Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@byzloey

''Yalan ifade versek olmaz mı?'' dedim elimdeki kahveyle Burçağın yanına otururken. Kayaktan gelmiş sonunda içimi korkudan titreten konu için toplanmıştık. Eğlence bitmişti, artık çok daha önemli bir sorunumuz vardı.

Burak peşimizdeydi, bize haberini yollamıştı.

''Anlaşılır, başımızı ağrıtırız.'' Diyerek sorumu çürüten Burçağa döndüm. ''Ne düşünüyorsun?''

''Ben hastaneden çıkacak kadar iyileştiğinde onu tekrar hastanelik edip gittiği yere kadar böyle götürmeyi düşünüyorum.'' Dediğinde hepimizin gülüşleri üst katta yankılandı.

''Polise yakalatmayı denedik, iki kez elimizde patladı. Başına büyük bir dert açmadan bizimle uğraşmayı kesmesini bekleyemeyiz.'' Diyerek ciddileştiğinde Zeyd sözünü kesti.

''Başına bela açabilmemiz için bizim de başımıza bela almamız gerekiyor. O riske giremeyiz.'' Hepimiz Zeyd'in söylediğine hak vermiştik. Artık hiç birimizin daha fazla belayla mücadele edecek gücü yoktu. Artık sadece dinlenmeye ve eğlenmeye ihtiyacımız vardı.

''E ne yapıcaz öyleyse?'' Zeyd Atilla'ya döndü ve cevap için dudaklarını araladı ama Tibet ondan önce olayı çakmıştı ve söylemişti.

''Yanlış yapmasını bekleyeceğiz. Şu an size olan hırsı gözünü döndürmüştür, mutlaka hata yapacaktır.'' Zeyd Tibet'i onayladı.

''Biz önlemimizi alacağız, gerisi Allah kerim.'' Burçak bu fikri beğenmemişti, Ceyda ise yeterli olmadığını düşünüyordu. Ben de Ceyda gibi düşünüyordum, Burak gibi bir deli dışarda dolaşırken bu plan fazla basit ve riskli görünüyordu.

''Yerinizi yurdunuzu biliyor, burayı daha önce ateşe verdiğini hatırlıyorsunuz değil mi?'' diye mırıldandım. Ceyda da bunu bekliyor gibi bana hak vermişti.

''Öyle ama diğer türlü neler olabileceğini bilmiyoruz, bir serserinin peşine kuyruğumuzu kıstıracak da değiliz.'' Gözlerim şaşkınlıkla Atilla'ya döndü. Bunlar resmen yürek yemişti.

''O tek, biz ise kaç kişiyiz?'' dediğinde elimi ona doğru uzattım. ''Aklını kaçırmışsın sen, o tek ama arkasındaki adamları size karşı kışkırtabilir. Aynı o gün ki gibi, o zaman durum kaça kaç olacak?'' dediğimde Zeyd önüme çöktü ve ellerimi tuttu.

''O adamlar artık Burak'la bağını kesti, Burak'ın bu kadar polisle haşır neşir olması onlar için riskti, yani o artık tek başına, yangını arkasındakilerle beraber yapmıştı artık öyle bir şeye de kalkışamaz. ''

''O zaman nasıl bu kadar güveniyor kendine.''

''Sadece kendine güvenmiyor, güvendiği başka biri olmalı.'' Diye mırıldandı.

''Kim?''

''Tanıdığımız biri olduğunu düşünmüyorum, olsaydı kulağımıza gelirdi.'' Zeyd Tibet'e hak verdi ve doğruldu. Kenarda duran kahvemi ellerimin arasına aldım.

''Öyleyse tek yapacağımız beklemek mi?'' dedim huysuzca. Bu plandan hiç hoşnut olmamıştım.

''Önlem alarak beklemek.'' Diye düzeltti Zeyd ve Burçağa gülerek baktı.

''Ne gibi önlem?'' dediğinde Burçak İkra'ya gülümsedi ve camı tıklattı.

Dışarıyı gösteriyordu, ''Kapıdaki korumalar gibi, babam sağ olsun.''

Ah elbette, Kenan Bey'in korumalarını tamamen unutmuştuk. Bunun az da olsa içimin rahatlatması gerekiyordu ama hiç rahat hissetmiyordum. Aksine ilk defa sessiz kalacağımız için korkuyor daha kötü hissediyordum.

