Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@byzloey




Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın, yorumları tek tek okuyor olacağım.

İyi Okumalar!

Instagram : Byzloey

 

V A L E N S

3. Bölüm | Can Yakan Gerçekler

People, Libianca

Gözlerim kapalıydı, gözlerim açıktı. Bakışım keskindi, bakışım yumuşaktı. Öfkem tazeydi, öfkem toprağın altındaydı. Aldığım her nefese dikkat ettim çünkü yeşil bir çift gözün içindeki o karanlık ormandan dudaklarımdan aldığım nefese karışan bir sandal ağacı kokusu vardı. Onu dudaklarımı kapatarak yine hapsetmek istiyordum. O gözlere baktığımda gözlerimin kapalı mı açık mı olduğunu anlamak istiyordum. Kendimi bir düşte mi yoksa bataklıkta mı bulacağımı bilmek istiyordum.

Ama bilinmezliği bize öğreten şey gelecekti. Onu kendisinden başkası bilemezdi. Bu bana savunmasız hissettiriyordu, kapılmanın bu kadar kolay olduğunu öğrenmeden önce savunmasızlıktan korkmazdım çünkü saldırı altında değildim. Şimdi ise tam da söylediğim gibi kendimi yeni bir okula değil mayın tarlasına gelmiş gibi hissediyordum. Etrafıma sıkı duvarlar örmüştüm ama düşman çok olduğundan ne kadar çok ya da sıkı ördüğümün önemi kalmamıştı. Duvarlarım her darbede zayıflamıştı çünkü darbeler asla son bulmuyordu.

Birinin bir bakışı, birinin bir sözü, birinin bir etkisi birinin bir teması bu duvarları zayıflatmaya yetiyordu. Düşmanın dosta dostun düşmana dönüştüğü gelecekte yıkılan duvarların önünde çırılçıplak kaldığımda beni kimin kollayacağına kimin duvarlarının arasında kalacağıma dair bir düş kurdum. Düşümde yine yalnızdım, belki İkra savunurdu beni ama onun duvarları ancak onu korumaya yeterdi. Belki Tuna ama onun da riske girmesini istemezdim. Belki de okula yeni biri gelirdi ve silahlar benden ona doğrultulurdu. Bunu da dilemezdim.

Belki de sonunda zaman yine hızlı geçerdi ve duvarlarım yıkılmadan buradan kurtulmuş olurdum.

Kahvemden yükselen dumanı boş boş izlerken bunları düşünüyordum. Hiç keyfim yoktu, uykusuzluk ve yorgunluk bedenimde baş gösteriyordu. Gece boyu huzursuzca dönmüş durmuştum. Üzerimde bugün başıma neler gelecek acaba gerginliği vardı ve bu gerginlik geceden kalmaydı. Bunca gerginliğimin arasına akşam gelecek misafirlerle de bugünün okuldan sonra bitmeyeceği eklenmişti. Okulda yetmiyor gibi evde de göreceğim gece mavisi adı gibi gece soğuğunda üşüten bakışlara göz devirdim. Burçağın geleceğini bilmeden önce babamın bu fikrine çok sevinmiş onu desteklemiştim ama sonrasında tam bir hüsrana uğramıştım, bazen şu aptal çenemi diktirmek istiyordum.

''Günaydın güzellik abidesi.'' Yanımdan çekilen sandalye ile Tuna'nın güler yüzü karşımdaydı. Elinde tost tutuyordu, sıcaklığı nemlenen peçetesinden belliydi ama o bunu önemsemeden yiyebiliyordu. Dün boğazımda kalıp dilimi yakan çorbanın sıcaklığını yine dilimde hissettim. Bu kez sandalyenin çekilmesine korkmamıştım, sanırım ona alışmıştım hem de hemen. Zaten hemen alışabileceğim tek insan o gibi görünüyordu.

Tostundan kocaman bir ısırık alıp ister misin edasıyla bana uzattığında kafamı olumsuzca salladım. Onun aksine midem bir süre bir şey alabilecekmiş gibi hissetmiyordu. En az onun tostu kadar sıcak kahveyi dudaklarıma götürdüm ve büyük bir yudum aldım. Neyse ki bugüne yanan kanayan bir şeyle başlamamıştım. Günün devamı için ise bunun hakkında net bir şey diyemiyordum.

Henüz sabahın sekiziydi ama gün başlamadan kendimi yorgun hissediyordum, dünden sonra gram kendime gelememiştim. Bir de dünün bugünü vardı, kafamı duvarlara duvarlara vurasım geliyordu.

''Bugüne hazır mısın?'' dedi gayet normal bir şeyden bahsediyor gibi, onun bu rahatlığı beni öldürüyordu. Ben de mi bir süre sonra böyle olacaktım? Bir süre sonra gözümün önünde kanlar aksa da zorbalıklar dönse de gözlerimi mi yumacaktım, öyle olmak istemiyordum ama burada öyle olmayacağımın garantisini de kendime veremiyordum.

Her şey raydan çıkmışken duygularımın çıkması anormal kaçmazdı çünkü.

'''Mümkünse dün ilk güne özel bir durum olsun.'' Tuna bu dediğimden büyük bir keyif alarak güldü. ''Seni avutmak isterdim ama dost acı söylemiş bebek dün bir başlangıçtı.'' Eğer dün başlangıçsa bende yeni başlamıştım çünkü kendimi ezdirecek burada her şeye gözünü yuman kulağını tıkayan insanlar gibi değildim. Eğer susuyor ve sessiz kalıyor isem hepsi geleceğim, hayallerim içindi ama görünen oydu ki bu yıl oldukça gürültülü geçecekti.

İçimden bir ses pek de susmuyorsun Vera diye fısıldadı ama çok daha büyük karşılıklar verebilecekken sabretmeye çalıştığımın da farkındaydı.

''Alışırsın merak etme. Yaren ile bu kadar uğraşmamışlardı ama onla uğraşması da bir üç ay sürmüştü.''

''Neden üç ay sonra sonlandı?'' dediğimde güldü. Sorduğuma sadece bakışlarıyla bile pişman olmuştum. ''sen onun yerini aldın.'' Cevabını duyduktan sonra pişmanlığım tescillendi, sormasaydım daha iyiydi.

''Üç ay ne demek ya. Ne saçma, bildiğin işsizlik.'' Dedim yakınarak kaşlarımı çatarken. Eğer Yaren denilen kızla üç ay uğraştılarsa benimle yıl sonuna kadar uğraşacak olmalıydılar. Bu düşünce midemi kaldırdı. ''İşsizler zaten, ben olsam Hazal ve yılanları yerine Hazal ve işsizleri diyebilirdim ya da ergenleri, öyle daha hoş olurdu.''

Omuz silkerek tostundan büyük bir ısırık daha aldı. Gözlerimi üzerinde gezdirdim, bir an sayfa sahibinin o olabileceğini düşünmüştüm ama söylediğine bakılırsa ya o değildi ya da kendini çok iyi gizliyordu.

''Akşam gündemdeydin, okudun mu yazılanları?'' diye sordu ağzındakini çiğnemeye devam ederken. Aklımı okumuş gibi bunu söylemesine tebessüm ederek kafamı aşağı yukarı salladım. Maalesef ki okumuştum, buna beni mecbur bırakan İzel'in bana ettirdiği meraktı. Okumasaydım da olurdu hepsi bildiğim şeylerden ibaretti ama sona doğru gözümü çok daha korkutacak yazılar da eklenmişti bu yüzden ister istemez moralim çok daha bozulmuştu. Neden bu kadar korktuğumu tam olarak kestiremesem de korktuğum yalan değildi. Herkes kulağınıza bir şeyin korkunç olduğunu fısıldadığında korkunç olmayan şeyler bile gözünüze korkunç gelebiliyordu işte kullanmayı tam olarak bilemediğimiz beyin bu kadar güçlüydü. ''Takma kafana, onlar birbirine girince sen gündemden düşersin.'' Bana hiç öyle gelmese de konunun uzamaması için yalancı bir gülüş sergiledim. ''Buna sevinmem mi gerekiyor?'' Tuna yemeğini bitirmiş ellerini birbirine çırparken bir elini çeneme uzattı ve düşmüş yüzümü kaldırdı.

Elindeki sıcaklığın yaydığı nem şimdi çenemdeydi. ''Hep cevabı kötüye çıkan sorular soruyorsun ama bu burada geçeceğin her anın kötü olacak anlamına gelmiyor. Sorular yanlış.'' Diye mırıldandı. ''O ne demek?''

''Yanımda kimse olacak mı diye sormadın mesela, ya da böyle durumda beni koruyan biri olur mu?''

''Yardım ister gibi mi bakıyorum?'' dediğimde kafasını olumsuzca salladı. ''Dudaklarından yardım çığlığı çıkmıyor diye yardım çığlıkları atmadığını mı sanıyorsun? Eğer yardım istemiyorsan, birinin sana yardım etmesi için baktığını kimse görsün istemiyorsan gözlerini de yummalısın.''

''Bir dahakine öyle yaparım.'' Dediğimde kahvemden son kalan yudumları da içime akıttım. Isıtmıştı, ısıtmasına ihtiyacım vardı çünkü rüzgâr esmese de beni üşüten başka şeyler vardı.

''Bir dahakine yardım çığlıkları da at.'' Dedi beni şaşırtarak.

''Sadece bana at yani, artık kanatlarım altındasın ben korurum seni.'' Biten bardağımı masaya koyarken çalan zil sesiyle ayağa kalktım, Tuna da kalkmıştı ve onun söylediğine karşı verdiğim kahkahaya katılıyordu.

Bir an ciddi söylediğini sanmıştım, aklımda ölüm fantezileri gezinmeye bile başlamıştı.

Sonra öyle olsa her şeyin çok daha kolay olabileceğini düşündüm, o bile belirsiz geçen günden daha kolay geçerdi. Tuna'yla kantinden çıktığımızda merdivenin kenarında bekleyen Atilla'yla göz göze geldik. Merdivenlerden çıkarken hemen soluma geçmişti, sağımda da Tuna vardı.

''Fazla durmayacağım iyi dinle beni, bugün senin üzerine oynayacaklar.'' Dedi göz ucuyla arkasını kontrol ederken. ''Eğer benim yanımda denk gelirse olay çıkar, ben kendimi tutacağım sende sakın onlara kanarak bir şey yapmaya onlara cevap vermeye kalkma lütfen, bana güven.'' sözü biter bitmez aceleyle merdivenleri çıkıp sınıfa girdiğinde arkasında kalan ben ve Tuna şaşkınca birbirimize baktık. O kadar hızlı söylemiş ve hareket etmişti ki zihnim o anıları geriden hatırlıyor gibi hissetmiştim, ya da jetonum geç düşüyordu.

''Bu da neydi?'' dedim çatık kaş ve hiçbir şey anlamamış bir ifadeyle. Tuna bir süre düşündükten sonra ne olduğunu anlamış gibi kendinden emin şekilde konuşmaya başladı. Koridora girmiştik sınıfın kapısı açıktı, bu yüzden sesini alçak tutuyordu. O da Atilla gibi etrafı kolaçan ettiğinde neler döndüğünü anlayamadığım için huzursuz oldum. ''Seni uyarmıştım seni kullanarak Atilla'nın üzerine oynarlar diye demek ki Atilla da aynı şeyi düşündü ki seni uyarıyor.'' Tuna'nın dün ki sözleri aklımda tekrarlanırken bugün de kimsenin rahat durmayacağı gerçeği yüzüme çarptı. Ellerimi sıkıntıyla nefes vererek saçlarıma geçirdim ve bir kısmını yoldum. Bu okul resmen labirent gibiydi, her yolun sonu bir çıkmazdı ve bu çıkmazlar beni sinir hastası edecekti.

