@byzloey
|
Merhabalar, beni çok özlediniz değil mi? Tabi ki de özlediniz :)) Ufacık bir hatırlatma yapıyorum, Valens'i baştan yazdığımı söylemiştim daha önce yeni karakterler ve olaylar eklediğimi de söylemiştim. İlk on altı bölüm düzenlenmiş halde eğer başlamak isterseniz, baştan okumaya başlayabilirsiniz. Sizleri çok seviyor, iyi okumalar diliyorum ^^ Instagram : Byzloey 54. Bölüm | Sonu Gelmeyen Gürültüler Make Blieve, The Faim
Dudaklarımda aptal bir gülümseme parmaklarımda dudaklarımızın izi var. Öyle aptalım ki aklımı kaybettim, öyle sarhoşum ki kendimi kaybettim. Nefes almıyor kokusunu alıyorum adeta, sadece o var. Sadece vanilya ve kahve. Kahve olan gözler vanilya olan kokular. Gözlerim yeşil ama her yeri karanlık görüyor. Sanki kör oldum. Çünkü aşkın tadı başımı döndürdü. ''Ne bu sevinç?'' parmak uçlarım dudaklarımda yaslandığım duvardan aptal sırıtışımı yüzümden silerek doğruldum. Edis hemen sağımdan okul kapısından içeri elleri cebinde girmişti. Yüzünün kenarında oluşan çiziklere kaşım çatık baktım bir süre. Kavgaya mı girmişti? ''İyi misin?'' diye mırıldandım ona doğru adım atarken. Bir elim çoktan havaya kalkmıştı ama geri çekildi. ''Yarışta oldu, kazara.'' Yüzünü yana eğerek yarasını sakladığında olduğum yerde sektim. Hemen arkasından elinde anahtarla Atilla ve Dağhan girdi. Arkalarından da Burçak geliyor telefonla konuşuyordu. ''Hey, Günaydın!'' arkalarından neşeyle seslenmeme şaşırmış ifadelerle bana döndüklerinde Edis'in önünden onların önüne geçtim ve Dağhan'ın çenesini tuttum. Yüzü mahvolmuş bir haldeydi. Morluklar ve kesikler yüzünü sanki gaziymiş gibi gösteriyordu. ''Ne oldu sana?'' Yüzümü arkamda durmaya devam eden Edis'e çevirdiğimde aralarında geçen o bakışmanın rahatsızlık hissi içime oturdu. Geri çekilip ikisinin yüzüne baktım. ''Birbirinize mi çarptınız?'' ''Tam olarak değil, beraber kaza yaptılar.'' Atilla Dağhan'a destek olmaya devam ederek etrafta göz gezindirdiğinde ''Defne gelmedi.'' Diye cevapladım içinden geçen soruyu. Kafasını aşağı yukarı salladı ve Burçağın yürümeyi keserek beklediği yerde bir motor sesi duyuldu. Motordan inen Zeyd'di. Kaskını çıkarıp motorunun üzerine bırakarak dik durmaya çalışırken dengesini kaybetti. Duvara tutunan eline kuşkuyla baktım. Burçak kolunun altına giriyor ona yardımcı oluyordu. Atilla Dağhan'ı çoktan götürmeye başlamıştı, arkamda dikilmeye devam eden Edis ise benim gibi kuşkuyla Zeyd'e bakıyordu. Onu arkamda bırakarak Zeyd'e yaklaştım, telefonum sudan ötürü bozulmuş tamire gitmişti. Eğer Tuna beni aramak isterse okulu dolaşmak zorunda kalacaktı ama önemsizdi. Okula beraber gelmemiştik. ''İyi misin?'' Burçak Zeyd'i bırakır bırakmaz bana döndüğünde beni beklemediklerini yüz ifadelerinden anladım. Sadece hepsinde gördüğüm bu tuhaf değişim şüphelenmeme sebep olmuştu. ''İyiyim, yorgunum sadece.'' Zeyd bana bakmadan sözleri biter bitmez okula yürümeye başladığında Burçak da omuz silkerek peşinden okula girdi. Kapının önünden gidişlerini kısık gözlerimle izledim. Dağhan ve Atilla köşedeki bankta oturuyor konuşuyorlardı. Dağhan ellerini ensesinde birleştirmiş yüzünü acıyla buruşturmuştu. Atilla ise gözüyle kapıyı yokluyor muhtemelen Defne'nin gelmesini bekliyordu. Derin bir nefes alıp kollarımı çaprazlama bağladım. Zeyd eliyle sık sık ensesini ovuşturuyor, her zamankinden daha ağır adımlarla yürüyordu. Burçak ona bir şeyler anlatıyor gibi dudaklarını kıpırdatsa da sanırım onu dinlemiyor ya da duymuyordu. Neden bu halde bile okula geliyorlardı ki? ''Günaydın Yakamoz Güzeli.'' Belime sarılan kollarla korkudan çığlık atmak üzere dudaklarımı araladım ama bir vanilya kokusu el dudaklarıma