Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@byzloey

 




Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın, her yorumu tek tek okuyor olacağım.

 

Sizleri sandığınızdan çok seven yazarınız, İyi okumalar ^^

 

Instagram : Byzloey

 

2. Bölüm | Sarsıcı Taraflar

 

Bet U Wish, RAYE

 

Yeşil renk bana hep ormanları anımsatırdı, nasıl mavinin dibi ve yüzeyi aydınlık ve karanlığı, derinliği yansıtıyorsa yeşilin de dışarıdan görüntüsü aydınlığı derinlerdeki görüntüsü ise karanlığı yansıtıyordu.

 

Derinlik olarak adlandırdığımız bu kelime birçok insanın aksine benim için renklerden ve insanlardan ibaretti. Bakışlar aydınlık, karanlık ve derin olabilirdi. Tüm bu cümleler duyguların tercümanıydı, onun için bulunmamıştı ama en çok bunu tasvir ediyordu.

 

Benim duygularımı da tasvir ediyordu, derinlik bana göre beni anlatan tek kelimeydi.

 

Bir insanı bakışlarımla aydınlatabilir, karanlığa çekebilir ve derinliğime alabilirdim.

 

Hayır Vera, sen karanlıkta yürümeyi bilmiyorsun. Kimseyi karanlığa çekemezsin.

 

Aynadaki gözlerime baktım, gerçekten çekemez miydim? Ya da bakışlarımı karartamaz mıydım?

 

Bugüne kadar bunu yapmamıştım, buna ihtiyacım olduğunu düşünmemiştim ama bundan sonra olacağına dair içimde güçlü bir fısıltı çığlık olma yolunda ilerliyordu. Henüz adımımı yakınına bile atmadığım halde o okulun formasını giymek yetmişti olacakları hissetmem için.

 

O okulun yoluna serilen kırmızı halının neden kırmızı olduğunu biliyor musun?

 

Çünkü o okulda kan akmadan gün geçmiyor.

 

Dışarıdan içeri girmeyen rüzgârın içimi titrettiğini hissettim. Tüm camlar kapalıydı ama içimdeki yapraklar güçlü bir esintiye maruz kalmış gibi sallanıyordu.

 

Son yirmi saattir aklımda sadece iki kişinin sesi dönüyordu. Biri adını söyleyerek yeni okuluma gittiğimde tarafını öğreneceğim çocuğa aitti, o kahve bakışları ve sözleriyle içime şüphe ve endişeyi tohumlamıştı. Diğeri ise dünden beri gözlerini her yansımada olmadığı halde görmeye başladığım o yeşil gözlü deri ceketli çocuğunkiydi.

 

Her düşüncemde aynı cümleyi tekrarlıyordu.

 

Hiçbir zaman, hiçbir şey için geç değildir.

 

Yerli yersiz aklımda sesi tekrarlanıyordu, bunun söylediği cümleden ötürü olmasından ziyade sesinden ötürü olduğunu biliyordum ama aklımdan hiçbir düşünceyle bu iki sesi susturamıyordum. Daha da kötüsü bu iki sesten kendi sesimi bile duyamıyordum.

 

Aynadaki yansımama baktığımda gördüğüm görüntüden memnun kaldım. Giydiğim şort etek ve altına giydiğim kalın siyah içten yünlü çorapla üşümeyeceğimi umuyordum. Bu okulun forması bizim bej renkli formamıza göre karanlık kalıyordu. Koyu gri şort eteğimin üzerine beyaz gömlek ile kırmızı çizgileri olan etekle aynı renk ceketimi giydikten sonra okulun armasına baktım.

 

İç içe çaprazlama geçmiş B E harfleri vardı, alayla gülümsedim. E'nin esef olduğunu biliyordum. B'nin ise dün gördüğüm sayfa profilindeki çocuğun adı olduğunu tahmin ediyordum. Babası oğlunu oldukça seviyor olmalıydı.

 

Ceketimin yakasıyla gömleğimi düzelttikten sonra yatağın üzerindeki çantamı ve montumu elime aldım. Dudak nemlendiricisini çantamın gözünden çıkararak aynanın karşısında hızlıca sürüp yerine geri koyduğumda dudaklarımı birbirine bastırıyordum. Bu soğukta dudaklarım başka türlü yumuşak kalmıyor canımı yakıyordu. Nemlendiriciyi çantamın gözüne koyarken montumun cebindeki telefonun titrediğini duydum. Çantayı omuzuma takarken cebimden anahtarlarımla telefonumu çıkarmış arayana kim olduğunu bildiğim için bakmadan yanıtlayarak telefonu kulağıma yaslamıştım.

 

"Günaydın kuzu."

 

"Günaydın... kuzu mu?" İzel'in kahkahası kulağıma geldiğinde kapıda bana bakan babama öpücük attım. İşaret parmağını öperek bana çevirdikten sonra kapıyı açık bırakarak arabasına yöneldi.

 

Hangimizin ki önce satılıp elimizden kayacak bilmiyorduk ama umuyordum ki ilk arabasını kaybeden ben olmazdım.

 

"Kurtların arasına giden bir kuzu olarak görüyor seni, aldırma." Arkadan sesi gelen Ece'yle ben de güldüm. Bu söylediği sadece boşlukta gülünecek bir şey olsa da İzel kendi söylediği şeye oldukça eğleniyor görünüyordu.

 

"Heyecanlı mısın yoksa ürkek mi?"

 

"İkisi de değilim." Yalandı. Giydiğim botların fermuarını tek elle çektikten sonra arabaya yönelirken açtığım kilitle arabanın farları bir saniye içinde yanıp söndü. Kapıyı açarak önce çantamı yan koltuğa attım ardından telefonu diğer elime alarak arabaya bindim. Konuştuğum iki kız henüz yeni reşit olarak ehliyetlerini alamayıp hala kursa gittiklerinden bunu kıskanıyorlardı ama bu konforu yakında kaybedeceğimden habersizlerdi.

 

"Vera bak her şeyi anlat tamam mı akşam, çatlarız meraktan." Ece'ye "Tamam." Diyerek bezgin bir nefes verdim. Anahtarı kontağa takıp çevirdiğimde açılan ekranda İzel'in adı göründü ve telefon otomatik arabaya bağlandı. Şimdi ses arabanın içinde yankılanıyordu.

 

"Ya kızım versene telefonumu." İzel Ece'nin elinden telefonu almaya çalışıyor olmalıydı, bir patırtı geldiğinde İzel'in Ece'yi sertçe ittiği gözümde canlandı, gülümsedim. Onları özleyecektim, garip de olsa ikisinin anlaşma şekli böyleydi ve bu alıştığım sayılı şeylerden biriydi.

 

"Tamam akşam haberleşiriz, kapatıyorum şimdi." Karşılıklı öpücük attıktan sonra aramayı sonlandırarak modumu yükseltmesi için yine eğlenceli bir müzik açtım. 12-C sınıfından 12-B sınıfına geçmiştim.

 

Son senemde şubeme kadar değişmesi bana adapte olmam gereken birçok şey olduğunu gösteriyordu, anlık bir karar geleceğimi rayından çıkarmıştı. Annemin anlık bir heyecanı beni bu değişime mahkûm etmişti. Dudaklarımı ısırdım, benim şu an dert ettiğim onlarınkinin yanında hiçti bunu biliyordum. Bazen kendimi daha çok düşündüğümü hissederek bundan nefrette ediyordum ama insan oğlu bencildi. İstemese de kendini düşünür sonra bundan pişman olurdu ama pişmanlığı hissederken kendini bile isteye düşündüğünü görmezden gelirdi.

 

Derin bir nefes verdim. Bileğimdeki saati kontrol ettikten sonra hızımı biraz yükselterek okulun yoluna girdim. Dün gece eve taksiyle gelip makyajımı silerek annemlerin aldığı formayı odama götürüp direk uyumuştum. Uyumasaydım gece boyu düşüncelerin beni hapsedeceğini biliyordum ama hiçbir şeyi dert etmek istemeyen bir yanım vardı.

 

Sabah uyandığım annemle babamın hesap yaptığını aralık kapıdan duymuştum. Her şeyimizi satıp uygun yaşamaya adapte olursak toparlayabileceğimizi söylüyorlardı. Buna sevinmiştim, en azından borç içinde olmayacaktık. Sadece lüks yaşamımıza veda edecektik, bu da bize yeterliydi.

 

Ailemin hesap kitap konuşması bittiğinde kendimi duşa atmış sıcak bir duşla kendime gelmiştim, gece boyu düşüncelerimden kaçabilsem de duşta İkra'nın gözleri zihnime düşmüştü. Ondan kaçamamıştım işte.

 

Küçükken her şeyi beraber yaptığım, öğrendiğim her şeye ortak bildiğim insanın bugün bana attığı bakışlardan kaçamıyordum, zihnimde benimkine benzer ama farklı tonda olan mavi gözleri dört dönüyor bana sürekli işkence ediyordu. Altıncı sınıfa kadar her şeyimiz de beraberdik, ilk kurduğumuz cümle bile birbirimizin adıydı. Ailemiz bunu duyduktan sonra ömrümüzün sonuna kadar birbirimizden ayrılmayacağımızı düşünüyorlardı, yanılmışlardı.

 

Geçmişe dair tek bağlantımız birbirini tamamlayan kolyelerimizin hala boynumuzda takılı olmasıydı ama sürekli içimizde olduğundan bunu birbirimize belli bile etmiyorduk, hatırlamadığım saçma nedenler aramızda bir buz dağı oluşturmuştu. O buz ısınır erir sanmıştım, erimemişti. O buz çok daha fazla göğe yükseldi, içerisi kutup soğuğuyla doldu ve biz birbirimizden mevsimler kadar uzak kaldık.

 

Bana bakışlarından kendimce bir sonuca varamamanın huzursuzluğu dolmuştu içime. Şimdiye dek her şeyin kötüye gidiyor olması bir tesadüf müydü yoksa geleceğe dair bir fragman mı?

 

Gergince bir nefes aldım. Belki de sadece o çocuğun söylediği ve kızların abarttığı sözlerden ötürü kendimi bu kadar kötüsüne hazırlıyordum, belki de tüm sözler söylenenler fos çıkacaktı.

 

Ki, içimden bir ses pek de öyle olacağını düşünmüyordu.

 

O sesi susturdum, önüne geldiğim okulun önüne arabamı park ettim. Okulun kapısının tam karşısına denk geldiği için beyaz BMW i5 model aracım bahçedekilerin dikkatini çekmiş olmalıydı, birçok göz odağını bana çevirdiğinde göz teması kurmamaya özen göstererek kontağı kapattım. Kemerimi çözüp montumu giyerek çantamı omuzuma taktım ve arabadan inip kilitleyerek anahtarı montumun ceketine koydum.

 

Gözümün önüne dün açıp okuduğumuz dedikodular geldiğinde içimden tekrar güldüm, sanırım bugünün haber konusu ben olacaktım. İçeri girene kadar üzerimden çekilmeyen gözler de bunun en büyük kanıtıydı.

 

Okulun içine girene kadar etrafı göz ucuyla süzdüm, herkesin gözü bendeydi fısıltılar kulağıma geliyordu ve herkesin üzerinde benimki gibi koyu gri okul formalar vardı. Sadece köşede herkesten uzakta duran iki siyah giyinen gençlerin üzerinde forma yoktu. Formadan sadece ceketi giyiyorlardı. İkisi de esmerdi, birinin elinde ip vardı, parmaklarına dolamış oturarak dirseklerini dizine yaslamış öne eğilmişti. Elindeki iple ilgileniyor başında dikilen çocukla konuşuyor görünüyordu, dudaklarının kıpırdadığını görebiliyordum.

 

Ayakta dikilen çocuğun kafasına geriye attığını ve gözlerini yumduğunu gördüm, bakışlarımı onlardan çekerek okulun kapısına geldiğimi fark ettiğimde adımlarımı yavaşlatmıştım.

 

Adının Edis olduğunu söyleyen çocuğun sesi yine zihnimi işgal etti. Durdum ve söylediği gibi okulun girişindeki halıya baktım.

 

Kırmızıydı, koyu kırmızıydı.

 

Yutkundum ve halının üzerine ağır şekilde adım atarak okulun içine girdim. Bunu yapmak nedensizce bana zor gelmişti. Ayaklarım ileri gitse de zihnim geri geri gitmek istiyordu. Zihnim ne kadar geri giderse ayaklarım da o kadar ileri gidiyordu.

 

Dışarıdaki bakışlardan ötürü duyduğum rahatsızlık bunun en büyük sebebiydi, altı üstü okudukları okula gelmiştim ama bana hayvanat bahçesine gelmişim gibi bir imayla bakıyorlardı. Hepsinin yırtıcı olduğunu ima eder gibilerdi, acınası gözlerini oymak istediğim birkaç kişi olsa da görmezden gelmeyi başardım.

 

Bu benim ilk günümdü ve ilk günden kendimi bu kadar kaptırıp onlar gibi yırtıcıya dönüşmek istemiyordum. Sakin kalmalı ve eğitimime odaklanmalıydım.

 

Müdür'ün kapısının önüne geldiğimde nazikçe kapıyı çaldım. Beni içeri çağırana kadar duyduğum fısıltılar yine kulağımdaydı, içeri girip kapıyı kapattığımda gelen uğultulu sesler kesildi. İçeride beni sessizlik ve deri koltuklar karşıladı, bir de karşımda masasına kollarını yaslamış yaşına rağmen genç görünen Kenan Esef.

 

"Hoş geldin Vera. Otur lütfen."

 

Eliyle işaret ettiği deri koltuğa geçerken nazikçe gülümsedim. "Size teşekkür etmek istiyordum Kenan Bey."

 

Elindeki dolma kalemi bırakarak diğer eliyle birleştirdiğinde gözleriyle beni süzdü.

 

"Teşekküre ne hacet. Umarım okuldan memnun kalırsın, açıkçası geleceğini duyduğuma şaşırdım."

 

"neden?" sorgulayıcı bakışlarımın Kenan beyi duraklattığını görünce ifademi düzelttim. Aklımdan Ece'nin, İzel'in ve Edis'in söyledikleri geçiyordu.

 

"Oradan seni uyaran bazı kişiler olabileceğini düşündüm." Dediğinde dürüst olduğunu biliyordum.

 

"buradan gelen öğrencilerin mi?" kafasını aşağı yukarı salladı.

 

"Eğitimde üstümüze olmadığı doğru ama her aydınlığın karanlık bir yüzü de vardır. Beni görmeye gelmene sevindim çünkü sana okul hakkında söyleyebileceğim tek şey her şeye gözünü yumman ve kulağını tıkaman."

 

"siz öyle mi yapıyorsunuz?" dudaklarımdan kaçan soruyla hata yaptığımı anladım ve mahcupça yüzümü eğdim.

