Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@byzloey

Yine ve yine... O artık tiksindiğim hastane kokusu saatler sonra yine burnumdaydı ve yine kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Sadece bu kez gelme sebebimiz ben değildim.

Derin bir nefes verdim. Tuna elleriyle kafasının iki yanını sarmış yerde oturuyordu, bacakları titriyordu, yanına hızlıca çöktüm ve kollarımı ona doladım. Beklemediğinden olsa gerek irkildi ve bana döndü. ''O... İyi olacak değil mi Vera?''

Burukta olsa gülümsedim, başardım bunu. ''Elbette olacak. O benim tanıdığım en güçlü en dayanıklı insan.'' Burnumun sızladığını, gözlerimin yandığını hissettim. Kendimi suçlu hissediyordum, bunların sebebi bendim ve düşündükçe kendimi paralayasım geliyordu.

Tuna tekrar kafasını yere doğru eğdi, Tibet'i de başka odaya almışlardı. Tibet'in durumu daha ciddi olmalıydı. Ceyda'yı alan Ambulans'a Tibet'in de burada olduğunu söylemiştim, benim söylememden sonra onu da getirmişlerdi.

O beni o halde bıraksa da ben onu o halde bırakamadım, Ceyda'yı kurtardıktan sonra bırakamadım. Sahi nasıl ayaklanıp gelmişti? Daha bir saat öncesinde falan hastanede yatıyordu, nerden biliyordu da nasıl gelmişti?

Hepsini deli gibi merak ediyordum. Kafayı yemek üzereydim. Yüksek sesle merdivenden ayak sesleri gelince kafamı çevirdim. İkra ağlayarak ''Burçak!'' diye bağırdı ve ona sarıldı. Burçak ne olduğunu anlamadan üstü başı kurumuş kan olmasına rağmen, ellerindeki kuruyan kanı bile görmezden gelerek İkra'ya sarıldı. Yüzünde de kanlar vardı, kaşı patlamıştı yanağı morarmıştı. Hemen arkasından Dağhan çıktı, onda kan yoktu ama şişme morluk vardı.

Hiddetle etrafa bakındı ''Nerede benim yavrum?'' sesinde gram alay, gram ciddiyetsizlik yoktu. Gözleri kızarmıştı ve nefesi kesik kesikti.

''Ceyda nerede?'' diyerek çıktı arkasından Atilla. Kolundan yere kanlar akıyordu gözlerim koluna inip kaşlarım çatıldığında aklımdaki soru için Defne benden önce davrandı.

''Ne oldu koluna, iyi misin?'' Atilla koluna göz atıp tekrar etrafa bakındı. ''İyi, sadece bir kesik. Merak etme o çakıyı onlara monteledik. Ceyda nerede?'' Hepsi öyle telaşlı öyle endişeliydi ki boğazımı temizledim ilk defa birbirine bu kadar değer veren bir arkadaş grubu görüyordum. Bunu önce Defne yatarken sonra ben yatarken şimdi de Ceyda burada yatarken daha iyi görebilmiştim.

Yaşadıkları kolay değildi, ama bağları da özenilmeyecek gibi değildi.

''Durumu iyi, oksijen veriyorlar.'' Hepsi gözle görülür bir rahatlama yaşadı. Atilla yüzünde rahat bir gülümsemeyle kolunu Defne'nin omuzuna attı ve kendine çekti.

Dağhan'ın gözleri bizi bulduğunda yanımıza geldi ve Tuna'nın önünde eğilip elini omuzuna koydu. ''Kıvırcık, kendine gel. İyiymiş işte ne bu halin?'' Tuna kafasını Dağhan'ın sesiyle kaldırdı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu, yaşlarla doluydu.

''Onu yangından çıkarken gördüğümde, ne hale geldim bir fikrin var mı? Eğer ona bir şey olsaydı...'' Çenesini öyle bir sıktı ki, kırılacak zannettim. Aralarındaki bağ düşündüğümden, bildiğimden çok daha fazlasıydı. Tahmin bile edemezdim muhtemelen, bu kadarını daha önce hiç görmemiştim.

''Olmadı ama Tuna, sakın aklına öyle şeyler getirme. Sen o dövmeyi boşa mı yaptırdın?'' Tuna kafasını hafifçe salladığında gözünden bir damla yaş firar etti. ''Ne dövmesi?'' dedim merakıma engel olamadan.

Üzerindeki kazağın ucundan tutup solundan benim tarafımdan göğsüne kadar sıyırdı. Sadece ince çizgi gibi teni gözüküyordu ama yan yazılmış italik Türkçe bir yazı vardı 'Ölüm olmadıkça bizi hiçbir şey ayıramaz' yazıyordu. Altında ise birbirine sarılmış iki küçük çocuk vardı, yazı yeşil renkle yazılmıştı. ''İkimizin göz rengi de yeşil, benimki daha çok maviyi andırsa da. Ceyda da çok seviyor. O iki çocuk biziz, sokakta kaldığımız günden. Her zaman vücudumda benimle beraber, Ceyda da var aynısı.'' Dövmenin anlamı burnumu sızlattı. Sokakta kaldığımız gün demişti, sokakta kaldığımız gün.
Gerçekten ne tepki vereceğimi bile bilmiyordum ama ben hariç kimse şaşırmamıştı, hepsi biliyor olmalıydı. Ceyda ve Tuna kardeşti.

Dövmenin daha önce hiç dikkatimi çekmemiş olmasına şaşırmadım çünkü Ceyda da nerede olduğunu bilmiyordum ve kış ayında olduğumuz için Tuna' da da göremezdim. Havuzda denizde belki yaz olsaydı görürdüm.

