Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@byzloey

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın, yorumları tek tek okuyor olacağım. ^^

İyi okumalar!

Instagram: Byzloey

byzserileri

V A L E N S

4. Bölüm | Rüzgâr Nefesi

3:15, Russ

Son ders zili çaldığında okul bitmişti, ben de bitmiştim. Zilin hemen ardından kaçar gibi bir hızla Tuna ile vedalaştım ve arabama binip kapımı hemen örttüm. Kendimi arabaya atar atmaz kafamı geriye yasladım ve gözlerimi yumarak derin bir nefes verdim. Nefesime karışan yorgunluk iniltisi arabanın içinde duyulmuştu.

Dikiz aynasından gözlerime baktım, bakışlarımdaki yorgunluğu görebiliyordum. Yeni bir okula değil Tuna'nın dediği gibi arkaya bakılmadan kaçırtacak bir tımarhaneye gelmiştim. Bu kadar kişinin bu yaşta delirmesine sebep olan şeyi merak ediyordum.

Öğrenmem pek uzak görünmese de.

Cebimdeki anahtarı çıkarıp kontağa taktım, araba çalışırken çıkan kalabalıkta gözüm dolanıyordu. Kaskını takan Burçağı gördüğümde günün pek de bitmediğini hatırlamıştım. Seslide ofladım ve kafamı geriye vurdum. Kenan Bey'in bu gece okul hakkında neler söyleyeceğini merakla bekliyordum ama Burçağın hiçbir şey söylemeyeceği için ailemin gözüne batacağını da biliyordum.

Muhtemelen tek kelime etmeden oturacak her zamanki boş duygusuz bakışlarını etrafta turlatacaktı, keşke gelmeseydi.

Çalıştırdığım arabayla motoruna binen Zeyd ve Burçağın yanından geçtim, arabayı biraz hızlı kullanıyordum. Bunalmıştım ve akşama gelecek misafirlerden önce eve varıp kafa dinlemek istiyordum, ne kadar erken gidersem o kadar fazla zihnimi dinlendirebilir, kafa dinleyebilirdim. En azından düşüncem bu yandaydı. Kenara koyduğum telefonum tekrar titremeye başladığında ekranda yazan isme göz ucuyla baktım. Gün içinde Milyon kez arıyordu ve daha fazla açmazsam evimi basacağını biliyordum.

Bu yüzden aramayı açtım ve kendi semtimin olduğu yol ayrımına girdim. ''Kızım neredesin iki gündür, evine gelecektim.''

''Biliyorum tahmin ettim, özür dilerim yoğundum.'' İzel'in endişeli sesini arabanın içinde hissediyordum. Sanki hemen yanımdaydı da nefesi yüzüme çarpıyordu. ''Ne oldu, söyledikleri kadar kötü müymüş?''

''Daha betermiş, az bile söylemişler.'' Dedim gülerek, gülüşüm öfkedendi ama onlara alaylı geldiğine emindim. ''Deli kaynıyor.'' Diye ekledim.

''Arkadaş edinebildin mi peki? Çok dikkat et arkadaş ayağına başına dert açmasınlar.'' Ece arkadan bağırdığına göre telefon hoparlörde olmalıydı. ''Evet buldum bir tane pırlanta.'' Dedim bu kez gerçekten alayla.

Gözüm dikiz aynasına kaydığında arkamdan gelen bir gürültüyü işittim. Bu gürültü sesini sevdiğim sayılı bir gürültüydü.

Motor gürültüsüydü.

Dikiz aynasından gördüğüm mat motorun önü kalktı, açıkta kalan gözlerini o mesafeden bile görebiliyordum. Hemen arkamdaki iki arabanın arasından şimşek gibi geçti ve yanıma vardı, motorun önü şimdi yola değiyordu. Dudaklarımda belli belirsiz zihnimden bile habersiz bir tebessüm oluştu.

Sesi şimdi çok daha yakındı, arabanın içindeymiş kadar yüksekti ama bundan şikayetçi değildim. Yüzümü belli belirsiz döndüğümde açıkta kalan gözlerinin dudaklarıma kaydığını fark ettim, gülüşümü görmüştü. ''Kızlar sonra tekrar konuşalım, kapatmam gerek.'' Aramayı sonlandırarak kırmızı ışığa yaklaştığım için yavaşladım. Kırmızı ışığın hemen önünde duran beyaz arabamın yanındaki motor da durdu. Camı indirerek yüzümü ona döndüm. Gece mavisi gözleri benimkilere bakıyordu.

''Şimdi mi geliyorsunuz?'' beni rahat duyabilmesi için sesimi yükselttim, kafasını aşağı yukarı salladı. ''Evde görüşürüz.'' Diyerek camı yukarı çektim. Sarı yandığında ayağım gazdaydı, motor sesi tekrar hemen solumdan gelmeye devam etti. Eğer Burçak benimle beraber geliyorsa ailesi de gelmiş olmalıydı.

Sokağıma doğru döndüm, Burçak önüme birçok kez geçebilecekken takip mesafesinde kalıyordu. Yolu bilmediğini varsayarsak doğru yapıyordu. Beyaz iki katlı villamız göründüğünde hızımı düşürdüm, geldiğimizi anlayan Burçakta yavaşlamıştı. Garajın kapısını açarak içeri girdim. Burçak da içeri girmişti, garaj bahçeye açılıyordu.

Park ettiğim arabadan anahtarımı çıkarıp eşyalarımı aldıktan sonra indim ve arabamı kilitleyerek motorundan inen Burçağa döndüm. Kaskını motorun üzerine bıraktı, saçlarını düzeltti. Aramızda hiçbir konuşma geçmeden yan yana kapıya kadar yürüdük.

İçimden ona bugün beni Tibet'ten kurtardığı için teşekkür etmek geçiyordu. Ne kadar benim için yapmasa da ucundaki iyilik bana dokunmuştu ve listeme Burçak da eklendi.

Bana iyilik yapanın yanında kötülük yapanların da listesini tutmaya karar verdim.

Bir numara, Tibet. İki numara, Hazal. Üç numara, Begüm. Dört numara Buğlem.

Nedense bu listenin de yıl sonuna kadar uzayacağını düşünüyordum. Tibet'in kırmızıyla yazılı ismi zihnimde canlandı. O isim hep kırmızı renkte kalacaktı.

Durduğumuz kapının önünde parmağımı kaldırdım ve zile bastım. Annem kapıda bekliyor gibi anında açmış bizi güler yüzle karşılamıştı.

''Hoş geldiniz çocuklar. Geçin içeri.'' Bakışlarım Burçağa döndü, anneme büyük bir dikkatle bakıyordu. Bakışlarında bir derinlik oluştu, eğer böyle bir şeyin mümkün olduğunu bilsem harelerinin titrediğini söylerdim.

Anneme olan bakışları annemin içeri geçmesiyle son bulduğunda bana döndü, ikimizde içeri geçmemiz için birbirimize yol verdik. Bu üçüncü kez olduğunda onun inadına göz devirdim ve ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim.

Montumu astıktan sonra çantamı elimde tutarak salonun ucuna geçtim. Kenan Esef bacak bacak üstüne atmış ellerini dizleri üstünde kenetlemişti. Babamla sohbet ediyordu, ikisinin de yüzünde oluşan gülümseme içimi rahatlattı. Ardından arkamdaki kapı kapandı ve Burçaktan esen rüzgâr sırtıma çarptı. Hemen arkamda duruyordu.