 

"Affedersiniz, haddimi aştım."

 

Kenan beyin nefeslenir gibi gülüşü kulağıma geldi. "Haklısın, sadece bu sözleri okuldaki her şeyi gördükten sonra söyleyebileceğini düşünmüştüm ama sana zaten olan biteni anlatmış gibiler."

 

"Bakın ben buraya geleceğim için geldim, teyzemin aracılığıyla almış olsanız bile benim için en ihtiyacım olan bir anda elinizi uzatmış oldunuz. Bu okulda ne olduğu ya da ne olacağıyla ilgilenmiyorum. Siz söylemeseniz de elimden geldiğince uzakta kalacak kendimi koruyacaktım. Çünkü geleceğimin daha fazla rayından çıkmasını istemiyorum."

 

Dürüst konuşmam Kenan beyi memnun etmişe benziyordu. Gülümsedi, hatta dişlerini göstererek gülümsedi. "Umarım gözlerindeki bu pırıltı okulumuza ışık getirir ve umarım söylediğin şeyi başarabilirsin Vera." Boğazını temizledikten sonra "Sınıfın bir üst katta." Dediğinde konuşmanın sonunu getirdiğini anladım. Sesinde samimi bir umut vardı ama sözlerinin altında kimin beni uyardığını anlayan bir ton da yatıyordu.

 

"Teşekkür ederim." Ayağa kalkarak Kenan beye arkamı döndüğümde elim uzattığım soğuk kapı kolunda kaldı. Çünkü Kenan beyin içine söylediklerim oturmuş olmalıydı ki derin bir nefesin ardından "Ebeveynlik çok zor bir şey." Dedi.

 

Bunun devamının geleceğini bildiğimden hafifçe ona doğru döndüm. İki parmağıyla burun kemerini sıkıyor diğer eliyle de dolma kalemiyle oynuyordu. "Çünkü çocuğunu kaybetmemek için, kanatlarından çıkmaması için tam bir kuklaya dönüyorsun. Birçok şeyi görmezden duymazdan gelebiliyorsun... ne demek istediğimi bir gün anlayabilirsin ama dilerim ki bu hiçbir zaman olmaz. Çünkü beni anladığın gün gözündeki pırıltı sönmüş olur."

 

Dudaklarımı ısırdım, söylediği gibi pek bir şey anlamamıştım ama kendimce çıkarımlarda bulunabiliyordum. Bunca şeyin kilit noktası oğlu muydu?

 

Şu sayfada profil resmi olan oğlu.

 

"Bu okulda olanlara göz yuman ve kulak tıkayan tek kişi ben değilim, bunu bil ve kendini koru." Açtığım kapıdan çıkmadan önce kafamı uysal şekilde salladım.

 

Kendimi okuldan çok mayın tarlasına gelmişim gibi hissediyordum. Huzursuzluğum arttı.

 

Gergince bir nefes daha verdim, merdivenin başına kısa sürede gelmiştim. Ben fark etmesem de zil çalmış olmalıydı ki etraf boştu. Üzerimde gezinen hiçbir göz de görünmüyordu, bu beni rahatlattı.

 

Çantamı sıkı sıkıya kavrayarak merdivenleri çıktım. Gözüm etrafın ne kadar temiz olduğuna takıldı, resmen parlıyordu. Üst kattan gelen derin nefes sesleriyle kafamı kaldırdığımda temizlikçi kadınla göz göze geldik. Bana nazikçe gülümsedi. "Öğretmenler girdi kızım."

 

"Geç kaldım." Diyerek gülümsedim, bana gülümseyerek işine devam etti.

 

Yanından geçerken gözümün kaydığı kovada kırmızılık gördüğümde durup soru sormamak için kendimi çok zor tuttum.

 

Bu bakışlarımı fark etmiş gibi "Vişne suyu dökmüşler. Neyse ki başka bir şey değil, meyve suyu olsun da başka bir şey olmasın." Dedi tatlı kadın.

 

Başka bir şey mi, kan mı?

 

12-B sınıfının önüne geldiğimde duran adımlarımla havaya kalkan yumruğuma baktım.

 

"Evet Vera, yeni açtığın sayfaya yaz ilk cümleni...Bugün Mavi'nin Yeşil'e karıştığı ilk gün."

 

Aydınlığın karanlığa karıştığı ilk gün.

 

Kapıyı çaldığımda içeriden gelmemi söyleyen öğretmenin kalın ses tonu kulaklarıma ilişti. İçim nedensizce kıpır kıpır olmuştu. Kapıyı açtığımda içeri girer girmez ilk göz göze geldiğim esmer öğretmen oldu. "Sen yeni öğrenci olmalısın. Vera Mehan." Kafamı onaylar biçimde salladığımda göz ucumun değdiği tahtadan bu öğretmenin kimya öğretmenimiz olduğunu kavradım.

 

"İstediğin yere geçebilirsin Vera, zaten pek seçenek yok gibi." Öğretmenin işaret ettiği sıralara gözüm kaydığında kapalı, dudak kreminden ötürü yumuşak kalmış dudaklarım aralandı.

 

İşte o tehlikeli hata çanları kulağımın dibinde çalıyordu, nefesime karışan Sandal ağacı kokusu içime karışıyordu.

 

Dudaklarımı kapattım, onu içime hapsettim ve bana bakan bir çift orman yeşili gözlere okyanus mavisi gözlerimi kenetledim. Ne kadar geçtiğini önemsemeden kenetledim hem de.

 

Kumral sarı saçları orta uzunlukta, yeşillerinin etrafını saran o kırmızılıkları aydınlıkta ulu orta gözlerimin önündeydi, yeşilin etrafındaki tüm beyazlığı kaplıyordu. Dün gece giydiği deri ceketi yerini okul ceketine bırakmıştı. Yemekten ötürü yara içinde kıpkırmızı kesilen dudakları benimki gibi aralıktı ama en çok göze çarpan yine kıstığı o yeşil gözleriydi.

 

Dün gece gözlerindeki akın bu kadar kırmızılarla sarıldığını fark etmemiştim, göz altının ne kadar çöktüğünü de fark etmemiştim. Baygın bakışları benimkilerden pencereye döndüğünde kendime gelmiş gibi kirpiklerimi kırpıştırdım ve sınıfın kalanına baktım, hala ayakta dikiliyor olmam öğretmenin dikkatini çekmişti.

 

Kapı tarafında sağımda kalan bir esmer çocuğun bir de dün gece Burçak diye bağıran kızın yanı boştu. Orta sıradan bana kötü bakışlar atıyordu, onun bakışlarına karşılık vermeden esmer çocuğun yanına oturduğumda huysuz bakışlarına aldırmadım.

 

Onun aksine sıcak bir gülümsemeyle yanına oturmuştum. Ben oturduğum da öğretmen dersini anlatmaya geri koyuldu. Ben de çantamı sıraya bırakarak montumu çıkarırken sınıfın kalanına göz gezdiriyordum ama gezdirdiğim her kişide buna çok daha pişman olmuştum. İlk gördüğüm gözler dün gece kavgayla ayrıldığım sevgilimin arkadaşının kahve gözleri olmuştu.

 

Tibet.

 

İkinci gözler orman yeşili gözlere sahip çocuğun hemen yanında oturan bakışlarını üzerime diken yarış birincisinin gece mavisi gözleriydi.

 

Burçak.

 

Gerginliğimi belli etmeyerek dudağımı içeriden ısırdığımda gözüm arkalarına kaydı, kızıl saçlı çilli kız ve yanındaki esmer mercan yeşili gözlere sahip kız bana bakıyordu. İkisinin de bakışları soğuk ve ifadesizdi. Kızıl saçlı kızın çilleri şimdi çok daha belirgindi ama vücudunun zayıflığı da en az çilleri kadar ortadaydı. Göz altlarındaki kemikler görünüyordu ve kapatıcıyla halkaları engellediğine emindim, çizgileri aydınlıkta belirgindi. Saçları omuzundan biraz aşağıdaydı, renkli gözlere ve saçıyla aynı tonda kaşlara sahipti, duvar kenarında oturuyordu. Hemen yanında benim gibi siyah saçlara sahip kızın ise mercan yeşili gözleri uzun kirpikleri vardı, o da zayıftı ama kızıl saçlı kız kadar çelimsiz durmuyordu. O da diğerleri gibi siyah ama taşlı şeyler giymişti ve onda da diğerleri gibi okulu andıran tek şey ceketiydi. Onlardan bakışlarımı kaçırdığımda en önde oturan yüzünü bana dönen biriyle göz göze geldim.

 

Bunun olacağını biliyordum, dün geceden sonra maruz kalacağım bu bakışları biliyordum. İkra'nın nefret ve öfkeli bakışlarını biliyordum.

 

Hemen yanında oturan çocuğun bünyesi gözüme çarptığında beni İkra'dan kurtardığı için tanımadan içimden ona ve vücuduna teşekkür Serenat'ı yaptım. Ardından göz ucuyla bedenini süzdüm, bu çocuk az önce aşağıda oturan baştan aşağı siyah giyinmiş çocuktu. Bankta oturuyor parmaklarına doladığı iple oynuyordu. Yüzüm yanımdaki çocuğa döndü, onun da üzerinde siyah kıyafetler vardı. O da ayakta kafasını duvara yaslayan diğer çocuktu.

 

Bunlar neden forma giymiyordu?

 

Gözüm birkaç sıra önümde oturan Tibet'e kaydığında onun da serbest olduğunu gördüm. Tek ortak yanları okul ceketi giyiyor olmalarıydı.

 

"Ders bitmeden yoklamayı alayım."

 

Öğretmenin anlattıklarının hiçbiri kulağıma ulaşmadığından tahtaya attığım boş bakışların ardından masayı oturuşunu ve yoklama defterini açışını izledim.

 

Onu izlemediğimde diğerlerinin bana attığı gergin bakışlara maruz kalıyordum ve bence ilk gün için bu gerginlik oldukça fazlaydı. Öğretmen yoklamayı almaya başladığında tüm sınıfın neden bu kadar soğuk bakışlarla baktığını ve yüzlerinin çökük olduğunu aklımda döndürdüm.

 

Bir de bana neden aç kurtlar gibi baktıklarını, kendimi gerçekten de İzel'in söylediği gibi kuzuymuşum gibi hissetmiştim.

 

Yanımdaki çocuğa döndüğümde bakışlarını takip ettim, vardığım nokta yine bir çift yeşil göz olmuştu.

 

Esmer çocuk kara gözleriyle orman yeşili gözlere bakıyordu ama ben de bu bakışa ortak olduğum da yeşil gözler ondan bana çevrilmişti.

 

Saçlarıyla aynı renk kirpikleri güneşin ona çarpmasıyla dikkatimi çekerken gözlerinin içine net bir şekilde bakmaktan kaçındığımı fark ettim çünkü o çok dikkatli bakıyordu, normalde karşılık verebilen biri olmama rağmen bu dikkat bana fazla gelmişti. Yerimde huzursuzca kıpırdandım.

 

Sırada biraz daha kayarak yanımdaki esmer çocuğa doğru kafamı eğdim ve "Bir daha ki ders köşeye ben geçebilir miyim?" diye sordum, bunu yaparken ters tepki vereceğinden çekinmiştim ama o sadece yüzüme bakıp kısa bir inceleme yaptıktan sonra önüne dönmüştü. Böyle bir tepki beklemediğim için kaşlarım çatıldı. Aralanan dudaklarımı kapatıp umutsuzca önüme döndüm.

 

Evet Vera, yeni sayfanın ilk cümlelerini yazabilecek misin? Yoksa elinde kalemle öylece boş kâğıda mı bakacaksın?

 

Omuzumun hayal kırıklığıyla düşmesini engelleyemediğimde göz ucuyla bana baktığını gördüm.

 

"Ceyda Halis." Öğretmenin sesiyle bakışlarımı kimseye değdirmeden yoklama defterine odakladım. Ardından da "Burada." Diyen siyah saçlı mercan yeşili gözlere sahip kıza.

 

Ceyda Halis.

 

Dün haberlerde okuduğum Ceyda ismi gözlerimin önüne geldiğinde her şeyi çözmüştüm, Ceyda dün Burçağın arkasına binen kızdı. Dün denk geldiğim her yüz, her beden bugün buradaydı. Dün denk geldiğim herkes benim sınıf arkadaşımdı.

 

"Burçak Esef." Öğretmenin söylediği cümleyle yaşadığım şaşkınlığı içimde tutmak için büyük bir savaş verdim. Evet Burçağı da duymuştum ama Esef, Burçak Esef?

 

Okul sahibi olan, Kenan beyin oğlu Esef?

 

Dün karanlıkta yüzünü daha net görüp, sosyal medyadaki profil fotoğrafıyla bağdaştırmam gerekliydi. Parmaklarımı şakaklarıma koyup ovuşturdum.

 

"Burada." Onun da Ceyda'nınki gibi soğuk ses tonu sessiz sınıfta dolaştı. Soğuklukları bir bıçak gibiydi ve sessizliği her tınılarıyla kesiyorlardı.

 

"Zeyd Vuran."

 

Zeyd Vuran, sesini duymadan gözlerim bir anda onu buldu. Hissetmiş miydim, yoksa tahmin mi etmiştim?

 

Bazı insanların sezisi güçlü olurdu, bazı şeyleri saniye kadar önce hissederlerdi. Sezgisi güçlü biri olarak sadece ismini onaylamadan saniye kadar önce hissetmiştim. Bu isim ona ait olmalıydı, bu bakışların dile dökümü bu olmalıydı.

 

"Burada." Sesi duyulduğunda haklı olduğumu anladım. Bu isim, bu soy isim ona aitti. Öğretmen bakışlarını bir çift yeşil göze kaldırıp gördükten sonra deftere geri eğdiğinde devam ediyordu ama benim kulağım devamını işitmiyordu.

Zeyd.

 

Vuran.

 

Bir çift orman yeşili gözler.

 

Deri bir ceket.

 

Parmakları kesik deri bir eldiven.

 

Soğuk bakışlar.

 

Sandal ağacı kokusu.

 

Mavi çizgilere sahip mat siyah bir motor.

 

Sesin geldiği kızıl saçlı kız "Defne Hazin." İsmiyle ikinci kez "Burada." Dediğinde Zeyd'in yerine neden onun cevap verdiğini düşündüm. Gözlerim bir kez daha bedenin de gezindi. Zayıflığı her bakışta daha rahatsız edici görünüyordu, bir deri bir kemik tanımının canlı kanlı hali gibiydi.

 

Ben bunu düşünürken yoklamanın devamını da bir yandan takip etmeye sınıftakileri tanımaya çalışıyordum. "Atilla Altay."