baskı uyguladı ve diğer aynı kokuya sahip el belimi sararak beni okulun dışındaki duvara çekerek sırtımı yasladı. ''Şşt, insan sevdiğinden korkar mı?'' dudaklarına yayılan tebessümle ellerini dudaklarımdan ayırırken altında saklanan tebessümü gördü. ''Ya da tüm okula bizi ifşa etmek mi istersin? Bana uyar, elime megafon da verebilirsin.'' ''Sana da günaydın.'' Dedim gülerek. Elini yanağıma yaslayarak sıcak tenimi okşadı, saçlarının önünü hafif dalgalandırmış giyimindeki serseriliğe çeki düzen vermiş görünüyordu. Buna sevinerek ona bu halin ne kadar yakıştığını düşünmemeye çalıştım. ''Seni arayacaktım evden almak için ama telefonlarımız bozulduğu için...'' ''Evet benimki de tamirde, sabah bıraktım.'' Tibet ''Aslında...'' diye mırıldanırken çantasını önüne çekerek içinden bir kutu çıkardı. ''Ben aldım.'' Kaşlarımı çatarak kutuya baktım, elini bana uzattı. ''Bak bozulmasına sebep olan benim, itiraz etmeden önce dinle, bunu hem yaklaşan doğum günün için hem de bozmana sebep olduğumdan ötürü özür için say.'' ''Tibet, Hayır.'' ''Tamam sende bana istediğin bir şey alırsın, söz veriyorum ne olursa olsun kabul edeceğim.'' Ona attığım sinsi gülüşe kısa bir bakıp ''Ya da ne olursa olsun demeyelim, sınır koyabilirim.'' Dedi. Kafamı olumsuzca salladım. ''Bana telefon almayı düşünme ben aldım.'' Dudaklarımı aralamama izin bile vermedi, kutuyu açtı ve açıp kurulumu hazırlamış telefonu bana uzattı, ''Telefon zaten tamir edilemeyecek kadar hasarlı, bunu kabul etmeni istiyorum senden. Lütfen.'' Ekrana koyduğu resim yanan ışığın altında göründüğünde sözlerine tam olarak odaklanamadım. Tibet ve ben aynı karedeydik ama ben bir kütüphanede ders yapıyordum. Ben test çözmeye odaklıyken Tibet selfie yapmış arkadan ben alakasız şekilde çıkmıştım. O ise tüm dişleriyle gülümsüyordu. ''Sen gizlice kütüphaneye mi girdin?'' ''Aslında gizlenmedim, sen çok dalgındın görmedin beni.'' Telefonu elime alarak resme daha yakından baktım. Habersiz olmasına rağmen çok güzeldi, o da ben de güzeldik. Yan yana çok güzeldik. ''Kabul ettin mi? Lütfen et.'' Kafamı kaldırıp ''Doğum günün ne zaman?'' diye sordum. ''Otuz bir haziran.'' ''Bu yıl doğum günün bile gelmiyor Tibet.'' Elimdeki telefonu ona uzattım ama kabul etmedi. Aksine kutuyu açık kalmış çantamın içine tıkıp fermuarı büyük bir aceleyle kapattı. ''Bu kutlamamıza engel değil, sende ayın birinde kutlarsın?'' İtiraz kabul etmeyen bakışları yüzünden memnuniyetsizce ona baktım. Ne yaparsam yapayım geri almayacağı aşikardı, bende yaza daha çok olduğu için paramı biriktirip annemden kalanını alarak indirimde ona bir bilgisayar ya da tablet alabilirdim. ''Peki ama bir daha böyle hediyeler istemiyorum. Söz mü?'' kafasını hızlıca aşağı yukarı sallayarak ellerini belime indirdiğinde köşeden bizi izleyen Edis'i göz ucuyla görür gibi oldum ama kafamı çevirdiğim gibi görüntü de kişi de kayboldu. ''Ne oldu?'' Tibet'in yüzü de benim gibi döndü ama boş bir duvarla karşılaştı. ''Hiç.'' Kolları sıkılaşarak beni kendine çektiğinde ellerimi boynuna dolayarak sarıldım. Ona güvenmediğimi söylediğim halde ona sarılıyor olmam garip bir çelişkiydi ama yaşattığı duygular tarif edilemezdi. Denge duygumu yerle bir etmişti, düşüncelerim kalp atışımdan öteye geçemiyordu. Onları artık duyamıyordum. Kulağım sadece Tibet'i duyuyor gözlerim sadece onu görüyordu ve bu sadece haftalar içinde olmuştu. Korkunç bir bağımlılık duygusu hissediyordum ve açık konuşmak gerekirse bu beni oldukça korkutuyordu. Zil sesi duyulduğu zaman diliminde karşıdan başka bir motor sesi duyuldu, kollarımızı ayırarak gelen motora baktık. Kızıl saçlar kaskın altından rüzgârda