Gözüm Burçağın annesini aradı ama babasından başkasını göremeyince bozuntuya vermedim. Kenan Bey bize döndü gülümsedi, babam da bize dönerek gülümsedi. Çantamı kenarı bırakarak babamın yanına geçmeye yeltendim ama annem sofraya çağırdığında bunun yerine masaya ilerlemiştim. Burçakla karşı karşıya oturduk, babam ve Kenan Bey de yanlarımıza geçti ve annem mantıyı ortaya bırakarak diğer yemeklerine göz gezdirdi. Eksik kalmamış olmalı ki o da babamın diğer yanına oturmuştu.

''Okul nasıldı çocuklar?'' diye sordu babam. Ardından Kenan Bey de bana döndü. ''Evet okulumuzu nasıl buldun Vera?''

''Tam söylediğiniz gibi.'' Dedim gülümseyerek, söylemek istediğimi anladı. Gözlerinin içiyle beraber gülümsedi. ''Memnun musun?''

Hayır değildim.

''Henüz cevap vermek için erken. Daha tam kaynaşmış değilim Kenan Bey.''

Daha tam kaynaşmadım, cayır cayır kaynadım.

Kenan Bey'le konuşmamı izleyen Burçakla gözlerimiz kesişti. Tepkisiz şekilde bizi izliyordu. ''Artık Bey deme kızım, Kenan amca kâfi.''

Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım. ''Peki Kenan amca.''

''Okulda bir durum olursa, mutlaka yanıma gel.'' Bunu söylerken Burçağa attığı bakışta bir uyarı sezdim. Babam ve annem bunu nezaketen söylediğini düşünüyordu ama ben bunun için söylemediğini biliyordum. Beni okuldaki her şeyden uzak tutabilmek için oğluna göz dağı veriyordu. Burçak bu uyarıyı anladı, babasının ardından bana baktı ve kafasını çevirdi.

Bu Kenan Bey'in ben gittiğimde olanlara göz yummayacağını mı gösteriyordu? Bunu aklımın bir köşesine yazdım.

''Günün güzel geçmiş gibi.'' Annemin bana attığı bakışa karşılık güldüm. Bok gibi geçen bir gündü ama artık saklamayı öğrenmiş olmalıyım ki gizlediğimin farkında bile değildim. ''Her zamanki gibiydi.'' Burçak bu cevabıma kısa bir güldü, göz ucuyla görmüştüm. Anlaşılan cevabım hoşuna gitmişti.

''Peki madem, başlayalım yemeklere soğumadan.'' Annem hemen yanında kalan Burçağın tabağını aldı ve ortadaki şeylerden doldurmaya başladı. Burçak şaşkınca ona bakmıştı, şaşırılmayacak bir şeydi ama bu tepkisi ilgimi çekmişti. ''Yemediğin bir şey var mı oğlum, ondan koymayayım.''

Burçak kafasını sağa sola salladı. ''Yemekte ayrım yapmam.'' Annem gülümseyerek tabakta boş yer kalmayana kadar doldurdu, Burçağın gözleri bir an bile annemden ayrılmamıştı. Ona hayranlıkla bakıyordu, kaşlarım çatıldı.

Annesi ona yemekler yapmıyor muydu?

Annem tabağı Burçağın önüne bıraktığında dudaklarında ilk kez gördüğüm gerçek geniş gülümseme beni şaşkına çevirdi. ''Teşekkür ederim. Elinize sağlık.'' Annem de gülümseyerek karşılık verdi ve babamın tabağını aldı ben de Kenan Bey'in tabağını alarak kendiminkiyle onunkini doldurdum.

En son annemle oturup kendi tabaklarımızı yemeye başladığımızda masa da bir sessizlik oldu, bu sessizlikte ara ara Burçakla gözlerimiz kesişmişti. Yemeği yavaş yiyordu, tadını çıkarmak ister gibi bir hali vardı.

Herkesin tabağı bittiğinde bile Burçağın tabağı yarıdaydı. Annem görünce ''Beğenmediğin olduysa zorlama çocuğum.'' Dedi. Burçak ona döndüğünde dudaklarını araladı. ''Hayır, hepsi fevkalade. Sadece hemen bitirmek istemiyorum.''

''Ben gitmeden kaplara koyarım evde de yersin doya doya ye.'' Kenan Bey'in huzursuzca kıpırdandığını ve sertçe yutkunduğunu gördüm. Aklıma bir ihtimal geliyordu ama bu ihtimal çok acıydı. Burçağın masanın üzerinde duran elini tuttu, Burçak araladığı dudaklarını kapatarak gülümsedi. Annem de mutfağa söylediği kaplara hazırlamaya gitmişti. Babamla göz göze geldik. Bana gülümseyerek baktı.

Eğer hissettiğim doğruysa Burçağın annesi yoktu. Belki terk etmişti, belki de vefat etmişti ama bu kadar hassas olduğuna göre eksik olmalıydı.

Çünkü herkesin hassas noktası, eksik olduğu için acırdı. Onu acıdan koruyacak duvarları olmadığı için.

''Afiyet olsun.'' Dedim Kenan Bey'in yemekleri övmesine karşın. Masada oturmaya devam ederken Burçağın telefonu titredi, cebinden çıkarıp ekrana baktı ve aramayı reddedip tekrar cebine yerleştirdi. Ardından yemeği bitirdi, yüzünü Kenan Bey'e dönmüştü. Dudaklarını silen Kenan Bey ne diyeceğini anlamış gibi kafasını salladığında Burçağın yüzü bu kez bizdeydi.

''Müsaadeniz olursa, kalkayım ben artık. Müsaadenizle.'' Mutfaktan bunu duyan annem geldiğinde ondan gece mavisi gözlere döndüm, içi parlıyordu. Yarış için kalktığını anlamıştım. ''Nereye oğlum biraz daha kalsaydın keşke.''

Ayağa kalkan Burçak ceketini giyerken mahcup bakışlarını annemin kahvelerine çevirdi. ''Bu gece yarışa katılıyorum, sözüm vardı sizi kırmamak için geldim.'' Bak sen Burçağa, ne kadar da efendi.

''Motor yarışları mı?'' dedi babam bana bakarak. Murat'la motor yarışlarına gittiğimi anneme anlatırken duymuştu, yasal olduğunu zannettiği için bir şey demiyordu.

Sadece birkaç kural koymuştu o da gece yarısını bir saatten fazla geçmemek, parasız ve yanımda biber gazı olmadan evden çıkmamaktı.

Burçak kafasını aşağı yukarı salladı. ''Vera da giderdi arkadaşına eşlik etmek için, sende gidiyor musun Vera?'' Annemle babama Murat ile aramızda yaşananları üstü kapalı da olsa söylemediğim için bu beni köşeye sıkıştırdı. Burçak tek kaşını kaldırarak bana bakıyordu.

Elinde telefonunu tutuyor sandalyenin önünde ayakta dikiliyordu, telefonu bir kez daha çaldı ama çok sürmeden tekrar reddetmişti. Murat'ın bir daha yarışlara gidemeyeceğimi televizyondan izleyebileceğimi söylediği sözler zihnimde yankılandı. Hırsım tüm duyguların yine önüne geçmişti.

''Aslında arkadaşımla artık görüşmüyorum, Burçak isterse onunla gidebilirim.'' Kaldırmadığı o tek kaşı da kaldırarak bana hayretler içinde baktı, bu sırada gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama oldukça zorlanmıştım. Çünkü onu gördüğüm en komik hali karşımda duruyor ve hala o şekilde bana bakmaya devam ediyordu.

Birkaç dakika sonra kirpiklerini kırpıştırıp boğazını temizledi. ''Benim götüreceğim arkadaşım var, arkamda o ola...''