İkra benim aksime biraz rahatlamış görünüyordu, tabi benim başıma gelenler onun gelmediği için benim kadar ürkmüyor benim kadar durumun ciddiyetini anlamıyordu.

Bu onun için çok daha iyiydi, eğer boş yere telaş ediyorsam geceler ona zehir olmuş olurdu. Onun tek avantajı korumaların önceliğinin Burçak olmasıydı, içi bu yönden daha rahat olmalıydı. Benim değildi.

''Çok sürmez, ne yapacaksa en kısa sürede yapacaktır.'' Dediğinde merakla Tibet'e döndüm. ''Ne zaman mesela?''

''Bu iki gün içinde?'' dedi ama cevabı cevaptan çok soru gibiydi.

''Eğer hastaneden tam iyileşmeden çıktıysa sebebi budur.'' Dedi Burçak da Tibet'e katılarak.

Gözlerimiz Ceyda'yla kesiştiğinde ikimizin de aynı şeyi düşündüğünü anladım.

''Peki sen teklifini kabul ettiğini söylesen...'' Tibet Ceyda'ya döndü ve gülümseyerek ''Yapmayacağımı biliyorsun.'' Dedi.

''Neden?''

''Çünkü ben ikili oynamam, tarafım bellidir. Ya kötü ya iyi.'' Sorumu cevaplasa da gözleri bende değil hala Ceyda'daydı. Ceyda memnuniyetsiz şekilde gözlerini ondan aldı.

Tibet'in bu inatçılığı bazen tepemi oldukça attırıyordu. Tek yapacağı şey rol yapmaktı, bu konuda kötü olduğunu da hiç mi hiç düşünmüyordum.

''Yani hiç tanımadığımız arkası sağlam biriyle bizden birini öldürmeye ya da zarar vermeye kafayı takmış birinin bize zarar vermesini bekleyeceğiz? Harika!'' Dağhan öfkeyle ayağa kalktı ve sıkıntıyla nefes verdi.

''Ne yapmamızı bekliyorsun koca adam?''

''Her boku yiyorsun, şerefsizce ne varsa yapıyorsun ama ikili oynayamıyorsun.'' Dağhan'ın söylediğiyle ortamın havası birden değişti, gerginlik içerideki soğuğa kafa tutuyordu.

''Herkesin prensiplerini vardır.'' Tibet'e öyle bir döndü ki bir an bir daha hastaneye doğru yol görünüyor sanmıştım.

''Siktiğimin prensibi.'' Diye tısladı. İşte ilk zamanlarda gördüğüm Dağhan karşımdaydı, içi pamuk dışı ise kabuktan ibaret olan Dağhan'dı.

Tibet gözlerini kıstı, dudaklarını aralayacağı sırada Ceyda yalandan boğazını temizledi ve ''Kahve isteyen?'' diye sorarak ortamı değiştirdi.

''ben hava alacağım.'' Dağhan merdivenlere yöneldiğinde Zeyd'e kaş göz yaparak arkasından merdivenlere yöneldim.

''Yalnız mı bıraksan?'' Defne tereddütle bana baktığında kafamı sağa sola salladım.

Bence şu an yalnız kalması için hiç doğru bir zaman değildi.

Gözlerim Zeyd'e döndüğünde kirpiklerini kırpıştırdı, gülümseyerek merdivenlerden hızla inmeye Dağhan'a yetişmeye çalıştım.

Bu durumdan hiç memnun değildi, Tibet'e güvenmiyordu onu yanımızda istemiyordu. Huzursuz olduğunu günlerdir görebiliyordum. Hiç kimse de Dağhan ile konuşamamıştı, herkes çok meşguldü.

''Dağhan!'' sonunda sesimi duyduğunda durdu ve eli demir kapıdayken bana döndü.

''Yavrum?'' dedi yarı ciddi yarı alayla. Gülümseyerek tuttuğu kapıyı öbür taraftan tuttum ve çektim.

''Hadi gidelim nereye gidiyorsak.'' Diyerek dışarı çıktım.