savruluyordu, motorun önünde tahminimce Samet vardı. Telefonu cebime atarak elimden kurtardım. Tam önümüzde durduklarında Tibet'in parmakları üşüyen parmaklarımı kavradı ve bedeniyle arkadaşına döndü. Defne kaskı çıkarır çıkarmaz gözlerini ovuşturup burnunu çekmeye başladı. Üşütüyor gibi görünüyordu. Ellerini gözlerinden çektiğinde oluşan kızarma ve dolu bakışlarından ona ''İyi misin?'' diye sorma gereksinimi hissettim. ''Evet, üşüttüm sadece.'' Dedi ama yalan olduğunu anlamıştım. Samet ile aralarında garip bir şey olduğu aşikardı, Tibet ile de Samet'in arası bozuktu ama nedenini tam olarak anlayamıyor bir tahminde de bulunamıyordum. ''Günaydın.'' Samet gözlerini Tibet'ten kaçırarak motoru kenara park ederek indi ve bana kafasıyla selam verdi. Selamını hoşnutsuzca alarak Defne'ye baktım. Samet'in koluna girmişti. İkisi bizim sessizliğimizden rahatsız olarak okula girdiklerinde ikinci kez zil çaldı. ''Aranızda ne oldu?'' ''Hiç, hiçbir şey.'' Cebinden bir paket çıkardı, sigara paketinin poşetini sökerken cebimdeki çakmağı açtım ve dudaklarına yasladığı sigaranın ucuna yaklaştırarak yaktım. ''Sende denemek ister misin?'' ''Hm, bilmem. Ağır mı?'' içine derin bir nefes çekip üflerken yüzüme dumanı yayıldı. ''Ağır mıymış?'' gözleri etrafta gezindi, zilden ötürü herkes derse girmişti. Etrafta da pek kalabalık var sayılmazdı. ''Değil gibi.'' Diye mırıldandım. Derin bir nefes daha çekerek gözleri dudaklarıma indiğinde ne yapacağını anladım. Bu kadar hızlı ilerlemeyi istemiyordum ama ona karşı da koyamıyordum. Bu yüzden dudaklarını dudaklarıma bastırıp dumanı içime üflemesine aptal bir aşık gibi izin verdim. Çünkü tam olarak öyleydim. Dudaklarıma ufak bir dokunuş bırakarak geri çekildiğinde ''Şimdi nasıl?'' diye fısıldadı. Açık paketten bir dal çıkararak dudaklarıma yasladım ve elimdeki çakmağı tek hamlede yakarak sigaranın ucunu yaktım. Güzeldi, muhtemelen güzel olan zehir dolu bir duman değil onun dudakları ve benim onu mükemmelleştiren zihnimdi ama ziyanı yoktu. Yaktığım sigaradan içime ilk çekişimde öksürdüm, gözlerim doldu. Ağırdı. Tibet güldü ve elimden almaya kalktı, parmaklarımın arasına ondan önce aldım ve ona izin vermedim. ''Hayır, karşılıklı içmek istiyorum.'' ''Peki ama bir seferlik.'' ''Neden?'' İçime çektiğim nefesi onun yaptığı gibi yüzüne üfledim, kirpiklerini kırpıştırdı. Bu yaptığımla eğlendiği yüzünden ve kıvrık dudaklarının hala öyle kalmasından anlaşılıyordu. ''Çünkü zararlı, diğerlerinden daha zararlı.'' Elinde duran paketi kaparak ''O zaman sende az içiyorsun, ben sana ne zaman verirsem o zaman.'' ''Olmaz, ver paketi.'' Elini uzattığında paketi tutan elimi havaya kaldırdım. Sigarayı tutan elimle de destek verdiğimde tek eliyle birleşmiş elimi tuttu ve duvara yasladı. ''Bunu alsan yenisini alırım yakamoz güzelim, zorlama ver paketi.'' ''Alırsan konuşmam.'' Evet, daha önce hiç çocuk olmamış ergenlik yapmamıştım. Çünkü büyümek zorunda kalmıştım ama kimse sormamıştı. Büyümek ister misin? Dememişti. Sadece beni buna mecbur bırakmışlardı ve ben bunu istemiyordum. Çocuk gibi nazlanmak istiyordum. Küçük kızların babasına nazlandığı gibi bende Tibet'e nazlanmak istiyordum. Çünkü benim nazlanarak eksiğimi giderebileceğim bir babam yoktu. Sadece kalbimi göğüs kafesimi kırarcasına parçalatacak güce sahip bir çocuk vardı. ''Ah, peki. O zaman ben adet belirliyorum, zamanı sana bırakıyorum.'' ''Tamam söyle.'' Dedim, bir anda elimi bırakarak beni kendine çektiğinde kafamı omuzuna çarptım. ''Saçın yanacak, güzel saçlarına dikkat et.'' Elimden sigarayı alıp saçlarımı kontrol etti, elinin gezdiği yerler hala sızlıyordu ama sızılar eskiden daha