''Sorun değil, ben eşlik edeceğim kişiyi biliyorum sadece oraya kadar gitsek yeterli.'' Sözünü kestiğimde kaşları çatılmıştı, ısrarcılığıma göz devirdi. Onun inadı varsa benim de ısrarım vardı. Pes etmiş gibi kafasını eğdi, Umarım Zeyd'in arkasına kimse binmezdi çünkü eğer gideceksem ya onun ya da Atilla'nın arkasına binebilirim. Aslında Zeyd'in de arkasına binecek cesaretim tam olarak yoktu sadece daha önce bindiğim için bir kez sergilediğim yüzsüzlüğü tekrarlamak daha kolay geliyordu.

Burçak cevap vermeden kaçarcasına kapıya yöneldiğinde gülümsedim, hızlıca kalkarak odama gittim ve üzerimi değiştirdim. Çoktan ceketini giymiş ve çıkmıştı. Ben yeni kıyafetlerimi giyerken kapanan kapı sesi kulağıma dolmuştu. O gitmeden ona yetişebilmek için resmen kuş misali uçarcasına evden çıktım. Motor sesini duyduğumda ayakkabılarımı tam olarak giyememiştim bile, koşarcasına motorun önüne geldim çünkü beni almadan gidecekti, bunu biliyordum ve bu beni oldukça korkutmuştu. Nefes nefese elimi motorun arkasına koydum. Eve dönüp Burçak beni almadı diye çocuk gibi mızmızlanmak istemiyordum.

Benden kurtulamayacağını anladığında taktığı motor kaskıyla beraber bana döndü. ''Bakma öyle, gelmek istiyorum. Söz gittikten sonra ayak bağı olmayacağım.'' Kafasını sağa sola sallayarak önüne döndüğünde ayakkabılarımı motora yaslanarak düzgünce giydim ardından arkasına binerek çekine çekine ellerimi omuzuna yerleştirdim. Depoyu tutma konusunda biraz korkularım vardı, orayı tuttuğumda geriye savrulacak gibi hissediyordum. ''Arkaya koymayacaksan, belime koy.'' Dedi omuzunun üstünden tekrar bana dönerken. Elimi beline yerleştirerek ona yaslandım. Kafasını eğip elime baktı ardından parmakları kesik eldivenleriyle elimi tutup sıkıca beline sardı. Motorun kilidi kalktığında yüzüme çarpan rüzgârı hissedebiliyordum. Dudaklarıma bir tebessüm yayıldı, ne kadar beni sevmese de en azından Murat gibi beni ölüme terk etmeyeceğe benziyordu. Sokaktan çıkıp oto yola çıktığımızda hızından ötürü tutuşumu sıkılaştırdığını fark ederek ona içimden teşekkür ettim. Çünkü ben tutunduğum gibi yola çıksaydım muhtemelen evin köşesinde yuvarlanıyor olacaktım.

Yardım edenler listesi, bana iyiliği dokunan insan sayısı yükseliyordu.

Yüzümü omuzuna doğru yaklaştırıp sesimi yükselttim. ''Bugün için teşekkür ederim.'' Bunu yapmak içinden gelmişti. Ben söylediğimde sessiz kalsa da yanan kırmızı ışıkta durduğumuzda kaskıyla bana döndü. ''Senin için de...''

''Biliyorum beni kullanıyorsunuz ve yaptığınız hiçbir şey benim içim değil ama ucu bana iyilik olarak dokundu. Bunun için yine de teşekkür etmek istedim.'' Sıkıntıyla verdiği nefesi duydum. ''Bu olanlardan durabildiğin kadar uzak dur.'' Kafamı aşağı yukarı salladığımda yeşil ışık tepemizde yanmıştı. Yanan yeşile aldırmadan önüne çevirdiği yüzünü tekrar bana döndü ardından ''Seni de aramıza alamayız.'' Dedi. Cevap vermedim, o da arkadan gelen korna sesinden sonra önüne dönerek motoru sürmeye devam etti. Aslında aralarına girmek gibi bir derdim yoktu, neden böyle bir şey söylediğini anlayamadım ama ileri görüşlü olmasına bağlıyordum. İleride olacakların bununla sonuçlanacağını düşünmüş olabilirdi ama o ilerisi bana çok uzak geliyordu.

Normalde yarım saate yakın uzaklıkta olan yarış alanına Burçağın hızıyla on beş dakika da gelmiştik. Uzaktan seslerini duymaya başlamıştım, herkesin eğlence duygusu zirvedeydi. Herkes çıldırmış gibi bağırıyordu ama ne hakkında bağırdıklarını kendileri de bilmiyor gibiydi. Çünkü söyledikleri hiçbir şey anlaşılmıyordu. Motor yavaşladı, yavaşladıkça uzakta kalan görüntüler daha net görünmeye başlamıştı. Kararmaya başlayan hava aynı Burçağın gözlerinin rengindeydi, gece mavisiydi.

Motor durduğunda kafasını bana döndü, geride durduğumuzdan ötürü kimse bizi görmeden motorundan omuzlarından destek alarak indim. ''Getirdiğin için tekrar teşekkür ederim.'' Teşekkürümü kafasını sallayarak aldı. Önünde geçerek kalabalığa doğru yürüdüm, karanlıktan çıkıyordum çünkü içerisi yanan ateşler kadar aydınlıktı. Ben kalabalığın ortasına girene kadar Burçağın motor sesi kulaklarıma ilişmedi. Omuzumun üzerinden ona baktığımda sadece motora yaslanan bir beden ve elinde tuttuğu sigaranın ucuna yanan ateşi görüyordum. Adımlarım yavaştı, Sonradan kilidi topraktan kaldırdığını motor sesinin kulaklarıma dolduğunu hissettim. Yanımdan rüzgâr gibi geçip arkadaşlarının motorları arasına girdi. Motoru durdu ve inip kaskını kafasından çıkardı.

Gözlerim yan yana dizilmiş Zeyd, Dağhan ve Ceyda'daydı. Bugün onları da burada görmüştük, aynı Tuna'nın da dediği gibi olmuştu. Onlar beni fark etmeden önce yüzümü öbür tarafa çevirdim. Orada da ateşin yüzünü aydınlattığı Tibet, yanında da dikilen Murat görünüyordu.

Tibet'in yüzüne önünde durduğu ateşin gölgesi çarpıyordu, kulağının altındaki yaraya gözüm kaydı. Görünmüyordu ama orada olduğunu biliyordum. Murat'ın bakışlarının bana döndüğünü hissettiğimde göz göze geldik, bakışlarını benden çekti Tibet'e döndürdü. Ben de bakışlarımı çekecektim ki yüzünü Tibet'ten oturaklara çevirdiğini gördüm. Bende oturaklara yüzümü çevirdiğimde ona gülümseyen Hazal kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Hazal mı? Yılan Hazal mı?

Bakışları baktığımı hisseder gibi bana döndüğünde yüzümü çevirdim, mümkünse onunla göz göze bile gelmek istemiyordum. Başıma bela olmasını da istemiyordum. Buraya gelmeden önce gayet özgüvenli ve cesurken şimdi tam bir sahipsiz yavru kediye döndüm. Anons yapılmaya başladı, karanlıktan tam olarak çıkmadım.

Anonstan sonra herkesin yavaş yavaş motorlarına yürüdüğünü görüyordum. Bakışlarım Zeyd'e döndü. Sigarasını yere bırakıp botuyla ezdi, ardından Ceyda'ya kafasıyla gelmesini işaret etti. Dudaklarımı ısırdım. Olmadı buradan izler kimseye görünmeden eve dönerdim.