Kardeş olduklarına dair listeyi gördüğümde şüphelenmiştim ama soy adları farklıydı. ''Soy adlarınız neden farklı?'' Buruk bir gülümseme belirdi dudaklarında. ''Ben babamda kalıyorum o annemde. Şu an annemin soy adını kullanıyorum ama kaydolurken babamınki vardı.'' demek o yüzden Tuna bu kadar her şeyi biliyordu. Onlar kardeşti, ne kadar birbirlerinden uzak durmaya çalışsalar da bir o kadar yakınlardı.

Tuna bu yüzden onları kurtarmada bana yardım ediyordu. Çünkü hepsini kurtardığımda Ceyda da kurtulmuş olacaktı. Benimle bu yüzden mi arkadaşlık etmişti?

Çıkarı için miydi?

Aklıma dank eden ihtimali sonraya bıraktım, içimde bir şeyler kırılsa da şu an zamanı değildi. Saflıktan mı yoksa sevgimden mi bilemiyordum ama Tuna'nın beni kullandığını düşünmüyordum. Sadece denk gelmiş olmasını umut ettim ve kollarımı tekrar ona doladım.

Tuna'nın Ceyda'ya çok büyük bir bağı vardı. Uzaktan bakan bile bunu anlardı, gerçekten özenilesi bir bağdı ve bir kardeşinkinden daha derindi. Bunu ilk günden beri hissedebiliyordum.

''Kim çıkardı onu ateşin içinden?'' dedi Burçak İkra'yı kollarından çıkarmış oturturken.

''Tibet.'' dedi Zeyd korkutucu bir tonda.

''Ne?'' Dağhan'ın tepkisi ani olduğunu için bir an irkildim. ''Biz gittiğimizde onu alevlerden uzağa bırakmıştı ama Vera peşinden gitti. Yere yığılmış.'' Dağhan kaşlarını çattı ve birkaç dakika Zeyd'in yüzüne bakıp ardından bana döndü. ''Peşinden mi gittin?''

Kafamı hafifçe aşağı yukarı salladım. Dudaklarını aralamış bana kızacağını düşündüğüm sırada koridordan Ceyda'nın annesi göründü. ''Tuna.'' dedi koşarca gelip anında Dağhan'ın yanına çöktü ve Tuna'ya sarıldı.

''Bir şeyin var mı oğlum?'' Tuna kafasını sağa sola salladı. ''Tuana nasıl?''

Sol eliyle alnını kaşırken sağ elini Tuna'nın omuzuna koydu. ''Durumu iyi, kendine gelir birazdan. Neler oldu bana hemen anlatıyorsun, polisler gelecek birazdan hepinizi sorguya alacaklar.''

Ben korkuyla Zeyd'e döndüğümde boynunu kütlettiğini gördüm. Çenesi kasılmıştı, kurumuş dudaklarını yaladı ardından bakışları beni buldu ve yanına gitmemi işaret etti.

''Bilmiyoruz, gittiğimizde yangın başlamıştı. Meyus'a gitmişti arkadaşımız oraya geleceği için ama gittiğimizde yangının içinde kalmıştı.'' Annesi iki elini yüzüne geçirdi. ''Allah'ım şükürler olsun bağışladın kızımı bana.'' sesi titriyordu. Tuna annesinin omuzlarına sarıldığında üzgün bakışlarım onların üstünde, Zeyd'in yanına ilerledim.

''Tibet'te mi yangındaydı?'' dedi ellerini yüzünden çekerken. Tuna olumsuzca kafasını salladı. ''Hayır Ceyda'yı kurtarmak için girmiş. Anne Tibet hastanedeydi kendi gözlerimle gördüm, nasıl çıkarttınız onu?''

''Biz çıkarmadık oğlum, uyuyordu. Ne ara uyandı bilmiyorum bir çocuk geldi, bizde koridorda karşılaştık odasını sordu. Sonra bir girdik odaya Tibet yok.'' Tuna kaşlarını çattı. Dağhan da aynı şekilde hızlıca annesinin önüne, benim yerime geçti. ''Kimdi gelen? İsim falan ya da tipi?''

Bir süre düşündü. Güzel kahve saçlarını çekiştirdi. Saçları koyu kahveydi, gözleri Tuna ve Ceyda gibiydi. Çok zarif ve güzel bir yüze sahipti. Üstelik giyimi de çok güzeldi, her erkeğin dikkatini çekebilecek bir kadındı. ''Sarış-''

''Samet piçi, ulan bir yerden de çıkma çıyan ya.''

Defne Atilla'nın elini uyarırcasına sıktı. Ardından Ceyda'nın annesine doğru seslendi. ''Affedersiniz, Atilla'nın kolunda da yara var bakabilir misiniz?''

''Ay çocuklar, özür dilerim Ceyda ve Tuna'yı böyle görünce aklım durdu soramadım sizi. Nesi var kolunun bakayım hemen. Var mı başka birinizde bir sorun?'' Ardından Dağhan ve Burçağın yüzünü inceledi. Yüzünü hafif ekşitti ama Dağhan ve Burçak görmeden düzeltti.

''Sizin de yüzünüz dağılmış.'' dedi hepsini yanına çağırıp ayaklanırken.

''Kavgaya giriştik de biraz.'' diye mırıldandı Burçak.

