Yeni Üyelik
52.
Bölüm

52. Bölüm

@byzloey





Uzun zamandır ortalıkta görünmediğimi biliyorum baştan çok özür diliyorum hepinizden ama biliyorsunuz ki bu kitabı şu an baştan yazıyor yeni haliyle, yeni karakter ve olaylarla size sunuyorum. Haberi olmayanlar baştan başlayabilir. O yüzden bunu aksattım ve iki yeni kitaba başladım, onlara da göz atarsanız çok sevinirim. Biri dark romance yzk diğeri de bilim kurgu sb. Bu kitaba da aksatmadan devam etmeye çalışacağım ve sabrettiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim.

İyi okumalar

Sevgili okurlarım Cem karakterinin ismi Edis olarak Tibet ve Cem'in orçun soy adı Karez olarak değişmiştir. Önceki bölümlerdeki isimler de en yakın zamanda düzenlenecektir. İyi okumalar dilerim.

53. Bölüm | Maskeler ve Gerçekler

Layers, The Away Days

ATİLLA ALTAY

Günün aydınlanmasından nefret ediyordum, ışıktan ve parlak olan her şeyden de nefret ediyordum. Ben sadece karanlığı seviyordum. Karanlığı bir şey aydınlatacaksa bu sadece bir araba farı ya da havai fişekler olmalıydı. Başka seslerden de nefret ediyordum, sadece adımı haykırsalar kulaklarım sadece bu sesle bir ömür yaşayabilirdi ama lanet olsun ki güne boktan bir alarmla uyanmıştım ve adımı haykıran insanların sesleri sadece hayallerimde kalmıştı. Belki de günler önceki yarıştan kalmıştı, hatırlamıyordum çünkü kafam güzeldi.

Üzerime soğuk bir kumaş fırlatıldığında yerimden sıçrayarak kalktım. ''Kalk lan, dağıtmışsın yine götü başı.'' Gözlerimi belli belirsiz aralayarak karşımda kuzen olduğum halde düşmanım kadar nefret ettiğim ama bir yandan da bir o kadar sevdiğim kişiye baktım. Bazen onu karsu tepesine sürükleyip arabayla aşağı atasım geliyordu ama arabaya acıdığım ve kıyamadığım için bunu yapmıyordum.

''Sana ne?'' üzerimdeki okul formasını kenara fırlatarak yatakta doğrulup avuç içlerimle gözlerimi kendimce sildim. Daha çok çıkarmak ister gibiydim ama kimin umurundaydı ki?

''Dayına da aynısını söylersin.'' Kapım kapandığında Burçağın arkasından derin bir nefes verip ''Bok kafalı.'' Diye mırıldandım. Koridordan yüksek bir sesle ''Duydum seni göt herif!'' diye bağırdı.

''Duyarsan duy bok kafalı!'' diyerek karşılık verip yorganı kenara attım ve dayım evde küfürü yasakladığı için edemediğim tüm küfürleri yuttum.

Eğer dayımın kurallarına uymak zorunda hissetmeseydim şimdiye bu nazik sözlerin altında çok daha pis imalar yatıyordu ama kendi evimizde tek kalmak yerine burada dayım ve kuzenimle kalmak daha cazipti. Eve gidip yurt dışından hiç dönmeyecek ailemi beklemek Defne'nin şu sarışın çocuktan ayrılıp bana gelmesi kadar zor ve görüntüsü dayanılmaz iki şeydi.

''Sikeyim Samet'i de.'' Diye mırıldandım kendi kendime, ardından arayan annemin telefonunu reddedip banyoya girerek elimi yüzümü ılık suyla yıkadım. Muhtemelen para yolladığını haber verecek, okulumun nasıl geçtiğiyle ilgilenir gibi davranacak sonra da yurt dışından bahsedip telefonu işim var diye kapatacaktı çünkü son bir buçuk yıldır yaptığı tek şey buydu. Dayım onlarla kalmaya başladığımdan beri ikisinin de gösteremediği ilgiyi gösteriyor bana nasıl olduğumu sık sık soruyordu. Belki de o yüzden hissetmiyordum yokluklarını. Onlar da buna güvenip hissetmiyordu belki de benim yokluğumu.

Her ne sikimse.

Boğazımı temizleyerek havluyu askılıktan çektim ve elimi yüzümü kurulayıp yerine astım. Şimdi kendimi daha çok ayılmış hissediyordum. Telefonum ikinci kez titreşmeye başladığında yöneldiğim dolaptan tekrar yatağa döndüm ve Dağhan yazısını görmemle sırıtıp açtım.

''Ne haber?'' dedi uykulu bir sesle. ''Ayılmaya çalışıyorum sen?''

''Ayılmamaya çalışıyorum.'' Bu söylediğine sırıtarak yere attığım formayı ayağımla yukarı fırlattım ve elimle yakalayıp telefonu hoparlöre alarak üstümdekileri çıkarmaya başladım. ''Akşam yarış var, geliyorsun değil mi?''

''Kaçırır mıyım?'' dediğimde sesimin boğuk çıkmasına aldırmadı neyse ki, o sırada üzerimi çıkarırken ufak bir pürüz yaşamıştım çünkü.

''Güzel, okul çıkışı tek araba gidelim.''

''Uyar.'' Formanın düğmelerini ilikledikten sonra ''Okulda görüşürüz.'' Diye ekleyerek telefonu elime aldım. ''Eyvallah, görüşürüz yavrum.'' Sırıtarak kapattığım telefonda Dağhan'ın resmi kaldı. ''Dağ ayısı.'' Diye mırıldandım. Normal liselilerin iki üç katı bir yapıya sahipti, vücudu beni ve Burçağı toplasan ona anca yetişirdi ama kafa yapısı olarak hala geride kalmış bir aptaldı.

Kafamı sağa sola sallayarak telefonu forma pantolonumun cebine atıp boydan aynanın karşısına geçtim ve yatağın üstündeki ceketi alıp üzerime geçirdim. Saçım uykudan dağılmıştı ama düz yapıya sahip olduğundan çok kolay düzeltebiliyordum. Baş ucumdaki komodinin çekmecesinden çıkardığım tarakla şekillendirerek taradıktan sonra ellerimle de kısa bir düzeltme işlemi yaptım ve hazırdım.

Tarağı tekrar çekmecenin içine atarak üstünde duran parfümü elime aldım ve boynumla bileğime sıkıp geri yerine bıraktım. Kapım tıklanmadan açıldığında ise okul çantama ilerliyordum ki kapıda dikilen çoktan hazırlanmış Burçakla duraksadım. ''Sigara var mı?''