Tuna ile bir şeyler döndüğünü belli etmediğimiz ifademizle sınıfa girdiğimizde ilk gözümün kesiştiği yine Atilla'ydı. Sıraya oturmuş kapıyı gözetliyordu ve girer girmez benimle göz göze gelmişti. Yana kayarak bana yer açtığında bakışlarının yine bir çift yeşil gözde olduğunu biliyordum. Yerime oturana kadar bakmadım ama oturur oturmaz işi o yeşil gözleri diğerlerinden çekmek olmuştu. Bana döndüğünde düne nazaran o ormanların renginin sisler altında kaldığını gördüm, sanki bir sis çökmüştü o ormanlara rengi solmuştu. Kırmızı ağımsı damarları bile kendi renginde değildi, cansız görünüyordu. Fazla mı yorgundu, yoksa fazla mı uykusuz kalıyordu?

Gözüm sıranın üzerindeki eline gitti, parmaklarında ve elinin üstündeki kemiklerde yaralar, kızarıklıklar vardı. Kavga mı etmişti? Gözlerimin kaydığı yeri gördüğünde elini sıranın üzerinden kucağına çekti ve dirseğini duvara yaslayarak sarkıttı. Dikkatimi ondan çeken Dağhan'ın kütlettiği boynu oldu. Elleri ensesindeydi ve terlemiş görünüyordu, alnında biriken terleri görebiliyordum. Omuzunun üzerinden bana döndüğünde açık tutmakta zorlandığı gözlerini görmüştüm. Kafasını sıraya gömdüğünde çıkan ses tüm sınıfı doldurdu, Zeyd'in ve İkra'nın bakışları da ona dönmüştü ve hiçbir şey olmamış gibi üzerinden çekildi. Arkada oturan Defne ve Ceyda'nın ise göz çevresi kızarıktı, kapatıcı bile kapatamamıştı.

Bir şey olmuştu, bir şey olmuş olmalıydı. Gözüm Tuna'ya kaydığında ona kaş göz ile sormayı hedeflemiştim ama öylece sırasında duruyor, gözünü Ceyda'ya dikmiş onu izliyordu.

Ceyda mı?

Tuna'dan cevap alamayacağımı anladığımda Atilla'ya doğru eğildim. ''Bir şey mi oldu?''

Gözüm tekrar Zeyd'in eline gitti ardından içimi korku kapladı. Kiminle kavga etmişti, yüzünde tek bir çizik yoktu ama ellerinde neden yaralar vardı? ''Sizinkiler biraz...'' dediğimde bakışları döndü, onları süzdükten sonra tekrar yüzünü bana çevirdi.

Aynı kızarıklığın hatta gözüne mukayyet olamıyormuş gibi sürekli kapanıp açıldığının farkında bile değildi. Aynı Tibet gibi kafasını sağa sola salladığında bakışları düzeldi.

Kaşlarım her gördüğüm görüntüyle daha çok çatılıyordu. ''İyi misin?'' dediğim de elimi omuzuna koymuştum. ''Başım dönüyor biraz, geçer.''

Omuzuna koyduğum koluna baktı, ''Diğerlerinin nesi var?'' dediğimde de alayla güldü. Bazen bu tehlikeli gülüşü beni ürkütüyordu. Elimi omuzunda çektim, gülüşü salise kadar kısa ve yapmacıktı. Böyle anlarda Atilla'dan çekiniyordum çünkü başka biri gibi görünüyordu.

Yanlış bir şey söylediğimi düşünerek sorgulamayı bıraktım, yüzümü karşıma çevirdiğimde açılan kapıdan içeri Hazal ve Tibet girmişti. Yanlarında da arkadaşları vardı. Bakışlarım kapıya kaydığında hemen arkalarından içeri giren öğretmeni gördüm.

Elinde kalın bir kitap vardı, giydiği çizgili gömleğinin altında kalem etek ve siyah kalın topuklular vardı. Dalgalı saçları salıktı sadece önlerini arkada birleştirmişti. Şeker bir kadına benziyordu. Herkes yerine geçtikten sonra öğretmen de masasına varıp kitabı masasına bıraktı.

Ders Matematikti. Bıraktığı kitabın ardından alnını silerek yerine oturduğunda gözleri sınıfı tarıyordu, beni bulduğunda aradığını bulmuş gibi gülümsedi. Ne yapacağımı bilemeyerek ben de gülümsedim. ''Merhaba Vera, sen erdemli kolejinden gelen öğrencisin değil mi?''

''Evet.'' Kafasını sallayarak tahta kalemlerini masanın ucundan kendine çekti. ''Melek benim üniversiteden en yakın arkadaşımdır, okulumuza transfer olduğundan o bahsetmişti. Orada okul birincisiymişsin.''

Sınıftakilerin dikkatini yeterince çekmiyormuşum gibi gözleri bir daha üzerime topladığımda bir an başarıma bile küfredecekmiş gibi hissettim. Melek öğretmen erdemli kolejinde matematik öğretmenimdi, sınıfta matematikte bu kadar iyi olan ve üzerine düşen tek kişi olduğumdan aramızda bir bağ olmuştu, ben onun gözde öğrencisiydim. ''Öyleydim.'' Diyerek öğretmeni onayladım.

''Burada da aynı başarını görmeyi bekliyorum. Bu arada günaydın çocuklar, umarım geçen hafta verdiğim pekişme soruları bitmiştir çünkü bu kez yapmayanlara ders sonu sıfırı gireceğim haberiniz olsun.'' Kitabının arasından şeffaf dosyaya konulmuş bir kâğıt çıkardı. Duruşundan ve verdiği imajdan bu öğretmeninde ders içinde katı olduğunu anlamıştım, disiplinli görünüyordu. Bu hali bana kendi öğretmenimi anımsattı, Melek öğretmeni özleyecektim. Sınıftan öğretmenin sözlerinin ardından oluşan sessizliğe rağmen bir ses çıkmadı. Demek ki bazı hocaların sözü bu sınıfta dinleniyordu.

Öğretmenin kitabı açmamızı ve ödevleri çıkarmamızı söylemesinin hemen ardından kâğıt, kitap sesleri sınıfta duyulmaya başlandı. Bazıları defterden sayfa koparıyordu bazıları ise ödevlerini çıkarmaya başlamıştı. Bakışlarım sağıma kaydığında Atilla'nın hareketsiz durmaya devam ettiğini gördüm. Onun bıraktığı ön kısımdaki boşluktan Defne'nin uzattığı kağıtlar gözüme çarpıyordu. Diğerlerine elindeki ödev kağıtlarını uzatıyordu. Defne kâğıdı Ceyda ve Zeyd'e verdikten sonra İkra da Dağhan'a ve Burçağa uzattı. Aman ne hoş bir de ayakçılıklarını yapıyor benim canım süt kardeşim!

Atilla arkasına tamamen yaslandığında diğerlerinin tamamı açığa çıkmıştı, bu sırada öğretmenin eline aldığı şeffaf dosya sesi ve ''Veracım, ödevleri kontrol eder misin?'' ricası duyuldu.

Yeni gelen öğrenci olduğumdan ve torpil geçmeyeceğimi düşündüğünden yapmış olmalıydı, belki de beni deneyecekti.

Öğretmen bana uzattığı listeye kısa bir bakış atarken Atilla çoktan bana yer açtı. Sıradan kalkıp öğretmenin uzattığı kağıtla kalemi aldım, o da masasına oturarak yoklama defterini açmıştı. İkra'dan istediği tükenmezi alıp kapağını açarken kısa bir an göz göze geldik. Bizim sıradan başlayarak en önce oturan Tibet'in önüne geldiğimde boş sıraya baktım ve yapmadığından eksi koymak için sıraya kâğıdı koydum ve kapağı kalemin diğer ucuna takarak Tibet'in yanına eksiyi girdim. Bunu yaparken göz ucuyla da Tibet'i izliyordum, bir tepki vereceğinden emindim ama beni şaşırtmıştı. Eli kulağının hemen altında duruyor parmağıyla orayı okşuyordu. Gözü duvara doğru dalgındı. Parmağını sürterken oluşan boşlukta tenine baktığımda bir yara gördüm, üzerine kapatıcı ya da fondöten sürülmüş olmalıydı ama kabarık bir çizik kulağının altından çenesine doğru uzanıyordu. Elimin üzerinde soğuk bir el hissettiğimde irkilerek bakışlarımı Tibet'ten çektim. Samet eliyle elimi sıkıyor çatık kaşlarla bana bakıyordu. ''Bize eksi girersen üzülürsün. Artı yap onu.''

Bakışları bir anda ona izlendiğini söylemişler gibi sağa döndüğünde Zeyd'le çakıştı, onunla beraber bende döndüğümde Zeyd'in kızarık elinin içinde bükülen kalem kapağını gördüm. Samet'e öyle soğuk ve ifadesiz bakıyordu ki Samet dediğini anlamışçasına elini elimden çekti. O bir çift yeşil gözlerin sadece bana değil dışarıya da üstün gelen bir etkisi vardı.

Benim bakışlarıma ilk defa karşılık vermeyen bu yeşil gözler Samet'e bakmaya devam ettiğinde ''Bence ödevinizi yapmadığınızdan üzülen siz olacaksınız.'' Diyerek Samet'e de eksi girdim. Arkasında kalan yapmayanlara eksi yapanlara artı girerek bizim sıramıza kadar hızla geldim. Öğretmen hala yoklama alıyordu. Arkasına rahatça yaslanan Atilla'ya baktığımda ''Senin ödevin?'' diye sordum. Kâğıt çıkarmaya bile tenezzül etmemesi beni şaşırtmıştı. ''Yapmadım.'' Dediğinde keyifsiz ifadesi bana döndü.

''Neden yapmadın, ya da kızlar sana neden yapmadılar?'' bu kez sesimi alçak tutmaya özen gösterdim. İkimizin de gözleri Defne ve İkra'ya kaydı. ''Ben onları kendim için uğraştırmam çünkü, ne kadar kimse ödev yapmalarını istemese de onlar yapıyor ama ben istemediğimi çok daha net bir şekilde ifade ettim o yüzden eksiyi girebilirsin.''

Sıraya koyduğum kâğıda elimi yasladığımda göz ucuyla öğretmeni kontrol ettim ardından alınan yoklama devam ettiği için rahatlıkla Atilla'ya artı attım. Göz ucuyla kâğıda baktığından girdiğim artıyı görmüştü ama beklediği işareti göremeyince tamamen bana dönüp yüzünü kâğıda yaklaştırdı. ''Ne yapıyorsun?'' sesini alçak tutuyordu, neyse ki onu sadece ben duyuyordum. Kaşları çatıktı, devam eden yoklamayı duyduğumda fısıltıyla ''İyiliğinin karşılığını veriyorum, sesini çıkarma.'' Diyerek Atilla'nın cevap vermesine izin vermeden yan sıraya geçtim. Maalesef arkadan geçtiğimden ilk geçtiğim sıra Buğlem olmuştu.

