@byzloey
|
Geçmişe hoş geldiniz sevgili okurlarım... Yıllar öncesinden sizi bekleyen bazı sevdiklerimiz var, sizlere anlatmak istediği bir hikayeleri olduğunu duydum. Belki sizde onları, onların sizi özlediği kadar özlemişsinizdir. Öncelikle kitaba başlamadan önce Valens 2 hakkında bazı şeyler eklediğimi duyurmak istiyorum, Valens 1 'i baştan yazdığımda bu kitaptan sonra eklemeyi düşündüğüm bazı detaylar oldu. Bu bölümde okuyacağınız zambak ile ilgili bir kısım var, ilk kitapta da zambak hakkında Ceyda ve Tibet arasında geçecek bir sahne düşünüyorum. Aynı zaman da Tibet'in mezarına dikilecek çiçekte zambak olacak. İkinci olarak da bu kitapta ekleyeceğim yeni bir karakterim var, hepiniz ismini duyduğunuzda zaten bu kişinin bahsettiğim yeni karakter olduğunu anlarsınız bu karakter ilk kitapta olmayacak ama ilk kitapta bu karakter hakkında geçen bir diyalog olacak eğer yazım aşamasında ekleyeceğim bir kaç şey daha olursa buradan bilgilendiririm. Bunu yapmamın amacı da birinci kitabı baştan yazdıktan sonra okumayı düşünmeyenler için bir özet olsun istedim. Umarım ikinci kitaptan sonra birinci kitabı yeni haliyle okursunuz çünkü kitaba eklemek istediğim bir çok şey kurdum kafamda ve kitap olduğu yerden sapmadan çok daha güzel bir hale gelecek bunun en büyük etkeni ise artık ilk yazdığım kitap olmayışı olacak. Okuyup okumamak sizin takdirinizde tabi ki, çok uzattım biliyorum o yüzden hemen giriş bölümümüzle başlayalım. ve unutmayın ki sizleri sandığınızdan çok daha fazla seviyorum, iyi okumalar dilerim. Instagram : Byzloey Beğeni atmayı ve yorum yapmayı unutmayın, hepsini tek tek okuyacağım. ^^ Valens 2 - Mazi kitabının şarkısı Jay Laden - Dear Ex 'dir. 45. Bölüm | Aşkın Temsili Zambaklar Bağırışlar, kavgalar ve asla anlaşamayan aileyle dolup taşmış bir ev. Benim evim, benim kalbim. Tam olarak bu kelimelerle ifade ediliyor. Çünkü evimde de kalbim de de tek duyduğum bitmeyen bağırışlar ve kavgalar. Yaşıtlarımdan çok daha zor, katlanılmaz bir hayat. Ama bu hayata devam etmemem için bir sebep değil, güçlü olmama engel değil. Güçlü olmalıyım, benim gibi güçlü olmak zorunda kalmayan kardeşim ve bizim için savaşmaktan hiç vazgeçmeyen annem için. Bazı savaşlar insanın içinde verilir, bunun en iyi yanı kaybetsen de bunu kimsenin bilmemesidir. ''İçinde kendine yenilebilirsin ama dışarıda kimseye yenilme şansın yok.'' Diye fısıldadım. Benim fısıltımın hemen ardından kapı sesi ilişti kulağıma. ''Tuana, hadi kızım.'' Benim gibi kısık ve duyulmak istemeyen bir fısıltıydı anneminki de. Babamın duymasını istemiyordu, yine kıyametler kopararak ilk günümüzü mahvetmesini istemiyordu. Elim formamın yakasına gitti, önce gömleğimi ardından ceketimi düzelterek kafamı onaylar biçimde salladım ve aralık kapıya doğru sessizce yürüdüm. Ev iki katlıydı ama parkeler eskiydi, babam eve para yatırmaya asla izin vermiyordu. Parayı alkole hatta muhtemelen kumara harcıyordu. Bu yüzden