''Al.'' Çalışma masasının üstünde duran paketi ona fırlattım, havada yakalayarak bana göz kırptı. ''Seninle geliyorum, okul çıkışı yarışa geçeceğim Dağhan'la.''

''Sevdin sen bu çocuğu.'' Dedi şekilli kaşlarıyla bana sorgular nitelikte bakarken. Kaşlarının baş kısmı hafif yukarı doğru yükselmişti. ''Zevklerimiz uyuşuyor.''

''İşin garibi bende sevdim o çocuğu.'' Dediğinde bu kez gerçekten bir kahkaha atmıştım, çekmeceye depoladığım paketlerden birini alıp çantanın içine fırlattım. ''O zaman kıyamet yaklaşıyor kuzen, sen ve ben aynı şeyi sevmeyiz. Bu imkânsız.''

''Çocukta garip bir büyü var.'' Diyerek omuz silktiğinde çantasının asılı olduğunu yeni fark ettim. ''Hadi çıkalım, babam çoktan çıktı.''

''Kahvaltı yapmadan mı?'' dedim bende çantayı omuzuma alıp ona doğru ilerlerken. ''Evet bugün birçok toplantısı varmış, okulda mutlaka kahvaltı yapın diye tembihledi.''

''Tüh boşuna mı küfürlerim boğazımda takılı kaldı.'' Açtığım kapıdan çıkarken ikimizin de dudaklarına bir sırıtış yayıldı. ''benim de kaldı yalnız değilsin, baba korkusu.''

''Dayı korkusu.'' Diyerek ona katıldım merdivenlerden inerken. Burçak benden önce vardığı dış kapıyı açarak motora ilerlediğinde askıdan aldığım montu üzerime giydim ve önünü örtüp Burçağın arkasına bindim. Kilit kalktı ve motor sesi üç katlı villanın içinde yankılandı.

Sadece bir dakika içinde Burçağın asabi sürüşüyle Villa'dan çıkmıştık. Buradan okula normal şartlarda yarım saate varmamız gerekirdi ama Burçak motoru delicesine kullanıyordu ve yolu yarıdan daha az bir sürede vardırıyordu. Üstelik motor ehliyetini daha yazın almasına rağmen.

Bazen buna şaşırıyordum çünkü ben küçük yaştan beri araba kullandığımda iyiydim ve hız yapmaktan korkmuyordum ama o parayı basıp erkenden motor ehliyetini almıştı ve yazdan beri motorsuz markete bile gitmiyordu. Hatta evde konuştuğuna göre motor yarışlarına bile katılmayı düşünüyordu ki bunda benim katkım olduğunu düşünüyordum çünkü benim yarışlarıma geldiğinde gözündeki heyecanı ve isteği görebiliyordum.

Okulun kapısından içeri girdiğimizde kalabalığın tüm dikkati bir anda üzerimize döndü ve tüm o kalabalığa rağmen gözüm tek bir kişide takılı kaldı.

Köşede yine o tiksindirici ifadesine sahip sarışının yanında dikilen, kızıl saçlara ve renkli gözlere sahip kapatmadığın da çillerinin güzelliğiyle bile göz kamaştıran Defne.

Bu okula kimse bilmese de onun için gelmiştim, Burçağın hiçbir ısrarını sikime takmayan ben, bir kızın gözlerine ve gülüşüne ısınarak buraya gelmiştim ve geldiğime ne kadar kalbim sızlasa da pişman değildim. Çünkü her gün onu görebiliyordum.

Sertçe yutkunarak kasksız bindiğim motorun durmasıyla beklemeden indim ve bedenimle onun olduğu tarafa döndüm. Samet duvara yaslanmıştı o da hemen önünde dikiliyordu. Yanlarında Tibet, Edis ve Ceyda vardı. Ceyda'nın gözleri bana döndüğünde kafasını selam verircesine eğdi, karşılık vererek kafamı eğdim ve çantamdaki paketi çıkarıp cebime attım.

Defne Samet'e o kadar odaklanmıştı ki beni görmüyordu. Bu canımı yaktı, yüzümü çevirerek Burçağın omuzuma attığı kolla kendime geldim ve okulun öteki ucuna doğru yürümeye başladım. Diğerlerinin yanından geçiyorduk, Ceyda ve Burçak da göz göze geldiğinde adımlarımız yavaşladı. Burçak ''Selam Ceyda.'' Diyerek bizi ancak fark eden Defne'ye döndü ve kafa işaretiyle gelmesini işaret etti. Defne de ''Derste görüşürüz diyerek.'' Onlara el sallayıp benim olduğum taraftan yürümeye başladı. Tibet ve Edis'le sadece kafa olarak selamlaşmıştık. Samet'le ise... selamlaşmamız öfkem açısından iyi olmuştu çünkü ben paylaşımcı bir insan değildim ve Defne'yi onunla görmeyi istemiyordum. Saygı duymak zorunda olduğum doğru olabilirdi ama bu saygısızlık hariç istediğim gibi davranabileceğimi gösteriyordu. Mesela siklememek gibi.

''Ne haber Defne?'' Defne kafasını hafif eğerek Burçağa döndüğünde gözlerimi ona çevirmemek için inanılmaz bir direnç gösterdim, bu kadar dirençli olduğumdan benim bile haberim yoktu gerçekten.

''İyi senden?''

''İyi... iyi de. Seni pek iyi göremiyorum bu ara. Miden falan iyi oldu mu?'' Defne kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Daha iyiyim.'' Dedi. Göz ucuyla görebiliyordum tepkilerini ve gözümü sabah çıkarmadığım için kendime ağza alınmayacak küfürler yağdırıyordum.

''İyi güzel, yemek mi yemedin her ne yaptıysan bir daha kendini o hale sokma.'' Burçağın ses tonunun değiştiğini ben bile hissettim, umursamadığım halde ben bile hissettiysem Defne de bu uyarıyı almış olmalıydı. Köşeye yaslanmış gözlerini gökyüzüne kaldırmış Zeyd'in yanına geldiğimizde hepimizin adımları durdu ve bir araba sesi duyuldu. Görüş açımıza girmese de gelenin kim olduğunu bildiğimden rahatça ben de kendimi Zeyd'in yanına atıp duvara yaslandım.

''Günaydın.''

''Günaydın.'' Zeyd kafasını sonunda indirerek önce Burçağa karşılık verdi ve yüzüne baktı ardından bize döndü ve ''Günaydın.'' Diyerek Defne'de gözlerini sabit tuttu.

