Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Bölüm

@byzloey




Yorum atmayı unutmayın, özellikle de paragraf aralarını... Hepsini okuyor olacağım^^

Keyifli Okumalar!

Instagram: Byzloey

47. Bölüm | Konuşan Bakışlar

Bilinmezlik içindeydim her zaman. Savrulur dururdum bir iyi bir kötü tarafa kendimi bildim bileli. Çünkü bana yön gösteren kimse olmamıştı, iyiyi kötüyü ve neyin ne olduğunu gösteren kimse olmamıştı. Bu yüzden kendim öğrenmiştim neyin ne olduğunu geniş bir zamanla. Bazen yeri gelir başkasının hareketlerini izlerdim yaptığı şeyi nasıl yaptığını öğrenebilmek için. Bazen ise babam kardeşimle ilgilendiğinde, ona bir şeyin nasıl yapıldığını gösterdiğinde sessizce bende öğrenmeye çalışırdım.

Ama bu her zaman zor gelirdi bana, çünkü ben de en az kardeşim kadar ilgi isteyen bir çocuktum. Onu kıskanan, ona olan sevgiye özenen bir abla... Gülünç ama gerçek. Kardeşinin her zaman gölgesinde kalan bir ablaydım.

Annem sık sık nöbetlere kaldığından biz de kafasına göre işe girip kafasına göre çıkan babamın eline kalırdık çoğu zaman. Kardeşim birçok şeyi öğrenip kendini geliştirirken, büyürken ben çocuk kalmıştım. Öğrenememiştim birçok şeyi o yüzden çoğunlukla gölgesindeydim onun.

Ama bu hiçbir zaman değiştirmemişti ona olan sevgimi. Çünkü o kardeşten öteydi her daim, bazen geceleri ağladığımda abla uyuyamadım der gelirdi karanlıktan korktuğunu bahane ederek. Ben karanlıktan korkmadığını bilirdim, çünkü o aslında ışıkta uyuyamazdı ama benim ağladığımı duyduğu ya da hissettiği anda gelirdi yanıma. Beni yalnız bırakmamak için.

Eğer ben sevgiyi öğrendiysem, eğer bir erkeğin sevdiği değer verdiği biri için neler yapabileceğini az buçuk gördüysem bu kardeşim sayesindeydi.

Çünkü bana bu duyguyu gösteren bir erkekle daha önce hiç tanışmamıştım, şimdiye dek.

Sadece dudaklarımdan çıkan bir kelimeyle bana bir çiçek dalı getiren, kimsenin fark etmediği kişi olan benim üzerimden bakışlarını ayırmayan çocuğu tanıyana kadar.

Sadece saatler olmasına rağmen bu değerlilik duygusu içimi kıpır kıpır ediyordu.

Kahretsin böyle hissetmemeliyim, hissedersem yaralanırım hissetmemeliyim ama hissediyordum.

Kalbim kolay açılan bir kutu değil ama onun bir gülüşüne açılmayacak zorlukta da değil. Anlayamıyorum, nasıl etkiler bir bakış beni bu kadar. Nasıl fark eder karanlığın gölgesine sığınmış bir kızı ilk gördüğü an.

Belki o da... O da hissetmiştir senin kalbinde hissettiğini.

İlk günden mi? Olamaz, böyle bir şey mümkün değil.

Görür görmez vurulmak ancak filmlerde olan bir şey, kimse bir çift göze görür görmez âşık olarak hayatını ve kalbini ona teslim etmeye hazır hale gelmez.

Mümkün değil evet peki ya olabilseydi?

''Tuana?'' elimdeki zambağı bir anlık irkilmeyle sıranın altına ittirdiğimde derin bir nefes çıkmıştı dudaklarımdan ve bakışlarım her zamanki gibi soluma dönmüştü, tam da bana bakan bir çift kahve gözlere.

Sırasına yeni oturmuştu, hemen arkasından Cem dudaklarında muzip bir gülümsemeyle bana doğru gelmiş arka sırama oturmuştu o da gözlerini üzerimden ayırmadan.

''Efendim?'' diye mırıldandığımda Tuna kafasını bir şey yok der gibi salladı. Sanırım gözlerimin dalması ve durgunlaşmam dikkatini çekmiş beni kendime getirmek için seslenmişti.

Elim sıranın altındaki zambağa uzandığında kenarlarıyla oynamaya başladım. Stresliydim, gergindim. Ne konuştuklarını merak ediyordum.

Ayrıca Cem'in sözleri kulaklarımda çınlıyor beynimde yankılanıyordu.

