Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@byzloey

Dans bitmişti, aradan neredeyse bir- iki saat geçmişti.

Eve dönmüştük, herkes sarsılarak yürüyordu. Tek sağlam kalan Ceyda'ydı. Dağhan içkiyi fazla içmiş o da dengesini kaybetmişti, diğerleri ise içmeye alışkın değildi. Anında dağılmışlardı, İkra Burçağı zor tutuyordu. Tuna ve Ceyda Dağhan'ın kolu altına girmişti. Defne'de Atilla'yı taşıyordu. Ben ise... onlara kapıları açıyordum.

İçeri de hala boya kokusu vardı, yataklar ortadaydı. Hepsi yan yanaydı.

Hepsi mırın kırınla yatağa girdiğinde kızlar hepsinin üstünü tek tek örttü. Zeyd'de en arkada sallanarak geliyordu, dengesi yoktu. Bir yerleri çarparak, sersemlemiş şekilde merdivenleri çıkıyordu.

Sonunda diğerleri erkekleri yataklarına yatırdıklarında kahve içme kararı alarak mutfağa geçtiler, ben ise Zeyd'in yanına gelmiş kolunu omzuma atarak ona destek olmuştum.

Yüzünü bana döndü ve saçıma yaklaşıp derin bir nefes çekti. Merdivenden çıkarken fazla zorlanmamıştım, Zeyd ağırlığını bana vermiyordu.

Üst kata geldiğimizde, açık camlardan dolayı buz kestiğini fark ettim. Zeyd'i yatağa bırakıp koşarcasına camı örttüm. ''İlk içmene göre iyi ayakta durabiliyorsun.'' Dedim gülümseyerek.

'' Senin sayende.'' Diye mırıldandı. Eli kazağına gitti ve çıkarmaya çalıştı, ama kazağın boğazı bisiklet yakaydı. Çıkaramıyordu, etrafa çekiştirirken söylenmeye başladığında bu haline güldüm.

''Çıksana işte sikeyim senin gibi kazağı.'' Elini boğaz kısmından kazağın uçlarına indirdi ve kaldırdı ama hızlı davrandığı için yatakta geri düşmüştü. ''Hay senin...''

Derin bir nefes aldığında böyle uğraşmasını izlemeyi kesip omuzlarından doğrulttum ve kazağın uçlarından çekip üzerinden çıkardım. ''Pijamaların nerede?''

Kafasını sağa sola salladı. ''istemiyorum.''

''Ne giymek istiyorsun?'' diyerek ona döndüm. Tekrar kafasını sağa sola salladı. Karanlık olduğu için etraf sadece dışarının aydınlattığı kadar görünüyordu.

''hiçbir şey. Çok sıcak.''

''Kıştayız Zeyd.'' Bu dediğime güldü. '' ama sen yanımdasın.''

Gözlerimi devirerek dolabına ilerledim ve bulduğum ilk üstü çekerek yanına oturdum. Böyle uyursa üşütürdü, sıcak falan değildi. Üst kat buz gibiydi.

''Hadi inat etme.'' Diye mırıldandım ama ellerimi ittirip sadece söylendi ve giydirmeme izin vermedi. Elini çeneme koydu ve okşamaya başladı. ''Ben sanırım yarını bekleyemeyeceğim.'' Diye mırıldandı.

''ne için?''

Avuç içi sıcacıktı, elini çekti ve dış tarafıyla okşamaya başladı. ''Bana karşı hislerini öğrenmek için.''

Yarına yazmamız gereken yazıdan bahsediyordu. ''Hadi şimdi yazalım.'' Dedi gülümseyerek.

''Kâğıt kalem nerede?'' söylediğime yine güldü. Kafasının tamamiyle yerinde olmadığı belliydi.

''yarın yazarız, şimdi birbirimize söyleyelim.''

''neden ne acelesi var?'' elleri yanağımdan tekrar boynuma kaydı. Derin bir nefes aldı. ''Bazıları için hissetmektir önemli olan, duyguları. Benim içinde kelimeler önemli, kelimeleri severim. Birden çok anlamı vardır, yani birden fazla değer içerir. Benim için kuracağın kelimeleri duymak istiyorum.''

Kelimeleri severim, birden çok anlamı vardır...

''Zeyd.''

''Söylemeye başlamadığın her saniye için seni öpeceğim.'' Elleri boynumdan dudaklarıma çıktığında dudaklarında bir tebessüm oldu.