 

Bu kez çok yakınımdan yanımdan gelen "Burada." Sesiyle yüzümü sıra arkadaşıma döndüğümde iğneleyici bir sesle "Ah, konuşabiliyormuş." Diye mırıldandım.

 

Cevap vermek zor değildi, vermemesi beni hayal kırıklığına uğratmanın yanında kızdırmıştı da. Gerginliğimi bu şekilde çıkardığım için bundan da nefret ediyordum ama dediğim gibi insan oğlu bencildi. Beni görmezden gelmesi cevap vermemesi kızdırmıştı.

 

Bakışlarım üzerinde göz ucuyla gezindiğinde Spor yaptığını sıkı omuzlarından anlayabiliyordum, keskin yüz hatları ve güzel göz yapısıyla dikkatleri üzerine toplayan bir yüze sahipti. Vücudu kastan boğulmuyordu ama yapılıydı sadece zayıf durduğundan bunu uzaktan anlamak mümkün değildi. Yakın olduğunda giyiminin izin verdiği kadarıyla anlamak mümkündü. Gözleri koyu kahve saçları da onunla aynı tondaydı, koyu kahvenin siyaha kaçan bir tonu sayılırdı. İnce burnu ve orta kalınlıkta dudakları vardı. Dikkat çekmek istemediğim için önüme döndüm. "Dağhan Kıran."

 

"Burada." İkra'nın sırasından gelen sese döndüğümde bu kez kas yığını olan az önce teşekkür serenatı yaptığım çocuğa baktım.

 

Dağhan Kıran, bilmeden bana yardım eden ilk insan.

 

Yüzünü net göremesem de çukur yanağını, top gibi duran çenesini, geniş omuz yapısını ve geniş totosunu görebiliyordum. Sıraya anca sığıyor gibi görünüyordu ve bundan rahatsızsa da yüzünü görmediğim için anlayamıyordum. Sıranın altında duran ince siyah ipi gördüğümde öğretmen bir diğer ismi söylemişti.

 

İsimde bir yabancılık yoktu ama soy isminde çok büyük bir tanıdıklık vardı.

 

"Tibet Karez."

 

Ben... Edis Karez. Gittiğinde kimin tarafında olduğumu anlayacaksın.

 

Tibet'in "Burada." Derken ki bakışları bana döndüğünde Edis'in gözlerini andıran kahve gözlerini ve tanıdık gelen simasını şimdi çıkarmıştım.

 

Edis ile bir akrabalığı olmalıydı, kardeşi miydi? Yoksa kuzeni miydi? Edis neden bu okuldan gitmişti?

 

Hepsi aklımda yer değiştirerek tekrar tekrar soru şeklinde dönmeye devam etti. Kapıdaki halı neden kırmızı, neden her gün kan akıyor, neden sınıfta ki herkes böyle?

 

Dudaklarımı ısırdım, cevap alamayacağım soruların kafamda tekrarlanması en nefret ettiğim şeydi.

 

Üzerime mıhlanmış bakışlar azalmaya başladığında elimi enseme atarak saçlarımla oynadım, gergindim ve bununla bu şekilde baş etmeye çalışıyordum.

 

Bakışlarım etrafta hala üzerimde kalan gözleri diğerlerinden ayırırken Begüm'ün yanındaki bir çift gözle kesişti. Sınıfa yeni gelen bir öğrenciyle ne kadar da ilgililerdi öyle?

 

"Hazal Mahli." Dedi öğretmen. Bana bakan gözler bakışlarını kesmeden "Hocam beni göremiyor olamazsınız, sormanıza alındım." Dediğinde yazıda geçen Hazal ve yılanlarındaki Hazal'la da tanışmıştım. Herkes bakışlarını üzerimden çekmesine rağmen çekmeyen tek o kalmıştı, tam da yazıldığı üzere yılan gibi bakıyordu.

 

Öğretmene verdiği yersiz cevapla aldığı karşılık ona dikilmiş sert bakışlar oldu. "ama eğer öyleyse size bir göz randevusu alayım." Bu densizlikle öğretmenin yerine şaşkınlık yaşadığımda Kenan beyin tek göz yumanın kendisi olmadığını söylediğini hatırlayıp şaşkınlığıma öfkelendim.

 

Yine de öğretmenin sadece kötü bakışlarla kalması beni şaşırtıyordu, sadece bunu artık dışa vurmuyordum.

 

Sınıfın kalanından Hazal'ın öğretmene ettiği densiz laflar için birkaç kıkırtı duyuldu, bu kıkırtının en yükseği Hazal'ın hemen arkasında oturan saç tutamını eline alarak oynayan iğrenç bakışlarını bana çeviren kıza aitti.

 

"İkra Yaman." Öğretmenin yoklamaya devam etmesiyle İkra "burada." Dedi, "Buğlem coşkun." Saç tutamıyla oynayan kız kıkırtısının arasından "burada." Dediğinde Hazal'ın ikinci yılanıyla tanışmış oldum.

 

Hazal, Begüm ve Buğlem.

 

Hazal ve yılanları.

 

Yoklama bittikten sonra öğretmen gergince nefes verip defteri kapattı, bir yoklama bu kadar uzun sürmemeliydi ama sürmüştü.

 

Masadan kalkan öğretmen tekrar yapacağını söylerken bakışlarını bana çevirdiğinde, bu tekrarı diğerlerinden çok bana yapacağını söylediğini anlayarak gülümsemiştim. Önüne dönüp tahta kaleminin kapağını açtığında bize dönen sırtını görüyordum.

 

Çantamdan kimya kitabını çıkardım ve konunun olduğu sayfayı araladım. Ben bunu yaparken yanımdaki kaskatı kesilmiş, suratsız ve sesini saklayan sıra arkadaşımın kıpırtısına da göz ucuyla bakmıştım.

 

"Olur."

 

Kıpırtısını kestikten sonra sessizce bana doğru fısıldadı, yüzümü ona döndüm. "Ne olur?"

 

"Sorduğun sorunun cevabı, olur." Ne sorduğumu hatırladığımda yüzümde açan gülümsemeye engel olamamıştım, gözleri kısa bir an yüzümde oyalandı. Ardından önüne dönerek tekrara başlayan hocaya dikkat kesildi.

 

Ben de sevincimi saklamaya çalışan bir ifadeyle kitabımın sayfasını açmış kalemimi çıkarmıştım ki izlenme düşüncesiyle kafamı çevirip bir an duraksadım.

 

Bu yeşil gözler beni her seferinde duraksatıyordu.

 

Çünkü çok derin bakıyordu.

 

Gözlerimi almak için aklımdan bir ton şey geçirdim, kendime birçok şey hatırlattım. Onun bir yabancı olduğunu, o gözlerin herkeste olduğunu ve bakışlarından rahatsız olmam gerektiğini tekrarlıyordum.

 

Sonuç ise, hala ona bakıyor oluşumdu.

 

Gözlerimi sonunda ondan çekebildiğimde Atilla'ya bakan üç gözü yakaladım. Burçak, İkra, Dağhan.

 

Bu tarafa döndüğü için Dağhan'ın yüzünü şimdi görebiliyordum. Yanağı içe göçüktü, teni açık renk olduğundan göz halkaları fazla göz önündeydi ama yapısı arkadan göründüğü kadar vardı. Gözleri siyah kaşları ve saçı koyu kahveydi. Saçları düz kısaydı, kaşları kalın ama düzgündü, dudakları ise sınıftaki herkesten dolgun ama soluk renkteydi. Aynı zamanda tam bir kas yığınıydı ve şişik kolları dikkat çekiyordu. Ceket omuzunun şeklini almıştı, açıkçası bu görüntü hoş duruyordu.

 

Sırada kısa bir göz gezdirdim. En önde İkra ve Dağhan oturuyordu, hemen arkasında Zeyd ve Burçak onların arkasında da Defne ve Ceyda vardı. Onların arkasında oturanlar sınıfın sessiz kalan kısmıydı.

 

"Bu okula gelerek hayatının en büyük hatasını ettin, kendini daha iyi bir şeyle cezalandırsaydın." Dedi yanımdaki dili çözülen sıra arkadaşım.

 

"Neden?" diye mırıldandım ciddi suratına bakarken. Cevap vermedi önüne döndü, dudaklarında beliren alaycı gülüş bana cevabı vermiş gibiydi. Ben de cevabımı aldığımı biliyordum, kıstığı gözlerinden ve alaya aldığını belli eden ifadesinden tahmin etmek zor değildi.

 

Yine de söylenenler içime yine kurt düşürdü, içim dünden beri kurt kaynıyordu.

 

Zihnimi daha fazla yormamak için gözlerimi yumdum, kulağıma sadece öğretmenin sesi geliyordu ama duyduğum ses onunki değildi. Kızların, Edis'in, Atilla'nın ve Kenan beyin sesiydi.

 

Bu kadar düşünemem gereken bir şeyi neden bu kadar düşündüğümü sorguluyordum ama bu sorgulayıcı sesim bile aralarında kayboluyordu. Gözlerimi açtım, daha hiçbir şey görmeden çok şey görmüş gibi hissediyordum. Halbuki daha Edis'in dediği gibi kan falan da akmış değildi.

 

Kopmaktan bir türlü odaklanamadığım derse dönmeye karar verdiğimde gözlerimi araladım ve tahtadakileri okudum. Yaz okulundan ve yıllardır sınava hazırlanmanın verdiği tecrübeden tüm konulara hakimdim. Kendimi çok öncesinden hazırlamıştım, sadece tekrarla pekiştirmek hiçbir fırsatı kaçırmak istemiyordum. Bu yüzden toparlamam uzun sürmedi.

 

Birçok kez tekrarladığım şeyleri sadece bir kez daha tekrarlamış gibi oldum.

 

Öğretmen tekrarı bitirip kalemi kapatırken çalan zille bu kadar kısa da zihnimde ettiğim tekrardan ötürü sevinmiştim. Zilin ardından sınıftan gelen kalkma gürültüsü yükseldiğinde Atilla'nın kıpırdamadığını gördüm. Sınıftan ilk çıkan Dağhan'ın arkasından baktı sadece.

 

Atilla'nın dikkat çeken yüzüyken Dağhan'ın vücudu dikkat çekiyordu. Burçağın da dikkat çeken yakışıklı yüzüyken Zeyd'inki gözleri dikkat çekiyordu.

 

Bu bakışmalarından ve beraberliklerinden onların aynı tarafta olduğunu anladım. Tarafların başında Tibet ve Zeyd geliyordu, yazılanlar aklımda taze yer edindiğinden unutmak mümkün değildi.

 

Ders boyu hissettiğim gerginlikle açığa çıkan kafein ihtiyacım kendini gösterince burada gerginlikle oturmaya devam etmek yerine kahve almaya ve kendimi rahatlatmaya karar verdim ve yerimden kalktım. Benimle beraber Atilla da ayaklandı.

 

"Benden önce burada ol, yoksa vermem duvar kenarını."

 

Bakışlarımı ona döndürdükten sonra koştuğu şarta kaşlarımı kaldırdım. "Ne, istemiyor musun?"

 

"Yok... yok canım istiyorum. Olurum." Omuz silkerek sıramdan çıktığımda kapıya kadar bu konuşmayı yaparken beraber yürümüştük. "Güzel." Dedi ve önüme geçerek yürümeye merdivenlerden hızlıca inmeye başladı.

 

Peşinden inerken onun aksine adımlarım ağırdı, sağımda kalan boydan cam olan kısma döndüm. Dışarıyı bahçenin köşesini görüyordu, demirliklerin arkasındaki yeşillikte yapılı vücudundan tanıdığım Dağhan'ın yanında kapüşonu başına geçmiş birini gördüğümde gözlerimi onlara diktim.

 

Dağhan'ın arkası dönüktü adam pek de görünmüyordu sadece boyu Dağhan'dan uzun olduğu için kafasına geçirdiği siyah kapüşonu belirgindi.

 

Merdivenin sonuna geldiğimde gözlerimi camdan çektim ve kantine döndüm.

 

Elimi çabuk tutmaya çalışıp hemen dönecektim çünkü duvar kenarını Atilla'ya kaptırmaya niyetim yoktu. Kimseyle göz teması kurmamaya özen göstererek kantinci kadına ilerlediğimde cebimden çıkardığım kâğıt paraya baktım. Fazlaydı bile.

 

"Bir kahve alabilir miyim? Sert olsun."

 

Beni anca kendime getirir.

 

Kadın kafasını sallayarak uzattığım parayı alarak üstünü verdiğinde diğer kadın da bardağı kahve makinesinin altına yerleştiriyordu. Dolan kahveyi izledim, burnuma gelen kokusunu duyumsadım. Güzel kokuyordu ve sertliği şimdiden bana iyi hissettirmişti.

 

Bardak dolduğunda ve makineden kahve damlacıklar halinde varla yok arası dökülmeye başladığında kadın bardağı makineden çekti ve bana uzattı. Koyu kahve rengindeydi, demli çayı andıran görüntüsüne gülümsedim.

 

"Teşekkürler." Aldığım bardak avuç içimi ısıtırken kokusu burnuma çok daha yoğun dolmaya başladı.

 

Kahveyi koklarken bir yandan parmaklarımı ısıtıyor bir yandan da kantinin çıkışına yürüyordum. Kapının ucunda görünen Hazal'ın yılan bakışları benimkini bulduğunda adımlarımı hızlandırmak geçmişti içimden ama dışarıya bunu yansıtmadım.

 

Panik demek, hata demekti.

 

Arkasından gelen Begüm ve Buğlem'in de aynı yılan bakışlarını üzerimde gördüğümde dikkatimi onlardan çekip dumanı tüten kahveme yönelttim.

 

Önümü sadece göz ucuyla görüyordum, tek istediğim sessizce yanından geçip gitmekti ama yanına vardığımda attığım o adımda içimdeki huzursuzluğun yersiz olmadığını anladım. Üzerimi yakan bu sıcaklık kantinin ortasında çığlık atmama sebep olduğunda çarptığı omuzumun acısını bile hissetmedim. Sadece üzerime dökülen kahvenin yaktığı, yanan tenimi hissettim.

 

Gömleğin altından bedenime sızan bu sıcaklık bana bunların sadece fragman olduğunu kanıtlıyordu, ben ne kadar sessizlik bekliyorsam fırtına o kadar yaklaşıyordu.

 

Aydınlık gözlerimden karanlığın geçtiğini hissettim, gerçekten karanlık bakamaz mıydım? Ya da karanlıkta yürüyemez miydim?

 

Bilmiyordum ama artık öğrenmem gerektiğini biliyordum.

 

"Pardon tatlım ya, bilmeden oldu." İğneleyici ses tonu kulaklarıma dolduğunda benim sesimi bastıracak bir diğer ses daha eklenmişti zihnime.