Tahmin ettiğim gibi sırası boş olduğundan ona eksiyi girdim ve Hazal ile Begüm'ün sırasına geçtim. Begüm yapmıştı, Hazal'ın ödevi de yoktu. Begüm'e artı girdikten sonra Hazal'a da eksi girmeye yeltendim ama bana doğru eğildiğinde dikkatimi dağıtmıştı. ''Artı girmezsen ve notlarımda sıfır görürsem çok kötü olur Vera.'' Ona eksi girdikten sonra yüzümü yüzüne kaldırdım. Tüm yıl benimle uğraşacaklarını biliyordum, eksi girmem ateşi harlayabilirdi ama artı girmem o ateşi azaltmayacak söndürmeyecekti. Bir kez ateşe alıştığınızda da ateş sönmedikçe sizin için hiçbir şey fark etmiyordu. Yüzümü yüzüne yaklaştırarak sesimi kısma gereği duymadan ''Daha kötüsü olacağını düşünmüyorum.'' Dedim ve eksiyi düzeltmeden ön sıraya geçtim. Öğretmenin göz ucuyla bize baktığını biliyordum ama ses çıkarmamıştı. Sıranın hepsine artı girip son sıraya geçtiğimde önlerinde durduğum ilk kişi Dağhan ve İkra'ydı. Onlara artı girdim, Dağhan'ın bakışları boşluktaydı ve gözlerini dengesizce kapatıp açıyordu, alnında terler birikmişti. Üşütmüş olduğunu düşünerek arka sıraya geçtim. Bugün hepsinde bir gariplik seziyordum ama ne olduğunu tam çözememiştim.

Zeyd ve Burçağın önüne geldiğimde Zeyd'in yine kafasını sıraya gömdüğünü gördüm, yüzünün etrafına sardığı elleri kızarık ve yaralıydı. Gözlerimi dikkat çekmemek için oradan zar zor çekerek artı girdikten sonra içimden bir duygu cebimdeki ağrı kesiciyi ona vermek için beni dürtükledi. Arka sıraya geçmem gerekiyordu ama adım atamıyordum. İçimde ağrı kesiciyi ona vermek isteyen bir taraf vardı ve adım atmamı engelliyordu. Sabah başım ağrıdığı için yanıma aldığım ağrı kesici cebimde ağırlık yapmıştı, ağrı kesiciyi yanıma aldıktan sonra ağrım birden kaybolmuştu ne olur ne olmaz diye de yanıma almıştım. Adım atamayacağımı anladığımda cebimdeki ağrı kesiciyi fevri bir hareketle çıkartıp parmaklarının altına bıraktım. Dünden beri zaten kafasını sıradan kaldırmıyordu, kendimi nedensizce vermek zorunda hissetmiş bakışları üstüme çeksem de görmezden gelerek arka sıraya geçmiştim. Ben arka sıraya geçtiğimde parmakları kıpırdadı ve kafası sıradan kalkıp bana döndü, bakışları yine yarış günü olduğu gibi kısılmış şekilde yüzümde geziniyordu aynı o gün ki gibi ne yaptığımı anlamaya çalışır gibiydi. Alel acele artı eksilerin kalanını girdiğimde ona bakmayacağımı anlayarak ağrı kesiciyi avucuna aldı ve kafasını tekrar sıraya gömdü. Ben de kâğıdı öğretmene uzatarak önünde dikildim. Gözleri listede gezindi ve dudaklarında memnun bir ifade oluştu.

''Tibet ve Hazal'ın iyi laf yapan sözlerine kanmamışsın, aferin.'' İyi laf derken ki baskıcı tonuna tebessüm ettim. İğneleyici tavırla Tibet ve Hazal'a baktı. Ardından listeye dönerek aşağılara indi ve daha çok kendi kendine konuşuyor gibi mırıldandı. ''Zeyd ve arkadaşlarının ödevlerini de yine İkra ile Defne yapıyor anlaşılan.'' Kafasını sağa sola sallayarak kağıdı şeffaf dosyaya koydu ve masaya bıraktı. Ardından tahta kalemini alarak ayağa kalktı, ben sırama ilerleyeceğim sırada ise durmamı işaret etti.

Tahtanın kenarında öğretmenin bekle işaretiyle bekledim. Tahtaya yan yana dört soru yazıyordu. ''Bu dört soruyu matematik hakkında isminden başka bir şey bilmeyen iki kişi ve dersleri iyi olan iki kişiye çözdüreceğim.'' Yazdığı sorular bittikten sonra yüzünü tahtaya döndü ve kalemin kapağını kapattı. ''İlk söylediğim iki kişi, Hazal ve Tibet.'' Hazal ve Tibet birbirine huysuzca baktılar ve öğretmene döndüler. Gülmemek için dilimi ısırıyordum.

''Son söylediğim iki kişiden biri zaten burada diğeri de...'' gözlerini Tuna'dan kafasını sıraya koyan Zeyd'e çevirdi. ''Uyuyan güzel.'' Öğretmenin sesinin ardından Burçak Zeyd'i dürttüğünde Zeyd'de Tibetler gibi huysuzca bakmıştı. ''Tahtaya.'' Kafasıyla Zeyd'e kalkmasını işaret ettiğinde elini saçlarına geçirdi ve kafasını sallayarak tahtaya geldi. Onun ardından gelen Tibet ve Hazal da önümdeydi.

Onlar öğretmenin yönlendirdiği soruya bakarken ben ders dinlememesine rağmen Zeyd'in nasıl derslerinde bu kadar başarılı olduğunu düşündüm. Hazal en sola geçerken Tibet onun yanına geçerken Zeyd'le ikisinin ortasına ise ben geçtim. Bunu bilinçli yapmamıştım, öğretmen öyle kaş göz etmişti. Tahtanın önünde duran kalemleri aldığımızda göz ucuyla soluma baktım. Tibet'in bana yakın olması beni hep geriyordu. Zeyd'in yanımda olması ise hepsine baskın bir rahatlık hissettiriyordu. Kokusu burnuma dolduğunda taze nefes burnuma doldu. Gözlerimle soruya odaklanıp birkaç dakika sonra çözdüğümde göz ucuyla Zeyd'e baktım. O da benimle aynı hızda çözmüştü. Ben onun çözümüne gizlemediğim bir hayretle bakarken öğretmeninde benimkine hayretle baktığını fark ettim. Soruyu bu kadar kısa sürede çözdüğüme şaşırmış olmalıydı çünkü en zor soru benimkiydi. Ben çözümümü kontrol ederken dirseğime bir dirsek çarptı, bunu beklemediğim için irkilmiştim. Tibet'in nefesi kulağıma çarptığında bedenim bir kez daha irkilmişti.

''Bu soruyu çözersen gününün güzel geçmesini sağlarım.'' Kaşlarım hayretle kalktı, yüzümü çekinmeden ona döndüm ve bir adım gerileyerek aramıza mesafe koydum. Yakın olduğumuzda kulağının altında kabaran o ince yara gözüme anında çarpmıştı ama odağım orada değildi. Dudaklarımı 'Çok beklersin.' Demek için araladığım sırada arkamdan başka bir nefes çarptı enseme. Bu nefes tazeydi, nefes aldırıyordu, güven veriyordu. Sandal ağacı burnuma dolduktan sonra en az onun kadar yakından gelen bir ses kulaklarıma doldu. ''Bu soruyu çözmezsen gününün güzel geçmesini sağlarım.'' Zeyd'in sesini net ve gür şekilde ilk defa duymanın verdiği heyecanla kalbimin hızlanışını hissettim. Bu kadar yakından ilk kez duyuyordum, tam arkamdan geliyor nefesi enseme çarpıyordu ve verdiği cevap benim yerime verilmiş bir cevaptı. Ses tonu kalındı, boğazında kuruma var gibiydi. Bakışları yine ifadesiz ve boştu, Tibet'in de öyleydi. Biri kahvenin acı tonuyken diğeri ormanın karanlık tonuydu. Yutkundum ve bir adım gerileyerek gözlerimi hemen çaprazımda kalan sıraya, sırada oturan Tuna'ya çevirdim. Bedenim aralarında kalarak çok daha fazla gerilmişti. Eğer geri adım atmasam Tibet ile geri adım atarsam da Zeyd ile burun buruna duracaktım ve buna rağmen Tibet'ten uzaklaşmak için birden fazla geri adım atmıştım, saçlarıma değen Zeyd'in yüzünü hissediyordum. Saçlarım burnuna karışıyordu ve nedense gözlerini yumduğunu hissettim. Bakışlarım Tuna'daydı. Ona ihtiyacım olduğunu hissetmiş gibi bana gülümsedi, elini tekrar elimin üstüne koymuştu, bana güven vermişti.

İkisinin arasında kalacağımı anladığımda sola doğru adım attım ve ikisinin yüzüne dönüp öfkeyle ''İkinizin de canı cehenneme.'' Dedim, ses tonum alçaktı.

Kalemi öğretmenin masasına bırakıp sırama geçene kadar yeşil gözlerin üzerimde olduğunu biliyordum ama dönüp bakmadım, bu kez ben karşılık vermemiştim.

Birbirlerine karşı gelmek için beni kullanmaları hiç hoş değildi ve aralarında kalacağımı ya da zarar göreceğimi düşünmemeleri bencillikleri beni öfkelendiriyordu. Kendi sırama oturduğumda Tuna ile göz göze geldik, bana eliyle 'sakin ol.' Dercesine işaret yaptı ve yüzüme baktı. Kirpiklerimi kırpıştırdım, istediği cevabı almış gibi bir kez daha gülümsedi.

''Karşılık beklememiştim.'' Tuna'dan çektiğim bakışlarım sesini duyduğum Atilla'ya döndü. Bana gözlerini dikmiş bakıyordu, gülümseyerek ''Biliyorum.'' Dediğimde adlandıramadığım bir ifadeyle yüzüme baktı. Bir süre sonra önüne dönen ilk kişi o olmuştu ve bakışmamız sonlandı. Hazal ve Tibet soruyu yanlış çözdüklerinden azar yiyerek yerlerine oturmuş, otururken bana da muhtemelen ölümcül bakışlar atmışlardı ama ben gözlerimi onlara değdirmediğim için buna maruz kalmamıştım. ''Zeyd ve Vera, performansınız yüz.'' Normalde olsa otuz iki diş sırıtacağım bu sözlere ifadesizce baktım. Bu sınıf resmen ruhumu sömürüyordu.

Çözdüğümüz sorulardan sonra zile kadar her şey sessizdi. Hiçbir sorun çıkmamış, laf dalaşına girilmemişti. Zil sesi duyulduğunda Atilla yerinden kalkar kalkmaz Tuna onun yerinde bitti ve ''Terasa çıkalım.'' Diyerek beni elimden yakaladı, sıramdan kaldırarak kapıya doğru sürükledi. ''Olur.'' cevabım bile kapıya ulaştığımızda duyulmuştu.

''Genelde orada sigara içenler olur ama rahat bir köşeyi kaparız.'' Diye mırıldandı. Her okulda sigara içilirdi ama teras gibi ulu orta yerde içebileceklerini ummamıştım. Bu kadar rahat ve disiplinsiz olmaları yine de şaşırtıcıydı.

Terasa geldiğimizde açılan kapıdan dışarı çıktık, sigara içen bir iki gurup hemen karşımızdaydı. ''Bu katta kameralar ve kontrole gelen hocalar yok.'' Dediğinde neden burada rahat sigara içebildiklerini açıklamıştı. İleride boş iki armut koltuk görünce Tuna'yı kolundan çekiştirerek oraya sürükledim. Bizden birkaç dakika sonra terasın kapısı bir daha açılmıştı, tam bu sırada kapıyı gören bir yere oturmuş kurulmuştuk. Açılan kapıdan dışarı Zeyd, Ceyda Burçak ve Atilla çıktı. Zeyd ve Burçağın elinde sigara paketi, çakmak vardı.

Zeyd kafasını etrafa çevirdiğinde gözleri onu izleyen gözlerimi buldu, çekinerek bakışlarımı kaçırdım. Ona ilk defa yakın olmakla beraber kokumuzu bu kadar yakından duyumsadığımız bir anda ben 'Canınız cehenneme.' Demiş onu Tibet'le aynı kefeye koymuştum ama o da beni bu saçma gerginliğe alet etmişti. Aramızda çekim olduğunu biliyordum, ona göre olmasa da bana göre vardı. İki gün olmasına rağmen gözlerimin ondan uzaklaşmak istememesi, kokusunu etrafımda olmadan bile duyumsamam ve kalbimin sökülürcesine çıkmak istemesinin başka bir anlamı olamazdı. Biliyordum ki ilk görüşte aşk olmazdı ama ilk dalışta okyanusta nasıl boğulabiliyorsanız ilk adımda da ormanın derinliklerinde kaybolabilirdiniz ve ben o ormanda ilk adımla kaybolmuştum. Saçmaydı ama gerçekti.