Sadece birkaç dakika sürse de bakışları sanki o saniyeler içinde birbirlerine bir şey söylemişler gibi geldi ve gözleri ayrılıp ikisi de ters tarafa bakmaya başladı. Yüzümü Defne'ye doğru hafif eğdim ve gözlerinin dolduğunu gördüm. ''Ben lavaboya gidiyorum.'' Diyerek bir anda hızla yanımızdan ayrılmaya yeltendiğinde refleksmiş gibi peşinden gidecek gibi oldum ama Zeyd ''Gitme.'' Dedi.

Durdum ve yüzümü ona döndüm. ''Yalnız kalsın.'' Kurumuş dudaklarımı yalarken öfkeyle içimdeki her yeri patlattım. İşte benim yetkim bu kadardı, gidip gitmeme konusunda kendi bildiğimi yapamazdım çünkü onun bir şeyi değildim, onun hiçbir şeyiydim.

Ama bunu bile ona aitlik olarak söylediğim için seviyordum. Hiçbir şeyi olmasam da onun hiçbir şeyiyim dediğim için kendimi bununla mutlu edebiliyordum.

Aşk çok boktan bir duyguydu.

Elimi enseme atıp oradan saçlarımın arasına geçirdim, Burçak'la gözlerimiz kesiştiğinde anında hissetti her duygumu. Beni tanıyordu, beni çok iyi tanıyordu ve bunun zararını en çok bu anlarda görüyordum çünkü saklanamadığım bir o kalıyordu.

Bir elini omuzuma atıp sıktı, Zeyd ise tekrar arkasına yaslanıp gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Burçak ile kısa bir bakış attık birbirimize. ''İyi misin sen?'' dedi aklımı okuyarak Zeyd'e.

''Bende bilmiyorum. Ölüyor gibi hissediyorum ama ölüm güzel geliyor.''

''Ne diyorsun lan?'' diye mırıldandım yüzümü ona çevirerek. Bu sırada karşıdan bize doğru yürüyen Dağhan'ı görebiliyordum. ''Özlediğim birini görmeye başladım.'' Dedi ve devam etti. ''hayallerimde.''

Burçak ile tekrar bakıştık, Burçak sertçe yutkundu. ''O ne demek?''

Derin bir iç çekti Zeyd. ''Görmesem daha iyi olurdu ama kötü de olsa görmek istiyorum. Bencillik değil mi bu?'' gözünden bir damla yaş düştüğünde çatık kaşlarımla ona bakıp ''Bir de ne dediğini anlasak amına koyayım.'' Diye söylendim. Gülümsedi sadece.

''Ne haliniz varsa görün.'' Karşıdan gelen Dağhan'a ilerleyip elimi uzattığı eline doladım ve göğsümü onunkine çarptım. ''Ne oldu ona?''
''Bende anlamadım, depresyonda herhalde.'' Diyerek arkamda kalan Zeyd'e baktım. Konuşacak bir hali yok gibiydi ve normalde de konuşkan değildi o yüzden onun ağzından baklayı alabilecek biri varsa o da sadece Burçaktı.

''Defne de kötü görünüyordu, Ağladığını gördüm.'' Dediğinde içimde bir yer sızladı. ''Çıkışa gidelim sigara içeceğim.'' Kafasını aşağı yukarı sallayarak çıkışa doğru yürümeye başladığında ona ayak uydurarak okula doğru baktım. ''İkisi de ağlıyor, sanırım aralarında bir şey oldu.''

''Neden yanlarında kalmadın?''

''Yeni tanışıyoruz, özel olduğunu düşündüm.'' Diye mırıldanarak cebimdeki paketi çıkarıp çıkıştan biraz daha ilerde bir köşede durdum.

Dağhan'da benimle aynı anda durdu, paketi uzatarak içinden bir tane alışını ve dudaklarının arasına yaslayışını izledim. ''Okul çıkışı direkt mi gidiyoruz yarışa?''

''Üzerimizi değişir gideriz.'' Kafamı aşağı yukarı sallayıp çakmağı yaktım ve sigaramı yaklaştırıp derin bir nefes aldım, söndürmeden Dağhan'ın da ucunu yaktım.

Sigaramızı sessiz sedasız etrafı izlerken içerken birkaç dakika sonra yakınımızdan adım sesleri geldi, kafamı hafif eğdim ve Ceyda'nın uzun siyah saçlarını gördüm. Arkası dönüktü, hemen yanında Tibet vardı ve yüzü bana dönük olduğu için gülümsediğini görebiliyordum.

Beraber motora doğru ilerlediler ve Ceyda'nın ''Çok heyecanlıyım.'' Deyişi duyuldu. Onun sesiyle Dağhan'da kaşlarını kaldırmış onlara dönmüştü. ''motora binmek ve sürmek aynı şey değildir, çok daha fazla eğleneceksin güzellik.'' Tibet kaskını Ceyda'nın kafasına geçirdikten hemen sonra motora binerken gözümü onlardan almaya yeltendim ama bu sırada onları uzaktan izleyen birini fark etmiştim.

Edis Karez.

Tibet Karez'in kuzeni.

Uzaktan izlemesindeki gerilimi buradan bile hissederek gözlerimi kıstım, Dağhan motor sesi duyulduğunda önüne dönmüş bana bakarak gözlerimi takip edip Edis'i bulmuştu. ''bu kızlar neden peşlerine hep serseri takıyor. Yaptıkları bir şey de yok.'' Diye söylendi sigarasından nefes çekerken. Edis'in bu sırada onların gidişini izlemesinin hemen ardından bizi bulmuştu gözleri.

Dudaklarımı yalayıp sigarayı dudaklarımın arasına koydum ve içime derin bir nefes çekip siyaha çalan gözlerimi onun kahvelerinden çektim. Sert yüz hattına sahipti ama aynı zamanda çocuksu bir duruşu vardı.

Biten sigaramı duvara bastırıp çöpe fırlattım, Dağhan da aynı şekilde çöpe fırlattıktan sonra ikimizde okula doğru yürümeye başladık, ellerimizi aynı anda cebimize koymuştuk.

''Akşam... yarışa Samet piçi de gelecekmiş. İzlemeye, arkadaşım öyle söyledi.''

''Onun ne işi var orada?'' dudak büzerek omuz silktiğinde zonklayan damarlarımı bile hissettim gerginlikten. ''Belki Defne'yi de getirir. Dikkatini dağıtmasına izin verme.''

Ona dönüp yandan bir gülüş attım. ''Benim dikkatim onu gördüğümden beri hiç toparlanmadı.''

*

''Biliyordum, geleceğini biliyordum. Siktir!'' yerdeki tenekeye tekme atıp elimi stresle enseme attım. Samet piçi gelmiş üstelik Defne'yi de yanında getirmişti. Bir de yetmiyor gibi en öne geçmişlerdi izlemek için, şimdi dikkatin hiçbir harfi bana uğramayacaktı.