Ceyda uzattığı kaskı alıp kafasına geçirdikten sonra omuzlarından tutundu ve Zeyd'in beline sarıldı. O an ellerimde ceketinin soğukluğunu anımsadım, kendim sarılmış gibi hissettim kısa bir an.

Onun yanında duran motoruna binen Burçakta anneme bakarken gülümsediği gibi masumane ve gerçekten gülümseyerek kaskı İkra'ya uzattı. Dağhan da Defne'nin omuzuna kolunu atmış onu diğer motora doğru sürüklüyordu. Modellerini tam olarak bilmediğim yan yana dizili motorlara baktım. Bu geceki yarışa erkeklerin hepsi katılıyordu.

Motorla yanımdan geçen birinin sesini duyduğumda yerimden sıçradım, ardından yanımdan geçen motorun Zeydlerin önünde durduğunu gördüm, gözleri açıktaydı. Tanıdık gözleri gördüğümde otuz iki diş gülümsedim neredeyse, arkası boştu. Beni fark etmeyen Atilla'ya hızlı adımlarla ilerledim, kimsenin ilgisi bizde olmadığından geldiğimi de fark etmemişlerdi. Atilla'nın arkasına bindiğimde yorgun sesi ''Dolu.'' dedi.

Keskin nefes verirken arkasına döndüğünde beni gördü, ifadesi değişti ve gözleriyle gülümsedi. ''Aaa, öyle mi? Boş görünüyordu.'' Dedim şakayla karışık. Samimi şekilde güldüğünü gözünün etrafındaki çizgilerden anlayabiliyordum. ''Sana boş.'' Diyerek göz kırptığında göz ucuyla diğerlerinin özellikle de çaprazımda kalan Murat'ın bizi izlediğini gördüm. Aldırmadım ve gülümsemesine karşılık vererek uzattığı kaskı aldım. ''Dağhan, kask uzatsana.'' Motoruna binmeye yeltenen Dağhan önünde yere konulmuş kasklardan birini kapıp toprağını temizledikten sonra Atilla'ya uzattı, bakışları bana kaydığında anlamsızlaşmıştı.

Atilla'nın bugünden sonra bana yine de böyle davranmasını beklemiyordum, sadece reddetmeyeceğine dair bir inancım vardı ama fazlasını bile görmüştüm ve bu kendimi güvende hissettirmişti.

İçimden bir his hala izlendiğimi söyledi, kaskı taktıktan sonra bu sesi dinledim ve gözlerimle nedendir bilinmez Zeyd'e döndüm. İçimden izlendiğimi söyleyen sesin kaynağı oradaydı. İçimdeki bu ses haklıydı, Zeyd beni izliyordu. Ben de onun gibi bakmaya devam ettim ama kapalı gözlerimden beni ne kadar gördüğünü tahmin etmek zor değildi, göremiyor olmalıydı.

İkinci anons yapıldı, anonsun uyarı kısmı bittiğinde ''Umarım keyifler yerindedir.'' Dendiğini duydum. Sonra geri sayım için yerlerimize geçmemiz gerektiğini söylemişti. Herkes motorlarını yarış çizgisine doğru yavaşça sürdü. Çizginin önüne geldiğimizde Atilla kaskla gizlenmiş yüzünü bana çevirdi. ''Sıkı tutun yoksa düşersin, arkama falan da bakamam ona göre.'' Gülerek kollarımı Zeyd'in gösterdiği gibi sıkı sıkı beline sardım. Geri sayımla beraber kulağıma gelen sesler çığlıklar da yükseldi, bugün yarış çok daha kalabalıktı. Çok daha şiddetli bir rekabet geçeceği belliydi. Yüzüm Burçağın hemen yanında duran bize yüzünü dönen Murat'a kaydığında arkasındaki kasktan saçları beline savrulan kızı gördüm. Oturaklara döndüm, Hazal orada yoktu. Tekrar önüme döndüm ama benim baktığım yere Ceyda'da, İkra'da bakmıştı. Önemsemeden Atilla'ya sarılan kollarımı sıkılaştırdım.

Islıklar, bayraklar, çığlıklar, açılan müzik sesleri, kenarı çekilmiş arabalar ve izleyen insanlar... Tüm görüntüler birbirine karıştı zihnimde. Tezahüratlar da aradan kendini belli ediyordu. Sayım bittiğinde yarış başladı, hızlı bir başlangıç yapmıştık. Atilla'nın elcik kısmını sıkı sıkı tuttuğunu görüyordum. Parmakları soğuktan kızarsa da sıkmaktan boğumlanmak üzereydi.

Her yer başlayan yarışla yerinden oynuyordu, kalabalık ve bu hız etraftaki tüm tozu dumana katmıştı. Rüzgâr bile görünürde yoktu, rüzgâr artık bizdik. Arada sırada bu hız beni ürkütse de hoşuma gidiyordu. O kadar gidiyordu ki bu duygu ürkütmeyi geçiyordu. Ürkme duygusu arkada silinmeye meyilli bir duygu gibiydi.

Tahmini kırk kişiye yakın yarışta yarıdan çoğunu arkamızda bıraktık, ön de yine her zamanki gibi Burçak ve Zeyd vardı. Murat onlara yakındı, hatta Samet'te yakın sayılabilirdi. Bizde Dağhanlarla yakın mesafedeydik, onları sağımda görebiliyordum. Yol önümde hızlandırılmış video gibiydi, herkes birbirini geçiyordu, gördüğüm görüntü salise salise değişiyordu. Buradan gözün ne kadar şahane bir şey olduğunu daha çok fark ediyordum. Her anı kaçırmadan yakalıyordu ve beynim bu anları hızına aldırmadan algılayabiliyordu. Ara sıra Atilla'nın hızlanışından savrulsam da düşecek gibi olmadığımdan dengemi kurmakta zorlanmadım. Hızı arttırdı, arttırdı ve Dağhan'ın önüne geçti. Şimdi Samet ve Murat'ın arasındaydık.

Atilla yüzünü Murat'a çevirdi ardından yola dönerek gaza yüklendi. Şimdi Burçak ve Zeyd'i ucundan da olsa yakalamıştık ama yakaladığımı bu süre içinde yarış çizgisine yaklaştığımızı fark etmemiştik. Önce Zeyd Burçağı geçti, ardından Burçak Zeyd'i geçti. İkisi de korkutucu hızda ilerliyordu ve kalanlar onlara asla yaklaşamıyordu. İlk tur çizgisini geçtiğimizde gözlerim çizgiyi geçen motora kaydı, Burçak bir anda geride kalmış Zeyd'in geçmesine izin vermişti. İkra'nın elini Burçağın kolunun arasından ellerinin üzerine uzattığını gördüm. Zeyd'in bakışları da ona döndü. Motorumuz durdu, Atilla kaskını çıkarırken ben hala Burçağı izliyordum. Kaskını çıkarırken gözlerini ovuşturdu, gözleri kızarmıştı. Motor sürerken ağlamış mıydı?

Dudaklarım aralandı, gözümün önüne anneme olan bakışı geldi. İçim parçalanmıştı.

Motordan inip karanlığa doğru yürümeye başladı, İkra hemen arkasından ona seslenerek gidiyordu. Zeyd ise arkalarından baktı, Ceyda arkasından indi ve peşlerinden gitmeye yeltendi ama Zeyd kolunu yakalayıp kafasını olumsuzca salladığında onları yalnız bırakması gerektiğini anlayarak Dağhan'ın yanına gitmişti. Kaskımı çıkararak Atilla'nın uzattığı eli tutup indim, bakışlarım bir çift yeşil gözle kesişmişti.