O an ona verebileceğim en iyi ve en doğru cevabı verdiğimin farkındaydım ama verdiğim cevap şimdi içimde bazı yerlerin ağrımasına sebep olmuştu.

İki sevmeyi bilmeyen insan nasıl birbirini sevebilir ki?

Sevmek nedir ki? Gerçek seven nasıl bulunur ki? Sevmeyi bize kim öğretir ki? Sevgi öğrenilen bir şey mi ki?

Başım ağrımaya başlıyordu, ellerimi şakaklarıma koyarak önüme döndüğümde sınıfın kapısı açıldı ve içeri öğretmen girdi.

Girer girmez tanışma faslının ardından ilk söylediği şey sınıf öğretmeni olduğu ve yer değiştirmek istediğiydi. Gözlerimi devirerek bu saçmalığa tepki gösterdiğimde gözüne ilk batan ben olmuştum. Tam gıcıklık sebebiydi. Gergince nefes aldım sıramdan toplanarak kalkarken, kaşla göz arası zambağı da çantamın içine atmıştım.

''Sen.... Ve Dağhan, ön sıralardan birine oturun bakalım.'' En arkadaki o yapılı çocuk öğretmenin söylediğiyle tam bir mızmız çocuk moduna döndüğünde şaşkınca dudaklarımı aralamamak için zor duruyordum.

''Hocam ben sıraya tek zor sığıyorum.'' Sınıftan hafif kıkırtılar duyulduğunda öğretmen kıkırdayanlara ters bir bakış atarak hepsini susturdu ve gözlerini bana çevirip baştan aşağı süzdü. ''Sıra arkadaşın oldukça zayıf Dağhancım bence gayet sığarsınız, alalım sizi şöyle Tibet kalk bakalım oradan.''

Bir de Tibet'in yerine oturuyorum, harika!

''Tabi hocam.'' Tibet sırıtarak çantasını toparlayıp sıradan kalktığında bana göz kırparak sırasını işaret etmişti. Gözlerimi ondan çekerek Dağhan'a döndüğümde memnuniyetsiz bir ifadeyle bana geçmemi işaret edip hemen yanıma oturdu.

Beni tam da Tibet'in yerine oturmuştu.

''Zeyd ve Burçak Ceyda ve Dağhan'ın arkasına gelin.'' Sınıftan duyulan memnuniyetsiz nidalar yükseldiğinde öğretmen elini masaya vurarak otoriter durmaya çalışmıştı ama kimsenin umurunda değildi.

''Defne sen de Samet'in yanında orta sıraya gelin en öne.'' Kızıl saçlarını omuzunun arkasına savurarak sıradan kalkan Defne de ona itici şekilde gülümseyen Samet'le hemen sağımızda kalan sıraya geçtiğinde öğretmenin gözleri şimdi de Tuna ve arkasında oturan Cem'deydi. Defne ve Samet'in hemen arkasına onu oturttuğunda Tibet ile de adının Esel olduğunu öğrendiğim arkadaşıyla benim sırama geçtiğinde dudaklarında garip bir tebessüm oluştu.

Birbirimize olan mesafemiz hala aynı, çünkü yer değişsek bile gittiğimiz yerler yine birbirimizin yeri.

Sınıfın kalanının değişen yeri hiç umurumda olmadığı için gerisini dinlememiş Dağhan'ın rahat edebilmesi için duvara daha çok yanaşmıştım. Gerçekten biraz... fazla büyük bir totosu ve vücudu vardı. Dediği gibi tek başına oturduğunda çok daha rahat ediyor olmalıydı. Bu yaşta nasıl bu kadar büyük durabildiğini düşünmeden edemiyordum.

''Yapıştın'' çantamı sıranın altına tıkıştırırken duyduğum mırıltıyla elimi sıranın altından çekip Dağhan'a döndüm. ''Efendim?''
''Duvara diyorum yapıştın.''

Adam akıllı hareket edemediğimi fark ettiğimde neden bahsettiğini yeni idrak edebilmiştim. Onun için yaptığımı anlamış gibi kıyafetimden beni hafifçe duvardan uzaklaştırdı. ''Üşütüp okula gelmemen ve benim sırada tek başıma rahat rahat oturmam çok daha iyi bir fikir ama yine de bu kötü düşüncelere kulak vermiyorum değerimi bil.'' Belli belirsiz gülümseyerek bana göz kırptığında bende gülmeden edememiştim. Sanırım göründüğü kadar soğuk veya suratsız değildi.