azlardı. Dudağına sigarayı koymuş ellerini saçlarımda gezdiriyordu. Bende onun dudaklarındaki sigarayı alıp içmeye devam ettim. İlk dersi kaçırıyorduk ama umurumda bile değildi, ilk defa umursamazlığı hissediyordum ve bunu bencilce sevmiştim. ''Öğlene kadar dört çıkışa kadar beş.'' ''Çok.'' Diyerek omuz silktim. ''Öğleye kadar iki, öğleden çıkışa kadar üç.'' Sızlayan yaralarım onunlayken sadece gülmekten acıyor, yabancı duygularım onunla açılmaya başlıyordu. Sanırım yıllar boyu böylesini kendi ellerime kurmaya çalışsam bile başaramazdım. Bir anda her şey olmuştu. Ellerimle kuramayacağım her şey bir anda beni bulmuştu. Bir tuvalin önünde oturan bir ressamdım sanki daha önce, boyalar ve fırçalar elimde önümdeydi ama çizeceğim hiçbir şey yoktu. Şimdi ise gözlerimi sadece kırpıp açmamla önümde duran bir resim vardı. ''Hadi gidelim.'' Bitirdiği sigarasını yere atarak elini bana uzattığında bende son nefesi çekip kısa bir öksürük kriziyle parmaklarını kavradım. İlk dersi tahmin ettiğim gibi çoktan kaçırmıştık, Tibet'in bileğinden görünen saate göre zile sadece on dakika kalmıştı. ''Ellerin nasıl oldu?'' sarılı elimi kaldırıp baktı, aslında sarılı olduğu için ciddi görünse de keskin bir acı hissetmiyordum. Gerçekten iyileşiyor olmalıydı. ''Eğer, evde kalmak istemediğin geceler olur ya da kaçtığın zamanlar olursa bana gel. Gelmek istemezsen de ara, neredeysen gelirim.'' Kafamı aşağı yukarı salladım, bu konuları pek konuşmak istemediğim için cevap verme gereksinimi bile hissetmemiştim. Bunu anlamış gibi sessizce bana bir bakış attı ve beraber içeri girdik, okulun içi oldukça sıcaktı. Girer girmez buz kesen parmaklarımın çözülmeye başladığını hissedebiliyordum. Ortalıkta gezen öğretmenlerin radarına takılmamak için hızlı adımlarla merdivenleri çıktık, biz sınıfın köşesine geçer geçmez zil çalmaya başlamıştı. Sınıfın kapıları açıldı, okula ne ara girdiğini hiç görmediğim kardeşim çatık kaşlarıyla ellerimize bakıp hoşnutsuzca yanımızdan geçti. ''Benden hazzetmiyor değil mi?'' ''Evet.'' Ellerimiz yavaşça ayrılırken kapıda gruplaşarak çıkan kızlar göründü. Büyük bir çığlıkla bir kız yere düştüğünde kapının ağzında beliren mavi gözlü bir kız üç arkadaşı tarafından tutuluyordu. Yüzüne dikkatle baktığımda kızı tanıdığımı fark ettim. Bu kız lavaboda tanıştığım İkra'ydı. ''Dayak mı istiyorsun sen? Ha?'' arkadaşları onu tutmakta zorlanıyor gibi görünüyordu, çileden çıktığını buradan bile görebiliyordum. ''Ne istiyorsun, derdin ne?'' Yerde ki kız başka kızların yardımıyla ayaklanırken bizim sınıftan çıkan herkes kalabalığın kenarında takılı kalmıştı. Geçmek için yer verecek kişi yok gibiydi. Herkes gürültüyle büyük bir merak içinde kızların etrafında toplanmıştı. ''Ne oluyor yine?'' diye mırıldandı Tibet. ''Niye uğraşıyorsun benimle? Daha yeni uyarmadım mı seni?'' boğazından yüzüne ulaşan öfke kızarıklığına bakarken ne yaptığını göremedim, onu tutanlardan kurtularak kızın üzerine neredeyse atlayacak kadar hızlı koşmaya başladı ama tam o sırada birinin kolları beline dolanarak onu engelledi. ''Sakin ol.'' Yere düşen kızın hemen önünde duran Burçak İkra'yı son anda yakalamıştı. Kalabalığa ''Açılın şuradan!'' diye bağırarak İkra'yı lavaboya doğru çekmeye başlarken sınıftan birkaç kız da dibi düşercesine Burçağa bakarak peşlerinden gitmeye başladı. İkra sinirden çıldırıyor gibiydi ama arkadaşlarının dikkati onda değil Burçaktaydı. Zeyd diğer kızları başlarından savuşturarak İkra'nın diğer elinden tutarak yardımcı olmaya başladığında İkra ikisine dikkatle baktı ve durulmaya başladı. Bu sırada eli belimde olan Tibet'te ''geliyorum, sınıfa geçsene.'' Diyerek elini yavaşça