 

Öfkem ateş misali yandı, yandı, yükseldi ama duruldu. Çünkü geleceğim bana ışıkta göz kırpıyordu.

 

Eğer herkes bu okulda olanlara göz yumuyorsa kendimi korumam gerekliydi ve kendini korumanın en iyi yöntemi belaya bulaşmamaktı, sabırdı.

 

Bakışlarımı sakinleşmek için başka bir yere çevirdim ama sakinleştirmekten çok beni daha da kızdıracak bakışlara çevirmiştim. Kapıda dikilen Atilla ve Ceyda bana bakıyordu, onların bu ifadesizliği yersiz soğuklukları ve cevap vermekten aciz durumları beni en az diğerleri kadar delirtiyordu. Yarısı dökülen kahveyi çöpe atarak Hazal'ın yanından hızla ona çarparak geçtim.

 

Burada zorbalık olacağını ve buna uğrayacağımı zaten biliyordum, bu birçok kolejde ya da okulda kaçınılmaz bir durumdu. Görmezden gelmeli kendi halimde olmalıydım, böyle yapmalıydım ki benimle uğraştıklarında yanıt alamayacaklarını anlayıp vazgeçsinler.

 

Merdivenlerden kimseye gösteremediğim öfkemi ona gösterir gibi sert adımlarla çıkmaya başladığımda içimden kendime savurduğum küfürleri bile işitemiyordum.

 

Bu okuldan şimdiden nefret etmiştim.

 

Lavabonun önüne geldiğimde gömleğimi yüzümü buruşturarak tenimden uzaklaştırdım. Sıcaklık çoktan sönmeye başlamıştı ama altında kalan derimin cayır cayır sızlayışını hissediyordum.

 

Kenarda duran peçeteleri elimde biriktirerek kalınlaştırdıktan sonra lavabodan üzerine nemlenecek kadar su sıçrattım. Nemlenen peçetelerle parçalanmamasına dikkat ederek üzerimi silmeye başladığımda yanmanın verdiği duygu gözlerimi doldurdu.

 

Neyse ki o gözlerin arasında bu duygu gün yüzüne çıkmamıştı.

 

Silmemin pek bir etki etmediğini gördüğümde elimde top yaparak çöpe atıp önümü açtım ve ıslattığım elimi tenime değdirdim. Sızlaması dudaklarımı ısırmama neden olmuştu.

 

Biraz sonra sızıya alıştığımı hissettiğimde çalan zil sesi kulaklarımı doldurdu. Elimi tenimden çekerek gömleğimi ilikledim ve lavabodan çıktım. Önümde ilerleyen Atilla önce omuzunun üzerinden bana döndü ardından tüm bedeniyle bana dönüp geri geri yürümeye başlamıştı.

 

Yanında Ceyda ve Burçak yürüyordu. Attıkları kısa bakışta ikisiyle de göz göze gelmiştim.

 

"Benden önce gelmemişsin, kaptırıyorsun yeri bana yani?" derken sınıfa benim önümden gülerek girdi, öfkemi daha da körükleyecek bakışlara maruz kalmamayı yeğlediğim için acımı kenara bırakarak koşar gibi adımlarımı hızlandırıp sınıfa girdim.

 

Atilla'nın peşinden koşarken kendimi çocuk gibi hissetmiştim.

 

Benim geldiğimi görünce adımlarını koşar gibi hızlandırdı ama ben bunu yiyerek koştuğumda önüne geçmeme izin vermiş bana sesli olmasa da gülmüştü. Ben de gülmüştüm, bu ani değişim şaşırtıcıydı ama şaşırtmamıştı.

 

Açıkçası Atilla'ya yetişemesem yakasından tutup hile bile yapardım.

 

Kısa gülüşünü sergileyerek onu ittirdiğimi ve önüne geçtiğimi hile yaptığıma yormuştu. Ben de çantalarımızın yerini değiştirirken "Ne dersen de duvar kenarı benim." Dedim.

 

Bugünün henüz başlangıç olduğunu varsayarsak başıma geleceklerin bununla kalmayacağının farkındaydım, bu yüzden derslerde de diğerlerinin sessiz bakışlarıyla zorbalığına maruz kalmak istemiyordum.

 

Gözleri gömleğimdeki kahve lekesine indiğinde bir şey demedi, bir süre baktı sonra önüne döndü. Bizden sonra elinde kahve ile içeri giren Zeyd ve Defne'yi gördüm. Onlar da kantinde olduğuna göre, olan biteni görmüş olmalıydı.

 

Hemen arkalarından da elindeki çikolatayı yiyen İkra girmişti, bakışları anında bana daha doğrusu kahve lekeme indi. Kaşlarını çatar gibi oldu ama hemen ifadesini toparlayarak yerine geçti.

 

İkinci zil sesi kulaklarıma dolduğunda sırası boş kalan üç öğrenci de gelmişti. Bu üç öğrenciden biri Dağhan'dı. Öğretmenler masasının hemen önünden sesi yankılandı. Bana seslenilmemişti ama hemen yanımdaki Atilla'ya seslenilmişti.

 

"Atilla." Atilla Dağhan'a döndüğünde ne yapacağını anlamış gibi avucunu açtı. Dağhan elindekini Atilla'ya fırlattı, Atilla önüme düşeni anında kapmış ne olduğunu görmeme fırsat vermemişti.

 

"Sana şeker aldım." Dedi Dağhan göz kırparak.

 

Atilla kahkaha atarak "Puşt." Diye mırıldandı. Bu aralarında geçen şifreli bir şakalaşmaya benziyordu.

 

Tibet ve diğerleri sırasında yer değiştirdiğinde bir anda gülüşler kesildi. Az önce gülen gözler şimdi bu üç kişiye öfke saçıyordu. Özellikle Tibet'in yanına geçen sarışına hepsi bir anda kenetlenmişti, hepsinin gözleri kararmış gibi görünüyordu. Her an dalmaya hazır yırtıcı birer hayvan kesilmişlerdi.

 

Diğerlerinden sadece Defne gözlerini kaçırırken gerildiğini elinde oynadığı silikon anahtarlığından anladım. Önüme döndüğümde Tibet'in yüzünde beliren şerefsiz gülüşünü gördüm, bu gülüş yüzünden silinmiyor hatta daha da genişliyordu.

 

Bir anda göz kapaklarına hâkim olamıyor gibi art arda kırpıştırdığında gülüşü kısa bir an duruldu ama kafasını sağa sola salladığında kendine gelmiş gibi gülmeye devam etti. Bakışları Zeyd ve diğerlerinden bana döndüğünde alaylı ve tehlikeli gülüşü içime işledi. Kahve gözlerinde insanın içine işleyen bir bakış vardı.

 

"Veracım, biz sana hiç hoş geldin demedik." Dedi ayaklanıp hemen önümüzdeki masada oturan çocuğu kaldırıp masaya oturarak, ayaklarını da sandalyeye koymuş ellerini dizine yaslayarak arasından sarkıtmıştı.

 

Geldiğimden beri bana attığı kötü ve sinsi bakışları yerini dün gece benimle tanışan sıcak bakışlara bıraktığında afallamama engel olamadım, bunu yüzüme de yansıtmış olmalıyım ki bununla eğlendi. "Ah, yoksa dün bana âşık oldun da o yüzden mi geldin okula?"

 

Kendi söylediğine sadece kendisi kahkaha attı. "Tanışmamız kısa sürmüştü, o bile yetti mi yoksa?" dediğinde yine söylediğiyle eğleniyordu. Benim yüzümde ise söylediklerini ciddiye almayan düz bir ifade vardı.

 

Karşımda deli birisi oturuyor gibi hissediyordum.

 

Yüzümü izledikten sonra gülüşü yavaşça duruldu, biraz daha eğilerek kurumuş dudaklarını yaladı ve bakışlarıyla beraber işaret parmağını Ceyda'ya çevirdi. "Gururumu okşadın ama eğer öyleyse... Hiç şansın yok."

 

Sesi ilk defa derindi, acı çekiyor gibiydi. İç çektiğini gördüm, gördüğüme inanamadım. "Henüz şu kızın yerini alabilecek bir kız tanımıyorum."

 

Ceyda mı? Ceyda gibi bir kızın ona duyguları olabileceğini mi düşünüyordu?

 

Ben düşünmüyordum.

 

"Kendini herkesin sana âşık olabileceği kadar yakışıklı mı sanıyorsun?"

 

Bu sorumla bakışlarının rengi değişti, sırıtışı genişledi. Dudaklarını bir kez daha yalayarak ellerini birbirine alkış yapar gibi vurdu.

 

"Değil miyim?"

 

"Değilsin." Dedim hazır cevap biri gibi. "Olsan bile benim aradığım o değil."

 

"Öyle mi? Neymiş aradığın yardım edelim." Dediğinde güldüm.

 

Sinirden gülüyordum, hâkim olamadığım duygularıma gülüyordum.

 

Sorusunda ısrarcı olduğunu bakışlarıyla bana gösterdiğinde Ceyda'ya kısa bir bakış attım. Güçlü bir duruşu vardı, yenilmez duruyordu. Söylenenlerde görünüşünü destekliyordu. Buna güvenerek "Onun da benim de âşık olabileceğim biri olduğunu düşünmüyorum." Dedim.

 

Amacım konuyu saptırmak ve onu başımdan savmaktı ama bunda başarılı olamadığımın da farkındaydım.

 

Sadece kendimi sessizlik konusunda tam olarak ikna edememiştim. Aklım buna uysa da dilim buna uymuyordu.

 

Tibet beklemediğim bir tepki vererek kaşlarını kaldırıp yüzümde gezdirdi bakışlarını. "Bak sen yeni kızımıza..." Tibet'in attığı kahkahaya Hazal'ınki katıldığında öğretmenin ne zaman geleceğini düşündüm. Gelmesini diledim ama gelmiyordu.

 

Ellerimi stresten sıranın altında yumruk yapmış tırnaklarımı avuç içime bastırmıştım, canım yanıyordu ama dışarıdan hiçbir renk vermiyordum.

 

İkisinin iğrenç kahkahasıyla tiksinç bakışlarımı yüzlerinde gezdirdim. Al birini vur ötekini lafının kanlı canlı kanıtları karşımda duruyordu.

 

Hazal Tibet'in kaş göz yapmasıyla "Ne o yeni kız, zoru mu oynuyorsun?" diyerek kendini öne attığında "Öyle olsa kahvenin kalanını başından aşağı dökerdim." Diyerek karşılık verdim bende.

 

Üzerime oynuyorlardı ve buna kimse sesini çıkarmıyordu.

 

"Yapsaydın keşke, merak ederdim sonrasını." Hazal'ın kısık gözlerine bakmamak için gözlerimi karşıya diktim, boşluğa bakıyordum ama Tibet rahat durmayı reddediyordu. Parmağını baktığım noktaya uzatıp şıklattı.

 

Bazı insanlar sessizliğinizden ders almazdı, bazı insanlara sesinizi çıkararak ders vermeniz gerekirdi.

 

Hazal da sesimle ders verebileceğim birine benziyordu. Dudaklarımı tam olarak ne diyeceğime karar vermeden araladığımda biri sessiz yardımlarımı duymuş gibi benden önce öne atıldı ve sesle beraber elimin üzerinde bir el hissettim. Sıcak bir el.

 

Elin sahibi Atilla, benim yerime cevap veren bu iddialı ve korkusuz ses Ceyda'ydı.

 

"Ben yapayım bir ara, bende merak ederdim sonrasını. Merakımızı gideririz." Hazal bir kolunu kırarak sıraya yasladı, saçını savurarak iyiden iyiye yayılarak bunu bekliyormuş gibi rahat tuttuğu ifadesiyle gözlerini devirerek Ceyda'ya döndü. Ceyda'nın vereceği cevabı herkes bekliyor olsa da ben beklemiyordum ve bunu gizlemedim. "Seni dahil ettiğimizi sanmıyorum."

 

"Ben olmak istedim, oldum." Ceyda öylesine iddialı, cevap kabul etmez bir edayla bakıyordu ki Hazal benmişim de bunu bana söylemiş gibi hissetmiş içten içe oturduğum yere sinmiştim. Hazal tam karşılık vermek için dudaklarını aralamıştı ki açılan kapıyla az önce benimkilerin kaldığı gibi onunkiler de aralık kaldı. Herkesin dikkati gelen öğretmenle dağılmıştı, Tibet önümden kalktı ve sırasına geçti. Gözlerimi Ceyda'ya çevirdiğimde bana bakmasına sevinmiştim. Gülümseyerek dudaklarımı oynattım 'Teşekkürler.'

 

Gözleri dudaklarıma indi, kirpiklerini kırpıştırdıktan sonra tepkisiz şekilde önüne döndü. Atilla'nın eli elimden çekilmişti, avucumu tırnaklamayı bıraktığımı fark etmemiştim.

 

Bilmeden ya da bilerek bana yardım edenler, tam liste.

 

Dağhan, Atilla, Ceyda.

 

Bu listenin yıl sonuna kadar uzayacağına emindim.

 

Sanırım bana yalnız hissettirmeyecek tek şey bu olacaktı. Aksi halde kafayı yemem yıl sonuna kadar sürmezdi, buna emindim.

 

Bu sınıfta yıl sonuna kadar hayatta kalmanın tek yolu hayalet olmaktan geçiyor olmalıydı ama ben o şansı sanırsam çoktan yok etmiştim, bunun için geç kalmıştım.

 

Bu düşünce anında gözlerimin Zeyd'e kaydığını gözleriyle sanki bunu duymuş da "hiçbir şey için hiçbir zaman geç değildir." Demiş gibi söylediğini işitmişim gibi hissettirdi.

 

Geç gelen öğretmenin anlatmaya başladığı ders kulağıma ulaşmıyordu. Başım ağrımaya başlamıştı. Bu yeşil gözler bana derin derin baktığında ağrıma daha fazlası saplanıyordu.

 

Ondan gözlerimi almam gerektiğini biliyordum, sonunda onca sesin arasından kendi sesimi duyabildiğimde bunu yapmayı başardım. Bakışlarımı ondan çektim ve açtığım avuç içime baktım, kanatmıştım.

 

Bu uzun tırnak kullanmanın kötü yanlarından biriydi ve bu görüntüyle Edis'in sözlerini bir kez daha hatırladım.

 

Öyle ya da böyle kan çıkmıştı.

 

Direkt olmasa da dolaylı yoldan çıkmıştı.

 

Umuyordum ki Edis'in bahsettiği kan bundan ibaret olsun ama bunu sadece umuyordum.

 

Dersin kalanında yüksek ses tonuna sahip öğretmenin otoriter tavrıyla derin bir nefes alabildiğimde bu öğretmeni çok sevdim. Kendimi derste hissettiğim tek ders olmuştu ve gün yarılanmak üzereydi.

