Yeni Üyelik
48.
Bölüm

48. Bölüm

@byzloey

100.000 geride bırakarak beşinci bölümle yolumuza devam ediyoruz, hepinize bu ilginizden ötürü teşekkür ederim. Daha nicelerine diyelim ve bölümümüze geçelim.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın bunlar beni mutlu eden şeylerin başında geliyor.

İyi okumalar dilerim ^^

49. Bölüm | Bir Anahtar

AYLIVA, Milano – Bleib

Bir ip ne kadar karışabilirdi parmaklarınızda? Benim zihnimdeki düşünceler ipin her bir ucuna dağılmıştı ve o ip çözülemeyen bir düğüm olmuştu.

Dağhan demişti ki zamanla ustalaşıyorsun, çözmek de karıştırmak da daha kolay oluyor. Zihninizdeki şeyleri bir süre sonra çözebilir ya da karıştırabilir miydiniz kolayca? Bir ipe döktüğümüzde kolay oluyorsa zihinde neden bu kadar zordu bu? Neden parmaklarımıza doladığımız ipi zihnimize de dolaştıramıyorduk ki?

Belki de biri somut biri soyut bir şey olduğundandı. Çünkü ipi kesip atabilirdik ama düşünceler hala içeride bizi yemeye devam ederdi.

Mesela dün eve gittikten sonra babamın bize bağırışları hala kulağımı çınlatıyordu. Dün tek yaptığım annemin ısrarı üzerine gidip yeni bir eşofman takımı almamdı ama babam eve girer girmez aldığım şeylere bakmış bunun için tüm gece bana bağırmıştı, çünkü ona göre bugün ki beden dersin de giymek için aldığım o atlet fazla açıktı. Tüm gece atleti giyemeyeceğimden bahsederek bana daha gözlerimi bile açmadığım günü zehretti. Gecenin sonunda ise boğazı ağrıdığından olsa gerek bağırmayı kesmişti ama dayanamayıp üstünden daha etiketini bile sökmediğim o atleti yırtıp atmıştı.

Annem yine nöbetteydi Tuna da evde değildi, yani yine o bağırışlara tek maruz kalan kişi ben olmuştum. Bugün derste de atlet değil kısa kollu giymek zorundaydım ama ben de inatçı olduğum için inat etmiş kıyafetimin kollarını keserek onu sıfır kol bir kıyafete çevirmiştim.

Şimdi ise okulun kapısında ayakkabı bağcığını bağlayan kardeşimi asık bir suratla bekliyordum. Dün gece gerçekten bugün geçebilecek iyi ya da kötü her ana tek atmıştı, sağ olsun babam iyi anılarımın katili olmayı adet edinmişti ve her gün benliğimi biraz daha yok ediyordu.

Ben de sessiz ve babasından umudu kesmeyen bir kız çocuğu olarak yaşamaya devam ediyordum.

Yok olmayı babası için göze alan bir kız çocuğu olarak.

''Senin bağcıkların da çözülmüş bağlayayım mı?'' ayakkabılarımın ucuna gözlerimi kaydırdığımda omuz silkerek önemsemeden okula yürümeye başladım.

''Kalsın.'' Tuna memnuniyetsizce söylediğimi reddederek bağlamaya yeltense de istemediğimi bir kez daha dile getirerek onu okulun kapısından içeri doğru ittirdim.

Zil tam da biz içeri girerken çalmıştı. Öğleden sonraki ilk dersin Türkçe olması haricinde bugünü daha kötü geçirebilecek bir şey şimdilik göremiyordum. Zaten dün olanlar sabahki hiçbir dersi dinletmemiş aklımı yeterince meşgul etmişti. Öğle arasında ise Tuna ile bahçede konuşmuştuk ama ona yine her şeyi anlatmamıştım.

Türkçe dersine en son ilk gün girdiğimden ötürü Tibet'in bana hatıra bıraktığı zambak gözümün önünde canlandı. Elbette romantik bir aşk hikayesinin baş kahramanı gibi hissedebilirdim bu birkaç gün sonra ama Cem'in sözleri hayallere kendimi kaptırmamam gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştı.

Çünkü biliyordum ki yaralı hiçbir insanın aşkı romantik olmazdı.

Eğer babanız tarafından yarı yolda bırakılmışsanız, eğer babanız tarafından hayal kırıklığına uğramışsanız en büyük korkunuz babanızdan sonra başka bir erkek tarafından yarım kalmak ve hayal kırıklığına uğramak olur.

Çünkü babanızın kalbinize bıraktığı o yara yanlış bir erkeğe âşık olduğunuzda iltihap kapar ve o iltihap sizin kalbinizi zamanla iyileşemeyecek bir hale getirir.

''Geçebilir miyim?'' Sıraya kafasını gömmüş Dağhan'ı omuzundan dürttüğümde gözlerini yarım yamalak açarak yüzünü bana çevirdi. Sersem gibi görünüyordu, yakasında iki düğme serseri görüntüsü verir gibi açıktı, öğleden önce okulda olmamasına rağmen bu saate kadar uyanamamış olmasına şaşırmıştım.

Uykulu görünüyordu ve bir gözünü hala tam olarak açamamıştı. Kafasını aşağı yukarı sallayarak sıradan kalktığında bakışlarımı üzerinden çekmeden sırama geçip çantamı sıranın köşesine bıraktım. ''Uyuyamadın mı?''

''Eve geç gittim.'' Öğretmen zili çaldığında çantamdan Türkçe kitabını masaya çıkararak kafasını sıraya gömen Dağhan'ı bir kez daha dürttüm. Nedense ona kendimi gerçekten yakın hissetmiştim ve onunla konuşmak ya da onunla böyle uğraşmak hoşuma gitmişti. Sanırım Dağhan, Tuna'dan sonra en çok konuşup aynı zamanda sataştığım ilk insandı. Sabah okulda olmadığı için de Tibet'in bakışlarına bir çok kez maruz kalmış bakmamak için üstün bir çaba vermiştim.

''Azar işiteceksin, elini yüzünü yıka istersen.''

''Hiç kalkamam.'' Çantamın ön gözünden ıslak mendil çıkarıp önüne bıraktığımda dudaklarında alaycı bir gülüş belirdi. ''Her şeye çaren var ha?''

''Hakkını yeme senin de var.''

Sıranın altına koyduğu ipi işaret ettiğimde gülerek ıslak mendilden bir tane çıkarıp yüzünü silmeye başladı. Ardından yüzünü sildiği ıslak mendili elinde büzüştürerek top haline getirip tam karşımızda duran çöpe tek atışta fırlattı.

''Ne bu beden dersine hazırlık mı?''

''Ben beden dersinde maça girmem.''

''Neden?''

Kapı tıklanıldığında derin bir nefes atarak bana göz ucuyla bakındı. ''Çocuk oyunu gibi oynamayı sevmiyorum, biraz sert oynarım.''

Tıklanan kapının ardından nöbetçi öğrenci girip sınıfa şöyle bir baktığında öğretmen masasının boş olduğunu görüp kapıyı tekrar kapattı ve kapanan kapının ardından öğretmen içeri girdi, sanırım kız başka bir öğretmeni arıyordu.

Sınıfa girdiğimden beri gözlerimi etrafta dolaştırmadan sırama çevirmiş Arkamdan gelen Zeyd ve Burçağın sesini de pek duymamıştım ama şimdi Dağhan sessizleştiğinde seslerini ister istemez duyuyordum.

''Sağlam çocuk olduğu belli.''

''Sadece bir yarışla bunu anlayamazsın.''

''Ben anlamadım zaten, kuzenimin hislerine güvenirim o insanlar hakkında yanılmaz.''