''Sen gelmiyorsun yavrum. Ben tek gidiyorum.'' Dediğinde ona tek kaşımı kaldırarak baktım.

''Ben geliyorum yavrum. Sen ve ben gidiyoruz.'' Dudaklarını araladığı süre içinde elinde duran anahtarı kaptım ve şoför koltuğuna binip ona gülümsedim. Dudakları geri kapanmış yenilgiyle yan koltuğa oturmuştu.

''Nereye gidiyoruz?'' dedim anahtarı takarken.

''Sahile.'' Dedi ve arkasına yaslanıp cebinden paketini çıkardı.

''Neden bu kadar huzursuzsun?'' sigarasını yakıp derin bir nefes çekti.

''Ben Burak'ı onlardan daha iyi tanıyorum da ondan.'' Arabayı garajdan çıkarırken bakışlarımı ona döndürdüm. ''Nasıl yani?''

''Bizimkilerden önceki en yakın arkadaşım Burak'tı benim. Biz beraber okumuştuk, ama takıntılı biriydi. Okulu bırakıp ortalardan kayboldu, o da bağımlı olmuş. Onunki bizden daha ilerde, beni bile yarım yamalak hatırladı görünce sen düşün.'' Meyus'un sokağından çıktığımızda kapıda bekleyen üç arabadan biri arkamızdan gelmeye başladı.

Dağhan'ı kesmeden dinlerken bir yandan da aynadan arkayı kontrol ediyordum. Dağhan'dan duyduklarım ne kadar yola odaklanmamı zorlaştırsa da şaşkınlığımı gizleyememiştim.

''Diğerleri bunu biliyor mu?''

''Sadece Zeyd ve Ceyda.''

''Neden diğerlerine söylemedin?'' dediğimde dudaklarını yaladı ve yüzünü bana döndü. ''Daha fazla korkmamaları için. Az bile korkuyorlar ama bilmeleri bir şeyi değiştirmeyecek.'' Diye mırıldandı.

Kırmızı ışıkta durduğumuzda yüzümü ona döndüm ve cevabının beni en çok korkutacağı o soruyu sordum. ''Ne kadar ileri gidebilir?''

''Ne kadar öfkelendiyse.'' Dedi ve yüzünü tekrar yola çevirdi. ''Yeşil yanıyor yavrum.'' Diye mırıldandı.

Yutkunup ellerimi direksiyona koydum ve sahil yoluna döndüm.

''Yani... O da bizden birine kaza mı yaptırır diyorsun.''

''Belki daha da kötüsünü yapar diyorum. Uyuşturucu kullanan birine güven olmaz.''

''Tibet-''

''O yüzden ona da olmaz, gerçi o kullanmasa da ona güven olmaz da.'' Dediğinde belli belirsiz gülümsedim.

Sahile gelmiştik, nasıl olduysa ilk defa park alanlarında boş yerler vardı.

Arabayı bulduğum yere elimden geldiğinde güzel park ettim, Dağhan'ın arabasına çok önem verdiğini biliyordum. O yüzden onun verdiği kadar önem veriyordum.

Arabadan indiğimizde bankların doluluğuna söylendim, Dağhan ise elimden tutup kumsala doğru beni sürüklemişti.

''Sen anlat biraz da seni bu kadar huzursuz eden ne?'' kumsal da diğerlerinden uzakta oturduğumuzda yüzümü ona döndüm ve uzattığı sigaradan bir dal aldım.

''Çok şey var, hangisini soruyorsun?''

''Başla birinden, nasıl olsa hepsini soruyorum.'' Dediğinde derin bir nefes çektim. Çakmağını çıkardığında gözümde okulda tek ateşte sigarasını yakan Ceyda ve Zeyd canlandı. Ben de yaktığı ateşe yaklaştım, ne yapmak istediğimi anlamış gibi o da sigarasını yaklaştırdı. Dudaklarında gülümseme olmuştu, ateş ikimizin sigarasını yaktığında geri çekildik.

''İlk korktuğum geceden başlayalım, Burak'ın beni bıçakla kovaladığı gece. O zaman anlamıştım aslında gözü dönebilecek biri olduğunu. Sonra Zeyd kollarımda atak geçirince biri içimden bir şeyler koparıyor gibi hissettim. Hala korkuyorum bundan, şimdi ise Burak peşimizde. Önceliği de Zeyd, Burçak ve benim.'' Kafasını aşağı yukarı salladı.