üzerimden çekti. Samet ve Esel kalabalığa rağmen yanımıza varmışlardı. Tibet'in kulağına bir şeyler fısıldadıklarını duydum, ''Parayı getirdim.'' Dedi Tibet sadece. Ardından bana sınıfa gitmemi işaret ederek merdivenlerden arkadaşlarıyla inmeye başladı. Gözümü ondan ayırmadan sınıfa doğru ilerlemeye başladım. Dağhan, Atilla ve Defne hariç sınıf boştu. Dağhan ve Atilla yan yana arkada oturmuş konuşmadan Defne'yi izliyorlardı. Defne ise burnunu çekip gözleri yumulu şekilde oturuyordu. Atilla beni gördüğünde kalkmaya yeltenir gibi oldu, elimi kaldırarak onu engelledim ve Defne'nin boş yanına oturdum. ''İyi misin? Kötü görünüyorsun.'' Elimi yüzüne gelen saçlarına uzattım. ''Evet sadece... midem bulanıyor.'' Diye fısıldadı. ''Evde dinlenseydin keşke.'' ''I-ıh.'' Gözlerini yavaş yavaş açtı, göz altlarında çizgiler onu ilk gördüğüm zamankinden biraz daha artmaya başlamış gibiydi. ''Beni anlıyorsun değil mi? Anladığını biliyorum.'' Fısıltısını duyabilmek için ona doğru yaklaştım. ''Ne demek istiyorsun?'' Atilla'nın gözü üzerimizde olduğu için gergindim, Defne'nin yanlış bir şey söylemesi hatta kelimeyi yanlış kullanması bile Atilla'yı bir katile çevirmeye yetermiş gibi hissediyordum. ''Zarar görüyorsun... ama bırakıp gidemiyorsun.'' Ağlarcasına titrediği sesini duyduğum an refleksle ona daha çok yaklaşıp kollarımı etrafına dolayarak onu gizledim. ''Defne, ne demek istediğini anlamıyorum, Çıkalım ister misin sınıftan?'' ''Umarım anlamazsın.'' Kolumdaki kazağa tırnaklarını geçirerek beni daha çok kendine çektiğinde sandalye hafif kaydı ve sınıfta sesi yankılandı. Atilla'nın sektirmeye başladığı bacağı art arda duyulmaya başlayınca gözümü o tarafa çevirdim. Bir süre sonra duramadan kalktı ve bir hışımla dışarı çıktı. Dağhan bana kaş gözle ne olduğunu sorsa da dudak büzdüm, yalan söylemiyordum. Ne olduğu hakkında bir bilgim yoktu, söylemesi için onu zorlayamazdım. ''Defne.'' Diye mırıldandım seslice, muhtemelen Dağhan'ın da Atilla'yla gittiğini düşünmüştü. ''Efendim.'' Diye fısıldadı yine. ''Gel hadi eve götüreyim seni, dinlen.'' Kafasını olumsuzca salladı, onu böyle görünce nedense içim burkulmuştu. Daha önce kötü olan ağlayan birçok arkadaşım olmuştu ama hiçbiri için bu kadar yumuşak davrandığımı hatırlamıyordum. ''Eve gitsem de Zeyd beni affetmeyecek.'' ''Neden? Ne yaptın?'' kafasını zar zor sıradan kaldırarak ellerini önce yüzünden sonra saçlarından geçirdi, berbat görünüyordu. Saçlarının dalgası bozuk ve dengesizdi. ''Ona duymak istemeyeceği bir isim söyledim.'' Sonunda sesi çıktı, Dağhan onu fark etmemesi için sessizce oturduğu yere sinmişti. Sınıfın kapısı açıldığında Defne ayaklanarak kapıya ilerlemeye başladı. ''Geleyim mi?'' ''Gel.'' Kapıyı açıp çıktığında kısık olmasına rağmen sesini duydum ve hızlıca çıkıp ona yetiştim. Kalabalık dağılmıştı. Önde bir öğretmen arkasında da İkra ve yere düşen kız merdivenlerden iniyordu, muhtemelen müdürün odasına gidiyorlardı. Burçak ve Zeyd boydan boya cam olan yere yaslanmış dışarıyı izliyorlardı. Defne'yi gördüklerinde ikisinin de yüzü bize döndü, endişeleneceklerini ve üzerine düşeceklerini zannettim ama öyle olmadı. Yüzlerini cama geri çevirdiler. Zeyd'in çenesinden seğiren kası lavaboya girmeden hemen önce fark etmiştim. Lavaboya girdiğimizde içerinin soğukluğuyla ufak bir titreme yaşadım. Defne soğuk olduğunu tahmin ettiğim suyu makyajsız yüzüne vurarak saçlarını tepeden sıkı bir at kuyruğu ile topladı. ''Gerçekten bir daha konuşmayacak mısınız?'' kapının yakınında durduğum için Zeyd'i görebiliyordum ama beni duyamayacağı kadar uzaktaydım. ''Öyle bir şey söz konusu değil sadece...'' elini ağzına