Bana sınıfta olanlar hakkında tek kelime etmeyeceğini biliyordum ama bir anda edecekmiş gibi hissedip huzursuz oldum, Tuna da benim gibi onlara bakıyordu. Bakışlarında nedenini anlayamadığım bir hüzün vardı. Dördü de sigarasını yaktığında Ceyda terasın korkuluklarından tutunarak dışarıyı izlemeye başladı. Dalgın görünüyordu. Atilla da onun yanına geçtiğinde kafasını Atilla'nın omuzuna yasladı.

''Eskiden çok eğlencelilerdi.'' Diye mırıldandı Tuna bu görüntüye hasretle bakarken. Hüzünlü ses tınısı kulağıma dolduğunda dinmeyen meraklımla ona döndüm. Devam etti anlatmaya. ''İlk yıllarda hepsi çok eğlencelilerdi. Tamam Zeyd o kadar değildi belki yine ama diğerleri eğlencelilerdi. Ben Defne ve Ceyda'yla arkadaştım o zamanlar. Ne olduysa ikinci sınıfta oldu ve geçtiğimiz iki yıl boyunca böyleler.''

''İkinci sınıfta tam olarak ne oldu Tuna?'' dedim bende sigara içen Zeyd'i izlerken. Burçak ile yan yanalardı ve bir konu hakkında konuştuklarını hareket eden dudaklarından anlıyordum. Burçak ona bir şey söylüyordu, her ne söylediyse Zeyd yine bana döndü.

''Tibet ve Ceyda sevgiliyken aralarında bir... şiddet mevzusu oldu. Kimse ne olduğu hakkında pek bilgi sahibi değil.'' Dedikten sonra yutkundu, sanki o anlar gözünde tekrar canlanmış da bitmesini bekliyormuş gibi duraksamıştı. Bir süre sonra devam etti. ''Atilla Ceyda'nın yüzünde iz görünce Tibet'e saldırdı. Dağhan bile tutamamış uyarı almıştı, gözü döndüğünde onu kimse tutamıyor. Sana hassas noktası kadınlar demiştim.'' Dediğinde kafamı salladım. Onu dinlerken yaşadığım şaşkınlığı bastırmak zor oluyordu ama başarılıydım. Ceyda'yla Tibet arasında olabilecek bir şiddete inanmak zordu. ''Ya Zeyd, o ne yaptı?'' diye mırıldandığımda güldü.

Nedense en çok onun tepkisini merak etmiştim, bunu nasıl karşıladığını merak ediyordum. Ceyda onun da arkadaşıydı ve Atilla bile uyarı aldıysa onun hangi sonucu göze aldığını tahmin edemiyordum.

Sadece içimden bir his keşke sessiz kalsaydı dedirtecek bir şey yaptığını söylüyordu. En az Atilla kadar sert bir tepki göstermiş olmalıydı. Benim bile düşündükçe tüylerim diken diken olmuştu. ''Zeyd o gün okulda yoktu, bir şey yaptığını biliyoruz. Tibet o günden sonra bir hafta falan okula gelmedi ama göz önünde olmadığı için kimse Zeyd'in ne yaptığını bilmiyor.''

Tibet'e takılan şerefsiz lakabı git gide gözümde de üstüne otururken Tuna'nın bu anlarda yaşadığı duyguları merak ettim, onun için zor geçmişe görünüyordu. Ceyda'nın bunca şeyi nasıl yaşadığını düşünmeden edemedim. Hala nasıl Ceyda'nın yüzüne bakabiliyor böyle davranabiliyordu kafam almıyordu.

''Ceyda peki?'' dediğimde bakışlarım kafasını Atilla'nın omuzundan kaldırmış onunla gülerek konuşan Ceyda'ya kaydı. Atilla her ne söylediyse kahkaha atmıştı. Biten sigarasını aşağı attıktan sonra kolunu yasladı ve bedeniyle ona döndü. Gülünce ne kadar da güzel görünüyordu.

''Tibet'in yüzünde hiç iz gördün mü?'' dediğinde yüzünde belli belirsiz bir gülümseme yer aldı. Kafamı aşağı yukarı salladım, gözümün önüne Tibet'in kulağının hemen altından başlayan o ince uzun iz geldi. Ceyda'nın o günleri atlatabildiğini biliyordum ama bu izin o günlerden kalan bir hatırlatma olduğunu düşünmek içimi karartmıştı.

''Kız gibi fondöten kullanmasına sebep olan o izi Ceyda yaptı.'' Bu kadar derin ve çıkmaza saplanmış geçmiş tüylerimi ürpertiyor ve bu konulardan uzaklaşmam gerektiğini bana bir kere daha gösteriyordu ama yapamıyordum. Görünene göre istesem de yapamayacaktım.

Ben buraya karanlıkta yürümeyi bilmeyen bir kız olarak gelmiştim ama şimdi görüyordum bana zor gelen buydu. Buradaki herkes karanlıkta yürüdüğü için ışıklar söndüğünde tek yalpalayan ben oluyordum.

''Aileler peki, hiç mi biri fark etmiyor bunları?''

''Sınıftan kimse edilen kavgaları ailesine yansıtmaz. Onlar çocuk gibi ailelerini araya sokan tipler değil, iş ciddiye binmeden bunu yapmazlar. Kavga edildiyse iz kapanır ya da eve gidilmez. Ne kadar ergen hareketleri olsa da onlar yaşından çok daha yetişkinler. Acıyla yalnız baş etmeyi öğrenmiş çocuklar. Kendi işlerini kendi hallederler, zaten pek ailesi var diyebileceğimiz insanlar değiller.''
Dediğinde çökmüş görünen o dört çocuğa baktım.

''Ailesi olan bir çocuk, acıyla kendi başına mücadele etmek zorunda kalmaz.'' Diye mırıldandım. Ellerim ağrımaya başlayan şakaklarıma gitti, kendimi katil kim oyununa kaptırmış da günlerdir bulamamış gibi hissediyordum. Aslında tek yaptığım bu okulun karanlık geçmişini izleyici birinden dinlemek ve anlayabilmekti, hem de hiçbir şey bilmeden.

Bu duyduklarımdan sonra tanıdığım kişiler daha bir yabancı geldi gözüme. Bu okula hiçbir zaman alışabileceğimi hissetmiyordum. Her şey ilk günlerim olmasından ziyade daha bir yabancı geliyordu bana, rahatsız hissediyordum. Sanki ilk günü farklı versiyonlar halinde tekrar tekrar yaşıyordum.

''Her neyse, boş verelim bunları. Derste Zeyd ve Tibet'in seni aralarında sıkıştırdığı konu neydi?'' diyerek konuyu saptırdığında üstüme çöken bunaltıyla saçlarımı ensemden topladım. Dokunduğum saç tellerime sanki Zeyd'in kokusu sinmiş gibi hissediyordum. Sanki teni saç tellerimi nazikçe okşuyordu, kokusu saç tellerime çöküyordu. ''Tibet sorusunu çözmemi istedi, Zeyd'de çözmememi. Ben de ikisini cevapsız bırakarak yerime geçtim.'' Tuna bunu beklememiş gibi kaşlarını çattı. Gözlerine endişe yerleştiğinde benim de kaşlarım çatılmıştı. ''Cevap vermeyerek aslında Zeyd'in istediğini yapmışsın ama... umarım bir daha aralarında kalmazsın.''

Yüz ifademden ne okuyordu bilmiyordum ama sözünü düzeltme gereği duymuştu. ''Yani aralarındaki düşmanlık yeniden harlanmaz manasında dedim sen merak etme. Ben senin arkanı kollayacağım, artık kanatlarım altındasın unuttun mu?'' yumuşatmaya çalıştığı ortama karşılık hiçbir yumuşama hissetmesem de yalandan gülümsedim. Bu sırada aklımda başka biri hakkında sorular dönüyordu, her şeyi bilen bir arkadaşımın yanımda oturuyor olması da bu soruyu sormaya beni zorluyordu. ''Tuna, bir şey sorabilir miyim?''

Soracağım konu benim için önemli olduğundan oturuşumu düzelttim. Bunu zamana bırakmadan öğrenmeliydim. ''İkra da ilk günden beri yanlarında mı?'' Okulda zorlanıyor görünmüyordu, benim aksime.

''hayır, İkra bu sınıfta değildi. Bir kavga çıktı okulda, sınıf değiştirmek zorunda kaldı. Bizim sınıfa tam da Tibet ve Zeyd'in düşman olma aşamasında geldi. Tibet, Zeydlerle uğraşmak için İkra'ya sardığında Zeyd onu kolladı. O günden beri de işte aralarına girmeye çalışıyor ama bildiğim kadarıyla tam olarak giremedi. Okulda yan yana olsalar da okul dışında yarışlar hariç o kadar da beraber değiller.''

''Dağhan'la oturuyor ama?'' dedim bu konuda daha fazla meraklı olduğum halde değilmiş gibi görünmeye çalışarak. Zilin sesi duyulduğunda terasın kapısı açıldı ve Zeydlerin çıktığını gördüm. ''İkra'yı seviyorlar ama aralarına almama nedenlerini tam olarak bilmiyorum. Yine de İkra aralarına girmek için her şeyi yapıyor.'' Dediğinde her şeyi kısmına baskı yapmasından pek bir şey anlamamış iyice allak bullak olmuştum. Karışmış kafamla bu konuları daha fazla sorgulamaktan şu anlık vazgeçerek ayakta elini uzatmış Tuna'nın elini tuttum ve ayağa kalktım.

Sanırım Tuna da olmasa kendimi buradan aşağıya çoktan atmıştım. Belki de benim atmama gerek kalmadan Tibet ya da Hazal atardı. İnanın buna hiç şaşırmazdım. Terastan çıktıktan sonra sınıfa acele etmeden gittik. Zaten ne kadar geç gidersek benim için o kadar iyiydi. Çünkü o kadar rahat nefes alabilirdim. Tuna kapıyı açtığında sessizliği hayretler içinde bırakan sınıfa girdim. Herkes kendi halinde gibi görünüyordu, ben de kimseyle göz teması kurmadan Atilla'nın açtığı aradan yerime oturdum. Benim oturmamla kapı açılmış içeri nöbetçi öğrenci girmiş, sınıfın dakikalarca süren sessizliğini bozmuştu.

Yakasındaki kartı sallanıyordu. Esmer uzun boylu güzel bir kızdı. ''Öğretmenler toplantısı olacakmış, ders boş ama nöbetçi öğretmen sınıflardan çıkılmaması gerektiğini söyledi.'' Haberi verdikten hemen sonra dışarıdan ona seslenildiğinde çıkan nöbetçi öğrenci kapıyı kapatınca bende boş geçecek vakti fırsat bilerek matematik testimi çıkardım. Genelde teneffüslerde test çözen bir insandım ama buraya geldiğimden beri buna pek fırsat da olmuyordu kafa da kalmıyordu. En azından şimdi herkes kendi halindeyken testimi çözebilirim düşüncesiyle kalemimi de çıkardım.

Ben testimi açarken yanımdaki ağırlık ve gölge kayboldu. Atilla ayaklanmıştı ama attığı ikinci adımda aklına bir şey gelmiş gibi durdu. Gözlerim onun duran vücuduna kaydı, ardından yüzüne. Gözlerim onun gözlerinden bakıştığı bir çift yeşil göze döndüğünde Zeyd'in ne ima ettiğini anlayamadım ama Atilla anlamış gibi kafasını aşağı yukarı salladı ve yerine geri oturdu.