Zeyd'in olumsuz mırıltılarını duyduğumda Dağhan'ın omuzunun üstünden onlara kısa bir bakış attığını gördüm. Aynanda yine önümüze dönmemizle öğretmen kalkmadığımız için sınıfça bize kızmış hepimizi ayağa dikmişti.

''Bir sorun mu oldu?'' Dağhan'a doğru yüzümü uzatıp arkayı kontrol ederek fısıldadım. Yüzünde biraz hoşnutsuz bir ifade olmuştu.

Bunun nedense duyduklarından ötürü olduğunu sezmiştim. ''Sorun olsaydı çözerdim.'' Herkes otururken benim onu dinlediğimden ötürü ayakta kaldığımı ve herkesin oturduğunu onun bünyesinden ötürü göremediğimi elimi tutup beni sırama oturttuğunda kavramıştım.

Bu çocuk bazen fazla iddialı konuşup bazen fazla benim gibiymiş gibi davranıyordu.

''Çocuklar geciktiğim için kusura bakmayın, yeni bir öğrenci geldi de onun kaydıyla ilgileniyordum aşağıda.''

Öğretmen çantasından kitabını çıkarıp peşine kalem çıkararak yoklama defterini önüne çektiğinde sonunda gözlerimi cesaretle yana doğru çevirebildim ve çevirdiğim gibi Tibet ile göz göze gelmiştim.

''İlk görüşte aşka inanır mısın?'' diye mırıldandım gözlerimi Tibet'ten çekmeden.

Dağhan sorumla geriye doğru yaslanıp önümü daha fazla açtığında yüzünü bana çevirmişti ama ben hareket etmeden aynı şekilde durmaya devam ettim. Öğretmen yoklama aldığından ve bizi geçtiğinden ötürü şu anlık konuşmamızı bölemezmiş gibi görünüyordu.

''İnanmazdım...''

''İnanmaz mıydın? Şimdi inanıyor musun?''

Derin bir nefes alarak o da kafasını çevirdiğinde nereye baktığını görmek istedim ama bunu yapmak için Tibet'ten gözlerimi ayırmam gerekiyordu ve ayırmamayı Dağhan'ın kime baktığından daha çok istiyordum.

''Şimdi sadece imkânsız değil diyorum.''

Sadece İmkânsız değil diyorum.

Öğretmen yoklama defterini kapatıp önüne döndükten sonra ilk konumuza giriş yapmak için ayağa kalktığında bizde mecburen Tibet ile gözlerimizi birbirinden ayırmıştık.

O kahve rengi gözleri bana hem dikkatle hem de yoğunlukla bakıyordu. Dün de tüm gün gözleri üzerimdeydi ve teneffüslerde bilerek yanımdan geçiyor kokusunu etrafımda bırakarak beni deniyordu. O Vanilya kokusunu hala burnumda hissedebiliyordum. Hafifti ama ağırmış gibi bir hava bırakıyordu ve oldukça yayılan bir kokuydu. Aynı gözleri gibi, hafifti ama ağır gibi tenime yayılıyordu.

Bunlara karşı elimden geldiğinde kendimi geriye çekmeye çalışıyordum. Umarım geri geri giderken arkanı görmediğinden sertçe yere kapaklanmazsın Ceyda Tuana Maral.

Öğretmen dersin kalan yarısında ilk konuya girişini yapmış zil çaldıktan sonra bir dahaki derste bu dersi telafi edeceğini söyleyerek sınıftan çıkmıştı.

Öğleden sonra ki son dersler beden dersiydi. Bu yüzden zilin ardından herkes çantalarıyla sınıftan çıkmak için sıralarından kalkmıştı. Ben de yine Dağhan'ı ayağa kalkmış bekliyordum, bugün ekstra daha ağır hareket ediyordu.

O çantasını omuzuna takıp ayağa kalkana kadar ilk önce çıkmadan önce yüzünü bana dönen Zeyd ile göz göze gelmiştim. Onunla beraber Burçak da bana kısa bir bakış atmış ardından önüne dönmüştü. Onun peşine Tuna ve Cem çıkmış Tibet tam önümüze geldiğinde ise Dağhan önüne geçerek onu geriletip sınıftan ona omuzunun üzerinden bir bakış atarak çıkmıştı.

Ve Dağhan'ın gidişinin ardından Tibet'le kapının ağzında yan yana dizili kalmıştık. Hemen arkamızda da Hazal ve Begüm vardı, ikisinin de bakışlarından hiç hazzetmiyordum.

''Geçmeyecek misin?'' Tibet elini öne doğru uzattığında çantamı omuzumdan yukarı çekip önüne geçerek sınıftan çıktım. Tuna muhtemelen ona yetişebilmem için yavaş yürüyordu çünkü bizden erken çıkmasına rağmen şu an tam önümde duruyordu.

Yine de tek yürümek istediğim için adımlarımı hızlandırmamış arkasından yürümeye devam etmiştim. Merdivenlerden indikten Tuna'nın açtığı okul kapısından onunla göz göze gelerek çıkıp spor salonuna ilerledim.

Soyunma odaları kapının hemen solunda kalıyordu o yüzden içeri girer girmez sola dönüp soyunma odasına girdim ve gözüme kestirdiğim bir dolaba ilerlemeye başladım. Hazal, Begüm ve Nil de yan yana dolapların önünde dikiliyor kıyafetlerini çıkarıyorlardı, Hazal'ın soğuk ve baygın bakışları ona bakmamla bana çevrildiğinde ben de ona aynı şekilde karşılık verdikten sonra önüme döndüm.

Sınıfa diğer kızlarla beraber içeri giren Defne'nin bakışları beni bulduğunda yanımdaki dolaba doğru adımladı ve kapısını açarken yüzünü bana çevirip genişçe gülümsedi. Gerçekten gülüşü eşsizdi, Samet'in bu kıza neden yan yana oturur oturmaz sulandığını anlamak hiç zor değildi.

''Voleybol oynamayı sever misin? Beraber oynayalım.''

''Severim, olabilir.''

Üstümdeki gömleği çıkarıp dolaba astıktan sonra çantamdan çıkardığım sıfır kollu göbeği açık sayılabilen üstümü saçlarımdan geçirip eteğimi çıkardım ve eşofman altımı giyindim.

Defne de benim kadar hızlı giyinerek saçlarını tepesinden toplayarak sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Hazallar bizden önce çıkmış çıkmadan önce garip bir bakış atmayı da unutmamışlardı.

''Yedek atletimi vermemi ister misin? İçerisi soğuk göbeğin açık üşütürsün belki.''

Dolabından paketi henüz açılmamış atleti bana uzattığında içimdeki küçük Tuana onun boynuna atlıyordu ama dışarıdan Defne'nin tek gördüğü bir tebessümdü. ''Teşekkür ederim.''

Uzattığı atleti giydiğim kıyafetin yerine giyip kollarını kestiğim kıyafeti dolaptaki kıyafetlerimin üzerine bırakarak dolabı kapattığımda çok daha rahat ettiğimi fark ettim. Bedenlerimiz neredeyse aynıydı.

O beyaz bir atlet ve bej bir eşofman giyinmişti. Ben ise bilekten sıkmalı bir eşofman üstüne de siyah bir atlet giyinmiştim, ayağımda da beyaz renk Nike Air Max vardı. Saçlarım belime uzanıyordu bileğimde de siyah bir tokam ve ince bir bileziğim vardı. Defne'nin ise serçe parmağında gümüş bir yüzük takılıydı.

Defne sonunda kapıyı açarak bana içeri geçmemi işaret ettiğinde önden çıkarak sahanın oturak kısmına gelene kadar yavaşça yürüdüm. Sahadan koridora yankılanan sesler duyuluyordu, erkek sesleriydi. Oturağın önüne geldiğimde sesin nereden geldiğini gözlerim buldu duvarın önünde durarak gözlerimi sahasının ortasında ki kalabalığa çevirdim. Defne de hemen arkamdan bana yetiştiğinde gözleri benim baktığım yere sahanın ortasına çevrildi.