Sadece biraz yakın olmak gerekiyordu, bana olduğu gibi.

Arkamdan bir mırıltı duyar gibi olduğumda bir an refleksle omuzumun üzerinden arkama bakmıştım. Bu ses Burçak denen çocuğun olmalıydı. ''Ne yiyecek gibi bakıyor bu sarışın Defne'ye.''

Zeyd'in kafasının Defne'ye döndüğünü görebilmiştim zar zor, çünkü kendisi tam arkamda oturuyordu. Burçağı çok daha iyi görebilirken Zeyd'i sadece ucundan görebiliyordum.

Dağhan'ın da kafası benim gibi Defne'ye döndüğünde dört kişi bir den Samet'e kenetlenmiş onun dikkatini çekmiştik ki bir anda ne yapıyorum ben diye düşünerek önüme dönmüştüm. Dağhan da benim peşime kafasını çevirmişti.

Ama çevirmeden önce gördüğüm görüntü Burçağın haklı olduğunu gösteriyordu, Samet'in bir ağzının suyu akmadığı eksikti.

Defne güzeldi, kızılın orta tonlarında uzun dalgalı saçlara, renkli gözlere ve bakımlı cilde sahipti. Aynı zamanda ne çok zayıf ne çok kiloluydu fiziği de oldukça güzeldi. Giydiği forma bile bedenine tam oturmuş hatlarını ortaya çıkarmıştı. Muhtemelen sınıfın en güzel kızıydı.

''Hele bir yemeye kalksın...'' Diye mırıldandı Zeyd'de yarı öfkeli yarı ciddiyetsiz bir sesle.
İkisinin bu korumacı tavrı gözlerimi tekrar Defne'ye çevirmeme sebep oldu. Biz burada dört kişi bile Samet'in bakışlarından rahatsız olmuşken o hiç rahatsız olmuşa benzemiyordu. Samet kulağına eğilip bir şeyler söylediğinde dudaklarındaki gülümsemeyi ucundan bile görmüştüm.

Dağhan dudakların 'Çı' diye bir ses çıkararak yanağını içe göçerttiğinde onun da bu bakışmalardan rahatsız olduğunu anladım. Defne fark etmiyor olmalıydı bu bakışları, çünkü Samet ona hiç masum gözlerle bakmıyordu.

Beni ilgilendirmez diyerek gözlerimi ondan az önce benim sırama oturan Tibet'e çevirdim. Bu çocuk gözlerini hiç üzerimden çekmez miydi?

Resmen konuşma dili, nefes alma duyusu, tatma ve dokunma duyusunu gözlerine aktarmış gibi o da beni süzüyordu. Bakışları pis değildi yumuşaktı ama beni ezberlemek ister gibi bakıyordu ve bu beni rahatsız ediyordu çünkü içimdeki bastırdığım çığlık Tibet'in bu hareketleriyle daha çok büyüyor kontrol edilemez oluyordu. İlk gün için bu kadarı fazlaydı.

''Eğer eğilmezsen maruz kalmayacaksın.'' Dedi Dağhan yine sessizliği bozup beni şaşırtarak ikinci kez konuştuğunda.

Yine anlamadığımı yüz ifademden anladığında sıkıntıyla nefes vererek bana 'senden adam olmaz.' Der gibi bakıp Tibet'i işaret etti. ''Eğer diyorum öne doğru eğilmeyi kesersen bakışları üzerimden geçip sana ulaşmayacak.'' Eğiliyor muydum? Farkında bile değildim.

Yanaklarımı içerden ısırarak doğrulduğumda Dağhan'ın dediği gibi Tibet'in konuşan bakışları artık susmuştu. Ayağa kalkıp duran öğrenciler de sonunda öğretmenin gösterdiği düzene göre oturduğunda zile sadece on dakika kalmıştı.

Tüm ders nasıl sadece bir yer değişimiyle geçerdi anlayamıyordum. Tamamen yersiz bir zaman kaybından ibaretti, bu saçmalıklar okuldan soğumamın baş sebebiydi.

Öğretmen kalan on dakika da okulun hedeflerinden bahsetmeye başladığında kafamı sıraya gömdüm. Neyse ki Dağhan önümü sadece Tibet'e karşı değil öğretmene karşı da kapatıyordu. Özel korumam gibi görünüyordu, bu fikrime kısık sesle güldüm.

Göz ucuyla Dağhan'a döndüğümde onun da bana baktığını fark etmiştim. Kendi kendime güldüğüm için deli olduğumu düşünüyor olmalıydı. Eh yalan sayılmazdı da.