Sigarasından derin bir nefes çekti. ''Her şey benim yüzümden mi oldu sence?'' diye mırıldandım.

''Her şey olacağına varır, sen olmasan başkası yüzünden olurdu. Bizden biri yüzünden olurdu, her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır unutma. Bu şerrin getirdiği hayır bizim için her şeye bedel.'' Diye mırıldandı. Gözleri dalgalardaydı.

Kafamı aşağı yukarı salladım. ''Sen bizim için her zaman umudumuz olacaksın, karanlıkta parlayan bir yıldız gibi düşün.'' Gülümseyerek kafamı omuzuna yasladı.

''Benim için hiçbiriniz karanlık değilsiniz, sadece gölgelenmişsiniz.''

O da hissettiğim kadarıyla kafasını salladı.

'' En azından aşk hayatın yolunda gidiyor, dimi?'' Onu onaylar mırıltılar çıkardım ve sigarayı söndürdüm.

''Senin anlatacağın bir şey var mı aşk hayatın hakkında?'' dediğimde güldü. ''Sakız Begüm hakkında mı? Sence?''

''Vardır vardır.'' Diye ısrar ettim kolundan dürtüklerken.

''Dün yanına falan oturdun ya, hiç konuştunuz mu?''

''Burçak hakkında evet.'' Dediğinde kaşlarım çatıldı. ''Yuh! Çocuğun sevgilisi var hala mı soruyor?'' kafasını salladı ve hüzünle gözlerime baktı.

''Neden o?'' dedim fazlasıyla merak ederken. ''Okulda başka bir kız değil de begüm.''

''Çünkü saf.'' Dedi beklemeden. Tek kaşım kalkmış ''Saf mı?'' diye sordum.

''İnsanın inanası gelmiyor değil mi?''

Kafamı sağa sola salladım ve tam karşısına oturup ellerimi dizlerimin etrafına sardım.

''İlk zamanlar, Begüm de kullanmaya başlamıştı. Onu soyunma odasında ağlarken buldum. Hazal ve Nil onu baskılamış sanırım. Evet gıcık bir kız, ters de biri ama içten içe kötülüğü seven severek yapıp bundan zevk alan biri değil. Kullanamadı, bana nasıl dayandığımı sormuştu. Ona zararlarını anlattım, kullanmaması gerektiğini. Eğer öyle olursa okulda kalamayacağını söyledi, çok zayıfım beni burada bitirirler dedi.''

''Başka okula gitseydi?'' dedim çatık kaşlarımla.

''Gitmedi, kullanamayınca o da göz altına makyaj yapmaya başladı. Uyku düzenini bozdu, Hazal ve Nil bunu yiyordu ama Begüm bana gerçeği söylemişti. Ben onu bu yanlıştan kurtarmıştım. Bana borçlu olduğunu söyledi.'' Dedi dudaklarında acı bir tebessümle.

''Ben ne zaman yalnız kalmak için kaçsam beni buluyor benimle konuşmaya çalışıyordu, başta bende sakız gibi gördüm çünkü fazla darlıyordu. Sonra...''

''Ona âşık oldun?'' dedim gülerek.

''Vay be, bak sen şu sakız Begüme.'' Dağhan'ın omuzuna vurduğumda güldü. ''Keşke rol yapmak yerine farklı çözümler bulsaydı.'' Dedim ve hala sevmediğimi belli eder ifadeyle Dağhan'a baktım.

''Acaba o neden Burçağa aşık oldu?'' dedim ne kadar üzülsem de.

''Basit, kötü çocuk sendromu.'' Dediğinde güldüm. ''Sen de öyle duruyorsun?''

''Burçak daha yakışıklı.'' Dedi omuz silkerek.

''Ama sen daha cana yakınsın.'' Dedim bende kaşlarımı kaldırarak. Gülümsedi ve ayaklarını ayak ucuma uzattı.

''İyi ki bırakmadın bizi.'' Dedi birdenbire. ''Sizin aksinize.'' Diyerek gözlerimi kıstığımda yine güldü. ''Yapma ama!''