parke sesinin duyulması an meselesiydi ve babam en ufak sese uyanan bir adamdı. Bu da bizim evde çoğu zaman sessiz sinema oynamamıza sebep oluyordu. Çünkü hiçbirimiz onun uyanmasını istemiyorduk. Annem kapıyı yavaş ve elinden geldiğince sessiz açarak kenara çekildiğinde kapıda bekleyen Tuna'nın yanına geçip elini tuttum. O oldukça neşeliydi, heyecanlıydı. Her zaman okulun sevilen çocuğu ve herkesle arası iyi olan çocuğu olduğundan ötürü bu okulda da kolaylıkla arkadaş bulabilecekti. Ben ise aksine onun gölgesinde kalacak ve muhtemelen kendi kabuğuma çekilecektim. Çünkü bu oldum olası böyle olmuştu, kimse kardeş olduğumuzu bile anlamazdı. Tuna'nın parmak uçları benimkini sardığında annem kapıyı sessizce örterek bize döndü. ''Hadi gidelim çocuklar, ilk günden geç kalmayın.'' Babamın almasını zar zor engellediği arabasına ilerlerken ben de elimi sıkarak ona dönmeme sebep olan Tuna'ya döndüm. ''Hiç heyecanlı görünmüyorsun?'' Görünmüyor muydum? Aslında oldukça heyecanlıydım. Sadece içimde garip bir sızı vardı, kötü hisler arada bir yokluyordu. Nedenini okuldan bağımsız akşam babamın bağırışlarının olacağını düşünmüştüm ama belki de değildi. ''Heyecanlıyım.'' Diyerek açtığı kapıdan arka koltuğa bindim ve kayarak Tuna'ya yer açtım. Gözüm aynadan arabayı çalıştıran anneme ardından yüzünü bana çeviren kardeşime döndü. İkimizin de suratında aynı ifade vardı, üzüntü. Çünkü annemin yanağında bir morluk vardı, ne kadar makyaj ile kapatmaya çalışsa da yakın mesafeden belli oluyordu. Akşamları evin içinde o kadar çok kıyamet kopuyordu ki artık anneme ne zaman vurduğunu anlayamıyorduk. Bir şeyler mi kırıyordu yoksa anneme mi vuruyordu ya da kendi kendine mi bağırıyordu ayırt edemiyorduk, tek yaptığımız evde saklanarak sıranın bize gelmemesi için dua etmemizdi. Tuna'nın suratı yere doğru eğildiğinde onun yaptığı gibi elini sıkarak elimden geldiğince gülümsedim. Annemin bakışları da aynadan bizim üzerimizde gezinmiş tekrar önüne dönmüştü. Muhtemelen bu sessizliğimizin yanağındaki morluğu görmemizden kaynaklı olduğunu anlamıştı ama her zamanki gibi yutuyordu, acısının boğazında takılı kalacağını bile bile yutuyordu. Gözlerimi annemden cama doğru çevirdim, Tuna da kendi camına dönmüştü ama ellerimiz hala birbirine sarılıydı. Sessiz geçen tahmini yarım saatlik yolun ardından okul tüm ihtişamıyla göründüğünde içimde yine kötü hisler gezindi. Belki de daha önce hiç böyle zenginlerin arasına karışmadığımdandı, belki de içine kapanık biri olduğumdandı. Bu his hangisi olursa olsun heyecanıma baskın geliyordu. Sonunda okulun önüne vardığımızda araba durdu, annem aynadan bize döndü ve derin bir nefes aldı. ''Sizi çok sevdiğimi biliyorsunuz değil mi?'' Tuna ve benim bakışlarım üzgünce aynadan anneme yansıdı, çünkü bu hayattan bizde memnun değildik. ''İlk gününüzün şahane geçeceğine eminim. Sakın köşenize çekilmeyin, gidin ve arkadaş edinin tamam mı?'' ''Tamam anne.'' Tuna