''Yazmadan önce düşünmem gerekli ama öyle aceleye gelmemeli.'' Diyerek kaçmaya çalıştım ama diğer elini belime sardığında kaçamayacağımın imajını bana vermişti.

''Bana olan hislerin beş saniye sonrası ya da beş saat sonrasında değişmez, sevgilim. Ne hissedersen her an hissedersin. Başlıyor musun yoksa...''

İkinci kez, sevgilim...

Boğazımı temizledim ve hafif tebessüm ettim. Değişen şey hislerim olmayacaktı, kelimelerim olacaktı ama ona fırsatım yok gibi görünüyordu.

''Sanırım sen sadece aşk hakkındakileri bugün öğrenmek istiyorsun.'' Diye mırıldandım. Kafasını sağa sola salladı. ''En başından öğrenmek istiyorum, tanıştığımız günden bugüne...''

''Bunları yazmayı düşünmüyordum yalnız...'' dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında ''Tamam tamam.'' Diyerek güldüm. O da güldü ve öbür yanağımla oynamaya başladı. Eh bu şekilde biraz zor görünüyordu ama ilk zamanları anımsayarak anlatacaktım.

''İlk görüşmemiz, yani arkana aniden atlamam... Murat yüzündendi, seni terlemiştim hatırlıyor musun?'' diyip güldüm. Kafasını salladı ve hafifçe tebessüm etti.

''Sadece gözlerini görmüştüm, karanlıkta bile parlıyordu. Çok güzeldi. Ertesi gün okula geldiğimde, gözlerinden tanıdım seni. Bakışların keskindi, bana ormanları anımsatıyordu. Bazen güldüğünde ya da güneş vurduğunda ise nehirlere benzetiyordum. Tek bir kelimeyle tek bir yerle anlatamıyorum güzelliğini.'' Dudaklarındaki tebessüm genişledi.

''Bir insan bu gözlerden neden vazgeçmek ister ki?'' diye fısıldadım. Nefes alışverişim hızlanıyordu.

''Tabi sizi tanıdıktan sonra korkmadım desem yalan olurdu, en başta da Dağhan'dan malum kalıp gereği.'' Tekrar güldüm.

''Sonra diğerleri hakkında internette okuduğum yazılar ve okulda gördüklerimle bu yılın bana cehennem gibi geçeceğine emin olmuştum. Tek yanımda olan Tunaydı, o da tek başına Hazal ve Tibet'le baş edebilecek gibi durmuyordu. Bu kadar kanlı bir geçmişe sahip olduğunuzu da bilmiyordum. Tek isteğim aranızda kalmamaktı ama İkra'yı gördüm. Uyuşturucu aldığı gün, o zamana kadar senden gözlerimi alamadığım doğru, çünkü sende bana bakıyordun.''

''Sadece bunun için miydi?'' dedi gülümseyerek. ''Bilmem...'' diyerek güldüm.

''Ama birçok sebepten hep yan yanaydık, Geldiğim ilk günden beri biriniz mutlaka yanımdaydı. İster istemez size ısınmıştım, yanlış insanlardınız halbuki. Yani o zaman buna inanıyordum... ama şimdi görüyorum ki hayatımdaki en doğru şey sizsiniz.'' Elini yanağımdan eline indirdi, belimdeki eli belimi okşamaya başladı.

''Bana sırtınızı döndüğünüzde hayatımda yaşadığım en kötü anlardan birini yaşadım, nasıl bir günde değişebilirdiniz ki? Sevseniz kıyamazdınız diye düşündüm, meğer başka sebeplerdenmiş yaptığınız.'' Kafasını aşağı yukarı salladı.

'' Diğerlerinin yaptığı her şey beni hemen mutlu ediyordu, üzüyordu da. Ama sen... her şeyin sonu sana çıkıyordu. Her hareketimden önce sana bakıyordum, senin ne yapacağına ne yaptığına, nerde duracağına. Gözlerin üzerimdeyken kendimi güvende hissediyordum. Git dediğinde bile gelip izlemiştin, inmemek için kendimi çok zor tutmuştum. Kendime sana kırgın olduğumu hatırlatıp durdum. Çünkü seni bir gün geçmesine rağmen özlemiştim.''

''Seni bugün istediğim kadar öpemedim.'' Dedi birdenbire.

''ne?'' konudan bağımsız söylediği şeyle afallayarak ona baktım. ''Sen Vera, buraya geldiğin ilk günden, seni gördüğüm ilk günden beri.'' Elimi tuttu ve kalbine götürdü.