''hiçbir şey olmaz, yarıştasın kendine gel.'' Dedi Dağhan omuzlarımdan tutup beni kendine çevirirken. Okul inanılmaz sessiz geçmişti, Zeyd her teneffüs tek takılmış kütüphaneden çıkmamıştı. Ceyda ve Tibet okulda yoktu. Samet ve Defne bir an için bile ayrılmamıştı. Burçak da kafasına göre takılmıştı, biz de Dağhan ile neredeyse her teneffüs sigara içmiştik. En sonunda da okul zili çalmış bomboş geçen gündüz vakti sona ermişti.

Şimdi geceydi ve parti zamanıydı.

Ama partimin ağzına da sıçmışlardı.

''Tamam sakinim bırak.'' Diyerek Dağhan'ın omuzumu tutan ellerini savurup montu çıkardım ve askıdaki yarış ceketini giyerek kenardaki kaskı aldım. Hemen çaprazımızda duruyorlardı, ne kadar uzak olsalar da görebiliyordum. El ele tutuşuyorlardı.

''Sigara içeceğim.'' Dağhan kafasını aşağı yukarı sallayarak kendi yarış kıyafetlerini üzerine geçirmek için arkadaşına doğru yürümeye başladı ben de onlara arkamı dönerek cebimdeki paketten sigara çıkardım ve dudaklarıma yaslayıp bir dakika bile beklemeden yaktım.

''Neyini seviyorsun bu piçin anlamıyorum ki?'' diye söylendim.

''Adam desen değil, yakışıklı desen değil, sana aşık desen o da değil.'' Kafamı sağa sola sallayarak dudaklarımı yaladım ve bir nefes daha çektim ama sözleri içimde tutamıyordum. Şimdi bile gidip kafa göz dalıp elini tuttuğu için bağıra çağıra küfürler yağdırmak istiyordum ona ama ortamızda koca bir engel duruyordu.

''Beni sev demiyorum ama onu da sevme, beni sevmiyorsan kimseyi sevme.''

''Kim bu sözleri hak eden güzel kız?'' elimdeki sigara bir anlık gafletle yere düştüğünde ''Siktir.'' Diye fısıldadım ve arkamı döndüm. Renkli gözleri anında gözlerimi buldu. ''Bilsen ne değişecek.''

''Merak ettim sadece.''

''Öğrenmen uzun sürmez.'' Diye mırıldandım. Kızıl saçlarını arkasına atıp bana doğru bir adım attı ama yalpaladığı için öne atılarak onu belinden tuttum. Derin bir nefes aldı elini alnına götürürken. ''İyi misin sen?''

''Evet... şey sadece sana ve Dağhan'a iyi şanslar demek istemiştim.''

Dudaklarımı bir kez daha yaladım ve ellerimi belinden yavaşça çektim. Gözlerim o sarışını arıyordu ama yoktu, kız bu haldeyken onu yalnız bırakması ettiğim küfürleri hak ettiği anlamına gelmiyor muydu?

''Teşekkürler, Dağhan'a iletirim.'' Diye mırıldanarak ona gitmesini işaret ettim. ''Şey... kazananın ödülünü biliyor musun? Motor yarışlarının ödülüyle aynı mı?''

''Para?'' diyerek tek kaşımı kaldırdığımda bana aptalmışım gibi gülümsedi ve ''Para... ah peki.'' Diye mırıldandı. Gitmeye yeltenir yeltenmez kolundan nazikçe tuttum ve ona yaklaştım. Onu kendime çekmek baskı uygulamak demekti ve canını yakardı, o yüzden ona kendim yaklaştım. ''Bu da neydi?''

''Bir şey değildi.''

''Defne, söyle hadi.'' Kafasını sağa sola salladı. ''Defne.'' Diye ısrar ettim ve sesimi hafif yükselttim ama sadece ''Önemsiz'' diyerek gitmeye yeltendi. Hemen arkasından attığı adımda elini cebine koyarak duraksadı. Gözlerim adımlarının bıraktığı ize bakmak istedi, tek göreceğim çamurlu ayak izleri sandım ama değildi. Yerde küçük bir poşet duruyordu ve içi tozlarla doluydu.

Eğilip almaya yeltendiğim sırada Defne arkasını döndü ve büyümüş gözleriyle ''Atilla!'' diye bağırarak almaya yeltendi. Anında doğrularak kendimi geriye attım. ''Hop! Dur bakalım orada.'' Poşeti avucumu açarak inceledim ve gözlerimi kısarak öfkemi sabit tutmaya çalıştım ama damarlarım parçalanmak istercesine zonkluyordu. Ellerim bunu verenin her zerresini parçalayan bir testereye dönüşmek için dualar etmeye başlamıştı. ''Bu ne Defne?''

''Atilla.''

''Geç şuraya.'' Ona köşedeki ıssız yeri işaret ettim etrafı tararken.'' Dudaklarını ısırarak dikkat çekmek istemediği için işaret ettiğim yere doğru başı eğik şekilde yürümeye başladı. ''Sakın bana bunu kullanıyorum deme, sikeyim kullanıyorum dersen...''
''atilla...''

''Kim verdi sana bunu? Kim bağımlı yaptı seni?'' üzerine doğru yürümeye başladığımda geri çekildi ve ''Atilla lütfen.'' Diye fısıldadı. ''Söyle isim ver Defne.''

''Hayır.''

''Defne!''

''bağırma bana!'' titreyen ellerini iki yana açarak yankılanacak bir sesle bağırdı. Sertçe yutkunup geri çekildim. ''T...tamam ben özür dilerim.''

''Verir misin... onu bana?'' dolu gözleriyle gözlerime baktığında bir an elimdeki ufacık şey kayıp gidecek sandım ama öyle olmadı, aksine yumruk oldu ellerim ve sağa sola sallandı kafam.

''Atilla.''

''Bırakacaksın bunu.''

''Çok geç.''

''Bırakacaksın. Ne gerekli bırakmak için, ilaç mı terapi mi...''

''Atilla bırakamam! Çok alıştım.''

''bende sana çok alıştım!'' diyerek üstüne yürüdüm. Gözleri yine irileşti. Tanrım o bana böyle baktığında dudaklarına yapışasım geliyordu ama bana ait olmayan dudakları öpme fikri de beni öldürüyordu. Sertçe yutkunup gözlerimi yumdum.

''Her istediğimiz olmuyor Defne.''
''Kimseye söyleme, ne olur söyleme.''