''Gelin benimle, önce kolunda yarası olan arkadaşınıza bakayım. Sonra sizinle ilgileneyim.'' Hepsi Ceyda'nın annesini takip ederken merdivenden çıkan Kenan amca göründü. Sinirliydi, merdivenin başına geldiğinde az daha Ceyda'nın annesiyle çarpışıyordu ki son anda duraksadı.

''Affedersiniz.'' Ceyda'nın annesi gülümsedi.

''Önemli değil.'' Kenan amca kadının yüzünü bir süre inceledikten sonra arkasındaki Burçağı gördü, kaşları çatıldı.

''Baba?'' dedi Burçak hayretle. ''Senin burada-''

''Oğlum daha yeni ciddi bir bela almadınız mı başınıza, bu da neyin nesi? Sana bir şey oldu diye ödüm koptu.'' Burçağı anında çekip kolları arasına sardı. Bakışlarım Zeyd'e döndü, gözleri dolmuştu. Çenesi hala kaskatı görünüyordu. İçim öyle bir burkuldu ki, nefesim kesildi. Kendimi paramparça hissettim.

Elimi eline uzattım. Bakışları hala sarılan baba oğuldaydı, kalbinin acıdığını hissettim.

''Sen nerden öğrendin buldun?'' Kenan amca kollarını Burçağın boynundan çekti. ''Seni başı boş bırakmıyorum herhalde. Mustafa amcanı taktim peşine. Çünkü biliyorum ki oğlum yarını düşünmeden yaşıyor. Onun yerine düşünecek biri lazım en azından düşünmesini öğrenene kadar.''

Zeyd'in normalde sıcak olan elleri teni, o kadar soğuktu ki. İlk defa onu buz gibi hissettim, elini sıktım ''Zeyd'' diye fısıldarken. Bakışları bana döndü, gözlerindeki yaşlar yok olmuştu.

Kendini sıkıyordu, bunu görebiliyordum. ''Dışarı çıkalım mı biraz?'' Elini cebine attı, gözlerim elinden dolayı cebine indiğinde paket şeklinden dolayı sigarasını kontrol ettiğini anladım.

''Ben tek insem daha iyi olacak, en azından şimdi değil birazdan gel. Olur mu?'' Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var... diyorsun, anlıyorum sevgilim.

Sanırım artık gözlerle anlaşabilmeyi öğrenmiştim. Bu gece Zeyd'in gözlerindekileri duymaya başlamıştım.

''Peki.'' dedim gülümseyerek. Elimi kaldırıp ufak bir öpücük kondurdu, ardından aşağı inmeye başladı. Burçaklar, Kenan amca ile Ceyda'nın annesinin peşine gitmişti.

İkra Defne'nin yanına oturmuş ona sarılıyordu. Tekrar Tuna'nın yanına gittim, Gözlerim ileri de yatan Tibet'in odasına kaydı. Onunla konuşmak istiyordum, orda ne olduğunu öğrenmek istiyordum.

''Tuna.'' Eğilip ellerimi onunkinin üzerine koydum. ''Tibet uyanıksa, onunla konuşacağım. Gelmek ister misin Ceyda uyanana kadar?'' Ceyda'nın odasına kısa bir bakış attı, ardından bana döndü. Birkaç dakika gözleri sağda solda dolandı, muhtemelen düşünüyor gelip gelmemeyi tartıyordu.

Kafasını hafifçe salladı. Ayağa kalkıp birkaç oda ileriye ilerledim. Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp sessizce açıp araladım. Tibet'le yüz yüze gelmeyi ne kadar istemesem de ona teşekkür etmek de istemiştim. Evet kulağa saçma geliyordu, ama Ceyda benim için çok değerliydi, kendimi ezip geçebileceğim kadar değerliydi.

Birine bu kadar değer vermeden kulağa saçma geliyordu.

Kapıyı araladığımda tek gözünü zar zor açan Tibet gözlerini direk bana çevirdi, yutkundum. Kapıyı aralık bırakarak içeri girdim. Tuna girmemişti, onu görmek onun da kendisini görmesini istemiyor olmalıydı, sadece dinleyecekti. O da merak ediyordu, öğrenmeliydi.

Boğazımı temizledim ve daha fazla yaklaşmadan duraksadım. ''Ceyda nasıl?'' dedi zar zor konuşarak. Hala öksürüyordu. ''İyi, uyanacak. Sayende ciddi bir şeyi yok.'' dudaklarında ilk defa samimi bir gülümseme oldu. ''Buraya gelmediğine göre uyanmadığını anlamak çok zor değil.''

''Nasıl emin olabiliyorsun geleceğinden?'' dedim kendime engel olamayarak. Bu özgüven de nereden geliyordu?

Bende Tibet ve Ceyda'nın çok köklü bir geçmişi olduğunu düşünüyordum ama ne kadar derin olabilirdi ki?

''Sen, beni sana yaptığım şeylerle tanıyorsun yeni kız. Ceyda ise ona yaptıklarımla. Buraya gelme sebebin soracağın şeyler olması değil mi? Sor, hepsini cevaplayacağım. Çünkü sana büyük bir özür borcum var.'' Tek kaşım havalandı, alayla güldüm. Aslında alaydan çok sinirdendi gülmemin sebebi. ''Bu şekilde bir özürle, hatta özürle geçebilecek bir şey mi senin yaptığın.''

Derin bir nefes almak istedi, o sırada acıyla inledi. ''Bak, kendimde değildim. Biliyorum hiçbir söz, hiçbir özür affettirmez silemez. Elimden bir şey gelmiyor sadece çok pişman olduğumu bil, aklım başımda olsa asla yapmazdım. Ben öyle bir insan değilim. Sor istediğini söz veriyorum hepsini cevaplayacağım.'' Derin bir nefes alıp kollarımı birbirine doladım. Çünkü söylediklerinin benim için anlamı yoktu, ona inanmıyordum.

