yüz ifadesi içimdeki öfkeyi dindirmeye yetmişti ve bu sadece beş saniye içinde oldu. Yaptığımın iyi bir şey olmadığını biliyordum ama öfke kontrol edilemeyen, hataya davetiye veren bir duyguydu. Kapılması kolay çıkması zordu, aynı bataklık gibi. Murat hırsla önüne dönüp yola odaklandığında artan hızımızı ona yaklaştığımızda fark ettim. Fazla hızlı gidiyorduk ama ilk defa ben zorlanmıyordum. Tuttuğum deri ceket asla elimin altından kaymıyordu. Yanına vardığımız Murat'ın gözleri yol ile benim aramda gidip gelmeye başladığında kaskın altından genişçe gülümsedim.Onu yeniyorduk ve o aklını kaçırıyordu. Önümüzde kalan Burçak yola öyle odaklanmıştı ki arkasına bakmayan tek kişi olabilirdi. Motorun ucunun kalktığını, bedenim aşağı doğru eğimli konuma geldiğinde anladım. Tutuşum sıkılaştı. Yeşil gözlü çocuk gaza bir kez daha yüklendiğinde pistteki tüm seslere baskın geldi ve sadece Murat'ı değil önümüzde bizimle mesafesini açmış Burçağı bile geçti. Uzun saçlarımın ucunun yere değdiğini görebiliyordum ve bu eğlencenin ortasında doğan kahkahama engel olamıyordum. Belini tutuşumun daha da sıkılaştığını motorun ucu piste indiğinde fark ettim. Kahkaham sessiz bir gülümsemeye dönüşürken attığım kahkaha ile önümdeki çocuğun kısa bir an bana döner gibi olduğunu da kaçırmamıştım. Utanma duygusu bir anda Dünya üzerinden silinmiş ya da o duyguyu hiç tatmamış gibi hissediyordum. Bundan rahatsızlık duymam gerekirdi, duymuyordum. Az önce yan yana kapışan yirmi bir kişi yine arkamızda birbiriyle kapışırken birincilik için kapışan üç kişi iki kişiye düşmüştü. Çünkü en öne geçmiştik ve beline sarıldığım çocuğun birinciliği kaptırmaya hiç niyeti yok gibiydi. Çizginin beyazlığı ileride göründüğünde arkama baktım. Murat ne yaparsa yapsın mesafeyi kapatamıyordu, bu beni bir kez daha eğlendirdi. Rüzgârın içine girdiği gözlerim onun sertliğiyle sulandığında içimdeki öfke yerini şimdi de büyük bir hayal kırıklığına bırakmıştı. İşitmeyi hak etmediğim sözler her zaman canımı yakardı ama bir zamanlar çok değer verip sonra değerimi kaybeden bir insandan duyduğumda çok daha canımı yakıyordu, değer kaybettiğinde ettikleri sözlerin canımı yakmaması gerekiyordu ama yakıyordu. Yutkunarak dolan gözlerimi kırpıştırdım. Rüzgâr sadece gözlerime girmekle kalmıyor tenimi okşuyordu. Bakışlarım arkadaki Murat'a bir kez daha kaydığında onu baştan sona son kez izledim. Duruşunu, bakışlarını, hal ve hareketlerini ve babamın haklı olduğunu anladım. Babam Murat'ı tanıyor onunla sevgili olduğumu biliyordu ama bundan hiç hazzetmiyor normalden fazla korumacı davranıyordu. Onun bir serseri olduğunu ve canımı yakabileceğini defalarca söylemişti onu dinlemeyerek bir hataya daha kurban gitmiştim, onu dinlemek için geç kalmıştım. Bu düşüncemin yanında aklımda bir ses bir cümle tekrarladı. 'Hiçbir zaman hiçbir şey için geç değildir.' Yaptığım hatanın pişmanlığını kabullenerek önüme döndüğümde motorun yavaşladığını fark ettim. Çizgi hemen önümüzdeydi ve benim üçe saymama gerek bile kalmadan çizgi arkamızda kaldı. Motor durduğunda önümdeki çocuğun ayakları yere bastı, kilit yere indi. Üçüncü tur yapılacaktı. Üçüncü tur eğer ilk iki yarışta kazanan farklı kişilerse, o kişiler arasında yapılıyordu. Yere inen kilidin ardından ben de ayaklarımı yere basarak beline sardığım ellerimi omuzuna çıkardım ve motordan inerek karşısına geçip kaskın kilidini açarak kafamdan çıkardım. Dağılan saçları elimle düzeltirken ona uzattığım kaska yönelttiği bakışlarını bana çevirdi. Eliyle göz kısmını açmıştı ama kaskı çıkarmamıştı. Gizemli sürücü yeşil gözlerini mavi gözlerime çıkardığında ayaklarımla olmasa da zihnimle bir adım geriledim. Bana bakışları yine kısıktı, neler döndüğünü kavramaya çalışıyor gibiydi. Bakışlarından düşüncelerini anlayamadığım ve onu bir daha görebileceğimi düşünmediğim için hiçbir çekincem yok gibi gözüküyordum. Bunun arkasında dudaklarıma yaydığım yalancı gülümsemenin altında da baş gösteren utangaçlığa 'merhaba.' Dedim. Kurumuş dudaklarımı yalayarak kaskı kucağına bırakırken ''Güzel sürüştü.'' Diye mırıldandım. Pistten ayrılmak için arkamı döndüğümde ilk gözümün kesiştiği kişi elinde kask tutan kızıl saçlı bir kız oldu. Yüzün de ki çilleri ateşin başında durduğundan net bir şekilde görünüyordu. Renkli gözleri karanlıkta pek de aydınlık görünmüyordu, bakışlarındaki öfkede az kalan aydınlığı daha da kararttı. Motorcu çocuktan uzaklaşan adımları atmaya devam ederken izlendiğim hissine kapılarak yüzümü bir anlık gafletle bir başka yüze daha çevirdim. Hemen sağımda o tanıdık mavi gözler çatık kaşlarıyla uzaktan bakıyor, ellerini yumruk yaparak gözünü kırpmadan beni izliyordu. Bakışlarında öfke vardı, nefret vardı. Bu bakışların nedeni geçmişe dayanıyor olamazdı, bu kadar uzun boylu değildi. Pistin çıkışına bir adım kala duraksadım, o gözlere aynı bakışlarla karşılık verdim ve bakışların nedeni olabilecek kişiye omuzumun üzerinden baktım. Hala yeşil gözlerini üzerimde tutuyordu. Aklımda dönen senaryolardan birinin gerçek olmamasını dileyerek dudaklarımı içten ısırmaya başlamıştım, gözlerimi yumduğumda dudaklarımdan kaçan bu derin nefes dışarı beyaz buhar olarak yayıldı ve dudaklarımdan ''Sakın bana bu çocuğu sevdiğini ya da sevgilin olduğunu söyleme İkra.'' Kelimeleri Döküldü.
|
0% |