Sahanın etrafına sınıftakiler yayılmıştı ama ortasında Burçak ve Samet karşı karşıya duruyordu. Samet'in hemen çaprazında Tibet ve o esmer arkadaşı, öbür çaprazında ise Cem kollarını birbirine bağlamış şekilde onların arasında geçen konuşmayı dinliyordu.

Burçağın arkasındaki duvara yaslanarak onu izleyen Zeyd ise hepsine tek tek soğuk bakışlar atarak tetikte gibi görünüyordu.

Tibet'in üstünde beyaz bir kıyafet altında gri bir eşofman vardı, Zeyd'in ise üstünde lacivert bir sıfır kollu altında ise beyaz bir eşofman vardı. Gözüm bileğine takılı olan ince rengarenk ipe takıldı. Renklerin arasında siyahlık vardı ama ince ve rengarenk görünüyordu. Gözlerimi onların üzerinden çekerek Burçağa adım atan Samet'e döndüm. Onun da üzerinde beyaz bir takım vardı, Burçak ise baştan aşağı siyah giyinmişti.

Ortamın neden bu kadar gerildiği hakkında hiçbir fikrim yoktu ama öğretmen gelene kadar bu gerginlik geçecek gibi görünmüyordu. Çünkü iş Samet'in sözleriyle daha da kızışmıştı.

''Biz yumuşak oyuncular değiliz, basket sert oynanan bir maçtır. Ayrıca siz sadece iki kişisiniz topu ver bize.''

''Yumuşak oynadığımızı söylemedik.''

Defne dudaklarını ısırarak Samet ve Zeyd'e kaçamak bakışlar atarken gerginlikten elimi tuttuğunun farkında bile değildi. Parmak uçlarımı sarmış hatta sıkmıştı.

O sırada salonun kapısı dışarıdan açıldı ve siyah dar bir kısa kollu, siyah dar bir eşofman ile içeri dün kapıda gördüğüm Burçak'ın kuzeni olan çocuk girdi, Atilla. Defne'nin de gözleri benim baktığım yöne dönmüştü ama o görene kadar siyahlar içinde içeri giren Atilla yanımızdan esip geçmiş sahanın içine girmişti bile.

Sanırım tam o girerken Samet'in söyledikleri yankılandığından o da bu konuşmanın sonuna şahit olmuştu çünkü sert bir ifadeyle ve çatılmış kaşlarıyla sahaya ilerliyordu.

''İki kişi olduklarını da kim söyledi?''

Sahanın içindeki herkesin bakışları bizim olduğumuz noktaya döndüğünde Atilla'nın üç adım önümüzde durduğunu yeni fark etmiştim.

''Türkçe öğretmeninin bahsettiği öğrenci Atilla mıydı?'' Defne'ye bilmediğimi ima edercesine dudak büzdüğümde Atilla bir adım daha atarak sahanın içine girdi.

''Kaç kişisiniz?''

''Ben üç...'' Atilla'nın gözleri kısılarak önce Samet'in üzerinde gezindi ardından bakışlarını ondan çekip etrafta gezdirdi ve çok sürmeden aradığını bulmuş bulmuş gibi sırıtarak ''O dört.'' Diye mırıldandığında işaret parmağını uzattığı kişiye tüm sınıf bir anda döndü.

Parmağını uzattığı kişi kafasına suyu dikleyen Dağhan'dı. Su içtikten sonra daha çok kendinde gibi görünüyordu, uykusu açılmıştı. Üzerinde bordo bir kısa kollu altında da siyah bir eşofman vardı.

Burçak'ın elinde duran basket topunu gördükten sonra topların toplandığı sepeti kontrol ettim, boş duruyordu. Kavganın nedeni basket topundan bir tane olması mıydı? Gerçekten bu muydu yani?

Atilla ''Beraber oynamak istemiyorsanız size oynamak isteyeceğiniz bir teklif sunalım.'' Dedi ve kollarını iki yana gülümseyerek açtı, tehlikeli bir gülümsemeyle ama.

''Ortaya iddia koyun, istediğiniz şeyi.''

Samet Tibet'e dönerek kaşlarını hayretle kaldırdığında Atilla'nın bakışları çaprazındaki Tibet ve Cem'e kaydı. İkisi de birbirine bakıyor 'bize uyar.' Der gibi kafa sallıyordu.

Bu sıra da Dağhan önümüzden geçip Atilla'nın yanına geçtiğinde Defne beni bir anda elimden çekip Dağhan ve Atilla'ya yaklaştırdı.

''Ne yapıyorsun?''

''Sessiz ol.'' Onların tam arkasına geldiğimizde adımlarımız durdu.

Bizim adımlarımızın durduğu anda Dağhan'da Atilla'nın kulağına doğru eğilmiş ''Ne yapıyorsun?'' diyerek benim sorumu Atilla'ya yöneltmişti ve Atilla da Defne'nin bana az önce verdiği cevabın aynısını verdi. ''sessiz ol.''

Defne onların nereden tanıştıklarını anlamaya çalışıyor Atilla ise Dağhan'ın ortamı bozmasını engelliyordu, ki oldukça haklıydı çünkü şu an tüm sınıf sesini kesmiş onları dinliyor ve ne yapacaklarını izliyordu.

''Okulun önünde duran o üstü açık arabayı istiyorum. Bir hafta boyunca.'' Burçak sahanın ucunda duran çantasına ilerleyip ön fermuarından bir anahtar çıkardı ardından elini kaldırarak bu anahtarı herkese gösterdi.

''Maç sonu, kazanan kimse... buradan alsın. Bir hafta da değil, bir ay.'' Samet'in kahkahası içeriyi doldurduğunda kaşları da inanamıyor gibi kalkmıştı. ''Bir ay... fazla artistsin.''

''Araba benim değil mi? İstediğimi yaparım.''

''Sen neyle geleceksin?'' Burçak sabahtan beri sessizliğini koruyan Cem'e döndüğünde Cem'in kısık gözlerle onları izlediğini fark etmiş neden öyle baktığına bir anlam verememiştim.

''Motor. Ki onu daha çok severim, kuzenim için bugün arabayla gelmiştim.''

''Eve otobüsle dönersin artık.'' Burçak bakışlarını Cem'den tekrar Samet'e çevirdiğinde Atilla bir adım daha atarak onlara yaklaştı. ''Toplu taşıma kullanmak komik bir durum değil, sandığının aksine oldukça normal aynı zamanda... sen de ara sıra binmeyi dene. Pembe gözlüklerini çıkarır biraz hayatın gerçeklerini görürsün.''

Uzaktan gelen bir düdük sesi istisnasız herkesi bir anda yerinden sıçratırken Atilla da sözlerini bitirir bitirmez elini kulağına yaslamış yüzünü ekşitmişti. Sanırım gelir gelmez böyle bir karşılama beklemiyordu.

''Neler oluyor burada? Hemen sıraya geçin.''

Sarışın eşofman takımının üzerine şişme yelek giyen öğretmen oturakların öbür tarafından sahaya girdiğinde gözüm Burçağın oturakların önündeki duvarın üstüne bıraktığı anahtara kaydı.

Gümüş renk, Porsche.

Dağhan ve Atilla da o anahtara bakıp birbirine dönmüştü. Defne hala dikkatle onları dinliyordu ve elimi hala bırakmamıştı.

''yarıştan hemen sonra okuluma gelmen ne hoş tesadüf aşık falan mı oldun yoksa bana?'' Dağhan'ın alaylı cümlesine karşın Atilla'nın dudakları yana kıvrıldı.