''Orada ne işin vardı? Nasıl haberin oldu yangından?'' Dudaklarını yaladı ve derin olmayan bir nefes aldı.

''Samet geldi, Burak Samet'i yakalamış biraz korkutmuş. Samet'e bir şeyler saçmalamış Samet zeki çocuktur anlamış bir şeyler yapacağını. Direk bana geldi, uyandırdı beni. Duyar duymaz çıktım bende Ceyda'nın olabileceği ilk yere baktım. Meyus'a, gittiğimde daha yangın yeni başlamıştı.'' Öksürmeye başladı, öksürüğünde canı yanmış olmalıydı ki acıyla inledi.

''Ben de Ceyda'ya seslendim. Yukarıdaydı, alt kat tamamen yanıyordu, sonra koşarak içeri girdim. Beraber çıkacaktık ama Alt kata geldiğimizde yukarıdaki bir boru mu demir mi her neyse Ceyda'nın üstüne düştü. Ceyda da yere kapaklandı, alev etrafını sardı, yürüyemiyordu. Kucağıma aldım ama hızlı çıkamadım çünkü yaralıyken onu taşımak çok zordu. Ben çıkana kadar bayıldı, nabzını kontrol edip size bıraktım. Yaşıyordu, benim için önemli olan buydu.''

Ara ara öksürüp inlemesi dışında her şeyi detaylıca anlatmıştı. Üzerini incelediğimde ateşlerden kıyafetinin bazı yerlerinin yırtık gibi alevle parçalandığını gördüm, hatta omuz kısmında yanığı vardı, açık gömleğinden görünüyordu. O halde alevlerin içine Ceyda için girmişti, hayran olunası bir cesaretlikti.

''Neden Ceyda'yı bize bırakıp kaçtın?'' Normalde gözlerime bakan yüzü duvara döndü. Bom boş duvarı izledi, birkaç dakika sonra dudaklarını araladı ama konuşmakta zorlanıyor gibiydi.

''Görmenizi istemedim, sana yaptıklarımdan sonra... Hiçbirinize bakamadım. İnanmayacaksın muhtemelen ama pişman oldum ve bunun geri dönüşü yok bunun da bilincindeyim. Sana bunu yaptım kabul ama Vera, asla Ceyda'yı ufacık bir tehlikesi olan yerde bırakamam. Onu... Onu bir kere kaybettim. İnsan gerçekten kaybetmeden anlamıyormuş kadının değerini, sevdiğinin değerini.'' Öyle acıklı konuşuyordu ki, kalbim sızladı. Gözlerinde, ses tonunda, hatta tam görünmeyen yüzünden bile belliydi pişmanlığı ve üzgünlüğü. Ceyda'yı seviyordu, ona aşıktı. Ona deli gibi aşıktı ve ben hayatımda böylesini görmedim.

''Madem bu kadar seviyorsun... Neden ona daha önce-''

''El kaldırdım... Benim uyuşturucudan önce de sorunlarım vardı Vera. Ciddi sorunlar, Öfke problemi, panik atak ve daha fazlası. Öfke problemim çok ciddi düzeyde değildi başlarda ama zamanla içimdeki öfke arttı sonra uyuşturucuyla birleşti.'' nefes almaya çalıştı, ardından öksürüp yine acıyla inledi.

''Sende kendine hâkim olamamaya başladın. Ne yaptığını bilemedin, şimdiki gibi.'' kafasını hafifçe salladı. ''Ceyda'ya ise o günden sonra, sadece uzaktan baktım. Bu bana en büyük cezaydı, ona sarılamamak onu öpememek onu yanımda hissedememek sevgisini hissedememek.'' Derin bir nefes alarak baş ucuna doğru ilerledim ve oturdum.

''Başkasıyla olabileceği düşüncesi de delirtmiştir.'' diye mırıldandım. Evet kafayı yemedim, sadece Tibet'e karşı içimde bir adlandıramadığım duygu oluştu. Belki Ceyda için belki duyduklarım için bilemiyorum ama gelip oturttu beni.

''Öyle bir korkum hiçbir zaman olmadı.'' dedi beni şaşırtarak. Gerçekten duraksadım, şaşırmıştım. Karşımızdaki aynadan beni görmüştü, şaşkınlığıma gülümsedi. ''İşte Ceyda'yla aramızdaki bağ bu kadar büyük. Bu korkum hiçbir zaman olmadı, onun da olmamıştır. Adım kadar eminim ne olursa olsun ne yaşarsak yaşayalım. İkimiz birbirimize kavuşamasak da birbirimizin ölmesine izin veremeyiz. Kavuşamayız belki birbirimizle, ama başkasıyla da olmayız. Öyle imkânsız, öyle de aşığız işte.''

Kapıda beliren gölge ile dikkatim Tibet'ten dağıldı, siyah uzun bir saç kısa bir rüzgarla kapıya doğru savruldu ama o kadar kısa sürdü ki Tibet'in görmediğine emindim. Ben görmüştüm, Ceyda uyanmıştı, buradaydı.

Ayağa kalkıp boğazımı yumuşak şekilde temizledim. ''Yaşananları bilmiyorum, sen nasıl birisin onu da. Haklıydın, ben bana yaşattıklarınla tanıdım seni. Tanımak da istemiyorum şahsen, bunu hiçbir zaman unutamam. Geçmiş olsun, Ceyda için duygularının sahte olmadığına da sevindim.'' Kapıya doğru ilerlerken aciz sesi kulaklarıma doldu ve adımlarımı kapının önünde Tuna ve Ceyda'yı çaprazımda bırakacak bir açıda kesti.