 

Atilla'nın kestiği gözler ve öğretmenin susturduğu seslerle dersime odaklanarak beni rahatlatan bir otuz dakika geçirdim. Atilla ne kadar çoğu kişiyi kesse de en arkadaki Buğlem'i kesememişti, neyse ki o diğerlerinin yanında bir hiç kalıyordu.

 

Zil sesi kulaklarıma dolduğunda Atilla diğerleriyle beraber ayaklandı, ben de onun peşine ayaklanarak sızlayan tenime biraz daha serin su vurmayı düşünerek takılıp onun gölgesinde saklanarak lavaboya kadar geldim. Bunu hissetmiş gibi diğerlerinden çok daha yavaş yürümüştü, Hazal ve diğerlerinin bana olan görüşünü engelliyordu.

 

Lavaboya girdiğimde seslice nefes verdim ve kapıyı ittirip gömleğimin önünü açtım. Kızarmıştı, sızlamasından bu tahmin edilebilir bir durumdu.

 

Tuvalete giren kızın içeriden sesi yankılandığında dikkatim tenimin üzerinden dağıldı. "Yaren yine dört ayağının üzerine düştü." Kapısını tutan kız da "Yeni kıza sabır diliyorum Yaren'den sonra." Diyerek karşılık verdi.

 

Benden bahsettiklerini biliyordum ama onlar bahsettikleri kişinin ben olduğumu bilmiyorlardı.

 

Kendimce sırıtıp elimi tenime yaslayarak öylece dikildim. Biraz daha iyi hissediyordum. Kızlar ellerini yıkarken "Hazal ve Ceyda'nın kapışmasını izle dur şimdi." Demiş ardından bu konu hakkında konuşmaya devam ederek çıkmışlardı ama çıkmamalarını dilerdim.

 

Onların yerini dolduran iki yüzü gördüğümde gerçekten bunu en içten şeklimle dilemiştim. Onlar içeri girdiğinde ne üzerime diktikleri bakışlarını ne de bana doğru attıkları adımları izlemiştim, göz ucuyla onları takip edip tetikte duruyor görmezden geliyor gibi görünmeye çalışıyordum.

 

Lavaboyu açıp enseme su vurduktan sonra peçeteliğe doğru ilerledim ama önünde duran Buğlem çekilmemekte ısrarcıydı. Aldırmadım, kapıya yöneldim. Bu kez de önünde duran Begüm çekilmemekte ısrarcıydı.

 

"Gidecek miydin? Git hadi." Dedi Begüm gözlerini kısarak.

 

Öbür tarafından çıkmaya yeltendim, önüme geçti.

 

"Gidemiyor musun?" dedi Buğlem de eğlenerek. Ellerim yine yumruk olmuştu, tırnaklarım yine avuç içimi kesiyordu. İlk gün stresinin sadece bundan ötürü değil ev içinde ve gelecek aşk hayatımdaki kargılardan ibaret olduğunu biliyordum.

 

Bu nedenle çok daha asabi, öfkeli ve sabırsızdım.

 

"Göz problemin var sanırım. Hazal'a söyle de o göz randevusunu sana alsın." Sesimin kısık ama keskin çıktığını hissettim. Buğlem ve Begüm'ün bakışları birbirine döndü. Begüm kapının önünden uzaklaşmış bana daha çok yaklaşmıştı. Bir şey yapmayacağını biliyordum, hareketlerinden kavramak zor değildi.

 

Kapıya yeltenebilmem için ufak bir aralık bıraktı, o aralıkta ne istiyorsa yapacağını hissettim. Çıkışa yönelmeden olduğum yerde dikilmeye devam ettim. "Kendini çok mu zeki sanıyorsun?"

 

"Neden, sen kendini aptal mı sanıyorsun?" verdiğim karşılıkla Buğlem hareket yapmaya yeltendi ama Begüm'ün uyarısıyla dişlerini sıkarak olduğu yerde kalmaya devam etmişti. Onlar üzerime geliyorsa ben de onların üzerine gelirdim.

 

Dengesizliğimden doğan gülüşü saklayamadım, öyle bir çabam da olmamıştı gerçi. Yüzüme yayıldı bu gülümseme. Gelir gelmez dengemin sarsıldığını hissettim.

 

Gözlerim ne zaman aralandığını anlamadığım kapıya döndüğünde siyah bir gölgenin kapıda dikildiğini gördüm, o gölgenin sadece aradan sızan siyah saçlarını görebiliyordum yan duruyordu. Ne zamandır orada olduğunu bilemediğim o gölge diğerlerine bir işaret yaptı, Buğlem ve Begüm ona doğru ilerledi ve kapıyı aralayıp gölgenin yanından geçip gitti.

 

Yanından geçtikleri siyah saçlı kızın mercan yeşili gözleri açığa çıkmıştı. Yüzünde adlandıramadığım bir duygu belirdi, sanırım bu adlandıramadığım duyguya en yakın duygu memnuniyet olabilirdi. Sessizce karşı karşıya dikilmeye devam ettik, bu sessizliğin konuşmayla devam etmeyeceğini anladığımda bu kez teşekkür etmedim. Az önce ettiğimdeki ifadesizliğini görüp bir kez daha görmezden gelinmek istemiyordum, bu kez görmezden gelmek istiyordum.

 

Yanından geçip lavabodan çıktım, iki yılanın girdiği sınıfa gitmek ve bu yersiz çarpışmayı devam ettirmek istemiyordum. O yüzden merdivenlerden inerek kantine yöneldim. Gün içinde kahveyi görmek bile istemiyordum, keza görmek için gömleğime bakmam yeterliydi. İndiğim merdivenlerin ardından kalabalıkta kimseyle göz göze gelmemeye özen göstererek dolaba ilerleyip bir su aldım.

 

Cebimde kalan bozukları uzattıktan sonra arkamdan kantine çoktan inmiş Ceyda'yla göz göze geldim. Köşede diğerlerinin yanında duruyordu ama ayaktaydı, Atilla'nın kahvesini elinden alıp dudaklarına götürdü ardından gülümsedi ve dudaklarından okuduğum kadarıyla 'Sıcak.' Dedi.

 

Bana arkası dönük oturan kumral saçların sahibi bedene baktım Arkasına yaslanmıştı, bir elinde sigara kutusu döndürüyor diğeriyle de kahveyi tutuyordu.

 

Ben Zeyd'i arkasından izlerken bana doğru gelen Ceyda'yı geç fark ettim, kimseyle muhatap olmamayı düşünsem de Ceyda'yla olacakmış gibi hissediyordum, bakışlarını üzerimden arkama çevirdiğinde muhatap olacağı kişinin ben olmadığını anlayarak rahatladım. Arkamda kalan kimdi bilmiyordum ama umursamamıştım.

 

Yanımdan geçmeden önce öfkeli bakışlarını görmüştüm, bakışları sertleşmişti. Aldırmadım, bulaşmadım ve çıkışa yönelmek için arkamı döndüm ama döner dönmez buna da pişman olmuştum.

 

Bu okulda her yaptığım hareketten pişman oluyordum.

 

Kahve dökülen tenimin yanmadan az önce yanmış gibi tekrar sızladığını hissettim, duyduğum bu çığlık bana çok tanıdık gelmişti ama bu kez atan ve üstüne kahve dökülerek yanan ben değildim. Bu tiz, kulak kanatıcı çığlık Hazal'a aitti. Kantinin içinde herkesin dikkatini çekmiş, ortalığı birbirine katmıştı.

 

Gözlerim Ceyda'nın elindeki boşalan kahve bardağına kaydı. Bardağı yere attı ve üstü tamamen kahve olan Hazal'a baktı. Tüm kahveyi üstünden aşağı dökmüştü.

 

Hazal'ın elleri iki yana açılmış vaziyette öylece Ceyda'nın karşısında dikiliyordu. Tüm bu olanları hayretle ve biraz da içten içe eğlenerek izledim. Şimdi aynı duyguyu tatmıştık ve yanmak nasıldı bunu benden iyi anlamıştı. Ceyda ellerini cebine yerleştirerek gülümsedi, göz ucuyla bunu görebilmiştim.

 

Keyiflice gülümsüyor Hazal'ı izliyordu. "Pardon tatlım ya." Dedi Hazal'ın bana söylediği gibi, ardından son kısmı değiştirerek "Bilerek oldu." Diye ekledi. Bakışlarım etraftan gelen uğultuya kaydığında arkası dönük Zeyd'in bile sandalyesini hafif çevirdiğini ve burayı izlediğini gördüm. Bakışları benimkine karşılık vermek ister gibi bana döndüğünde ormanın derinliklerine çekildiğimi hissettim. Sandal ağacı kokusu yine burnuma dolmuştu. Yumuşak dudaklarım kurudu, burnuma taze yeşillik kokuları doluyordu. Ormanın derinlikleri soğuk ve karanlıktı ama içine çekiyordu. Yaprakların yüzüme çarptığını hissettim, en son yüzüme vuran yaprağın tokadı andıran şiddetti beni kendime getirdiğinde kirpiklerimi hızlıca kırpıştırdım. O yeşil gözler bana bakıyor mimik bile değişmiyordu. Bakışım onunkilerden diğerlerine döndüğünde Dağhan'ın yüzünde ufak bir sırıtış Atilla'nın ise genişleyen gülümsemesini görmüştüm, Defne gözükmüyordu. Burçak da ortalıkta yoktu. Zeyd ise ben ondan gözlerimi çeksem de bana bakmaya devam ediyordu. Ana döndüğümde asıl noktam olan yere sonunda ilgimi odaklayabildiğimde üzerimde yeşil gözlerin ağırlığını hissettim.

 

Hazal ne diyeceğini nereden saldıracağını düşünemeden Ceyda'ya bakıyordu, ne diyeceğini kestiremiyor gibi görünüyordu. "Sen bittin." Diye sessizce öfkesini bıraktı.

 

"Seni öyle bir ağlatacağım ki, gözünde yaş kalmayacak. Buradan ağlaya ağlaya çıkacaksın."

 

Ceyda Hazal'ın bu sözlerini stabil bir sakinlikle dinledikten sonra ifadesini bozmadı. "Öyleyse yanımda artık peçete taşımaya başlamalıyım, değil mi?"

 

Hazal daha çok öfkeleniyor ve bunu saklıyordu ama öfkesini sakladığı yerin gözleri olduğunu görebiliyordum. Sinirden kuduruyordu. Şu anda aklında Ceyda'ya uyguladığı türlü türlü işkenceleri hayal edebiliyordum, bedenim bir an titredi. Hazal'ın gözleri bana kaydığında bu işe karışmak istemediğim için onlardan uzakta kalarak kantinin çıkışına yöneldim. Ceyda da yanında geçtiğim zaman beni bekliyormuş gibi Hazal'a omuz atarak yanımda çıkışa yürümeye başlamıştı.

 

"Seni sevdim." Dedi sadece benim duyabileceğim bir tavır ve sesle. Merdivenlere geldiğimizde adımlarım yavaşladı. "Yeni kız." Diye ekleyerek göz kırptığında o merdivenlerden çıkıyor ben arkasından çok daha ağır adımlarla ilerliyordum.

 

Zil sesi bir anda sessizliğin ortasında duyulduğunda yerimde sıçradım, gözlerim merdivenden çıkarken kapıdaki kırmızı halıya kaydı ardından tekrar merdivenlere döndü.

 

"İlk gün böyleyse..." diye mırıldanarak sınıfa doğru yürüdüm.

 

Öğleden önceki son dersin beklediğim gibi geçmediğini söylemem gerekirdi, otoriter olan bu öğretmen kimseye ağız açtırmıyordu.

 

Bu Fizik öğretmenini oldukça sevmiştim. Her gün fizik olsa sevmediğim halde şikâyet etmeyecektim.

 

Bana sağladığı bu sessiz kırk dakika onun için önemsiz olsa da benim için oldukça önemliydi. Kendimi okulda hissettiğim sayılı anların başında geliyordu. Erdemli kolejinde de zorbalığı görmüş tatmıştım ama orada nefes alabileceğim zamanlar, yalnız kalabileceğim teneffüsler olmuştu. Burada her teneffüs biri önümde gösteri sergiliyor beni de zorla gösterinin yıldızı yapıyordu.

 

Son dersi sessizce atlattıktan sonra giren öğle arası molasıyla herkes sırasından kalkarken ben de kalktım ve paramı cebime koyup kitabı çantaya koyarak sıramdan çıktım.

 

Kapıda Hazal dikiliyor Buğlem ve Begüm'ü bekliyordu. Diğer herkes çıkmış sayılırdı. İçeri de sadece Tibet ve Samet duruyordu. Diğerlerinin öldürücü bakışlar attığı sarışın, Samet.

 

Hazal'ın yanından geçmeden önce ufak bir göz temasına girdim, bakmadan hissedebileceğim kötü hissi gözlerinde gördüğümde ayağıma taktığı çelmeyi düşme aşamasına geldiğimde fark etmiştim. Son anda sınıfın dışından gelen bir el bana yardım ettiğinde düşmekten son anda kurtuldum ama bana çelmeyi takan kişi benim saldırgan bakışlarımdan bu kadar kolay kurtulamadı.

 

Tibet'in içeriden attığı kahkahayı duyabiliyordum, Hazal'ın da ona katılarak attığı iğrenç gülüş tınısını. Elimi tutan elin sıkıldığını fark ettiğimde uyarı almışım gibi bakışlarımı çevirdim. Elimi tutan el İkra'nındı. Hazal'a öfkeyle bakıyordu, sanırım jetonu biraz geç düşüyordu.

 

Bir şey demek için dudaklarımı açtım ama kapatmam uzun sürmedi çünkü aklımın sessiz kal Vera, sessiz kal tekrarlarına bu kez uymaya karar vermiştim.

 

İkra'nın eli ben toparlanır toparlanmaz benimkinden çekildiğinde ona bakmadan Hazal'a öfkeyle baktım ve arkamı dönerek kantine inmeye başladım. Elim gömleğimin yakasına gitti, kantinin girişinde tek elimle yakamın tekini açmıştım, girer girmez geleceğimi hisseden yeşil gözler de bu ana tanık olmuştu. Arkamdan Burçağın da girdiğini gördüğümde beklediğinin o olduğunu benim sürpriz olduğumu anladım.

 

Yeşil gözler açtığım yakadan yüzüme çıktı, yine gözlerinin içinde kaybolmaya korktum. Bakmadan kantine ilerleyip yemeğimi söyleyerek paramı uzattım. Beş dakika kadar bekledikten sonra aldığım köfte patatesle beraber içeceğimi de alıp boş masalardan birine oturdum ve Zeyd'e arkamı döndüm. Tam karşısına da oturabilirdim ama oturmadım. Sadece dışarıyı izlemek istiyordum, çaprazımda kaldığından ona bakmak istersem göz ucuyla zaten görebilirdim.