''Âşık olduğum doğru ama sana değil.'' Atilla Dağhan'ın göğsüne vurarak önden sıraya geçmek için sahanın öbür ucuna yürümeye başladığında Defneyle birbirimize döndük. ''yarış mı?''

Aynanda aynı tonlamayla söylemeyi nasıl becermiştik bilmiyordum ama ikimizde şaşırdığımızdan olsa gerek ki aynı tepkiyi vermiştik.

Defne tuttuğu elimden beni Dağhan ve Atilla'nın peşine sahanın ucuna doğru çekiştirmeye başladığında sabahtan beri ortalıkta görünmeyen kardeşimi aradı gözlerim. O çoktan sahanın ucunda kendi edindiği arkadaşlarıyla voleybol oynamaya kendini kaptırmış elindeki topla henüz yeni sıraya yürümeye başlamıştı.

Gözleri ona bakan gözlerimi bulduğunda bana yanına gelmemi işaret etti ama Defne elimi pek bırakacak gibi görünmüyordu, ki sıraya da zaten girmiştik. Defne Beni Dağhan'ın yanına ittirdikten sonra soluma Samet'in yanına geçmişti.

Atilla da Dağhan'ın sağında kalıyordu. Beden öğretmeni bir kez daha düdük çalarak sıraya çizginin hizasında girmemiz için eliyle işaret ettiğinde parmak uçlarımızla geriye doğru çekildik, bu sırada öğretmen yoklamayı almaya çoktan başlamıştı.

Zeyd ve Burçak sıranın başındaydı, hemen yanlarında da Hazallar onların yanında ise Tibetler vardı. Sıranın sonu da bizden hemen sonra geliyordu ve en sonunda kıvırcık saçlı kardeşim elinde voleybol topuyla sıranın son kişisi olmuştu.

''Basket maçı için mi iddialaştınız?'' Öğretmen aldığı yoklamanın ardından imza attıktan sonra defteri kapatıp kafasını kaldırdığında gözleri İlk Atilla'yı ardından da Samet'i buldu.

''Evet hocam.''

''Güzel, öyleyse maçınızı yapın, ben de bu sırada dönem maçları için içinizden oyuncu seçeyim. Yalnız... şiddet ve sakatlanma istemiyorum.''

Öğretmen elindeki kalemin kapağını kapattıktan sonra kalemi yakasına asarken diğerlerine ciddi bir bakış attı, sanırım uyarısını bakışlarıyla destekliyordu.

''Diğerleri voleybol oynayabilir. Yeni toplar önümüzdeki hafta gelecek o sebeple bugünlük idare edin.''

Öğretmen elindeki yoklama defteriyle oturaklara ilerlemeye başladığında bu kez de ben Defne'yi oturaklara doğru çekmeye başladım. Çünkü şu an kesinlikle voleybol falan oynamak istemiyordum, yapmak istediğim tek şey bu ateşli geçecek maçı izlemekti çünkü iki taraf da birbirine git gide alevlenen iddialı bakışlar atıyordu.

''Başlayın.'' Zeyd kenardaki basket topunu alıp çaprazında dikilen Tibet'e attığında Tibet topu hava da yakaladı. Zeyd'e attığı ters bakışın ardından gözleri bana döndüğünde bakışlarından ve sert yutkunuşundan onun da gerilmeye başladığını hissetmiştim. Bakışlarında huzursuzluk vardı.

Bakışlarını benden çekerek derin bir nefes alıp tam ortasına geçtiğinde karşısına geçen kişi Burçak olmuştu. Zeyd, Dağhan ve Atilla kendi yerlerini belirledikten hemen sonra Tibet topu sektirmeye başladı. Gözleri Burçağınkilere öyle bir dikkat kesilmişti ki bu maçın onların arasında geçen bir atışma olduğunu bu bakışla yeni fark edebilmiştim.

Tibet duyduğu düdük sesiyle topu sola döndürüp Atilla'nın olduğu tarafa koşmaya başladığında önüne çıkan Zeyd'le arkasına dönüp sahanın ortasına tekrar geri döndü, etrafının sarılmaya başladığını fark ettiğinde ise zıplayarak topu Samet'e pasladı. Samet topu alır almaz yöneldiği Dağhan'ın önüne geldiğinde ise topu Dağhan'a kaptırmıştı.

Topu Samet'ten kapan Dağhan sahasının ortasına doğru kimsenin önüne geçmesine izin vermeden onların tarafına vardığında önüne geçen Cem'le bir anlığına duraksayıp gülümsedi.

''Sen dikil orada kıvırcık.'' Topu eline alıp zıplayarak uzak mesafeden filenin içinden geçirdiğinde herkes birden sevinçle Dağhan için bağırmıştı.

''Oha çok iyiydi.''

''bence de.'' Defneyle gözlerimizi sahadan almadan hayranlığımızı dile getirirken Tibet'in ve Samet'in bakışları buraya döndü.

Samet'te Tibet'te İlk elden bu kadar kolay topu kaptırmayı beklemiyor olmalıydılar ama Dağhan gayet kolayca topu ellerinden kapıp fileden geçirmişti.

İkinci raunt için top Atilla'daydı. Topu sektirerek sahanın ortasına geçtiğinde Samet'i kafa işaretiyle önüne dikilmesi için çağırdı. ''eee sarışın, senin iddian ama oyunu senden çok arkadaşların oynuyor. Hep gölgelerinde mi kalacaksın?''

Atilla topu sektirerek sahanın ortasında Burçağın az önce dikildiği yere geçtiğinde bacak arasından hızla geçirirken yaptığı hareketlerle Samet'in aklını karıştırmaya başladı. Samet takip edememiş gibi kirpiklerini hızlı hızlı kırpıştırıyordu.

Bu görüntü nedense komiğime gitmişti. ''Şov yapma oyununu oyna.''

''Hay hay.'' Düdük sesi ikinci kez duyulduğunda Atilla topu Samet'in bacak arasından geçirdi ve arkasına geçerek topu onun altından yakalayarak onların sahasına yöneldi.

''GÜZEL!'' öğretmenin bağırışı ve keyifli gülüşü sahada yankılandığında Atilla'nın da en az Dağhan kadar iyi oynadığını fark etmiştim. Cem ve Tibet Atilla'nın önünü kapattığında Atilla hemen solunda kalan Zeyd'e topu pasladı ve Zeyd Cem'e omuz atarak önünden geçip fileye topu attı.

Hiçbiri atışta ıskalamıyordu.

Tibet sinirle topu alıp boynunu yana yatırarak kütlettiğinde önüne geçmeye çalışan Samet'i eliyle durdurup arkaya geçmesini işaret etti.

Tibet topu Burçağa attığında Burçak topu yakalayarak zafer gülüşü sergiledi ve Tibet'in karşısına geçip eğilerek bakışlarını onunkilerde gezdirdi.

Onu tahrik ediyordu ve bunu yaptığının farkındaydı.

Düdük sesi bir kez daha duyulduğun da bu kez ortamdaki havadan oyunun çok daha sert oynanacağını hissettim. Tibet önünden geçmeye çalışan Burçağa sertçe çarptığında top Burçağın elinden havaya fırladı Cem havaya sıçrayarak topu aldığı gibi önüne çıkan Dağhan'ın göğsünden eğilerek geçip yakın mesafeden topu fileye attı.

Şimdi durum iki birdi.

Atilla aynı Burçak gibi zafer gülüşüyle Samet'e bakmaya başladığında Samet'in bakışları yine Defne'ye döndü. Neydi bunun derdi Defneyi etkilemek mi yoksa iddiayı kazanmak mı?