''Vera.''

''Efendim.'' bu kez yüzü bana dönüktü, bende yüzümü omuzumun üzerinden ona çevirmiştim kısa süreliğine. ''Bir işe yaramayacağını biliyorum ama eğer affettirebilmem için bana bir şey söylemen gerekirse, yani affetmen için karşılığında bir şey yapmamı istersen Ceyda'ya zarar vermek harici her şeyi yapmaya hazırım.'' Bakışlarım kapıdaki Ceyda ve Tuna'ya döndü. Tuna dudaklarını yiyordu, Ceyda ise... Öylece yere bakıyordu, belki de ağlıyordu. Saçları yüzünü kapatmıştı o yüzden şu an göremiyordum. Kafamı tekrar omuzumun üzerinden hafifçe çevirdim ve aşağı yukarı salladım.

Ağır adımlarla odadan çıkıp kapısını özellikle kapattım.

Ceyda'nın yanına geldiğimde''Nasılsın?'' dedim sessiz kalmaya çalışarak Tibet'in duymasını istemiyordum.

''İyiyim, beni...''

''Evet, Tibet kurtardı.'' Kafasını kaldırdı, gözleri buğuluydu. Ağlayacak gibi değildi ama her an ağlayabilirdi de. Boğazını temizledi, ardından zoraki bir gülümsemeyle kapının önüne geçip iki kere tıklattı.

Derin bir nefes alıp kapıyı açtığında bakışlarım Tuna'ya döndü.

''Rahatladın mı?'' dedim gülümseyerek, iki adım attım ve kollarımı ona doladım. ''Evet, yine de Tibet Şerefsizinden nefret ediyorum.'' kıkırdadım.

Ardından aklıma aşağıda beni soğukta bekleyen Zeyd geldiğinde ellerimi hızlıca Tuna'dan çektim. ''Zeyd'i unuttum!'' dedim endişeyle.

''Kız öyle yakışıklı herif unutulur mu?'' Tuna'yı uzun zamandır Tuna olarak görmediğim için bu haline güldüm. Bu gülüşüm gerçekten içinde rahatlık barındıran bir gülüştü. ''Koş hemen.'' ona el sallayıp arkamı döndüm ki sırtımdan ittirmeye başladı. ''Ben buna koş diyorum bu bana hastanede podyum yürüyüşü yapıyor.''

Kahkaha atarak merdivenleri inmeye başladım. Diğerleri hala Ceyda'nın annesiyle miydi hiçbir fikrim yoktu ama aşağı indiğimde duvara yaslanıp sigara içen Zeyd ile anında gözlerimiz kesişti. Sanki beni bekliyormuş gibi gözleri anında beni buldu.

Hızlı adımlarla yanına ilerledim ve ellerimi birbirine kenetledim, soğuktu. Üzerime bir şey almayı da unutmuştum.

Yanına vardığımda gülümsedi ''Seni bekleyene kadar paket bitti güzelim.''

Gözüm elindeki büzüştürdüğü pakete döndü. ''Kaç tane vardı ki?'' Günde ne kadar içiyordu? Çok fazla, bunu azaltmalıydı. Artık ufacık şeylerden bile endişe duymaya başlamıştım. Git gide paranoyak oluyordum.

''beş tane.'' bu kadar beklemediğim için afalladım. ''O kadar oldu mu ya?'' diye söylendim kendi kendime.

''Aslında inerken de içtim iki tane ama onları içtim denemez o yüzden onlar sayılmaz.'' Kaşlarım çatıldı ''Neden?''

''Birini kedi düşürdü, diğerini de kediyi kovalarken düşürüp ezdim.'' Dudaklarımı aralamış kirpiklerimi kırpıştırarak yüzüne bakıyordum. Kedi mi?

Bir süre yüzüne baktım, ciddiyetini bozmadığını görünce kahkaha atmaya başladım. Arkadan bir kedi sesi geldiğinde kahkaham kesildi ve tükürüğüm boğazıma kaçtı, öksürmeye başlayınca ''Aha geldi gene uğursuz it.'' diye söylendi.

''Yetişemedin canım bitti sigara.'' diyerek biten sigarasını orta parmağıyla kediye doğru fırlattı. Kedi kendine çarpan sigarayla sıçrayıp kaçarken ''Ha şöyle adam ol..'' diye mırıldandı.

Hayretle ona baktım. ''Az önce kediyle mi konuştun sen?'' Dediğimin farkında yeni varmış gibi duraksadı ve boğazını temizleyip bedeniyle komple bana döndü.

''Ne soracaktın sen? Yukarıda diyordun bir şeyler.'' Lafı kaynatmasına gözlerimi devirip bir adım daha attım ve aramızdaki mesafeyi azalttım. Yüzümdeki alaylı ifade yerini ciddiyete bıraktı, Zeyd fark eder etmez duruşunu dikleştirdi ve her zaman yaptığı gibi kollarını birbirine dolayıp o güzel orman yeşili gözlerini bana kitledi.

