Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@byzloey

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın, hepsini okuyor olacağım.

İyi okumalar. ^^

Instagram : Byzloey

byzserileri

V A L E N S

5.Bölüm | Fırtına Öncesi ve Sonrası

Love you like me, meraki

Seçimlerimizin bizi nereye götüreceğini bilemezdik ama seçimler gitmesi gereken yeri bilirdi. Kader onlara pusula olurdu, biz de bu pusulayı tutan kişiydik. Bu pusula yolundan şaştığında kaderin bizi nereye sürükleyeceği muamma olurdu, seçimler de nereye gideceğini bilmezdi. İçeri de tüm bunlar bir çıkmazla savaşırken ise bizim dışarıdan gördüğümüz tek şey yerinde bir türlü duramayan pusula iğnesiydi.

O iğne ya durur ya da düzelir. Bunun başka bir yolu yoktur çünkü insan belirsizlikte kaybolur.

Nefes aldım, nefes verdim. Yaşadığımı hissettim.

Yaşadığımı hissedemediğim anlar olmuştu, yaşadığımı hissettiğim anlar da olmuştu ama yaşadığımı birden fazla şekilde hissettiğim hiç olmamıştı. Hayatta aynı gördüğüm şeylerle yaşadığımı bir hissetmiş bir hissetmemiştim. Sonra bir kapı aralanmıştı bana, karanlıktı. Yürümeyi bilmediğim için korkarak bakmıştım karanlığa.

Bataklıktan geçen, bir ormana ulaşıyormuş ve o orman sana yaşadığını hissettiriyormuş ama ormana girmen için de bataklıktan geçmen gerekiyormuş.

Buna boyun eğdim. Çünkü onu bataklıktan geçeceğime inanacak kadar istemiştim.

Söylemiştim, hatalar hayatım olmuştu.

''Tuna ben ne anlatıyorum sana sen bana ne için trip atıyorsun?'' yakınışım kantinin ortasında duyuldu. Hayretler içerisinde dakikalardır suratına bakıyordum ama onun birbirine doladığı kolları ve kızgın ifadesinde hiçbir değişiklik olmamıştı. En az heykel taşı kadar hareketsizdi. Çocuk gibi durmuş kaşlarını çatarak benden özür dilememi bekliyordu.

''Ne için mi trip atıyorum?'' kollarını çözerek masaya yasladı ve gözleri hesap sorarcasına kısıldı. ''Ben senin akşam Burçak ile, bak tekrar ediyorum nevale Burçak ile motor yarışına gittiğini neden şu gıybetçiden öğreniyorum. Sayfayı takip etmesem haberim bile olmayacak.'' Ellerimi yüzüme geçirip sinirle avuçladım, resmen elimle yüzümün temasında kulağımı dolduran bir ses duymuştum. Tuna'ya laf anlatmak bazen bana inanılmaz zor geliyordu.

''Tunacım.'' Diye başladım söze ellerimi yüzümden çekerken. ''Diyorum ya sabahtan beri her şey çok ani oldu diye. Bir daha söz habersiz gitmeyeceğim şimdi bana arkadaş desteğin lazım lütfen çok ihtiyacım var.'' Bir süre ona ihtiyacım olduğu sözlerimi destekleyen bakışlarıma karşılık vermeyerek sessizliğini korusa da geçen birkaç dakikanın ardından kıyamamış, ellerini indirerek kızgın ifadeyle bana bakmaya devam etmişti. Yine de yelkenleri suya indirdiğini yumuşayan kaşlarından görebiliyordum. ''Tamam bakma öyle, Buğlem gibi orangutana benziyorsun.'' Dediğinde dudaklarımdan bir kahkaha kaçtı, arkama yaslandım. ''Senin o çirkinliğine daha fazla dayanamadığım için arkadaş desteği vermeyi kabul ediyorum. Şimdi bana dünden bugüne yediğin yemediğin her boku anlat.'' Kafamı aşağı yukarı sallayarak sandalyemi ona daha çok çektim ve yüzümü sanki bir sır verecekmişim gibi ona doğru uzattım. Gözlerim etraftaydı, kimsenin konuştuklarımızı duymasını istemiyordum. Bu yüzden tetikteydim.

''Dünden önceki yapılan yarışta ben de vardım. Eski erkek arkadaşımla beraberdik ama kavga edince ben de bir anda ona sinirlenip birinin arkasına bindim, bir çift yeşil göze sahip birinin arkasına.''

''Zeyd.'' Dedi Tuna şaşkınca. Kirpiklerimi hızlı hızlı kırpıştırırken gülümsedim. ''Dün Burçak bizde olduğu için bir şekilde onunla yarışa gelebildim, yarıştan sonra ödül falan verildi. Zeyd'le ikinci tur beraberdik o yüzden evime de o bıraktı beni ama asıl olay bunlar değil... bırakırken söylediği gerçekler. Yaralayıcı gerçekler.'' Dedim yutkunarak.

Ne olduğunu ima eden mimiklerinden sonra derin bir nefes verdim. ''Gecenin sonunda bu olanlardan, özellikle de onlardan uzak durmamı söyledi. Sanki onların arasına girmeye çalışıyormuşum da beni istemiyorlarmış gibi konuştu. Kendi hayatıma bakmamı söyledi, sanki o söylemese bakmayacakmışım gibi.'' Sözlerim bittiğinde yüzümü geri çekerek arkama yaslandım. ''Aralarında kalmanı istemediği için böyle söylemiş olmalı.'' Dedi düşünceli bir sesle.

''Bir de... Tibet benimle eski sevgilim yüzünden bu kadar uğraşıyormuş...'' Tuna gözlerini kısarak gevşettiği kaşlarını çattı. ''Şerefsiz Tibet'in Şerefsiz arkadaşı yani, şaşırmadım.''

Bakışlarımı önümdeki su şişesinin etiketine çevirdim ve oynamaya başladım. Avuç içimi günlerdir kesmekten artık acısı hissedilir cinsteydi, içi sızlıyordu. Annem gördüğünde sınav stresinden ötürü fark etmeyerek bunu yaptığını söylemiştim ama pek inanmışa da benzememişti. Avuç içime sürdüğü kremin de pek etkisini hissetmemiştim. Dudaklarımı yolmaya başladım.

Aklımda Edis'in sözleri dönüp dönüp bozuk plak gibi tekrarlanıyordu, onu dinlemediğime pişman olmuştum. Bana onu dinlemezsem pişman olacağımı söylememişti ama o gün anlamasam da şu an bu cümleleri diliyle değil yüzüyle kurduğunu anlamıştım ama her şey için geçti.

Karanlıkta, bataklığa batana kadar bataklığın üstünde yürüdüğünüzü anlayamazdınız.

''Tibet'in benimle onlar yüzünden bu kadar uğraştığını düşünüyor olmalılardı, şimdiye dek Tibet'in karşısına dikilme sebepleri de buydu değil mi?'' Tuna'nın kafasını aşağı yukarı sallamasını izledim ve derin bir nefes verdim. İçinde sıkıntılar doluydu. Tuna cümlenin devamını duymadan tahmin ederek endişeyle bana bakmaya başladı. Bu sırada kulakları zihninin bildiği cümleleri benim dudaklarımdan duyuyordu. ''Artık ellerini üzerimden çekecekler...'' gözlerimi yumarak ''Okulu bana cehennem edecekler.'' Diye fısıldadım. Fısıltımda korku, öfke, ağlama isteği gizliydi.

Evdeki dönen maddi durum, rayından çıkmış gelecek, sınava kalan günler ve alışılamayan bir okul. Huzurlu bir hayatın ortasından bu hayata düşmüş olmak benim için zordu, yalpalıyordum. Huzurlu yaşamımdan bu zorluğa düştüğümde pişman oldum. Eğer bu kadar güzel bir hayata sahip olmasaydım, şimdi ayakta kalmak için bu kadar zorlanmazdım.

Hiçbir şey bana zor gelmez, beni öfkelendirmez ve beni üzmezdi.

Tuna'nın elini yine elimin üzerinde hissettim, eli elimin üzerinde beni koruyacağını hissettirse dudaklarından söylediklerimin tersi olacak bana iyi gelecek cümleler çıkmak yerine ağlamama sebep olacak, benim söylediğimden çok daha fazla kötü şeyler çıkmıştı.

''Zeydlerin bu hoşaf sevgilin yüzünden Tibet'in seninle bu kadar uğraştığını düşündüklerini sanmıyorum.'' Dedi ardından araladığım gözlerimle ona bakarken ''Ama üzerinden ellerini çekecekleri konusunda ve Tibet ile Hazal'ın okulu sana cehennem edecekleri konusunda sana katılıyorum.'' Dediğinde gerçekten ağlamama ramak kalmıştı. ''Sıçtık.'' Diye ekledi. Ardından yaklaşıp kafasını omuzuma bıraktı. Şu an burada en kötü olan, moral ihtiyacıyla dolup taşan ben olmalıydım ama Tuna beni geçmiş görünüyordu.

Sabahın erken saatlerinden teneffüs aralarına kadar kantinin ücra köşesinde oturuyor dünü tartışıyorduk. İkinci teneffüs aramızdı, sınıfta ilk iki ders sessiz geçmişti. Nedeni hakkında bir fikrim yoktu ama bu huzurun bozulması şu an çok korktuğum şeydi. Sabahtan bu yana henüz hiçbir düşman birebir benimle iletişim kurmamış, yeni günün cehennem kapısı açılmamıştı. Tabi az önce duyduğum bu ses bu kapıyı açma ihtimali olan tek şeydi. Tuna ile göz göze gelerek ayağa kalktık, aslında geç gidesim vardı ama daha fazla bu sandalyede oturup her yerimin uyuşmasını da istemiyordum. Ayaklarımın karıncalandığını hissedebiliyordum. Tuna'nın parfümü rüzgarla burnuma doldu, ilk tanıştığımız gün kokusu hafif olduğundan çok dikkat etmemiştim ama şimdi çok daha yoğun bir koku sıkmıştı ve sıktığı kokunun ne olduğunu bilmiyordum. Baharat kokusuna benziyordu.

Kantinden çıktıktan sonra Tuna'nın parmakları benimkileri tuttu. Bugünün çok daha zor geçeceğini umduğumu defalarca dile getirmiştim, desteğini esirgemediğini bana gösteriyordu. Gülümsedim. Bugün Zeyd'in Tibet'in benimle uğraşma sebebini fark ettiği ilk gündü. Aynı zamanda bizi bir araya getiren sebebin ortadan kalkışının da ilk günü olacak gibi hissediyordum. Çünkü bana bulaşma sebepleri eğer birbirleriyle olan savaşlarını harlamak olsaydı o zaman Tibet ne kadar yakınımdaysa Zeyd'de o kadar yakınımda olacaktı ama bu savaş Tibet'in Zeyd için değil Murat için açtığı bir savaştı ve bu savaşta ben yalnızdım. Merdivenin son basamadığını çıktığımda yutkundum ve derin bir nefes aldım. Korkmamın sebebi onlara verdiğim karşılığın onları kışkırtmasıydı, kışkırttığım için verecekleri tepkileri kestiremiyordum. Bu beni ürkütüyordu.

Sınıfın önüne geldiğimizde Tuna'nın parmak uçlarını sıktım. Keşke sırada da beraber otursaydık, keşke kalkanım olabilseydi. Keşke önümde bir duvar olsaydı ve kimsenin beni görmesine bana sataşmasına izin vermeseydi. Ya da keşke bu duvar kendim olabilseydim.

Sınıfa girene kadar adımlarım yavaşladı, Tuna da buna ayak uydurarak yavaşlamıştı ama son kaçınılmazdı. Sınıfa girdiğimizde sırasına gitmek için parmaklarını ayırtmaya yeltendi ama ona izin vermedim. Yüzünü bana döndü, kafamı sağa sola salladım. Sadece güldü ve bana sırama kadar eşlik edip, elimden kurtularak kendi sırasına geçti.

Yüzünde 'kazamız mübarek olsun.' Der gibi bir bakış vardı. Benim ise suratım asıktı, oturduğum sırama sinerek kitabımı çıkardım ve sıraya koydum. Bu sırada sıramın kenarından bir şey düştü. Düşen şeye bakmak için yere eğildim, çilekli bir lolipop bana göz kırpıyordu. Gözüm anında yerden en sağda ki, ön sıranın cam kenarına gitti. Çantası vardı ama kendisi yoktu.