''Buradaydın, kim olduğunu bilmiyordum. Sevgilin var mıydı, yok muydu? Nasıl biriydin bilmiyordum. Umurumda da değildi, seni ilk gördüğümde gözlerin gözümün önünden gitmedi. Eve geldiğim gece yatağıma yattığımda gördüğüm mavi göz senin gözlerindi sanki. Her gece aynı gün aynı saat aynı dakika tekrar başa sarıyordu, kafamda canlandırmaktan hiç sıkılmadığım tek sahneydin.'' Diye mırıldandı. Derin bir nefes aldı ve bana doğru yatakta biraz daha kayıp aramızdaki mesafeyi kapattı.

''Sonra dediğin gibi her ne sebepten olursa olsun yan yanaydık, senden kaçmak artık mümkün değildi. Ama sana olan aşkımın sönmesi de mümkün değildi. Tuna beni uyarmaya geldiğinde senden uzak duramayacağımı anladı. Seni muhtemelen o yüzden bizden uzaklaştırmıştır. Çünkü sen bana her yaklaştığında...'' yüzünü kulağıma ve saçlarıma doğru yaklaştırdı. ''her kokunu duyduğumda...''

Tekrar nefesimin kesildiğini hissettim. Beni nefessizlikten öldürecekti, kesinlikle beni öldürmek istiyordu.

''Tek arzuladığım sendin, elini tutmak, beraber uyumak, sarılmak, beraber ağlamak, gülmek hepsi istediğim şeylerdi. Her gece aklımda biri canlandı, sabırla bekledim. Kabul olan tek duamdın, hepsine bedeldin.''

Yüzümü şaşkınlıkla ona çevirdiğimde dudaklarımız birbirine değdi, gözleri kapalıydı. Ben döndüğümde açıldı ve kirpiklerini hızlı hızlı kırpıştırdı.

''Her gece hepsine yetecek hayal kurdum, sadece öptüğüm anlar yetmedi. Çünkü sadece benim değil senin de nefesini kesmeliydi. O yüzden seni bugün istediğim kadar öpemedim.'' Diyerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı, belimden daha çok çektiğinde nefesimin kesildiğini daha çok hissettim.

Ellerim refleksle çıplak omuzuna yerleşmişti, ellerimden birini yanağına çıkardım, onun gibi okşadıktan sonra göz kapaklarına çıkardım. Sıcacıktı, yanıyordu.

Sonunda dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında ikimizde nefes nefese kaldık. ''Hep çok sıcaksın...'' diye fısıldadım.

''Aşkından tutuşuyorum.'' Dedi gülümseyerek. Yarı ciddi yarı alaylıydı, ellerimi tekrar yanaklarına indirdi. ''Seni ölene kadar da öpsem, istediğim kadar öpmüş olamayacağım.'' Diye fısıldadı.

''Benim itirafım seninkinin yanında günlük yazısı gibi kaldı.'' Dedim gülerek. O da güldü, dudaklarını ısırdı. Yorganı çekti ve bana yatağı işaret etti. ''Üzerini değişecek misin?'' Kafamı sağa sola salladım. İkra Teyzem 'den Ceyda'lardı kalacağız diye izin almıştı.

Çünkü bu halde eve gitmemiz çok zordu, teyzem başta izin vermemişti ama Ceyda'nın yalakalıklarına dayanamamış bu seferlik izin vermişti. Teyzemin verdiği tavizlere git gide daha çok şaşırıyordum.

Açtığı yorganın arasına girdim, o da yanıma kıvrılıp kolunun birini başımın altına diğerini de belime sardı. Beni kendine çekti ve yüzünü göğsüme gömdü.

Eli belimi okşuyordu, bu oldukça hoşuma gittiği için dudaklarımda tebessümle bende yüzümü saçlarına gömdüm. ''İyi geceler, nefha.'' Diye fısıldadı.

''İyi geceler orman kralı.'' Diye fısıldadım saçlarında ellerimi gezdirirken, ardından saçlarına bir öpücük kondurup gözlerimi yumdum.

ERTESİ GÜN

'Aşktı yarayı yapan, herkes için öyleydi en azından. İnsanlar aşkı açık bir yara gibi görürdü, bazen de açtığı yarayı kapatan bir merhemdi. Belki de öyleydi, ama benim için yarayı oluşturan şey ihanet merhem olan şey ise aşktı.' Son cümleyi de yazdıktan sonra kalemi elimden bıraktım.