 

Oturduğum masaya tabağımı bıraktıktan sonra kenarındaki çatalı aldım ve diğer elimi çenemin altına yaslayarak öfkeyle çatalı tabaktaki patateslere daldırdım. Aklımda düşme anım canlanıyordu.

 

"Geri zekâlı." Diye mırıldandım. Öfkemi patatesten çıkarıyordum. Attığım her bir çatalla ikiye bölünüyorlardı. Birkaçını ağzıma attım, biraz dışarıyı izledim, sonra köfteden biraz yedim. Aç olmama rağmen hiçbir şeyi yiyesim de gelmiyordu. Yine de yemeye devam ettim, bakışlarımı dışarıdan yine yemeğe çevirdim ve bir kez daha "Geri zekalı." Diye söylendim.

 

Tam bu anda yanımdaki sandalyenin çekildiğini hissetmiştim. Gürültü kulağıma doldu, yüzüm yana döndü.

 

Uçları dalgalı renkli gözlü bir çocuk yanıma oturmuştu. Dudaklarında benimkinin aksine geniş bir gülümseme vardı, bakışları parıl parıldı ve benimkileri anımsatıyordu.

 

Etrafımda aydınlık tek bir ışık parladı, geleceği bilmek mümkün değildi ama gelecekten birini tanımak mümkündü. İçimde bir kıpırtı oldu, karşımdaki gülümseme bana saniyeliğine de olsa güven verdi. Karşımda oturan yabancı henüz tanışmadan elimi tutuyor gibi hissettim.

 

"Oturabilir miyim güzellik abidesi?"

 

Bir anda o el çekildi, ifadesini yanlışa yorumlayarak ters bir bakış attım. "Tanımadın mı?" dedi kaşlarını kaldırarak. Gülümsemesi genişlediğinde elmacık kemiğine uzanan ince uzun gamzeleri gözümün önünde belirdi. Hayran olunasıydı.

 

Kafamı olumsuzca salladım. "Çı. Çı. Çı." Dedi kızmış bir ifadeyle. "Senin gibi bir kıza yakıştıramadım, hiç mi gözüne çarpmadım?"

 

"Ne istiyorsun?"

 

Yüzünü ne kadar incelesem de çıkaramamıştım. Kim olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Belli belirsiz simasını tanır gibi oldum am dediğim gibi çıkaramamıştım.

 

"Ben Tuna, sınıftan." Dediğinde göz gezdirirken ucuyla görmüş olabileceğimi kavradım ve önüme dönüp yemeğimi yemeye devam ettim. "Affedersin."

 

Onun da diğerleri gibi olmamasını umarak yemeğimi yemeye devam ettiğimde sandalyeye sırtını yasladı. "Eee, nasıl buldun okulumuzu?"

 

Bu sorusuna karşın tek kaşımı kaldırıp alayla güldüm. "Âşık oldum, tam benlik." Bu cevabıma gülerek kollarını ensesinde birleştirdi. "Arkana bile bakmadan kaçacağın bir tımarhaneye benziyor değil mi?"

 

Yaptığı benzetmeyi haklı bularak sesli şekilde güldüm. Onu onaylar nitelikte bakışlarımı salladığım kafamla destekliyordum.

 

Kantinci kadın "Tuna." Diye seslendiğinde iki adım atarak tepsisini aldı ve az önceki yerine, tam yanıma geri oturdu.

 

Elimin üzerinden çekilen elini tekrar elimin üzerine koyuyor gibi hissettim, bu sadece bir sezgiydi.

 

"Bu daha buz dağının görünen kısmı." Diyerek çatalını benim gibi patatesine batırıp ağzına attı.

 

"Nasıl yani?"

 

Yüz ifademden eğlendiği gözlerinden belliydi. "Sen bir de bunları birbirine girince gör."

 

Okul hakkında duyduğum ve okuduğum haberleri anımsadım, her okulda olduğu kadar sanıyordum ama olmadığını görür görmez anlamıştım. Burası Tuna denen çocuğun da söylediği gibi arkasına bakılmadan kaçılması gereken bir tımarhaneye benziyordu.

 

Şimdiye dek bahsettikleri kavgaların sözlüden ibaret olduğunu gördüğüm görüntüye aldanarak düşünmüştüm ama öyle olmadığının mesajını Tuna'dan alıyordum.

 

Bu kavgaların fiziksel halini tahmin bile edemezmişim gibi görünüyordu.

 

"Mümkünse görmeyeyim." Diye mırıldandım.

 

"Aslında artık görmeye daha yakınsın. Şimdi üzerine daha çok oynayacaklar." Dediğinde ağzına attığı köfteyi çiğneyişini izledim. Beni geren sözler söylüyor ama oldukça rahat görünüyordu.

 

Alışmış olabileceği düşüncesiyle gözlerine baktım, onun da gözleri yeşildi ama dümdüz yeşildi. Hatta birininkine benzetir gibi oldum, benzettiğim Zeyd değildi. Bundan vazgeçtim.

 

"Neden daha çok gelecekler?" çatalımdaki köfteyi ağzıma attıktan sonra içeceğimden yudumladım. Artık bu okulda sorulardan alacağım cevaptan korkmayı bırakmıştım ve bu ilk günün ortasında olmuştu.

 

"Bir dişli gacısın." Dedi ve ağzına bir köfte daha attı. "İki diğerlerinin gözü üzerinde ve bunun Hazal yılanlarıyla Tibet farkında." Bir köfte daha atarken elini tuttum ve onu engelledim. "Ağzında yemek varken konuşma da düzgün söyle."

 

Beni umursamadan köftesini ağzına attığında bana inat yavaş yavaş çiğnediğini gördüm. Sinirime sinir katıldı ama bir yandan da biriyle insan gibi konuşmak iyi gelmişti.

 

Sonunda çiğnediği köfteyi yuttuğunda bakışlarımdan kurtulmak istemiş olmalı ki yenisini ağzına atmadan anlatmaya devam etti.

 

"Üç, diğeriyle kapışmak için hep yeni gelenleri kullanıyorlar. Yeni gelen kız da sen olduğuna göre seni kullanacaklar."

 

"Nasıl kullanacaklar?"

 

Gözleri arkamda kalan Zeydlerin masasına kaydı. Göz ucuyla baktım. "Atilla ile oturuyorsun, Atilla'nın zayıf yönüne oynayacaklar."

 

"Atilla'nın zayıf yönü ne?" dediğimde az kalan içeceğimi alarak kafasına dikledi.

 

"Rüşvet mi alıyorsun?" dediğimde ikimizde gülmüştük. Gerginlikten oluşan omuz ağrımın hafiflediğini hissediyordum.

 

"Sayılır."

 

Tabağından kalanları yedikten sonra dudaklarını sildi ve cevap bekleyen yüzüme baktı." Kadınlar... Atilla'nın zayıf yönü kadınlardır."

 

"Yani onun yanında bana mı oynayacaklar, sabahtan beri oynuyorlar."

 

"Sabahtan beri Atilla'nın sabır kotasını dolduruyorlar." Dediğinde kaşlarımı çattım ve arkamızda kalan Atilla'ya baktım. Bizi izliyordu, masadakilere her ne söylediyse kıpırdayan dudaklarının ardından ilk Zeyd sonra diğerleri bize döndü.

 

Belki de onlara baktığımız için onlar da bize bakmıştı. Bilmiyordum.

 

"Ayrıca, Tibet'e verdiğin cevapları unutmayalım. Dişlisin derken bunu kastediyordum. Buraya gelen tek dişli gacısın o yüzden seninle uğraşmak hoşlarına gitmiştir."

 

"Neden böyle birbirlerine girip, kavga çıkarmaya çalışıyorlar?" diye sorduğumda Tuna'nın benden sonra gelip benden önce yemeğini bitirdiğini görüp soğuyan yemeğimi hızla yemeye koyuldum.

 

Ama yemeden önce vereceği cevabın yemekleri boğazımda bırakacak bir cevap olduğundan habersizdim. "Onları okuldan attırabilmek için."

 

Öksürüğüm kantinde yankılandı, Tuna panikle sırtıma vurduğunda gözlerim yanmıştı. "Kızım niye veriyorsun içeceği önüne gelene bak öleceksin şimdi neredeyse." Boğazımda kalan lokma aşağı kaydığında Tuna'nın aldığı suyu açışını ve dudaklarıma yaslayışını gördüm.

 

Su içtiğimde boğazım kendine gelmiş lokma mideme inmişti. Gözlerimden akan yaşları sildim ve sudan biraz daha içtim.

 

"Ne demek attırmaya çalışıyorlar, neden?" suyun kapağını kapatırken sıraladığım soruların cevabını o kadar merak ediyordum ki Tuna'nın dudaklarına kenetlenmiş cevap için saniyeleri kovalıyordum.

 

"Okul Burçak Esef'in ya hani, attıramazlar merak etme. Burçak izin vermez, daha doğrusu babası Burçaktan dolayı böyle bir şey yapamaz."

 

Babasının oğluna olan sevgisini gördüğüm gözleri zihnimde canlandı.

 

"Madem Burçak ve arkadaşları okuldan atılamaz, diğerleri neden atılabileceği korkusuyla sessiz kalmak yerine daha çok ses çıkarıyor?" göz ucuyla kantinin diğer ucunda arkadaşlarıyla konuşan Tibet'e baktım.

 

"Cevabı uzun bir soru, neyse ki karşında ansiklopedi gibi bir insan var." Biraz düşünür gibi dudak büzdükten sonra bana sırıttı. "bu işi ticarete dökmeye karar verdim. Kelime başı beş kâğıt."

 

"Buna dolandırıcılık denir, merak ettiriyorsun sorunca cevap vermiyorsun."

 

Tuna'nın silktiği omuzla beraber cebinden çıkardığı naneli sakıza baktım, birini bana uzattı. Aldım ve ağzıma attıktan sonra bir yudum daha su içtim. İçime dağılan nane kokusu yüzümü yine Zeyd'e döndürdü. Bana bakmıyor olması ilk kez beni rahatlattı. Bakışlarımı ondan çekerken onunkilerin bana döndüğünü gördüm. Bakışlarımız sürekli birbirini kovalıyordu.

 

Gözlerinin içindeki orman ferahlığını dudaklarımın arasında içimde hissediyordum, gülümsedim.

 

Bu kez gördüğüm yapraklar yüzümü okşuyordu, nazikti.

 

"Eskiden bu okulda ayrım yoktu. Bu şekilde taraf seçmek zorunda kalmamıştı kimse ama sonra sessiz kimsenin görmediği bir savaş oldu taraflar ikiye ayrıldı. Bu savaş onlar arasındaydı, hiçbir şey bilmeyen bizlere ise taraf seçmek kaldı sadece."

 

Derin bir nefes alıp suyuma uzandığında bir şey demedim. Rüşvet alıyordu. "Bana biraz daha bahseder misin? Uyum sağlamakta yeterince zorlanıyorum en azından sınıf arkadaşlarımı biraz daha tanıyıp ona göre gard alayım."

 

Bir süre düşünme taklidi yaptı ardından da acır gibi bakıp ağzındaki baklayı çıkardı. "İnanmayacaksın ama ilk zamanlar Ceyda ve Tibet, Defne ile de Samet sevgiliydi. Yanında durdukları insanlar sadece arkadaşlarıydı, kızlar sevgililerin yanındaydı. Zeyd ve diğerleri ise kendi halindelerdi. Hiçbir zaman Tibet ve diğerleriyle arkadaş olmadılar ama düşman da değillerdi. Dönemin sonuna doğru her ne olduysa Atilla, Dağhan diğerleri Tibet'e saldırdı. Kızlar Zeyd ve diğerlerinin tarafına geçti. Tibet Ceyda'nın gittiği kişi Zeyd olduğu için daha çok öfkelendi, savaşı harladı ve bugüne getirdi."

 

"Yani aralarındaki kavga kız kavgası mıydı?" dediğimde sesimden çıkan hayreti ikimizde hissettik.

 

"Bu olayı harlayan şeydi." Dedi ve sudan bir yudum daha aldı.

 

"Eskiden bu tarz zorbalıkları sadece benim gibi burslu girenlere yapardı Tibet ve inek yalamışları."

 

"İnek yalamışları mı?" dediğimde kaş gözle bana onların masasını işaret etti. "Esel ve Samet'e baksana. Saçları inek yalamışa benzemiyor mu?" dediğinde söylediğini yaparak baktım ve haklılığına güldüm.

 

Dudaklarında gülümseme olsa da sözlerinde acı bir geçmiş yatıyordu.

 

"ama yapmaya kalktığında da Zeyd Tibet'e izin vermiyordu. Şimdiki Hazal ve Ceyda gibi düşün. O zamanlar tek zıtlaştıkları an bunlardan ibaretti. Zeydlerin yanındaki mavi gözlü kızı görüyor musun, İkra'yı?"

 

İkra değil kuzenim.

 

İkra değil çocukluğum.

 

İkra değil, süt kardeşim.

 

"Evet." Dediğimde sessizce gözlerimi İkra'ya diktim. Zeyd'i izliyordu, nedensizce bu canımı yaktı.

 

Bakışlarımı onun yanına çevirdiğimde Burçağın da onu izlediğini gördüm, nedensizce bu da canımı yaktı. Fazla dayanamadan önüme döndüm.

 

"O bizim sınıfa geldiğinde diğerlerinin zorbalığından onu koruyan ilk Zeyd olmuştu. Sonra da zaten kafayı Zeyd'e taktı. Tibet ve Zeyd'in ilk karşı karşıya gelişi İkra geldiğinde oldu, sonra da kızların olayı falan işte."

 

Derin bir iç çekerek gözünü masaya çevirdiğinde o günlerin gözünde canlandığını görebiliyordum. Eli yumruk oldu, sonra çözüldü. Derin ama dengesiz nefesler alıyordu. "Tibet'in güvendiği kişi ailesi, aynı Burçak gibi. Onun da babası camiada saygın, sözü geçen bir adam. Oğlunun bu okulda yaşadığı sorunların duyulması okulun ününü zedeler. O yüzden onun da atılması pek kolay olabilecek bir şey değil."

 

Zengin ortamının böyle olduğunu biliyordum, buna yabancı değildim. Herkes menfaati için birbirinin arkasını kolluyordu.

 

Tuna'yı dinlerken bitirdiğim yemek tabağını ileri ittirip kollarımı masaya yasladım. Onunla konuşmanın gerçekten beni rahatlattığını hissediyordum. Belki de dudaklarımdaki bu naneyi andıran tattı bana iyi gelen. Bilmiyordum.