Ona olan kırgınlığımı hatırladım. Zaten sınıfta Tuna ve Atilla hariç neredeyse herkese öfkeli sayılırdım. Bizim açık bıraktığımız kapıdan Ceyda ve Dağhan içeri girerken ben de sıramdan kalktım ve Tuna'yla göz göze gelmeden lolipopu sahibinin sırasına bıraktım. Çocuk gibi davrandığımızın farkındaydım ama ne kadar kırgınlık araya girse de çocukluğunuzda kalan biri olduğunda onunla birbirine olan davranışınızda çocukça oluyordu.

Lolipopu bırakıp yerime geçerken Ceyda ve Dağhan'a bakmamıştım, bunu özellikle yapmıştım ve farkında olduklarını biliyordum.

Çalan ikinci zil ile herkes içeri dolmaya başladığında yerime oturarak çantamı kapattım ve arkama yaslandım. İçimden kendime birçok kez sakin olmam gerektiğini tekrarladım, eğer bir aksilik olur da işler yine boka sararsa diye kendimi hazırlıyordum ama içimden bir ses bu konuda pek de başarılı olamayacağımı söylüyordu.

Ellerimi masaya yaslayarak avuç içime sarmamak için kendimi kastım, bu benim psikolojik kaçış yolumdu. Tırnaklarım avucumu parçalıyordu ve buna engel olamıyordum. Küçükken de ara sıra avuç içlerim yara olurdu ama hiç bu kadar kan akmamış bu kadar yaralanmamıştı. Gizlemekte bu yüzden pek kolay olmuyordu ama pek de uğraşmıyordum. Sadece görmesini istemediğim kişilere göstermemeye özen gösteriyordum. Çünkü beni zayıf görmelerini istemediğim bir sınıftaydım.

Aralık kapıdan bu kez İkra girdiğinde gözleri anında bana kaydı ardından masasına yaklaştığında yüzünü yaklaştığı masasına çevirip kaşlarını çattı. Çatık kaşlarının altında o mavi gözlerinin bana döneceğini bildiğim için yüzümü çevirdim. Bu kez içeri giren kişiyi topuklu ayakkabısından tanıdığımda ayağa kalkmıştım, ayağa kalkarken aldığım karar kim bana nasıl gelirse benim de ona öyle gideceğimdi.

Yakına yakın, Uzağa uzak.

Öğretmen masasına ulaştığında oturmamızı işaret etti ve kapanan kapı açılıp içeri Atilla girdi. Öğretmene kafa sallamış, el işaretiyle yanıma oturmuştu. Sınıfın bu şüphelendirici sessizliği içime fırtına öncesi sessizlik düşüncesini ekti. Gözlerimi arkamızda kalan Hazal'a çevirdim. Bir fırtına orada kafasını kolları arasına gömmüş yatıyordu. Önümdeki diğer fırtınaya baktım. Telefonuyla oynuyordu.

Daha sonra sağımda kalan kasırgaya baktım, yeşil gözlerini üzerime dikmiş olmalıydı ama ben döndüğümde yüzünü çevirmişti. Göz ucuyla bana baktığını görmüştüm ama kendini saklamak için geç kaldığından saklanmayı başaramamıştı. Herkes sınıfta olmasına rağmen ses çıkmadığı için etraf sayılı anlardan biri kadar sessizdi. Elimi çaktırmadan tahtaya vurdum.

Öğretmen yoklamayı aldı, yoklamada bile adam akıllı kimsenin sesi çıkmamıştı ve öğretmenin dikkati ölü ruhlarla sarılmış sınıftaydı. Yine de bir şey demedi, kimin olup olmadığını gözleriyle taradıktan sonra defteri kapatıp dersi anlatmaya geçti. Ders sırasında bakışlarını üzerimde gezdirip sonra kaçıran bir çift yeşil, bir çift mavi gözle kovalamaca oynadık. Atilla'da sessizdi, sadece bomboş tahtaya bakıyordu ve sessizliği şüphelendiriciydi. Bu sessizliği bozsam tüm dinginliği bozacakmış gibi hissettiğim için dudaklarımı aralayıp aklımı çelen soruları sıralamadım. Sessizliğin sürmesi için ona zaman verdim. Önüme dönerek dersi dinledim.

Zil çalana kadar gözlerim etrafta gezindi ve diken üstünde tetikte bekledim ama hiçbir şey olmamıştı.

İçimdeki ses tekrar tekrar Fırtına öncesi sessizlik diye fısıldadı.

Onun haklı olduğunu düşündüm ama öyle olmamasını umuyordum.

Zil çaldığında Atilla yanımdan kalkıp gitti, onun gidişiyle oluşan boşluk birkaç saniye sonra Tuna'yla doldu. Benim gözlerim aralık kitap sayfalarındaydı. Tuna bana telaşlı gözlerle baktı. ''Bu dersten hiç anlamıyorum, sınav zamanı bana destek atacaksın unutma.'' Diyerek elimi tuttu. ''Tamam, unutmam.'' Yanımda kendime ettiğim konu tekrarını dinliyordu, biraz ona anlatıyor biraz da kendime tekrarlıyordum. Eh fizik zordu.

Geçen tekrarın ardından bakışlarım ara ara yine fırtınalara kaydı, sessizlerdi. Dudaklarımı hayretle büzüp tekrar devam ettim. Bir süre sonra zil çaldı, tekrarımı bitirip kitabı çantama koydum. Bu sırada elindeki anahtarların sesini duyduğum öğretmen kapıda belirdi. ''Çocuklar gelen arkadaşlarınıza da söyleyin, laboratuvara iniyoruz.'' Tuna ile ayaklanarak önden öğretmenin peşine takıldığımızda koridorda karşılaştığımız Zeyd ve diğerleri öğretmenin onlara söylediği sınıf değişikliği ile sınıfa gelen adımlarını tekrar merdivenlere çevirdi. Adımlarını ağır atıyorlardı, Zeyd'in de omuzunun üzerinden attığı bakışları görüyor yine de aldırmadan sırf aynı hiza da yürümemek için normal hızımda yürümüyordum. Çok daha yavaştım ve laboratuvara girene kadar bu yavaşlığımı bozmadım. Laboratuvarın önüne geldiğimizde kalabalıktan ötürü sıralanır vaziyette durduk. Tuna arkamda kalmıştı, kapı açılıp içeri öğretmen girdiğinde yaptığı yönlendirmeyle herkes tahtanın önünde dikildi.

Elindeki defteri ve anahtarı masaya bırakan öğretmen gelen tüm öğrencileri beklerken kollarını birbirine bağlamıştı. Ela gözleri ve onu tatlı gösteren göbeği ile karşımızdaydı. Üzerinde siyah yakalı ince bir kıyafet altında da siyah bir kumaş pantolon vardı. Sınıfa en son Tibet ve ona yaslanarak Hazal girdiğinde herkesin gözü onlara kaydı. Hazal'ın gözleri kızarmıştı ve etrafa kayıp duruyordu, kaşlarımı çattım. Hiç iyi görünmüyordu ve onu ilk defa böyle görüyordum. Tibet, Hazal'ın tuttuğu kolunu geri çekse Hazal yere savrulacak gibiydi. Tibet destek olmak istercesine elini beline koyduğunda doğruldu ve onu öğrencilerin arkasına doğru çekti. Öğretmen bu sırada onlara bakmadığı için Hazal'ın halini görmemişti ama birazdan göreceği gerçeği kaçınılmazdı.

''Hocam ben biraz kötüyüm de köşede dinlensem olur mu?'' öğrencilerin arkasından gelen ses Hazal'ındı. Öğretmen hala kağıtlar çıkarıp başka şeylerle ilgilenirken Hazal kenarlardan tutunarak en arkaya geçti ve yüzünü gömdü. Tuna'ya yanaşarak ''Ne oldu ona?'' diye fısıldadım. ''Beter olsun yılan.'' Diye karşılık verdi. Bu karşılığına daha da kaşlarımı çatmıştım. ''Kötü görünüyor Tuna.''

''Fazla aydınlıktasın Vera.''

Öğretmen sesini yükselterek önümüze geldiğinde Tuna ile birbirimize attığımız bakışlar kesildi.

''Hepiniz kendi aranızda ikişerli gruplara ayrılın, sıra arkadaşınız ya da yakın arkadaşınız fark etmez. Gruplara ayrılıp bana çalışma arkadaşlarınızın ismini söyleyerek sıranıza geçebilirsiniz.'' Öğretmenin elinde tuttuğu isim listesini gördüğümde az önce uğraştığı şeyin ne olduğunu anlamıştım. Performans ödevimiz için not girecekti.

Arkadan adını kırmızıyla bana zarar verenler listesine yazdığım Tibet'in sesini duydum, onun dudaklarından benim adım çıktığında gözlerimi bir ihtiyaç gibi yummuştum. Bu kadar sessiz kalması bile bir mucizeydi zaten. ''Hocam ben Vera ileyim.'' İtiraz etsem de sonucun değişeceğini düşünmediğim için Tuna'ya baktım. Onun da bakışlarında aynı düşünce vardı. Zaten ben bir şey diyemeden öğretmen de bizi eşleştirmişti, diğer kalanlara dönerek bize bakmadı bile. Tibet'in elini belimde hissettiğimde ateşe dokunmuş gibi irkildim ve ondan uzaklaşarak seçtiği sıraya geçtim. Kaşlarım çatılmıştı, bakışları bana döndüğünde uzattığı elini bu hareketimle çekerek arkasına götürdü. Sanırım ilk defa kendi yaptığından rahatsızlık duymuştu.

Diğer herkes partner olduğunda Zeyd'in de Ceyda ile partner olduğunu ve hemen sağıma geçtiklerini gördüm. Zeyd sağımdaydı, Ceyda'da onun sağındaydı.

Hemen solumuza da Atilla ve Defne geçtiğinde aralarında geçen bakışmanın, eğer dün gece duyulan bazı sözler olmasa benim için olduğunu düşünürdüm.

''Önünüzde incelemenizi istediğim bazı hücreler var. Bunların hangi evrede olduklarını kâğıda resimleri ile çizip, açıklaması ile yazmanızı istiyorum. Ders sonunda kağıtları toplayacak puanlarınızı akşam gireceğim.''

Önümdeki mikroskopa ve Tibet'e baktım. Kollarını soğuk mermere yaslayarak bana doğru kaydı, yüzünü bana çevirmiş sesini alçak tutmuştu. ''Sana telafi şansı veriyorum.'' Gözleriyle öğretmeni kontrol ettikten sonra sağımdaki sıraya döndü. Zeyd'e mi yoksa Ceyda'ya mı bakıyordu bilmiyordum çünkü şu an hiçbir açıdan o tarafı göremiyordum. ''Bu ödevi yap bugünün rahat geçsin.''

Onun gibi kollarımı mermere yaslayarak yüzümü ona döndüm. Döner dönmez bizi dikkatle izleyen Atilla ile göz göze gelmiştim. Bana kaş göz yaptığında gözlerimi sorun olmadığını gösterircesine yumdum. ''Günün yarısı zaten bitti, diğer yarısıyla da baş edebilirim bence.'' Kollarımı çözerek doğrulduğumda ayırmadığım kahve gözlerinin içindeki alaylı bakışların yerini yine dinmeyen bir öfkenin aldığını gördüm.

Eğer ödevini yapsaydım olacakları biliyordum, her ödevini ve her istediğini yapmamı bekleyecekti. Ben bir kere yapmadığımda ise tüm yaptıklarımı unutup karabasan gibi üzerime çökecekti ve benim o zamana kadar yaptığım her şey sadece zamanımı çalacak ve çöpe gidecekti. Bu yüzden baştan sesimi çıkarmak şu anlık yapabileceğim tek şeydi. Susmayı düşündüğüm her an kendimi avutmaya çalıştığımın farkındaydım ama kırk kere söylersem olabileceği ihtimaline tutunuyordum, olmuyordu.

''Senden rica etmedim, yapmak zorundasın. Ben senin ödev arkadaşınım.'' Önümdeki kâğıda bakarken kolumun mermerin üzerinden sürünerek çekildiğini hissettim. Çektiği kolumu ondan kurtarırken sert davranmış aramızda kalan kâğıdın düşmesine sebep olmuştum. Onun öfkesiyle baş edebilecek öfkeli bakışlarım onunkilerle buluştu. Dışarıdan sadece birbirine nefretle bakan iki öğrenci görünüyor olabilirdi ama bu gözlerin içinde onun toprağa benzeyen kahverengi gözlerinde alevler yanıyor, bu alevin üzerine okyanus mavilerim su atarak onu yükseltiyordu. Eğer gözleri bir kahve olsaydı, gözlerimden karışan sular onu dumana çevirirdi. Eğer toprak olsaydı da onu bir bataklığa çevirirdi.