Kağıdım bitmişti, yazmam gerekenler de öyle. Dosyayı kapattım ve elime alıp kütüphaneden çıktım. Sabah hepimiz erken uyanmıştık, Zeyd ise hala uyuyordu, yanağına bir öpücük kondurup yanından kalkmak zorunda kalmıştım. Tuna ile okula gelmiş bugün yazmamız gereken ödevi yazmıştım.

Zeyd'inkini de yazmak istemiştim ama zamanım yetmemişti, kendimden beklemediğim bir performans ile dilimden çok güzel kelimeler dökülmüştü. Tabi dökülen hiçbir şey benim aşkımı ifade edemezdi.

Kütüphaneden çıkar çıkmaz zil çaldığı için sınıfa çıktım, kapı çoktan öğretmen tarafından kapanmıştı. Kapıyı sakince tıklatıp içeri girdiğimde öğretmen çantasını masaya koymuş bana dönmüştü.

''Geç hadi.'' Öğretmene gülümseyerek Atilla'nın yanına geçtim. ''Evet çocuklar Zeyd-'' dediği sırada kapı tıklandı.

''Gel.'' Kapı açıldığında elinde kağıtlarla içeri giren Zeyd göründü.

''Bende tam senden bahsediyordum.'' Zeyd öğretmene kafa sallayarak boş sırasına ilerledi, gözü anında bana dönmüştü. Dudaklarına bir tebessüm yaydı ve kağıtları sıraya bırakıp köşeye yayıldı.

''Evet, umarım yazılar hazırdır çocuklar. Eğer yetişmediyse iki gün daha verebilirim ama bugün yetişirse daha iyi olur.'' Öğretmen ikimize de baktığında ben ''yetiştirdim.'' Dedim, Zeyd'e döndüğünde o da kafasını salladı. Ne ara uyanıp yazmıştı ki? Belli belirsiz bir şaşkınlıkta ona bakarken göz kırparak önüne döndü.

''Ne ara yazdı lan.'' Diye fısıldayan Atilla'ya hak vererek ona bakmayı sürdürdüm. O ise önündeki sayfaya bakıyordu.

''Öyleyse kim başlamak ister?'' diyerek bize dönen öğretmene baktım. Zeyd benden önce davranarak ''Vera başlasın'' dedi. Ben de tam onun başlamasını isteyecektim.

''başla bakalım Vera.'' Mahcup ifadeyle dosyayı açtım ve önce kin, acı ve ihanet hakkında yazdığım bir sayfayı okumaya başladım.

''İhaneti bir insan neden isteyerek yapar? Sevmediğinden mi, zarar görmesini istediğinden mi? Yoksa zorunluluktan mı? Eğer ihanet iyiliğimiz içinse yine de ihanet olur mu? Peki ya verdiği, hissettirdiği acı? Terk edilmişlik, bildiğiniz gerçeklerin birer birer yalana dönüşmesi. Bu acıyı hak edecek ne yapabilir bir insan? Peki ya ihanet edene kin tutana ne demeli? O da mı hiç sevmiyor, yoksa o da iyiliği için mi kin tutuyor? Peki hangi iyilikten bahsediyoruz, kendi iyiliğimizden mi? Yoksa karşımızdakinden mi? Peki bu durumda hangimiz suçlu oluyoruz? Galiba ikimizde suçluyuz, çünkü ikimizde birbirimize bir şekilde ihanet ediyoruz. İhanet artık o kadar alışılmış ki, bazıları ettiğinin bazıları ise uğradığının farkına varmıyor artık.''

Duraksayıp derin bir nefes aldım, sınıfta ölüm sessizliği dönüyordu. Gözlerimi öğretmene kaldırdığımda dudaklarının aralandığını fark ettim. ''Açık konuşmak gerekirse bu kadar iyi beklemiyordum.''

Dudaklarımda geniş bir gülümseme belirdi. ''Kızım içine Zeyd mi kaçtı senin?'' diye fısıldayan Atilla'ya güldüm ve diğer sayfaya geçtim. Nedense heyecandan elim ayağım titriyordu. Neden bu kadar gerilmiştim bilemiyordum ama herkesin gözünün üzerimde olması hiç yardımcı olmuyordu.

Derin bir nefes aldım ve diğer sayfaya geçtim. Yani Zeyd'i anlattığım sayfaya.