 

Tuna'nın kafaya diktiği suyu masaya bırakışını izlerken kulağıma başka bir sandalye sesi daha geldi. Hemen yanımızdan çekilmişti, dikkatleri üzerine toplamak istediği aşikardı.

 

Tuna ile aramıza sürüklenen sandalye sesiyle yüzümü buruştururken "ne konuşuyorsunuz böyle bakalım?" sözlerini işittim.

 

Tuna'yla gözlerimizi Buğlem'den birbirimize çevirdik.

 

Zihnim bana sessiz kalmamı fısıldıyordu ama bir taraftan da sessizlik sonsuza dek sürmez diyordu.

 

Kararsızlık içinde Tuna'ya bakmaya devam ettim. "Size sordum." Dedi Buğlem ısrarla.

 

Onu Hazal'ın buraya yolladığına adım kadar emindim, huzur bozmak için araya giren bir reklamdan ibaretti.

 

Bu yüzden onu ciddiye alamıyordum.

 

"Cevap vermek zorunda değiliz." Diyerek bakışlarına iddialı şekilde karşılık verdiğimde yine o sert olduğunu düşündüğü ama tam bir maymuna benzediği ifadesini takındı. "Ne konuşuyordunuz?"

 

"Körlük yetmedi sağırlıkta mı başladı?"

 

Masanın altından dürtüldüğümde Tuna'dan aldığım uyarıyı görmezden geldim. Artık umurumda değildi, sabahtan beri kendimi kısıtlama çalışıyor bunu zaten beceremiyordum. Buğlem'in gözleri kısıldı.

 

"Sen çok kaşınıyorsun."

 

Begüm'ün yanımıza geldiğini göz ucuyla görebiliyor dalgalı saçlarından gelen saç kremi kokusundan o olduğunu anlayabiliyordum.

 

"Senden kuduzluk bulaştıysa demek ki."

 

Benim dudağımdan kaçan sözcüklerle aynı anda Tuna'nın dudaklarından kaçan "Eyvah." Sözcüğü aynı anda kulağıma geldi. Gözlerini yummuştu, dudaklarını ısırıyordu.

 

Bundan saniyeler sonra Buğlem'in sandalyeyi fırlatırcasına kalkışını ve bana doğru gelişini görmüştüm "Seni parçalarım kızım." Diye bağırdı. Begüm son anda Buğlem'in kollarının etrafını sararak onu engelledi, bu okulda her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki kendimi DC evreninin flaşı gibi hissediyordum.

 

Herkesin bakışları bize döndüğünde sessizliğimi bozmadım, dikkatler çoktan üzerimizdeydi. Bunun devam etmesini ve Hazal ya da Tibet'in karışmasını istemiyordum. Başımın ağrısı yükseliyordu ve eve gidene kadar zonklayacaktı.

 

Sinirlerim alt üst olmuş, raydan çıkmaması için çabaladığım hayatım rayı bile yerinden sökmüştü. Bu okulda bir yıl geçmeyecekti.

 

Kantindeki çalışanların bile sessizliği üstündeydi ve bizi izliyordu, bu okulda tek gözünü yuman Kenan Esef değildi, herkesti.

 

Buğlem ve Begüm yanımızdan uzaklaştığında zil sesini işittim, herkes ayaklanmıştı. Buğlem'in sinir dalgalanmaları hala duyuluyordu. Tuna'yla göz göze geldiğimde bir şey söylemeden yerimden kalktım ve kantinin çıkışına sakin adımlarla yürüdüm.

 

Sınıfın olduğu kattan bir kat daha yukarı çıkıyordum, arkamdan gelen adım seslerini duydum. Sınıfın katına geldiğimizde hepsi kesilmişti.

 

Terasın önüne geldiğimde açılan kapıdan içeri girdim ve soğuk havanın tenime çarpmasına hatta tokatlamasına izin verdim. Sanki rüzgâr da benimle aynı duyguya sahipmiş gibi sertti ve çarpıyordu.

 

Ellerimi korkuluklara yasladıktan sonra yüzümü çiselemeye başlayan gök yüzüne kaldırıp gözlerimi yumdum. Yüzüme vuran soğuk titretiyordu, aldırmadım. Yaşadığım en saçma okul tecrübesiydi, eğer anlattıkları kadar olacağına ihtimal verseydim buraya gelme konusunda birden fazla kez düşünürdüm, hatta düşünmeden reddederdim. Havaya derin bir nefes bırakıp kirpiklerimi çok az araladım. Çiseleyen damlalar yüzümün bağımsız bölgelerine dokunuyordu, bir tanesi az önce kirpiğime dokunmuştu. Çiseleyen yağmuru izledim, sessizlik hasret kaldığım bir şey olmuştu bugün.

 

Ama bu da çok sürmemişti. Başım dinmeye her başladığında yeni bir nida ortaya çıkıyordu.

 

Terasın kapısının aralandığını duyduğumda dikkatimi bozmadan çiseleyen yağmura bakmaya devam ettim, kimin geldiğini hiç ama hiç merak etmiyordum. Hatta mümkünse bu gelenin benden bağımsız geldiğini ve yabancı olmasını umuyordum.

 

Ama umduğum hiçbir şey bir süredir gerçekleşmiyordu.

 

Gelen her kimse hemen arkamda ayakta dikiliyordu. İzleyen gözlerin bir çift yeşil gözler olduğunu düşündüm, içimde bir kıpırtı yine gün yüzüne çıkmıştı.

 

"Hep böyle uzaktan mı izlersin?" dedim baktığım gök yüzünü izlemeye devam ederken.

 

Hava bembeyazdı, kar yağacak gibiydi. Belki de burada olanların üstünü örtmek içindi, keşke benim de üstümü örtebilseydi.

 

"Genelde... evet." Dedi ince tiz ama keskin bir kız sesi. Tahminim doğruydu arkamda dikilen bir çift yeşil gözdü ama içimi kıpırdatan yeşil gözler değildi.

 

"Anladım beni sevdin." Dedim yorgun bir sesle, ardından derin bir nefes verip çıkan havanın berraklığını izledim. Güldü, hoş bir gülüştü kulağıma gelen.
Ayakta durmaktan yorularak yere oturdum ve dizlerimi kendime çekerek duvara yaslandım.

 

"Bu daha başlangıç biliyorsun değil mi? Seninle daha fazla uğraşacak."

 

"Sende koruyucu meleğim mi olacaksın?" dediğimde bir kez daha güldü.

 

Bu gülüşü de samimiydi ama altında farklı imalar yattığına emindim.

 

"ne istiyorlar benden? Dertleri ne tam olarak?"

 

"Dertleri sen değilsin, biziz." Tuna'nın onlarla kavga edebilmek için yenileri ezdiklerini söylediği aklıma geldiğinde gözlerimi devirdim. Tam bir ergen gibilerdi, yaşlarından daha da ergen.

 

"Peki siz neden beni kolluyorsunuz? Sen neden kolluyorsun?"

 

"Kendini bu kadar önemseme, ben de onlarla uğraşmak için fırsat kolluyorum." Dediğinde bu söylediğine nedense inanasım gelmemişti. Yine de söylemesi bile canımı sıktı.

 

Sinirle güldüm. "Yani sende beni kullanıyorsun, harika." Mırıldanırken oturduğum yerden kalkmaya hazırlandım. Kullanıldığım insan tarafından öğüt dinleyecek değildim.

 

Arkamı silkeledikten sonra ayakta dikilen Ceyda'ya bakmadan onu orada bırakarak terastan çıktım. Ne ara o kadar zaman geçtiğini anlamasam da zil çalmıştı.

 

Sınıfın olduğu kata geldiğimde aklımdan bir an önce okulun bitmesini ve buradan kurtulmayı düşünüyor bunun hayalini kuruyordum, bu hayale öyle çok kapılmıştım ki birine çarptığımı bile fark etmedim. Adımlarım geriye savrulduğunda ancak farkına varabilmiştim. Kızıl saçları yüzüme çarptığında bakışlarımı çilleri olan yüze kaldırdım ve çarptığım kişinin Defne olduğunu anladım.

 

"Kusura bakma görmedim." Dediğimde sorun değil dercesine başını sallayarak yanımdan geçti. Bu arada geçen dakikalar kısa gibi gelse de yüzünü çok daha uzun gördüğüm bir zaman dilimiydi. Gözünün çevresindeki damarlar belli oluyordu, onun da gözlerinin içi kırmızı ağlarla doluydu ve gözlerini gölgeliyordu, kirpikleri nemliydi. Yanağı çökmüş elmacık kemiği çok fazla öne çıkmıştı. Kıl kadar incelmiş boynundan ve renkli damarlarının beyaz teninin üzerinde harita gibi yayıldığından bahsetmiyordum bile.

 

Onunla çarpıştığım noktadan devam ederek sınıfa girdiğimde sadece birkaç kişi olduğunu gördüm, kollarımı kafamın etrafına koydum ve yüzümü arasına gömdüm. Başım ağrıyordu, tenimi sızısı da azalsa bile oradaydı. İlk günüm tam olarak bok gibi geçiyordu, bu kadar üzerime gelineceğini hiç ama hiç düşünmemiştim.

 

Telefonum cebimde titremeye başladığında yüzümü gömdüğüm karanlıktan huysuzca çıkardım, karanlığa alışan gözlerimin şimdi de aydınlığa alışmasını bekliyordum. Bu sırada çıkardığım telefonun kilidini açtım.

İzel

 

- İlk günün nasıl geçiyor, dedikleri kadar var mı yoksa abartmışlar mı?

 

Mesajı cevapsız bırakarak telefonu cebime geri attım ve gözlerimi yumarak tekrar yüzümü kollarım arasına gömdüm.

 

Zil sesi yine baş ağrıma ağrı katmaya başlamıştı, yine zaman hızlıca geçiyordu. Umarım bu hız derste de devam ederdi.

 

Alnımı gömdüğüm kollarımın arasında kalan boşluktan burnuma çarpan bir şey fırlatıldığında irkildim. Sıraya çarpışını ve sürünerek aradaki boşluktan içeri girişini duydum, yuvarlak bir şey burnuma değiyordu.

 

Başta aldırmadan bakmamak istedim çünkü sinirden ağlamama ya da birine saldırmama ramak kalmıştı ama derin bir nefes alarak burnumu rahatsız eden şeyin ne olduğunu görmek için yüzümü kaldırdım. Kaldırdığımda gördüğüm görüntü kollarımın arasına atılmış bir lolipop olsa da kulağıma gelen ilk fısıltı Ceyda ve Dağhan'ındı. Kapının kenarında fısır fısır konuşuyorlardı. Ne hakkında olduğunu bilmesem de umursamadım.

 

Önümdeki kolalı lolipopa diktim gözlerimi, bakışlarım marka yazısında gezindi ama gözümde çok başka anılar canlanıyordu.

 

Dokuz on yaşlarındaydık, İkra ile evde tektik ve ailemizin sakladığı lolipop kutusunu arıyorduk. "Buldum! Burada koş Vera." Diye bağırıyordu. Üstünde saklanmış şekeri bulmuş olmanın mutluluğu vardı. Ben de koşarak yanına gitmiş tezgâha çıktığı için lolipopu alabilmek adına elimi uzatmıştım. Bana uzatırken dengesini kuramamış üzerime yere kapaklanmıştı, düşen o olmasına rağmen en çok benim canım yanmıştı.

 

Yine aynısı olacakmış gibi bir his içimde var olmaya başladı, o sesi de susturdum. Yeterince sesler içimde yankılanıyordu ve başım yeterince ağrıyordu.

 

Lolipoptan gözlerimi alıp İkra'ya çevirdim. Bakışlarım keskin, kırgın ve şaşkındı. Bakışlarımdan bunu okudu, hissetti. Belli belirsiz gülüş dudaklarına yayıldı. Bu bana karanlıkta yaktığı ilk ışık süzmesiydi.

 

Benim karşılık verip vermeme düşüncelerimin arasından zaman geçti, tik tak diye kafamda saat öttü ve İkra önüne döndü. O salise kadar süreyi ben zor yakalayıp algılarken yılan Begüm de kavramış bu fırsatı tabi ki de kaçırmamıştı. Zaten onların usta olduğu şeyler fırsat kaçırmamak ve fırsat yaratmaktı.

 

"Ne o İkra, Vera'yla arkadaş mı olmak istiyorsun? Yoksa ona acıdın mı?" İkra kolunu Zeyd'in masasına koyarak yüzünü Begüm'e döndüğünde bakışlarım ifadesinde gezindi ne hissettiğini ve ne yansıttığını izledim. Öfkelenmişti ama öfkesini olduğu sebepten başka bir sebep içinmiş gibi gösteriyordu. "Neden, sen mi arkadaş olacaksın?" Begüm İkra'nın söylediğine gür bir kahkaha attı. Tibet'in keyifli bakışlarıyla benim durgun bakışlarım kesiştiğinde gözlerimi kıstım. Meydanı Hazal'a mı bırakmıştı yoksa son bir bomba patlatmayı mı bekliyordu merak ediyordum, açıkçası bundan korkmuştum.

 

"Benim böyle eziklerle işim olmaz ama siz seversiniz kol kanat germeyi." Dediğinde kendime hâkim olamayacağımı aralanan dudaklarımla fark ettim. Bedenim bile susmayı reddediyor dudaklarımın değil beynimin susmasını söylüyordu.

 

Etraftaki gözlerin heyecanında göz gezdirdim. Hepsi tuttuğu takımın maçı izler gibi saniyeleri bile kaçırmadan izliyor ses nereden geliyorsa yüzünü oraya çeviriyordu.

 

"Peki Hazal sana neden kol kanat geriyor?" dedim ben de ona dönerken. Bunun bir sonucu olacağını biliyordum ama yarım hissim İkra'nın bir lolipopuyla bir bakışıyla tamamlanmaya başlıyor gibi hissettim. Bakışlarım Tuna'yla kesiştiğinde İkra'nın üzerinden çektiği elimin üzerine tekrar elini koyuyordu. Aklımdaki hayalde tuttuğu el bana güven verdi. "Ah yoksa sana acıyor mu?" diyerek devam ettiğimde kendimi freni olmayan bir araba gibi hissediyordum.

 

Beni tek durdurabilecek dışarıdan önüme atlayan benden güçlü başka bir arabaydı ama o araba beni durdurduğunda benden darbe yemeyi de göze almalıydı.

 

Kapının ağzından bir ıslık sesi duyulduğunda irkildim. Tam önümden, kulağımın dibinden gelmişti. Atilla'nın mest olmuş yüzü ve sesi kulaklarıma dolduğunda freni olmayan o araba hiçbir yere vurmadan yavaşladı ve bir çift orman yeşili gözlerle kesiştiğinde durdu. Kimseye çarpmamış canını yakmamıştım ama o hız boyunca kendi canımı yakmıştım.