Zil sesi bomboş geçen dakikaların ardından çaldığında rahat bir nefes aldım. Dağhan yine sınıftan çıkmamıştı, benim de çıkasım pek gelmemişti.

Kafam sıraya yan şekilde gömülü oturmaya devam ettiğimde Samet'in Defne'nin telefonunu aldığını görmüştüm. Dağhan arkasına yaslandığından bu görüntü oldukça netti.

Telefon Defne'nin eline geri geldiğinde numarasını aldığını fark ettim.

Gözüm Dağhan'a döndüğünde onunki de bana dönmüştü. Ardından önümüzden geçen Tibet ve Cem'e şöyle bir baktı.

''Kıran holding ha?'' diye mırıldandım dikkatini üzerime çekerken. Memnuniyetsizce kafasını salladı. ''Bu durum pek mutlu etmiyor sanırım seni.''
''Etmiyor.'' Diye cevapladı beni dürüstçe.

Kafamı sallayarak etrafa çevirdim gözlerimi. Normalde bu kadar bile konuşmazdım ama sanırım hasta olmamam için beni duvardan kendine çektiğinde ona karşı ufak bir buz kırılması olmuştu içimde.

Dağhanlara ait olan Kıran holding Türkiye'nin başta gelen holdinglerinden biriydi, eğer Dağhan tek çocuksa veliahttı ve bu durumdan memnuniyet duymadığına göre babası onu fazla sıkıyor olmalıydı ama o kadar bilinen bir şirket olmanın bazı sorumlulukları olmalıydı. Bu sorumluluk da görünene göre Dağhan'ın üzerine yüklenecekti hatta belki de yüklenmişti bile.

Arkamızdan iki ayaklanma sesi geldiğinde göz ucuyla Burçak ve Zeyd'e baktım. Zeyd elindeki çakmağı Burçağa uzatmıştı. Bu kadar rahat davranmaları değişikti, belki de Burçak okul sahibi olduğundandı bu rahatlık.

Yine de saçmaydı, burası Türkiye'nin en iyi okulu olup bu kadar rahat olunması saçmalıktı.

Dağhan cebinden bir ip çıkararak parmaklarına karışık şekilde geçirmeye başladığında dikkatim bir anda sıranın altında kalan ellerine kaymıştı. Siyah ipi parmaklarında çevirip birbirinden geçip duruyordu. Üstelik bunu o kadar hızlı yapıyordu ki yıllardır bununla oyalandığı apaçık ortadaydı.

''Denemek ister misin?'' diye mırıldandığında bana bakmadan onu izlediğimi fark ettiği için bir anlık şaşkınlığa uğradım. ''Daha önce hiç denemedim. Nasıl yapıyorsun?'' kafamı sıradan kaldırarak çözdüğü ipi avucuna alarak ellerime uzandı ''Ellerini bir şeyi tutar gibi tut.'' Dediğini yaptığımda parmak uçlarımdan ipi geçirdi ve nasıl geçireceğimi parmaklarıyla parmaklarımda gösterdi.

''Zamanla hızlanıyorsun, kafana göre geçir ipi parmağına. Örgü örmeye benzer.''

Dediğini yaparak ipi bir uçtan diğerine geçirip çıkarttığımda ne kadar karışık ve göründüğünden zor olduğunu fark ettim derin bir nefes verirken.

''Bunu nasıl oynuyorsun?'' sesimde sitem vardı, yapamamak beni huysuzlaştırmıştı.

''Aklımı dağıtıyor, oyalanırken zaman geçiyor.''

Dediği doğruydu, zaman saniyelerden ibaretmiş gibi geçmişti zilin ne ara çaldığını bile anlamamıştım. Dersin devamında tamamen sıra altından iple oynamaya devam etmiştim. Dağhan'da ipi geri almamıştı, ara sıra gözleri parmaklarıma kaymış bazen sinirlenerek ofladığımda bu tepkime gülmüştü.

Kalan iki ders boyu sıkıntıdan hiçbir şeyi dinlememiş bir ders boyu iple oynamış sonunda sıkılarak Dağhan'a geri vermiştim. Diğer derste ise kolumu sıraya dayayarak yan yatmış ara sıra uyuklamış ara sıra da Tibet'le bakışmıştım. Tabi bakışlarım ne zaman Tibet'e kaysa, Cem'in üstünden de geçmek zorunda kalıyordu çünkü Cem'in de bakışları üzerimde geziniyordu.