En güzel yol kesişmesiydi.

Defne ve Ceyda yan yana önümden geçtiklerinde kısa bir kesişme de onlarla yaşadım ama gözlerimi anında kaçırmıştım. Atilla Zeyd'in yanına giderken ben de oturakların olduğu kısma gittim, kendimi yalnız hissetmiştim ama bundan şikâyet edemezdim. Bunu bilerek buraya gelmeyi göze almıştım. Oturaklara geldiğimde duvar kısmına tek başıma yaslandım, hemen köşede olduğumdan arkam ve solum hariç her yeri görebiliyordum.

Kafamı da omuzum gibi duvara yaslayarak ateşin yüzlerine vurduğu Murat ve Tibet'e baktım. Tibet Murat'ın omuzuna elini koymuştu, yüzündeki izler hafiften görünüyordu. Dudakları genişledi, dişleri gülüşüyle göz önündeydi. Bakışlarını Ceyda'ya çevirdiğinde ben de onun gibi Ceyda'ya çevirdim. Göz göze geldiler, gülüşü solar gibi olur sandım ama aksine daha da genişledi ama onun gülümsemesi genişlerken Ceyda'nınki soluyordu. İfadesiz yüzü daha da soldu ve yüzünü çevirdi. Tibet tekrar Murat'a döndü. Murat'ın da yüzüne bir gülümseme yerleşmişti. Bu aralarında geçen konuşma her ne ise beni huzursuz etti, Tibet'in bakışları anında beni buldu ve Murat'ın omuzunu tutan elini sıkarak onun da bakışlarını üzerime çekti. İçimden bir ses konuşulan bu şeyin benimle ilgili olduğunu ve burada da beni cehennemle kuşatacaklarını söylüyordu. Rahatsızca kıpırdandım, gerilmiştim. Buraya gelene kadar yalnız kalacağımı ya da uzaktan onları izlemek zorunda kalacağımı düşünmüş bunu kabullenmiştim ama bana zarar veren insanlar listesinde ismini kırmızıyla yazdığım Tibet'i unutmuştum.

Ben kıpırdanmaya devam ederken esmeyen rüzgârın arkamdan estiğini hissettim, sandal ağacı kokusu burnumdaydı. Saç tellerimin yine bir yüzü okşadığını hissettim. İçime kokuyla karışan huzuru hissettim. Derin bir nefes aldım, arkamdan esen rüzgâr devam etti. Sonra anladım rüzgâr olmadığını. ''Benim arkama geçersin diye düşünmüştüm.'' Dedi nefesini rüzgâr sandığım bir çift yeşil göz.

Heyecanla arkama döndüğümde burun buruna geldik, bu kadar yakın olacağımızı dönene kadar geçen süre içinde idrak edememiştim ama etmediğim iyi olmuştu çünkü aksi halinde buna cesaret edemeyebilir tüm yüzünü bu kadar yakından görme fırsatını kaçırabilirdim. ''Ceyda vardı.'' Dediğim sırada gözlerim ilk dudaklarına çarptı, nefesim kesildi. Nefes etrafımda rüzgâr misali dolaşıyordu ama onu içime çekemediğimi bilmiyordu. Kızarmış hatta çoğu kısmı kabuk bağlamış dudaklarından çenesine indi bakışlarım, ovaldi. Yanaklarına çıktı sonra, dümdüzdü zayıflığı yanaklarına vurmuştu. Göz altlarına çıktı sonra, kızaran ve çöken göz altı göz kapağını kapsıyordu ve bakışları yine kırmızıyla buluşmuştu. Kaşları ne çok kalın ne çok inceydi, altın rengini andıran kumral saçlarından bir tutamı alnına düşmüştü. Onu çekme bahanesiyle tenine dokunma düşüncesi zihnimdeki tüm düşünceleri yaktı.

Bu yakınlıkta orman yeşilleri beni içeri davet ediyordu ama zihnimdeki yangının oraya vurmaması için daveti şiddetle reddediyordum. Nefesi yüzüme bir kez daha çarptı, gözlerimi yummak ve bu nefesi duyumsamak istiyordum. Dudaklarından çıkan nefes naneliydi, teninden çıkan koku ise sandal ağacıydı ve gözleri orman yeşiliydi. Sanırım ağaçlar arasına hamak kurup orada yaşama fikrini düşünmeye başlayacaktım. Bundan uzak kalmak istemiyordum, bu görüntü gözlerimden fazla uzak kalsın istemiyordum. Bana ne olduğunu ise hiç bilmiyordum. Bu kadar kısa sürede bu kadar duygular dengesizliğimden miydi yoksa inanmadığım ve tatmadığım tehlikeli bir duygu baş mı gösteriyordu bilmiyordum ama kendimde olmadığımı biliyordum.

Yara içinde duran dudakları kıvrıldı, tebessümü tüm kötü sesleri yok etmiş gibi hissettim. ''Doğru.'' Dedi bakışlarını arkama kaydırırken, arkamda kalan Tibet ve Murat'a baktığını anladım, dönmek için hareket ettiğimde parmakları kesik deri eldivenleri ceketimin üstüne değdi, omuzlarımdan beni tuttu. Bakışları hala arkamdaydı. Bu sırada baktığı yerden, arkamdan iğrenç kusma isteği uyandıran bir tonda Tibet'in ses duyuldu.

''Âşık olduğun ben değilmişim, kırıldım. Yanından ayrılamadığına göre, sende herkes gibi kapılıp gitmişsin ona.'' Utancımı olabildiğince saklayarak Zeyd'e baktım. Gözlerini hala onlardan ayırmıyordu ve beni tek sakin tutan şeyin onun kokusu olduğunu biliyordum. Bu yakınlığımız yanlış anlaşılmaya fazla meyilli olduğu için ayrı bir sinirlenmiştim çünkü ben biraz daha öne eğilsem göz kapaklarım Zeyd'in çenesine değerdi. O biraz kafasını eğerse de dudakları dudaklarıma değerdi.

Zeyd'in dudaklarında yine bir gülümseme belirdi, neye baktığını biliyordum ama gülünecek ne olduğunu anlayamıyor arkama bakamadığım içinde göremiyordum.

Ne olur kâbus olsun ne olur kâbus olsun...

Benim kâbus dileklerim gerçekmiş gibi başka bir sese izin verdi. ''Belki de beni onun için bırakmıştır.'' Tibet'in alaylı tonu Murat'a da yansıdı. Kendimi tutamayacağımı gözlerini değdirdiği gözlerimden anladı Zeyd. Ellerini çekti, gözlerinden anlamıştım beni engellemeyeceğini. Arkamı döndüm ve saç tellerimin tekrar yüzüne karışmasına izin verdim. Ben ona karıştığımda huzur buluyordum, o ne buluyordu bilmiyordum ama onun bulduğu yerde benim içimde şu an öfke yaşıyordu.

''Ölsem umurunda olmazdı, ayrılmam gururuna dokunduğu için mi umurunda oldu?''

Zeyd'in sessiz kalsa da enseme değen nefesinin hızlandığını hissettim. Sonra bir gölge duvara düştü, göz ucuyla baktım. Duvara bir elini yumruk şeklinde yaslamıştı, öfke belirtisi olarak yorumlayabilirdim ama ellerinin titrer gibi bir hali vardı. Sanki öfkeden değil destek alabilmek için yaslamış gibiydi. Kaşlarımı çattım.