''ver topu.'' Samet Cem'in elindeki topu aniden aldığında gözünün ne kadar karardığını kendi gözlerimle gördüm. Resmen boynundaki damarlar çıkmıştı ve öfkeden alıp verdiği o nefes neredeyse duman olup görünecekti. Kızgın bir boğaya dönüşmesine çok az kalmıştı.

''Sakin gençler.'' Öğretmenin uyarısına Atilla ve Samet bir bakışla karşılık verip önüne döndüğünde ikisinin de bunu ciddiye almadığını hissettim.

Atilla eşofmanını bacaklarından hafif çekip Samet kadar eğildi ve elinde sektirdiği topa odaklandı.

Bir dakika sonra düdük sesi sahada yankılandığında Samet Atilla'ya oyun başında çelme taktı ama Atilla bundan etkilenmeden topu elinden yakalayarak ona omuz atarak karşılık vermişti. Ardından topu sektirerek Samet'e kötü bir bakış atıp fileye doğru sürmeye başladı.

Önüne geçen ilk esmer arkadaşlarıydı ama onu atlattı, ikinci kez Cem geldiğinde arkasına döndü ama bu kez önüne çıkan Samet olmuştu.

Etrafını kafese alırmış gibi sarmaya başladıklarında Dağhan Cem'in, Zeyd Tibet'in, Burçak ise o esmer arkadaşının önünü kapattı ve sahanın ortası sadece ortalarında top olan Samet ile Atilla'ya kaldı.

Bu yaptıkları oyun dışıydı ama öğretmen sesini çıkarmıyor gözlerini kısarak onları izliyordu. Sınırlarını mı zorluyordu yoksa ne kadar sert oynayabileceklerini mi test ediyordu? Öğretmen ona olan bakışlarımı sezmiş gibi bana döndüğünde gözlerimi kaçırarak sahaya döndüm.

Muhtemelen bakışlarımı çekmek için bana öyle bir bakış atmıştı çünkü bakışları ciddiydi gerçi kendisi pek yumuşak bir yüz hattına sahip değildi o yüzden normal baksa bile ciddi durma ihtimali yüksekti. Gözlerim sahadan gelen top sesiyle maça odaklandığında hepsinin ne kadar terlemeye başladığını fark ettim. Atilla ve Dağhan'ın alnından terler akıyordu, Tibet'in ise yüzü kızarmıştı. Diğerleri için şu an buradan görünecek kadar bir görüntü yoktu.

Atilla topu diğer tarafa sürmeye başlayıp havaya kaldırdığında Samet önüne gelerek topu parmak ucuyla düşürmeyi başardı ve top Atilla'nın önüne düştü. Atilla topu alır almaz Samet'in ona attığı sert omuzla sendeleyerek düşer gibi oldu ama düşmedi ve dengesini kurar kurmaz Samet'in ona atacağı ikinci omuzdan kaçıp kendisi ona omuz attı ama bu attığı omuz Samet'in attığından daha sertti ve Samet kenardaki ağırlıkların üzerine düşmüş acıyla bağırmıştı.

Tibet ve Cem ona doğru hızlı adımlarla ilerleyip ayağa kaldırdığında öğretmen de endişeyle yerinden kalkmıştı, Samet gözlerini yumarak elini diğer avucunda saklıyordu ve burnu da buradan göründüğüne göre kızarmıştı.

Öğretmen merdivenden inip sahaya yanlarına gittiğinde Defne de merak ve endişeyle kalkıp koşarcasına oraya gitmeye başladı. Ben oturaklarda oturmaya devam etmiştim.

Oturakların en altında oturan Tuna ile göz göze geldiğimizde ikimizde bu anın devamının geleceğini biliyorduk. Çünkü hiçbir zıtlık yok olmadan son bulmazdı.

Samet'i kaldırıp bu tarafa doğru getirmeye başladıklarında gözlerimi Tuna'dan çekerek gözleri dolan Samet'e çevirdim ama onun gözü duvarın üstünde duran anahtardaydı. ''Bir şey yok, ufak bir ezik. Birkaç güne geçer.''

''Tamam hocam...'' zil sesi duyulduğunda öğretmen buz getirmek için oturakların arkasındaki koridora yöneldi. Samet oturakların en başında oturuyor parmağını tutuyordu. Cem ve Tibet hemen önünde ayakta dikilirken diğerleri hala sahadaydı.

''Kim kazandı?'' diye mırıldandı esmer çocuk Samet'in yanına çömelirken. ''Hile yaptınız, biz kazandık.''

Burçak ve Atilla birbirine baktıktan sonra onlara nefretle bakan Samet'e döndüğünde dudaklarımı ısırarak Tibet'e baktım. Alnını ovuşturmuş gözlerini yummuştu.

''Hileyi başlatan sizdiniz.''

Burçak Atilla'yı göğsünden tutarak kafasını olumsuzca salladığında Samet'in aralanan dudakları da Tibet'in ona olumsuzca kafa sallamasıyla kesilmişti.

''İddia iddiadır. Al, bir ay senin... polise yakalanma.'' Burçak duvarın üstündeki anahtarı alıp Samet'e fırlattığında Samet bıyık altından gülerek anahtarı hava da sağlam olan eliyle kaptı. Atilla öfkeyle Samet'e bakıyordu. Hemen arkasında dikilen Dağhan'ın da bakışları pek hoş değildi.

Ki ikisi de haklıydı, çünkü Samet resmen çocuk gibi mızmızlanmıştı.

Samet anahtarı cebine attıktan sonra elen öğretmene elini uzattığında nemli kirpiklerini sildi. Nedendir bilinmez en az diğerleri kadar Samet'e karşı bir tiksinti duymuştum. Defne de korkuyla yanında dikiliyordu ve bakışları Atilla ile Samet arasında gidip geliyordu.

Atilla'nın bakışları yanında dikilen Defne'ye döndüğünde dudaklarını birbirine bastırarak spor salonunun dışına doğru yürümeye başladı.

Dağhan da hemen arkasından çıkmıştı.

Zeyd ve Burçak ise yan yana sahanın duvarına yaslanmışlardı ve gözleri Defne'deydi.

Bugün olanlardan sonra Samet'in tam bir bukalemun olduğuna kanaat getirmiş ondan hiç hazzetmemiştim ama Defne ona öyle saf bakıyordu ki bu görüntü beni rahatsız etti. Çünkü o da bunu görüyordu ve Defne'yi her an kullanabilirdi.

''Çıkabilirsiniz çocuklar. Ders bitti.''

Samet öğretmenin verdiği buzu bir süre sonra geri uzattığında adım sesleri salonda yankılanmaya başladı. Herkes koridora soyunma odasına gidiyordu. Oturaklarda kalan Samet ise parmağını hareket ettirmeye çalıştığında Defne yanına oturdu ve elini tutup parmağına eline aldı. ''Çok acıdı mı? Kötü görünüyor.''

''Acıdı biraz, öpersen geçer gibi ama.''

Defne gülerek konuyu çevirdiğinde Samet konuyu yine oraya saptırmak için alakasız şeyler söylemeye devam etti. Buna daha fazla dayanamayacağımı fark ederek oturakların yanındaki merdivenlerden inerek soyunma odasına gitmek için koridora girdim.

Girer girmez duvarın sağına ve soluna yaslanan Burçak ve Zeyd beni karşılamıştı, kapının hemen önünde dikiliyorlardı.

'' Fark ettin değil mi?''

Zeyd'in harelerinden bakışlarımı Burçağa çevirdiğimde kaşlarım belli belirsiz çatıldı. ''Neyi?''
''Samet'in Defne'ye olan tavrını. Ona karşı tavrı masum değil ve kızı kullanacak.''

''Kimse Defne'yi kullanamaz.'' Diye araya girdi Zeyd korumacı bir tavırla.