Onun gözleri her ne olursa olsun üzerinde tüten ateş dumanları aynıydı. Benim gözlerimdeki mavilerin soğukluğu da aynıydı. Soğuk ve sıcak birbirine kafa tutuyordu.

''Ne oluyor orada. Tibet, Vera bir sorun mu var?'' öğretmenin sesini duyduğumda ikimizin de öfkeli bakışları birbirine sardığı öfkeleri üzerinden çekti. ''Yok hocam, sadece ödev hakkında fikirlerimiz uyuşmuyor.'' Dedi Tibet. ''Bir daha tartışıldığını görmeyeceğim.'' Öğretmen uyarısını yaptığında Tibet kafasını salladı. Ben ifadesiz ve sessiz şekilde duruyor sadece bakıyordum.

Öğretmen tekrar önüne döndüğünde Tibet bana doğru bir adım attı, Atilla ile ikinci kez göz göze geldik. ''Boyun eğmediğin için bu okul sana cehennem oluyor. Eğer bize karşı gelmezsen okul sana cennet olacak.'' Diye fısıldadı, yüzümü hafifçe geri çektiğimde öfkeli kahveleri yine üzerimdeydi. ''Kendi hayatını kendin zorlaştırıyorsun.'' Yüzümüzün yakınlığından ötürü burun uçlarımız birbirine değiyordu. Rahatsızlıkla geri çekildim.

''Başka bir kukla bulman gerektiği gibi, başka bir ödev arkadaşı seçmeliydin.'' Yere düşen kağıdımı aldıktan sonra ona yaklaştım. ''Çadır hayallerin en büyük korkusu nedir biliyor musun Tibet, ip koptuğunda bir işe yaramayacak olmaları. Bu yüzden Murat'ın kuklası olmaktan vazgeç.''

Tibet'in dişlerini sıktığını gördüm, elini tekrar koluma uzatmaya yeltendi ama o sırada Zeyd'in tarafından bizim ayağımıza düşen bir su şişesi şiddetle tüm sesleri kesti. Zeyd yüzünü ağır ağır döndü, Tibet yüzünü benden uzaklaştırırken yumruklarını sıkıyordu. Yere düşen su şişesini alarak Zeyd'e uzattım. Hala Tibet'e bakıyordu, gözünü ayırmamıştı. Bakışları boş gibi görünüyordu ama altında yatan o fırtınayı ben buradan duyabiliyordum.

Dışarıdan duyulan Fırtına öncesi sessizlik içeride ufak bir rüzgarla başlamıştı.

Suyu almadığını görünce masanın kenarına bıraktım. Bu sırada Ceyda'yla göz göze gelmiştim. Bakışları Zeyd'e kaydı ve koluyla onu dürttü. Zeyd kendine gelerek bana döndüğünde önce koluma ardından yüzüme baktı. Bakışlarına karşılık vermeden sırama geçtim, gözlerim Tuna'yı aradı. Atilla'nın iki arkasındaydı, yanında Dağhan vardı. Bana dudaklarını oynatarak 'İyi misin?' diye sorduğunda kafamı salladım. Bu sırada Dağhan'ın da beni izlediğini biliyordum.

Sırama geçtiğimde mikroskopa yaklaştım ve terleyen ellerimle kenardan destek almak ister gibi tutundum. ''Böyle yaparak sadece beni daha da çileden çıkarıyorsun.'' Dedi Tibet sessizce. '' Aynı duyguları paylaşmak güzel.'' Dedim ve incelediğim evreden gözlerimi çekerek kâğıda çizmeye başladım.

''Keşke bu kadar aydınlık bakmasan.'' Dedi sessizce gülerek, gülüşünde yatan tehlikeyi ve esen rüzgârda yerden savrulan yaprakları bile hissettim. O yapraklar ayağımın altında ezilmişti.

Aynı cümleyi Tuna'nın da kurduğunu hatırladım. Önemsememeye ve kafamı daha çok karıştırmamaya çalışarak çizimi bitirdiğimde derin bir nefes vermiş nefesimin çarptığı kâğıttan ses çıkmasına sebep olmuştum. Kalan yazıları alel acele yazarak öğretmene verdiğimde kaçarcasına hızlı adımlarımla Tibet'e en uzak noktaya ilerledim ve duvara yaslandım. Yanında bir saniye bile daha fazla durmak istemiyordum. Yaslandığım duvarın hemen önünde Defne yanında da Atilla vardı. Atilla elini Defne'nin beline yerleştirerek onu kendine çekti ardından çevik bir hareketle yer değişerek önüme geçti. Önündeki kâğıt yine bomboştu. ''Bu kez de seni kurtaramam eksiden.'' Dedim boş kâğıda gözlerimi dikerek.

Bakışları boş kâğıda döndü ardından kâğıdın arkasını çevirdi, evreyi çizmişti ama çizdiği profaz evresindeki karışık düğüm yerine bir futbol topu çizmiş, kromozomların yerine de çarpı atmış etrafına bir kez daha çizdiği dairenin de etrafını futbol topu gibi boyamıştı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. O da gülerek kâğıdı tersine çevirdi. Muhtemelen öğretmenin bu görüntüyü gördüğünde kâğıdı almayacağını bildiği için ters tutuyordu. Şaka sona erdiğinde dudaklarındaki gülümseme düz bir çizgi halini aldı.

''Yaktı mı canını?''

Gözleri Tibet'in sıktığı koluma kaydı, kızaracak kadar sert tutmamıştı. Kafamı olumsuzca salladım, Defne'nin kafası sağına döndüğünde ben de yüzümü Atilla'dan kaldırdım. Tuna yanımıza geliyordu, kâğıdı öğretmene verdikten sonra Tibet'e ters bir bakış attı ardından gelip yanıma yaslandı. ''Kırayım mı şerefsizin parmaklarını?'' alayla söylese de sorusunun altında garip bir ciddiyet sezmiştim. Güldüm. ''Ben cevabımı verdim, merak etme.'' Gözlerim orta sıraya kalan Tibet'e kaydı hem bana hem de arkadaş kontenjanından yararlanan Tuna'ya öfkeli, bizi öldürmek isteyen bakışlarını atıyordu.

''Daha bir hafta olmadı ama bana bir yıl olmuş gibi geliyor.'' Diye mırıldandım.

''Sen olmasan üç gün de geçmezdi.'' Omuzumla Tuna'ya çarptım gülerek, Atilla gözlerini kısarak ''Alındım.'' Dedi. Tuna ise bu dediğimi bekliyormuş gibiydi. Egosu tatmin olduğu için kendini beğenmiş şekilde gülümsedi. ''Ah biliyorum, iyi ki varım.'' Parmağını önümüzde oturan yüzü bize dönük Atilla'ya doğrulttu. ''Kıskanma esmer güzeli.''

Onun bu hali bir kez daha beni güldürdü, Atilla ona ters bir bakış attığında zil çalmıştı. Kâğıdı öğretmenin önüne bırakan Zeyd tam yanımızdan geçerken gözlerini benimkilere dikti, suratında öfkelendiğini düşündüren bir ifade vardı ama bir yandan da ifadesiz görünüyordu.

Kokusu burnuma dolduğunda gözlerimi yumdum ve sakinleştim, kokusu artık bana ormanları değil bana söylediği son sözleri hatırlatıyordu. Nedense bu da içimde başka bir fırtınaya yol açtı.

Tuna ile Zeyd'in arkasından sınıftan çıktık, Ceyda da hemen arkamızdan çıkarak Zeyd'e yetişti ve kolunu omuzuna atarak onu sarstı. Zeyd bir an Ceyda'nın ona yaslanmasıyla dengesini kaybeder gibi oldu ama hemen toparlamıştı.

Gaflet anına geldiğini düşünerek yüzümü çektim, onlar terasa çıkıyor gibi görünüyordu. Ceyda gümüş bir çakmağı cebinden çıkardığında sigaraya gittiklerini anladım. Onların aksi yönüne giderek bizde kantine girdik. Pek iştahım yoktu ama bir şeyler yemem gerektiğini guruldayan bir karnım vardı.

Kantinden Tuna ile yemeklerimizi sıra beklemeden alarak boş köşeye geçtik. Yemeğin başlarında ikimizde sessizdik, ikimizde çok acıkmıştık.

''Neyse ki beden derslerimiz eğlenceli geçiyor.'' Dediğinde yarıya geldiği hamburgerinden büyük bir ısırık daha alma aşamasındaydı, meyve suyunun pipetini dudakları arasına aldığında ''Hayret.'' Dedim gülerek. Ardından patatesime çatalı bandırdım.

Aklımda Murat'ın benimle daha ne kadar uğraşmayı düşündüğü sorusu taklalar atıyordu, eğer Tibet gerçekten Murat için bunları yapıyorsa Murat yeter dediğinde de durması gerekliydi ama işim Murat'ın keyfine kaldıysa yıl bitse bile bu eziyet bitmezdi. Hüzünle yüzümü eğdim.

Okula gelirken artık gözümün kırmızı halıya takılmasını ya da bugün başıma ne gelecek korkusunu çekmek istemiyordum. İlk haftanın bu kadar zor geçeceğini hiç düşünmemiştim, açık konuşmam gerekirse kendime itiraf etmesem bile değişeceğim bu okulda belki de beni sevebilecek birilerini bulabileceğimi umut etmiştim. Aşk, arkadaşlık ya da sevildiğim gerçek bir okul ortamı ama değiştiğim her okulda bu ortamdan çok daha fazla uzaklaşmıştım.

Her yeni başlangıçta kendime itiraf edemediğim bir sevgi arayışındaydım ama her sayfada sevgiden daha da uzaklaşıyordum. Edis'in de dediği gibi, yeni açtığım sayfanın önceki sayfadan güzel olacağını düşünmüş ama yanılmıştım. Yırtıp attığım sayfayı özenle düzeltip geri getirmek istiyordum.

Derin bir nefes alarak çatalımı dudaklarımın arasına aldım. Guruldayan karnım bile düşüncelerimin yoğunluğun da susmuştu.

Tuna bitirdiği yemekten sonra ellerini silerken bana baktı, beden dersinin eğlenceli geçtiğini söylemişti. Spor dalında birinci bir okul olduğunu biliyordum. Belki de gerçekten bu ders eğlenceli geçiyordu. Belki de spor onları geçmiş yaşanmışlıklardan uzaklaştırıyordu, bu ders nefes alabilmem için bir fırsat olabilirdi.

Biten yemeğimin ardından bende ellerimi temizlerken Tuna telefonuyla ilgileniyordu. ''Esef Okulu Gıybet, Kalkın olay var.'' Dedi gülerek. Başta ne dediğini anlamadım, telefona bakarak konuşmaya devam ettiğinde hakkımızda çıkan sayfa yazısını okuduğunu fark etmiş kulak kesilmiştim.

''Bir gün okula gelmedim neler neler olmuş, duyduğumda bir fenalık daha geçirdim.'' Dedi yine gülerek. ''Bunu yazanın kim olduğunu biliyor musun?''

''Sadece aptal olduğunu biliyorum.'' Diyerek yanıtladı beni.

Sahibi de en az yazdığı cümleler kadar aptal.

Tuna ile Edis'in cümlelerinin neredeyse aynı olduğu ikinci andı, bu benzerlik dikkatimi çekiyordu. Gözlerimi kısarak Tuna'yı dinlemeye devam ettim. ''Atilla sonunda Tibet'in atağına karşılık yakasına yapışmış, nasıl hiçbiriniz bu görseli ölümsüzleştirmez? Yazıklar olsun size. Neyse başka yapışmalara inşallah diyelim.'' Kısarak izlediğim gözlerimin kenarları gülüşümle kırıştı. Bunu yazan kimse gerçekten kaostan besleniyordu. ''Buralar boş...'' diyerek kendi içinden okudu sonra her ne yazıyor ise durdu ve bakışlarını bana kaldırıp tekrar ekrana döndü. ''ne oldu?'' dedim merakla bende.