''İnsanın aşkı temsil ettiğini düşündüğü bir rengi olmalıydı hayatta, belki kırmızıydı. Tutkulu bir aşkı sembol ederdi. Belki beyazdı, masum bir aşkı sembol ederdi. Benimki de yeşildi, bazen ormanları sembol ediyordu bazen ise nehirleri. Her ikisinde de hayat vardı, bazen karanlık bazen de aydınlık bir hayat. İkisinde de kaybolabildiğim bir hayatım vardı onunlayken. Aşk zaten içinde kaybolduğumuz bir labirentten ibaret değil miydi? Bu labirentte aşkla her duyguyu tadardık, bazen de yaralanırdık. Aşktı yarayı yapan, herkes için öyleydi en azından. İnsanlar aşkı açık bir yara gibi görürdü, bazen de açtığı yarayı kapatan bir merhemdi. Belki de öyleydi, ama benim için yarayı oluşturan şey ihanet merhem olan şey ise aşktı.'' devamını okumadım durdum ve bakışlarımı kâğıttan kaldırdım. Öğretmen yeterli olduğuna dair kafasını salladığında gülümsedim ve kâğıdı dosyaya bıraktım. Zeyd'in bakışları bana döndü, genişçe gülümsedi ve masanın üzerinde ki kağıdı bana dönük vaziyetteyken alıp okumaya başladı, anladığım kadarıyla yazısına aşk ile başlamıştı.

'' İnsan her duyguyu tadabilirdi tek başına, yalnızlığı, mutluluğu, sevgiyi, şefkati. Belki bir hayvana, belki bir bitkiye belki de bir suya. Birçok şeye her duyguyu hissedebilirdi elbet. Sadece bir duyguyu kendi başına hissedemez, kendi kendine öğrenemezdi. Kalbinde, aklında, gözlerinde her zaman canlanan biri olmalıydı hissetmesi için. Bir insan tek başına ancak Aşk'a yetemezdi. Belki bu yüzden insanlar yarımdı, Aşk'ı öğrenebilmek için. Aşk'ı her insanın tanımlaması için onları aşık eden bir şey olması gerekirdi.

Gözler, dudaklar, belki saç teli, belki de kokusu. Aşk'ı gözlerde öğrendim ben, insan beni gözlerinin içinde nereye koyuyor onu gördüm hep. Bir çift mavi gözün beni aşkla suyun üstünde tuttuğunu gördüm. İşte âşık olduğum nokta burasıydı, sonra kokusunu duydum. Bana nefes veren aşkımı harmanlayan kokusuydu, saç telleriydi bana kokusunu getiren. Âşık olduğumu bana fısıldayansa dudaklarıydı, önce beni su üstünde tuttu, sonra bana nefes verdi, en son ise dudaklarıyla bana yaşadığımı hissettirdi.''

Zeyd kâğıdı masanın üzerine bıraktığında dudaklarım açık gözlerine baka kaldım. Sınıfta ıslık sesleri yankılanıyordu, bir tanesi de hemen kulağımın dibindeydi. ''Vay anasını, yerli Romeo ve Julietler sizi.'' Atilla'nın söylediğini varla yok arası duydum, anladım.

Şu an tüm hücrelerim durmuş gibi hissediyordum. Bu neydi, bu gerçek miydi? Gerçekse bu anlattığı ben miydim?

Bu kadar özel miydim onun için? Duygularımın ne olduğunu bile idrak edemez oldum. Nefes alıyorduysam bunun farkında bile değildim.

''Vay, ikinci kez gerçekten beklediğimin çok üstünde bir yazıyla karşılaşıyorum. Bilseydim önceki yarışmayı da size yazdırırdım çocuklar. Her neyse, zile az kaldığı için kalan sayfaları ben öğretmenler odasında okuyacağım. Kağıtları getirin bana.'' Zeyd önden öğretmene uzatırken Atilla da kağıtları elimden aldı ve masasına bırakıp bana imalı bakışlar atarak yerine oturdu.

Gerçekten hayatımda ilk defa bu kadar utanıyordum, sınıftaki çoğu kişinin gözü üzerimizdeydi. Ceyda keyifle Hazal ve yılanlarına döndü.

''Ne oldu canım? Aşkları bitti, ormanlar yandı denizler kurudu falan diyordunuz? Sel mi bastı oraları?'' Hazal ve diğerleri keyifsiz şekilde Ceyda'ya döndüğünde ilginin anında üzerimizden çekildiğini hissettim. Ceyda yine benim kahramanlığımı yapıyordu.

İkra da keyifle Ceyda'nın söylediklerine güldü.

''Dur dur onlar şu an hazmetmeye çalışıyorlar duyduklarını.''

Ceyda ve İkra anlaşmış gibi yumruklarını birbirlerine vurduklarında öğretmen tekrar yüzüğüyle masaya vurdu ve sessizliği sağladı. Yüzümdeki gülümsemeyi ne kadar silmek istesem de silmek mümkün değildi.