''Siz benden... ona göz kulak olmamı mı istiyorsunuz?''

''Biz yaparsak ters tepecektir. Biraz inatçı bir kız.'' Burçak ve Zeyd birbirine anlayamadığım bir bakış attığında sessizlikleri dikkatimi çekti.

''Defne neyiniz oluyor? Yani ikinizin bu korumacı tavrı... ya da sormadım sayın beni ilgilendirmez.''

Ben ne saçmalıyordum? Ben niye insanların özel hayatına burnumu sokuyordum? Hayır ben ne zamandır başkaları hakkında bir şeyi merak ediyordum?

Asıl soru da Zeyd'in günlerdir geçmeyen o kızarık gözlerinin ve ağlamış gibi şişen göz kapaklarının yerine neden bunu sorduğumdu. Çünkü bu sorunun cevabını çok daha fazla merak ediyordum ama nedense alacağım cevaptan da korkuyordum, eğer hassas noktasıysa veya yanlış bir zamandaysa sorum ters tepebilirdi.

''Defne... kız kardeşimin en yakın arkadaşı, Burçak ile de aynı okuldan geldiler. İkimiz de abisi sayılırız. O yüzden bu tavrımız.''

''Peki... göz kulak olurum.'' Defne'nin sınıfta benden başka konuştuğu bir kız olmadığını varsayarsak ilk geldikleri kişinin ben olması hiç anormal değildi, keza onun gibiydim. Defne'den başka sınıfa konuştuğum bir kız olmamıştı.

Zeyd ve Burçak verdiğim cevaba karşılık teşekkür ederek erkeklerin soyunma odasına girdiğinde ben de kızların olduğu odaya girip dolabıma yöneldim. Üzerimi değiştirmeyi falan düşünmüyordum, sadece çantamı alıp çıkmayı planlıyordum.

Dolabı açıp katlı kıyafetleri çantama tıkıştırdıktan sonra kapıyı açtığımda bir kez daha kapıda beni bekleyen birini beklemiyordum. Tuna sırtına çantasını takmış kapı sesini duyduktan sonra yaslandığı duvardan doğrularak bana doğru gelmişti.

''Tuana... ben çocuklarla pes atmaya gitsem... acaba beni idare eder misin?''

Çantamın öbür kolunu da omuzumdan geçirdiğimde Tuna ile beraber spor salonunun dışına doğru yürümeye başlamıştık. Defne arkamdan rüzgâr gibi geçmiş daha yeni soyunma odasına girmişti.

Parfümü burnuma dolarken hemen arkamdan gelen adım sesleri kulağıma geldi. Önümdeki cam kapının yansımasından gördüğüm kadarıyla bu gelen kişi Samet'ti. Gayet keyifli görünüyordu ve işaret parmağına doladığı araba anahtarını çaldığı ıslıkla aynı ritimde döndürüyordu.

Fırsatçı!

''Olur, ben de eve gitmek istemiyorum zaten.'' Hele dünden sonra...

''Ne yapacaksın?'' Spor salonundan çıkıp okulun girişine dikildiğimizde gözlerimi kocaman Esef Koleji yazan yazıya çevirdim.

''Sanırım kütüphanede ders yapacağım biraz.''

''O zaman seni almaya gelirim olur mu?'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak yanağına öpücük kondurdum. ''İyi eğlenceler.''

Okulun köşesinde Tuna'ya seslenen iki çocuğa Tuna'yla beraber döndüğümde ona gitmesi için kafa işareti yaptım. ''Bir tanesin sen. Aşkım benim.'' Yanağımdan makas alarak bana öpücük attıktan sonra arkadaşlarına doğru yürümeye başladığında ben de okulun otomatik kapısına yönelmiştim.

Sanırım ilk haftadan ders yapan sayılı ineklerden biri olacaktım ama en azından aklımı dağıtacaktı.

Ne beni sevmediğini iliklerime kadar hissettiren babamı ne de sevgili olamayacağım hoşlandığım çocuğu düşünmek zorunda kalmayacaktım. Beni yarı yolda bırakmayacak bir şey varsa o da geleceğimdi ve elimde kalan tek şey de oydu.

Kütüphane kapısını açıp içeri girdiğimde tam da tahmin ettiğim gibi beş parmağımı geçmeyen öğrenci vardı içeride masanın önünde. Gözüm arkada rafların arasındaki uzun boylu bedene çarptı. Zeyd yeni bir kitap bakıyor gibi görünüyordu. Onun da çantası omuzuna takılıydı ve rafların arasına gömülmüştü.

Sessizce ders yapan öğrencilerin aralarından geçip boş masaya oturduğumda çıkardığım matematik ve kimya kitabını önüme bıraktım. Zaten daha yeni konulara geçtiğimiz için tekrar yapmam ve gelecek konuları önden okumam yeterliydi.

O yüzden önce matematikten başladım. Çantamı sandalyeye astıktan sonra kalemimi çıkarıp kitaptaki formülleri not olarak çıkardım ardından soruları teker teker çözüp önümüzdeki haftanın formüllerini de özet olarak notun sonuna ekledim.

Bir saat kadar vakit ayırdığım matematik kitabında işim bittikten sonra onu kenara ittirip Kimya kitabını önüme çektim.

Onda çok daha az bir kısmım vardı, sadece elementleri listeleyerek çıkarmam bile yeterliydi çünkü kimyada en çok işimize yarayacak, sınav konusu buydu.

O konu üzerinden de geniş ve akılda kalıcı yarım saat süren bir özet çıkardığımda Tuna'yı beklemek için daha fazla oyalanmaktan vazgeçerek bitirdiğim kitapları çantama koydum, tam o sırada ise masamın üzerine bir kitap bırakılmıştı.

Yüzümü kaldırdığımda Zeyd bana baktı, önüme bıraktığı kitap eski görünüyordu.

Yalnızlık sahip olduğum tek şey, Franz Kafka.

''Beğenirsin belki.'' Diye mırıldandığında elini masama yaslamıştı. Kitabı elime alıp arka yazısını okudum.

Burada yazdıklarımı hiç kimse okumayacak. Hiç kimse bana yardım etmeye gelmeyecek. Tüm insanlara bana yardım etmeleri emredilse bile, herkes tüm kapı-pencerelerini kapatıp yatağına girer ve yorganının altına saklanıverir. Tüm dünya o geceliğine bir otel olur âdeta. Huzur mu istiyorsun? Az insan, az eşya. Böylesine anlaşılmaz ve sorumluluk duygusunu tüm acılarıyla hisseden bir insan olacağıma, keşke odandaki o mutlu dolap olsaydım da her daim seni görebilseydim. Böylece doya doya seyredebilirdim seni. Koltukta oturuşunu, mektup yazışını, yatışını, kalkışını...

''Beğenirim.'' Diyerek gülümsedim gözlerimi kitaptan Zeyd'e çevirdiğimde

''Teşekkür ederim, Defne'ye göz kulak olacağın için.'' Diye fısıldadı. Yüzü fazla yorgun görünüyordu, saçlarının ucu alnına düşmüştü.

Ve bu kadar yakın ilk defa durduğundan kokusu da burnuma ilk defa dolmuştu.

Sandal ağacı.

''Teşekkür ederim, kitap için.'' Kitabı kaldırıp gülümsediğimde onun da o kırmızı gözleri bir saniyeliğine gülümsemekten kısılmıştı.

Sadece bir saniyeliğine.

Kitabı çantama attıktan sonra masadan kalktığımda Zeyd ''Görüşürüz öyleyse...'' diye mırıldandı yine. Kütüphanede olduğumuzdan pek sesli konuşmuyordu.

Ben de öyle, ''Olur.''