götürüp yüzünü ekşitti. Bir süre sonra yüzü normale döndü ve elini dudaklarından çekti, endişeyle ellerimi ceplerime koymuş onu izliyordum. ''Sadece o affetse bile ben kendimi affedebilir miyim bilmiyorum. Çok kötü bir şey yaptım.'' ''Ne?'' tek kaşımı kaldırarak ona baktım, yüzümde ciddiyetten eser yoktu sadece endişeliydim. Yüzünü yere eğerek yanıma geldiğinde ''Boşver.'' Dedi. Zil çalmış Defne önden sınıfa doğru yürümeye başlamıştı. Merdivenlerden çıkanların arasında Tibet'in yüzünü aradım ama yoktu, onun yerine kızların arkasından Tuna çıktı ve koluma girerek sınıfa doğru beni sürüklemeye başladı. ''O neydi öyle kızı parçalayacak sandım.'' Az önce kavga çıkan sınıfın kapısına kısa bir bakış atıp bana daha çok yanaştı. ''Yırtıcı doluymuş okul.'' Söylediğine belli belirsiz gülerek sınıfa girdim. Atilla gelmişti, kendi yerine geçmiş gözlerini yine Defne'ye kenetlemişti. Masanın altında duran elinin yumruğu sıkıydı ve parmakları bembeyaz kesilmişti. Tuna'dan ayrılarak sırama geçtiğimde Dağhan'ın bu kez köşeye geçtiğini görüp onu kaldırmadan yanına oturdum. Zeyd ve Burçak da öğretmenden hemen önce sınıfa girmişlerdi. Sıraya oturana kadar Defne'nin yüzüne bakmadılar, hatta oturduktan sonra bile bakmadılar. Yüzümü Dağhan'a yaklaştırıp ''Defne'ye neden bu kadar kötü davranıyorsunuz? Size ihtiyacı var.'' Diye fısıldadım. Öğretmen yoklama defterini masaya bıraktı ve büyük bir yorgunlukla sandalyesine oturdu. Rahat bir nefes vererek Dağhan'a döndüm. ''Bilmiyorum, sadece niye böyle olduğunu öğrenmişler. Ondan beri araları bozuk. Benim de haberim yok.'' ''Bu halde nasıl olsun zaten?'' diye fısıldayarak yaralı yüzünü işaret ettim. Sınıfın yarısı boş olduğu için sesimiz çok belli oluyordu, fısıldasak bile. Hazal ve diğer arkadaşları yoktu, Tibet ve Sametlerde yoktu. Cebimdeki telefonu çıkardım, sıranın altından kurcalarken tek kayıtlı numaranın Tibet'in numarası olduğunu fark ettim. Hattım takılı olmadığı için WhatsApp üzerinden ona mesaj atabilmek için okulun internetine bağlandım ve kendini kaydettiği Yakışıklım ismine tıklayarak ona nerede olduğunu sordum. Yakışıklım: - Okulun arkasındayız, teneffüste geleceğim. Verdiği cevap hoşuma gitmemişti, neden derse girmediğini sorarak onu bunaltmak istemediğim için içimdeki kötü hisse orada kalmasını söyleyerek telefonu cebime geri koydum ve kafamı sıraya yasladım. Ders boyu sadece yatıp uyandığımdan beri duyduğum tüm o karışık sesleri unutmaya odaklandım. Kavga gürültüleri, dayak yemiş yüzler, kırgınlığın sessizliği. Hepsi gün yeni başlamasına rağmen sanki gece gelmiş gibi hissettiriyordu. Üstelik hiçbirinin odak noktası ben bile değildim, sadece garip bir şekilde kendimi olayların içinde buluyordum. Belki de gerçekten arkadaş ediniyordum, arkadaşlık gerçekten de öyleydi belki de. Sıranın yanına bir kafa koyma sesi daha işittim, öğretmen muhtemelen bizi iplemiyordu. Çünkü önde Defne arkada ben ve Dağhan kafamızı koymuş uyukluyorduk ki kapı tıklandı. Diğerleri hala kafasını yaslı koysa da ben kaldırmıştım çünkü Tibet'in gelmesini umuyordum, hatta belki de diğerlerinin. Hazal'ın bile gelmiş olmasını düşünebilirdim ama kapıda dikilen mavi gözlü kızı hiç ama hiç beklemiyordum. ''Kusura bakmayın hocam.'' Açtığı kapıyı kapatarak içeri bir adım attığında Burçak ve Zeyd'in gözleri onda kenetli kaldı. ''Gel İkra.'' Öğretmen karışık saçlarını karıştırarak İkra'ya bakarken İkra boğazını temizleyerek Defne'nin arkasındaki yere oturdu. Tuna İkra'yı şaşkınca izliyordu, Edis de diğerleri gibi sınıfta değildi. ''Hoş geldin yeni sınıfına, sınıftan hiç arkadaşın var mı?'' İkra'nın gözleri beni bulduğunda belli belirsiz