''Sırayla gidiyorum. Kafes dövüşü sırasında neredeydin, neden çıkmadın?'' Gülümsedi, ''Sen istemiyorsun diye.'' gülüp gülmemek arasında kaldım, birkaç saniye içinde kendimi toparlayıp yalandan öksürdüm ve ''Ciddiyim.'' diye ekledim. ''Kafes dövüşüne çıkacaktım ama Burak dürüst bir düşman değil. Her zaman arkadan iş çevirir, güvenmedim. Kontrol ettim onu gelmemişti, bir şey yapacağı belliydi. Sizi kontrol ettim hepiniz yan yanaydınız, iyiydiniz. Ceyda ve İkra yoktu, Meyus'a gittiğimde ise siz de benimle aynanda gelmiştiniz.''

Kaşlarım dinlerken git gide çatıldı, ne yani biz onu ararken o bizim dibimizde miydi? Biz nasıl fark etmemiştik?

''Ne yani sen bizim dibimizdeydin ve yine de yanımıza gelmedin telefonlarımızı açmadın öyle mi?'' Sessiz kaldı, öylece gözlerime bakıyordu ama içimde öyle öfke oluşmuştu ki kaşlarım çatılabilir gibi daha çok çatıldı ona bir adım daha attım. ''Biz seni deli divane ararken sen öylece baktın mı?'' dedim öfkeyle. Gülümsedi, samimi içten şekilde.

''Ben seni deli divane izlerken sende bana öylece bakıyorsun.'' Beklemediğim cümle karşısında afallayıp bir adım geri attım. Daha çok gülümsedi, kaşlarım şaşkınlıkla bir gevşeyip bir çatıldı. ''Ne demek istiyorsun?'' diye mırıldandım.

Dudak büzdü. ''Hiç, var mı başka soru?'' Verdiği cevap aklımda soru işaretleri bıraksa da es geçtim çünkü aklımı karıştıracaktı, bunu biliyordum.

''Burak nerede, Meyus'a ne oldu, polisler geldiğinde ne diyeceğiz. Ha bir de nerede kalacağız?'' Kirpiklerini hızlıca birkaç kez kırpıştırıp gözlerini kıstı.

''Bir, O it nerede bilmiyorum ama kuyruğunu kıstırıp kaçtığına eminim. O ortaya çıkmaya karar verene kadar kısacası göt korkusu geçene kadar ben onu çoktan bulmuş olurum. İki, Meyus ne halde bilemiyorum ama yanık öyle kül edici değil içeriyi giriş kat hariç çok etkilediğini sanmıyorum Tibet'te Ceyda'yı alt kattan çıkardı gördüğüm kadarıyla. Üç, polislere doğruyu anlatacağız işin bizimle alakası yok. Dörtte bu gece hastanedeyiz. Zaten Ceyda yatalak değil sende değilsin. Yarın Meyus'a bakar hasarlı yerleri hallederiz.'' hepsini aklında tutup açıklamasına aklımdan alkış tutarken gülümsedim.

''Peki o zaman... Son soru.'' kafasını hafifçe 'Sor' der gibi salladı. Geri attığım adımı tekrar ileri attım. ''Şu an nasıl hissediyorsun, tamir edilemeyecek kadar kötü mü?'' bu soruyu beklemediği yüz hatlarından belli oluyordu. ''Sen sorana kadar düşünmemiştim.'' dedi hızlıca. Ardından o da yaslandığı duvardan çekildi ve bana doğru aramızda ufacık kalan adımı attı, ayakkabılarımızın ucu birbirine değiyordu. Nefesi direk yüzüme çarpıyor üşümüş yüzümü saniyelik de olsa ısıtıyordu. Benim nefesim de onun boynuna çarpıyordu. Yüzüme doğru yaklaştı ve hafifçe yüzünü eğdi.

''Aslında çiftler arası çok hoş tedavi yöntemleri var. Hem senin de işine yarar.'' Kaşlarım tekrar çatıldı, bugün o kadar çatmıştım ki ortasında çukur olacaktı.

''Mesela?'' kekelemiş miydim ben? Sanırım kekelemiştim. AH Rezillik!

''Mesela...'' yüzünü yaklaştırdığında yutkundum, gözlerimi kapatacağım sırada kolları iki taraftan bedenimi sardı ve beni kendine yapıştırdı. Yüzüme oturan yeni afallamayı belli etmemek için yüzümü omuzuna koydum. ''Fesat seni...'' diye mırıldandı kulağıma doğru.

Utançtan her yerim kızardı ''N..Ne fesatı. Ne oldu ki?'' Nefeslenir gibi güldü. ''Hiç, yok bir şey. Soğuktan gözlerin kapanıyordu herhalde.'' Dudaklarımı ısırdım ''hı-hım.'' diye mırıldandım.

''Senin de işine yaradı hem bana iyi geldin hem ısındın.'' Kıkırdadım.

''Oh biz dayak yiyelim, bu yavrular burada mercimeği fırına versin. Olum ben niye her yalnız bıraktığım çifti fingirderken yakalıyorum.'' Kim olduğunu anladınız değil mi?

Anladınız, anladınız.

''Lan ne fingirdeşmesi sarılıyorlar altı üstü.'' dedi Burçak Dağhan'ı bize itelerken. ''Ne bilsin abisi, taş devrinden bu yana sevgilisi olmamış yazık!'' Atilla'nın söylediğine Burçakla kahkaha atarken Dağhan'ın kötü bakışları yüzünden gülemeden susmak zorunda kaldık.

''Size ne oldu? Soramadım bir türlü.'' Bende Zeyd'e katılarak ''Evet nasıl çıktınız oradan?'' dedim. Çok fazla dayak yemiş gibi durmuyorlardı, yani normalde daha kötü beklemiştim. Bu ara iyi şeyler bize pek uğramıyordu.