Ne olduğunu sorsam cevap alamayacağımı bildiğimden önüme dönerek merakın içimi kemirmesine izin verdim. Odağımı ondan testime çevirip ilk sayfayı çözmeye başladım. Göz ucuyla sıranın altından bir şey çektiğini görüyordum. Ardından da parmaklarına doladığı ipi, siyah ince bir ipti. İple oynuyor bir parmağından diğerine doluyordu. Ara ara oynadığı ipe baksam da testin üçüncü sayfasına geldim. İpi fazla gergin tutması ve Zeyd'le göz göze gelişleri gözümden kaçmamıştı. Çözmek için dördüncü sayfaya geçtiğimde aniden kulağıma çarpan gürültüyle yerimden sıçradım.

Öndeki masada oturan çocuk yine ayaklanmıştı ve yerine resmen atlarcasına Tibet oturmuştu, yine. Ayaklarını sandalyeye uzatmış iğrenç bir gülüşle bana bakıyordu. Gözlerinden almak istediği bir intikam sezdim, sorusunu çözmediğim için bugünü bana dar edecekti. Görünüşe göre kaşınma mesaisi de başlamıştı.

Göz ucuyla Atilla'ya baktım, ipi o kadar gergin, sıkı tutuyordu ki parmakları iz olmuştu. Neden gitmediğini şimdi anlıyordum, gözlerim Zeyd'e döndüğünde kesintisiz üzerimde gezinen bakışlarıyla çarpıştım. Ne zamandır bu şekilde gözünü ayırmadan beni izliyordu bilmiyordum ama bu hamleyi beklediğini değişmeyen mimiklerinden anlayabiliyordum.

''Okul birincisi olmak kolay değil Ha?'' dediğinde sesinde alaycı bir tavır vardı. ''Ben çözmeni istediğimde çözmemiştin halbuki.'' Dediğinde önümde tiklerle dolu teste bakıyordu. Bana doğru eğildiğinde ürkütücü birkaç kelime ya da bakış beklemiştim ama o aksini yaparak sessiz kaldı. Beklenmedik bir hamleyle testimi aniden kapınca hiddetle ayağa kalkmıştım. ''Ne yapıyorsun?'' Tibet kahkaha atarak sıradan kalktı ve gözlerimin içine bakarak ''Ben istediğimde soru çözmedin ama şimdi soru çözesin mi geldi zeki kız?'' Diyerek sayfaları yırtmaya başladı. Saniyeler içinde içimdeki öfke öylesine büyümüştü ki artık içime sığmıyor taşıyordu, sinirden gözlerim dolmaya başlamıştı.

İçim dolduğundan göz yaşlarımı içime de akıtamıyordum.

Sinirden ellerimi yumruk yaptım, daha çok üzerime oynamaması için sakin kalmam gerektiğini biliyordum. Gözümün ucuyla İkra'ya baktım. Tam şu an kardeşlik damarının tutması gerekiyordu ama o sadece çatık kaşlarla olan biteni izliyordu. Yine de tek bir hareket dahi etmemişti.

Tibet'e gözlerimi çevirdiğimde testimi hala yırtıyordu. ''Keyfim o zaman çözmek istemedi, şimdi istedi. Keyfimin kahyası mısın?'' dediğimde kolumdan çeken güçlü kollarla yerime geri kapaklandım. Bu kollar Atilla'nındı. Uyarısı aklımda yankılandığında benim üzerimden ona oynamayı hedeflediklerini hatırladım. Muhtemelen Atilla olmasa üç saniye içinde ortalık yangın yerine dönmüş olacaktı.

''Madem öyle. Benim de keyfim testini yırtıp atmak istedi.'' Dediğinde gözlerimi yumdum. Tırnaklarımı yine avucuma batırıyordum ve yine kan gün yüzüne çıkmıştı. Elimin üzerinde bir el hissettiğimde bu elin Atilla'ya ait olduğunu biliyordum. Bana destek verircesine yumruğumu avuçlamıştı, ardından sert bir tonla ''Bırak kitabı.'' Dedi ama kitaptan geriye pek de bir şey kalmamıştı.

''Neden, rahatsız mı oldunuz Atilla Bey?'' Atilla tam konuşmak için dudaklarını araladığında çıkan nefesini duydum, gözlerimi açtığımda başka kalın bir ses ''Ben oldum.'' Dedi. Yırtılma yaşadığını düşündüğüm o ses tonu bir kez daha içimde çalkalanma etkisi yaratmıştı. Sesin kime ait olduğunu anlayan sınıf ise derin bir sessizliğe gömüldü.
Zeyd'in sesi sınıfın sesini tümden keserken benim gözlerimde ona dönmüştü. Kalkmaya yeltenir gibi oldu ama o sırada Burçak ona döndü, bakışlarıyla ne konuştuklarını anlamadım ama yaptığı kafa işareti ile Burçağın ayağa kalktığını görmüştüm.

Kalkarken bir an dengesini kaybeder gibi oldu ama bu çok kısa sürmüştü. Gerçekten iyi görünmüyorlardı.

''Ben de rahatsız oldum.'' Tibet testi çöpe attıktan sonra Burçağa doğru ilerledi onunla beraber Samet'te ayağa kalkmıştı. Bunu gören Burçağın yüzü her zamankinden çok daha korkunç bir görüntüye büründüğünde Atilla'nın çektiği ele asıl şimdi ihtiyaç duymuştum. Burçak Samet'e baktı ardından tek kaşını kaldırarak bize doğru dönüp Atilla'ya Samet'i işaret etti. ''Görüyor musun? Kıl kuyruk yine sahibinin peşinden ayrılmıyor.''

Atilla arkasına genişçe yaslanarak kolunu arkamda kalan sandalyeye uzattı ve gülümsediğinde az önceki gergin olan o değilmiş gibi hissettim. Sanki az önce gergin, sabırlı ve öfkeli değilmiş gibi şimdi gülümsüyordu. Bu kadar hızlı duygu değişimi nasıl yaşayabiliyordu?

Dudaklarında ince bir gülümsemeyle sevdiği bir videoyu izler gibi izliyordu, belki de maç. Kafasını aşağı yukarı salladığında Burçak gülümsedi ve kollarını birbirine bağlayarak Zeyd'e döndü. ''İzin var mı?'' Neden böyle bir şey yaptığına dair ufacık bir fikrim olmasa da bakışlarım ürkekçe Zeyd'e döndü. Yüzünde ilk kez gördüğüm gülümseme tehlikeliydi, sol elini Burçağa doğru uzattı ve dudak büzdü. ''Meydan senin.''

Tüm sınıf nefesini tutmuş olacakları bekliyordu. Hepsinin gözünde heyecan ve yanında yer alan endişeyi görebiliyordum çünkü heyecan olmasa da endişe benim gözlerimde de yer alıyordu. Tibet yüzünü arkasına çevirdi ve Samet'e oturmasını işaret etti. ''Begüm senin götünü çok kaldırıyor sanırım Burçak.'' Sesinde alay vardı, Tibet Burçağın karşısına gelene kadar korkusuz adımlar attığında yerime sindiğimi fark ettim. Atilla bunu fark etti ama bir şey dememiş sadece göz ucuyla bakmıştı. Kendimi korku filmi izliyor gibi hissetmiş aldığım nefesleri ana kapılarak azaltmıştım.

Sırada kayarak bana göz ucuyla bakan Atilla'ya yanaşıp fısıltıyla ''Bir şey yapmayacak mısınız?'' diye sordum ama sorumun saçmalığını geç anlamıştım. Zaten Burçağa gaz veren onlardı ama yine de müdahale edebilirler umudu içimdeydi. Atilla keyifli ifadesini bozmadan bana döndü. ''Bir şey yapacağından değil, keza daha önce bizden az dayak yemedi.'' Bakışları Tibet'e kaydığında bahsettiğinin o olduğunu biliyordum. ''Tek derdi artistlenmek, Burçak da ona had bildiriyor.''

Yerime geri kayarak yüzümü tekrar Burçak ve Tibet'e çevirdim ve sessizce olan biteni izlemeye devam ettim. Hala karşı karşıya dikiliyorlardı, geri ya da ileri adım atan olmamıştı. Eh eğer Atilla'nın söylediği gibiyse pek de korkutucu şeyler olmayacaktı ama zihnimde yankılanan Edis'in sözleri birazdan görselle önümde canlanacaksa o zaman çok büyük şeyler olacaktı.

O okulda kan akmadan gün geçmiyor.

Burçak tehlikeli gülüşüne seslice devam ettiğinde git gide gerilmeye başladım, tüm bedenimin kasıldığını hissedebiliyordum. Nedense bunun benimle ilgili olmadığını bilsem de öyleymiş gibi hissediyordum. ''İndirmek ister misin?'' diye sordu Tibet'e.

Tibet'te karşılık verircesine gülümsedi. ''Teke tek olursa neden olmasın, çağırma Dağhan ya da Zeyd'i.'' Burçağın arkasında onları izleyen Dağhan'a korkak bir bakış attı. Dağhan kahkaha atmamak için direniyor gibiydi. Tahmin ettiğim gibi Dağhan'ın kasları bu ekibin yumruğu olduğunu kanıtlıyordu.

Burçak Dağhan'a kaçamak bir bakış atıp keyifle güldü. ''Ne o, yine hastanelik olursun diye mi korktun?'' Şaşkınlıkla dudaklarım aralanmış duyduklarımı idrak etmeye çalışırken en büyük hatalardan birini daha yaptım, tamamen bilinç dışı yine ana kapılarak yapsam da hata hataydı. Yutkunarak hayret ve korkuyla Atilla'ya döndüm ve az önce söylenene hemen kanarak rahatladığım için kendime kızdım.

Bunun hemen ardından bahsettiğim hatayı yapmış ''Onu hastanelik mi ettiniz?'' diye sesli şekilde bu soruyu Atilla'ya yöneltmiştim. Sesim düşündüğümden daha yüksek çıkmıştı ama hissettiğim duygular sesimi kontrol etmemi engelliyordu. Tibet kafasını Burçağın omuzundan eğerek bana baktı, yine dikkatleri üzerime çekmeyi başarmıştım. Sonunda benimle uğraşmıyorlar diyebileceğim bir anda resmen kendimi dilim dilim doğrayıp altın bir tabakta önlerine sunmuştum.

''Evet zeki kız, bu ve arkadaşı olacak serseriler beni hastanelik etti. Kanım hala girişteki kapıda serili halının üstünde.'' Tibet Burçağı tiye alarak yanından yavaşça geçti ve bana doğru yöneldi. Bu sırada Zeyd'in duruşunu dikleştirdiğini, Burçağın da arkasından temkinle yaklaştığını ve Atilla'nın da bana daha çok kaydığını gördüm. Bana doğru attığı her adımda sıraya daha çok sinerek sıra altından Atilla'nın elini tuttum. ''Nedenini görmek ister misin?'' diyerek kahkaha attığında kahkahasını bölen çok daha büyük bir patırtı sağımızdan koptu.