Dudaklarını yalayarak yazılanları okumaya devam etti, sandalyemi ona yanaştırarak telefonuna eğildim. ''Vera, dün geceki yarışa Atilla ile katıldı. Acaba Atilla ile bir yakınlaşma mı oluyor diye düşünürken Zeyd tarafından alı konulduğunu gördüm ve bu düşünceden anında vazgeçtim. Bakın milyonuncu kez söylüyorum o güzel kız kesinlikle Zeyd için boş değil ama bana inanmıyorsunuz. İkra'nın bu kızı sıkıştırması da bunun en büyük kanıtı. Zeyd'in bu hareketleri de duygularına karşılık verir gibi görünüyor ama o duygularını kaybedeli baya oldu o yüzden yeni kızımız için üzülmüyor değilim. Zeyd'in sümsük platonikleri, bu habere sevinebilirsiniz.'' Devamını okumadan telefonunun ekranını kapattım. Tuna'nın kapanan telefon ekranından ikimizin yüzü yansıdı. ''Saçmalık.'' Dedim geri çekilirken. Tamamen saçmalıktan ibaretti.

''İkra beni sıkıştırmadı, zorba değil o. Sadece neden geldiğimi sordu. Duygularım falan da yok sadece... Tibet yüzünden ortak konuşmalarımız oldu. Atilla da sıra arkadaşım, çok kötü düşünceliler.'' Bir yandan öfkeli bir yandan yanlış haber verildiği için üzgündüm. ''Bunu yazanın bunu bildiğine eminim bence ya senin ya da diğerlerinin birbirlerine tepkili davranması için yazmış olabilir.''
''Nasıl yani?''

''Yani, Atilla ve diğerleriyle arana mesafe koy diye. Ya da aksine o da sana zorbalık yaparak kendini kötü hissetmen için böyle bir şey de yazmış olabilir. Her söylenene kulak asma.''

Söylediğini yapmaya çalışarak aklımı yazılanlardan uzaklaştırmak için etrafıma bakındım. Zeyd'in köşede oturduğunu ve beni izlediğini o zaman fark etmiştim. Diğerleri yoktu, sadece o vardı. Kantinin köşesinde tek başına oturuyor kafasını arkasındaki duvara yaslayarak bizi izliyordu.

Bir an gözlerinden bana geçen o esintiyi hissettim, sonra zihnim bana ettiği sözleri tekrarlayarak bakışlarımı ondan çekebilmeme yardımcı oldu.

Unutma Vera.

Yakına yakın, uzağa uzak.

Zil sesi duyulduğunda göz ucuyla Zeyd'in kalktığını gördüm, kantinden ilk o çıktı. Ardından biz de Tuna ile ağır adımlarla kalkıp okuldan çıktık. Kırmızı halıya bastığımda irkildim, ardından spor salonuna doğru oradan gözümü ayırmadan yürüdüm.

Eğer Edis aklıma girmeseydi bu kadar dikkat etmeyeceğime ve bunu takıntı haline getirmeyeceğime emindim.

Aklıma bir kez bir şey girdi mi ondan kurtulamıyordum, duyduğum her şey aklımın bir köşesine yerleşiyor orada yeşeriyordu. Gördüğüm her şey de ise gün yüzüne çıkıyor bana kendini hatırlatıyordu. Bu huyumdan nefret ediyordum çünkü bunu engelleyemiyordum.

Tuna spor salonunun kapısını açtığında içeri geçtik, ilk geldiğim gün eşofman takımını da temin ederek dolaba yerleştirdiğim için şanslıydım. Tuna ile soyunma odalarının önünde ayrılırken ''Ben giyinip çantalarımızı alayım kıyafetlerimizi koyarız.'' Dediğinde ''Olur.'' Diyerek karşılık verdim ve soyunma odasına girip dolabıma yöneldim. Neyse ki herkesin kabini farklıydı ve birbirimizi görmek, muhatap olmak zorunda kalmıyorduk.

Dolaptan kıyafetlerimi alıp kabine yöneldiğimde etraftaki sessizlikte gözlerimi gezdirdim. Hazal ortadaki bankta oturuyordu, elleri kulaklarına yaslanmış yüzü eğikti. Görmezden gelerek kabine yöneldim, bu bana her şeye rağmen kötü hissettirmişti ama bu kez aklımı dinlemeyi seçmiş kalbimi susturmuştum. Kabine girip üzerimdekileri çıkardım ardından eşofman takımını giyip ayakkabılarımı da ayağıma geçirerek kıyafetlerle botumu geniş dolaba yerleştirerek kapağını kapattım. Buğlem ve Begüm de üzerini yeni değiştirmişti ama Hazal hala aynı üstüyleydi. Kapı çalındığında kabinden çıkan Ceyda kapıyı araladı. Tuna kapıdaydı, çantamı Ceyda'ya uzatarak ''Vera'nın.'' Dediğinde Ceyda ''tamam.'' Diyerek çantayı aldı ve kapıyı kapatıp çantamı bana uzattı.

Elinden alarak onu da dolaba koydum, Ceyda'yla hiçbir şekilde göz temasına girmemiştim. Defne ortalıkta yoktu, sadece içeride sınıftan diğer öğrenciler, Hazallar ve biz vardık. Üzerimi değiştirdiğim için aynadan kendime baktım, eşofmanımın bel kısmını düzelttim ardından kapıyı aralayıp soyunma odasından çıktım. Kapıyı açıp dışarı attığım bir adımda, hemen karşımdaki kapı da açıldı ve dışarı bir beyaz spor ayakkabı adım attı.

Gri eşofmanın üstüne giyilmiş beyaz atlet vardı, atletin açığa çıkardığı omuz bölgesi beklediğimden çok daha şişti. Ellerindeki yara kabuk bağlamış görünüyordu, kollarının şişkinliği ceketinin altında nasıl saklanıyordu onu merak etmiştim. Aralarında vücut olarak en kalıplısı Dağhan gibi görünüyordu ama zayıf olmasına rağmen Zeyd'in de ondan eksik kalır gibi bir görüntüsü yoktu. Gözlerim hemen üzerinde açıkta kalan boynunda takılı incecik gümüş bir kolyeye kaydı, ardından bakışlarım boynundan yüzüne çıktığında saçlarını geriye yasladığını gördüm, yüzü çok daha açıkta olduğundan yeşil gözleri daha çok ön plana çıkmıştı.

Onun da gözleri benim beyaz eşofman takımımdaydı. Altımda beyaz bilekten sıkmalı bir eşofman üstümde de göbeği açık bir atlet vardı. Hırkamı giymeyi tercih etmemiştim çünkü içerisi yeterli sıcaklıktaydı. Giydiğim beyaz, siyah çizgili ayakkabı ile Zeyd'le ilk defa uyumlu göründüğümüzü fark ettim. Kapıyı bırakarak önden salona ilerlediğimde bakışlarının arkamdan devam ettiğini biliyordum ama onlar madem aralarına girmek istediğimi düşünüyorlardı, mesafe koyup bu düşüncelerinin yanlış olduğunu onlara göstermem gerekirdi.

Soyunma odasının olduğu koridordan çıktıktan sonra salona girdiğimde basket topunun sektirme sesi içeride yankılanıyordu. Tuna giydiği siyah eşofman takımı ile elindeki basket topunu sektiriyordu. Potaya yaklaşarak topu iki eliyle kavradı ve zıplayarak potadan içeri attı.

Spor parke zeminine bastıktan sonra Tuna'nın yanına doğru ilerledim. Oturakta oturan birkaç kişiyi göz ucuyla görebiliyordum ama kim olduklarını kestiremiyordum. Sınıftaki diğer öğrenciler olduğunu düşündüğüm için dönüp bakma gereği duymadım. Ona yaklaşan adım seslerimi duyan Tuna bana dönerek ''Oynamak ister misin?'' diye sorduğunda gülerek kafamı aşağı yukarı salladım. Basket topunu bana attı, son anda yakalayarak geri çekildim. Basket oynamayı seviyordum ama asla iyi oynayamıyordum, spor olarak sadece voleybolda iyiydim.

Yine de oynayacağım kişi Tuna olacağı için oynamayı keyifle ve büyük bir istekle kabul ettim ve topu sektirmeye başladım. Tek bildiğim hareket olan bacak arasından geçirme hareketini yapıyordum, Tuna keyifle güldü. ''Sadece bunu biliyorsun değil mi?''
''Eh filmler sağ olsun.'' Bir kez daha güldü.

Tuna'nın yanından geçmek için yeltendiğimde elini elimin üzerine yönelterek topu avucumun arasına elini sıkıştırarak kaptı ve kendi önüne çekti. Topu kaptığı çevik hareketini bozmadan potaya koşarak zıpladığında top fileden bir kez daha girmişti. Yere düşen topu bir kez daha bana attı, iyi olmadığımı anında anlamıştı. Yine de bana tolerans geçecek gibi görünmüyordu. Nefes alarak topu bir kez daha sektirmeye başladım, yine yanından geçmek için yeltendim ama bu kez geçmeden arkamı döndüm. Bu kez şaşırmıştı. ''Vay.'' Dediğinde seslice güldüm. Spor salonunda seslerimiz yankılanıyordu ama uzun zaman sonra ilk defa bu kadar eğlendiğim için hiçbir şeyi umursamamayı seçerek oynamaya devam etmiştim. Tuna etrafıma kollarını uzatarak beni kuşattığında elini yanlışlıkla göğüs kafesime çarptı, gıdıklanarak kahkaha attım. Bu boşlukta topu kaptı, ben de sinirlenerek sektirdiği basket topuna bir futbol topuymuş gibi vurarak topu onun elinden kaçırdım. ''Hile yapıyorsun ama.'' Diyerek yakındığında ben çoktan topu kapmış ondan uzaklaşmıştım. Yakın olduğumda topu hemen kaptırıyordum. Omuz silkerek topu aldım ve yükseğe zıplayarak potaya fırlattım. Kenarında döndü döndü ve girmeden dışarı düştü. ''Başka türlü seni yenemem.'' Dediğimde ''Böyle de yenemedin yalnız.'' Diyerek alayla güldü.

Bu sıradan fileden düşen top yere değmeden başkasının elleri arasına girdi, lacivert eşofman takımı ile topu fileden kapan Tibet bize dönmüştü. Topu avuç içinde döndürerek bize doğru geliyordu, yüzünde sinsi bir gülümseme vardı. ''Hile yapman kabulünde benimle de basket oynar mısın?''

''Hayır.''

''Israr ediyorum ama.'' Dedi dudak büzerek.

''ısrarı sevmem.'' Diyerek arkamı dönmeye yeltendim. ''Bende reddedilmeyi.'' Dediğinde gergince bir nefes vermiş göz ucuyla Tuna'ya bakmıştım. Oynarsam eğer başıma gelecekleri az çok tahmin edebiliyordum, merak ettiğim oynamazsam başıma geleceklerdi.

''Sen ısrar ettin ben de reddettim. Eşitlendik o zaman.'' Diyerek tamamen arkamı döndüm. ''Eşitlendik mi gerçekten? Henüz sana ettiğin hiçbir sözün karşılığını göstermedim, hiçbir karşı gelişinin de bedelini ödetmedim.''

Hayretler içinde olduğum yerde kalarak ona döndüm. ''Sen diğerlerine fiziksel saldırı yapıyor olabilirsin ama bana fiziksel saldırmıyorsun, benim sabrımı sınıyorsun.'' Diyerek parmağımı şakağıma iki kez vurdum. ''Sen bende buraya oynuyorsun Tibet.''

''Oraya da oynamıyorum, ben sadece sana şanslar veriyorum. Sen senin sabrını sınadığımı mı düşünüyorsun.'' Diyerek bana doğru bir adım geldiğinde ben de bir adım geri gittim. Bakışlarımdan bu geri adımın korkudan olmadığını mesafeyi korumak için attığım bir geri adım olduğunu anlamıştı. ''Asıl sabrımı sınayan sensin, verdiğim şansların sonundasın Vera. İkisi eşit ve ikisi de tükenmek üzere. Bunlar tükendiğinde o zaman fiziksel saldıracağım ve sen saldırı olan her şeyin fırtına öncesi bir sessizlik olduğunu anlayacaksın. O zaman bu saldırılarımı özleyeceksin.''

Hırsla ellerimi yumruk yaptım. ''beni tehdit mi ediyorsun?''