gülümsedim. Burçak ve Zeyd İkra'ya ve bana çatık kaşlarla bakıyordu. İkra ''Yani, bir kişi.'' Diye mırıldandı. Öğretmen kafasını sallayarak ''Güzel.'' Dedi ve derse devam etmeye başladı. Tek oturan İkra da kitaplarını sıranın üzerine koymaya başlamıştı. Dağhan horul horul uyumaya devam ediyordu. Dakikalar sonra öğretmenin anlattığını dinlemeye koyuldum, sıkıntıdan patlıyordum. Az önce Dağhan'ın ipine de çökmüş elime dolamıştım ama sonra çözemeyip temelli çıkararak yerine geri koymuştum. Sıkıntıyla nefes verip gözlerimi tahtaya geri çevirdiğim sırada sınıfta bir ses duyuldu, öğretmenin tahtaya yazı yazan eli durdu ve hoşnut olmayan bir ifadeyle bize döndü. Ben de sesin geldiği yere, yani tam yanı başımdaki Dağhan'a döndüm. Elim resmen derisini parçalamak isteyen bıçak gibi batıyor olmalıydı ama o etkilenmeden horlamaya devam ediyordu. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım, öğretmen bize doğru gelmeye başlamıştı bile. İkra gülüyor, Defne gözleri yumulu yatmaya devam ediyor, Atilla da İkra gibi karşılık veriyordu. Zeyd ve Burçak ise ifadelerini yumuşatmışlardı. Öğretmen baş ucumuza gelip elini Dağhan'a uzattığı sırada zil sesi duyuldu ve öğretmenin uzanan eli geri çekildi, yüzü bana döndü. ''Kaldır arkadaşını, bir daha böyle saygısızlık istemiyorum.'' ''Tamam hocam.'' Öğretmen arkasını dönüp giderken ellerimi Dağhan'ın omuzuna yerleştirdim ve onu sarsmaya başladım. ''Kalksana Dağhan.'' ''Ne var ne?'' beni duyduğundan bile emin değildim, yine de onu sarsmaya devam ederek gözlerinin açılmasını sağladım. ''Öğretmen kızdı kalk, diğer derste uyursan seni sınıfta bırakacakmış.'' ''O da bıraksın.'' Omuz silktiğinde orada duran ellerim kucağıma düştü. Sonunda pes ederek derin bir nefes verdim. ''Sen çık ben onu kaldırırım.'' Baş ucumda dikilen Atilla'yı gördüğümde ''Çok sevinirim.'' Diyerek ayaklandım ve kapıya doğru yürümeye başladım. Tibet'in geleceği yok gibi görünüyordu ve ne haltlar karıştırdığını gerçekten merak etmeye başlamıştım. Arkamdan duyulan ayaklanmalarla arkamda beliren gölgeleri görüyordum, Defne hala uyuyor diğerleri de benim ardımdan sınıftan çıkıyordu. Onlardan hızlı merdivenlerden indiğimde kapıdan içeri giren Tibet'i ilk ben gördüm. O da kafasını kaldırır kaldırmaz beni gördü ve kollarını araladı. ''Derse girmemene sebep olacak işini merak ettim.'' Sarılmasına karşılık vermeden kendimi geri çektiğimde gözler kuşkucu yüzümü süzdü. ''Bir şey değil.'' Yanağındaki kızarıklığı gördüğümde kaşlarım daha da çatıldı. ''Yüzüne ne oldu?'' ''Bir şey yok.'' Yanında duran Samet'e döndüm. Esel yanlarında yoktu. ''Esel nerede?'' ''Anma o şerefsizin adını.'' Diye mırıldandı. ''Neden?'' diye sordum mesafeli bir sesle. Samet'le yıldızlarımızın hiç barışmadığını biliyordum. O yüzden onunla konuşurken sıcak yanım bir anda hep soğuyordu. ''Arkadaşlarınıza benim için sır olan bir şeyi söylemiş.'' ''Hangi arkadaş ve ne sırrı?'' hemen arkamdan kantine giren Zeyd'leri kaş gözle gösterdi. ''Defne için zararlı olduğumu düşünüyormuş.'' Dudaklarından alaycı bir kahkaha döküldü. ''Benim de senin için zararlı olduğumu düşünüyor ama sikimde mi?'' Tibet'e merakla bakarken içeri Edis'le Esel girdi. Edis'in neden derste olmadığını şimdi anlıyordum. Demek ki kavgayı ayırmakla meşguldü. ''Kuzen, konuşalım mı?'' Zil sesi yine çaldı, elim Tibet'in koluna yaslı duruyordu. Samet cevap beklercesine Tibet'e bakarken Tibet elimin üzerine elini koyarak bana döndü. ''Derse gir sen güzelim.'' ''Tamam, sizde aranızdaki her neyse çözün.'' Elimi yavaşça kolundan çekerek Edis'e kaçamak bir bakış attım. Gülümseyerek bana kafasını salladı. Onlara arkamı dönerek sınıfa