Dağhan son dakikalarda hangisinden ötürü olduğu bilinmez, rahatsızca kıpırdanarak biraz daha öne eğildiğinde ikisinin de bakışları kesilmişti.

Sonunda ise okulun bugün çalacağı son zil de çalmış gün artık sona ermişti.

Bir gün ne kadar uzun geçebilirdi? Benimki oldukça uzun geçmişti.

Sonunda çantamı büyük bir heyecanla sırtıma takarak sınıftan çıkmak için Dağhan'ı beklediğimde Tuna da bana yapışmış arkamdan koluma girmişti. Hemen arkamızda Zeyd ve Burçak vardı, tam olarak ne hakkında konuştuklarını anlamasam da söyledikleri kişi Defne olduğundan onu uyardıklarını düşünmüştüm.

Geri kalanını da dinlememeye özen göstererek Tuna'yla merdivenden inmeye başladım. Tibet ve Cem görünmüyordu, bir anda ortalıktan kaybolmuştu.

Belki de okulun kapısı kalabalıklaştığı için ben görememiştim bilmiyordum ama özellikle gözlerimin onları aradığını belli etmek istememiştim. O yüzden sadece öylece etrafa bakınıyormuş gibi görünmeye çalışıyordum, bu yüzden onları görememiş olma ihtimalim yüksekti.

Bahçeye çıktığımızda ileri de annemin arabası kapıda göründü. Bugün bizim için erken çıkmıştı, evde konuşamayacağımızı bildiğinden ötürü erken gelmiş muhtemelen bizi bir yerlere götürme planı yapmıştı.

Arkamızda kalan Zeyd ve Burçağın sesi çok daha yakından gelmeye başladığında gözlerimi omuzumun üzerinden onlara kaydırdım. Hemen yanıma ulaşmışlardı bile, hızlı yürüyorlardı.

Bahçe kapısının önünde sigara içen siyah kısa kollu ve lacivert kot pantolon giyen esmer çocuğu gördüğümde belli belirsiz kaşlarım çatıldı, yüzü tanıdık geliyordu ama nereden tanıdık geldiğini hatırlayamıyordum.

Burçak tam yanımdan geçerken Defne ve Zeyd'e ''Size bahsettiğim kuzenim. Beni bırakmaya geldiğinde denk gelmediniz.'' Dediğinde nereden tanıdığımı şimdi hatırlamıştım. Bu çocuk sabah Burçak ile önümden sınıfa giren çocuktu.

Zeydler önüme geçerek bahçe kapısının yanına vardığında Tuna'nın hemen yanında konuşarak yürüdüğü arkadaşı da yanımızdan ayrılmış bizi baş başa bırakmıştı.

''Erken çıktınız.'' İsmini hatırlayamadığım Burçağın kuzeni sigarayı atıp söndürürken Burçak da ''Erken saldı hoca, tanıştırayım bu Zeyd. Sana bahsettiğim kız kardeşi sayesinde tanıştığımız...'' sona doğru sesinde bir çatallaşma olduğunda gözlerim Zeyd'e döndü. Öyle boş öyle hissiz bakıyordu ki bir an bu görüntü korkmama sebep oldu.

Çünkü gözleri oldukça kötü görünüyorken, bakışlarının da kötü olması kaldırılamaz bir ağırlığa sebep oluyordu.

''Atilla.'' Burçağın kuzeni Zeyd'e elini uzattığında el sıkıştılar ve Defne Zeyd'in arkasından Atilla'ya dönerek güler yüzle elini uzattı.

''Defne.'' Atilla bir anda Defne'yi yeni gördüğünden ötürü duraksadığında dudaklarının resmen aralık kaldığını görmüştüm ki tam o sırada yanlarından geçerken gözleri kısa bir an bana kaydı ve dudaklarını yalayarak kendini toparlayıp Defne'nin uzattığı eli güler yüzle sıktı.

''Memnun oldum... Hem de çok.''

Defne'nin gülüşü kulağıma geldiğinde tam yanlarından geçmiştik. ''İşte okula gelmesi için ikna etmeye çalışıp bir türlü edemediğim keçi...''

Burçağın sözü bir anda duraksadığında derin bir iç çektiğini duydum, ardından Defne ''Neden gelmiyorsun ki?'' diye sormuştu.

Tuna arabanın kapısını açıp içeri girdiğimde arkamda kalan, artık uzaktan gelen seslerden son olarak Atilla'nın ''Sebebim yoktu, ama arayana sebep çıkıyor. Gelmeliyim belki de.'' Demesini işitmiş peşinden arabaya binerek kapımı kapatmıştım.