''Kusura bakma her fırsatta bunun lafını sokacağım.'' Dedim ve dudak büzdüm.

''Güvenli bir yere gittikten sonra lafını sokmaya devam edebilirsin ama şu an gitmemiz lazım.'' Dağhan'ın arkasında beliren Tibet ile olduğum yerde sıçradım. Dağhan ayağa kalkmış ona dönmüştü bile, bense onun neden buraya geldiğini merak etmiş sormaya yeltenmiştim ki Dağhan benden önce davrandı.

''Neden bahsediyorsun? Ne gitmesi?''

''Burak konuşmaya geleceğini söyledi ama ortalıkta yok, dışarda güvende değiliz. Hemen gitmemiz lazım.'' Dağhan elimi tutup beni yanına çektiğinde dengemi son anda kurup Tibet'e korkuyla baktım. ''Şu an sırası değil Dağhan, Burak hem onu hem beni arıyor şu an onun için bir taşla iki kuş gibiyiz gitmemiz lazım.''

''İyi siktir git, ben onu getiririm.'' Dağhan'ın terslemesine aldırış etmeden diğer elimden beni yakaladı ve kendi tarafına çekti.

''Sana güvenmiyorum.'' Dediğinde çatık kaşlarımla Tibet'i sarstım. ''Ne demek güvenmiyorum saçmalama.'' Beni duymamıştı bile.

''Burak'la eskiden arkadaş olduğunuzu söyledin mi ona?'' dediğinde ''Söyledi.'' Dedim ve elimi ondan kurtardım.

''Ona güveniyorum, onunla gideceğim.'' Dediğimde kafasını sağa sola salladı. ''Kusura bakma canım, sen güveniyor olabilirsin ben güvenmiyorum. Benimle geliyorsun.'' Dedikten sonra tekrar bana yeltendiğinde Dağhan önüme geçti ve beni oldukça korkutan bir sesle ''Geri bas.'' Diye tısladı. ''Buna vaktimiz yok, beni istemediğim şeyler yapmaya zorlama.''

Ortam tamamen savaş alanına dönmesin diye aralarına girdim ve Tibet'i göğsünden ittirdim. ''Neden sen geldin?''

''Çünkü Zeyd ve Burçak gelme ihtimaline karşı orada. Diğerleri de kızların yanında. Seni koruyacağıma söz verdim Vera.'' Dediğinde Dağhan onu göğsünden ittirdi.

''Sikerim sözünü de-''

''Eeh!'' Tibet savrulur savrulmaz toparlanıp Dağhan'a bir kafa çaktığında dudaklarımdan bir çığlık kaçtı. ''Vera gitmemiz lazım.'' Ben şaşkınlıkla sarsılmış Dağhan'a bakarken Tibet bir kez daha elimden yakaladı.

''Ona güvenemezsin.'' Dediğinde beni çoktan koşmak zorunda bırakmıştı.

Dağhan toparlanıp arkamızdan bağırmaya başladığında kolumu kurtarmaya çalıştım ama başarısız olmuştum. Çoktan bir arabanın önünde durmuştuk, Tibet arabayı açtı ve beni ön koltuğa bindirip alel acele şoför koltuğuna bindi.

''Kemerini tak.'' Dağhan arkadan göründüğünde Tibet onu önemsemeden park alanından çıktı, onu ilk defa böylesine endişeli görüyordum.

''Neden seninle gelmem için bu kadar ısrar ettin?'' dedim kemerimi takarken. O kendininkini takmamıştı, sertçe yutkundu.

''Kaç kere daha söyleyeceğim. Ona güvenmiyorum.'' Dedi ve bir kez daha yutkundu. ''Eğer güvenilir olmasaydı Zeyd bunu fark ederdi.'' Dediğimde güldü. ''Fazla duygusal olduğunuz için riskleri görmek istemiyorsunuz ama senin hayatını risklere bırakamam.'' Dedi ve tekrar yutkundu.

''Ne oluyor?'' dedim ona dönerek. İyi görünmüyordu, terliyordu.

Bir anlığına diğerlerinin uyuşturucu kullanırken ki halleri gözümün önüne geldi. ''Tibet.'' Dediğimde bana dönüp tekrar yola döndü.