doğru çıkmaya başladım, bugün okulda ciddi bir şeyler oluyordu. Herkes birbirine dalmak için anlaşmış gibiydi. Merdivenleri çıkarken az önce derste olmayan Hazal'ı ve arkadaşlarını lavabodan çıkarken fark ettim. Hemen önlerinden İkra yürüyordu. İkra bizim sınıfa girdiğinde Hazal ve Buğlem bakıştı, Begüm telefonuyla ilgileniyordu. Onların hemen arkasından ikinci zile yüzümü buruşturarak sınıfa girdim. Herkes sınıfta yerindeydi. Bende kendi yerime, yeni ayılan Dağhan'ın yanına geçtim. Burçak ayaklanarak Zeyd'den çakmak aldı ve sınıftan hızlı adımlarla çıktı. Hazal bir iki ön sırasında oturan İkra'ya gözlerini dikmiş bakıyordu. Buğlem onu dürttüğünde ona gitmesini işaret etti ve saniyeler sonra Buğlem ayaklanarak Tuna'yı ittirdi, yanındaki boşluğa oturdu. ''Merhaba canım, yenisin galiba.'' ''Yoo, değilim aslında.'' İkra kitabını masaya koyup ellerini masada birleştirerek kaybetmemiş asabiliğiyle Buğlem'e baktığında yandan gülümsedim. İkra cevap vermeden boş boş yüzüne bakmaya başlayınca Buğlem Hazal'a kaçamak bir bakış attı. Ne sanıyordu her istediği cevabı alabileceğini mi? ''Sana soruyorum.'' İkra onu görmezden gelerek arkasına yaslanıp telefonunu çıkardığında Buğlem hiç beklemediğim bir şey yaparak İkra'nın telefonunu elinden aldı. ''Şimdi de cevap verme de göreyim.'' İkra'nın ayaklanmasıyla Buğlem de ayaklandığında sınıfın içinde resmen bir kovalamaca döndü. ''Ver şu telefonu.'' Öğretmen neredeydi bilmiyordum ama sanırım onun gelmesini beklemeden İkra'ya yardımcı olacaktım. Tuna ile göz göze geldiğimizde o da bunu anladı, şaşkın bakışları beni delip geçiyordu. Ben okulun hep köşesine saklanan kız şimdi sadece bir kez konuştuğum kızı koruma iç güdüsüyle harekete geçmeyi düşünüyordum. Tabi ki şaşırması normaldi. İkra Tuna'nın yanından tekrar dönmeye başladığında Buğlem birinin kolundan tutulmasıyla savruldu ve durmak zorunda kaldı. Zeyd ayağa kalkmış elinden aldığı telefonu İkra'ya uzatmıştı. ''Çok oyun oynamak istiyorsan kaydını ilk okula aldır.'' Buğlem Zeyd'den duyduğu sözlerle ve elini tutmasıyla şoka girmiş ona bakarken İkra'nın dudakları keyifle kıvrıldı ve hayran bakışları Zeyd'in bedeninde dolandı. Tüm bu gürültüye rağmen Defne hala uyuyordu, kapı büyük bir gürültüyle açılsa bile tepki göstermemişti. Zeyd ve İkra'dan ilgimi çekerek Tuna'ya Defne'yi işaret ettim. Öne doğru eğilip elini alnına koydu, kafasını olumlu salladığına göre bir şeyi yoktu. Açık kapı aynı gürültüyle kapandığında içeri giren Burçak anlamsızca sıralarının önünde duran İkra ve Buğlem'e baktı. Kızlar yolu açtığında o da sırasına oturmuş bakışlarını onlar da gezdirmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışan bir ifadesi var gibiydi, anlamadığına emindim ama çaktırmıyordu. Sonunda ikinci kez kapı açıldığında içeri sabahtan beri beklediğimiz öğretmen girdi ve onun girişiyle eş zamanda telefonum cebimde titredi. Yakışıklım: - Akşam boş musun? Ona boşum neden yazıp gönderdikten hemen sonra bir süre öğretmenle göz teması kurdum ve odağının dışına çıktıktan sonra tekrar sıra altından telefonu açarak mesajlara girdim. Yakışıklım: - Düşündüm de, motora olan bakışların çok güzeldi kıskandım. Belki öğrenmek istersin, ayrıca motor sürsen çok daha seksi olursun. Dalga mı geçiyordu? Dalga geçiyordu, kesinlikle dalga geçiyordu. Ah hayır! Geçmiyordu. ''Ay!'' sevinçle ağzımdan çıkan sesi fark edemedim. Öğretmen bedeniyle elindeki tahta kalemi sımsıkı tutarak bana döndü. Dudaklarımı parçalamak istercesine ısırdım. Dağhan ile ikimizi işaret ederek diğer elini beline koyduğunda birbirimize baktık. ''Siz ikiniz, bugün rahatsız etme kotanızı doldurdunuz. Dışarı.''
|
0% |