Bence gayet... Hak etmişlerdi.

''Şimdi sormak istediğim bir şey var, bu yazılara bir başlık konması gerekiyor. Sizin aklınızda bir başlık var mıydı yazarken?'' Öğretmenin sorusuyla dudaklarımı büzüp kafamı salladım. Öğretmen Zeyd'e döndüğünde Zeyd'den cevap gelmedi.

''Zeyd.'' Hala cevap vermemişti.

''ZEYD!'' öğretmen yüksek sesle söylediğinde aklı yerine yeni gelmiş gibi gözlerini kırpıştırdı ve öğretmene baktı.

''Aklın nerde senin oğlum.'' Zeyd'in bakışları bana döndüğünde dudaklarımı ısırarak gülmemi engellemeye çalıştım. ''Affedersiniz. Benim de aklımda bir başlık yok.'' Diyerek masanın altından telefonunu çıkardı.

Öğretmenin bizim yüzümüzden sabır dileyen bir hali vardı. Cebimdeki telefon titrediğinde dişlerimi dudaklarımdan çekip cebimden telefonu çıkardım ve sıranın altından gelen mesajı açtım.

Gelen; Orman Kralı

Aklımı başımdan alıyorsun.

Mesajını görünce kafamı kaldırıp ona dönmüştüm ki yanımdan gelen sesle irkildim. ''Hiç aileye saygınız yok.''

Bana imalı bakışlarla bakan Atilla'ya dirseğimi geçirip ''Başlatma ailene.'' Diye fısıldadım. Güzel anlarımın katili olup çıkıyordu.

Bu tepkime güldü ve elini karnına koydu. ''Defne'ye söylerim seni.'' Diye fısıldadı. ''Bende Zeyd'e söylerim.'' Diyerek karşılık verdim.

''Sen çok fena oldun.'' Dediğinde sessizce güldüm. ''Diyene bak, ama artık kork benden. Artık Defne'yle aranıza kara kedi gibi gireyim de gör sen.''

Bu dediğime karşılık kaşlarını hayretle kaldırdı. Kahkaha atmamak için çok zor duruyordum ki çalan zil beni kurtardı ve sesli şekilde gülebildim.

Atilla zili duyar duymaz ayaklanıp Defne'yi kaçırırcasına sınıftan çıkardı, Zeyd ise hala gözlerini ayırmadan sırasında oturmuş bana bakıyordu. Gözleriyle bana yanını işaret ettiğinde çantamı da alıp yanına gittim. Diğerleri Atilla'nın peşine sınıftan çıkmıştı.

''Ne ara yazdın onları?'' diye mırıldandım otururken. ''Uyandığımda gitmiştiniz, bende dün gece söylediklerimi farklı bir dille kâğıda döktüm.''

''H..Ha senin kafan gidik değildi yani, unutmadın dün geceyi?'' diye mırıldandım sessiz olmaya çalışarak. Çünkü birinin bile bizi duyması çok kötü sonuçlar doğurabilirdi. Gülümseyerek kulağıma doğru eğildi ve fısıltıyla ''Sana dokunduğum ve seni öptüğüm her anı hatırlıyorum sevgilim.'' Diyerek geri çekildi.

Nefes nasıl alınıyordu?

Yalandan boğazımı temizleyerek gözlerine baktım, bana dünden beri çok daha yoğun bakıyordu. Telefonu titremeye başlayınca ortamın tüm yoğunluğu bozuldu. Cebinden çıkardı ve küfür savurarak açtı.

''Söyle.''

''Aşağı gelin, acil.''

Ses Burçağa aitti. Ses tonunun ciddi olması beni nedensiz germişti. ''Ne oldu?'' Zeyd'in bakışları bana döndüğünde kaşlarımız aynanda çatıldı.

''Burak, Samet'e mesaj atmış. Aşağıdayız.'' Burçağın cümlesi biter bitmez Zeyd ile aynanda sıradan gürültülü şekilde kalktık. Burak beni ararken şimdi neden ortaya çıkıyordu? Bir planı mı vardı?

Zeyd hızla aşağı inerken zil sesi koridoru doldurdu, ona yetişmekte zorlanıyordum. Çok hızlıydı.

Önden o olmak üzere bahçeye çıktığımızda Samet, Burçak ve diğerlerini okulun çıkışında gördük. Burçak Zeyd'i görür görmez telefonu ona uzattı.