''Ön görümü söylüyorum.'' Sinirle güldüm, gözüm oturakların olduğu yere kaydı. Buğlem, Samet ve Begüm bizi izliyordu. Sınıftaki diğer öğrenciler de oradaydı, köşeden bizi izleyen İkra'yı gördüm. Tibet ile ikisine arkamı dönerek gitmeye yeltendim. ''Hatta, sanırım bu sana verdiğim son şanstı.'' Diye bir ses duyduğumda bacağımdaki diz kapağımın arkasına hızla çarpan sert bir cismin verdiği acıyı hissettim. Hissetmemle yere savrulmam ve acıyla inlemem bir olmuştu. Dizim acıyla büküldü ve acıdan gözlerim doldu.

Az önce kahkahamın yankılandığı bu salonda şimdi acı dolu inlemelerim yankılanıyordu. Yüz üstü düşerek son anda bir elimle yeri tutmuş ve yüzümü çarpmamı engellemiştim. ''TİBET!'' Tuna'nın öfkeli gür sesi salonda duyulduğunda elimi bacağımın arkasına uzattım. Acıdan gözlerim dolmuştu ve bir göz yaşı yere hızla düşmüştü. Canım gerçekten yanmıştı ve şu an canımın yanışına ayrı artık yorulduğum için ayrı hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum.

Dolu gözlerim salonun girişinde bir çift ayakkabı gördüğünde kafamı kaldırdım, yere yasladığım elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Ceyda ve Zeyd hemen ileride karşı hizamda duruyorlardı. Gözleri bize döndükten sonra birbirlerine döndü. Hemen arkalarından gelen Atilla, Burçak ve Dağhan konuşuyordu ama Tuna'nın öfkeli sesi yankılandığında sesleri kesildi. Atilla yüzünü bize doğru döndüğünde kaşlarını çatarak bize doğru adım attı ama attığı adımdan gerisi gelmedi. Zeyd'in bir bakışıyla yerine mıhlandı.

Tuna Tibet'i göğsünden ittirerek bir şeyler söyledi ama o sıra aklım bulanık olduğu için ne dediğini algılayamadım. Sonra kol altımdan bir destekle yavaşça ayağa kalktım. Tuna bir elini belime sararak bana destek vermişti. ''Sabrımın taştığının göstergesi kabul et bunu Vera.'' Dedi Tibet.

Tuna yüzünü ona çevirerek ''Siktir git.'' Dedi, Tibet'in yediği küfürle başımıza çok daha dert olacağını hatta Tuna'ya saldırabileceğini düşünerek kısa bir an korkmuştum ama o sadece gülmüştü. Tuna'yı ilk defa onun yüzüne küfrederken gördüğüm için yaşadığım şaşkınlığı bile yüzüme yansıtamıyordum. Eşofmanımı yukarı çektikten sonra ''Özür dile Tibet.'' Diye mırıldandım kızaran bacağıma bakarak.

''Özür dile yoksa yemin ederim elime bir gün düşersen gözünün yaşına bakmam.'' Tibet bakışlarıyla ciddi dursa da attığı kahkahayla ne kadar ciddiyetsiz durduğunu bize gösteriyordu. Kahkahası biter bitmez, yüzünü yine ciddi ifadeye büründürdü ve adım atarak önümde durdu.

''Çok korktum, Allah senin eline düşürmesin.'' Bir süre gözlerimin içine baktı, öfkesi hiç dinmiyordu. Bu kadar öfkeye neden olan şeyi merak ettim. Onu bu hale getiren şeyi merak ettim.

'' dediğin gibi beni ağlatırsan diye artık yanımda peçete taşımam gerekecek.'' Yine ciddi ifadesini bozmadı ama ciddiyetsiz bir kahkaha attı. Aynı cümleyi Ceyda'nın da Hazal'a kurduğunu hatırladım. Göz ucuyla Ceyda'ya baktığımda ellerini yumruk yaptığını gördüm.

Tuna beni oturaklara doğru götürmeye başladığında ayakta durmamın tek dayanağı oydu. ''Fazla yükleniyor muyum?'' diye sordum burnumu çekerek. Canım hala çok yanıyordu ama ağlamamak için kendimi oldukça sıkıyordum.

''Kucağıma alayım mı?'' dedi karşılık olarak. ''geldik zaten.'' Salonun oturaklarıyla arasında duran alçak kısımdan destek aldım. En öne oturmuştuk, otururken ayağımın acısını bir kez daha hissettiğimde dudaklarımı ısırdım. ''Ne getirmem gerekiyor ki, Buz mu yoksa Krem mi?'' kararsız da olsa bir şeyler bulmak için gitmeye yeltenen Tuna'yı kolundan yakaladım. ''Gitme, bir şey istemiyorum sadece yanımda dur.''

''Geberteceğim onu, piç herif.'' Diye fısıldadı sahaya bakarken öfkeyle. Hala sahanın girişinde ayakta dikilen Zeyd'in bakışları bize kaydı, bacağıma bakıyordu. Hatta dikkatle orayı inceliyor gibiydi, umurunda olmayacak birine göre fazla ilgili görünüyordu. Özellikle bu duruma tepki göstermek isteyen arkadaşını engelleyen birine göre iki yüzlü davranıyordu.

Yine de bu sessizliği de pek normal görünmemişti. Aklımdan bir ses Fırtına öncesi sessizlik diye fısıldadı ama ona inanmadım.

Sahada ne konuşulduğu duyulmayan konuşmalar gürültü yaparken bir düdük sesi çok yakınımdan geldi. Herkes bir anda yüzünü buruşturmuştu ama Zeyd hala ifadesizce bana bakıyordu. Yüzünü okuyamıyordum çünkü ifadesizliği onun boş bakışlarıydı. Sanki istese bile gözlerine ifade yerleştiremiyordu, bakışlarını istese de dolduramıyordu.

Düdük sesi biterken herkes sıraya girmeye başladığında Tuna yanımdan doğruldu ve ''Hocam, Vera rahatsız otursa olur mu?'' diye sordu. Sahanın ortasında duran öğretmen ona verdiği dikkati bana yöneltti. ''İyi misin Vera, bacağına ne oldu?''

Kızaran bacağıma baktığında gelecek gibi oldu ama ağlamamam ona ciddi bir şey olmadığını hissettirmiş olmalı ki gelmedi. Halbuki benim burnumun direği sızlıyor göz yaşlarım içime akmaktan bana nefes bile aldırmıyordu. Güçlü durmak için yumruklarımla dişlerimi sıktım. ''Bir şey yok hocam. Özelde son sınıf öğrencisi rağmen top oynamayı bilmeyen birinin beceriksizliğine denk geldim.'' Zeyd'in ve diğerlerinin dudaklarında belli belirsiz bir sırıtış belirdi, Tibet'in yüzünde ise sadece alaylı ifadesi vardı. Öfkeme öfke kattığını hissettiğim gibi gözlerimi ondan çektim. Bu okulda hissettiğim en yoğun duygu sadece öfkeydi.

Otursam bir günde kitabını yazabilir gibi hissediyordum.

''Kim o top oynamayı bilmeyen, çıksın hemen.'' Beden öğretmeni düdüğünü boynuna bırakırken çıkardığı sert sesi onun da diğer öğretmenler gibi ders içinde katı olduğunu gösteriyordu. Tibet dudak büzerek bana baktı, göz ucumla onu görebiliyordum. Acıdan dudaklarımın içini ısırıyordum ama orası da acıdığında bu kez içini değil dışını ısırdım. Ağlamamak için gerçekten direniyordum.

''Hocam Samet olabilir ya da Esel.'' Diyerek arkadaşlarına baktı. Samet, Esel'e kafa işareti yaptığında öğretmen ellerini beline koyarak Esel'e döndü. ''benim hatamdı hocam.'' Diyerek mahcupça öğretmene baktığında öğretmen ''Arkadaşından özür dile.'' Dedi.

Esel dudaklarını araladığında ''Aslında, onun dikkatini dağıtan Tibet'ti. O aklını karıştırmasaydı bu olmayacaktı.'' Diyerek araya girdim. ''Yapandan çok yaptıran önemli ben Esel'den özür istemiyorum.'' Diyerek öğretmene baktım. Bu kez göz yaşlarımı tutmamıştım, boşaltma bahanesi ile öğretmenin vicdanına oynuyordum. ''Ben özrü Tibet'ten istiyorum hocam.'' Dediğimde öğretmen Tibet'e döndü. Tibet'te tek kaşını kaldırarak bana bakıyordu. Aynı şekilde tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

Sıkıysa şimdi özür dilemesindi.

''Affedersin arkadaşım.'' Diye mırıldandı ama sözlerinden ziyade ses tonunda bunun karşılığını alacaksın yatıyordu. Öğretmen ''Bu bir özür değil Tibet.'' Dediğinde Tibet gözlerini yumdu. ''Özür dilerim Vera.'' Vera'ya baskı yapmış, sesinden yayılan uyarıyı herkes almıştı.

Öğretmen Tibet'in dilediği özrün ardından Tuna'ya sıraya geçmesini işaret ederken Esel'e de ''Ders sonuna kadar şınav çekeceksin. Su içmek haricinde durursan sıfırı basarım.'' Dedi. Bu cezayı Tibet'e verseydi içim soğuyabilirdi ama Esel'e verdiği için buna üzülmediğimi söylesem yalan olurdu.

Esel öğretmenin gösterdiği köşeye geçerken Tibet'e bir bakış attı, Tibet ona bakmadığı için bunu görmese de Samet görmüştü. Ona gitmesini işaret etti ve Tibet'in yanına geçti.

Herkes sırasında dikilirken öğretmen elinde yoklama defteri ile ortalarına geçip ''Bugün basket takımını yeniden kuracağım.'' Dedi, cebindeki kalemi çıkarmış defteri imzalıyor gözüyle de olanı olmayanı gözlemleyerek yoklama alıyordu. ''Geçen yılki ekibi denemeye tabi tutacağım. O yüzden onlar sahada kalsın diğer öğrenciler serbest. Kızlar, voleybol takımını da haftaya kuracağım.'' Sınıftaki diğer kızlar voleybol toplarını alarak sahanın en ucuna geçerken İkra ve Ceyda'nın bana doğru yürüdüğünü gördüm. Buğlem ve Begüm de voleybol oynuyordu, Hazal ise köşede oturuyordu.

Öğretmen ''Defne nerede?'' diye sorduğunda İkra ''Lavaboda hocam.'' Diyerek oturaklardan yanımdan geçti. Hemen üstümdeki oturaklara, çaprazıma geçerek oturdular. Ceyda'nın yumuşak kokusu burnuma dolmuş, İkra'nın çiçek kokusuyla karışmıştı.

Gözlerim onların hemen arkasında duran Hazal'a kaydı. Hala hasta görünüyordu, kızarmış gözleri açık bile kalamıyordu. Öylece boşluğa bakıyor zamanla kapanıyordu, bazen dengesini kaybeder gibi sarsılıp kendine geliyordu. Sarhoş gibiydi, belki de uykusuz.

Vicdanımın sesini bastırarak önüme döndüm, bacağımın acısı hala içimdeydi. Bacağımı yavaşça ovalarken acıya dayanabilmek için yine dudaklarımı ısırdım, ardından elimi çekerek doğrulup sahaya baktım. Tuna bana iyi olup olmadığımı soran bakışlarla bakıyor, kaş göz yapıyordu. Ona kafamı salladığımda Zeyd'in bakışlarıyla diğer tüm erkeklerinde bakışlarını üzerimde hissettim. Haklıydım. Dağhan, Atilla ve Burçak bana bakıyordu. Nedense gergin hissettim.

Onların hemen yanında duran Tibet ve Samet birbiriyle konuşuyordu, bende en önde oturduğumdan mecburen onları izliyordum. Tibet ve Samet diğerlerinin önünde olduğundan şu an en net onları görüyordum.

Atilla kenardaki top filesinden basket topunu çıkararak ağır adımlarla eski yerine doğru yürüdü. Ardından sertçe Tibet'e fırlatırken göz ucuyla bana baktı. ''Beceriksizler önden.''

Kendimi tutamadan gülümsedim, bu gülümsemeyi gören sadece Atilla olmadığı gibi gülümsememe karşılık veren gülümseme sadece Atilla'nınki olmamıştı. Zeyd'in de gülümsediğini gördüğümde yüzümü ondan çevirerek gülümsememi soldurdum ve tek izleyebileceğim kişiye Tuna'ya döndüm.

Bana öpücük atıyordu, bu kez de ona güldüm. Hatta sesli gülmüştüm, zaten beni sesli güldürebilen tek o vardı. Öğretmen düdüğünü çaldığında yüzünü ekşitti, bir kez daha güldüm. Bebeksi bir yüze sahip olması mimiklerini çok daha sempatik ve komik gösteriyordu.