''Ben bugün yeterince üzerine oynadım senin yerine kardeşim.'' Dedi Tibet elini Murat'ın omuzuna koyarken. ''Dikkat et sana patlamasın.'' Zeyd yumruğunu duvardan çekti, bir adım attı. Saçlarım yüzüne dokunarak ondan uzaklaştı. Şimdi yanımdaydı, gölgesi gölgeme karışmıştı.

Zeyd gün yüzüne çıktığında, arkamdan yanıma geçtiğinde Tibet'in sırıtan yüzü duruldu. Murat'ın keyifli yüzü yerini benim içimde yaşayan öfkeye bıraktı. Gözleri iğrenç imayla ikimiz arasında gidip geliyordu, dudaklarında masum olmayan kin dolu bir kıvrılma oldu.

Bu sırada yanımdan boğuk bir ses ''Şimdi anlaşıldı.'' Dedi. Bakışları Murat ve Tibet arasında gidip geliyordu.

''Ne anlaşıldı?'' diye fısıldadım sadece onun duyabileceği kadar kısık şekilde ama beni cevapsız bırakmıştı. Tek odağı Tibet ve Murat'tı. İkinci anons duyulmaya başladığında Zeyd'in elini elimde hissettim. Parmaklarını parmaklarıma dolayarak arkasını döndü ve bana gitmemiz gerektiğini işaret etti. Ne olduğunu anlayamadan ona ve Murat'a baktım. Kaşlarını çatmış ellerimize bakmıştı. Sonrasında benim de tek baktığım birbirine geçirdiğimiz parmaklarımız oldu. Deri eldiveninin soğukluğu avuç içimde birikmişti.

Arkasından giderken dudaklarımı araladım ama tam olarak ne diyeceğimi kestiremiyordum. Motorun önüne gelene kadar sessizce, ellerimiz ayrılmadan yürüdük. Yutkundum ve tenime değen teninin beni her ne kadar yapmayacağını bilsem de yakmasına izin verdim.

Beni yakmayan bir yangından, bana zarar gelmezdi.

Siyah motorun önüne vardığımızda diğer motorların önünde duran yüzler bize döndü. Defne, Dağhan bize bakıyordu. Burçak ve İkra az ötede konuşurken konuşmalarını kesmiş bize dönmüştü, ellerinde kaskı tutuyorlardı. Atilla ve Ceyda'yı ise henüz görmemiştim. Zeyd kaskı kafama takmaya yeltendiğinde ''Ne yapıyorsun ben Atilla...'' diyerek onu engelledim. Elleri durdu ve bana gözleriyle ötede motorun üstünde duran Atilla'yı işaret etti. Ceyda'nın arkasına bindiğini ve Atilla'nın bana göz kırptığını gördüm. Gözlerimi kısarak dudaklarımı ''Satıcı.'' Diye oynattım, sessiz söylemek istemiştim ama fısıltı olarak dudaklarımsan kaçmıştı. Atilla dudaklarımı okuduktan sonra üzgün gibi dudaklarını büzdü ve kaskını taktı. Tam bu sırada benim de kafama bir kask geçmiş durumdaydı, Zeyd gülümsüyordu. ''yarış boyu seni bekleyemem.'' Dediğini duydum.

Kendi kaskını taktıktan sonra motora bindiğinde yüzünü hala ayakta dikilen bana dönmüştü. Omuzlarından destek alarak arkasına bindim ve ellerimi gösterdiği kavisine yerleştirdim. Parmaklarım tanıdık ısıya hemen uyum sağlamış, ona karışmıştı. Geri sayım başlamak üzere olduğunda durgunca çizgiye ilerledik. Çizgiye geldiğimizde kulağım artık gelen tüm sese, gürültülere alışmıştı. Artık yabancılamıyordum.

Çizginin önüne geldiğimizde Atilla ve Burçak sağımızla solumuzu kapattı. Ceyda ve İkra'nın bana döndüğünü gördüm ama onlara dönmedim. Karşıma bakmaya devam ediyordum. Geri sayım başladığında önlerine döndüler, İkra'nın kaskın altından attığı bakışları derinimde hissedebiliyor gözümde canlandırabiliyordum. Son sayı duyulduktan sonra soğuğun estiğini hissettim, kıyafetlerimin arasından tenime sızdı ve hızla başladığımız için bir anlık afalladım. Elimi sıkı sıkı Zeyd'e sardım. Yarışın ilk saniyesinde bile katılanların yarısını Burçak ve Atilla'yla arkamızda bırakmıştık, En önde yine Burçak vardı. Onunla burun buruna gittik, Atilla'da hemen arkamızdaydı ve ona yetişmek üzere olan Murat'a bakıyordu.

Yüzümü çevirerek Burçağın arkasındaki İkra'ya baktım. O da bana döndü, ikimizde de kask vardı. Bir süre baktıktan sonra önüne döndü ve daha sıkı sarıldı Burçağa. Yüzünü öbür tarafa çevirmişti, arkadan bir keyif çığlığı duyuldu. Ceyda bağırıyordu, Defne yine sessizdi ve gördüğüm kadarıyla yüzünü çevirip bakmıştı. Dağhan Atilla'nın hemen arkasında olduğundan Defneler bize göre en arkadaydı.

''Düşmüyorsun değil mi?'' diye bağırdı Zeyd, sesi yine gür ve kalındı. ''Hayır.'' Diye bağırdım bende duyabilmesi için, bu rüzgârda duyulması oldukça zordu. Ben de onu zor duymuştum çünkü bu yarışın büyüklüğü sadece kalabalıkla değil, yarışçıların hızıyla da belli oluyordu.

''Güzel.'' Dedi ve derin sesli bir nefes verdi. ''Arkamda güzel bir kız bırakmak istemem.'' Bir anlık gafletle dengemi kaybeder gibi hissettim, rüzgâr sanki bana bir tokat atmıştı ama atmadığını biliyordum. Dengemi kurdum, bunu hissetmiş gibi güldü. Gülüşü kulağıma dolduğunda ben de gülümsedim, gülüşü rüzgâra karışsa da rüzgâr bu sesi bana getirmişti. Güzel gülüyordu.

Aklımı başımdan aldı, öyle aldı ki yarışın geri kalanı hakkında ne olup bittiğini çizgiyi geçene kadar fark etmedim. Çizgiyi geçtiğimizdeki duyulan ıslıklar beni kendime getirdi, yarışta kim kimi geçip geride kaldı, kim kime baktı hiçbirini hatırlayamıyordum. Hepsi bulanık bir anıdan ibaretti.

Motor yavaşladı, az önceki ateşin başında durdu, ön tekerlek yerdeyken arka tekerlek havaya kalktı ve ben kısa bir an yükseldim, ardından motorun arkası indi ve yükselişim geriye döndü. Kilidin toprağa değdiğini gördüm Zeyd'in arkasından inerken. Kaskı çözüp kafamdan çıkardıktan sonra heyecanımı gizlemek için gülümseyerek ''Şans getirdiğim için beni istedin değil mi?'' diye sordum. O da karşılık olarak çözüp kaskını çıkardı ve orman yeşili gözlerini serbest bıraktı, karanlıkta daha fazla gizlemedi. Saç tutamının biri yine alnına düşmüştü ve arkaya itilmeyi bekliyor parmak uçlarıma bunun için elektrik yolluyordu. Avucumu sımsıkı kapattım.

''İnsan kendi şansını kendini yaratmalı, bende benimkini yarattım.'' Bu yaptığı ikinci kalbime fırlattığı bir oktan başka bir şey değildi. Yutkundum, ifademden memnunmuş gibi gülümsemesini genişletti.

Gözlerime kilitlediği gözlerimi almak istedim, alamadım. Kaçır gözlerini Vera, Yeter artık Vera, Yanlış anlaşılacaksın Vera.