Her şey o kadar hızlı olmuştu ki anların ucundan yakalamasam uçurtma gibi uçup kaybolacaktı. Son anda yakalamış gibiydim her şeyi. Önce Ceyda'nın sırası gürültüyle geriye savruldu. Ceyda Tibet'e atıldı sonra arkasından biri onu belinden yakaladı onu yakalayan Zeyd'di ama Zeyd'den önce harekete geçen Tuna'ydı. Onu Zeyd'in yakaladığını görünce derin bir nefes aldı. Tam bu sırada yanımdan da büyük bir patırtı koptu, sıra geriye benimle beraber savruldu, sesler uğuldamaya başladı. Atilla Tibet'in yakasından tutup bağıra çağıra küfürler yağdırıyordu. Ben neler olduğunu algılayamadan savrulduğum sandalyeden ayağa kalktım. Kimin ne dediğini, küfürlerin nereden gelip kime edildiğini bile algılayamıyordum. Sadece bağırışları duyuyordum, gürültü çok fazlaydı. Kulağım uğuldamaya başlamıştı, gözlerim korkuyla doldu. Kan olan avuç içime kadar titredim. Ellerimi kulaklarıma götürmek istedim ama anın şokunu geçirememiştim. Sadece gözlerim çalışır durumdaydı. Geri kalan tüm duyularım bulanıktı. Gözlerim sadece Ceyda'yı tutan Zeyd ve Defne'yi, Tibet'e yapışan Atilla ile Atilla'yı çekmeye çalışan Dağhan'ı, onlara yönelen Samet'inde önüne geçen Burçağı görmüştü. İkra da Burçağı geri çekmeye çalışıyordu. Gerisini net olarak göremiyordum, portre çekimime sadece bunları sığdırabilmiştim. Gerisi tamamen bulanıktı.

Hangi sesin nereden geldiğini algılayamadığım bu zamanın ortasında nefes alamadığımı fark ettiğimde elimi boğazıma uzattım. İlk defa böylesine korkunç bir kavganın tam olarak içindeydim, izleyicisi değil oyuncusuydum. Burçağın Samet'e kafa attığını önüme düşen Samet'le fark ettim. Burnundan akan kanı gördüğümde kış içimden geçti. Tüm hücrelerim kar altında kalmış gibi soğuk ve hareketsizdi. Gözlerim sadece burnundan yere akan kanına odaklandı, dudağıma gelen uğultular inlemelere dönüştü.

Tam nefes almaya çalıştığımda olan bu durum nefessizlikten damarlarımın çıkmasına neden oldu, elim tekrar boğazıma gitti. Bu sırada göremediğim bir kişinin elini tenimde hissettim. Benim soğuğumun aksine sıcaktı, buz tutan her yerimi ısıtarak o karı eritti ve beni sınıftan çıkardı. Sınıftan çıktığımızı çok geride kalan bu seslerden ve bedenime çarpan benden soğuk havayla anlamıştım.

Yanaklarıma konan sıcak eller ise beni kendime getirmişti, şimdi nefes aldığımı ve içimdeki buzların eridiğini hissediyordum. Gözlerim artık diğer duyularımla beraber kendine geldiğinde önümdeki gözlere baktım, endişeyle bana bakıyordu. Bu sıcak eller elimin üzerinden asla elini çekmeyen Tuna'nın elleriydi. Bakışlarında korku ve panik vardı. Dudakları kıpırdadı 'Vera.' Dedi ama bunu duymadım sadece dudaklarını okumuştum. Hala bağırış sesleri uğultuyla da olsa duyuluyordu. Nöbetçi öğretmen neredeydi hiç bilmiyordum ama korkuyordum. Aralık kalan kapıdan Burçağın Atilla'yı tutmaya çalıştığını gördüm ama o bile bunu başaramıyor görünüyordu. Kapı birden patırtıyla açıldığında sıçrayarak kendime geldim. Sesler duyulmaya ve anlaşılmaya başladı. Dağhan Atilla'yı kol altlarından tutmuş sürükleyerek sınıftan çıkarıyordu, aralık kapıya açılması için omuz atmıştı. Bizim yanımıza doğru gelen Atilla'ya baktığımda yüzünün kıpkırmızı kesildiğini çıkan damarlarını gördüm. Dağhan'ın bağırışlarına bile yanıt vermemiş, hala sakinleşmemişti.

Sakinleşmenin kıyısına bile yaklaşmamış görünüyordu. ''Sıçtık, fena sıçtık.'' Dedi Tuna. Korkudan gözlerimi Atilla'dan Tuna'ya çevirememiştim bile. Atilla'nın içimi rahatlattığı o üç saniyenin ardından ortalık yangın yerine dönmüştü. Atilla olmasa üç saniyede ortalık yangın yerine döner demiştim ama o üç saniye Atilla'nın olmasıyla değişmemişti. Atilla'nın olması o yangını daha da körüklemişti.

Üç saniyelik rahatlık ortalığı yakıp darmaduman etmişti.

Ardına kadar açılmış kapıdan Defne'nin desteğiyle Ceyda çıktığında öfkeden ellerinin titrediğini gördüm. Kapıya sertçe vurduğunda yerimde üçüncü kez sıçramıştım. Tuna'nın gözleri ondaydı, Ceyda'yla göz göze geldiklerinde Ceyda Tuna'ya arkasını döndü.

Tuna bunun ardından koluma yapışıp beni sürüklemeye başladığında onlara bakamadan savrulmaya başladım. En son Ceyda'nın bizden de hızlı adımlarla merdivenin başına gelip terasa doğru çıktığını görmüştüm, kalanını göremeden kendimi kızlar tuvaletinde bulduğumda bilincim ancak kendine geliyor olanlara yetişiyordu.

Kendimle beraber kızlar tuvaletinde bulunan Tuna'ya baktım. ''Tuna burası kızlar tu-''

''Başlatma kızlar tuvaletine.'' Dediğinde ellerini üzerimden çekerek ensesine koydu. Gergince nefes vermişti, yüzünü aynaya döndüğünde yansımalarımız birbirine bakıyordu, kısık sesle bir küfür savurdu. ''Orada sana ettiği imayı bilmiyorsun.'' ona doğru bir adım attım.

Kapıdan terasa çıkartılan Atilla'nın hala küfürleri duyuluyordu. ''Durumun ciddiyetini anlamalısın, onu hastanelik etme sebepleri Ceyda'ya uyguladığı şiddetti.'' Dediğinde her şey yerine oturmaya başladı.

Zihnimde Tibet'in 'Nedenini görmek ister misin?' Sözleri yankılandı. Kaşlarım çatılırken gözümün önünde kırmızı girişteki halı canlanmıştı. ''Yani bana...''

''Evet sana da şiddeti ima etti.'' Dudaklarından yine bir küfür çıkmıştı ve ensesindeki saçları aynı benim gibi stresle çekiştiriyordu. Duyduğum sözlerle ihtiyacım olan nefesi ardı ardına almaya başladım, yine de aldığım hiçbir nefes yetmiyormuş gibi hissediyordum. Her cümlesini anladıkça daha çok nefes almaya ihtiyacım vardı ama kötü olan hiçbir nefesi hissedemememdi. Tibet nasıl böyle bir insan olabiliyordu?

Elim tekrar boğazıma gider gibi oldu bu sırada Tuna bana elini uzattı, uzattığı elini ittirerek kendime geldim. Lavabonun çıkışına yöneldim. Lavabonun kapısına varır varmaz önümde beliren Tibet'in bakışları bana döndüğünde benim de bakışlarım terastan inen merdivenden bize bakan Ceyda'ya döndü. Kendinden geçmiş gibi Tibet'e doğru ilerliyor, öfkeden delirmiş görünüyordu. Arkasından merdivenin başında görünen Atilla Ceyda'yı görünce adımlarını hızlandırdı ve Ceyda'yı belinden yakalayarak uzaklaştırdı. Bu sırada geri adım atarak hemen burnuma giren Tibet'le Tuna da beni belimden arkasına çekmişti. Ceyda'nın beline sarılan Atilla bize doğru gelirken Tuna'ya döndü ve ''Öğleden sonraya kadar Vera'yı sınıfa getirme.'' Tuna ona kaşlarını çatarak baktığında ise anlamadığını fark ederek ''Zeyd öyle istiyor.'' Diyerek Ceyda'yı lavaboya soktu. Tibet suratına kapanan lavabo kapısına bakarken çenesini sıkıyordu, bir an gözleri dolmuş gibi gördüm ama bu sadece bir andı. Yanılmış bile olabilirdim, onun Ceyda'ya baktığında beliren şefkatine inanmak zor geliyordu.

Tuna elimden tutarak beni az önce Ceyda'nın indiği terasa çıkarırken gözlerini Tibet'e dikiyordu. Biz merdivenlerden çıkana kadar, Tibet bakış açısından çıkana kadar göz temasını kesmedi. Sonunda merdivenin başına vardığımızda elimi bırakmış ''Bu basit bir Zeyd kışkırtması değildi. Altında başka bir şey olmalı.'' Demişti.

Yüzünden oldukça düşünceli olduğu anlaşılıyordu, dudaklarını ısırırken gözleri etrafta fıldır fıldır dolandı. Açık hava iyi gelmişti, avuç içimin sızladığını hissettiğimde oraya baktım. Kan kurumuştu, tırnak izlerim avuç içimde sıralanmış çizgiler olarak görünüyordu.

Kırmızı çizgiler.

Kırmızı ağlar.

Birimizin avuç içinde, diğerimizin gözlerinin içinde.

Tuna gibi bende buna neden olabilecek şeyi düşündüm ama ne kadar düşünürsem düşüneyim sebep bulamıyordum, zaten onları ne kadar tanıyordum ki?

Tek düşündüğüm ben ne kadar karşılık veriyor kafa tutuyor olursam olayım, Zeyd ile ne kadar düşmanlıkları olursa olsun bu kadar ileri gitmesinin normal olmadığıydı. Tibet hastaydı, kafası yerinde değildi. Tibet'in kafasını yerinden alan bir şey olmalıydı. Kendinde olmadığını düşünüyordum.

''Okul nasıl bu duruma el atmıyor... hadi el atmıyor ailelere neden hiçbirini bildirmiyor?'' dediğime sadece acı içinde güldü. ''Su içelim mi?'' aldığım havanın beni kendime getirdiğini fark ettiğimde kuruyan boğazım baş gösterdi, kafamı aşağı yukarı salladım. Kantine doğru inmeye başladığımızda komik bir şey sormuşum gibi hala gülümsüyordu. Kantine inene kadar soruma bir cevap alamamıştım, indiğimizde ise sandalyemi çekerek oturmamı işaret etti. Bunu rahatlatmak isteyen, gülümseyen bir ifadeyle yapmıştı.

O kadar hazmetmeye çalışır vaziyetteydim ki almak istediğim hiçbir cevap için bile diretmedim. Tuna bunun farkındaymış gibi bana hazmetmek için zaman tanıdı, dolaba gitti ve iki su alıp yanıma tekrar oturdu, gözleri üzerimdeydi. İfademden hislerimi çözmeye çalışıyor olmalıydı ama bunu zormuş gibi yapmıştı. Aslında oldukça kolaydı, şaşkın ve ürkektim.

Bunun yüzüme yansıdığını da biliyordum. Bakışları değişti, dudaklarından yorgun bir nefes döküldü. Şimdi soruma cevap alacağımı anlamıştım. Getirdiği suyu açıp sakin kalmaya çalışarak sanki az önce olanlara şahit olmamışım gibi içtim.

''Kenan Bey, bazı sebeplerden ötürü ailelere üstü kapalı bilgi veriyor ama daha önce de söylediğim gibi onların pek de aileleri var denemez.''

''Var ama yok mu, gerçekten yok mu?''

''Var ama yok. Okul bazı müdahalelerde bulunuyor ama bununla düzelecek bir şey değil aralarında yaşananlar. Bu durum da Kenan Bey'in elini kolunu bağlıyor.''

Açtığı sudan ufak bir yudum alarak masaya bıraktı, gözleri dalgındı. Kulaklarında Ceyda'nın çığlıkları yankılanıyor gibi hissettim. Aralarında bir bağ varmış ya da bir samimiyetleri varmış gibi hissediyordum. Belki de Ceyda'ya karşı duyguları vardı.