Annem sürücü koltuğunda oturmuş camını açmış sigara tutan elini de açtığı camdan sarkıtarak elinde telefona bakıyordu. Bizim geldiğimizi gördüğünde telefonu kapattı ve sigarasını orta parmağıyla fırlatarak aynadan bakışlarını bize çevirdi.

''Somurtmuyorsunuz, bu gününüzün güzel geçtiğini mi gösteriyor?'' Tuna'yla birbirimize baktığımızda 'eh.' Der gibi mırıltılar çıkardık aynanda.

''Güzel, ne yemek istersiniz? Nereye gidelim?'' ben daha dudaklarımı aralayamadan Tuna ''Pizza!'' diye bağırdığında sırtına bir tane geçirdim. Geri zekalı tam kulağımın dibinde birden alarm gibi ötüyor beni her seferinde sıçratıyordu. Tuna vurduğum yer sıvazlayarak buruşturduğu yüzüyle bana döndüğünde öfkeyle ona baktım. ''Sırtıma dövme mi yapmaya çalışıyorsun şiddetle anlamıyorum ki?'' söylediğini tamamen duymazdan gelerek dışarıya döndüğümde annem gülerek arabayı çalıştırmıştı.

Gözlerim tam karşımda duran Zeyd, Burçak, Defne ve Atilla denen çocuğu bulmuştu kafamı çevirir çevirmez. Zeyd bir anda onlara baktığımı hisseder gibi bana döndüğünde kafasını sallamıştı selam verir gibi, bende aynı şekilde karşılık verdiğimde artık birbirimizin görüş açısından çıkmıştık.

Evet ilk güne göre güzel bir gün diyemezdim belki, ama ilk güne göre o kadar da berbat geçmemişti sanki.

En azından konuştuğum bir arkadaş olmuştu ne kadar yakın olmasa da bakıştığım bir çocuk olmuştu hoşlandığımı ne kadar itiraf edemesem de zıtlaştığım bir çocuk daha ve sıra arkadaşım olmuştu.

Hatta doğru saydıysam ilk kez Tuna'dan çok daha fazla arkadaş edinmiştim. İşte bu Dünya'nın sonunun geldiğine işaretti. Çünkü bu şansla bile olabilecek bir durum değildi ama bazen şansa takla attıracak şeyler olurdu, buna da kader denirdi.

Yol boyu Tuna araba da çalan şarkıyı mırıldandığında ben pencereyi aralayarak dışarıyı izledim. Bir anda zihnimden tüm gün silinmişte tek bir an kalmış gibi hissediyordum. Çünkü aklım okuldan uzaklaşır uzaklaşmaz, Tibet'ten uzaklaşır uzaklaşmaz tek bir şey de takılı kalmıştı.

Cem'in söylediklerinde.

Yanlış adamın sözlerine gülümsüyorsun

Tibet her gördüğüne yanaşan tiplerden değil. Laf olarak takılır belki ama gerisi gelmez. Çünkü Tibet sevmeyi bilmez, senin için söylüyorum.

Sevmeyi bilmemesi sevemeyeceği anlamına gelmezdi ki? Gelir miydi? Hem bir insan sevmeyi nasıl bilmezdi? Onun için yapayalnız hiç kimsesiz büyümüş olmalıydı.

Annesi babası olan bir insan sevgiyi nasıl bilmezdi?

İllaki ikisinden biri başında olmalıydı, ya da geçmişte birilerine değer vermiş olmalıydı.

Her gördüğüne yanaşan biri değilse bu bana değer vermeye başladığını göstermez mi? Ya da bana karşı garip bir çekimin içinde bulunduğunu? Çünkü ben kendimi ona karşı garip bir çekimin içinde bulmuştum.

Belki sana o kadar güzel, o kadar uzun uzun baktığı için sen öyle sanıyorsun. Çünkü sana kimse daha önce böyle bakmadı.

''Belki de...'' diye kendi kendime mırıldandığımda Tuna dediğimi duymuş gibi bana döndü. Duymuş gibi de değil, duymuş gibi... Bana sorarcasına baktığında bende bir şey olmadığını ima edercesine kafa salladım ve arabanın park edilmesiyle camımı kapatarak arabadan indim.

Tuna önden önden pizza yiyeceğinin sevinciyle bir yer kapmıştı bile, ben ise annemle arkasından mekâna henüz yeni girmiştim. Manzarası olan, sahil yakınında güzel elit bir yerdi. Bizi karşılayan genç kıza karşılık gülümseyerek Tuna'nın yanına ilerlerken annemin parmak uçlarıma dokunduğunu hissettim.