Çantamı omuzuma çektikten sonra Zeyd yine rafların arasına ilerlemişti bende kurumuş dudaklarımı ıslatarak kütüphanenin çıkışına yöneldim. Okulun içi sessizdi, çıkana kadar sadece birkaç öğretmeni ve nöbetçi öğrenciyi görmüştüm. Onda da yüzümü yere eğerek onlarla göz temasından ve sohbet etme durumundan kaçırmış kimseyle muhatap olmadan çıkışa varmıştım.

Çantamda kalan ceketimin cebinden kulaklığı çıkarıp tekini kulağıma takarak telefonumdan bir müzik açtım. Kulaklığın teki çalışmadığı için el mahkûm sadece bir kulağımla müzik dinleyebilecektim.

Okulun olduğu sokaktan döndükten sonra telefonumdan müziği açıp telefonu eşofmanın cebine bıraktım.

Dinlediğim müzik okula geldiğim ilk anı hatırlatmıştı. Gelir gelmez kokusunu duyduğum gözlerimi alamadığım ve merakıma engel olamadığım bir erkeği özellikle.

Oldukça keskin yüz hatları ve çekici bakışlara sahipti. O kahverengi gözleri bana her zaman yoğun bakardı, vanilya kokusu ise etrafımı sarardı sanki başkasından korur gibi. Ona dair ilk öğrendiğim şeydi kokusu, muhtemelen aklımdan silinmeyen en önemli şey de bu olacaktı.

Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da olmuyordu, benim çevremi sardığı bu elektrikten kurtulamıyordum. Beni bırakmıyor, kendi hapsine alıyor gibi hissettiriyordu.

Sadece kendi olarak bile ilgimi çekmiş bana derste göz kırpması 'Okula böyle bir güzellik gelmiş' demesi bile beni heyecanlandırmıştı. Başka kızlara da söylediğini düşünmüştüm başta ama Cem bunun olmadığını kesin bir dille söylemişti ve gördüğüm kadarıyla da kimseyle öyle bir yakınlaşma kurmamıştı.

Şu an hayatında buna yer yok Tuana... Diye fısıldadım kendime ama insan duygularına hâkim olamıyordu. Sadece bunu gizleyebiliyordu ve bazıları bunu ustalıkla yapardı, benim gibi.

Sürprizler sadece bu duyguyla sınırlı da değildi aslında, ilk günün ardından tanıdığım birkaç arkadaşım olmuştu. Yıllar sonra ilk defa.

Bir sarı saçları yeşil gözleri olan çocukla tanışmıştım ilk, sonra da onun hemen yanında olan bir kızla... Kızıl saçlara, çilli bir yüze aynı yanındaki çocuk gibi renkli gözlere sahipti ve eşsiz bir güzelliği vardı.

En az onlar kadar yakın olduğum diğer kişi ise asla liseli görünmeyen sıra arkadaşımdı, vücudunun büyüklüğünden ve kaslarından sıraya bile sığmayan sıra arkadaşım. Henüz küçük yaşa sahip olsa da beden olarak oldukça büyük bir görüntüye sahipti.

Hayatının ona bahşettiği zorunluluk olduğunu anlamak zor değildi ama ona rağmen o da benim gibiydi. Bunu anlayabiliyordum.

Son sokağı döndüğümde telefonuma gelen şarjımın azaldığı uyarısıyla söylenerek kulaklığı çıkardım. Zaten ilk anımın anıları bunlardan ibaretti, durgun hayatıma katılan en fazla heyecan bu kadardı.

Neredeyse akşam olmak üzere olduğu için hava sıcaklığı yavaş yavaş bırakıp soğuk estirmeye başladı. Saatlerdir kütüphanede olmama rağmen Tuna hala arkadaşlarıylaydı ve dönüşte beni alacağını söylemişti ama eğlenmesini istediğim için onu aramak yerine eve kendim dönmeye karar vermiştim. Havaya kanarak yürüme fikri de oldukça cazip gelmişti.

Evde ders yapmakta zorlandığım için sanırım bundan sonra okul çıkışlarındaki favori mekanım artık kütüphane olacaktı. Belki Zeyd'de bugün ki gibi kütüphanede olurdu bana kitaplar önerirdi yine. Bugün şansıma kütüphanedeydi, kitap okuyordu. Edebiyatı sevdiğini okuduğu kitaplardan anlamıştım ama bana önerebileceğini hiç düşünmemiştim.

Onun bana verdiği kitap hala çantamdaydı. Belki de bir köşeye oturup başlamalıydım. Çünkü onun sevdiği şeyleri, onun dinlediği başka insanların neler hakkında çığlıklar attıklarını okumak istiyordum.

İçimden bir his bizim çığlıklarımızı başkalarının dile döktüklerini ve bunu okumanın bize iyi geleceğini söylüyordu. Ona iyi geliyorsa, belki bana da gelirdi. Belki ben de onun gibi kaçtığımda oraya sığınabilirdim.

Bu heyecanım kitap okumayı sevmeyen birine göre şaşırtıcıydı ama ilk günden bu yana hissettiğim ve gördüğüm kadarıyla Zeyd edebiyattan anlıyordu, ilk andan beri bana gerçek bir dost gibi yaklaşmıştı. Sırasının üstünde gördüğüm o kitapları her zaman merak ederdim, hatta bu kitabı Tuna'ya bile göstermeyi düşünüyordum. Çünkü o da kitap okumayı oldukça severdi.

Eve bir an önce gidip kitabı okumak için içimde beliren o sevinç büyümeye başladığında adımlarımı hızlandırarak beş adım sonra sola döndüm. Normalde eskiden kaldığımız bir Villamız vardı ve tam da bu sokaktaydı ama babam dedemden kalan Miras'ı istemediği için oraya sadece babamdan kaçtığımız geceler gidiyorduk, tabi bu babama yakalanana kadardı çünkü Bunu öğrenince evi anneme zorla sattırmıştı ve annemin hesabında para öylece duruyordu. Bazen ben de kaçıp orada tek başıma yaşamak istiyordum, satılmadan önce en azından ama bu babamdan tamamen vazgeçmek anlamına geliyordu ve bu eksikliği tamamen kabullenmeye hala hazır hissetmiyordum.

Kendimce düşüncelerle boğuşurken arkamdan gelen uğultular artık daha güçlü bir sese dönüp kulağıma ilişmeye başladı. Ne zamandır arkamdan sesler geliyordu ki?

''Pişt güzellik, okuldan mı?''

Tanımadığım bir sesti, muhtemelen birkaç serseriydi ya da canı sıkılmış birkaç ergen. cevap vermeden yürümeye devam ettiğimde sesler çok daha yakından gelmeye başladı. ''Okuldan herhalde, okul yormuş şimdi seni.'' dedi başka biri daha, hafifçe yüzümü omuzumun üzerinden tartarcasına çevirdim. Üç kişi olduklarını görünce içimi bir korku sarmıştı ama sakinliğimi koruyarak adımlarımızı hızlandırdım. Eğer amaçları gerçekten uğraşmaksa kendimi koruyabilecek kadar karşılık verebilirdim. En azından kaçabilecek bir zaman aralığı yaratabileceğimi düşünüyordum.

Kendimi garantiye almak için Elimi yavaşça cebime atıp parmaklarımla telefonu sardığımda Tuna'yı aramak için cebimden çıkarmaya yeltenmiştim ki ne ara yanıma geldiğini anlamadığım çocuklardan biri kolumu yakaladı ve beni kendine doğru çekip geri duvara sertçe ittirdi.

''Kimi arıyorsun, polisi mi?'' dedi alayla, dudaklarından kaçan nefes yüzüme çarpıyordu ve kusma isteği uyandıracak kadar ağır bir alkol kokusu burnuma dolmuştu.