Sesli bir of çekerek etrafıma bakındım, kendimi cinayet çözmeye çalışan ama hiçbir ip ucuna bile yaklaşamayan bir dedektif gibi hissediyordum. Hiçbir şey anlayamıyor, bilmiyor ve tam anlamıyla öğrenemiyordum. Hikâyenin büyük bir kısmı eksikti ve anlamlar bağdaşmıyordu. Sadece bununla yaşamak ve buna katlanmak zorundaydım.

''Delireceğim, gerçekten delireceğim.'' Diye mırıldandım. Kantin fazla sessizdi, sessizliği özlemiştim. Henüz buraya varan başka bir çığlık ya da kavga duyulmadığına göre de fırtına dinmişti. Ya da yenisinden önce sessizliğe bürünmüştü. Gözüm Tuna'nın üzerindeki formaya ve okulun logosuna kaydı. Bu formayı giyen, bu logoyu taşıyan bir kişiye bile güvenmiyor, görmek istemiyordum. Tuna hariç.

Bu dalgın halinin arasından beni fark eden gözleri üzerimdeyken bir elini tekrar benimkinin üzerine koydu ve ben buradayım der gibi sıktı. Sanırım beni gerçekten de kanatları altına almıştı.

''Biliyorum çok zor. Muhtemelen buraya geldiğinden beri cehennem VİP kazandın ama merak etme ben seni elimden geldiğince bu savaştan uzak tutacağım. Güven bana.'' Kafamı kaldırıp minnettar bakışlarla gülümsedim, elimin üzerindeki elini baş parmağımla okşadım. Niyetinin masumane olduğunu biliyor bunu hissediyordum, bu yüzden davranışlarımda rahattım.

''teşekkür ederim Tuna, iyi ki varsın.'' Tuna gülerek ''Ben aynısını söyleyemeyeceğim. Senin yüzünden bok yoluna gideceğim diye korkuyorum.'' Dediğinde ben de gülmüştüm.

Söylediğine gülerken bir yandan da doğruluk payını düşünüyordum, şaka yaptığını biliyordum ama bu şakanın altındaki gerçeklik payından da ürküyordum. 'Merak etme bende seni koruyacağım. Güven bana.'' Tabi becerebilirsem...

Öteki dersin zili çaldığında bu derse de giremeyeceğimi hatırladım çünkü Atilla Bey, Zeyd beyin sözüyle öyle buyurmuştu. Yoktan yere dersten de oluyordum, bir yandan da psikolojik saldırılardan uzaktaydım. Zaten bu kafayla derse girsem de bir şeyler anlar mıydım emin değildim. Muhtemelen diken üstünde durur kurtların arasında kalmış kuzu gibi otururdum. Tuna ''Kahve alayım, terasta oturalım bari.'' Dediğinde yanımdan kalkmıştı, içeri kalabalık dolmaya başlıyordu.

Temiz bir nefese ihtiyacım vardı, sandal ağacı kokusuna ihtiyacım vardı. Temiz orman kokusunu dudaklarımın arasına sıkıştırmaya ve kendime gelmeye ihtiyacım vardı.

Gözlerimi kantinin kapısına diktim, beklediğim yeşil gözlerin yerini ekibin geri kalanı karşılamaya yetmemişti. Zeyd hariç hepsi kantinden içeri girerken çok daha iyi, toparlanmış görünüyorlardı.

Cam kenarına geçerek asık ifadeyle oturdular. Ceyda oturmadan duvara yaslandı onun pek de toparlanmadığını fark ettim. Sertçe yutkunduğunu buradan bile görebiliyordum, öfkesi saklamaya çalıştığı yüzünden okunuyordu. Hepsi öfkeden deliye dönmüşlerdi, o an zihnimde tekrarlandığında ellerim titrer gibi oldu. İlk defa böyle bir şeyi görünce şaşkınlığımı atamamıştım. Evet zorbalıklar oluyordu, kan da dökülüyordu ama birdenbire bu saldırışları, sıraların devrilmesi ve bu kavganın bir iki kişiyle değil tüm sınıfla sonuçlanması beni korkutmuştu.

Kantinde zil çalmasına rağmen sessizlik hakimdi, bazılarının kaçamak bakışları cam kenarında gerginlikle oturan yüzlerdeydi. Önüme bir kahve konduğunda Tuna sandalyesine geri oturdu ve kendi kahvesini de benimkinin yanına koydu. ''Zil çalınca terasa çıkarız.'' Dediğinde kafamı salladım. O da bakışlarını sessizce cam kenarına çevirmişti ve benim aksime dik dik bakmaktan hiç çekinmiyordu. Bu sessizlikle herkesin gözlerini üzerine diktiği cam kenarından bakışlar çekildi, kapıdan bir gürültü çıkmıştı ve herkesin ilgisi oraya yöneldi. Zeyd içeri girmişti, girerken de kapıyı sürtmüştü. Kimseyle göz temasına girmeden su aldı ve parasını vererek muhtemelen benim verdiğim ilacı açıp ağzına atarak suyu kafasına dikledi. O ilacı içerken benim de baş ağrım kendini göstermişti, şakaklarımı ovdum.

''Yıl boyu böyle mi olacak?'' dedim huzursuzca. Tuna sıkıntıyla alnını ovuşturdu. ''Bu kadar sık olur mu bilmem ama...'' devamını getirmedi, dudaklarından devamı çıkmasa da zihnim devamını getirmişti.

''Sen nasıl dayandın iki yıl boyunca?'' dediğimde onun üstüne direkt olarak oynanmadığını unuttum. Bu soruma güldü. Sürekli sorularıma gülüyordu. Bu sorum komik olduğu için mi yoksa aksine soruma üzülüp bunu gülüşüyle gizlemeye çalıştığından mı gülmüştü bilmiyordum. ''İlk zamanlar bende korkmuştum ama zamanla alışıyorsun.'' Kafamı yasladığım kolumdan kaldırarak ona baktım. ''Gerçekten buna alıştın mı?'' Dudaklarını büzerek 'El mahkûm.' Der gibi elini sallayınca kafamı koluma tekrar yasladım.

Kollarımın arası tam bir o harfi gibi görünüyordu, o harfinin arasına küçük bir şey fırlatıldığında bir anlık irkilme yaşadım. Kirpiklerimi kırpıştırarak kollarımın arasına giren kenarı keskin şeyin ne olduğuna baktım. Ağrı kesiciydi, Zeyd yanımdan geçerken gözlerini gözlerime diktiğinde burnuma temiz bir nefes doldu, içime bir rahatlama gelmişti. Sanki sınıftan çıktığımdan beri alamadığım nefesi sonunda alabilmiş gibi hissediyordum. Bir şey demeden yanımdan geçip gittiğinde gözlerimiz ayrıldı, Zeyd'de mimik oynamamıştı ama onu aratmayan Tuna pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Ben ise aynı onun bana attığı anlamaya çalışan bakışlar gibi bir bakış atıyordum arkasından. Görmese bile hissettiğini düşünüyordum.

''Sen nasıl okul birincisisin kızım.'' Dedi Tuna. ''Sen ona vermiştin o da sana verdi işte.''

''Neden böyle bir şey yapsın ki?'' diye mırıldandım. Tuna suyumu uzattığında kapağını da açmıştı, ilacı içip suyu kafama dikledim. Tuna sorumu duysa da bir cevap vermedi ve zil sesi kantini doldurdu. Cam kenarındaki kalabalık ayaklandı, Ceyda ise yere hala dalgın ve öfkeli şekilde bakıyordu. Zeyd'in onu dürtmesiyle kendine geldi. Zil sesinin kantinde diğer yerlerden daha çok duyulmasından ötürü bizim de hoparlöre daha yakın oturmamızdan ötürü kulağımın çınladığını hissettim, baş ağrım zaten tavandaydı. Yüzümü buruşturdum.

Tuna kahvesini alarak bana işaret yapınca kahvemi alarak onunla kantinden çıktım ve terasa yürümeye başladım. Tuna benim aksime kahveyi gayet rahat taşıyordu ben ise hala dökme korkusuyla taşıyordum ve bu okulda kahve yere değil genelde birilerinin üzerine dökülüyordu.

Terasa çıktığımızda temiz hava yüzüme çarptı, gözüme teneffüste oturduğumuz puflar çarptığında Tuna'yı yine peşimden oraya sürükledim. Bu köşeyi sevmiştim, Zeyd'i izlediğim yer karşımda boş göründü, o boş olsa bile gözümde Zeyd'in orada oluşu canlanıyordu.

Henüz hiçbir şey olmadan bu bağlantı kendimi kötü hissettirdi. Kendimi platonikler gibi hissediyordum, ona adım atmak istiyor bir yandan da ondan olduğum uzaklığa bir adım daha geri çıkarak daha fazla uzaklık katmak istiyordum. Bana ileri adım attıran orman yeşili gözleriydi, o gözler bana bakmadığında ileri giden adımlarım geri adım atıyordu.

İkimiz de kendimizi armut koltuğa attığımızda Tuna bana döndü. ''Akşam motor yarışı varmış.'' Bunu söylerken yüzü düşmüştü, bardağın içindeki kaşıkla oynarken gözü kahvenin köpüğüne daldı. ''Hep oluyor.'' Diyerek kahvemden bir yudum aldım. Ardından kahveyi üşümüş ellerimle sardım. Tuna da kahvesini yudumladı ardından köpük olmuş dudağını yalayarak temizledi. ''Ödül de varmış.'' Murat sayesinde birçok farklı yarış alanlarına katılmıştım. Bunlar yasal olmayan yarışlardı ama ailem yasal olmayan kısmını bilmiyordu. Murat'ı gördüklerinde tahmin ettikleri için birçok kez onlara doğru söylerdim. Bu sebeple bana güvenir izin verirlerdi ama Murat'tan hiçbir zaman hazzetmemişlerdi. Bu zamana kadar Murat'la girdiğim hiçbir yarışta ödülün ne olduğunu öğrenemediğim için merakım içeride tohummuş gibi zamanla büyümüştü. Tuna'nın bu büyüyen tohumuma su verebileceğini düşünerek ''Ödülün ne biliyor musun?'' diye sordum. Cevap alma umudum yüzümden okunuyor olmalıydı. Tuna başını sağa sola salladığında umudum yerle bir oldu, yeşeren tohumumun başı yere eğildi.

Şimdiye dek tahminim yüksek miktarlı bir para ödülüydü ama bunu bu kadar saklıyor olmaları aklımda soru işaretleri bırakıyordu.

''Tahminim var ama bana kalsın.'' Diyerek kahvesinden bir yudum daha aldığında yüzünü inceledim. Israr etsem de cevap vermeyeceğini hissetmiştim, tohumuma daha fazla merak kattı ama yine de ısrar etmedim. Onun da diğerleri gibi üstü kapalı konuşmasından şüphelenmedim diyemezdim ama üstüne de gitmek istemiyordum. ''Bu akşam Burçaklar bize gelecek.'' Dediğimde boğazına kaçan kahve ile öksürmeye başladı. Bunu beklemediğim için gözlerim irileşmiş elim sırtına uzanmıştı.

Elini gerek yok dercesine salladığında sırtımı armut koltuğa geri yasladım. Sanırım böyle bir günün ardından bize geleceklerini tahmin bile etmezdi, bende etmezdim. Öksürmekten rengi değişmişti ve bu komik görünüyordu. ''Ne demek Burçaklar akşam bize gelecek, niye geliyormuş?''

''İş için, babalarımız görüşecek. Burçakta geliyor.'' Tuna hayretle kaşlarını kaldırdı. Buna neden bu kadar şaşırdığını anlamayarak ona sorgular şekilde baktım. ''İyi de akşam yarış var. Asla kaçırmaz.'' Dudak büzerek omuz silktiğimde düşünceli bakışları kahvesine düştü. Belki de akşam bu sebeple bize gelmezdi. Sadece Kenan Bey gelecek ve oğlu için bahane uyduracaktı.