ile aynanda söylediğimiz cümle annemi gülümsetse de tamamen yalandı, en azından benim söylediğim kısmı yalandı. Bazen yalanlar bir insanı mutlu etmek için söylenirdi, doğruyu bilmesine rağmen avunmaya ihtiyacı olduğu için yalanlara inanırdı. Annemin de en çok ihtiyacı olan şey kendini avutmaktı çünkü elinden başka hiçbir şey gelmiyordu. ''Bu gece yine nöbette kalacak mısın anne?'' ''Kalmayacağım, bu gece sizinle ilk gününüz hakkında konuşmak istiyorum. Tanıştığınız arkadaşlarınızı bana anlatırsınız diye düşünmüştüm. Yanlış mıyım?'' Tuna aldığı cevaba sevinmişti, ben ise arkadaş edinebileceğimi pek düşünmediğim için bu cevaba üzülmüştüm. Çünkü yine yalan uydurmak zorunda kalacaktım, yıllardır olduğu gibi hiç edinmediğim hayali arkadaşlar yaratacak ve gerçeklermiş gibi anneme anlatacaktım. Tuna da beni bozmayacaktı. Derin bir nefes alarak anneme kafa salladım. ''Akşam görüşürüz anne.'' Tuna ile ellerimizi ayırarak arabadan inip çantalarımızı omuzumuza taktık. Evet o koca Türkiye'nin en ünlü okulu olan Esef kolejinin önünde duruyorduk. Esef koleji son iki yıldır tadilatta olan ama adından asla bir şey kaybetmeyen bir okuldu. İlk senemizi burada okuyamasak da Tuna buradan burs kazandığında annem beni de peşinden sürükleyerek buraya yazdırmıştı ve şimdi buradaydık. Annem bize el sallayarak gitmeye başladığında yüzümüzü ondan tekrar okula çevirdik. Tuna heyecan içinde ilk adımını atmıştı bile, ben ise arkasından isteksiz ufak adımlarla ilerliyordum. Çünkü ayaklarım bu okuldan kaçmam için geri geri gitmek istiyordu. Okulun bahçesine Tuna'nın arkasından girdiğimde bahçede toplanan kalabalıkla göz temasına girmemeye özen gösterdim. Hiç kimse ile göz temasına girmek istemiyordum, mümkünse kimseyle tanışmak dahi istemiyordum. Herkes kafa ütülüyordu, özellikle de kolej çocukları. ''Burası internette görünenden de güzelmiş.'' Tuna gülümseyerek bana döndüğünde bende yalandan gülümsedim. Onun heyecanını söndürmek istemiyordum. ''Şubemiz neydi? Hah 10-B. İkinci katta olmalı gel hadi.'' Beni elimden tuttuğu gibi okulun içine çektiğinde yalpalayarak okul kapısının önünde birine sertçe çarptım. ''Ah! Affedersin.'' Benim yüzümden duraksayarak gerilemek zorunda kalan çocuğun gözleri bana döndüğünde kafasını sorun değil dercesine sallayarak bir adım geri çekildi ve geçmem için bana yol açtı. ''Buyur.'' Gözleri yeşilin en naif tonuydu, saçları altın sarısıydı ve uzun ile kısa arasında bir karıştı. Boyu uzundu, gözleri şiş görünüyordu. ''Teşekkürler.'' Yeşil gözlü çocuğun açtığı o boşluktan içeri girdiğimde Tuna elini gevşeterek beni çekiştirmeyi bırakmıştı. Okulun her köşesinden farklı sesler ve gülüşler geliyordu. Onlar için hayat gerçekten bu kadar güzel miydi? Zil sesi duyulduğunda Tuna'dan elimi çekerek sağımda kalan kantine döndüm. ''ben su alıp geleceğim. Sen git sıra kap.'' ''Bana da al.'' ''Olur.'' Tuna merdivenleri ikişer ikişer çıkarken bende yine kimseyle