''Sen bir bağımlısın Defne. Bırakmayı kabul edersen söylemem.'' Gözlerimi araladım ve buna pişman oldum. Keşke açmasaydım o gözlerimi de görmeseydim göz yaşlarını.

Sen bana ait olmadıkça Defne, gözlerimi oyasım geliyor. Öyle ki hiç görmeyeyim seni, böylece hayallerimde hep mutlu kalırsın.

''Atilla Bırakamam.''

''O zaman bende başlarım.'' Dedim bir anda. Kendi söylediğimi bile algılayamadım bir an.

''Ne?''
''Bırakmazsan bende başlarım Defne.''

''Böyle bir şey yapmayacaksın!'' diyerek bu kez o bana adım attı ve mesafeler yok oldu. Gözlerim bir an onu bu kadar yakından gördüğü için sevinç çığlıkları attı.

Tam bu sırada kulağıma dolan anons sesiyle kendime geldim ve ''Dene de gör.'' Diyerek yanından uyuşturucuyu ona vermeden geçip yarış alanına ilerledim ve su birikintisine poşetin ağzını açarak yok olmasını dilercesine fırlattım.

Bunu yaparken etrafıma bakmamıştım ama kimsenin gözü bende değildi, karşıdan gelen Dağhan'ın da dikkati yerdeydi ve kısa süre sonra yerden kalkıp arabaya döndü. Ben de kenardaki kıyafet kulübesinin önünde durdum ve gözlerimin sonunda bulduğu sarışına bakarken gözlerimi kısıp ''Dua ette sana kafa göz dalmam için yıl sonuna kadar ufacık bir sebep bile olmasın. Yoksa seni sağ bırakmam orospu çocuğu.'' Diye mırıldanarak kaskı kafama takıp arabaya doğru yürümeye başladım. Burçak ve Zeyd daha önce konuşurken Samet'in Defne'ye zarar verdiğini onu kendine kör kütük aşık ettiğini düşündüklerini duyduğumdan beri o çocuğa öylesine pis bir nefret ve kin besliyordum ki ben bile kendimi tanıyamıyordum.

Derin bir nefes alarak Dağhan'a kafa sallayarak arabanın kapısını açtım ve ''Atilla! Dağhan!'' tezahüratlarını duymazdan gelerek kapıyı ardımdan örtüp ellerimi sıkıca direksiyona sardım. Bu sırada uzaktan direk yarış arabasıyla gelen birini görmüştüm, gözü açıkta kaldığından anında tanıdığım o kahve gözlere keskin bir bakış attım. Anlaşılan sınıftan bizden başkası daha araba yarışlarıyla yakından ilgileniyordu.

Yan yana durduğumuzdan ötürü yüzümü çevirmemle görebildiğim Dağhan'a döndüm, kaskın ardından nasıl baktığını tahmin edebiliyordum. Daha sabah görmemize rağmen burada karşılaşmayı beklememiştik ikimizde ama karşıdan gelmiş hemen solumdaki boşluğa arabayı yerleştirmişti.

Yeşil çizgilerle dolu beyaz araç benim kırmızı aracımın yanında duruyordu. Üzerinde beyaz yeşil derimsi yarış ceketi giyiliydi. Bana başını eğerek selam verdiğinde selamını aynı karşılıkla aldım ve kızların geri sayımıyla önümde dikilen iki kadına döndüm.

''3!'' diye bağırdı bayrak sallayan kız, altında uzun bir etek vardı ama üstündeki giydiğinin sütyenden farkı yoktu. ''2!'' diye bağırdı yanındaki esmer kızda.

Gözlerim kaçamak bir bakışla Defne'ye kaydı ve gözlerinin bende olduğunu görünce koparırcasına dudaklarımı ısırıp arabayı daha da bağırttım. Direksiyonu tuttuğum kopmak için yalvarmaya başlayan parmaklarımı saymıyordum bile.

''1! Başla!'' iki bayrakta havadan yere indiğinde tozu dumana katan araçlar kulak kanatıcı bir sesle yükseldi ve pistte bıraktığımız iz dumanlar arasından kayboldu.

Sağımda kalan Dağhan'dan gelen çığlığı duyduğumda yandan gülümsedim ve gaza yüklenerek onu geçmeye yeltendim ama o sırada aramızdaki mesafe garip bir şekilde açıldı. Aklım dağılıyordu, gözlerimi kapatıp açtığım saliseler arasında Defne'yi görüyordum ve aklımı kaybedecek gibi oluyordum. Aramızdaki açılan mesafeyi fırsat bilen bir araç ortamıza girdiğinde kendime gelerek kafamı sağa sola salladım ve gözlerimi yola kesin olarak kenetledim. Edis, Dağhan ile arama girmişti ve üçümüz zikzak gibi birbirimizin ardındaydık. Ayağımı sertçe gaza bastığımda ellerim direksiyonu bir an zor zapt etti ama afallamadan devam etmeyi başardım. Dakikalar sonra Edis de benimle beraber Dağhan'la aynı hizaya geldiğinde üçümüzün de yüzü birbiriyle yol arasında gidip geliyordu ve tehlikeli yere yaklaşıyorduk.

Dönüşün olduğu yere yaklaştığımızda ben yavaşladım, keskin dönüş her zaman riskliydi ve riske girmek yerine akıllıca davranmayı seçiyordum ama Dağhan ve Edis bu yolu seçmemişti hızlarını daha da arttırdılar ve dönüşe geldiğimizde önüme geçip arabaları kaydırarak dönmeye başladılar.

Ve riskin gazabına uğrayıp birbirine çarparak sürüklenmeye başladılar. Ben ise dönüşten çevik bir hareketle döndüm ve düz yola döner dönmez hızımı yükseltip yarış çizgisine hızla ilerledim. Bu sırada arkamdan gelen sürüklenme sesleri devam ediyordu ve izleyenler arasından heyecan nidaları yükseliyordu. Yarış çizgisine yaklaştığımda dikiz aynasından arkama baktım, hala sürükleniyorlardı ve pistten uzaklaşmışlardı. Eğer biraz daha duramadan sürüklenmeye devam ederlerse duvara toslayacaklardı. Yarış çizgisini geçtiğim de geriye çekilen insanların açtığı boşluktan u dönüşü yaptım ve çizgiden tekrar piste geri dönüp onlara doğru sürmeye başladım. Herkes adımı haykırıyor göğü ismimle inletiyordu ama umurumda değildi. Dağhan'ın aracı duvar ile Edis'in aracı arasında sıkışık kalmıştı ve eğer duramazlarsa Dağhan'ın arabası feci sıkışacaktı. ''Bir de bana diyor dikkatin dağılmasın diye sik kafalı!'' diye bağırarak direksiyona vurdum ve hayatımda yapmadığım bir şeyi yaparak zapt edip edemeyeceğimi bilmediğim bir hıza ulaştım. Dakikalar sonra pistin dönüş alanından toprak alana çıkarak yalpaladım ama panik halinde olmama rağmen iyi toparlayarak onların yanına ulaşıp Dağhan'ı arada kalmaktan kurtaracak adımı yaparak Edis'in arabasına çarptım. Araba savrularak yolun ortasına doğru gitmeye başladı çünkü Edis direksiyonu güzel zapt ediyordu. Yoksa duvara giren şimdiye o olmalıydı ama o orta yola doğru sürükleniyordu. Onu Dağhan'ın önünden aldığım an Dağhan sıkışmaktan kurtuldu ama duvara feci toslamıştı. Arabanın kaputu resmen ikiye katlanmış oradan yangın çıkmışçasına dumanları gökyüzüne süzüyordu.