Yeterince anlaşılmadım mı?

''Vera.'' Arkamdan Burçağın seslenişini duyduğumda kaskı Zeyd'e uzatıp döndüm. Beni böyle bir çıkmaz anından kurtardığı için onu alnından öpebilirdim. ''Efendim.''

''Gidiyorum, eve bırakayım seni de.'' hayretle kaşlarımı kaldırdım. Bunu söyleyen gerçekten Burçak mıydı, Esef olan Burçak?

Ona daha fazla ayak bağı olmayacağım sözünü verdiğim için bu teklifi ne kadar kabul etmek istesem de ''Teşekkürler, kendim dönerim.'' Dedim. ''Seni evden ben aldım, bu saatte kendi başına dönmene izin veremem.'' Dedikten sonra kaşlarını çattı. ''Ayrıca henüz yapmadığım şeyler için de teşekkür etme.'' İstemediğimi bir kez daha dile getirmek için dudaklarımı araladım ama benim yerime başka bir ses yine benim yerime cevabı vermişti ve bu cevabı soru olarak değil itiraz kabul etmez bir cevap olarak söylemişti. ''Ben bırakırım.''

Ona döndüğümde kaşlarım Burçak gibi çatılmıştı. ''Benim bırakmamı istemez misin?'' dediğinde sesindeki alaycılığı fark ettim. Yeşil gözlerine bakarken bu soruya hayır cevabı vermek imkânsız görünüyordu. O yeşil gözler bana öyle sıcak bakıyordu ki, tenime sızan soğuğun bedenimi terk ettiğini hissettim. Eve gidene kadar biraz ısınmak istiyordum. ''Peki madem.'' Dedim sesimi stabil tutmaya çalışarak, bunu ne kadar başardığım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Zeyd ayaklanıp kaskı motorun üstüne bıraktı, gözleri omuzumun üzerinden arkamdaki gölgeye sekti. Ben de o gölgeye döndüm, kafasına siyah kapüşon geçirmiş biriydi. Bu görüntünün bana nereden tanıdık geldiğini düşündüm. Zeyd yanımdan Burçak ile geçip çocuğun yanına gitti, ben de motora yaslanarak onlara dönüp kask ile oynamaya başladım ama kulağım da onlardaydı. Pek yakın olmadığım için çok kısık geliyordu ve ne dedikleri tam olarak anlaşılmıyordu. ''Şekerinizi alın.'' Dediğini duydum çocuğun, tam olarak ne dediğini duymamıştım sadece en yakın anlamlandırabildiğim bu olmuştu. Sonra hatırladım nerede gördüğüm, okulun arka kısmında Dağhan'la görmüştüm. Dağhan'ın geldikten sonra sana şeker aldım dediğini hatırladım. Kaşlarım çatıldı.

Aralarında kesinlikle dönen bir şifre olmalıydı. Hemen yanlarına gelen anonsçu çocuk onlarla selamlaştı, gözleri bana kaydığında bakışlarımı kaçırdım. Bu sırada hemen burnumun dibinde biten bir bedene çarpmıştı gözlerim.

Kot ceketinden yüzüne çıktığında bakışlarım mavi bakışlarla buluştu. ''Ne istiyorsun?'' diye sordum ters bir biçimde. ''Neden bizim okula geldin?''

''Umurunda mı?'' ona tek kaşımı kaldırarak bakıyordum. Sadece bir lolipop verdi diye ona karşı tavrımı yumuşatacak değildim, beni yalnız bıraktığı anlar verdiği şekerden daha ağır basıyordu. Kötülük her zaman hatırlanır iyilik her zaman unutulurdu.

Kötülüğün fazla iyiliğin az olduğu yerde ise iyilik zamanla silinirdi.

''Doğru soru, değil. Peki neden Zeyd'i bekliyorsun?'' derin bir nefes aldım, yine daraldığımı hissediyordum. ''Çünkü beni eve bırakacak, asıl merak ettiğin şeyi sor. Oyalama beni.'' Kafasını salladı, kollarını birbirine dolamıştı. Bacağı doksan derece açıyı andırır gibi aralıktı. Sessizce yüzümü inceledikten sonra dudaklarını açtığında mecazi anlamda gözlerini de yumduğunu biliyordum ama Burçak bugün beni birden fazla kurtararak İkra'ya seslendiğinde İkra'nın aralık dudaklarından ses çıkmadı sadece içeri oksijen girmiş sonra geri kapanmıştı. ''İkra, hadi.''

İkra kafasını sallayarak ona gitmeye yeltenmeden hemen önce bana yine o düşmanca bakışlarını atmayı ihmal etmedi, gün içinde yaşadığım şeyleri unutmuş gibiydi. Eğer unutmadıysa şu an yaptığı bu tavrın ölüme susamak olduğunu bilmesi gerekirdi.

İkra arkasını dönüp giderken bir elimi belime yerleştirirken diğeriyle de saçlarımı arkaya attım. Öfkelenmiş ve üzülmüştüm. Ben biri orada bana kol kanat gerecekse eğer bu kişinin o olması gerektiğini düşünüyordum ama o hariç herkesin bana karşı çekmiş ya bıçağı ya da duvarları vardı. Yüzümü yere eğdiğimde görüş açıma bir çift ayakkabı girdi. Zeyd karmaşık duygularımı hissetmiş gibi elini çeneme yerleştirdiğinde düşmüş yüzümü kaldırdı.

''Bir şey mi oldu?'' kurumuş dudaklarımı ıslattıktan sonra gözlerimi yumup içten bir nefes verdim. Elini çenemden hala çekmemişti, gözlerimi aralarken yüzümü hafif geri çektim. İki gündür yaşadığım bu dengesizlikler benim de dengemi bozmuştu. Bu yüzden duygu değişimleri beni ağlama duygusuna yaklaştırıyordu. Şu an en son istediğim şey karşısında ağlamaktı.

''Hayır, gidebilir miyiz artık? Hava soğudu.'' Dedim ince ceketimin kenarlarını tutarken yalandan. Gözleri ince ceketime indiğinde kaşlarını çattı. ''bekle burada.'' Arkasını dönüp giderken seslenmek için dudaklarımı araladım ama görüş mesafemde olan bir askılıktan şişme içi yünlü bir ceket alıp döndüğünde bunun onun ceketi olduğunu anladım. Okuldaki askılıkta bu ceketi görmüştüm. Ceketi açarak bana kaş göz yaptı. ''Senin değil mi bu?''

''benim ceketim beni ısıtmaya yetiyor.''

''Neden öyleyse montun burada?'' dediğimde güldü. ''Senin için getirmiştim.'' Söylediğine sesli şekilde güldüm. Geleceğimi bile bilmeden benim için getirmesi duyduğum en inandırıcı şeydi. ''Okulda unuttum, Ceyda getirmişti.'' Bir kez daha bana giymemi işaret ettiğinde gözlerin beni ısıtıyor edebiyatı çekip kendimi soğutmamak için kolumu uzattım ve giydirmesine izin verdim. ''teşekkür ederim.''

''İkra'yla ne konuştunuz?'' dedi birdenbire. Giydiğim montun önünü çektikten sonra bakışlarını yine benimkilere kaldırmıştı. ''Kuzen olduğunuzu duydum, görüşmüyorsunuz.''

''Görüşmüyoruz, eskiden araya giren bir soğukluk.'' Kafasını anlayışla salladı. ''Neden okula geldiğimi falan sordu.'' Diye mırıldandım ona bakarken. ''Bu kadar mıydı?'' Burçağın motoru yanımızdan geçip gittiğinde bizi izleyen gözleri açıkta olan İkra'ya baktım.