''Sadece Zeyd ve Burçak mı katılıyor?'' Kafasını sağa sola sallayarak biten kahve bardağını büzüştürdü. ''Genelde ikisi katılır ama diğerlerinin de katıldığı oluyor. Atilla ve Dağhan genelde araba yarışlarını tercih ediyor, onlar genelde araba yarışlarına giderler ama bu gece hepsi katılacak diye duydum. Samet ve Esel de giriyormuş.'' Önceki gece girdiğimiz yarışta Tibet'in yanında Samet'in motoruna bindiğini gördüğümü hatırladım. Demek ki önceki yarışta onlardan sadece Samet katılmıştı.

Atilla ve Dağhan'ın arabayla gelip gittiklerini gördüğüm için bu duyduğuma pek şaşırmadım. Araba yarışına daha önce hiç katılmadığım için o heyecanı hiç tatmamıştım ama o tadı da almayı oldukça isterdim. Tuna bitmiş kahvesini çöpe attıktan sonra ben de kahvemin sonunu içtim ve çöpe fırlattım. Bu sırada açılan teras kapısından parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigara ile bir öğretmen çıktı. Gözleri anında bizi bulmuştu. Tuna sessizce ''Eyvah.'' Dediğinde öğretmen ''Çocuklar, siz neden derste değilsiniz?'' diye sordu.

Tuna apar topar kalkarken bende ona ayak uydurarak kalktım. ''Affedersiniz hocam, sohbete dalmışız.'' Berbat bir yalandı, Tuna koluma yapıştığında beni çekiştirmesine izin verdim ve öğretmenin yanından geçip merdivenlerden inmeye başladım. Sınıfın kapısına vardığımızda Tuna kafasını olumsuzca salladı. Atilla erken gelmememizi söylemişti, ortalığın durulması için bunu söylediğini biliyordum. Zeyd beni mi yoksa kendi arkadaşlarını mı korumaya çalışıyordu anlamasam bile ucunda bana dokunan bir iyilik vardı.

Kapının ardından gel sesi duyulduğunda Tuna kapıyı açtı ve öğretmene gülümseyerek sırasına yöneldi. Zeyd'in çatık kaşlarının altında kalan yeşil gözleri Tuna'ya ardından bana baktığında ben de Atilla'nın önüne gelmiş açtığı yerden sırama yerleşmiştim. İçeri girerken adımlarımı ağır atmıştım, bu gergin ortama girmeyi istemediğimden bir saniye bile olsa kazanmaya çalışıyordum. Yerime otururken omuzunun üzerinden bana dönen Tibet'i de kontrol etmiştim. Yüzünde yaralar oluşmuştu ama hala şerefsizce gülümsüyordu.

Bir süre sonra önüne döndüğünde kitabımı çıkarmak için çantama yöneldim, fermuarını açtım. Çantamın içine uzattığım kolu Atilla yakaladıktan sonra bana dönerek ''Neden geldiniz?'' diye sordu. Çatık kaşlarla bana bakıyordu.

''Öğretmen yakaladı, mecbur geldik.'' Bundan memnun olmasa da kafasını aşağı yukarı sallayarak elimi bıraktı. Ders boyunca kalan zaman dilimi sessizdi, sanırım beklediklerinden erken ortalık durulmuştu. Zaten dersin yarısında geldiğimizden çok da uzun sürmeden zil çalmıştı.

Öğle arası girmişti, boşuna masaya çıkardığım kitabı çantama geri koydum. Tuna Atilla'nın kalktığı yere oturarak ''Açlıktan öldüm, kahve bile işlemedi.'' Dediğinde kıkırdadım. Bana da pek işlememişti, kahvaltı yapmadığımdan karnım guruldamak üzereydi.

Uzattığı eli tutarak sınıftan tekrar çıktığımızda sadece on dakika için in çık yaptığımızı fark ettim. Terastan indikten on – on beş dakika sonra zaten öğle arası girmişti.

Kantine indiğimizde Tuna ile yiyeceklerimizi seçip parayı uzattık. İkimizin de sadece birbirimizle ilgilenmesi, kimseyle uğraşmak istemediğimizin göstergesiydi. Neyse ki yemeği alıp yerimize oturana kadar kimseyle uğraşmamıştık. Yemeğimizi yedik, içeceklerimizi de keyifle içtik. Kendimi gerçekten okulda gibi hissettiğim sayılı anlara biri daha eklenmişti.

''birkaç hafta sonra sınavlar başlıyor ya, ağlamak istiyorum.'' Bana yavru bakışlar atarak meyve suyu pipetini dudakları arasına çektiğinde güldüm. ''Hazırlanmana yardım ederim.'' Yüzündeki neşeye bakılırsa yardımıma ihtiyacı vardı. ''Gerçekten mi?''

''Gerçekten.''

Bileğimdeki saate bakarak zilin yaklaştığını gördüm, yemeğimizi bitirmiştik. ''Sınıfa çıkalım.'' Diyerek ayaklandığımda Tuna da ''Çıkalım.'' Diyerek benimle beraber ayaklandı. Kimseyle göz teması kurmadan kazasız belasız buradan da çıkmıştık.

Merdivenin başında Tuna ''sen geç, geliyorum.'' Diyerek lavaboya girdiğinde ben de sınıfa tek girmiştim. Sınıfın içi boş denilebilirdi azdı ama en tehlikeliler içerideydi.

İçeri girer girmez Hazal'ın diğerlerine hararetle anlattığı görüntü gözlerimin önündeydi. Ben geldiğimde dikkati dağıldı, sesi kısıldı ve gözlerini üzerime dikti. Ona aldırmadan yerime geçerek ince paragraf testimi çıkardım. Hazır Tibet'te yokken rahat çözebileceğimi düşünmüştüm ama şimdi bu düşünceme içimden bir kahkaha atıyordum.

Hazal'ın beni rahat bırakmasını içten içe dilerken yanıma oturuşunu izledim. Artık sinirlerim önden teşrif ediyordu. Onları gördüğümde sinir yükleniyor bir olay yaşandığında patlıyordu.

''Hazırlıklı gelmişsin.'' Dediğini duydum. Arkasında kalan Buğlem ve Begüm'ün sessiz gülüşlerini duyabiliyordum. Hazal'ın sesinden akan keyfi de duyabiliyordum.

''Çok merak ediyorum götünüz de kurt mu var?'' diye mırıldandım kendi kendime. Tuttuğum kalemi sıkıyordum, şu an tek dayanak noktam oydu.

''Ne?'' dediğinde beni duyduğunu ama söylediklerimden tek kelime anlamadığını anladım. ''Bırakırsan evet geldim ve çözeceğim diyorum.'' Dediğimde ''Ya bırakmazsam?'' dedi.

Dudaklarımı ısırdım, ''Mesela...'' diyerek önümdeki testi birden kaptığında gözlerimi yummuştum. ''Bende Tibet gibi testini yırtsam ne yaparsın?''

''Hazal, bak canım zaten burnumda.'' Diyerek gözlerimi araladım, çoktan sayfaları yırtmaya başlamıştı ve o her sayfayı yırttığında beynime kan fışkırıyordu. ''Şımarma.'' Dedim dişlerimi sıkarak. Sabır, sessizlik, sakinlik ne varsa o duyguları tamamen unutmuştum ve bu sadece iki gün içinde olmuştu.

Ayağa gürültüyle kalktığımda Hazal gülerek kaçarcasına sınıfın diğer ucuna gitti, sonra kapıya doğru koştu. ''Başka test çöz istersen bak bu da yırtıldı.'' Diyerek testi yırtmaya devam ettiğinde ona yaklaşmıştım ki içeri giren Tuna tam aramıza da girmiş bulundu.

Ne olduğunu anlamak için önce bana ardından Hazal'a döndüğünde elindeki testi görmüş her şeyi kavramıştı. Gözüm Tuna'nın açtığı kapıdan duvara yaslanıp bizi izleyen Tibet'e kaydığında bunu ona onun yaptırdığını anladım. Hazal ile aramda duran Tuna bana ''Sakin ol.'' Diye fısıldadı. Onu dinlemeden Hazal'a atıldım. Sanki çok eğlenceli bir oyunun içindeymiş gibi sevinç çığlıkları atmıştı. Bu avucumu kanatan tırnakları ona geçirmek istiyordum.

''Nasıl sakin kalayım, görmüyor musun?'' diye fısıldadım ama öfkem fısıltımdan bile fışkırıyordu. ''Görüyorum, testi alacağım bana bırak.'' Dediğinde gözlerindeki bakışa güvendim, ona güveniyordum. Kendimi sakin kalmaya zorladım. Tuna Hazal'a ilerlediğinde, Hazal hala gülerek testi yırtmaya devam ediyordu. Aptal çözdüğüm kısımları yırttığının farkında değildi, çözmediğim kısımlar testin öbür tarafındaydı.

Tuna Hazal'ın yanına vardığında tam da söylediği gibi tek hamleyle Hazal'ı kandırıp testi elinden kaptı. Boyu Hazal'dan uzundu. ''Rahat bırak kızı, yılanın başı.''

Hazal gülümsemeye devam ediyordu. ''Dikkat ette sokmasın seni o yılan.'' Tuna samimiyetsiz bir gülüşle karşılık verip testi bana uzattığında ona teşekkür ederek yerime geçtim. Zil çalmıştı, herkes sınıfa gelmeye başlıyordu ama hiçbirinin az önce olanlardan haberi olmayacaktı.

Gözlerimi yara olan avuç içime çevirdim, eğer etrafa bakarsam Hazal'ın gözlerine değebilirdi gözlerim ve bu onun üzerine atlamam için son nokta olabilirdi. Sınıfa giren kalabalıkta gözüm karartıyla kapıya doğru çevrildi. Atilla'nın ve Dağhan'ın siyah kıyafetleri dikkatimi çekmişti. Diğerleri sınıfa ardı ardına girerken gözleri önümdeki yırtık teste, aldığım derin derin nefeslere ve birbirlerine baktılar. Onlara kimse söylemese de ben testi kaldırmadan geldikleri için az önce olanları hepsi anlayacaktı. Ceyda ve Zeyd kaşlarını çatarak birbirine bakmıştı, onların arasında geçen bu dili bilmediğimden yanıma gelen Atilla'ya baktım. Yanıma meraklı gözlerle oturdu.

''İyi misin?'' kafamı aşağı yukarı sallayarak ona çarptım ve sıramdan kalkıp Hazal'a bakarak testi çöpe attım. Bu testi çözme isteğim onun pis elleri değdiğinde zaten kaçmıştı. Testi çöpe atışımı gören Tibet gülümsedi ve sırasına oturdu.

Sınıfa herkes girdikten bir süre sonra öğretmen de girdiğinde içeride yine bir sessizlik oluştu ama gözler yine etrafta savaş halindeydi. Giren öğretmenin tahtaya yazdıkları, anlattıklarının hiçbiri aklıma girmedi, dikkatimi bile çekmedi. Kendime burada olma sebebimi tekrar ediyordum. Şu an ki durumumuzu ve geleceğim için burada olduğumu kendime sürekli hatırlatıyordum.

Bunu yaparken etraftan üzerime gelen alıştığım, pardon alışmak zorunda kaldığım, tehditkâr ve rahatsız edici bakışlar yine devam ediyordu ama en azından ders sessiz geçmişti. Son derse kadar bu sessizlik garip bir şekilde devam etmişti. Gözler konuşmaya tehdit savurmaya devam etti ama o tehditlerin hiçbiri dile dökülmedi. Bu da bana şimdilik yetmişti.

 Bu da bana şimdilik yetmişti

Tuna Maral

 

Loading...
0%