Samet sigara içiyordu, Atilla ve Defne de el ele tutuşuyor Samet'in öbür tarafında duruyorlardı. Zeyd telefonu aldığında omuzunun üzerinden ayaklarımı kaldırarak mesajı okumaya çalıştım.

Akşam 9, her zamanki yer. Yalnız ol.

''Neden sana böyle bir mesaj attı?'' dedi Zeyd şüpheyle. ''Sizinle belli bir düşmanlığımız var, bunu size karşı kullanmak istiyor olabilir.'' Dedi ve bitmiş sigarasını yere attı.

''Sen neden bunu bize söylüyorsun?'' dedi Atilla da Zeyd gibi şüpheyle.

''Tibet sağ olsun. Bu konu da sizinle çalışacakmışım. Artık Vera'nın koruması olduk, dolaylı yoldan sizin de.'' Atilla Samet'in dediklerine karşın gözlerini kıstı.

''Boş yapma geri zekalı. Bizim yanımızda zaten güvende.'' Samet Atilla'ya ters bir bakış attı ve tövbe çeker gibi önüne döndü. Şu an en son isteyeceğim şey onların birbirine girmesiydi. ''benle alakanız ne?'' diyerek araya girdim. Defne de Atilla'nın elini sıkmış muhtemelen onu sessiz kalması konusunda uyarmıştı.

''Senin hayatının tehlikede olduğunu düşünüyor ki çok haklı. O da sen affedene kadar canını kendine emanetmiş gibi sayıyor kendince.'' Bu söylediğine karşın kaşlarımı kaldırdım. Bakışlarımı bana dönmüş Zeyd'e döndüm. O da benimle aynı ifadede görünüyordu.

''bu çocuğa bir şey olmuş, sonunda beynini oturtmuşuz galiba.'' Atilla Burçağın söylediğine gülerken ben de dudaklarımı ısırdım. Zeyd bundan hiç hoşnut olmamış gibi görünüyordu.

''Haber vermen yeterli, kuyruk gibi peşimizde dolanmana gerek yok. Borcunuzu böyle de ödersiniz.'' Diye mırıldandı ardından elimi tutup beni okula doğru çekmeye başladı. ''Senden bir şey isteyeceğim güzelim.'' Dedi ve okulun köşesinde durdu.

''Akşam evde kızlarla oturmanı istiyorum.'' Neden böyle bir şey istediği apaçık ortadaydı.

''Akşam sende gitmeyi düşünmüyorsun değil mi? Sakın Zeyd, gidip ne yapacaksın? Ya hazırlıklı gelirse ya elinde tabanca bıçak bir şey olursa ya-'' Ellerini yanaklarıma koydu ve alnımdan öptü.

''Güzelim, güzelim. Sakin ol. Tek gitmeyeceğim.''

''Hayır, bende gelicem. Ya beraber ya hiç'' kollarımı birbirine bağladım ve kaşlarımı çatarak kararlı bir ifadeyle ona baktım. Evet korkuyordum, ama evde merak içinde endişeyle oturmaktan daha çok korkuyordum.

Zeyd sıkıntıyla nefes verdi. ''Orası tehlikeli.''

''Umurumda değil.''

''Sen söyledin bıçak ya da tabanca olabilir.''

''Umurumda değil.''

Sıkıntıyla bir kez daha nefes verdi. Söyledikleri aklımda tekrar edince kaşlarım mümkün gibi daha çok çatıldı. ''Bana tehlikeliyse sana da tehlikeli, hem kabul ediyorsun yani silahla gelebileceğini.'' Sanki istediği bu değilmiş gibi gözlerini yumdu, yüzünü ekşitti.

''Tamam, o zaman diğeri de gelecek. Hep birlikte gidiyoruz.''

Kafamı aşağı yukarı salladım. Şu an görünene göre tek sıkıntı ailemizden nasıl izin alacağımızdı. İkra Ceydalarla beraber bize doğru ilerledi. Onlar çıkışın orda sigara içtikleri için bizden habersiz olmalılardı. Yanımıza gelen ilk Ceyda oldu, Zeyd diğerlerine de gelmesini işaret ettiğinde hepsi yavaş adımlarını hızlandırdı ve okulun girişinin yanında daire şeklinde toplandı.

''Akşam hep birlikte gidiyoruz. Burak Samet'le ne konuşacaksa önce dinleyelim, Tuna sen konuşmaları kayda al. Burağın yanına gittiğinde telefonda olsun Samet. Elimizde delil olursa onu uzun süre için içeri atabilirler. Diğeriyle biz de onları uzaktan izleyeceğiz, çünkü konuşacağı şey her ne olursa olsun. Oradan elini kolunu sallayarak gitmesine izin vermeyeceğiz.'' Ceyda bu planı beğenmiş gibi mırıldandı.