''Evet, kullandım. Aksi halde atak geçirecektim.'' Dediğinde kemerime yeltendim ama beni engelledi. ''Sen kafayı mı yedin! Öldürteceksin bizi. Bu şekilde risk almıyor musun?''

Korkudan bağırmaya başladığımı bile fark edememiştim. ''Tibet kenara çek!'' beni duymadı.

''Tibet kenara çek!'' diye bağırdım bir kez daha. Gözüm aynadan hemen peşimize takılmış olan Dağhan'a döndü.

''TİBET KENARA ÇEK!'' Diye daha yüksek sesle bağırdım. ''Olmaz.'' Dedi.

''Sadece yanımda olursan güvende olduğunu bilirim.'' Dediğinde öfkeyle güldüm. ''SEN HASTASIN!''

''ÇEK SAĞA!'' Diye bir kez daha bağırdığımda aynadan arkaya baktı ve bir küfür savurdu. ''Çok geç'' dediğinde aynadan arkaya baktım. Siyah bir araba peşimizden hızla geliyordu, Hemen Dağhan'ın yanındaydı. ''Neler oluyor?'' dediğim sırada Tibet'in telefonu çalmaya başladı.

''Telefonu çıkar cebimden.'' Dediğinde ikiletmeden dediğini yaptım. ''Tibet kemerin...''
''Zaman yok.'' Dediğinde telefonu açtım ve hoparlöre aldım. Arayan Zeyd'di.

''Hemen geri dönün Tuzak bu!'' Ceyda'nın bağırışları kulağıma iliştiğinde sertçe yutkundum. ''Haber vermek için geç kaldın güzelim, aynadan Burağı görebiliyorum.'' Dediğinde Ceyda bir küfür savurdu.

''Bilmeliydik böyle bir şey olacağını...'' diye mırıldandı. Kafamı arkaya çevirdiğimde Burağın Dağhan'a vurarak onu oyun dışı bırakmaya çalıştığını duydum. ''Dağhan nerede?'' Ceyda'nın sorusuyla Tibet'in yaptığından haberinin olmadığını fark ettim. Tibet bir şey söylemeden ''arkamızda.'' Dediğinde Ceyda ''Neden aynı arabada değilsiniz?'' diye sordu.

''Çünkü Tibet ona güvenmiyormuş, onunla gitmeme izin vermedi.'' Diyerek araya girdiğimde Ceyda ''Ne demek güvenmiyor, delirdin mi sen?'' diye tısladı.

''Ceyda...'' dediğimde Tibet bana döndü. ''Sakın.'' Diye fısıldasa da kafamı sağa sola salladım.

''Tibet uyuşturucu almış.'' Tibet dudaklarını yalayıp hızını arttırırken Ceyda'dan bir süre ses gelmedi.

''Tibet hemen durdur arabayı.''

''Yapamam, Burak arkamda.''

''Öleceksiniz!'' diye bağırdığında Tibet derin bir nefes verdi.

''Durursam da Öleceğiz!''

Yüzümü tekrar arkaya döndüğümde bir silah sesi duyuldu. Dağhan geride kalmaya başladığında Ceyda ''Ne oluyor?'' diye bağırdı.
''Dağahn'ın tekerine sıktı şerefsiz.'' Diye tısladı.

''Bak dedim sana!'' dediğimde bana döndü. ''Riske giremezdim.''
''HİÇ GİRMEDİN!'' Diye bağırdığımda bedenime yayılan telaşı hissedebiliyordum.

Arkaya tekrar döndüğümde başka bir araba Burak'ı sıkıştırmaya başladı. Burçak için gelen korumanın arabasıydı.

Tibet hızlandığında Ceyda ''Dayanın, Zeyd ve Burçak geliyorlar.'' Dedi.

''Onları ara yola yönlendir. Ana caddeden gelemeyiz.'' Ceyda Tibet'in dediğiyle telefonu kapattı.

''Sıkı tutun.'' Dediğini dinleyerek başımın üzerinde kalan kısma tutundum. Bir araba faciası daha yaşamak istemiyordum ama olacağını hissedebiliyordum. Korkudan ağlamaya başladığımda Tibet'in gözleri bana döndü.