''Başlayın bakalım.'' Sahanın kenarına çekilen sandalyeye öğretmen otururken bacak bacak üstüne attı ve defteri kucağına tutarak saçlarını arkasında topladı. Sarışın kadın bir öğretmendi, üzerinde şiş bir eşofman takımı vardı, ayağında da marka bir spor ayakkabısı giymişti. Saçlarını at kuyruğu yaptıktan sonra dudaklarından bıraktığı düdük boynuna düştü. Yüzünde kırışıklıklar vardı ama ona rağmen genç görünüyordu. Açık kahve rengi gözleri çok güzeldi.

Öğretmen saçlarını topladıktan sonra sahaya dikkatini verdiğinde ben de onun gibi sahaya döndüm. Erkekler gözleriyle anlaşır gibi yerlerini almaya başladı. Tibet elindeki topla köşelerden birine geçti, hemen yanında Dağhan vardı. Öteki tarafında Samet duruyor, Samet'in hemen yanında ise Atilla duruyordu. Dağhan'ın yanında ise Burçak vardı. Zeyd, Tibet'in tam karşısında duruyordu.

Düdük bir kez daha çaldığında Tibet zaman kaybetmeden topu sektirerek eğildi ve boşluktan geçebilmek için Dağhan'ın olduğu yöne yöneldi ama yönelir yönelmez buna pişman olmuş gibiydi. Dağhan ona sert bir omuz darbesiyle karşılık verdiğinde kopmak üzere olan fırtınanın yaklaştığını sessizliği ardında bırakmaya başladığını anlamıştım. Yutkundum, hepsinin birbirinin arasında seken bakışlarında az önce fark etmediğimi şimdi fark ediyordum.

Bir şey yapacaklardı.

Az önceki bakışmalar geçecekleri yerin değil, yapacakları hamlenin planıydı.

Esen rüzgârın şiddetlendiğini hissettim. Tibet Dağhan'dan yediği sert darbeyle sarsıldı. Sarsıldığında elinden boşluğa savrulan topu Burçak kaptı ve biraz Tibet'in etrafında dönerek onu maymuna çevirdi. Başını döndürdüğünü hissedebiliyordum. Hareketleri yavaşlamıştı. Burçak gülerek topu Zeyd'e pasladığında Zeyd sadece kolunu uzatmasıyla bile havadaki topu yakaladı. Tibet Dağhan'ı görmezden gelerek ondan kurtulup Zeyd'e yönelmeye kalktığında Atilla Samet'i geçerek Tibet'in önünü kesti. Zeyd potaya topu fırlattığında fileden dönerek düşen topun zemine vurduğu ses duyuldu.

''Güzel.'' Öğretmen onları zevkle izlerken bacağını indirdi ve öbürünü diğerinin üstüne attı.

Yere düşen topu Zeyd sektirerek alıp sahaya doğru gelirken Tibet'te ona yaklaştı. Karşı hizalarda durduklarında ikisi de eğilmişti, Zeyd'in kısa kolyesi boynundan az da olsa sarktı. Omuz kaslarının ve kol kaslarının kasıldığını gördüm. Kolundaki damarlar ve elinin üstündekiler belirginleşmişti. Belirginleşen damarların yanında kızarıklık ve yaralar da göz önündeydi.

Tibet karşısına geçip eğildiğinde Zeyd'in ''Gel bakalım.'' Dediğini duydum. Ben onların hizasında sayıldığım ve en önde oturduğum için kısık sesle konuşulanları az da olsa duyabiliyordum. Zeyd'in orman yeşili gözleri Tibet'in kahvelerinden ayrılıp arkasında duran Burçağın gece mavi gözlerine dikildiğinde Burçak ile bir konuda anlaştıklarını anladım. Burçak kafasını belli belirsiz onaylar şekilde salladı. Zaman gelmişti, fırtına kapıda değildi. Kapıdan içeri girmişti, sadece henüz bize ulaşmamıştı. O birbirlerine çarpışan gözlerin ne planladığını bilmiyordum ama pis bir şey planladıklarını biliyordum. Bunu yaklaşan fırtına uğultusundan duyuyordum. İçimi bir endişe kaplarken Tuna'ya baktım. Bunu benden önce hissetmiş gibi daha uzaklarında kalmıştı. Dağhan'ın hemen yanındaydı ama kendini öne atmıyordu. Atabileceğini biliyordum ama atmaması onun da benimle aynı şeyi düşündüğünü gösteriyordu.

Bu bir oyuncu seçimi değildi, bu bir intikamdı.

Kimin intikamı olduğunun da önemi yoktu. Bunu Zeyd'in yeşil gözlerini bana çevirip birini kırptığında anlamıştım. Atilla'nın da dudaklarında tehlikeli bir gülüş belirmiş Burçağın dudakları da buna eşlik etmişti. Dağhan keskin bir ifadeyle Tibet'i izliyordu. Zeyd ise bana bakıp göz kırptıktan hemen sonra sektirdiği topu çok daha hızlı sektirerek hızlandı ve çita misali sahanın etrafından zikzaklarla dolaşıp Tibet'le arasındaki mesafeyi açtı. Bu sırada kulağıma arkadan kısık bir gülüş sesi geldi, Ceyda gülüyordu ama gülüşü hiç masum değildi. Keyifliydi ama masum değildi.

Önümdeki kasırgaya karışan fırtınaya bakmaktan ona dönemedim, dikkatim tamamen etrafı kavuran kasırgadaydı. O orman yeşili gözlerin ilk defa benim için bir şey yaptığını söylediğini hissetmiştim. Sandal ağacının yaprağı yanağımı okşamış gibi hissettim, o dokunuş o bakış bana birazdan olacakların benim için olduğunu fısıldamıştı.

Zeyd son bir kez bana döndüğünde gözleri ısırdığım dudaklarıma kaydı, sonra elimi üzerine koyduğum bacağıma baktı ve önüne dönerek Tibet'le arasındaki mesafeye baktı. Bizim Tibet'le aramızdaki mesafe kadar bir mesafe görünüyordu ama Tibet bir anda hızlanarak Zeyd'in dibine girdi. Zeyd bunu görür görmez topu Tuna'ya pasladı. Tuna topu Burçağa, Burçakta Atilla'ya fırlattı. Dağhan bu sırada Samet'in önünü kesiyordu. Atilla sektirdiği topla Zeyd'in yakınına gitti ama arasında az önce Tibet ve Zeyd'inki kadar bir mesafe bıraktı. Tibet ona gittiğinde ise topu Zeyd'e geri pasladı. Tibet arkasında kalan Zeyd'e döndüğünde Zeyd sıçrayarak topu kaptı ve ayakları yere bile basmadan yüzünü ona dönen Tibet'in yüzüne elindeki topu sertçe fırlattı.

Fırtınanın ilk kurbanı Tibet oldu.

Bir haykırışla yere düşen Tibet'in yanında seken topun yüksek sesi içeriyi doldurduğunda nefesim kesilmiş, kaşlarım çatılmıştı. Bacağım sağlam olsaydı panik anında ayağa bile kalkmış olabilirdim. Zeyd nefes nefese tekrar bana döndü, göğsü şiddetli şekilde inip kalkıyordu. Çatık kaşlarıma aldırmadan gözlerimin içine baktı, en derinine baktı. Fırtınayı bırakıp içine girmek ister gibi baktı.

''Çok kanıyor lan.'' Samet'in bağırışını duyduğumda kendime gelerek Tibet'e döndüm. Burnuna tuttuğu avucundan aşağı kanlar akıyordu.

O okulda kan akmadan gün geçmiyor.

Elimi köprücüğüme götürdüm, tırnaklarımı yaralı avuçlarıma bastırmamak için kendimi kasıyordum. Öğretmen ayağa kalkarak ''Ne yapıyorsunuz siz!'' diye bağırdı. Tibet'in yanına bir hışımla gittiğinde ''Zeyd!'' diyerek Zeyd'e döndü. ''Elimden kaçtı.'' Diye mırıldandı Zeyd. Gözlerini kısmış ona bakan kahve gözlerin bakışına karşılık veriyordu.

Tibet ona uzatılan peçeteyi burnuna bastırırken kanın bir kısmı üst yüzeye bulaşmış hatta kurumuştu. Samet'in yardımıyla ayağa kalktığında ''Sorun yok hocam, kazayla oldu.'' Dedi.

Öğretmen Zeyd'e yine de bir şey söyleyecek gibi oldu ama söylemedi. Yüzünü Tibet'e dönerek ''Sen geç, burnuna baktır.'' Dedi. Tibet ise kafasını olumsuzca sallayarak peçeteyi burnundan uzaklaştırıp her yeri kan olan peçeteye baktı. Samet yenisini uzatırken onun oynamasına engel olan Dağhan'a kötü bakışlar atıyordu. Dağhan ise ona tek kaşını kaldırmış tehlikeli şekilde gülüyordu.

Tibet Samet'ten aldığı yeni temiz peçeteyi burnuna koyarken göz ucuyla Ceyda'ya baktım. Başka yöne bakıyor bacaklarıyla ritim tutuyordu.

Tibet öğretmenin onu maçtan çıkarmasına izin vermeyerek ''Ben kolay pes etmem hocam, maçtayım.'' Dediğinde bir şaşkınlık daha yüzüme yansıdı. Aklını kaçırmış olmalıydı.

Tuna köşeye geçmiş olan biteni izlerken göz göze geldik, aramızda kısa bir bakışma geçmişti. İkimizde ne diyeceğimi bilemiyor gibi görünüyorduk.

Zeyd'in Atilla'yı durduğu anı hatırladım, bunun için mi durdurmuştu?

Kavga etmek yerine oyunun içinde intikam almak için miydi? Böylece olayın üstü kapanacak mıydı?

Zekiceydi, fazla zekiceydi.

Tekrar Tuna'ya baktığımda onun da aynısını düşündüğünü hissettim, kafasını sağa sola salladı. Fırtına sonrasında, öncesinden kalan kalıntılar olurdu. Bu kalıntılar ise hiç fırtına sonrasına aitmiş gibi görünmüyordu.

Bakışları benden ayrılmadan Zeyd'e biraz korku biraz da minnettarlıkla baktım. İsteyip istememin bir önemi yoktu, bunu sormamış cevap beklemeden bunu yapmıştı.

O da Tibet'in bana söylediği gibi sabrının taştığını mı göstermek istemişti yoksa beni mi korumak istemişti bilmiyordum, belki de beni uzak tutmak için Tibet'in eline tamamen bırakmaması gerektiğini düşünüyordu.

Her ne düşünüyorduysa bana iyiliği dokunmuştu. Liste uzuyordu.

Bu yapılan, fazla kaçan intikamdan kaçmak istercesine ayağını kontrol ederek ayağa kalktım. Stresin ter damlaları ensemdeydi. Duvarlardan destek alarak lavaboya doğru ilerledim. Bacağım biraz daha iyi gibiydi ama hala kızarıktı ve hareket ettikçe acıyordu. Kendimi sıkarak da olsa yürümeyi başardım.

Lavabonun önüne geldiğimde duvardan aldığım desteği kapıyla değiştirerek kapıyı araladım. Uzaktan kulağıma dolan hıçkırık sesleri ilk duyduğum şey olmuştu.

Biri içeride içli içli ağlıyordu, hıçkırıkları iç yakıcıydı. İçeri girdiğim için kapı sesi çarptı ama ağlayan kızın sesini bastıramamıştı. Kaşlarım çatık aynadan yansıyan tuvaletin kapılarına baktım. Tam ortadaki kabinin açıkta kalan kısmından bir çift Converse görünüyordu.

Kabine doğru yavaşça, ayağımın acısıyla yüzümü buruşturarak ilerledim. Tam önünde durduğumda ağlayışının azaldığını nefes almaya çabaladığını duymuştum. Elimi kaldırıp işaret parmağımı kırarak kapıya tıklattım. ''Hey, iyi misin?'' ses gelmedi. Ağlama sesleri kesikleşip yerini derin nefeslere bıraktı.

Her ne zamandır ağlıyorsa nefesi kesilmiş olmalıydı.

Kesilen ağlayış seslerinin yerini hıçkırıkları aldı. Gözlerimi aynaya çevirdim, lavabonun kenarında bir makyaj çantası duruyordu. Pembe tüylüydü, fermuarı açıktı ve kenarda kapağı açık bir kapatıcı göründü. Çantanın kenarında ise şeffaf çiçek desenli camlı bir D harfi takılıydı.