''Dağhan!'' arabayı sert bir frenle durdurduğumda kask sertçe direksiyona çarptı ama önemsemedim ve dengemi bile toparlayamadan kapıyı açıp sağa sola savrularak arabasına doğru ilerlemeye başladım. O kadar karanlıktı ki tek bir ışık bile yanmıyordu. ''DAĞHAN!'' diyerek kaskımı çıkarıp fırlattım, alnımdan akan kanı yeni hissetmiştim ama önemi yoktu. Dağhan hala ses vermiyordu. ''Sikeyim ses ver çocuk!'' sonunda önüne geldiğimde kapısını hızla açtım ve direksiyona yaslı kaskını gördüm, ellerimi attığım gibi bedenini sarsmaya başladım. ''LAN SES VER! İYİ MİSİN?!''

''B...ben.'' Sesini duyduğumda verdiğim nefesi ve içimdeki rahatlamayı nasıl anlatacağımı hiç bilmiyordum ama yeni doğmuş bir bebek gibi hissediyordum. Aynı yeni doğduğu halde ağlamak yerine gülmeye başlayan deli bebekler gibiydim.

Kaskını hızlıca çıkarıp yere fırlattım. Onun da alnı kanıyordu ama sadece alnı değil, yüzünde yaralar ve ezilmeler var gibi duruyordu. Aynı zamanda kulağının birinden de kan akıyordu. ''Gel.'' Tek kolunu alıp eğilerek dengesiz halimle omuzuma attım. ''Ah!'' diye inledi. ''Karanlıkta çok yanlış anlaşılacağız kapa çeneni.'' Diye alay ettim endişemi gizlemek için. O da belli belirsiz gülerken yine inledi ve yükünü üstüme vererek onu arabadan çıkarmama izin verdi.

Boğuk bir sesle onu taşımaya çalışırken ''Kaç kilosun lan sen!'' diye söylendim. Gerçekten görünenden çok daha ağırdı. Kulaklarıma dolan araba sürüklenme sesi kesildiğinde sert kapatılan bir kapı sesi sokakta yankılandı ve ötedeki araçlarla yarış yetkilileri bu tarafa gelmeye başladı.

''NE YAPIYORSUN SEN!''

''ADAMI ÖLDÜRECEKTİN GERİ ZEKALI İKİNİZİ DE KURTARDIM!'' Diye bağırarak karşılık verdim ona, uzaktan vuran farlar bizi aydınlatıyordu. Ellerini öfkeden saçlarına geçirerek Dağhan'ı gördüğünde ''Siktir.'' Diye fısıldadı ve bize doğru gelip öteki taraftan ona destek oldu.

''Eğer seni savurmasam çocuğu öldürecektin.''

''Kaza oldu.'' Diye tısladı bana ters bakış atarken. Önümüzde duran araca ve araçtan çıkan esmer çocuğa şöyle bir baktım. Bu Dağhan'ın arkadaşı yarışları ayarlayan çocuktu.

''Ne oldu lan! Siktir araba... hassiktir Dağhan!'' koşarak önümüze geldiğinde elini Dağhan'ın çenesine koydu ve Dağhan'ın yüzünü buruşturmasına sebep oldu. ''Dokunma canı yanıyor.'' Diye mırıldandım.

''Tamam gidin siz, araba işini ben hallederim. Alın şu arabayı.'' Uzattığı anahtarı alıp Edis'le Dağhan'ı arka koltuğa koyduk ve birbirimize baktık. ''Git yüzünün öteki tarafıyla boynuna baktır sende.'' Diyerek arabanın şoför koltuğuna doğru ilerledim. ''Olur.'' Dedi sadece.

Garip bir çocuktu, sessiz ama bir o kadar da soğuk duruyordu.

Zaten sınıfta cana yakın ya da normal olan birini pek göremiyordum, herkes soğuk nevaleyi andırıyordu ve bu herkese bende dahildim. Sadece Defne'yi görüyordum sıcak olan o da soğuk olmayı seçmiş hayal kırıklığına uğratmıştı beni.

Şimdi parçalı bulutlu soğuk bir hava gibiydi.

Arabanın kapısını örttüğümde arkamdan gelen inleme seslerini duymazdan gelerek hastane yolunu tutmayı düşündüm ama Dağhan ''Eve sür.'' Diye mırıldandı. ''Saçmalama amına koyayım ne yapacaksın uyuyup perilerin seni iyileştirmesini mi bekleyeceksin.''

''Babam...yarışa geldiğimi...''

''Bilmiyor mu?'' diye sordum kalabalığın ortasından geçerken, gözlerim bize korkuyla bakan Defne'ye kaymıştı yine istemsizce. Beni gördüğünde derin bir nefes verdi, gözleri dolu doluydu ve içimde sağlam kalan yerler varsa o da çatırdamaya başlıyordu.

''Bilmiyor... o gelmeden...''

''Dönmen mi lazım?'' dedim yine zorlanmaması için onun yerine konuşarak. ''Saat...ka-''

''on bir.''

''Siktir.'' Diye fısıldadı acıyla. ''Arkadaşımdayım de ödev yapıyordum de sınava çalışıyordum de. Ne bileyim de işte bir şeyler.''

''İnanmaz.'' Dedi ve elini göğsüne koyup yüzünü ekşiterek doğruldu. ''Eve götür beni... yatağıma yatacağım. Uyuduğumu zanneder.''

Sıkıntıyla nefes verdim. ''Dediğimi yap... Atilla. Lütfen.'' Kaşlarımı hayretle kaldırarak dikiz aynasından ona baktım. ''O kadar önemli ha eve dönmen?'' diye mırıldandım, kafasını aşağı yukarı salladı. ''Tarif et evi.'' Dedim bende istemeye istemeye.