''Bugün bana anlatacağın arkadaşlarını çok merak ediyorum.'' Dedi gülümseyerek, parmak uçlarımdan elleri kaydığında Tuna'nın yanına oturmuştu.

Tuna yanımıza gelen garsona kendi pizzasını söyledikten sonra ben de umursamazca aynısından demiş arkama yaslanmıştım. Yemediğim pek bir şey yoktu, ayrım yapmazdım. Ayrıca yemek ya da içecek söylerken kırk saat menüde gezinmeyi sevmiyordum.

Annem de siparişini verdikten sonra bana dönerek parmaklarını masanın üstünde birbirine doladı derin bir nefes verirken.

''Evet, önce sen dökül bakalım...'' Bakışları tam karşımda olduğundan ötürü gözlerime dimdik bakıyordu ve heyecanını gözlerinden çok net okuyabiliyordum.

Şu an tek sorun annemin bu kadar heyecanlanmasına sebep olacak bir şeyin olmamasıydı.

''Okulu nasıl buldun, öğretmenler nasıl, arkadaşlarını anlat?''

''Anne Kıran holding varya, onun oğluyla Tuana yan yana oturuyor. Sınıf hocamız ayırdı bizi, bir dağ ayısına zengin diye sattı gitti beni kardeşim.''

Suratını ekşiterek bana baktığında göz devirerek ''Kendi isteğimle yanından ayrılmadığımı sen söyledin.'' Diyerek yakındığımda omuz silkti. ''Bana ne, diretseydin sende gittin mi gittin sonuçta.''

''Tamam Tuna sen tripini sessiz at bende kardeşini dinleyeyim.'' Annemden aldığı cevapla büyük bozguna uğrayan Tuna ''Benim tripim daha çok konuşmaktır ve şimdi sana da tripliyim hiç susmayacağım.'' Diyerek karşılık vermiş ardından ona da bana yaptığı gibi omuz silkmişti.

''Sen trip atmadığında da susmuyorsun Tuna.'' Gözlerini kısarak bana döndüğünde gülmeden edemedim.

Annem ısrarcı bir bakışlar ellerini masanın üstündeki ellerime uzattığında artık anlatmaya başlamamı istediğini biliyordum.

Gözlerimi kaçırarak kurumuş dudaklarımı yaladım. ''Şey... aslında öyle aman aman kimseyle yakın değilim ama ilk tanıştığım kişi Zeyd diye bir çocuk oldu.''

''nasıl tanıştınız?'' Kafama kitap düşürmesiyle...

O an tekrar gözümde canlandığında dudaklarımdan bir kıkırtı kaçtı. Annem ve Tuna'nın üzerimde olan gözleri birden parladığında yanağımı içerden ısırarak ellerimi çenemin altına koydum.

''Kütüphanede, ben öyle kitap okuyordum oturmuş... O da raftan kitap alırken birini kafama düşürdü öyle tanıştık...''

''Aynı filmlerdeki gibi...'' Tuna'ya ters bir bakış attığımda susmuş tekrar tripli haline kollarını birbirine bağlayarak geri dönmüştü.

'' Yani okumayı seven bir çocuk.''

''Evet, edebiyatla ilgileniyor.'' Annemin gözleri sonunda düzgün bir arkadaş bulduğumdan ötürü sevinçle parladığında ciddi yüz ifademi takındım. Yakın değildik ve bugünden sonra da olacağımızı düşünmüyordum o yüzden annemi ümitlendirmiş ona yalan söylemiş gibi görünmek istememiştim.

''Peki başka... Şu Kıranın oğlu?''

''O sıra arkadaşım... Yani öğretmen zorla oturttu. Aslında tek oturuyordu çünkü biraz...'' ellerimi iki yana açıp kalıplı anlamında taklit yaptığımda Tuna ''O ne ki çocuk bildiğin goril.'' Diyerek gülmeye başladı.

Annem de bu kez onunla beraber gülüyordu, hatta ben bile...

''Bir de....'' Diye başladım derin bir nefes çekerek içime, gözlerimde etrafta dolanıyordu. Dudaklarımı ısırmaya başlamıştım. ''Bir çocuk var işte... bugün derste beni kuzeni kurtardı.... Tibet diye.''

''Ki kendisi şerefsize benziyor.'' Tuna'nın yine araya girmesinden ötürü masadaki peçeteliği alıp ona fırlatmak üzere kendimi zor durdurduğumda annem zorla elimden alarak arkasına saklanan Tuna'yı yaslanabilmek adına arkasından çekmişti.