''Valla bizde anlamadık, bir an dedik her halde bunlar bizi arada derede götürecek ama olum bildiğin orda millet bize çullanacağına birbirine çullandı Mertle arkadaşlarını dövdük kaçtık.'' Zeyd ile birbirimize bakıp gülmeye başladık. ''Ne demek Mert ve arkadaşlarını dövüp kaçtık.''

''Yavrum, orayı görmemiş gibi konuşuyorsun. Yenilmezler ekibi miyiz biz nasıl çıkalım oradan başka türlü.'' Dağhan'a gülerek omuz attım. ''hem ne demişler erkekliğin Yüzde kaçı...''

Atilla'ya yüzümü buruşturdum. ''neymiş erkekliğin yüzde kaçı?'' Arkadan gelen Defne'nin sesiyle Atilla dut yemiş bül büle döndü. Dağhan, Burçak ve ben birbirimize bakıp gülmeye başladığımızda Dağhan kolunu Atilla'nın omuzuna attı ama yaralı koluna denk gelmiş olmalı ki Atilla yüzünü ekşitip inledi Dağhan da elini dikkatlice omuzuna koydu ''Pardon.'' diye mırıldanarak. Ardından yüzünü tekrar sinsice gülüşle kolundan yüzüne çevirdi. ''Eee yavrum erkekliğin yüzde kaçı, neymiş?''

''Şey... Var ya öyle bir söz artık kim uydurduysa bende diyordum ne korkak adammış.'' Defne kaşlarını kaldırıp Atilla'yı süzdü. ''Yaa. Öyle mi?''

''Öyle canım tabi ki.'' Ben gülmemek için dudaklarımı ısırırken Zeyd'e döndüm. Atilla ve Defne'yi keyifle izliyordu. Arkadaş gibi değil, abi gibi izliyordu. Defne onun kız kardeşiydi, onu her daim böyle izlemesi dikkatimi hiç çekmemişti ama şimdi bakışlarından anlıyordum ki Zeyd Defne'nin üzerine titriyordu. Kardeşinin yokluğunu, onunla doldurmaya çalışıyordu. Kalbimin yine ortasından delindiğini hisseder gibi oldum. Defne'ye her baktığında kardeşini hatırlıyor muydu? Nasıl atlatmıştı? Atlatana kadar neler yaşamıştı? Her baktığında eğer kardeşini özlüyorsa buna nasıl dayanıyordu? Gözleri Defne ve Atilla'dan bana döndü. Nasıl bakıyorum bilmiyorum ama kaşları çatılıp çatılmamak arasında kalmış gibi duruyordu.

Elini elime uzattı. Yukarda benim yaptığım gibi, gülümsedim ve dikkat çeken bakışlarım Defne'ye çevirdim. ''Elbette senin gibi yaralanmalı ve oradan kaçmak yerine dövüşerek çıkmalıydı değil mi? Bir genç kızın kahramanı öyle olmalı.'' Güldü ve Dağhan'ın omuzundaki elini savurup Defne'nin omuzuna yaralı olmayan kolunu uzattı. ''Benim gibi değil mi? Senin kahramanınım ya bende.''

Defne gülerek bana baktı. O an acaba Zeyd'in kardeşi de Defne'ye benziyor muydu acaba diye düşündüm. Eğer benziyorsa olanaksız her gördüğünde hatırlıyor olmalıydı, eğer benzemiyorsa bile her aklına geldiğinde yüreğine bıçak saplanıyor olmalıydı. Bugün Tuna'yı çok kötü halde görmüştüm. Zeyd'i düşünemiyordum bile.

Gözlerimin sızladığını hissettim, bu ara ne kadar sık ağlıyordum. Ben ağlamayı sevmezdim, hayat yine de ağlatıyordu. Kimsenin neyi sevdiğini yine umursamıyordu. Düştü mü diye bakmıyordu acımadan bir tekme daha vuruyordu.

''Vera... Bir şey mi oldu?'' Defne'nin sesiyle gözümün onlara daldığını fark edip mahcupça gülümsedim. ''Ah şey, gözüm dalmış pardon.''

Zeyd'in dikkatli bakışları üzerimdeydi, herkes kendi arasında konuşmaya devam ederken arkalarında görünen beden beni onlardan alı koyup gülümsetti.

''Siz bensiz mi toplanıyorsunuz artık, bir bayılmışız hemen satmışsınız. Ayıp.'' Dağhan sırıtarak gelen Ceyda'ya döndü. ''Ayıp... neyse yavrum ortamın havasını değişmeyelim burada çiftlerimiz var.'' Ceyda ile aynanda Dağhan'a göz devirdik.

''E bi de bayıl istersen Feriha dedik cidden bayıldın sende.'' Atilla'nın söylediğine kahkaha atarken yanıma gelen İkra'ya döndüm. Onunla da gram ilgilenememiştim, kimseye yetişemiyordum, hatta bu ara yaşadıklarıma bile yetişemiyordum.

''İyi misin?'' diye mırıldandım kulağına doğru eğilip.

''Evet, iyiyim.'' gülümsedi. Gerçekten iyi görünüyordu, rol konusunda berbat olduğu için yapmıyordu görünene göre gerçekten de iyiydi. ''Bir kurşun falan mı döktürsek anca geçer bu uğursuzluk.'' dedi Tuna arkadan hızlıca gelirken. ''Olum bu ne soğuk lan, sanki kutuptayız.'' dedi montunun fermuarını kapatırken. ''Valla sevgilisi ve montu olmayan düşünsün.'' diye mırıldandı Dağhan isyankâr şekilde. Hepimiz ona gülerken Atilla cebinden sigara çıkardı ''Efkarlandırdın beni koca adam.''