göz teması kurmadan kantine girip dolaptan iki tane su çıkardım. ''İki su.'' Cebimdeki kâğıt parayı çalışana uzatıp arkamı döndüğümde çarpmamak için ellerini kaldıran ve dudaklarını aralayıp gözlerini kısarak beni inceleyen bir çocukla burun buruna gelmiştim. İlk gün için önüme gelen herkesle çarpışıp durmak tabi ki de olmazsa olmazımdır. ''Fazla mı ateşliyiz?'' ''Anlamadım?'' çocuk elimdeki sulara bakıp gülümsedi ve elinde ki açılmamış suyu bana uzattı. ''İki su söndürmeye yetmezse diye.'' ''Ne saçmalıyorsun?'' Buğday tenli, koyu kahverengi gözlü, ince dudakları ve gözlerinden daha açık tonda saçlara sahip olan çocuk verdiğim cevapla omuz silkerek dudak büzdüğünde derin bir nefes alarak solundan geçmeye yeltendim. ''Affet beni, okula böyle bir güzellik gelmiş. Ne yapacağımı şaşırmak benim kabahatim değil.'' Yanından geçerken bu laflarına karşın kendime engel olamadan gözlerimi devirmiştim. O ise devirdiğim gözlere bile hayran olmuş gibi bakmış ardından benim yanından geçmemle bakış açımdan çıkmıştı. İkinci zil çaldığında adımlarımı hızlandırarak sınıfa çıkarak sağa ve sola baktım. Eh şansımı deneyecektim, önce sağa döndüm. Şansım yaver gitmişti, 10-B sınıfı hemen sağımda kalıyordu. Elimi kapının kulpuna uzattığımda arkamdan bir el benden önce davranarak kapıyı açtı. Arkamda birinin olduğunu bile hissetmemiştim, öyle sessiz gelmişti ki eğer kapıyı açmasa varlığını bile hissetmezdim. Kapıyı açmak için arkamdan bir el uzandığında irkilmeme sebep olmuştu. ''Buyurun güzel bayan.'' Açılan kapıya yaslanarak bana bakan az önceki kantindeki çocuğa cevap vermeden ters bir bakış atıp içeri girdim ve en sağdaki ikinci sıraya oturan kardeşimin yanına oturarak elimdeki ikinci suyu önüne bıraktım. ''Bir şey mi oldu?'' Çantamı omuzlarımdan çıkarırken kafamı olumsuzca salladım ama Tuna'nın gözleri çoktan az önceki buğday tenli çocuğun üzerinde gezinmeye başlamıştı ve huzursuzluk yine içime yayıldı. Gözlerim Tuna ile diğer çocuk arasında gidip gelirken kapı bir kez daha açıldı, içeri öğretmen girdi. Kahve saçlara ve ela gözlere sahip bir öğretmendi. Gözünde güzel bir gözlük vardı ve saçları beline kadar dalgalı şekilde iniyordu. Elinde bir demet çiçekle ve güler yüzüyle etrafa ışık saçmıştı. ''Günaydın çocuklar. İlk gününüz için heyecanlı mısınız?'' Zambakların arasındaki not kağıdının köşesi aradan gözüküyordu. Öğretmen çiçeği masaya bıraktıktan sonra sandalyesini çekip oturarak gözlerini çiçeklerinden bize çevirdi. Çoğu kişiden cevap aynıydı. 