Gözlerim ondayken hemen yanında kalan camda Burak'ın iğrenç yaralı yüzü belirdi. ''Tibet!'' diyerek parmağımda yanını işaret ettim. Gözü yolla Burak arasında gidip geldi. Arkaya baktığımda korumaları atlattığını gördüm. Hala arkamızda kalmışlardı, biz ise yolu tamamen kapatmış durumdaydık.

İşte şimdi daha fazla korkmuş daha fazla ağlamaya başlamıştım.

''Dağhan'a bir şey olmuş mudur?'' dediğimde dudaklarını ısırdı. ''Tekerine sıkmıştır, onun için korkma.''

''Bizim için yeterince korkuyorum.'' Dediğimde belli belirsiz bana döndü.

''Buradan birimiz sağ çıkacaksak, o sen olacaksın. Söz veriyorum.'' Dediğinde gözlerim irileşti.

''verme!'' bağırmamı duymazdan gelerek hızını arttırdı.

''Tibet!'' diye bağırdım tekrar ama beni duymuyordu. Korkudan ağlamam şiddetlendi, ölmek istemiyordum.

Bir daha böyle bir korku yaşamak istemiyordum!

Burak hızını arttırıp önümüze geçmeye yeltendiğinde Tibet engelledi, Burak bir kez daha denedi. Tibet tekrar engellediğinde ellerinin titremeye başladığını gördüm.

''Siktir.'' Diye fısıldadı.

''T.... tibet.''

''korkma.'' Dedi ve o an ki boşluktan Burak önümüze geçmeye başladı.

Nasıl korkmazdım, korkudan ödüm kopuyordu. Korku nefesimi kesiyordu, Zeyd'in yetişmesi için dualar okuyordum. Ya da polisin ya da korumaların. Kim olursa bizi kurtarsın diye dualar ediyordum.

Ağlayışım hıçkırıklara dönüştüğünde Burak bize ilk teması yaptı, bizi biraz savurdu. Tibet zor da olsa toparlayabilmişti, nefes alışı hızlandı. ''Ben geçeyim şoför koltuğuna.''

''Olmaz.'' Dedi ve gözünü tekrar yolla çevirdi.

''Tibet.''

''Şu haline bak, elin ayağın titriyor korkudan olmaz dedim. Fazla riskli.''

''Senin de benden farkın yok.'' Dediğimde güldü.

''ben tüm ataklara, tüm belirtilere alışkınım. Benim kendimden yana korktuğum bir şey yok Vera.'' Dediğinde Burak arabaya bir kez daha vurdu.

Bu kez kolay toparlanamamıştık, sağa sola savrulsak da yara bere almadan atlatmıştık. Gözüm Burak'a kaydığında camı açtığını gördüm. Dudaklarında korkutucu bir gülüş belirdi.

Elinde metal bir şey parladığında gözlerim korkuyla belerdi, Tibet'te yüzünü ona döndürdüğünde bize doğrulan tabancayı görmüş direksiyonu bırakarak ''VERA!'' diye bağırarak tüm bedenini üzerime siper etmişti. O an silah patladığında nefesim korkuyla kesildi.

Araba hızla savrulmaya başladığında sıkılan o kurşunun bize değil tekerleğe olduğunu anladım.

Tibet ''TUTUN!'' diye bağırdığında araba takla atmaya başlamıştı. İlk aldığım darbeyle gözlerimi kapattım. Her taklada bir yerim acımaya başladı. Başımı iki kez vurduğumda gözlerimin kapanmaması için elimden geldiğince savaş verdim.

Araba aldığım darbelerden hissettiğim kadarıyla tam üç kez takla atmış yüz üstü kalmıştı. Yoldan çıkmıştık, camlar patlamış bazısı omuzuma saplanmıştı.

Böbreğimde bir acı belirdi, acıyla inleyip gözlerimi açık tutmaya çalıştığımda boynuma sıcak bir şey damladı. Gözlerimi zor da olsa açabildiğimde üstümde duran Tibet'in zorla aldığı nefesi duydum. Gözünün hemen yanına cam parçası batmıştı, biri de boğazına batmıştı. Ama kan sadece boynundan damlamıyordu, göğüs kafesim ıslanmaya başladığında korkuyla ona baktım.

''T..Tibet?''