Yüzümü buruşturdum, nefesi midemi bulandırmıştı. Bu kadar yakınıma gelmeden nasıl bir serseriye benzediğini anlayamamıştım ama üstündeki yırtık pırtık kıyafetlere ve özensiz kesilmemiş saç sakala, rengi solmuş kıyafet ile baygın bakışlarına bakarsak karşımda ki serseri çocuk sadece serseri değil bir bağımlıydı. ''Çek ellerini üstümden.'' ellerimi üstüme uzattığı ellerine uzatmaya yeltendiğimde kargaşa arasında eli sütyenimin askısına takıldı ve elini çekerken ipi tenime sertçe bıraktı. Canım yanmıştı.

''Ooo Esef koleji ha? para var huzur var tabi.'' dedi atletimin üzerine giydiğim eşofmanın logosuna ellerini indirmiş incelerken. Okulda sanırım okulun eşofmanını alan sadece üç öğrenciden biriydim. Kimse eşofman hırkası da giymiyordu zaten ama ben atletle üstüne bir şey almadan gezmeye alışık olmadığımdan yine de bu sıcağa rağmen giymiştim. ''Fiyakalı mal diyorsun yani?'' dedi bana ilk seslenen çocuk ağzını yaya yaya, önümde ki çocuğun hemen arkasında duruyor elini onun omuzundan sarkıtıyordu.

''Sensin mal.'' diye çıkıştığım sırada önümdeki hâkim olamadığı o ağzını yaya yaya gülüp elini ağzıma kapadı ve ''Şşş ayıp oluyor ama'' diye alınmış gibi bir ifadeyle bana baktı. Bu ağır tiksindirici koku gerçekten midemi kaldırmıştı.

Hırsla önümde duran adama bakarak acımadan elini ısırdığımda refleksle elini çekmiş ''Siktir.'' diye mırıldanarak geri çekilmişti ki sokak lambasına yaklaşan bir erkek silueti göründü. ''Erkekler...'' dedi keskin bir sesle.

Ve o ses benim içim de toprağın altında kalan duygularıma tohum ekiyordu.

''Ah pardon! Kendini erkek sananlar demeliydim, özür...''diye mırıldanmasının ardından sokak lambasının altından geçti ve yüzü göründü. Sesinden tanıdığım ve kokusunu duyunca içimde garip duygular uyandıran o isim karşımda dikiliyordu.

Elindeki çakmağı yaktı ve ardından çevik hareketle döndürüp kapattı. Aynı hareketi çok daha hızlı bir kere daha tekrarlarken ağzı açık zippoyu parmakları arasından ustalıkla geçirmişti. ''Ne yapıyorsun lan artist?'' dedi önümdeki çocuk.

Tibet ise sırıttı, sadece gözlerini kısarak onlara bakıyor kötü şeyler yapacağını gözleriyle fısıldıyordu. ''Sizden âlâ artist mi olur?''

Önümdeki çocuk tamamen ilgisini benden çekmişti. Tibet tekrar çakmağı yaktığında önümdeki üç erkeğin de kaşları çatıldı ''Ne yapıyorsun lan?'' dedi bir kez daha önümdeki. Bu kez ne yaptığını anlayamaması onu panikletmişti ve Tibet'in bu ağır kendinden emin hareketleri onların birbirine bakmasına sebep olmuştu ama üçünün de kafası basacak kadar yerinde görünmüyordu.

Tibet çakmağı çevik hareketle kapatıp önümdeki çocuğun yüzüne aniden fırlattığında o sert cismin alnının ortasına çarpışına an be an şahit olmuştum. Ağzımdan beklemediğim hareketle küçük çığlıklar kaçarken ''Ebeni belliyorum lan artist.'' diye bağırdı.

Önümdeki çocuk alnının ve gözünün olduğu yeri tutarak yere düşerken ağzım beş karış açık ona gitmeye yeltenen iki kişiye döndüm. Gayet cüsseli ve boyu uzun adamlardı ama kafalarının tam olarak yerinde olmaması sanırım Tibet'in işine yarar tek şeydi.

Tibet'e giden o iki kişi ellerini yakasından yakalamak için uzattığında Tibet o iki eli Öyle hızlı aynanda tutmuştu ki bir anda ettikleri küfür yarı da kesilmiş ardından dudaklarından iniltiler kopmuştu çünkü Tibet kollarının altından geçerek bileklerini incitmişti.

Dudaklarım aralık kaldı, dakikalar geçti. İkisinin bileğini incitmesinin ardından birinin kasıklarına sert bir tekme diğerinin ise karnına sert bir yumruk atmıştı ve üçünü de önümde yerde yatıyordu. Sanırım devrildikten sonra kalkacak halleri yoktu, şu an gök yüzünde dönen yıldızları gördüklerine emindim.

Üçünü de yere serdiğine emin olduktan sonra dönüp kendi eserine şöyle bir baktı ardından memnun bir ifadeyle yanıma gelip dağılmış gömleği ile yakasını düzeltti.

''İyi misin, Güzellik?'' dedi Güzelliğe baskı uygulayarak. Şaşkınlık ve heyecanla biraz da korkuyla birkaç dakika idrak edemedim söylediklerini. Çünkü her şeyin bu kadar hızlı gelişmesi beklediğim en son şeydi. Gözüm yerde kalan çakmağında takılı kaldı.

Gümüş renkti ve üstünde Zambak deseni vardı. Zambak deseni.

Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda inleme sesiyle hemen önümdeki çocuk kalkmaya yeltendi ama Tibet çocuğa çok sert olmayan bir tekme atarak onun son kalan gücünü de almıştı. ''Bir dakika ama bir şey konuşuyoruz burada!'' diye yakındı ve yerdeki çocuktan tekrar bana döndü. Çocuk hemen arkasında boydan boya uzanıyordu. Tek gözü kapalı dudağı yukarı doğru kıvrıktı. Kesinlikle gök yüzünde dönen yıldızlar görüyordu.

''Evet güzellik, iyi değilsen hemen seni güçlü kollarım arasına alabilirim. Spor da baya iyiyimdir.'' Arkasında boydan boya uzanan iki bedene ve önündeki iki büklüm olmuş bir bedene baktı. ''Özellikle dövüşte, gördüğün üzere.''

Araladığım dudaklarımı geri kapatarak bir süre yüzüne baktım. Kaşının kenarı kanıyordu ama fark etmişe benzemiyordu.

Elimi kaşına uzattığımda kaşları çatıldı ve yüzünü buruşturdu. Sanırım daha yeni kaşının kanadığını fark ediyordu. Kenardan akmaya meyilli kanı işaret parmağımla sildikten sonra eğilip yere düşen çantamdan yara bandımı çıkardım ve doğrulup kaşına taktım. En azından düzgün temizleyene kadar hava almasını engellerdi.

Gözüm arkada yatan adamın yanında duran Zambak desenli çakmağa kaydığında Tibet'in de yüzü omuzunun üzerinden eğilip baktığım yere dönmüştü. Ardından adımlarını çakmağa çevirdi ve eğilip çakmağı alarak tam az önce durduğu yere geldi.

''Sigara kullanıyor musun?''

''hayır.'' Çakmağı aramızdaki boşluğa uzatıp almam için işaret yaptığında elimi yavaşça yukarı doğru kalktı.

''İçimden bir ses yakında kullanacağını söylüyor.''

''Zambak...''

Dudakları yukarı kıvrıldığında kısık sesimi tamamen kesip dudaklarımı birbirine bastırdım. O ise bana gülümseyerek bakıyordu ve o gülümsemesiyle elindeki zambağı parmaklarımın arasına yerleştirdi.

''Evet... Zambak. Sanırım sözlerime inanman biraz zaman alacak, alsın zamanımız bol.''

 

Loading...
0%