Bana tarif ettiği yoldan yarım saat süren bir yolculuk yaparak eve geldik, villalardan oluşan bir siteydi. Onların evi sitenin köşesindeki olduğundan kapıda dursam da boydan boya cam olan yerden her şey görünüyordu ve her yer hava soğuk olmasına rağmen açıktı.

''Arka kapıdan içeri soksana beni.'' Dedi kapıyı aralarken. Şimdi daha çok kendindeydi ve konuşurken takılmıyordu. Araçtan inip anahtarı cebime atarak kolunu omuzuma attım ve ''Anahtarlar pantolonumun cebinde.'' Demesiyle elimi pantolonunun cebine atıp anahtarları çıkardım. ''Renkli anahtar.''

Üçüncü anahtarı alıp arka kapıya ilerledik, ışığı yanan evi gördüğümüzde ikimizde bir küfür savurmuştuk çünkü babası gelmiş olmalıydı. ''Annen olabilir mi?'' diye sordum kapıyı sessizce açarken. ''Annem teyzemin yanına gitti Rusya'ya.''

''Ne tesadüf, bizimkiler de orada.'' Diyerek onu evin arka kapısından içeri soktum ve karanlıkta kalan merdivenlerden çıkmaya başladık. Dakikalar sonra açtığı kapıdan içeri girdiğimizde burnuma gelen ağır parfüm kokusundan onun odasına vardığımızı anladım. Parfümü ağır kullanıyordu ve oda inanılmaz boğucu geliyordu.

''Arada camları aç da zehirlenme.'' Diye fısıldadım. Bana güldü sonra acıyla sessiz olmaya çalışarak inledi. ''Millet eve gizli gizli kız atar bende bu salağı eve gizli gizli sokuyorum.'' Diye söylendim kendi kendime. Yine güldü ve inledi. ''Abuk subuk sesler çıkarmayı kes babanı işkillendireceksin.''

''hatırlat da bir ara eve gizli gizli kız atalım. İçinde kalmasın.'' Diye fısıldadığında dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı aşağı yukarı salladım. ''Ben gidiyorum, sabah seni hastaneye götüreceğim. Umarım sabaha ölmezsin.'' Diyerek yüzüne doğru eğildim ve yorganı üstüne yüzünü kapatacak kadar örttüm. ''Ölürsem bensiz eve kız at.''

''Ne kız meraklısı çıktın...'' bu kez gülmemi bastıramadan hafif güldüm ve pencereye yaklaşıp araladım. ''Ne yapıyorsun?'' diye fısıldadı yüzünü ekşiterek. ''Kenarda direk vardı kayıcam aşağı doğru.''

''İtfaiyeci misin sen?''

''Küçükken bir ara heves etmiştim.'' Diyerek sırıtıp direğe sarıldım ve elimi sallayarak ''Ölme sakın, eve kız atıcaz.'' Diye fısıldayarak aşağı doğru kaymaya başladım.

Arkamdan gülüp yine aptal gibi inlediğine emindim ama babasından nasıl korktuğunu yüzünden görmüştüm. Bu korkuyu bildiğim söylenemezdi ama babasının çok asabi ve fevri bir adam olduğunu dayımdan duymuştum. Daha önce beraber iş yaptıklarını ve çok fevri hareketlerde bulunarak diğer ortaklarıyla kavga ettiği söylemişti. Bahçeden açık kalan arka kapıya doğru ilerleyip elimi kapıya uzattım ve tam bu sırada gördüğüm bir şey beni durdurdu. Dağhan'ın ışığı açılmıştı ve bu babasından başkası olamazdı. ''İnşallah inanır uyuduğuna salak herif.'' Diye söylenerek olduğum yerde durdum. Babası arkası dönüp yatağın başında duruyordu, onu görebiliyordum.

''Neredeydin bu saate kadar?'' diye bağırdı yatağın başında. ''Sana diyorum, Kalk!'' kenara savurduğu yorganı ucundan gördüğümde ''Siktir.'' Diye fısıldadım.

''B...bu yüzünün hali ne! Nereden geldin lan sen!'' diye resmen evi inletecek kadar bağırdı, ben bile olduğum yerde sıçradım. ''Yarışa mı gittin!''

Dağhan'ın sesi buradan duyulmuyordu ama babası ''Bana yalan söyleme!'' diye bağırdığına göre hayır demiş olmalıydı.

''Seni takip ettiriyorum bir aydır, kaç kere gittiği ne zaman gidip döndüğünü her şeyi biliyorum! Seni kaç kere uyardım adam ol dedim sorumluluklarını bil dedim! Ya sen?!'' elini kaldırdığını gördüğümde kaşlarımı çattım ama o el Dağhan'a inmedi. Ensesine sertçe vurdu ve ''Adam olmayacaksın değil mi?'' diyerek bu tarafa dönmeye yeltendi. Saniyesinde evin dibine koştum ve duvara sırtımı yasladım. Şimdi onları göremiyordum ama babasının sesi hala kulağıma doluyordu.

''Olmayacaksın!'' dedi kızarcasına. ''neden seninle uğraşayım ki o zaman?''

Kaşlarım yine çatıldı ve duyduklarımla nefesim kesildi. Düşündüğüm şeyi yapmazdı değil mi? O kadar da fevri ve duygusuz bir adam olamazdı. Herkes abartmış olabilirdi ve o Dağhan'ın babasıydı, babalık duygusu eşsiz olmalıydı ve baba olarak oğluna insan gibi davranmalıydı.

Ama Yusuf Kıran, Dağhan Kıran'a insan gibi davranmamıştı.

Dağhan ne cevap verdi duymadım ama her ne dediyse babasının gözü dönmüştü ve dönen gözünde Dağhan artık onun için ne oğlu ne de bir insan evladıydı.

''Siktir git lan buradan, serseri! Adam ol diye kaç milyar yatırdım sana, üstüne başına, eğitimine. Ne kadar zamanımı verdim sana, seni yetiştirmeye. Sen ne yapıyorsun? Serseri gibi geceleri gidiyor yasa dışı yerlerde kafası güzel bir grup serseriyle sidik yarışlarına giriyorsun.''

Dağhan'ın cam kenarına yuvarlandığını çarptığı cam sesinden ve dudaklarından çıkan inlemeden anladım. ''Siktir git nasıl gidiyorsan, sürünerek mi emekleyerek mi nasıl gidiyorsan git. Bu evin sokağından bile geçmeyeceksin, soy adından menedilmediğin için de kendini şanslı say ve ne bok yiyorsan ye! Seninle artık zamanımı harcamayacağım.''