''E...efendim.'' Diye fısıldadı ama konuşurken ki zorlanması hissedilir cinstendi.

Böbreklerimde ve bacağımda hissettiğim acıyla inledim. ''İyi misin?'' dediğimde beli belirsiz gülümsedi, nefes almakta zorlanıyordu. Ellerim onun altında kalmıştı, ellerimi kullanamıyor hissedemiyordum.

''Beni... affet...tin mi?'' diye hecelediğinde kaşlarım çatıldı. Yardım için bağırmamız gerekirken biz fısıldarken bile zorlanıyorduk.

''O da nereden çıktı?'' dedim hissettiğim acıyla ağlayarak.

''C..cevap...'' gözlerinin feri gitmeye başladığında korkuyla '''Tibet!'' diye fısıldadım. Gözleri zar zor yerine geldi.

''Lüt...fen cevap... veri...r misi..n?'' dedi ağlamak üzere olduğu ifadesiyle. Gözleri dolmuştu, ''Çok mu canın yanıyor?'' dedim kendi acıyan canım için ağlarken. ''Y..yanıyor.'' dedi ve tekrar nefes almaya çalıştı.

''Ama...sen..i.. kurt..ardım.'' dedi ve acıyla gülümsedi. Gözünden düşen yaş yanağıma akmıştı.

Gözleri tekrar gider gibi olduğunda yutkunmaya çalıştı ama beceremedi. ''Lütfen... c...evap..ver.'' diye fısıldadı son nefeslerini alır gibi.

Ağlayışım arttı, ''Affettim...'' diye fısıldadım. ''Lütfen dayan... afettim.'' Dediğimde yine acıyla gülümsedi. Göz yaşları art arda akmaya başlamıştı.

''Sana... bir hayattan... fazlasını borçluyum... ama... tek verebileceğim şey bir hayat.'' Dediğinde kaşlarım çatıldı. Ağlarken canım daha çok yanıyordu ama yanan canım daha çok ağlamama sebep oluyordu.

''Hem... senin... canını yaktım... Hem de... sevdiğim kadını kurtardın... Şimdide beni... beni... affediyorsun.'' Dediğinde gözleri kapanmaya başlıyordu.

''T...tibet.'' Diye fısıldadım.

''Korkuyorum, ne olur yalnız bırakma beni...''

''İstemiyorum...'' dedi ve gözlerini açmak için direndi. ''Ama seni...kurtarmam için... benim...ölmem gerekiyormuş.'' Dedi ve gözleri hızla kapanmaya başladı. ''Benim...i..çin...Ceyda...ya... iyi...ba...'' gözleri tamamen kapandığında sözlerinin yarı da kesilmesi beni kendimden geçirmişti.

''Tibet... Tibet. Uyan ne olur.'' Ellerimi altta kalan kısımdan çıkarmaya çalıştım ama canım o kadar yanıyordu ki hareket etmek bile çığlık atma isteği uyandırıyordu.

''Tibet... korkuyorum. Uyan...uyan...ne olur... uyan.'' Diye fısıldadım. Sesim ağlamaktan anlaşılmaz hale gelmişti. Canım yanıyordu.

Çok sevdiği karanlık şimdi onu yanımdan almıştı, alışkınım demişti ama gözlerinden karanlıktan korktuğunu hissetmiştim. ''T...Tibet.'' Diye fısıldadım.

Dediğini yapmıştı, canı pahasına beni korumuştu. Ama ben onu koruyamamıştım.

Uzaktan polis ve motor sesleri gelmeye başladığında ağlamam şiddetlendi. Tibet'in nefesi artık yüzüme çarpmıyordu. ''Beni...kurtardığın...için... teşekkür ederim... Söz... bende canım...pahasına... Ceyda...yı...koruyacağım.'' hıçkırarak ağlamaktan konuşamamıştım bile.

Siren sesleri git gide yakına geldiğinde nefesimin git gide kesildiğini hissettim. Artık benim de nefesim Tibet'in yüzüne çarpmıyordu. İkimizi de korkuyla ağlatan karanlık, ikimizi de kendine esir etmişti.

Sadece birimiz ona ait olurken, birimiz ondan kaçmak için direniyordu.

 

Loading...
0%