'Evet.' Benden ses çıkmamıştı ama hemen yanımda oturan kıvırcık saçlı kardeşim sınıfta en heyecanlı evet cevabını veren kişi olmuştu. ''Çiçekleriniz çok güzelmiş öğretmenim.'' Gözlerim çiçeklerin üstünde uzun uzun gezindi. Benim de en sevdiğim çiçek zambaktı. Beyaz zambaklar gözüme sade ama zarif gelen tek çiçekti. Öğretmen ''Bu çiçeğin anlamını bilen var mı?'' diye sorarak demeti tekrar eline aldı. Kimseden ses soluk çıkmamıştı, öğretmen ''Kimse mi bilmiyor?'' Diye sorduğunda boğazımı temizledim. ''Zambaklar... Aşkı temsil edermiş.'' Sonunda öğretmen birinden aldığı cevapla gülümseyerek kafasını olumlu vaziyette salladı. ''Evet. Zambaklar edebiyatta aşkı temsil eder.'' Kapı bir kez daha açıldığında kapıda çarptığım sarı saçlı, yeşil gözlü çocuk sınıfın eşiğinde göründü. ''Kusura bakmayın hocam.'' ''Geç bakalım.'' Yeşil gözlü çocuk bana kısa bir bakış attıktan sonra yerine geçti, kızıl saçlara sahip bir kızın yanına oturmuştu. Kızın gözleri onlara baktığımdan ötürü bana döndü. Onun da gözleri renkliydi. Hemen önlerinde sarışın bir çocuk, yanında esmer bir çocukla beraber oturuyordu. En önde ise bakışlarını üstümden bir kez bile çekmeyen çocuk kuruluydu. ''Herkes tamamsa bir yoklama alalım. Böylece birbirimizi tanımış oluruz.'' Öğretmen çiçekleri masanın ucuna çekerken önündeki yoklama defterini aldı ve çantasından kalemini çıkararak defteri açtı. ''Burçak Esef?'' Sınıfta ismin yankılanışından sonra kimseden ses çıkmamıştı, bir saniye. Esef? Okul sahibi olan Eseften mi? Nefeslenir şekilde bir gülme sesi kulağıma iliştiğinde gözüm omuzumun üzerinden arkamda oturan çocukta gezindi. Kıvırcık saçları vardı, çene kası fazlasıyla keskindi. Kahverengi gözleri ve saçlarıyla siması tanıdık geliyordu. ''Cem Orçun.'' ''Burada.'' Omuzumun üzerinden baktığım çocuktan ses geldiğinde önüme dönerek dudaklarımı ısırdım. ''Tibet Orçun.'' ''Burada.'' Bu kez gelen ses gözlerini üzerimden ayırmadan çocuktan gelmişti. Tibet Orçun... ''Bu çocuk niye pirzola görmüş köpek gibi sana bakıyor.'' Tuna'nın kulağıma gelen fısıltısıyla gülmemek için dudaklarımı ısırmama rağmen sessiz gülüşüm öğretmenin kulağına gitmişti. Bakışları ikimiz arasında gezinse de bir şey demedi. Yüzümü Tibet'e döndüğümde gözlerini kısmış Tuna ile ikimize baktığını gördüm. Kaşları hafif çatılmıştı. ''Hazal Mahli.'' ''Burada.'' Tam solumdan gelen sesle herkese ters ters bakan kıza kısa bir bakış attım. Onun hemen yanında oturan kızların adı da sırasıyla yoklama da geçmişti. Yanında oturan kız Nil, arkasında oturan kız Begümdü ve tek başına sessizce oturuyordu, kimseyle göz teması kurmadan. ''Dağhan Kıran.'' ''Burada hocam.'' Bizim sıramızın en arkasından gelen kalın sesle arkamı döndüm. Sanırım sınıfın en yapılı ve boyu en uzun erkeği en arkada tek başına oturan çocuktu. Üstünde okul gömleği vardı ama kravat takmamıştı ve ceketi yoktu, ilk düğmesi açıktı. Simsiyah olan gözleri saçları ve kaşları üstüne giydiği beyaz logolu gömlekle zıt görünüyordu. ''Defne Hazin.'' ''Buradayım hocam.'' Neşeyle gelen ses sarışın çocuğun hemen yanında oturan kızıl saçlı muhtemelen sınıfın en güzeli olan kızdan gelmişti. ''Zeyd Vuran.'' ''Burada.'' Tek kelimelik bir cevapla yetinen sesi kısık kişi ise tam olarak az önce bahsettiğim yeşil gözlü çocuğa aitti. Sırasının üstünde Oğuz Atay korkuyu beklerken adlı bir kitap vardı. Kitabın ismi