Zeyd'e taktığını biliyordum ama Zeyd'in bunu bilip bilmediğini bilmiyordum. Bildiğini ne kadar düşünsem de bilmeme ihtimalini baza aldım. ''Bu kadar.'' Motorun üstünden kaskı alarak bana uzattı. Uzattığı kaskı alırken soğuk eli sıcak elime değmişti. ''Benden sıcaksın ama üşüyorsun.'' Dedi gülümseyerek. ''İçim üşüyor.''

Gözlerime baktı, o böyle bakarken içimin üşümesinin imkânı yoktu ama bunu söylemedim.

Kendi kaskını alarak kafasına taktığında açıkta bıraktığı gözleri beni süzdü, elini omuzuma uzattığında montun fermuarına takıldığını onun eli saçımı kurtardığında fark ettim. Saçlarımı kıskanacağım hiç aklıma gelmezdi. Ssaçmalığıma gülümseyerek kaskı taktım. ''neden güldün?'' dedi motoruna binerken. Elimi omuzuna koymak için uzatacağım sırada elini uzattı. Sanki içimi okumuştu.

Uzattığı eli tuttum ve arkasına bindim. ''Hiç, öyle gülesim geldi.''

O da güldü. ''Sen neden güldün?''

''Hiç, öyle gülesim geldi.'' İkimizde güldük, motor çalıştı ve etrafa hiç bakmayan gözlerimiz karşımızdaki karanlığa kaydı.

Eğer karanlıkta yürümeyi bilmiyorsak belki de ışık olan biriyle yürümeliydik. Motorun yanan farları karanlığı aydınlattığında bunu düşündüm. Ellerimi beline sardığım çocuğun karanlığa ışık tuttuğunu düşündüm, hayal ettim.

Bunları yaparken beni çok daha büyük bir karanlığa çektiğinden habersizdim, bataklıkta beni ellerimden tutmuş yürütüyordu ve ben onun yaktığı ışığın karanlığı aydınlattığını seviniyordum ama o ışığın aslında beni bataklığa çekmek için aydınlattığı yol olduğunu bilmiyordum.

''Evim 74. Caddede. Pasajın hemen karşısındaki beyaz villa.'' Kafasını aşağı yukarı salladı. Daha fazla detay vermedim, kafasını sallamasına bakılırsa bu ona yetmişti de zaten.

Karanlıktan aydınlığa çıktığımızda her yerin yanan ışığı yolu aydınlattı. Saat ilerlemiş olduğundan araba azalmıştı ama lambalar göz alacak kadar fazlaydı.

Zeyd sessizce motoru sürerken gözlerim karanlıkta İkra'nın yüz ifadesini canlandırdı. Hesap soran ifadeyle bana bakıyordu, saçlarını omuz hizasına kadar kesmişti ve kaşlarını artık ince kullanmıyordu. Yüzü çok değişmese de huyunun aynı olduğunu görebiliyordum. Hala inatçıydı ve hala her dediğini oldurmaya çalışıyordu. Eskiden ona bu kadar kırgın hissetmiyordum. Eskiden varlığı yokluğu birdi ama şimdi varken yoktu ve bu beni olmamasından çok daha fazla üzüyordu.

Kafamda kask olduğunu bilsem de yüzümü Zeyd'in omuzuna yaslamak istedim, ceketinin soğukluğunu yanağımda hissetmek ve sarılan ellerimde onun sıcaklığını hissetmek istedim. Ceketinin önü kapalı olduğu için sadece derinin soğukluğunu hissediyordum, kafamda da takılı bir kask vardı ama olmasa da yanağımı sırtına yaslayacak kadar cesur değildim.

Yeterince yüzsüz davrandığımı düşünerek zaten utanıyordum. Tanıdık binaları görmeye başladığımda en az Burçak kadar hızlı sürdüğünü fark ettim, eve tahmini on ya da on beş dakika içinde gelmiştik. Motor yavaşladığında ellerimi yavaşça ağır ağır belinden gevşeterek çektim. Motor evin tam karşısında durdu, Zeyd ayaklarını yere bastı ve motor sesi durdu. Omuzundan destek alarak motordan indikten sonra kaskımı çıkararak kolumun altına aldım ve dağılan saçlarımı düzelttim.

Saçımı olabildiğince düzelttikten sonra ona uzattığım kaskı alarak kolunun altına koydu, gözlerini yumarak yorgun bir nefes bıraktı. Nefesinin aldığı bulutsu şekil gözlerimi aldı. ''Tibet seninle eski erkek arkadaşın yüzünden bu kadar uğraşıyor.''

Yumduğu gözlerini açtığında gözlerini görmeme izin veren köşe başındaki sokak lambasına minnettardım. ''Sebebinin biz olduğumuzu sanmıştım, biz değilmişiz ve bizim artık onlarla uğraşabilecek zamanımız yok. Sende olaylardan ve onlardan uzak dur.'' Bir kez daha gözlerini yumdu. ''Öyle yapıyorum zaten... Yani başıma gelen her şey Murat yüzünden mi?'' dedim.

Sorumu görmezden geldi ve gözlerini açmadan ''Bunu söylemenin nazik bir dili yok, seni bir daha yakınlarımızda görmek istemiyorum. Sadece olaylardan değil bizden de uzak dur. Atilla sana cana yakın davranıyor olabilir ama diğerlerinin de öyle olduğunu düşünme.''

Başıma saplanan yeni bir ağrının sızıntısını hissettim, açık sözlülüğünün beni ayıltan soğuk bir su etkisi yarattığını biliyordum ama gerçekten bunu söylemenin nazik bir yolu olmadığına inanmıyordum. Tibet'in benimle Murat yüzünden bu kadar uğraşabileceğini kestirememiştim. Onun sözlerinin neden bu kadar canımı yaktığını bilmiyordum ama ben de onun canını yakmak istiyordum. ''Diğerlerinin de senin de onun gibi sıcak olduğunu düşünmedim zaten hepiniz korkuluğa benziyorsunuz. Yakınınıza gelmek için uğraşmamıştım şimdiye dek de siz nasıl beni Tibet ve Hazal'a bulaşmak için kullandıysanız ben de sizi onlardan korunmak için kullandım. Her şey karşılıklıdır.'' Bir nefeste sıraladığım bu kadar nefret sözlerinin benden çıktığına inanmak zordu. Boğazıma bir kılçık takılmış gibi hissettim hem kendime hem de ona duyduğum öfkeyle tırnaklarımı avucuma geçirdiğimde sızlaması arttı. Artık gerçekten canım yanıyordu. ''Her şey karşılıklıdır...'' diye tekrarladı beni. ''Bize öfkeli olman güzel.'' Diye ekledi sonra.

''Eve bıraktığın için teşekkür ederim, Tibet'le ve Hazal'la da kendim başa çıkabilirim.''

''Biliyorum.'' Dedi yutkunarak. Montu çıkarıp arkasına bıraktım, çıkarana kadar montuna bu kadar ihtiyacım olduğunu fark etmemiştim. Beni öylesine ısıtmıştı ki şimdi kendimi çırılçıplak çıkmış gibi hissettim. Bıraktığım monta baktı ardından bana döndü. ''İyi geceler.'' Diyerek arkamı döndüm ve kapıya doğru yürümeye başladım. Ellerimi kollarıma sarmamak için zor sabrediyordum.

Çünkü sadece dışarıdan değil içeriden de çok üşüyordum.

Çünkü sadece dışarıdan değil içeriden de çok üşüyordum

İkra Yaman

 

Loading...
0%