Kapıyı bir kez daha tıklattım. ''Defne, iyi misin?'' yine ses gelmedi. ''Konuşmak ister misin, belki yardım edebilirim sorun neyse.'' Dedim kendime bile yardım edemezken.

İnsan sadece kendine yardım edemez.

Sorunun bana anlatamayacağı ya da anlatmak istemediği bir şey olduğunu anladığımda kapıyı tıklatan parmağımı indirdim ve yavaşça lavaboya ilerleyip enseme su vurdum, fazla oyalanmak istemiyordum. Ayağıma da sıcaklığını hissettiğim için soğuk su çarptım. Buz koymak ya da krem sürmek istemiyordum.

Yeterince serinlediğimi hissettiğimde sessizleşen lavabodan ''Peki o zaman, seni yalnız bırakayım.'' diyerek çıktım, adımlarımı bu kez acele atıyordum. Duvardan destek alarak yerime geldiğimde sahadan gelen patırtıya gözlerim kaydı. Top Samet'teydi. Atilla ile Samet kendi aralarında bir maç döndürüyorlardı.

Gözlerimi ondan alıp onları izleyen Ceyda'ya döndüm. ''Defne'nin sana ihtiyacı var sanırım.'' Yüzü bana döndüğünde duyduğu sözler karşısında şekilli kaşları çatıldı. Ardından İkra'ya bakıp yerinden hızla kalktı. Kalkarken yaptığı gürültü sahadakilerin dikkatini kısa bir anlığına dağıtmıştı.

Oturaklardan inerek lavaboya ilerlediğinde İkra da peşinden gitti.

Bu sırada gözlerim onların arkasında kalan noktadan ses gelen sahaya döndü. Sahadan sert bir çarpışma sesi geldi. Dağhan ve Tuna omuz omuza çakışmıştı, Tuna yalpalar gibi olduğunda Dağhan onu tuttu. Ardından Tuna Dağhan'ın kapattığı önünden sıvışarak koşarak fileye topu fırlattı. Top yere düşerken öğretmen ''Yine ekibin gözdesi olacaksın Tuna.'' Diyerek onun başarısını bir kez daha göstermişti. Tuna bu sporda gerçekten iyi gibi görünüyordu.

Topu Zeyd düştüğü yerden aldıktan sonra oyun devam etti, Samet Zeyd'in elinden topu kaptı ve fileye kimse önüne çıkmasın diye uzaktan da olsa attı. Top içeri girmişti. Düşen topu bu kez Dağhan aldı, sektire sektire getirirken ikinci kez Tuna'ya kaptırdı. Tuna bir daha topu fileden geçirdi.

Ardından düşen topu alarak sektire sektire geldi. Şu an ki oyunda hiçbir kural olmadığının farkındaydım, bu sadece oyun kabiliyetlerini tarttıkları bir oyundu. Kurala ihtiyaç yoktu, öğretmenin de kuralı sadece karşılaşmalarda istediğini anlamıştım.

Tuna sektirdiği topu yüzünü bana döndüğü bir anda Tibet'e kaptırdığında yediği darbeyle öteye kaydı. Tibet açtığı boşluktan topu sektirerek geçeceği sırada Samet'te ona yöneliyordu. Dağhan kayan Tuna'yı gördüğünde kaşlarını çatarak Tibet'in önüne geçti ve aynı Tuna'ya attığı gibi bir omuz atarak topun ortaya düşmesini sağladı. Ortaya düşen topu Atilla Burçaktan önce kaparak uzak mesafeden havaya zıpladı ve potaya attı. Fileden geçen topun ardından duyulan ıslıklar ve birbirlerine çarptıkları omuz sesleri kulağıma doldu.

''Sert olmayın çocuklar.'' Dedi öğretmen gülümseyerek. ''Bunu sizden yarışmada istiyorum, burada değil.'' Hepsi öğretmenin söylediğine kafasını sallasa da dinlemeyeceklerini hepimiz biliyorduk.

Gözüm lavabo kısmına kaydı. İkra oturdukları yerde kalan Ceyda'nın çantasını almaya gelmişti. Çantayı açıp içindeki bir şeyi kontrol etti ardından fermuarı kapatıp çantayla tekrar lavaboya yöneldi.

Öğretmen boynundaki ipi kavrayarak ıslığı dudaklarına götürdüğünde dikkatimi yine sahaya çevirdim. Islık sesinin hemen ardından topu sektiren Samet ortadaydı, topu diğerlerinden kaçarak Tibet'e pasladığında Tibet potaya attı, yakın mesafeden attığı için ve boyu uzun olduğu için kolaylıkla top içeri girmişti.

Öğretmen bir kere daha düdük çaldı. ''Yeterli bu kadar, birazdan zil çalacak çocuklar. Su için ekiptekileri belirleyeyim bende.'' Tuna koşar adımlarla önüme geldiğinde kapağını açtığım suyu ona uzattım. ''Ne kadar iyisin, Dağhan'dan bile kurtuldun.'' Dedim gülümseyerek. Tam bu sırada Dağhan yanımızdan geçmiş yukarıdaki oturaklara çıkmıştı. İkimizin de gözleri terden bedenine yapışan siyah kıyafetindeydi. ''Dağhan bana sert gelmedi, gelseydi bende Tibet gibi yeri boylardım.'' Söylediğine güldüm. Sanırım ben lavabodayken Tibet, Dağhan'a çarpıp yere kapaklanmıştı. O görüntüyü görmek isterdim.

''Ayağın nasıl oldu?'' dediğinde onun gibi bende yukarı sıyırdığım bacağıma baktım. ''Daha iyi gibi, acısı dindi ama ağrıyor hala.'' Kafasını aşağı yukarı sallayarak yüzünü cebinden çıkardığı peçeteyle sildi.

Bu sırada öğretmen ekibe girenleri saymaya başlamıştı. ''Başta Tuna, Zeyd, Burçak, Atilla ve Tibet. Ekiptesiniz.'' Zeyd önümden geçerken yavaşladı, gözleri dizimdeydi yan tuttuğum için çok rahat görebilirdi. Elini ensesine atarken merdivenden çıkarak üst oturaklara geçti. Burçak da geçerken bana bakmıştı, ardından merdivenlerin yarısına çıkmaktan vazgeçip inerek başka bir yere gitti. Onun boşluğunda Atilla bana doğru gelip eğildi. ''İyi misin?''

''İyiyim.'' Kafasını aşağı yukarı salladı ardından doğrularak Zeyd'in yanına çıktı. Bir süre sonra Tuna kabinlere doğru bakarken ''Geliyorum.'' Dedi. İki dakika sürmeden elinde kremle geri döndü.

''Gel krem sürelim.'' Açtığı krem kapağından ona döndüm ve kaşlarımı çattım. ''Bunu nerden buldun?''

''Ecza dolabından.'' Parmağına sıktığı kremi dizime sürdüğünde gözüm yukarı doğru kaydı. Zeyd'in hemen yanına oturan Burçağı gördüm. O ne ara gelmişti?

Tuna'nın hemen arkasından kızıl saçlarıyla gülümseyerek giren Defne'yi gördüğümde kirpiklerimi kırpıştırdım. Hemen arkasından Ceyda ve İkra'da gelmişti ama ikisinin de suratı asıktı. Defne'nin göz çevresi kapatıcıyla kapanmıştı ve gözlerinde gerçekten parıldayan bir gülümseme vardı, yine de o parıltı bana gerçek gibi hissettirmedi. Az önce nefesi kesilene kadar ağlayan bir kız nasıl olmuştu da şimdi gülerek gelmişti?

Dudaklarımı birbirine bastırdım, hayretle onu izliyordum. Yukarı çıkıp kolunu Zeyd'in koluna sardı. Zeyd'in eli Defne'nin saçlarına uzanmıştı, sertçe yutkunduğunu ve saçını okşarken bunu yapmaktan zorlandığını gördüm. Defne ardı ardına burnunu çekip ovuştururken ''Dikkat çekeceksin.'' Dedi Tuna.

Onun uyarısını duyduğumda önüme döndüm, şaşkınlığım hala yüzümden okunuyor olmalıydı. Hepsinin Oscarlık oyuncu olduğunu biliyordum ama hala alışamadığım için şaşırmama engel olamıyordum.

Tuna kremin kapağını kapattıktan sonra arkama doğru baktı. Bunu çok kısa süre yapmıştı, hemen önüne dönerek kremi götürmeye gitti ama bu kez ters yöne gitmişti. Kaşlarım çatıldı.

Öğretmen ekiptekileri tekrar ettiğinde arkamda kalan Dağhan'ın ''İyi bari, yine girmedik ekibe.'' Dediğini duydum. Neden böyle sevindiğini anlayamamıştım.

Arkama yaslanarak soğuk kremin beni üşüttüğü bacağıma baktım. Kayan eşofmanımı yukarı çekip krem bulaşmasın diye bir süre tuttum. Tuna bu kez geç gelmişti, önüme gelip oturmak yerine arkasındaki yarım duvara yaslandı. ''Alırken bu kadar sürmemişti.'' Dedim gülerek. ''Tibet'le bakışlarımız birbirini öldürüyordu.'' Diye yanıtladı beni.

Kafamı salladım, göz ucuyla arkamdaki Dağhan'ı izledim. Suyu kafasına dikliyordu, saçları diğerleri gibi nemlenmişti. Önüme döndükten sonra Tuna'ya yaklaşmasını işaret ettim. ''Dağhan neden ekibe girmek istemiyor?''

Tuna gülerek Dağhan'a doğru baktı. ''paşamız kendini tutamadan sert oynadığı için maça girmemesi daha iyi. O yüzden girmek istemiyor, yoksa çok iyi oynar.'' Tuna gibi Dağhan'a doğru döndüğümde gözlerimiz kesişti. Gözleri siyah ve koyu kahve arasındaydı ama çene yapısının keskinliği çok fazla göz alıyordu. Normalde yüzünde beliren soğuk ifadesinin yerini sıcak bir gülümseme aldığında bir kez daha şaşkın bakışlarım yüzümdeydi.

Ben de bir anlık gaflette gülümsedim, gülümsememle gözleri kısıldı.

''Bana neden bir iyi bir kötüler?'' dedim bu kez de, gözlerim Dağhan'dan Zeyd'e kayar gibi olduğunda beni izlediğini biliyordum, beni hapsedeceğini de biliyordum. Bunu engellemek için kaymadan önüme döndüm. ''bence seni sevdiler.'' Dedi bitmek üzere olan suyunu açıp kafaya diklerken. ''İstersen benim suyumu da alabilirsin.'' Dedim yarım suyumu uzatırken. Onu da kafasına dikti.

''Dişlisin, iyisin. Seni sevseler de herkese nasıllarsa öyleler. Mesafeliler.'' kafamı aşağı yukarı salladım. Mesafeli kelimesi onların yaptığına pek uymuyordu ama bu konuyu uzun uzun tartışsak bile bir sonuca varabileceğimizi düşünmediğimden uzatmadım.

Bu dengesizliğe alışmakta çok zorlanıyordum. İyi olacaklarını düşündüğümde olmayışları ama kötü olacaklarına emin olduğumda iyi olmaları bana kendimi deliymişim gibi hissettiriyordu.

İnsanı iyi ya da kötü mahvetmezdi ama belirsizlik mahveder, deliye çevirirdi.

Zil çaldıktan bir süre sonra Tuna benim çantamla ve kendi çantasıyla içeriden çıktı. Herkes soyunma odasına gitmişti ama ben pek gidebileceğimi düşünmediğim için üzerimi değiştirmeden yerime oturmuştum.

Ayağım iyiydi ama soyunma odasında bir sorunla daha karşılaşmak istemiyordum. Tuna'nın uzattığı çantamı sırtıma aldıktan sonra uzattığı eli tuttum. Bu sırada hemen önümüzde Defne'nin savrulan kızıl saçları yüzüme çarptı. Kapının önündeydik, Tuna ''geliyorum hemen.'' Diyerek içeri gittiğinde Defne'ye seslenerek ''İyi misin?'' diye sordum.

Beklediğim belki bir geçiştirmeydi belki de hiç cevap vermemesiydi ama kesinlikle ''Sana ne.'' Değildi. Kaşlarını çatmış bana bakan ifadesine ayna misali karşılık verdim. ''Merak ettim sadece.''