 

"Ne oldu kız Begüm, yılan dilini içeri sokmuşsun." Begüm Atilla'ya cevap vermedi, sadece kötü bakışlar atıyordu ama bu onların normali olduğundan normal bakışlarından hiçbir farkı yoktu. En azından benim gözümde.

 

Atilla Begüm'ün ona bakmaya devam ettiğini gördüğünde sırasına otururken kaşlarını çattı. "Bakma kız bana sakız."

 

Kendimi gülmemek için öyle zor tutmuştum ki yüzümün kızardığına emindim, gülersem bunun için de üzerime gelineceğini biliyordum ama daha da kötüsü az önce üstü örtülen konunun da açılacağını bilmemdi. O yüzden kahkahalarımı içimde attım, İkra'yla göz göze geldik. Dudaklarımız gülümsemese bile ikimizin de mavi gözleri parladı ve birbirine gülümsedi. Aynı anda önümüze döndük.

 

Atilla sıraya oturduğunda ağırlığı ve sigara kokusu kendini belli etti. Ders zili çaldığında öğretmenlerin ne çok gelmediğini düşündüm, bir ders öylece geçmişti bile ve diğer derse girmek üzereydik. Gerçekten bu kadar uzun sürmüş müydü bu tartışma? Zaman hızlı geçiyor derken bile bu kadar hızlı geçtiğini hissetmemiştim.

 

Atilla, Begüm önüne döndüğünde bana dönerek göz kırptı tam bu sırada sınıfın kapısı açılmış alnından akan terleri silen öğretmen içeri girmişti. Herkes şaşırtıcı şekilde sessizleşerek öğretmeni karşıladı ama yine ve yine kötü bakışlar sınıfın içinde dört dönüyor duvarlara seke seke etrafa dağılıyordu.

 

Çantasını masaya koyan kestane renkli dalgalı saçları omuzundan düşen yuvarlak siyah gözlüklü ela renk gözlere sahip öğretmen bize döndüğünde koşuşturma içinde olduğundan bahsetti. Ayağındaki topuklular adım seslerini duyuruyordu. Sert duruşu vardı ama şu an pek de sert ayağı çekemiyor gibiydi, yine de sınıfın sessizliğini gördüğümde normalde böyle olmadığını anladım. Kitabımı çıkardım ve bir huzurla geçecek ders için daha başka bir öğretmene içimden teşekkürler yağdırdım.

 

Neyse ki bazı öğretmenlerin gerçekten bir ağırlığı vardı ve olayları görmezden gelseler de dersleri görmezden gelmiyorlardı. Sanki derste onlar bize göz yumduruyor ders bittiğinde ise onlar gözünü yumuyordu. Aralarında sessizce bu konuda anlaşmış gibilerdi.

 

Ders boyu geçen sohbet ve konu baş ağrımı hafifletti, lolipopu cebime atmıştım. Çıkışta büyük bir rahatlama içinde yiyecektim. En azından öyle umut ediyordum.

 

Yirmi dakikanın ardından Atilla öne doğru eğilip derse dikkat kesildiğinde açtığı o hiza ile yeşil gözleri tam karşıma dikti. Yüzümü çevirdiğim an orman karşımdaydı, aydınlığı ve karanlığıyla bana bakıyordu. Beni içeri davet ediyordu ama kapı bana çok uzaktaydı.

 

Mavi okyanus bakışlarım onun Yeşil ormanlarına girdiğinde kendimi kaptırmamaya özen gösterdim, bakışları yorgundu. Altın kirpiklerine ve onları ağır kırpışına beni incelerken ki gözlerinde olan değişikliklere, göz altına ve çizgilerine baktım. Beyazlığın arasından geçen çizgiler kırmızıdan ibaret olduğundan ve yeşilini sardığından gerisi sadece bana kanı anımsatıyordu.

 

Öğretmen uyarırcasına sesini yükselttiğinde ikimizin de dikkati dağılmadı, dağılmalıydı ama dağılmadı. Bir an gözlerinden geçen bir parıltı gördüm. Karanlık parıltı barındırmazdı. Gördüğüm görüntünün hayal evresine ulaştığımı anladığımda bakışlarımı ondan çektim. Atilla'nın da dikkatini çekmiştim, bana ardından Zeyd'e bakmıştı ama Zeyd çoktan önüne dönmüştü.

 

Ellerim karıncalanmaya başladı, yaram sızladı, yanan tenim sızladı. Gözümde bu kez arkasına binip soğuk deri ceketine sarılan elim ve elime değen deri eldivenlerinin soğukluğu belirmişti.

 

Bilmeden gözlerine ilk bakışım ilk dalışımdı, teninin üzerinde duran ince deriye ilk dokunuşumdu ama aradaki hiçbir şey tenini hissetmemi engelleyemezdi.

 

Kirpiklerimi kırpıştırdım. Kendime geliyordum, kendimi kaptırdığım hatalı rayından çıkmış o yoldan uyanıyordum.

 

Uyandığımda ise zil çalıyordu, herkes çantasını omuzuna takmış sırasından kalkmıştı bazıları sınıftan bile çıkmıştı. Bakışlarım ormanın kapılarını saklayan yere döndü, orada yoktu. Yutkundum ve yanıma baktım. Boştu, Atilla kapıdan yeni çıkıyordu ve gözleri üzerimdeydi.

 

Kendime geldiğimde çok geçti.

 

Kitabı çantama koyarak çantayı omuzuma taktım, montu elime almıştım ve cebimdeki lolipopu çıkmadan etiketini çıkarıp dilimin üzerine bıraktım. Sonrasında keyifle kolalı tadı damağımda hissettim. İşte bu iyi gelmişti.

 

Sınıftan çıktıktan sonra önümden yürüyen Tibet'i arkasından izledim. Bir zamanlar Ceyda'yla sevgili olduğuna hala inanamıyordum. Kendisi dışarıdan insana bile benzemezken aşık bir insana nasıl benzemişti gözümde hiçbir şekilde bu canlanmıyordu. Geçmiş ummadığımız anlarla dolu olsa da Tibet bu cümleye kafa atmışa benziyordu. O ummadığın şeylerin de beteriydi.

 

Merdivenlerden inerken cebinden çıkardığı pakete baktım. Hemen önünden inen Ceyda onu fark etmemişti ama o onun gibi hızlı iniyor onu gözünden kaçırmıyordu. Bir saniye bile gözünü ayırmıyordu, hayran bakışlarını ilk kez fark ettim o an.

 

Ve geçmişteki Tibet'i gördüğümü düşündüm.

 

İnsana benzeyen ve aşkı tadan Tibet'i.

 

Bu duyguları bastıran öfke ortaya çıktığında ise sadece bu yüzüne tükürmek istedi. Yanından çok daha hızla geçtim. Bahçeye vardığımda bastığım kırmızı halı bu kez ağırlığı aldı üzerimden.

 

Sanki buraya bastığımda bir ölüm oyununa girmiştim ve izimi basıyordum çıktığımda ise bugün ölmeyenlerden biri olduğumu bu ayak izimle kanıtlıyor bunun kayıt altına alınmasına izin veriyordum.

 

Güldüm, eskiden oyun oynamayı çok severdim ama oyunun içinde olmaktan da nefret ederdim. Bu oyunun da içinde olmaktan nefret etmiştim.

 

Arabama geldiğimde kilidi açarak bindim ve biner binmez kilitledim. Beni nasıl bir paranoyak ettiklerini daha iyi görüyordum, bunu sadece bir günde yapmış olmaları da takdire şayandı.

 

Kemerimi takarak montumla çantamı kenara bıraktım ve anahtarı kontağı takıp çevirdim. Bu sırada yanımdan geçen motorlar gözümün önüne geldi, sesleri önümde olmasına rağmen kapalı camın ardında çok daha uzaktanmış gibi gelmişti. Deri ceketi ve parmakları kesik hatta elinin üst kısmı da açıkta kalan başka bir eldivenleri görmüştüm, hemen yanındaki motor da Burçağındı onda da siyah beyaz desenli bir ceket vardı ve arkasına Defne binmişti. Üçüncü motorda ise Ceyda vardı onun üstünde ise kadife bir ceket görünüyordu. Tam olarak yanımdan önüme geçmiş hızla gitmişlerdi.

 

Tamı tamına üç motordu, hemen arkalarından bir araba da onlar gibi yanımdan geçti. Kırmızı üstü açık eski modeldi ama asla eski durmuyordu. Şu an o arabanın değeri benimkini bile geçerdi.

 

Arabanın içinde gördüğüm Atilla ve Dağhan beni görmedi, Atilla yan da oturuyor müzik ayarlıyor Dağhan ise arabayı kullanıyordu. İnce büyük direksiyona büyük parmaklarını yerleştirmişti.

 

Onların arkasından izleyen gözlerim çalan telefonumla oradan ayrıldı, İzel arıyordu ama kafam kaldırmayacağı için aramayı reddettim.

 

Arabamı çalıştırarak evin yolunu tuttum, ağzımdaki lolipopu çevirip duruyordum. Dudaklarımın içi kola tadından uyuşmuştu.

 

Telefonum ısrarla bir kez daha çaldı, bu kez açmadığımda ekranıma bir bildirim düşmüştü. Araba kullanırken pek telefona bakmazdım ama İzel'in attığı ekran görüntüsü ilgimi çektiği için ışıkta durur durmaz yaptığım ilk şey telefona bakmak olmuştu.

 

Okulun paylaştığı yeni haberi atmıştı. Başlık 'Yeni Kız Esefte.' İdi ama ilgimi çekmedi. Olanları yazdığını biliyordum. İzel bugün bunların gerçekten yaşanıp yaşanmadığını sormuştu.

 

Ona özetle doğru olduğunu ve sonra konuşacağımızı söyleyerek çalan kornaları duydum ve telefonu bırakıp daha fazla küfür yemeden evin sokağına saptım.

 

Dakikalar sonra evin garajındaydım. Montumu ve çantamla beraber anahtarımı aldım ardından arabadan inip kilitleyerek diğer anahtarımı çıkardım.

 

Annem bunu hissetmiş gibi ben anahtarımı kapıya uzattığım sırada kapıyı açmıştı.

 

"Yollarımı mı gözlüyordun?" Dedim gülümseyerek, sanki böyle bir günün ardından gülümseyecek bir halim kalmış gibi.

 

"Baban camdan görmüş." Elimdeki montla çantayı aldığında ayakkabılarımı çıkararak içeri girdim.

 

Masa hazır görünüyordu.

 

"Nasıldı ilk günün bakalım?" Dedi babam annemin de içinden geçeni dillendirirken.

 

"Çok güzel."

 

Bok gibi.

 

"Buna sevindim, hayırlısı buymuş demek ki." Dedi annem içini rahatlatarak, bu rahatı bozmak istemediğim için "Öyleymiş demek ki." Dedim.

 

Babam ellerini yıkamaya gittiğinde ben de arkasından lavaboya girdim ve ellerimi yıkadım. Çok acıkmıştım, hem de üzerimi değişmeyi bekleyemeyecek kadar.

 

"Hasta falan mı oldun sen, bir rengin solmuş. Yorgun gibisin." Babam ellerini havluya uzatırken ben de açılan soğuk suyu yüzüme vurdum.

 

"Yorgunum biraz." Dedim gülümseyerek. Elimi havluda kuruladıktan sonra babamla masaya geçtim.

 

Annem salatayı içeriden getirdikten sonra sofraya oturdu, hepimizin aynı anda çektiği sandalye sesleri kulak kanatıcı bir ses çıkarmıştı.

 

"Hanımlar." Dedi babam yemeğe başlamadan önce, dirseklerini masaya yaslamış ellerini birbirinin içine geçirmişti.

 

"Evi taşımadan önce misafirlerimiz olabilir, çok yakın bir zamanda."

 

Annem ile kaşlarımız çatıldı, gözlerimiz birbirine döndü. Ben mavilerimi babamdan almıştım anneme baktığımda toprak rengi bir kahverengi beni karşılıyordu ve bu rengi de en az kendi göz rengim kadar seviyordum. Şimdi bu toprak rengi gözlerde benimki kadar yoğun bir merak vardı.

 

"Hayırdır inşallah, kim gelebilir yakın zamanda?"

 

"Kenan Esef, Vera'nın okul sahibini davet ettim. Hem ona teşekkür etmek istiyordum hem de yeni bir iş görüşmesi yapmam gerekiyor."

 

Aslında teşekkürü ben sabah etmiştim ama babamın özel olarak etmek istediği bir teşekkür olduğunu anladım, sessiz kalarak bu karara memnuniyet duydum.

 

Annem de buna sevinerek babama doğru söylediğinden bahsetti, babam yemeğe başlarken ben de başlamak için kaşığımı çorbama uzattım ama bugün yemekler hep boğazımda kalmıştı.

 

"Oğluyla aynı sınıftaydınız değil mi? Yarın çocuk geldiğinde sıkılmasın."

 

Annem babamın ardından "Helal kızım, yavaş ol." Dedi. Derin bir nefes aldım ve bugün hiç yanmamış gibi yaktığım dilimin sızısını da içimde hissettim.

 

"O da mı geliyor?"

 

"Hep birlikte oluruz diye düşündük."

 

Dudaklarımı ısırdım, ailemin yüzümü okumaya çalıştığını görebiliyordum. Zar zor gülümsedim. "İyi yapmışsınız."

 

Bazen hayat bizi eşit olmayan şartlarda sınardı, sevmediğimiz insanlarla yan yana sırt sırta olmak zorunda kalırdık sonra ise bu insanların kanımız canımız olduğunu görürdük.

 

Birini kanından canından saymak çok uzun süren, meşakkatli bir süreçti. Önce canının önüne canını koyman gerekiyordu, bu tabi ki de mecazi anlam taşıyan bir cümleydi.

 

Çünkü bir taraf öldüğünde diğer tarafın ona karşı hissettiği her duygu artık boşa giderdi, ölen bir insan bunun değerini bilemeyeceği için.

 

Ben de düşündüm, benim bu hikayemde hayatımın, hayallerimin önüne koyacağım ilk kişinin kim olacağını düşündüm. Rayından çıkan bu yolumun hangi yola ray inşa edeceğini ve bu rayı kiminle inşa edeceğimi düşündüm ama hikâyenin o kadar başındaydım ki ne inşa edebileceğim bir yol vardı ne de inşa ederken bana yardım edebilecek biri.

 

Yalnızlığın için de sadece hayatın beni sınadığı, sevmediğim insanla yan yana olmak zorunda kalacaktım yarın bu saatlerde.

 

Gece mavisi gözlerle yan yana duracak karşılıklı soğuk bakışları evde dört döndürecektim. Okulun ardından bundan da nefret etmiştim.

Zeyd Vuran

 

Zeyd Vuran

 

Loading...
0%