''Hadi lan oradan, içmeye yer arıyor beni bahane ediyor. Görüyorsun dimi yavrum.'' Defne kafasını aşağı yukarı salladı. Atilla ise umursamadan sigarasını dudağına yerleştirdi, avucunun içindeki sigarayı Defne hızlıca alıp yaktı. Aklıma terasta tek ateşte sigarasını yakan iki dost geldi. Ceyda ve Zeyd.

İkisi bu ekipte birbirine çok yakın durmasa da nedense içimden bir ses gayet yakın olduklarını söylüyordu.

Tuna Ceyda'nın önüne gelip ''Bizim sevgilimiz yok ama montumuz var.'' diyerek Ceyda'nın fermuarını sonuna kadar çekti. Bu görüntü beni güldürdü, gerçekten bu ikisi çok başkaydı. ''Tuna boğdun beni, ne yapıyorsun?''

''Donmak mı, yanmak mı?'' diye sordu. ''Nefes almak Tuna.'' Ceyda fermuarı biraz aşağı indirdi ve derin bir nefes çekip hepsini Tuna'nın yüzüne üfledi. ''Üç günlük oksijen tükettin anasını satayım.'' herkes yine gülmeye başladı. İşte bunu seviyordum, bir arada olmayı. Dağılsak da toparlanmayı ve beraber gülmeyi.

''Eee arkadaşlar böyle ağlanacak halimize gülüyoruz da Meyus ne halde, bu gece nerede kalacağız?'' Tuna ellerini kaldırıp Defne'ye hastaneyi gösterdi.

''Beleş yatak, beleş yemek, beleş sıcaklık.'' Zeyd Tuna'yı onayladı. ''Yarın Meyus'un durumuna bakıp eğer düzelecek şekildeyse düzeltmeye başlamamız lazım. Bugün dinlenelim, artık oraya herkesi alamayız kilitlemeden ve etrafına kamera yerleştirmeden orda bulunmayacağız. '' Herkes anlayışla kafasını salladı ve ortalığı sessizlik sardı.

''Kız doğdu.'' dedi Tuna montunu gözüne kadar çekerken.

''Niye erkek değil.'' diye sordu Atilla. ''Ne bileyim, bir şey de de olmayalım kız olsun ne var yani.'' ikisini gülerek izledim.

''Öyleyse, ifadeleri verip erkenden yatalım. Yarın da buradan def olup gidelim artık içim dışım serum oldu göre göre. Psikolojikman yatacağım artık.'' diye yakındı Burçak. Herkes ona hak veriyordu, yanımdaki İkra'yı elinden tuttu ve yanına çekti.

''hayırdır güzelim sen bir kaçıyorsun benden?'' kafasını sağa sola salladı. ''Yo. Kenan amcayla ne konuştunuz?'' Herkesin unuttuğu soru ortaya atılınca herkes yeni hatırlamış bir ifadeyle Burçağa dikkat kesildi. Dağhan ve Atilla odada olduğu için biliyor olmalıydı ama biz hiçbir şey bilmiyorduk.

''Doğruyu söyleyin dedi, sizin tanımadığınızı bilmediğinizi yakmışlar ama kim olabilir bilemiyoruz falan dememizi söyledi. Önceki olayı örtmüş Tibet olayını, şimdi Burak piçinin olayı hepsine bağlandığı için birini kapatınca diğerlerinde kapalı tutmamız gerekecek. Babam korumalar göndereceğini söyledi Meyus'a. Güvenlik niyetine birkaç tane gönderecek sadece geceleri için.'' Bunu duyduğuma ne kadar şaşırsam da bir o kadar da sevinmiştim.

Oranın bir güvenliği yoktu, şimdi peşimizde böyle bir tehlike varken bu karar oldukça iyiydi.

''Artık Vera'yı da gözümüzün önünden ayırmamamız gerekiyor. Burak onu arıyormuş her yerde, Mert kendi ağzıyla söyledi.'' dedi gayet ciddi ifadeyle Burçak, direk Zeyd'e bakıyordu. Zeyd'in kaşları çatıldı bana döndü ''Neden bana söylemedin.''

''Oğlum o kadar şey oldu kızın aklında mı kalır.'' Atilla'yı onaylarcasına kafamı salladım. ''Zaten pek ayırmaya niyetim yoktu, bahanem oldu.'' Gülümseyerek tuttuğu elimi cebine sokmasını izledim.

Eh benim de işime geliyordu bir yandan, benimde bahanem olmuştu.

Uzaktan gelen polis sirenleri duyulmaya başlayınca istemeden de olsa gerildim, Zeyd elimden fark etmiş olacak ki elimi sıkıdan sıkıya tuttu. ''Korkma, sadece doğruyu söyle.'' diye fısıldadı. ''Doğruyu söylediğinde korkacak bir şeyin yoktur.'' dedi devamında.

Haklıydı, olmamalıydı.

Polis sesleri yaklaşırken arkamızdan gelen tanıdık ses ile nefesimi tuttum ve anında İkra'ya baktım, o da aynı endişe ve korkuyla bana dönmüştü, gözle görülür şekilde sertçe yutkundu. ''İkra! Vera!''

''T.. Teyze..'' diye mırıldandı yüzünü mahcup şekilde buruşturarak.

İşte şimdi bitmiştik! Şimdi başımız çok büyük beladaydı.

 

Loading...
0%