''Ne var aklında?'' Zeyd sorusu üzerine Ceyda'ya döndü.

''Polis önceki baskında ihbar üzerine geldi içeri aldıklarında uzun süre tutamadılar çünkü ortada suç yoktu.'' Dediği sırada Ceyda gözlerini kısıp gülümseyerek ekledi.

''Eğer uzun süre tutmak istiyorlarsa, suçüstü yapmalılar.'' Zeyd kafasını salladığında bu fikrin hepimizi kurtaracağının farkına vardım. ''Samet, o ne olcak?'' İkra'nın sorusuna karşılık Atilla güldü. ''Ne olacaksa olacak bize ne?'' Defne Atilla'ya hak verircesine mırıldandı.

''Bence de bir taşla iki kuş vururuz.'' Söylediklerinden rahatsızca kıpırdandım, nedense bu konuda kendimi huzursuz hissediyordum. Zeyd huzursuzca kıpırdandığımı fark eder etmez bana döndü.

''Bir şey mi oldu?''

''Bir şey olmadı da... Peki bir şey söyleyeceğim ama bana kızmayın.'' Evet kendimi bu sebepten suçlu hissediyordum.

Bana kötülüğü dokunmuş olabilirdi ama sonuç olarak benim için riski göze alıyordu. ''Bir dakika bir dakika, sakın bizim için riske giriyor onu orda bırakamayız deme.'' Dağhan Atilla'nın söylediğiyle onu göğsünden ittirdi ve yanıma gelip kolunu omuzuma attı.

''Tam olarak da onu diyecek, hiç söylenmeyin Vera ne diyorsa o olacak, değil mi yavrum?'' Yüzümü belli belirsiz Zeyd'e döndüğümde bana tebessüm etti. O da tahmin etmiş olmalıydı bunu diyeceğimi. Yüzümü ondan Dağhan'a çevirdiğimde bana göz kırptı.

''Şaka yapıyor olmalısın, Zeyd?'' Zeyd Atilla'nın sorusuyla ona döndü. ''Patron ne derse o'' Zeyd'in verdiği cevapla Atilla yüzünü buruşturdu. ''Yapmayın ama ya!''

Samet'ten kurtulmayı dört gözle beklediğini biliyordum ama ben bunu yapabilecek bir insan değildim. Sevdiğimden değildi, insan olduğumdandı.

''Tamam onu da durumdan haberdar ederiz.'' Gönlüm rahat şekilde Zeyd'e baktım, eğer söylemeseydim tüm gece huzursuz olacağım bir gerçekti.

''Öyleyse siz derse geçin, Samet'le konuşup geliyorum.'' Zil sesi duyulduğunda Zeyd gülümsedi ve Okulun dışında duran Samet'in yanına gitti.

Bende diğerlerine döndüm ve ''Ben hastaneye gideceğim çantamı alır mısınız?'' diye mırıldandım. Dağhan ne olduğunu soramadan kafa sallayınca yanlarından ayrıldım ve Zeyd'e yetişmeye çalıştım. Çünkü görmek istediğim biri vardı, hem de bu geceden önce.

''Zeyd!'' Samet'e yaklaşmış olan adımları durdu, yanına vardığımda şirinlik yapma babında 32 diş sırıttım. ''Hayır.'' Durduk yere verdiği cevapla kaşlarımı çattım. ''Ne hayır?''

''Muhtemelen izin vermeyeceğim bir şey soracaksın, o yüzden şirinlik yapıyorsun cevabım hayır.''

''Daha ne olduğunu bile duymadın.'' Diyerek söylendim. Kollarını birbirine bağlayıp 'Söyle hadi.' Dercesine kafa salladı.

''Hastaneye gidebilir miyiz, görmek istediğim biri var.''

''Kim?'' yine otuz iki diş sırıttım.

''Madem, akşam beraber gidiyoruz. Şimdi de beraber gidelim.'' Bu cevabı vermesini beklemediğim için şaşkınca ona baktım. ''Olmaz.''

''O zaman kimle görüşeceğini söyle.''

''O da olmaz.''

''Ancak ben gelirsem gidebilirsin.'' Dediğinde inadının kırılmayacağını anladım.

''Peki o zaman, kim olduğunu gidince görürsün.''

 

Loading...
0%