Birkaç dakika Dağhan'ın inleme sesleri hariç hiçbir ses duyulmadı ve sesler çok daha yakından gelmeye başladı. Arka kapıya doğru sürünerek geliyordu. ''Şerefsiz piç kurusu!'' diye söylendim dudağımı ısırarak. Böylelerini dünya üzerinde işaretleyip seri katillere yem atmak gerekiyordu ama elindeki paralar hayatlarını kurtarıyordu bu şerefsizlerin.

''Siktiğimin pezevengi.'' Diye sövmeye devam ederken bir yandan da Dağhan'ın daha fazla kötü hissetmemesini istediğim için hızlı adımlarla arabanın yanına geçtim ve yaslanarak gelmesini bekledim. Dakikalar sonra aralık arka bahçe kapısı aralandı ve elini kaburgalarında tutarak ''Ne işin var burada?'' dedi. Gözünün teki de babası vurduğundan kızarmış görünüyordu. ''Sigara içtim. Sana ne oldu?''

''Sanırım evden atıldım.'' Dudaklarına yaydığı acı ve alaylı gülümseme bir an içimi sızlattı. ''Kirada anlaşırsak bende kalabilirsin. Yani dayımda, şahsen bende bir süredir orada kalıyorum.''

''Çı, eyvallah.'' Diyerek yanıma geldi ve sırtını arabaya yaslayıp yüzünü gökyüzüne kaldırarak derin bir nefes bıraktı rüzgâra.

''Geri dönmeyeceksin değil mi?''

''Sokağına bile girmeyeceğim.''

Dudaklarımı birbirine bastırarak yolcu koltuğunu açtım ve arka yerine öne oturmasını işaret ettim. ''Geç hadi, eve kız atamıyorum bari yaralı bir ceylan atayım.''

''Yaralı Ceylan?''

''Dağ ayısı da olur.'' Yandan attığım gülüşe küfürle karşılık verirken yolcu koltuğuna kendini atmıştı. Kapısını örttüm ve şoför koltuğuna binip ona bakmamaya özen göstererek eve doğru sürdüm. Çünkü beyefendi hastane yoluna saptığımı anlar anlamaz gitmeyeceği hakkında küçük bir çocuğun babasıyla inatlaştığı gibi inatlaşmıştı. Sonuç da eve gittiğimize göre onun kazandığını gösteriyordu. Ben bu resimde sadece başı ağrımış bir baba modeliydim.

Sonunda evin bahçesinden içeri girip garaja arabayı park ettiğimde cebimdeki telefonu çıkararak Burçağa aşağı inmesini mesaj attım. Çünkü Dağhan'ın durumu gerçekten hiç iyi değildi.

Kapısını açtığımda yüz ifadesinden de anlayabiliyordum ama avantajı güzel bir vücuda sahip olmasıydı, yapılı ve güçlü olduğundan yaralar hemen derine inmiyor dayanıklılığını da düşürmüyordu.

''Gel bakalım yaralı ceylan.''

''Dağ ayısına ne oldu?'' belli belirsiz sırıttım yine, onunlayken sık gülüyor sık eğleniyordum ve bu garibime gidiyordu eskiden. Şimdi ise alışmıştım, sanki doğal halim bu gibi hissediyordum.

''Ne Dağ ayısı?'' Tam Dağhan'ın kolunu omuzuma almıştım ve o da arabadan inip doğrulmuştu ki arkamızdan gelen sesle bir anda gülüşmeyi kestik ve arkamızda kalan Burçağa döndük.

''Siktir, ne oldu lan?''

''Alçalt sesini aptal herif, dayıma duyuracaksın.'' Çatık kaşlarımla ona çemkirdim ama bu umurunda değildi, geldi ve hızla Dağhan'ın öbür koluna girip ağırlığın bir kısmını kendi üzerine aldı. Gerçekten sırf bunu yaptığı için sesimi kesmiştim, yoksa bu dengesiz öfkemle ağzına sıçabilirdim.

''Yarışta kaza oldu.'' Dedi Dağhan kısık bir sesle. ''Sonra da evden atıldım.''

Burçak Dağhan'ın bu söylediğine güldü ve evin kapısını ayağıyla ittirip açtı. Dayım yüzde doksan dokuz ihtimalle çalışma odasındaydı, çalışma odasını ses geçirmez tasarlattığı için şükürler etmeliydik çünkü dayım çalışırken sese katlanamıyordu ve eğer ses geçirmez bir odaya sahip olsaydı bundan ötürü edineceği tüm öfkeyle bizi Dağhan'ın şu an ki haline sokabilirdi.

''Evin her odasını hala dolduramadık, seç birini yat aşağı.''

''baban da öyle diyordu.'' Dedi Dağhan dayımı gram tanımadan. ''Babam mı? Soralım ama her iddiasına girerim ki aynısını der.''

''Niye, eviniz toplama kampı mı?'' Burçak ikimizin arasında kalan odanın kapısını açarak onu yatağa yatırmama yardım ederken bir yandan da gülüyordu.

''Ben ilk yardım eşyalarını alıp geliyorum.'' Dedim aralarından ayrılırken, Burçak ise ışığı açmış Dağhan'ın üzerini çıkartmasına yardım ediyordu.

''benim banyomdaki çantayı getir öylece.'' Kafamı aşağı yukarı sallayıp yan odaya adımımı attım ve banyoya ilerleyip bir dakika bile beklemeden ilk yardım çantasını aldım ama belim lavabonun çekmecesine çarptı ve aralık olan çekmece sertçe çarpıp tamamen tekrar açıldı.

''Senin gibi çekmecey-''

Açılan çekmeceyi kapatmaya yeltendim ama sonra dışarıdan az da olsa içeri sızan ışık bana çekmecedeki başka bir şeyi gösterdi.

Küçük bir poşeti.

Küçük, içi toz bir poşeti.

Onu elime aldım ve altında kalan diğer küçük poşeti gördüm bu kez de.

Küçük, içi şekere benzeyen bir hap barındıran poşeti.

''Siktir. Ne?''

''Atilla!'' elimdeki küçük poşetleri anında geri yerine bırakıp çekmeceyi kapattım ve kapıya adım atan Burçağa içeri girmesine izin vermeden yaklaşıp banyonun kapısını kapattım.

O ne gördüğümü bilmiyordu ama ben onda ne gördüğümü artık biliyordum.

O ne gördüğümü bilmiyordu ama ben onda ne gördüğümü artık biliyordum

Atilla Altay '

 

Loading...
0%