''Kendin için meraklan sen, sert bir darbe yemişsin.'' Dediğinde sesindeki ilgi mi yoksa başından savma mı anlayamadım. Çatık kaşlarını gevşetip derin bir nefes aldıktan sonra karşımdaki başka bir Defne'ymiş gibi bana baktı. Şimdi bakışları daha yumuşaktı. ''Yine de düşündüğün için sağ ol, iyiyim.'' Açtığı kapıdan arkasına bakmadan çıktı. Açılan kapının içeri aldığı soğuk bedenimden geçti. Gergin bir nefes alarak koluma giren kola baktım. ''Ne oldu?''

Kafamı sağa sola 'bir şey yok.' Manasında salladım. Arabamın önüne gelene kadar Tuna ile kol kola sessizce yürüdük. Ayağım gerçekten çok daha iyiydi, sadece tam bastığımda canım yanıyordu. Onun da yarına geçeceğini umuyordum.

Arabamın önüne geldiğimizde ikimizde durduk, kolundan çıkarak arabaya yaslanıp anahtarı çıkardım. ''Yarın görüşürüz o zaman, kötü olursan mutlaka hastaneye git. Beni de habersiz bırakma.''

Kafamı aşağı yukarı sallayarak Tuna'yı yanağından öptüm. ''Tamamdır.'' O da beni öperek bir adım geri çıktı ve kapımı açtı. ''Teşekkürler efendim.''

''Rica ederim efendim.'' Gülerek arabamın şoför koltuğuna bindim, kapım el sallandıktan hemen sonra kapandı. Anahtarı kontağa takıp aynadan kendime baktım. Gözlerim kendimi sıkmaktan hafif kızarmıştı, gözlerim dolu gibi görünüyordu. Aslında değildi ama sulanmıştı.

Arabayı çalıştırıp okuldan uzaklaşmaya başladığımda aynadan arkaya baktım, Tuna arkamdan bakıyordu. Ayağımın acısından ötürü yavaş kullanmaya özen gösteriyordum. Ani fren yapmam gerekirse bacağımın gerçekten çok acıyacağını biliyordum.

Aynadan bir kez daha kendi gözlerime baktım. Ben bu okula ne için gelmiştim?

Derslerimden başka bir şey ilgilenmeyecek iken geldiğimden beri ne kadar derslerimle ilgilenmiştim? Kaç soru çözmüştüm, kaç testimi çöpe atmıştım? Evin önüne gelene kadar bunları kafamda tartıp durdum. Garaja girdiğimde bile düşünmeye devam ettim. Arabayı park edip kontağı kapattıktan sonra kafamı geriye yaslayarak aynadan gözlerimi incelemeye başladım. Hala sulu suluydu ve tüm hislerim yüzümden okunuyordu.

Yorgundum, üzgündüm ve alışamamıştım.

''Hayatın raydan çıktı, sen yerine koymak yerine diğer rayları da söküyorsun Vera.''

Derin ve gergin nefesimi verdim bir kez daha seslice. Belki de rayı yerine koymaya çalışmak yerine başka bir raya geçmeli ve oradan devam etmeliydim. Belki de sınıf değiştirmeliydim. Sonuçta okul değişemeyebilirdim ama sınıf değiştirebilirdim. Yapmam gereken derslere en azından bu kadar müdahale edemezlerdi. Her teneffüs sınıfıma gelecek değillerdi ya?

Gelmezlerdi, değil mi?

Gözlerimi yumdum, yumduğum an karanlıkta yürüyemediğim o acemi adımlarımı görmeyi istemiştim ama bir çift orman yeşili gözlerin ellerimden tutarak karanlıkta yürümeme yardım ettiğini hissettim. Her yer çamurdu ama yürüyebiliyordum, ayağıma yapışan çamur umurumda değildi.

Telefonum çaldığında gözlerimi açtım, ekran da yazan isim bugün bilmem kaç kez yaşadığım şaşkınlıktan sonra bu duyguyu barındırması gerekse de barındıramamıştı.

Telefonu açarken arabadan indim. ''Efendim.''

''Yarın akşam yemeğinde bizdeymişsiniz. Annem haber vermemi istedi.'' Dedi mesafeli bir sesle. Aramasının tek sebebinin teyzem olacağını tahmin ettiğim için ifadesizce kapıya yürümeye devam edip anahtarı çevirdim. ''Tamam.'' Cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Eve girerken ''mesajda atabilirdin.'' Diye söylendim. Yürürken bir ayağım ceylan misali sekiyordu ama bugünlük ona iyi bakmam gerektiğinin farkındaydım.

Kapıyı örttüm, ayakkabılarımı bu kez almadım ve mutfağa yöneldim. Açtım ama canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Odama gidip üzerimi çıkardım, eşofmanımı çıkarmamıştım. Ona rağmen canım yandı. ''Şerefsiz Tibet.'' Diye söylendim.

Küfretmek istiyordum ama bununla öfkemin dinmeyeceğini de biliyordum. Saçlarımı toplayıp raftan test kitabımı aldım ve havuz başındaki hasır oturma grubuna doğru ilerledim. Süt kahvesi oturma takımımıza oturup sonbaharı andıran havayı soludum.

Ne üşüyor ne sıcaklıyordum. Hava tam sevdiğim gibiydi.

Testi ve avucuma aldığım kalemle silgiyi kenara bıraktım. Ayağımı dikkatle uzatıp testin başına oturdum, eşofmanımdaki telefonu da ters bırakıp kalemi elime aldım.

Deneme testimden bir deneme çıkarıp bileğimdeki saate baktım. Ailemin çıkış saatine daha olduğu için bugün evde baya bir süre yalnız kalacaktım. Bu zamanı en iyi deneme çözerek değerlendirebilirdim.

Öyle de yaptım.

Tamı tamına test için verilen yüz seksen dakikalık soruları bildiğim kadarıyla yaparak yüz kırk dakika da bitirdim. Hava kararmıştı, soğuk esmeye başlamıştı ve karnım gurulduyordu.

Yine de en azından bu haftanın tamamen boş geçmediğine seviniyordum.

Biten testimi kontrol ettim. Sonucum her zamankilerle aynıydı, uzun zamandır daha yukarı taşıyamıyordum ama hiç aşağı da inmemiştim.

Telefonumu alarak içeri geçtiğimde elimdeki telefonumun titremesi avuç içimi gıdıkladı. Tiz ses sessiz ve karanlık evde yayılıyordu. İçeri giren tek ışık villanın etrafında yanan lambalardı.

Telefonun önünü çevirirken bir yandan da ışığı açmıştım. ''efendim baba.''

''Ne yapıyorsun kızım?'' dediğinde dolabı açıyordum. Telefonu hoparlöre aldım ve tezgâha bıraktım. ''Yemek yiyeceğim. Sen?'' derin bir nefes verdi, araba sesini duyabiliyordum. ''Ben de eve geleceğim bir yere uğrayıp. Sana kötü bir haberim var.'' Dedi yorgun bir sesle. ''Araba için en son inşallah benimki satılır diyordun... ilk seninkine alıcı çıktı.'' Dediğinde dolabın içine soktuğum yüzümü çıkardım ve telefona döndüm. Buna üzülmüştüm, tam da ayağımın ağrıdığı ana denk gelmesi çok daha üzülmeme sebep olmuştu. ''Alıcı şu an parayı ayarlıyor, hafta içi arabaya bakmaya gelecek. Gününü haber vereceğim dedi.''

''Öyle mi, bu iyi haber.'' Dedim yalandan gülümseyerek. Bu yalandan gülümsemeyi tahmin edeceğine emindim. Çünkü son zamanlarda hep böyle yapıyordum.

''Elimden geldiğince durumu toparlamaya çalışıyorum, biraz sabret olur mu?'' dediğinde içimin burkulduğunu hissettim. Borç batağında olduğumuzu biliyordum, tüm malı mülkü alabilirlerdi. Hepsini almalarını, babamın bu tarz konuşmalarından ya da bu ses tonunu duymaktan daha çok isterdim. Çünkü ben bunların hiçbirini önemsemiyordum ama o çok fazla önemsiyordu.

''Toparlayamazsan da beraber düşer kalkarız babacım.'' Dedim bu kez gerçekten ve sesli şekilde gülerek.

Bu sırada telefon bir kez daha titredi. Yemeği çıkarıp ocağa koydum ve altını yaktım. Gelen mesaj Tuna'dandı.

''Vera.''

''Efendim.'' Tuna'nın mesajına girerken ''Seni seviyorum kızım.'' Dedi babam. ''Bende seni babacım.'' Diyerek karşılık verdim.

''Bir şey istiyor musun gelirken?''

Tuna'nın mesajını okurken babamın sesi bir anda uğultuya dönüştü, elimi tezgâha yaslayarak araladığım dudaklardan alamadığım nefesi içime çekmeye çalıştım.

'Yarın okula senin eski şero geliyormuş, artık sınıf bok kokusundan geçilmez.'

Babam sorusunu tekrarladığında elimi enseme attım ve kekeleyerek ''hayır. Hayır baba.'' Dedim ardından ''Görüşürüz evde.'' Diyerek cevabını bekleyip telefonu kapatır kapatmaz Tuna'yı aradım.
Umarım eski şero tabirli kişi Murat değildi, ondan başkası olamazdı ama bunu kabul etmeyi duyana kadar reddediyordum.

Onu arayacağımı biliyor, bunu bekliyor gibi telefonu hemen açtığında ''Murat mı geliyor?'' diye bağırdım. Bağırdığımın farkına boş evde sesim kulağıma ikinci kez geldiğinde varmıştım.

''Maalesef.'' Dedi keyifsizce, yediği birkaç şeyin çıtırtısı geliyordu. Tahminimce cips yiyor olmalıydı.

''Sen nereden...''

''Sizin okulun sayfası paylaşmış, bizim okulun sayfası da haberini yapmış. Sen yine de meraklanma ben yine yedi yirmi dört güzellik abidemin yanında olacağım.'' Dediğinde bir çıtırtı daha geldi.

Böyle önemli bir konuda nasıl bu kadar rahat olduğunu anlayamıyordum, söylediği gibi böyle şeylere gerçekten de alışmış görünüyordu.

Ben ise buna hiçbir zaman alışabileceğimi düşünmüyordum. Alışmayı reddediyordum.

''Neyse yarın okulda tartışırız bunu, kapatıyorum şimdi. Sakın üzme kendini bak, kanatlarım altındasın unuttun mu?'' dediğinde umutsuzca ''Tamam.'' Diye mırıldandım.

''Şşş, kızım daha der demez üzüyorsun kendini ya. Başkasından öğrenme diye aradım, söylediğime pişman etme.''
''Tamam Tuna, yarın okulda görüşürüz.'' Diyerek sesimi daha dinç tutmaya çalıştım ama içeriden bunun bedelini büyük bir yıkımla ödüyordum.

Telefonu karşılıklı görüşürüz diyerek kapattıktan sonra altını açık unuttuğum yemeği kapattım. Bu sırada telefonum bir daha titredi.

Bu sefer ki gelen mesaj İzel'dendi. 'Vera aradım açmadın, okula sizin okuldan birkaç çocuk geldi. Murat'la konuştular, Murat'a her ne dedilerse baya gözü döndü. Sayfalar kaydını sizin okula aldığını yazmış.'

Bu kez de arama da İzel'in adı göründü. Birkaç dakika çalan telefon açıldığında ''Kim geldi?'' diye sordum.

''Bilmiyorum dört kişilerdi. Biri böyle sarı saçlı yeşil gözlüydü, diğeri böyle maviş mavişti ama çok soğuk bakıyordu ben bile korktum. Diğer ikisi de esmerdi biri böyle bildiğin Vin Diesel gibi kas yığınıydı ama çok seksi olduğunu da söylemem gerek. ''

Elimi alnıma vurduğumda çıkan sese aldırmadan küfrettim. ''Hemen yarın mı geliyormuş?'' dediğimde ''Evet yani sanırım.'' Diye yanıtladı beni.

''Bak Murat'ın gözü göz değildi Vera. Senin için kötü şeyler düşünüyor gibi görünüyor.''

İzel'in kurduğu son cümle aklımda yankılandığında söylediğinin doğruluk payını tarttım. Tartının kırılmasıyla sonuca ulaşmam sadece saniyelerimi almıştı.

Murat geldiğinde her şeyin çok daha kötüsü olacaktı. Tibet'in bana sadece günler içinde yaptığı şeyler gözümde canlanınca gözlerimi yumarak sertçe yutkundum.

''İşte şimdi bittim.''

Burçak Esef ~

Burçak Esef ~

 

Loading...
0%