yazan kısmı bana dönük olduğu için görmem pek zor olmamıştı. "Ceyda Tuana Maral." "Tuna Maral." Dersin kalanında da aynı şekilde gözlerimi herkesten çekmiş bazen duvara bazen de öğretmene bakmıştım. Öğretmen dersin kalanında bizimle daha yakından tanışabilmek adına sorular sormuştu. Ben kısa cevaplarla soruları es geçmeyi tercih etmiştim. Tuna ise ders boyu Tibet'in bakışlarına karşılık vermiş huzursuzluğunu bana oldukça net şekilde hissettirmişti. Sonunda ders zili çaldığında derin bir nefes vererek sıramdan kalktım ve sınıftan çıkıp merdivenlerden çıkarken gördüğüm lavaboya ilerledim. Öğretmenden bile erken çıkmıştım ama sınıftaki gerginlik üzerime öyle bir sinmişti ki ilk günden geleceğimin pek parlak olamayacağını anlamış öğretmeni bekleyemeden kendimi dışarı atmıştım. Merdivenin hemen solunda kalan lavabodan içeri girer girmez suyu açıp soğuğuyla serinlemeyi bekledim ve sadece fondöten ve rimel olan yüzüme bulaştırmamaya dikkat ederek ıslattığım elimi boynuma ve alnıma yerleştirdim. Bu gerçekten iyi gelmişti. Lavabonun kapısı açılıp benim peşime bir kız daha girdiğinde onun da derin bir nefes aldığını işitmiştim. Mavi gözleri bana baktıktan sonra aynaya dönmüş kendine bakmıştı. Gergin görünüyordu, aynadan gözlerimiz kesiştiğinde o da elini ıslatarak ensesine koydu ve gülümsedi. ''İlk gün pek iyi geçmiyor gibi?'' Aynadan onu izleyen gözlerim kendime döndüğünde huzursuzluğumun yüzümden okunduğunu fark ederek gülümsemek için kendimi zorladım ama becerememiştim. Zaten rol yapmakta usta olduğum tek bir an vardı o da anneme karşı yaptığım roldü. ''Ben İkra.'' Elini bana uzattığında kenardan aldığım peçeteyle elimi kurulayarak elini sıktım. ''Ceyda.'' Aynı sınıfta değildik ama o da buraya geldiğine göre sınıflarımız ya yan yana ya da karşı karşıyaydı. Gözlerimi ondan alarak peçeteyi çöpe attım ve konuşmaya devam etmeden lavabodan çıkarak sınıfa doğru yürümeye başladım. Hemen önümde iki erkek gülüşerek yürüyordu. Bir tanesi diğerini öne doğru ittirdi. ''Okulun sahibisin diye artistlenme diğerleri bunun için ceza alabilir ama ben burada okumuyorum hala seni dövebilirim.'' Okulun sahibi? ''Son günlerinin tadını çıkar Atilla Bey, nasıl olsa benim zorumla bu okula geçeceksin.'' Sınıfa benden önce girdiklerinde aralarında ki konuşmayı önemsemeyerek kuruyan dudaklarımı yaladım ve onlarla göz teması kurmadan sırama geçtim. Tuna sırasında yoktu muhtemelen ya kantine inmişti ya da benim gibi serinlemek için lavaboya gitmişti. Gözlerim sıranın üzerindeki gazeteye sarılmış bir adet zambağa kaydığında kaşlarım belli belirsiz çatıldı. Üstünde bir not ile sıramın tam ortasında duruyordu. Notu elime alarak yavaşça sırama oturdum. Üstünde yazan el yazısı hayatımda gördüğüm en güzel el yazısıydı ve yazanlar hayatım boyunca ilk kez içimi bu kadar kıpır kıpır etmişti. 'Zambaklar... Aşkı temsil edermiş ha? 'Bir bakarsın bizimkini de eder.' -T ~ Ceyda Tuana Maral
|
0% |