''Ya bir girmesene araya reklam gibi bir şey anlatıyorum.''

''Üf onu anlatsan ne olur anlatmasan ne olur, oksijen israfı kelime çöplüğü. Hem ne o öyle ders boyu bakıp duruyor sana öküzün trene baktığı gibi, dua et taşşaklı bir çocuk götüm yemiyor yoksa bir daha bok bakardı sana.''

Gözlerimi yumarak sabır dilendiğimde annemin az önceki peçeteliği nereye koyduğunu düşünmeye başladım. Annem Tuna'ya sağlam bir azar çektiğinde sonunda pizzalar gelmişti ve çenesini kapatacağı tek an işte tam olarak bu andı.

''Ders boyu sana bakıyor ha?'' annemin kısık gözleri açtığım gibi gözlerimin içine işlediğinde bir an dudaklarımda oluşan gülümsemeyi engelleyememiştim. Sanırım böyle bir konuyu ilk kez konuşuyorduk.

Ve ben şu an keşke daha fazlası olsa da konuşsak diyordum... Çünkü hiçbir şey olmadığı halde bu kadarını konuşmak bile bana normal hissettirmişti.

Bana iyi gelmişti, sanki sorunlarımız ve imkansızlıklarımız yokmuş gibi...

''Evet öyle oldu biraz...''

''Adı ne?'' annem de önüne gelen yemeğine çatalını daldırdığında bende önüme gelen pizzaya bakıyordum. Bir an da açlığım kesilmiş yerine konuşma isteğim kabarmıştı birden.

''Tibet.''

''Tibet...'' diye tekrarladı annem beni.

''Numaralaştınız mı?''

Gözümün önüne Defne ve Samet'in numaralaştığı geldiğinde bir an yüzüm düştü, biz numara falan almamıştık. Aslında ben konuşmaktan bile çekiniyordum ama bir yandan da içim devamın da neler olabileceğini merak ediyordu çünkü o yanım bunun burada bitmeyeceğinden oldukça emindi.

Ama geçmişim bana bir şeyi öğrettiyse o da bir şey için umutlanmaya başladığında o umudu öldürmen gerektiğiydi, canını yakmaması için.

Ve ben ilk defa bir umudu öldüremiyordum, hem de umutlarımın en büyük katili olduğum halde.

''Hayır, ilk gün hevesi falan olabilir...''

Tabi canım, ilk gün hevesi olabilir elbette tabi sana o zambakları hevesten verdi...

İnsanların heveslerini aşk zannederek yaptıkları birçok şeyi düşününce ya da bunun üzerine tahmin yürütünce korkuyor insan. Çünkü aşk sandığı her anı sorgulamaya başlıyor bu heves mi, biter mi diye... ve sonunda orta da ne heves ne de aşk kalıyor.

Derin bir nefes aldığımda annemin ''Zamana bırak.'' Dediğini duydum.

''Zaman en güzel ilaçtır falan diyeceksen anne öyle bir şey yok gerç-''
''Zaman en güzel pusuladır kızım, çünkü sen nereye gideceğini bilmediğin her an aslında fark etmeden zamanın seni sürüklediği yolda yürümeye başlıyorsun. Sadece bu o kadar yavaş oluyor ki girdiğin yolu algılaman biraz zaman alıyor. Eğer kayıpsan, eğer bir şeyden emin değilsen bırak zamana. Zaman her şeyi ortaya çıkarır. Yalanları da yolları da.''

Belki de tam da dediği gibi zamana bırakmalıydım.

Zaman belki de gerçekten pusulam olurdu ilk kez.

''Haklısın.'' Diyerek gülümsedim pizzamdan dilimi alırken. Tuna çoktan bitirmiş son lokmalarını doldurduğu ağzını siliyordu.

Ben de ağzımı dolduracak kadar pizzayı ağzıma doldurduğumda annem güler yüzle ve parlayan gözleriyle bana bakmaya devam etti.

Ardından tam yutmak üzere olduğum lokmayı boğazıma tıkacak bir söz çıktı dudaklarından.

''Sen yine de ilk gün hevesi olarak değerlendirme, bunun ortaya çıkacağı zaman pek de uzak görünmüyor... Çünkü senin gözlerin onu anlatırken böyle parlıyorsa Tibet'in sana bakarken gözlerinin ne kadar parladığını hayal bile edemiyorum.''

~ Cem Orçun

~ Cem Orçun

 

Loading...
0%